Yeni Üyelik
10.
Bölüm

10. Bölüm ~ Gereksiz Çırpınışlar

@feusa

Yazardan...


Öksürdü. Her bastığında yerdeki tozlar tekrar tekrar burnuna doluyordu. Rahat da öksüremiyordu. Yalnız değildi bu tünele benzer yerde ama kaç kişi olduğunu da bilmiyordu tabi. Feneri yanıp sönerken çıkışta Doğukan'ın anında yok olması için bir sebep daha çıkmıştı. Karanlık koridorda Eliz'in fenerinin şarjı bitmişti çünkü ve bunun tek sorumlusu feneri şarja takmayı unutan Doğukan'dan başkası değildi.


Toprak seslere uzak değildi ama kaç kişi olduklarını da çözememişken başka bir ses duydular ikisi de. Tepelerindeki havalandırmalar aynı anda durduğunda buna şaşıran bir adet izleme odası ekibi vardı.


"Doğukan?"dedi Orhan Karayel.


"Havalandırmada arıza çıktı..."dedi Doğukan sıkıntılı bir şekilde.


"Farkındayız evlat da ses bunların onarımını yapmadın mı?"dediğinde Ziya Atılgan aynı zamanda Doğukan'ın ensesine vuruyordu.


Ekip arkadaşlarına söylemişti ama... Onların yapıp yapmadığından emin değildi tabii... Hepsinin canını okuyacaktı buradan çıkınca çünkü Eliz de onun canını okuyacaktı.


"Yaptık sanırım..."dedi.


"Sanırım?"dedi Orhan Karayel sinirlenmeye başlıyordu.


"Birazdan Toprak onun bulmuş olur!"dedi Doğukan hatasını hafifletmek adına.


"Bari ışıkları yak!"dedi Ziya Atılgan.


"Tünel olduğu için ışıklandırma da yok!"dedi Doğukan kısık bir sesle. Bütün hevesi kaçmıştı.


"Belanı ben değil çıkışta verecek var dua et..."dedi Orhan Karayel yerine sıkıntılı bir şekilde otururken. Tekrar ekranlara kilitlendiler.


"Seni pis iskelet yığını! Ölmüşsün hâlâ benim peşimdesin! Öldüreceğim seni!"diye iskeletin üzerine atlayan Alara yine son anda havada Yağız tarafından yakalandı. Kırılmayan sağlam iskelet kalmamıştı. Alara hepsini tekrar gömmüştü.


"Yağız bak yeter artık! Bırak beni! Zaten dün de Sinem'in üzerinden beni üzüm toplar gibi çektin aldın! Sabrım kalmadı!"dediyse de Alara, Yağız onu çoktan omzuna atmıştı.


Alara tam ısırmaya yelteniyordu ki Yağız onu durduracak hamleyi yaptı.


"Yeni çıkan korku filmine yalnız, tek başına, kimsesiz gitmeni sağlarım! Seninle de gelmem... Sakın ısırayım deme... Yaparım bunu! Biliyorsun!"dediğinde Alara debelenmeyi bıraktı. Yapardı. Biliyordu. En son kızdırdığında yalnız başına izlemişti Goodnight Mommy. İki gün boyunca ise makyaj yapamamış, tek başına uyuyamamıştı. Hâlâ da etkileri devam ediyordu ki mısır yiyemiyordu tek başına.


"Tamam... Bari yürüyeyim de beynime fazla kan toplanmasın!"dedi Alara.


Dünyayı tersten gördüğü kadar düz görememişti Yağız yüzünden...


"Dış ses... Buradaki zararın artmasını istemiyorsan çıkar bizi..."diye bağırdı Yağız, Alara'yı yere indirip dengesini sağlamasına yardım ederken.


"Hadi kol kola özgürlüğe... Siz de çürüyün bu mezarlıkta!"dedi Alara arkasında bıraktığı plastik iskelet yığınlarına dil çıkarıp Yağız'ın koluna girerken. Yağız ise kahkaha atıyordu onun bu haline.


"Işığa doğru yönelin..."dedi dış ses.


