Yeni Üyelik
14.
Bölüm

14. Bölüm ~ Tehlikeli Masa

@feusa


Lucas Jewel Morrison 



Libby Joyce Morrison


Eliz Erçil Karayel...


"Sence hangisi giymeliyim bugün?"dedim yatağın üzerine bıraktığım üç elbise ile bakışırken. Yaklaşık on dakikadır bir cevap alacakmışım gibi anları inceliyordum. Sabah erkenden kalkmıştım. Gece ne ara geldik de uykuya daldım hayal meyal hatırlıyordum. Toprak koltukta yatmıştı ama uyandığımda uyanıktı. Kahvaltıyı odada yapmıştık. Saat öğlene geliyordu ve yarın akşam olacak düğün için gelecek olan davetliler yavaş yavaş toplanıyordu İtalya'ya.


Toprak yanıma geldi ve yatağın üzerinde ki birbirinden iddialı olan üç elbiseyi inceledi. Kış ayına giriyorduk. Eylül'ün bitmesine ne kalmıştı şurada? Ama ben donacağımı bile bile elbise giyecektim. Hepside magazin yüzündendi. Tüm dünyada viral olmuş sahte sevgilim ile bu otelde olduğumuz illaki duyulmuştu. Odamızın balkonundan biraz eğilip bakınca yığınlarca paparazi bizim için gelmese de bizi de kadraja alacaklarını biliyordum.


"Bunlarla üşümeyeceğine emin misin?"dedi elbiseler ve benim aramda mekik dokuyordu bakışları.


"Elbette donacağım ama bu üçünden birini giymem gerek!"dedim ve elbiselerin yanına ilerledim. Birinci elbiseyi kaldırdım. Bu elbise iki parçadan oluşuyordu. Etek kısmı dizimin üzerinde bitiyordu. Üst kısmı ise omuzlarımı ve göbeğimi açık bırakıyordu. Hardal sarısına yakın bir ton olması da güzeldi. Diğer elbisem ise koyu yeşil tonlarındaydı. Tek parçaydı. Tek parça olmasını sağlayan göbek kısmında çapraz yapan iplerdi. Geri kalan özellikle hardal sarısına yakın olanla aynıydı. Son elbisem de siyahtı. Kolları uzundu. Kalp şekilde bir göğüs dekoltesi ve karnı açıkta bırakan bir detayı vardı. Etek kısmı yine dizlerimin üzerindeydi. Hepsi birbirinden güzeldi de Toprak hepsine burun kıvırıyordu.


Zevksizdi.


"Neden pantolon kazak kombini yapmayı denemiyorsun benim gibi?"dedi kendini işaret ederek. Baştan aşağı düzdüm önce. Siyah bir kazak ve pantolon giymişti. Onluk bir sıkıntı yoktu zaten. Gayet göz alıcı duruyordu ki bu kadar iddialı olmasına da gerek yoktu bence.


"Ben Eliz Erçil Karayel... İtalya'da sevgilisi ile kazak pantolon kombini yaparak görüntülendi dedirtmem..."dedim elbiselerimi savunarak.


"Ben de Toprak Atılgan olarak sevgilisini üşüttü dedirtmem o halde... Donacaksın!"


"Şu aşağıdakileri atlatalım paltom ile gezerim bütün gün... Gerçekten!"dedim en masum bakışımı atarak. Gözlerini kaçırdı. Bence bu ikna edici bakışlarım onda işe yarıyordu. Kahvesinden yudum almaya başladı. Konuşmamak için.


"Neden hepsi bu kadar kısa ve açık olmak zorunda peki? Triko tarzı da giyebilirsin... Hasta olacaksın!"dedi koltuğa otururken. Hasta olmayacak olsam bile soğuk hava ve elbiseler yüzünden kuruntu yaparak kesin olacaktım. Elbiseleri yatağa bırakıp valizime ilerledim bir umut göbeği açık elbise bulmak için.


"Yanımda getirdiğim göbeği açık tek bunlar..."


"Göbeğin neden açık olmak zorunda?"dedi. Sırtıma attığı çatık kaşlı bakışları hissedebiliyordum ama hâlâ elbise bakıyordum. Acaba crop pantolon mu kombinleseydim? Bu arada palto da almamıştım. Bunu Toprak'a çıkışta söylesem daha mı iyi olurdu ki?


