Yeni Üyelik
1.
Bölüm

1. Bölüm ~ Hayattan

@feusa

Hayat... Bu beş harf içinde ne kadar da çok şey barındırıyor değil mi? Daha hayata gözlerimizi açmadan belli oluyor ailemiz, ismimiz...
Sonrası bizim tercihlerimize bağlı olarak gelişiyor.

Büyüyoruz, büyüdükçe de hayata bakış açımız değişiyor. Çoğu insan zorunlu koşullar dışında kendi istediği iş ile uğraşıyor. Kendi istediği hayatı ve düzeni kuruyor ama zorunlu haller dışında...
Bu zorunlu hallerden biri de benim ailemin yaptığı işler. İlk başta bu işi yapmamak için kendi içimde ne kadar dirensem de zaman ilerledikçe bu işten başka bir işle uğraşamayacağımı anladım. Sanki bana seçme kararı verilmemiş gibiydi. Ben zaten bunun için doğmuşum da haberim yokmuş gibiydi...

Sıcak bir temmuz ayında bahçede hepimiz bir sıra halinde dizilmiş , son görevimizin konusunu öğrenmek için bekliyorduk. Yaklaşık yedi yıldır bu işin içindeyiz en azından ben öyleyim. Ama ailem için bu durum söz konusu değil. Çünkü bu teşkilatın kurucularından biri bizzat benim ailem. En üstte on tane kurucu bulunuyor ve bu teşkilatta onların dedeleri tarafından kurulup bir sonraki kuşaklara miras olarak bırakılmış. Yani en azından teşkilatın kuruluşuna dair bize anlatılan bilgiler bu kadar. Daha da doğrusu herkesin bildiği bilgiler bu kadar... Ben herkes kavramının içinden çıkalı uzun zaman oldu.

Eğitim. Bu iş için özel eğitim görüyorduk. Dışarıdan bakıldığında normal bir okul gibi görünen bir binamız var. Ama konumu ve içerisi için aynı şeyi söylemek pek mümkün değil. Bina dört katlı. En üst katında görevlerimizin verildiği toplantıların yapıldığı geniş bir salonumuz var. Salonu oldukça büyük. Ortada ise çok geniş camdan bir masa bulunmakta. Masanın hemen karşısında duvara monte edilmiş dev bir ekran var. Tahmin edeceğiniz üzere bu ekrandan görevimiz için gerekli olan ek bilgiler anlatılıyor. Bu dev ekranın arka tarafında duvarın tamamını kaplayacak şekilde raflar bulunuyor. Bu raflarda araştırma yapmamızı gerektiren durumlarda kullanmamız için kitaplar var . Ekranın bulunduğu duvarın hemen karşısındaki duvarda ise büyük bir İstanbul haritası var. Toplantı salonun yan tarafında görevler için gerekli olan kıyafetler, ayakkabılar, çantalar, makyaj malzemeleri gibi daha birçok eşyanın bulunduğu bir tane giyinme odamız var.

Eğitim sadece derslerden ya da öğrenmekten ibaret değildi. Saha görevleri de vardı.

Üçüncü katta ise bir spor salonu bulunmakta. Burada öğretmenler tarafından dövüş dersleri alıyoruz. Spor salonunun karşısında silah derslerimiz için ayrılmış özel bir oda bulunuyor. Ama buraya sadece öğretmenlerle birlikte girebiliyoruz. Tek başımıza girmemiz yasak. Bunun nedeni de bilinmiyor ve sorgulanması gereken bir durum olduğu kesin. O odalardan birine girdiğimiz takdirde o gün yapacağımız antrenmanın zorluğu ve sayısı artıyor. Bazen fazla merak etmenin zararlarına katlanmak gerekiyor. Fazla merak o yüzden her zaman iyi olmuyor maalesef...

İkinci katımız da ise bir yemekhane var. Yemekler açık büfe olarak konuluyor. İsteyen istediği kadar almakta serbest. Yemekhanenin içerisinde bir tane de balkon bulunuyor. Koridorun sonunda bir tane sağlık odamız var . Derslerde yaralananlar burada tedavi ediliyor.

Birinci katta normal okullarda olduğu gibi sınıflar bulunmakta. Bu sınıflarda ilk yardım dersleri ve yabancı diller başta olmak üzere daha birçok konuda eğitim veriliyor. Bu dersler bir nevi tedbir amaçlı derslerdi. Zorunluydu.