"Ne?! Bu düşündüğüm değil değil mi? Yağız bunlar bana beddua etmiş olmasın!!!"dedi Alara tutunduğu kola daha da sarılırken. Yağız'ı da ürkütmüştü ama Yağız onu zorla da olsa yürütmeye başlamıştı.


"Saçmalama... Hepsi bu korku filmleri yüzünden oldu! Dedim sana izleme onları diye! Aklınla oynuyorsun!"dedi Yağız Alara'ya kızarken.


İzleme odasındakiler katıla katıla gülüyorlardı onların bu haline. Onlar orada gülerlerken Alp'in kafasının üzerinden bir bıçak geçti ve aynaya saplanarak aynayı paramparça etti.


" Ne oluyor be?"diyerek aynaya baktı. Sonrada aynada hemen arkasında duran yansımaya. Hemen geri döndü. Büşra ile göz göze geldi ve en az onun da kendisi gibi şaşkın olduğunu gördü.


"Sen!"dediler aynı anda. Sonra da iki adımda karşı karşıya geldiler.


"Ne yapıyorsun burada?"dedi Büşra.


"Asıl sen ne yapıyorsun burada ve neden beni öldürmeye teşebbüs ettin?"dedi Alp.


"Ben seni görmedim ki! Sen duydum ve çakıyı fırlattım. Bilsem ıskalamazdım!"dedi Büşra. Tüh der gibi bir mimik yaptı.


"Bilsem ıskalamazdım mı? Demek bu kadar ölmemizi istiyorsunuz Büşra Hanım!"dedi Alp alınmış bir şekilde.


Büşra onun şaka yaptığını düşündü ve devam etti. Alındığını anlamadı.


"Evet! Düşmanız biz unuttun mu?"dedi.


"Hatırlatırım ki biz düşman ama tek ekip bir grubuz!"dedi Alp ve sonra kameraya döndü. Biraz zor buldu yansımalardan ama neyseki oyunlardan eğitimliydi.


"Dış ses... Çıkmak istiyorum! Kalbim var benim! Darlık geldi!"dedi Alp.


"Gerçekten var mı?"dedi Doğukan dedelere.


"Büşra ne dediyse onu kırılmıştır! Anca kırıldığında kalbini bahane eder zaten kereta!"dedi Orhan Karayel.


Doğukan onları çıkışa yönlendirirken iki grup kalmıştı oyunda.


"Bir çıkayım..."dediğinde bir öksürük.

" Seni benim elimden kimse alamaz..."dediğinde nefes almaya çalıştı.

"Doğu... Bittin sen!"dediğinde daha devam edemeden olduğu yere çöktü Eliz. Karanlıktı. Devam edemiyordu zaten. Zorlamıştı kendini. Karanlık üstüne üstüne geliyordu. Nefes alışverişleri sadece olası bir astım krizinden değilde karanlık yüzünden hızlanan kalbi etkiliyordu.


"Buradan bir çıkayım..."


~

'Buradan çıkamazsın... Unuttun mu Eliz... Yalnızız...Tatil demiştik... Ama sen benim tatilimin içine ettin... Hepiniz ettiniz ama en çok da sen...'

~


" Ben sana hiçbir şey yapamadım..."


~

' Hep aynı şeyyyy... Yapmadın diyebilmek için önce doğmaman gerekiyordu.Sen en bana en büyük kazığı doğarak attın... Neden doğdun ki? Sen ve annen olmasa... Ben çoktan...'

~


" Sen ne yapardın?"


~

' Öğreneceksin Eliz... Mesela her karanlıkta aklına ben geleceğim... Neden mi? Bu şahane tatil yeri... Yani bodrum kat... Senin için..."

~


" Astım... Astımım var benim!"


~

' Benim de elimden alınmasa mükemmel bir hayatım... Hadi sana iyi tatiller! Alın bunu!'

~


Öksürdü.


"Eliz..."dedi Toprak. Sonunda ulaşmıştı. Eliz'i bu halde bulmayı da Eliz'i bulmayı da beklemiyordu elbette. Eliz'in yanına çöktü hemen.