"Hamile olduğumu düşünüyorlar!" dediğimde dilimi ısırdım söylediğim şeyin farkına vararak. Bir anlık dalgınlığıma gelmişti yoksa bunu o kadar kolay söylemezdim. Hâlâ elbise arar gibi yapıyordum ama ellerim içeriye çöken sessizlik gibi yavaşlamıştı. Toprak'ın yerinden kalktığını hissettim. Ona dönmedim. Sessizliği bölen o olmuştu.


"Bence bu siyah olanı giy... Çift kombini yapmış oluruz!"dedi mutfağa ilerlemeye başladı. Elbise aramayı bırakıp seke seke yatağa ilerledim ve siyah elbiseyi kaptığım gibi banyoya gittim. İçeride deminden yaptığımız konuşmayı her ne kadar unutmak istesem de bunun çoğu kez canımı yakacağını biliyordum. Gerçek bir ilişkim olmasa da anne olamayacak olmam... Neyse şu anda kendimi bırakma sırası değildi... Hemen hazırlandım. Saçlarımı açık bırakmıştım. Zaten düzlerdi ama ben bir kez daha düzleştirmiştim. Sadece rimel ve ruj sürüp makyajımı da tamamlamıştım.


Kapının önünde ağaç olan Toprak'a çantamı da kaptığım gibi ilermeye başladım. Bir baştan aşağıya süzdü tabi. Sonra da üzerindeki paltoya daha da sıkı sarıldı. Sanırım bana bakınca bile üşüyor olabilirdi.


"Eee senin palton nerede?"dedi kapıyı kapatmış elimi tutarken.


Sırıttım. Hem de otuz iki diş...


"Sen benim yerime şu anda ısıtıyorsun sevgilim..."derken asansöre binmiştik.


"Getirmedin değil mi?"


"Evet!"


"Peki sana paltomu vereceğimi düşündüren nedir?"dedi alaycı bir şekilde.


"Sahte de olsa sevgilin olmam..."dedim kulağına doğru. Asansör boş değildi ne yazık ki...


Bariz bir şekilde ofladı. Sanırım paltosunu çalacak olmama üzülüyordu.


Asansörden inip lobiye doğru ilerlediğimizde bizimkilerin orada olduğunu görmüştük. Burada buluşmayı sabah konuşurken karar vermiştik. Aynı zamanda sabah Türkiye'dekiler ile de konuşmuş oranın da bir nabzını yoklamıştım. İşler şu anda tam da istediğim gibi ilerliyordu.


"Ooo kuzi... Ne bu şıklık?"dedi Alp bana bakıp gülerken.


"Önemli işlerimiz var..."dedim dudaklarımı oynatarak. Alp ise sinsice ellerini birbirine sürtünce Emel ve Büşra gülmüşlerdi.


"Siz ikiniz kesinlikle donacaksınız !"dedi Kaan bir bana bir de Emel'e bakarak. Büşra bizim aksimize şık ama daha kalın giyinmişti. Üzerinde uzun kollu, siyah beyaz bir elbise vardı. Altına da siyah dizlerine kadar gelecek bir bot giymişti. Aslında bot mantıklı fikirdi. Tabi getirseydim. Emel ise beyaz bir triko elbise giymişti. Emel'in üşümeyeceğine adım kadar emindim ama kendim için aynı şeyi söyleyemeyecektim.


"Donarsam kendime donarım Kaan..."dedi Emel çıkışa yönelirken. Kaan da peşinden ilermeye başladı. Onların didişme mesaisi son gaz devam ederken biz de çıkışa yönelmiştik. Dışarı çıktığımda kendime tekrar tekrar sövdüm. Hava buz gibiydi! Gerçekten donmuştum. Umarım Toprak bir gıcıklık yapmaz ve verirdi kıymetli paltosunu. İtalyanca dinleme saati başlamıştı... Soruların hiçbirine cevap vermeyecektik...


"Eliz Hanım ve Toprak Bey... İlişkiniz nasıl gidiyor?"