Okulun çok geniş bir bahçesi var bahçenin çevresinde iki metre yüksekliğinde taştan duvarlar var. Bahçe de ise engelli koşu parkurları, spor aletleri gibi eğitim için gerekli araçlar bulunuyor. Tabii ki bu okul inlerin cinlerin top oynadığı benim tahminimce kimsenin aklına dahi gelmeyeceği bir ormanın ortasında ve bu yolu bizler de bilmiyoruz. Her sabah erkenden uyandırılıp camları olmayan siyah bir arabaya bindiriliyoruz. Ve okula getiriliyorduk ama elbet yolunu da bir gün öğrenirdik.

Amcam ,Cem Karayel,elinde büyük bir zarf ile bahçeye girdi. Bir değil iki tane olduğunu yaklaşınca anlamıştım. Yeni görevler olmalıydı.
" Evet sevgili küçük ajanlarım."dedi. Hiçbirimiz küçük değildik. Kazık kadar insanlardık. Bu önemli bir detaydı bence.
"Bugün son görevinizi de yerinize getirdiğiniz taktirde şu anda elimde olan ajan kimliklerinize kavuşabileceksiniz. Öncelikle yonca takımı bir adım öne çıkın ve masanın üstündeki iki zarftan bir tanesini seçin. Bu iki zarfta birbirinden farklı iki tane görev bulunuyor. Siz görevleri aldıktan sonra size ne yapmanız gerektiğini anlatacağız."

Amcamın garip bir havası vardı. Kendince otoritesini korumaya çalışıyor ve bu yüzden de sürekli emir cümleleri kullanıyordu.

" Neden seçme hakkı ilk olarak yonca takımında, biz neden seçemiyoruz."dedi amcamın büyük kızı Sinem. İşte amcamın da otoritesini sarsan tek etken Sinemdi. Sinem Karayel. Uzun boyu, düz kahverengi saçları ve siyaha yakın ateş çıkaran gözleri ile bana bakıyordu. Her zamanki nefret dolu bakışlardı. Alışkındım. Alp'in ona attığı bakıştan sonra bana bakmayı bırakıp amcama yani babasına bakmaya başladı. Sinem yosun takımının lideri ve benim de en büyük rakibim çünkü ikimizde birbirimizden nefret ediyorduk. Eskiden hepimiz on iki kuzen bir takımdık. Teşkilatta sadece akrabalık bağı ile oluşmuştu. Bizim bizden başka kimsemiz yok gibiydi.

Nefretin sebebi ise ben değil oydu. Sinem ile aram bozulduğunda onun yüzünden almadığım ceza kalmadı. Bunları yaptığı yetmezmiş gibi diğer kuzenlerimi de bana karşı doldurmaya başladı. Bunu fark eden amcam işlerin daha da karışmasını engellemek için bizleri olay büyümeden iki grup halinde ayırdı. Bu olayın sadece yüzeysel boyutuydu.

Bizim grupta teyzemin kızı Alara , halamın kızı Emel , diğer amcamın oğlu Alp , büyük abim Yağız , küçük abim Yiğit ve ben , Eliz, bulunuyorum. Aramızda yaptığımız oylama sonucunda beni liderleri olarak seçmişlerdi. Bunu bütün işleri bana yıkmak için yaptıklarına emindim ama kanıtım yoktu. Ve şu anda yaşanan olay bizim için normal bir durumdu. Sinem her an her saniye itiraz edebileceği bir konu bulurdu! Olmadı yaratırdı!

Şu anda nefes almam bile bana oksijen kullandığım için nefret duymasına neden oluyordu. Bunu fark etmek için bakmama bile gerek yoktu.

" Hayırdır Sinem yine başladın her işe burnunu sokmaya." dedi Alara. Asla duramazdı. Alan bulduğunda hemen araya kaynardı Alara.

" Benim hangi işe burnumu sokup sokmayacağımı sana soracak değilim." dedi Sinem ve gözlerini devirdi.
Kaçıncı sınıftık?

" Yeter ! Sizin laf sokmalarınızla uğraşmak istemiyorum çocuklar. Yonca takımı dediğimi yapın seçin zarfı kendi toplanma sahanıza gidin... Ve Sinem seni de on dakika içinde odama bekliyorum." dedi amcam. Ve hızlıca okula girdi.