"Hayır..."dedi Eliz.


Toprak,Eliz'i duyabilmek için nefesini tutarken Emel nefes nefes almak için yeni çıkmıştı sudan.


"Senin var ya!"dediğinde tekrar suya battı Emel. Boş durmayıp Kaan'ı da çekti suya. Sonra da Kaan'dan destek alarak yüzeye çıktı." Öldüreceğim! Elimde kalacaksın!"dediğinde Kaan da çıkmıştı şu yüzeyine.


"Kolum zaten elinde kaldı gibi!"dedi Kaan.


Emel o anda hatırladı Kaan'ın kolunun kendisi tarafından yaralandığını.


"Gerizekalı! Kolun yaralı ve hâlâ benimle uğraşıyorsun!"dedi Kaan tam konuşacakken Emel onu omuzlarından bastırdı ve suya batırdı.


"Dış ses... Çıkar bizi... He-"derken Kaan onu suya çekince yarım kaldı cümlesi.


" Çıkar şunları Doğukan! Ölecekler!"dedi Ziya Atılgan gülerek.


Doğukan onları da aldığı emir ile çıkarırken tek bir grup kalmıştı.


"Ne durumdalar?"dedi Ziya Atılgan bilgisayara odaklanırken.


"Ulaştı Toprak ama hâlâ kalkmadılar."dedi Doğukan sıkıntılı bir şekilde.


"Ne demek kalkmadılar?!"dedi Orhan Karayel dört dönüyordu odanın içerisinde.


"Bilmiyorum... Acil çıkışa yakınlar ama Toprak'ın Eliz'i kaldırması gerek! Eliz tam acil çıkış ipinin olduğu yere oturmuş!"dedi Doğukan sıkıntılı bir şekilde.


Eliz durup durup acil çıkışın ipinin olduğu yere oturmuştu.


"Eliz..."dedi Toprak tekrardan. Nefesini dinledi. Çok az atıyordu. Ne olur olmaz diye almıştı ilacı yanına. Şu anda tek sevindiği nokta ilacı sabah çıkmadan hemen önce odasından almış olmasıydı.


İlacı verdikten sonra Eliz'i kucağına alarak ayağa kalktı. Kamerayı ararken Doğukan ondan erken davranarak konuştu.


"Eliz'in oturduğu yerdeki ipi çekerek acil çıkışa geçin!"dedi. Toprak hemen acil çıkış ipini çekti. Eliz kucağında iken zor olmuştu ama Eliz'e zarar vermeden halletmişti.


Onlar acil çıkışa geçerken dedeler ve Doğu son işleri hallederek çıktılar izleme odasından. Açık havaya önceden ayarladıkları oturma alanına ilerlediler.


Alev, Yiğit, Yağız, Alara, Alp ve Büşra minderlerin üzerine oturmuş hararetli bir şekilde konuşuyorlardı. Emel ve Kaan bir köşede ıslak ıslak oturuyorlardı. Aslında oturmuyorlardı. Emel Kaan'ın yarasına pansuman yapıyordu. Kaan ise onu izliyordu. Hepsi dedelerin geldiğini görünce kalkmak için hamle yaptılar ama dedeler onlara oturmalarını işaret ettiler.


"Eliz nerede?"dedi Yağız sıkıntılı bir şekilde. Durup dururken içine bir şey oturmuştu. Garip bir histi ki aynısı Yiğit'te de olmuştu.


"Geliyorlar ama çok üzerine gitmeyin olur mu?"dedi Orhan Karayel.


Yağız ve Yiğit anında kalkarken diğerleri de konuşmayı bırakmıştı. Emel'in bile pamuğu tutan eli durmuştu.


"Bir sorun oluştu..."dedi Ziya Atılgan.


"Ne olduğunu anlatacak mısınız?"dedi Yiğit. Meraklanmıştı. Herkes ayağa kalkmıştı. Merak ediyorlardı. Biraz da endişe dolmuştu içleri.