İyi gidiyor canım... İşte casus yakalamalı falan...


"Evlilik düşünüyor musunuz?"


Son gaz kaçmaya devam... Ayrıca daha çok genciz... Hayatın bu mükemmel (!) tadını çıkarmak istiyoruz önce...


"Aileniz bu ilişkiye destek veriyor mu?"


Vermezler mi? En son çeyiz alışverişine çıkmışlardı sanki?


"Aileleriniz bu ani sevgilik haberine nasıl tepki verdiler?"


Çok sevdiler... Hayattayken de ölüyken de yanımızda olun dediler hatta!


Sonunda arabaya ulaşmıştık. Hemen içeri girdiğimde Emel ve Büşra'nın ortasına oturmuştum. Beni şu anda ısıtmaları gerekiyordu. Tam ısındım derken telefonum çalmaya başlayınca herkesin dikkati bana çevrildi. Sorgulayıcı bakışlar eşliğinde açtım Lorenzo'nun çağrısını.


"Misafirler geldiler..."


"Neredeler?"


"Seni götürdüğümüz mekanı hatırlıyor musun?"dediğinden göremeyeceğini bilsem bile yüzümde oluşan gülümseye engel olamadım. Nasıl unuturdum o kasvetli ama bir o kadar da ağır bir havası olan mekanı. Alara'nın mafya dizilerinden fırlamış gibiydi o mekan.


"Evet..."


"Tamam... Orada bekliyorlar!"


"Kimler geldi ki?"dedim kaşlarımı çatarak. Kimlerin bugünden burada olacağını tam olarak bilmiyordum.


" Ramiro Montenegro... Roseline Rosenberg ve ikizler! Dimitris yarın gelecek!"


"Tamamdır... Görüşürüz!"dedim ve kapattım.


"Ne oldu?"dedi Toprak.


"Sizi çok güzel bir mekana götüreceğim... Alara için fotoğraf çekmeyi unutma!"dedim Alp'e dönüp devam ettim." Gideceğimiz yerin mafya mekanlarından bir farkı yok!"dedim sonrada şoföre gideceğimiz yerin adresini verdim. En sevdiğim mekanlardan olduğunu için aklımda kalmış olması normaldi.


Araç bir restoran önünde durduğunda ve araçtan indiğimizde benim yol boyunca öve öve bitiremediğim mekana ,mekan bu muydu dercesine bakarlarken ben Toprak'ın elini tutarak içeri yürümeye çoktan başlamıştım. Kapıdaki görevli hemen yanımıza geldi.


"İsminiz? Rezervasyonunuz var mıydı?"


"Eliz Erçil Karayel... Yeterli mi?"


"Elbette Eliz Hanım... Her zamanki yerde sizi bekliyorlar efendim..."dediğinde başımı sallayarak ilerledim.


"Kuzi? Sen kaç kere geldin buraya?"dedi Alp.


"Bir kez..."dedim gülerek.


"Nereye gidiyoruz?"dedi Toprak kulağıma eğilip.


"Yer altına ilk adımını benimle atıyorsundur diye düşünüyorum sevgilim!"dedim ve göz kırptığımda o da gülümsedi. Sadece benimle konuşurken bu kadar mimik kullanması hoşuma gitmiyor değildi yani...


Yer altı dünyasına açılan geçitten de geçtikten sonra asıl mekana giriş yapmıştık. Geçit dediğimde bir malzeme odasıydı. Aynı benim üs girişlerim gibiydi. Ama burada şifreler yetiyordu. Her zamanki yer beni getirdikleri oda olmalıydı.


104


Odanın önünde bekleyen adamlardan da anlaşılıyordu zaten burada oldukları.

Adamlar beni görünce bir baş selamı verip kapıyı açtılar. İçeri girdiğimizde dörtlü ile karşılaşmak beklediğimden daha duygulu olmuştu.


"Eliz..."dedi Roseline ama benim için Rose olan yol arkadaşım.


"Rose!"dedim Toprak'ın elini bırakmış ve ona sarılmıştım. Sonra da sırasıyla Ramiro Montenegro, Lucas Jewel Morrison ve Libby Joyce Morrison'a sarılmıştım. Hepimiz yuvarlak masanın etrafına oturduğumuzda benimkiler benden bir açıklama bekliyorlardı. Toprak'a sabah kahvaltı yaparken anlatmıştım. O biliyordu ve onun anlaması yeterdi.