" Evet , hangisini seçelim." dedim ve birinciye uzandım ama itiraz ederek ikinciyi verdiler elime. En başından seçtiklerini biliyordum. Hızlıca ayrıldık oradan. Toplanma alanımıza geçtik.

" Heyecanlı mısınız?"diye sorarken bir yandan da zarfı açmaya çalışıyordum.

" Hem de nasıl bir bilsen sonunda bir ajan olabileceğim, olabileceğiz."dedi Alp.

" Ben hem mutluyum hem de biraz endişeliyim."dedi Emel.

" Neden bir sorun mu var ?" diye sordum.

" Aslında bir sorun yok sadece ajan olduğumuzda daha çok tehlikede olacağız. Yani burda yaptığımız bütün bu eğitimler işkenceler büyüklerimizin önceden hazırladığı tehlikenin neredeyse olmadığı görevlerdi. Eğer birimize bir şey olursa..." dedi Emel.

" Hayır kimseye bir şey olmayacak herkes birbirini koruyacak bu bizim kuralımız. Ben sizi koruyacağıma dair söz veriyorum. Tekrardan .Siz de veriyor musunuz ? Ölümüne..."

Ben hepsi için canımı feda ederdim onlarda benim için ederlerdi. Buna hayır demeyeceklerini biliyordum. Hep bir ağızdan ölümüne dediler.

Ölümüne...

Bu arada ben de zarfı açmıştım. Ve görevi okumaya başladım.

"Merhaba çocuklar eminim ki bu görevi de başarıyla bitirip birer ajan olacaksınız tıpkı bizler gibi. Hazırsanız son görevi açıklıyorum. Zarfın içindeki dosyada takip etmeniz gereken bir iş adamının fotoğrafı ve hayatına dair elde edebildiğimiz her şey var. Size görev hakkında uzun uzun açıklama yapmama gerek yok! Anladığınızı biliyorum. Koruma ajanından kutuyu almayı unutmayın. Hepinize başarılar diliyorum.

Dedeniz Orhan Karayel..."

Biz bu notu okurken koruma ajanı elindeki siyah kutuyu bırakıp gitti. Bu zamanlamaları nasıl yapıyorlardı bilmiyorum ama çok etkileyici bir durumdu. Ardından amcam yanımıza geldi. Epey sinirli gözüküyordu ve sakinleşmeye çalışıyor gibiydi . Sanırım yine Sinem ile tartışmıştı. Bu kızın sorunu ne hâlâ anlamış değilim.
" Sanırım görevinizi öğrendiniz, bu görevin planını kendiniz yapacaksınız bizler size bu görevde yardım etmeyeceğiz. Yarına kadar planınızı oluşturuyorsunuz. Yarın sabah buraya gelip burada hazırlanıp çıkacaksınız. " demiş ve gitmişti.

3 saat sonra...

Akşam olmuştu ve hepimiz yine o siyah arabaların içindeydik. Ben elimde telefonum geçen gün tanıştığım çocukla konuşmaya çalışıyordum. Birazda bu tanıştığım çocuğun hangisi olduğunu anlamaya çalışıyor gibiydim...Bunu hissetmiş gibi yanımdaki Alara da benim telefonuma bakıyordu.

" Kaç gündür konuşuyorsunuz?"diye sordu. Önce derin bir nefes aldım çünkü sinirden delirmek üzereydim. Konuşup sonra birdenbire konuşmayı kesenlerden nefret ediyordum.Karşımda abilerim sanki bu durumun farkındalarmış gibi durmadan bana bakıyorlardı.
Sakin ol Eliz sakin ol derin bir nefes daha...

"Eliz "diye tekrardan seslendi Alara.

"Efendim ."

" Bir soru sordum."

" Hee , o konu biraz karışık ya..."

" Neden? Neler oldu? Hadi anlat bana bak çok merak ettim."

"Tamam tamam sakinnn. Biz birkaç gün önce internetten tanıştık. Dün de buluştuk ama ters giden bir şeyler var, dün ayrıldığımızdan beri hiç yazmadı. Aradım açmadı. Acaba başına kötü bir şey mi geldi?"dedim fısıldayarak. Ama Alara'nın dikkati benden çok abilerimin üzerindeydi. Hemen de anlardı kuzum.

"Bunlar neden bu kadar bakışıyorlar?" diye sordu.