"Tüneldelerdi. Eliz'in feneri bitti..."dedi Doğukan suçlu bir şekilde ki zaten onun suçuydu.


"Karanlıkta yanlız mı kaldı?"dedi Alara.


"Dede?"dedi Emel doğru olup olmadığını teyit etmek adına.


"Tünel mi?"dedi Alp. Özellikle bu nokta dikkatini çekmişti.


"Ne olduğunu anlatır mısınız?"dedi Kaan.


Olaya Fransız kalmayı asla sevmezdi.


"Biraz kriz geçirdi. Gelirler birazdan ama siz çok üzerine gitmeyin..."dedi Orhan Karayel. O cümlesini bitirdiğinde kapıdan ses geldi. Toprak kucağına Eliz ile bahçeye çıkmıştı.


"Beni indirmeyi düşünüyor musun?"dedi Eliz. Derin derin nefes almaya çalışıyordu. Uyandığından beri indirmesini söylüyordu ama Toprak onu dinlemiyordu.


"Şu anda sana doğru koşan bir ekip var..."dediğinde onu teyit etmek amacıyla kalabalığa baktı Eliz ve anında gözlerini kapattı.


"Uyanmadı de..."dedi Eliz fısıldayarak ama artık çok geçti. Gelmişlerdi yanına.


"Eliz..."dedi Yağız. Yiğit. Alp. Alara. Emel... Hepsi aynı anda.


"Vallahi iyiyim... Bu abartıyor! İndirmedi de beni yere..."dedi Eliz yere inmeye çalışırken. Toprak hâlâ sıkı sıkı tutuyordu ama en sonunda dayanamayıp yere bıraktı gülerek.


"Çöreğim..."diyerek sarıldı Yağız. Şu anda içindeki o yük hafiflemişti. Hatta yok olmuştu.


"İyiyim ben..."derken diğerlerine sarılıyordu Eliz. Hatta Büşra, Alev ve Kaan bile sarılmıştı ona.


"Sana ne oldu?"dedi Eliz, Kaan'ın kolundaki daha sarılmamış yaraya bakarken.


"Kuzenin yaptı!"dedi Kaan. Sonra da sızlanmaya başladı.


"Bayıl bir de istersen Kaan yani!"dedi Emel. Oflayarak yeniden kanayan yarayı temizledi. Oturma yerlerine geldiklerinde hepsi oturdular.


"İyisin değil mi Eliz?"dedi Orhan Karayel.

İçi rahat etmiyordu işte...


"İyiyim... Turp gibiyim... Hadi anlat onlara neden burada olduğumuzu da gidelim!"dedi Eliz.


"Sen neden burada olduğumuzu biliyor musun?"dedi Alara Eliz'e bakarken.


"Evet... Normalde bizde izleyici olacaktık ama ben ortağımın nasıl hünerleri olduğunu görmek istedim!"dediğimde Alp hemen yapıştırdı cevabı.


"Dünyayı tersten görmüş gibisin ama!"dediğinde Eliz haricindeki herkes güldü.


"Sen hiç gülme Doğu! O tünel ve fener konusunu ayrıca konuşacağız..."dediğinde Eliz Doğukan hemen ayağa kalktı.


"Bana müsade o zaman... Evde çamaşırlar! İpte de çocuklar bekler! Oldu... Görüşürüz!"dediğinde herkes tekrar güldü.


"Nereye kadar kaçabilirsin?"dedi Eliz arkasından bağırırken. Doğukan hâlâ topuklarını poposuna vura vura kaçıyordu.


"Kuruma!"dedi Emel gülerken.


"Şube değiştiririm!"diye bağırdı Doğukan.


"Oraya da gelirim!"diye bağırdı Eliz ,tekrar kahkaha attı. Sonrada gözden kayboldu.


"Çok iyisiniz ya!"dedi Kaan. Acayip derecede eğleniyordu. Emel pamuğu bastırınca gülmesi acı dolu bir iniltiye dönüştü.


"Pardon..."dedi Emel gülerken. Kaan sadece derin bir nefes aldı. Şimdi karşılık verirse olay uzayıp gidecekti.