Rose, Ramiro, Libby ve Lucas... Hepsinin benim gibi canı yanmıştı. Onların haricinde dört kişi daha vardı yer altından bana ve birbirlerine yardım eden.


" Sizi tanıştırayım..."dedim dörtlüye bakarak." Bunlar ekibim... Diğerleri Türkiye'de ama onlar bu dugjdne bizimle olacaklar! İkisi benim diğer ikisi de onun kuzeni!"dedim Toprak'ı işaret ederek. Ramiro'ya döndüm." Ramiro Montenegro... Dünyaca ünlü otelleri bulunan kişi sizin tanıyacağınız şekilde. Bu sadece yüzeyde olan... Aşağıda işler pek de öyle gitmiyor..."dedim.


Ramiro'nun bütün soy ağacı Castellilerin yaptığı katliam sonucunda yok olmuştu. Bu katliamın nedeni Ramiro'nun, Castellilerin yaptığı şeyleri yanlış bulup kendi yolundan ilerlemek istemesiydi ama daha bunu dile getirdiği anda bütün sevdiklerini toprağa vermişti. Castelliler onu bilerek sağ bırakmışlardı. Canı yansın acı çeksin diye... Sonrasında nasıl kendi yolunu çizmişti bilmiyorum ama beni küçük yaşta toprağa verdiği kızı Eva'nın yerine koymasına her zaman içim sızlıyordu.


"Onun yanında oturan Roseline Rosenberg ise teknoloji mağazaları ve şirketleri ile ünlü... Bu casus avında onun teknolojik bilgileri bize çok yardımcı olacak..."dedim ve derin bir nefes aldım.


Rose yer altına babasının yerine geçen bir kadındı. Babası öldükten sonra erkek kardeşi olmadığı için masa tarafından zorla oturtulmuştu. O masaya asla oturmak istemeyip kendi deneylerine yoğunlaşmak istese de bir çok kez işleri baltalanmıştı ama o yılmamış ve dünyada bir numaralı teknoloji devi durumuna gelmişti. Evlenmeyi hiç düşünmemişti ama manevi bir kızı vardı.


"Libby ve Lucas... Onlar ikizler ve deniz ticareti ile uğraşıyorlar. Ayrıca yer altında tek bir koltuğa hüküm eden iki kişi olarak da biliniyorlar..."dedim.


Lucas ve Libby ise ikizlerdi. Gerçekten de yer altında tek koltuğa hüküm eden iki kişiydi onlar. Aslında koltuğun asıl sahibi abileri Luka olacaktı ama o Castelliler tarafından hain bir saldırı ile öldürülmüştü. Bunun üzerine babası Lucas'ı tahta oturtmak istemişti ama Lucas , Libby'i korumak amacıyla onun da tahta oturmasını istemişti. Bay Morrison bunu ilk başta kabul etmemişti ama Lucas'ın, Libby oturmadığı taktirde kendisinin de oturmayacağını söylemesi üzerine mecburen kabul etmişti. Onlar da bu yüzden tek koltuğa iki hükümdar olarak geçiriyorlardı.


"Kafanıza oturmayan şeyler elbette olacaktır ama şimdilik anladığınızı düşünüyorum!"dedim ekibime. Hepsi kafasını salladı. O hâlde biraz ortamı koklayalımdı.


"Burada olduğunuzu biliyorlar mı? Yani Eliz ne kadar göz önünde ve tehlikede?"dedi Alp sorgular bir şekilde.


"Biz şu anda bu restoranın üst katında yemek yiyoruz ayrıca Eliz'in daha bir yer altı faaliyeti olmadı... "dedi Rose. Lucas onu düzeltti.


"En azından gün yüzüne çıkan olmadı... Daha geçen gün patlattığı depoları ne çabuk unuttun?"dedi Lucas gülerek.


Benimkilerin bakışı bana döndü hemen. Toprak'a bunu söylemeyi unutmuş olabilirdim. Unutmuştum da...