"Kimler ?" dedim. Abilerimi işaret etti.
İşte o zaman taşlar yerine oturmaya başladı. Deminden beri nasıl bu kadar dikkatsiz olduğuma hâlâ inanamıyorum. Ve kendime binlerce , milyonlarca, trilyonlarca kez yazıklar olsun çekiyorum.

Normalde ben telefona bakarken beni bu kadar rahat bırakmazlardı. Kafalarını telefonumun içine sokup beni telefondan soğutana kadar uğraşırlardı . Bu işte bir gariplik vardı. Genel abilik terörü bugün olmamıştı. İşte bu tezlerimi kuvvetlendiren bir diğer olaydı.
"Siz?"dedim. Gözlerimden alevler çıktığına emindim.

Abimler,"Biz ? Yani?" dediler ikisi de aynı anda ve o zaman şüphelerimde haklı olduğumu anladım. Genelde benden bir şeyler sakladıkları zamanlarda aynı anda cevap verirlerdi.

"Siz ve Alp yine benim telefonumun şifresini kırdınız değil mi? ."diye sordum. Bu seferde arabanın tavanına bakmaya başladılar. Bu arada Alp aramızda bilgisayardan , teknolojik aletlerden en iyi anlayanımızdır. Yani bizim grubun sanal zekası kendisi.

" Bu sefer ne yaptınız?"dedim.

"Bu sefer derken ?"diye sordu Alara.

" Ben size anlatmadım değil mi ?Sinan ile konuşmaya başlamadan önce Yavuz vardı. Sağolsun abilerim artı onların yardımcıları Alp Beyimiz rahat dururlar mı durmazlar benim telefonumla uğraştığımı görünce şüphelenmiş olmalılar.. Ben de bu durumu fark ettiklerini anladım. Sonra da olur ne olmaz diye telefonuma uygulama indirdim. Telefonumu açmaya çalışanların fotoğrafını çeken. Ama bu sefer bildirim gelmedi..."dedim ve devam ettim." Onu da anladınız ve iptal ettiniz değil mi?" dediğimde kafalarını sallamaya başladılar. Ama bunun beni sinirlendirdiğini anlayınca yapmayı bıraktılar.

"Gerisi de aynen şöyle oldu değil mi ?"dedim üzgün bir şekilde devam ettim.
Çarpılmam an meselesi ama bunu şu anda düşünemezdim.

" Telefonumun şifresini kırdıktan sonra benim ağzımdan buluşma ayarladınız. Sonra da o buluşmaya gidip onunla konuştunuz. Daha doğrusu işkence ettiniz!"

"Ooo Sherlock Holmes davayı çözmüş." dedi alkışlayarak Alp.
Alp ona öldürücü bakışlar attığımı fark edince alkışı durdurdu . O sırada abilerim oturdukları yerde saklanmaya çalışıyorlardı.

"Bu kadar mı , sadece konuşmuşlar mı?"diye sordu Emel.

" Aaa... Lütfen ! Alınırım bak !Sence rahat dururlar mı? Yavuz'a benim insanlarla tanışma sebebimin sadece insanları kandırmak olduğunu, tanıştığım kişilerle samimi olduktan sonra onları kullandığımı, işkence fantezilerimin olduğunu söylemişler. İnandırmak için eğitim videolarından Alp ile olan dövüş sahnelerimi göstermişler ki o videolarda beni bilerek sinirlendirdiğini izleseniz anlarsınız. Ben kendimi ortaokul öğretmeniyim diye tanıtmıştım. Kim inanır bunlara o videolardan sonra?" diye söylendim.
Abilerim hariç diğerleri bir anda gülmeye başladı. Ben sinirimden az daha çığlık atacaktım . Sonra Emel'in ısrarına dayanamayıp sustular. Alara devam etmem için ısrar etti. Onu kıramadığımı bildiği için böyle davranıyordu.

" Yavuz nasıl korktuysa bir sonraki görüşmemize gelmedi. Ben de onun çalıştığı iş yerine gittim bütün olayları anlattı ama görmeniz lazım çocuğu nasıl korkuttularsa çocuk bana abla diye sesleniyordu. Dünya ahiret bacımsın dedi bana..."

"Öyle demesini biz istemiş olabiliriz."dedi küçük abim Yiğit. O sırada diğer abim onun ağzını kapatmaya çalışıyordu.