"Evet... Çocuklar... Bu oyun sırasında kim kiminle karşılaştı?"dedi Ziya Atılgan.


"Ben onun tuzağına düştüm!"dedi Alev Yiğit'i gösterirken.


"Tuzak?"dedi Toprak anlamamış bir şekilde.


"Tamamen koruma iç güdüsü ile yapılan bir eylemdi..."dedi Yiğit kendini açıklarken.


"Ben Alara'yı iskelet katliamında yakaladım!"dedi Yağız.


"Sonuncusu hâlâ aklımda... Gitmeden önce bir Fatiha okumak için girmeyi düşünüyorum!"dediğinde herkes güldü.


"Ben canıma kast edilerek Büşra tarafından bulundum. Tepemden bir çakı ve tam olarak bu kusursuz yüzümün hemen yan tarafında bir ayna patladı! Bilin diye söylüyorum yani... "dedi Alp. Büşra'ya hâlâ trip atıyordu ama kendi kendine gelin güvey oluyordu daha çok.


"Beni kimin bulduğu zaten belli!"dedi Eliz.


"Biz direkt olarak örnek eşleştirmeyiz!"dedi Emel. İkisinden başka ıslak yoktu çünkü.


"Bu oyunun amacı gruptaki gerçek ortaklarınızı bulmanızdı. Yani kim kimi bulduysa ya da artık yakaladıysa bundan sonra birbirlerinin arkalarını da onlar toplayacak. Birine bir şey olsa ortağından hesap sorulacak önce... Her adımınızda birbirinizin haberi olacak... Anlaşıldı mı?"dedi dedem. Hepsi bir ağızdan anlaşıldı dediler. Tabi bu durumdan hepsi memnun değildi ama daha ilk haftadan üslerine kafa tutmak da istemiyorlardı.


"O hâlde... Bugünlük bu kadar yeterli... Hadi evlere..."dedi Ziya Atılgan. Paydos emrini de vermişti.


Hepsi araçlara binerken Eliz'in abileri hâlâ Eliz'i iyi olup olmadı konusunda zorluyorlardı. Herkes onların bu haline gülerek yola çıkmışlardı.


Eliz Erçil Karayel...


Saçıma sardığım havlu ile birlikte odamdan çıktım ve salona geçtim. Toprak bilgisayardan bir şeyler yapıyordu. Yaklaşık bir aydır birlikte yaşıyorduk. Ne o bundan bir sıkıntı duyuyordu ne de ben... Hatta beni yalnız bırakmaması benim hoşuma bile gidiyordu. Dubleks bir evde ki bu ev kendi evim bile olsa bir iki günden fazla kalamıyordum. Karanlık ne kadar korkutucu ise yalnız kalmakta öyleydi benim için.


Bu fobiler ileride başıma dert açmazdı umarım.


Ben de onun gibi koltuğa oturdum ve koltuğun başındaki pikeyi üzerime örttüm. Banyodan sonraları genelde uyurdum. Nerede uyursam uyuyayım hep yatağımda uyanıyordum. Bunu ilk başlarda kötü ve sıkıntılı bir dönemde geçtiğim için yapıyor sanıyordum ama bunu sürekli yapıyordu. Bundan rahatsız değildim ama o da değildi sanırım... Rahatsız olsa yapmazdı değil mi?


"Ne düşünüyorsun?"dediğinde düşüncelerimden sıyrıldım ve ona odaklandım.


"Burada olmaktan memnun musun? Yani yanlış anlama tabi... Seni kovmuyorum ama benim eve gitmeme nedenim belli... Sen benim yüzümden evine gidemiyorsun..."dedim. Öyleydi. Geldiğinden beri bir kez olsun evine gitmemişti. Onu ailesinden ayırmış gibi hissediyordum. İkizi de vardı. Durdu. Durdu. En sonunda konuşmaya karar verdi.


"Ailem yıl dönümü partisinden sonra göreve çıktılar..."dediğinde benimkilerin ne halde olduğunu bilmediğim için içim sızladı.