"Ne patlaması?"dedi Emel şaşkın bir şekilde.


"Sen mi yaptın?"dedi Kaan hayran bir şekilde.


"Bunu söylemeyi unuttun sanırım..."dedi Toprak.


Hepsine kafamı sallarken Alp ve Büşra hâlâ şoktaydılar devam ettim.


"Kuruma saldırıyı benim hamlem başlattı. Sadece bir deneme gibi düşünebilirsiniz bu patlatmayı... Eğer kuruma saldırı olmasıydı da kazançlı olacaktık. Bir pislik yuvasından kurtulmuş olacaktık."


"Sekiz depo... Sekizine de aynı and-"derken Lucas, Libby tarafından ağzına elma tıkıldığı için susmak zorunda kaldı. Gülerek devam ettim.


"Sekiz pislik yuvasından kurtulmuş olduk kısaca."


"Bu dediğin yuvaların sahibi?"dedi Büşra kaşlarını çatarak.


"Castelliler..."dediğimde hepsi başını salladı.


"Bir kumar oynadın ve kazandın diyebilir miyiz?"dedi Alp. Başımı salladım.


Büyük bir kumar oynamıştım. İki yönden de kazanan ben olacaktım ama casusun kim olduğu konusundaki kumarın tutması beni bir adım ileri götürmüştü.


"Hâlâ yapanları arıyor ve asla Riccardo'dan şüphelenmedi... Bu yüzden her gönderdiği casus ile bütün düşman cephelerine aynı anda savaş açtı. Bu onun için kötü bir durum..."dedi Ramiro gülerek. Bu her ne kadar korkunç bir durum olsa da bizim için fevkalade iyi bir durumdu.


"Riccardo'nun en başından beri bu işin neresinde olduğunu merak ediyordum!"dedi Emel geri yaslanırken.


"Riccardo, Castellilerin en büyük paya sahip ortaklarından ve aynı zamanda da en büyük düşmanlarından ama bu düşmanlık o kadar gizli ilerliyor ki çoğu zaman ruhu bile duymuyor..."dedim.


"Tabi bunda senin ile yaşa-"derken kaşlarım ile ekibimi gösterince mesajı anlayarak hemen toparladı cümlesini Lucas." Yaptığı planların ve sabrın etkisi büyük... Yer altı haberlerine gelecek olursak... Ostroverkhov , Castelli saldırısı sonucunda yaralandı... Aramızda bulunması gerken bir diğer üye kendileri... Havalimanları var!"dedi Lucas benim ekibe açıklama da yapmıştı.


"Dimitris ise onu temsilen gelecek..."dedi Libby.


"Daniel?"dedim. Daniel , Ostroverkhov'un herkesten gizlemek amacıyla nüfusuna kayıtlı olmayan çocuğuydu. Bir ajandı. Bizim gibiydi. Ostroverkhov, onu benimle tanıştırıp tanıştırmama konusunda çok arada kalmıştı ama en sonunda güvenmeye karar vermişti. Hemen benimkilere döndüm.


"Bize İtalya da bilgi taşıyacak iki kişi var... Düğünde hiçbirimiz birbirimizi tanımıyor gibi davranacağımız için gerektiğinde Anna ve Daniel bize yardımcı olacak ama muhtemelen görseniz de tanımayacaksınız ama onlar sizi tanıyor olacaklar..."dediğimde beni onayladılar.


"Hayalet gibi etrafımızda mı olacaklar..."dedi Alp. Bizim için hayaletin tanımı daha farklı olduğundan kafamı evet anlamında salladım.


"Onlar da Dimitris ile geliyorlar..."dedi Libby.


Sonra da yavaş yavaş kalktım masadan.

"Bunları anlamanız zor olacak ki zaten benim de üç yıldan fazla süredir uğraştığım bir olay..."dediğimde Lucas yine beni düzeltti.


"Ben seni beş yıldır tanıdığıma göre..."


"Lucas bir susmaya ne dersin?"dedi Libby , bıkkın bir şekilde. Lucas sadece sırıttı. Bu susmayacağı anlamına geliyordu.