"Zaten çok da cesur biri gibi durmuyordu."dedi Alp.

" Peki diğerine ne oldu? "diye sordu Emel.

" Bende bu sorunun cevabını merak ediyorum. Çünkü Sinan beni her yerden tek tek engellemiş. Yetmemiş hattını değiştirmiş. Bunları yapmadan önceki son konuşmamız da bu." diyerek telefondaki mesajları gösterdim.

~
"Buluşalım mı?"
"Yok!" Sinan.
"Neden?"
"Meşgulüm." Sinan.
"Neden kısa cevaplar veriyorsun. Benim içim rahat etmedi arıyorum bekle."
"Hayır! Arama!" Sinan.
"Neden?"
"Ben yaşamayı seviyorum." Sinan.
"Ne?"
"Ben yaşamak istiyorum. En iyisi biz bir daha görüşmeyelim..." Sinan.

... Artık mesaj gönderemezsiniz...

"Eee biz zaten bunları biliyoruz okumaya gerek yok beyler." dedi Alp.

"Ben zaten biliyorum bildiğinizi dün akşam kontrol etmişsiniz onu anladım bugün." dedim ve sinirli bir şekilde devam ettim.

" Ne yaptınız ona?"

" Haa o mesele. Sinan mıdır, Minan mıdır artık her neyse ona ne olduğu aramızda , sadece biz üçümüz biliyoruz."dedi Yağız abim sanki matah bir şey yapmış gibi bu işle gurur duyuyordu.

"Anlatmayacak mısınız?"diye sordu Alara meraklı meraklı. Alara'nın o çocuğa ne olduğunu öğreneceğine adım kadar emindim.

"Belki bir ara anlatırız. Ama o da belki yani." dedi Yiğit abim ağzını yaya yaya.

" Şu an sizinle daha fazla konuşmak istemiyorum. Ve telefonumu da kurcalamaktan vazgeçin."dedim.

"Ne yaparsın ufaklık?"dedi Yağız abim dudaklarını bükerek.

"Ahh çok korktum. Sanırım bizi dövecek abii."dedi Yiğit abim korkmuş gibi davranarak.

"Yok dövmeme gerek kalmayacak. Diyorum ki sizin şu Asuman ile bir konuşayım?"dedim.Abimler aynı anda yutkundular ve bana doğru dönüp yalvarma pozisyonuna geçtiler.

" Canım kardeşim Eliz'im bir tanem bence sen bize bu kötülüğü yapmazsın değil mi?. Yapmam de hadi güzelim. Biz yaptık sen yapma. Ben bu iki gerizekalının lafına uydum..." dedi Yağız abim gözlerini hızlı hızlı açıp kapatarak. Diğer abim de aynen onun gibi davranıyor, o ne derse onaylıyordu. Son anda dank etti ona gerizekalı dediği sanırım ki kafasına tokatı geçirdi.

Asuman ,Yiğit ve Yağız abimin çocukluktan arkadaşıydı. İkisinden de hoşlandığını söylüyordu. Asuman'ın biraz saplantılı bir tip olduğunu bilmeyen yoktu. Hatta şöyle bir düşününce baya saplantılı birisiydi. Abilerimin eğitim hayatları boyunca peşlerindeydi. Abilerim nerdeyse o da oradaydı. Evimizin önüne gelip grev başlattığı da oldu, sarhoş olup kapıya dayandığı da. Kısacası abimlerle kafayı bozmuş saplantılı bir aşıktır kendisi.Bu durum onları her zaman korkutmuştur. Bu arada eve de varmıştık. Benim onlar için daha iyi planlarım vardı ama şimdilik bu söz onları korkutmak için yeterdi.
" Belki..." dedim göz kırparak ve arabadan indim.

Abilerim peşimden koştursalar da bunun önemsiz olduğunun farkındaydılar. Eve girdiğimde ailemiz yine yoktu. Bu seferki görevleri uzundu anlaşılan. Sadece dedem vardı evde büyük olarak. O da bize göz kulak oluyordu.

Odama çıkıp hemen hazırlandım.