"Ayrıca eve gidersem aklım sende kalır... Ben de bu yüzden gitmiyorum!"dediğinde tuhaf hissettim. Benim için mi kalıyordu yani? Nedendi?


"Neden?"dedim gözlerinin içine bakarak.


"İçimden öyle geliyor yetmez mi?"dedi.


"Yeter mi ?"dedim. Sesinde uykumu getiren bir tını vardı. Uykum gelmişti.


"Yetmeli mi?"dedi. Gözlerim dayanmıyordu artık.


"Yetmeli..."dedim ama o bunu duydu mu bilmiyordum... Gözlerim bütün günün yorgunluğuna isyan bayrağını göstererek kapandı. Gerisi yine aynı döngüye sahipti.


Uçuş ve rahata eriş...


🌧️🌧️🌧️🌧️🌧️🌧️🌧️🌧️🌧️🌧️🌧️🌧️🌧️🌧️


Öyle böyle derken bir hafta geçmişti sevgililik olayının üzerinden. Babam ile bir haftadır konuşmuyordum. Ekibim ve dedem haricindeki kimse ile konuşmuyordum evden. Onlarında beni arayıp sordukları yoktu. Tamamen unutmuşlardı beni. Önemsemiyorlardı. Silmişlerdi resmen.


Acaba kütükten de silinmiş miydim?


Yeşil ışık yandığında hızımı artırarak yola odaklandım. Aylık kontrolüm gelmişti. Hastaneye uğramam gerekiyordu. Nisan bu aralar konuşmam gerekiyordu ama o hâlâ görevdeydi. Onu geri çağırma zamanım ise bir çok faktöre bağlıydı. Toprak'a dair incik cincik herşeyi soracaktı çünkü. Biraz daha kafamı her anlamda toplamam gerekiyordu. Telefonuma bildirim gelince gözlerim ona kaymıştı anlık. Mesaj Toprak'tan olmalıydı. Bu gece erken gelemeyeceğimi söylemiştim ona. Muhtemelen ona cevap yazmıştı. Odasına gitmiştim ama bulamamıştım.


Hastanenin önüne geldiğimde arabayı park ettim ve çantam ile telefonumu alarak arabadan indim. Telefonumun ekranında beliren mesajlara hızlıca göz gezdirip cevap yazmadan içeri girdim. Beklediğim kişi sonunda yazmıştı.

"İyi günler... Randevum vardı... Eliz Erçil Karayel..."dedim hızlıca.


"Evet Eliz Hanım... Doktor Bey sizi içeride bekliyor..."dediğinde kadına teşekkür ederek doktorun yanına girdim.


Yaklaşık iki saat süren bir işlem sonrasında çıkmak için hazırlandım.


"Eliz ... Bir sonraki randevunuzu haftaya alıyoruz... Artık haftalık işlemelere geçtik. Bir ayın kaldı...Bu süreçte ağrın olabilir... Dikkatli ol... Çok soğukta kalma... Dikişleriniz zaten kaynamış durumdalar ama sen yine de darbelerden uzak dur... Mümkünse oraya hiç darbe alma bir ay içinde. Bu bir ayın uzayıp uzamayacağı sana bağlı..."dediğinde hepsine evet demekten başka çarem yoktu.


Doktorumdan bir iki tavsiye daha alarak çıktım hastaneden. Tedavi süresinde canım biraz olsun acımıştı. Dayanılmayacak seviyede değildi ama acımıştı işte.


Dışarıdaki yapmam gereken diğer işleri de hallettip evimin kapısını çaldığımda saat onu çoktan geçmişti.

Kapı açıldığında Toprak Bey sorgulayıcı gözlerle beni karşıladı.


"Merhaba..."dedim içeri girerken.


"Sana da... Aç mısın?"dediğinde hayır anlamında salladım kafamı. Canım hiçbir şey çekmiyordu şu sıralar. Ona beni beklemesini karnını doyurmasını söylemiştim.


"Sen yedin değil mi?"dedim çantamı askılığa asarken.


"Evet... Çay yaptım..."dedi.