Bugün yedi temmuzdu. Yarın yani yaklaşık bir saat sonra ise ayın sekizi olacaktı ve benim en yakın arkadaşım Nisan'ın doğum günüydü. Üzerimdeki siyah elbiseye uygun bir ayakkabı ve çanta seçtikten sonra hemen hazırlanıp odadan çıktım. Abilerimle uğraşmak istemiyordum. Onlara laf anlatmak zordu. Parmak uçlarımda yürüyerek kapıya ulaştığımda arkadan duyduğum adım sesleri ile hemen karanlık koridorun köşesine sindim.

Birden ışığın yanmasıyla saklanmamın özellikle ajan olarak doğmuş ve yetişmiş bir ailenin fertlerini kandırmanın salakça olduğunu bir kez daha anlamış oldum.

"Ajan olduğumuzu unutuyorsun herhalde kızım..."dedi dedem yanıma gelirken.

Gülümsedim. Hem de en samimisinden. Onu çok seviyordum. Her ne kadar bana bakarken canının yandığını bilsem de beni canından daha çok sevdiğini de biliyordum.

Ona sarılırken hissettiğim o güven duygusu...

Ayrıldığımız gibi hemen elindeki paketi bana uzattı. Kaşlarımı çattığımda ise gülerek konuşmaya başladı.

"Yeşil gözlü torunumun yanına gitmiyor musun?"dediğinde donup kaldım. Bu adam beni fazla iyi biliyordu ve bu çok tehlikeliceydi. Nisan'a her ne kadar torunum dese de Nisan ile bir akrabalığımız yoktu.

"E-Evet!"dedim. Anlamayarak.

"Her sene ben kargo yapıyordum ama bu sefer fırsatım olmadı... Malum işler... Neyse öyle bön bön bakacağına şu paketi al ve doğum gününü kutladığımı şöyle ona! Ayrıca neden gelmediğini de sor! Dedem sana darılmış de!"dedi dedem gülerek. Şaka yaptığını biliyordum. Eliyle gitmemi işaret ettiğinde hızlıca kapıya yöneldim. Sonra durdum. Önemli bir şey vardı öğrenmem gereken. İçimi okumuştu sanki.

"Abilerini merak etme kızım... Onların başlarını kaldırıp seni düşünmeleri için ilk önce evrakları tamamlamaları gerek!"dedi dedem kahkaha atarken. Ben de ona ne kadar kötü olduğunu kahkaha atarak söyleyerek evden çıktım ve arabama ilerledim.

Evden tamamen ayrıldığım da ise Nisan'ın onunla önemli bir mesele için buluşmak istediğimi söyleyip önceden ayarladığım mekana doğru yola koyuldum. Nisan'ın son bir haftadır çok yoğun işleri olduğu için doğum gününü hatırlamadığı emindim.

Mekana geldiğim gibi hemen içeri girdim. Nisan çoktan gelmiş ve önceden ayırdığımız masaya oturmuştu bile. Biraz rol yaparak yanına yürümeye başladım. Bu sırada barda oturan kişi dikkatimi çekmişti. Muhtemelen dikkatini çeken şey düşündüğüm şeydi. Nişan beni görünce orman yeşili gözlerindeki panik ile ayağa kalktı ve bana sarıldı. Bu sırada telefonuma baktığımda iki dakikadan az kaldığını fark ettim. Birazcık oyuna devam...

"Ne oldu? Yine abilerin mi kızdırdı seni? Ayrıca evi terk etmek istiyorum ne demek? Açıkla! Hemen dökül!"dedi nefes nefese.

Olayı biraz abartmıştım sanırım...

"Otur da öyle konuşalım!"dedim ve oturdum.

Son elli iki saniye...

Hemen oturduk. Ellerimi tuttu. Bu kızı sevmek değildi içimdeki şey... Sevmekten de öte bir şeydi.

"Ne oldu?"dedi sıkıntılı bir nefes vererek.

Durdum. Son on saniye...

"Nasıl anlatsam bilemiyorum..." dediğimde son dört saniye kalmıştı.

"Anlat sen istediğin yerden.... Ben yakalarım!"

"Tamam... Ne oldu biliyor musun?"dediğimde meraklı gözlerle bana baktı.

"Ne oldu?"dedi ve kaşlarını çattı. Gülümsediğimde kaşları daha da çok çatıldı.

"Sen doğdun! Doğum günün kutlu olsun!"diyerek birden ayağa kalktım ve o sırada içeriden pastayı getiriyorlardı. Arka fonda da iyi ki doğdun şarkısı çalıyorken Nisan sadece ağzı açık bir şekilde ne diyebilmişti.

Ona sıkı sıkı kollarımı dolarken o daha yeni idrak ediyordu. Ayrıldığımızda pasta çoktan masaya konulmuştu. Garsonlar yavaş yavaş masadan ayrılırken ben Nisan'a hediyelerini vermek için çantamı açtım. Hediyelerle ona dönerken o hâlâ hayatı sorguluyordu.

"Hadi ama... Dilek tut ve üfle!"dedim.

"Sen beni yine kandırdın! "deyip yine de bana sarılmıştı.

"Evet! Yine olsa yine yapardım hayatım... Sen anca konu ben olunca zaman algını kaybediyorsun!"dedim ve saçlarımı geri attım. O ise benim omzuma vurup pastaya yöneldi ve küçük bir duraksamanın ardından hemen mumları üfledi. Hem onu alkışlamış hem de yerime oturmuştum.
Hediyeleri ona uzattım.

"Ne gerek vardı?"dedi. Klâsik reddetme , ne gerek vardı, zahmet etmeseydin... Faslından sonra gecenin sonunda kazanan ben oldum ve o hediyeleri açtı.

Ben ona özel tasarım ve özel işlevi olan bir kolye hediye etmiştim. Bir akşam sefası kolyesi... Benim boynumdaki gibi...

"Bu... Sende de var..."dedi ve kolyeyi boynuna taktı. Onun ki yeşil benim ki maviydi... İkimizin de en sevdiği renklerdi.

"Evet! Artık senin de var! Bu kolyenin amacını sana anlatmıştım daha önce ve düşündüm ki sende de olursa daha iyi olacak! Normalde versem almazsın ama doğum günü bahanesi ile seni ikna edebilirim diye düşündüm ki ettim de."dedim. Aynı zamanda sırıtıyordum.

"Sen varya... Çok fena bir şey oldun!"dedi bana parmağını sallayarak. Sonra da dedemin hediyesini açtı...

"Dedemden mi?"dedi... Hemen de anlamıştı yaprak böceğim benim!

"Evet... Dediki onu uzun zamandır ziyaret etmiyormuşsun ve sana darılmış!"dediğinde Nisan kahkaha atmaya başladı.

"Daha bir hafta önce sizde kaldım ve iki gün önce de kurumda ziyaret ettim..."dedi kakhaka atarken... Aynı zamanda paketi açmıştı. Paketin içinden bir kar küresi çıkmıştı. Bu özel seri bir kar küresiydi... En azından Nisan'ın koleksiyonu için öyleydi. Nisan'ın yüzündeki gülümseme donuk bir hâl alırken sağ gözünden bir damla yaş düştü. Neden ağlıyordu?

"Ne oldu?"dedim birden panikle. Benim orada olduğumu unutmuş gibi irkilerek kendini toparladı ve bana baktı. Elindeki kar küresini ise ortamıza bıraktı.

"Dedem aynı benim dedem gibi davranıyor..."dediğinde kalbim sızlamaya başlamıştı. Devam etti.

"Dedem ile deden yakın arkadaştı Nisan..."dedim kısılmış sesimle. Nemli gözlerle bana bakmaya devam etti.

"Yakın demek onların kardeşliğine ihanet Eliz... Sen de biliyorsun... Bana kar küresi alan tek insan dedemdi ve bunun benim için çok özel bir anlamı vardı ki bunu deden yani dedemiz de biliyor... Sanırım bazı şeyleri değil herşeylerini anlatıyorlardı!"dedi Nisan.

Konuşmayı orada bitirdik. Onu bu mutlu gününde üzmek istemediğim için konuyu değiştirdim ve onunla farklı konulardan konuşup pastamızı yiyerek oradan çıktık. Onu evine bırakıp geri dönerken biraz rahat nefes alabilmek adına sahile indim.

Abilerimin merakı, görevlerin çokluğu ve bendeki etkisi, derin acılar, kimsenin bilmediği sırlar...

Soğuk havayı içime çekerken banklardan birine oturmuştum. Yanımda bir hareketlilik hissettiğimde bakışlarımı yanımda oturan adama çevirdim. Barda gördüğüm adamdı. Dudaklarımda ufak bir tebessüm belirdi.

"Beni takip ettiğine göre önemli bir şey olmalı!"dedim adama bakarken.

"Sandığımdan daha zeki bir kadınsın..."dedi.