"Sen geç ben getiririm..."dedim. O kadar yapmıştı. Bir işin ucundan da ben yapsam iyi olacak gibiydi. O itiraz etmeden içeri geçtim. Bardaklara çayı doldurup içeri geçtim ve kendimi koltuğa bıraktım. O da yanıma oturunca bardağı ona uzattım.


"Dedelerden bir ses çıkmadı..."dedim. Bu durum canımı sıkıyordu. Casusu bulamamış olmak kötü bir durumdu bizim için.


"Hamle bekliyorlar hâlâ..."dedi derin bir nefes alıp verirken.


"Bizim aramızdaki şeyin sahte olduğunu savunan kesim için olan görüntüleri gönderdim basına..."dedim çayımdan bir yudum alırken. Kurumda böyle bir söylenti dolaşmaya başlamıştı. Sırf kurumun magazinsel değeri artsın diye yapılan bir hamle olduğunu savunuyorlardı ki ben de o gün restoran çıkışı çekilen fotoğraflarımızı basına vermiştim.


"İyi yapmışsın..."dedi geri yaslanıp gözlerini kapattı.


"Başın mı ağrıyor?"dedim. Bir garipti bu gece. Biraz durgun gibiydi.


"Evet..."


"İlaç vermemi ister misin?"


"Uyursam geçer... Ben uyusam iyi olacak sanki..."dedi ayağa kalktı." Sen de üstün açık uyuma... "dedi ve mutfağa girdi.


Ne oldu buna birdenbire?


Odasına girdiğini belli eden sesi duyduğumda derin bir nefes verdim. Bir sorunu var gibiydi. Telefonum cebimde titremeye başlayınca hemen telefonumu cebimden çıkardım. Bizimkiler grupta yazışıyordu.


---------^^^---------

" Ay sanırım benim biraz migrenim tuttu da... Yağızzzzzzz... İlacım nerdeeeeee!!!"... Alara.


Alara'nın migreni yoktu ki tutsun!


Ne oluyordu kim bilir...


"Ay Alpppp... Bitki çayımı da getisene... Çok yoruldum bugün görevde..."... Alara.


"Ne oldu yine?"dedim gruba.


"Sinem Alara'nın damarlarına bastı da biraz... Yaklaşık üç saattir böyle dolanıyor evde Alara!"... Alp.


Ben de gidince iyice sarmıştı diğerlerine. Birbirimizi görmüyorduk. Ve benimle uğraşmamak onu delirtiyordu. Hafızamın dumanlı sahneleri yeterince uğraştığını söylese de emin olamıyordum. Bir yerden sonra hafızamda bir kopukluk hissediyordum ama bundan da emin olamıyordum işte.


"Alara... Takma kuzum sen onu... Daha ajan bile olamadı o!"dedim.


"Nasıl takmayabilirim? Takacağım... Onu da koluma bilezik niyetine dolayacağım!"...Alara.


" Eliz... Eşyalarının birazını istemişsin... Gerisini depoya götürün demişsin..."... Emel.


"Tuvalleri kast etmiştim!"dedim.


Yazın bir aylık izinlerde boş durmamak adına bir şeyler karalardım. Bu yüzden odamın bir köşesinde olurdu tuvaller ama şu ada ben de olmayınca bazı fırsat köpeklerinin eline kalmıştı. Sinem'in tuvallerim ile alıp vermediği çoktu. Üzerine kahve dökmüştü... Kolu ya da bacağı çarpıp yer düşmüştü. Bacağıyla onun boynunun yetmediği yerdeki tuvali düşürmesi de ayrı bir olaydı tabi... Elindeki törpü ayağı kayıp da benim tuvalimin ortasından mı geçmemişti ki!


Sorsan... Hepsi tesadüf!


"Hee... Ben onları atölyeye koyduruyorum o halde!"... Emel.


"Yağız ve Yiğit! Hangi cehennemedeyseniz hemen çıkıp bana ilacımı getirinnnn..."... Alara.


"Onlar maç izliyorlardı!"... Alp.


"Maç mı? Bensiz!"... Emel.