"Resmiyetten çıkmayı ne zaman düşünüyorsun Lorenzo?"dediğimde bu sefer onun suratında bir tebessüm oldu.

Onu en başından beri tanıyordum ve beni bulmasını isteğim için sahile gelmiştim.

"Ben de bunu söylemeni bekliyordum!"dedi rahat bir pozisyona geçerken.

Anında resmiyetten kurtulmak gibi bir huyu da vardı kendilerinin.

"Anlat bakalım!"dedim ve derin bir nefes daha aldım. Tamamen bana doğru dönüp bana yaklaştı ve kısık sesle konuşmaya başladı.

"Tahmin ettiğin gibi büyüklerinizin gizli görevinin konusu kurumla alakalı... Kurumdaki casus ile... "dediğinde ona doğru döndüm. İnanmak istemiyormuş gibi baksam da o inanmam için gözlerini kırpıyordu adeta.

"Kim? Ya da planları ne?"dedim. Bilmediğine dair bir hareket yapınca sıkıntılı bir nefes aldım.

"Bir an önce görevi yapıp kuruma girmen gerek Eliz... Bilmiyorum plan ne ama o planda sen olmasan bu kadar bilgi öğrenemezdim."

"Bildiğimi biliyorlar değil mi?"dedim kafamı sallarken.

"Bilmeseler istediğin şeyleri bu kadar kolay halletmem garip olurdu... Bence uygun zamanı bekliyorlar..."dedi çenesiyle oynarken. Ben bir şeyleri kafamda oturtmaya çalışırken o tekrar konuşmaya başladı.

"Aynı zamanda babam seninle konuşmak istiyordu en son... Yakında Türkiye'ye bir seyahat düzenlemek gibi hedefleri var... Türkiye'yi ziyaret etme zamanının geldiğini düşünüyor ve senin görüşünü de önemsiyor...Anladın sen... " dediğinde bu beni biraz olsun gülümsetti.

"Teşekkür ederim..."dedim.

"Ne demek... Sen yeter ki iste! Sen de benim bir kardeşim sayılırsın sonuçta! Abi de bana bakayım!"dediğinde gülerek ayağa kalktım ve o da ayağa kalktı.

"Benden sadece bir ay büyüksün Lorenzo Larmen... Kendine gel lütfen!"dediğimde bu sefer o gülüyordu.

"İkimizde yirmi dört yaşında olabiliriz ama sen benden küçüksün... Bu durumu hiçbir şey değiştiremez... Ayrıca şu anda deliler gibi donuyorsun ve hâlâ bana laf yetiştirmeye çalışıyorsun!"diyerek beni arabaya kadar sürükledi ve resmen arabamın içine atıldım. Ben yola çıktıktan sonra o da arabasına doğru yönelmişti.

Eve geri döndüğümde saat gecenin üçüydü. Herkes uyumuş olmalıydı. Bu yüzden ayakkabılarımı elime aldım ve bir tüy gibi usul usul yukarı çıktım. Dedemin çalışma odasının önünden geçerken odadan gelen sesler adımlarımı duraksattı. Kapı aralıktı ve dedem gecenin üçünde biriyle konuşuyordu.

İstemeden de olsa istekli bir şekilde kulak verdim.

"Evet Emma... Geliyorum bu haftasonu! Sana çöreklere az tuz koymanın pek de bir şey fark etmeyeceğini söylemiştim... Hayır... Konuyu saptırmadım...Yalnız geleceğim yine! Sonra konuşuruz..." dediğinde bitirmek üzere olmalarının yanında biraz daha dinlemiştim ve şifreli konuştuklarını da fark etmem çok zamanımı almamıştı. Tekrar yola koyulduğumda odama kadar durmadan ilerledim ve odaya girdiğim gibi kendimi yorgunluktan yatağa attım...

Ne zaman uykuya daldım bilmiyorum ama tek bildiğim üzerime örtülen pikeydi ve bunu örten kişi dedemdi...


Alıntıları ve bölümlerin ne zaman geleceğine dair bilgilerden haberdar olmak isterseniz Instagram hesabından takip edebilirsiniz...

Instagram: midnight_dreameers

💮🤍💮


Olaylar ilk dört bölümden sonra başlamaktadır... İlk dört bölümü başlangıç olarak düşünebilirsiniz...


Loading...
0%