"Ne demek maç? Benden daha mı değerli maçları... Ah ah... Bak migrenimmm tuttu yineee!"... Alara.


Biz ne diyorduk Alara ne diyordu. Grupta Alara kendi kendine konuşmaya devam ederken Lorenzo'dan mesaj gelmişti.


"Eliz... Babam bu hafta içi Türkiye'ye geliyor... Seninle de önemli bir konu hakkında konuşmak istiyormuş... Biliyorsun ki o direkt bağlantı kurmuyor..."demişti Lorenzo. Ona bu durumu bildiğimi ve bana haber verdiği için teşekkür ettiğim bir mesaj çektikten sonra odama geçmeye karar verdim. Ortalığı toplayıp ellerimi yıkarken kasıklarıma giren sancı yüzünden tezgaha tutunmak zorunda kalmıştım. Bu kadar hızlı ağrılarım olacağını düşünmemiştim. Tam o esnada içeriden kapı açılma sesi gelince bir an için panikledim.


Hareket edemezdim. Nefes alırken bile canım yanıyordu ki hareket edersem bu devasa boyutlara ulaşacaktı. Ne yapmam gerektiğini düşünürken gözüme çarpan bezi hemen elime aldım ve tezgahın üzerini silmeye başladım. Gerçekten mükemmel bir fikirdi umarım sorgulamazdı.


"Ne yapıyorsun?"dedi yanıma gelirken. Başı ağrımıyor muydu? Neden uyumamıştı ki?


"Leke varda... Onu çıkarıyorum..."dedim nefes nefese. Konuşmak bile bir insana zor gelir miydi?


Gelirmiş...


"Leke yok ki!"dedi. 


Varmış gibi yapsan olmuyor mu?


"Senin başın ağrıyordu hani... Neden buradasın?"dedim. Doktor ilaç içmek yasak demeseydi kendimi ağrı kesici havuzuna atacaktım ama tedavi sürecinde kullanmamın tedaviyi etkileyeceğini söylemişti. Toprak ise şu anda damarıma damarıma basıyordu.


"Geçti... Uyku tutmadı... Leke çıkmadı mı?"dedi tezgaha eğilirken.


Çıkmadı oldu mu?


Sancılar yavaş yavaş terk ediyor gibiydi bedenimi ama çok canım yanıyordu.


"Sen iyi olduğuna emin misin?"dedi alttan alta yüzüme bakmaya çalışırken. Gözlerimin dolduğuna emindim ve tenim de net olarak kızarmıştı. Anladı bir şeyler olduğunu hemen. Yüzüne bakmam için çeneme koydu ellerini. Yüzünü yüzümün seviyesine getirmek için eğilmesi gerekmişti.


"Neden gözlerin doldu?"dedi sakinleştirici bir sesle. Başka bakıyordu. Bakışları içimde bir yerlere dokunuyordu ama yalan söylemek zorundaydım. Öğrenmesini istemiyordum. Kimsenin öğrenmesini istemiyordum.


"Ayağım sen gel dolabın kenarına çarp! Onun acısı geçsin diye başka bir şey ile ilgilene-"


"Eliz..."dediğinde ona baktım. Biraz sinirlenmiş gibiydi.


"Efendim..."dedim masum masum.


"Gerçeği anlatmaya ne dersin?"dediğinde düşüp bayılmama az kalmıştı. Bu kadar kısa sürede beni çözmüş olamazdı. Olmamalıydı.


"Vaov derim..."dediğimde her şeyin kurtarıcısı... Böyle anlarda genelde ya kapı ya da telefon çalardı ki biz şansımızı telefondan yana kullanmıştık. Telefonumuz çaldı. Aynı anda.


Her şey aynı anda olmuştu. Kaşlarımız katıldı. Cebimizden telefonları çıkarıp yanıtladık. Karşı tarafı dinledik ve kapattık.


"Başlamışlar..."dedim.


"Başlamışlar..."dedi ve ekledi.


" Bu konu da burada kapanmadı... Hadi çıkalım!"


Bence de bu konu burada kapanmamalı!!!


Loading...
0%