"Kısaca anlamanız uzun sürecektir ama her şeyin planlı olduğunu ve bir sürü çıkış yolunun olduğunu unutmayın..."dediğimde benimkiler de ayaklandılar. Toprak ile ellerimiz anında birleştirken yeraltı masası bile bu duruma şaşkındı.


"Senin şimdi gerçekten bir sevgilin mi var?"dedi Lucas şaşkın şaşkın. İkimizde kafa salladık.


"Yer altı olarak şaşkınız..."dedi Ramiro.


"En çok şaşıran da Dimitris!"dedi Libby.


O manyak şaşırmayı biliyor muymuş?


"Neden?"dedi Toprak o büyülü sessizliğini bozarak.


"Biraz geleceği göremeyip büyük konuşmamdan sanırım... Anlatırım sonra... Bize müsaade! Sizde çok kalmayın burada! Burası İtalya unutmayın!"dedim kapıya yönelirken. Koridora çıktığımız anda Toprak elimi bırakınca ben de durmak zorunda kaldım. Diğerlerine gitmeleri için işaret verirken bir anda kadrajıma simsiyah palto girince afalladım.


"Üşüyeceksin..."dedi benim almamı beklemeyip paltoyu giydirmişti bile.


"Annem bu kadar tasalanmadı!"dedim yürümeye devam ederken. Bana yetişti ve elimi tuttu. Sessiz sessiz yürürken aklıma annem gelmişti! O da babam gibi mi düşünüyordu? Düşünmese beni arar sorar yoklardı değil mi?


Arabaya bindik. Restoran görünümlü gizli buluşma mekanından uzaklaşmaya başladık. Bu günlük bu kadar yer altı yeterdi. Biraz yer üstü ile ilgilenmeliydik.


"Şimdi ne yapacağız?"dedi Büşra. Hepsi merak ediyordu. Hiçbiri neden yapıyoruz ki deyipte bana karşı durmuyorlardı. Bana güveniyorlardı ve benim de en çok yaslandığım nokta orasıydı.


"Biraz gezip internete fotoğraf yüklememiz gerekiyor... Bir anda ortadan kaybolmamız sorun çıkarır! Ayrıca biz sevgiliyiz değil mi? Bizim peşimizde olmanız da dikkat çekici olur..."dediğimde araba durmuştu. Meydana gelmiştik.


"Kısaca burada yollarımız ayrılıyor..."dedim dördüne de bakarak.


"Sen şimdi bizi kovuyor musun kuzi?"dedi Alp alınmış gibi yaparak. Şu anda numara yaptığı çok barizdi.


"Abilerime Eliz kovduğu için ayıramadım dersin... Hadi canım!"dedim. Aynı zamanda elimle de kış kış yapıyordum. Alp hemen Emel'e döndü.


"Ne ara yumurtladın kız?"


"Ben değil de sen yumurtladın şimdi!"dedi Emel bana öpücük atıp arabadan inerken. Kaan da hemen peşinden indi.


"Ben... Offf... Ne haliniz varsa görün tamam mı? Buralarda bırakın bizi... Yabancı yabancı dolan-"derken gülerek sözünü kestim.


"Aranızda İtalyanca bilmeyen?"dediğimde Alp hariç hepsi sırıttı.


"Biliyoruz... Hepimiz!"dedi Büşra.


"O hâlde sıkıntı yok!"dedim.


"Emel... Bahanem kalmadı kuzi... Bak seni o dibinden ayrılmayan heriften kurtarırım... İyi düşün!"dediğinde Emel hemen düşünmeye başlarken Kaan çatık kaşlarla ona bakıyordu.


"Onlar yerine neden biz inmiyoruz?"dedi Toprak kulağıma.

Ben de onun kulağına doğru konuştum.


"Bizim gideceğimiz yer yürüyerek biraz uzun ayrıca donuyorum!"dediğimde ben demiştim dercesine bir mimik yapınca önüme döndüm.


"Sen kimden kurtulacağını sanıyorsun? Ekibiz biz!"dedi Kaan, Emel'in kolunu tutup arabadan uzaklaştırırken.


"Ekibiz ekibiz diye di..."derken uzaklaştıklarından devamını duyamadık.


"Başka bahanen kaldı mı Alpciğim? Git ve Roma'nın keyfini çıkar!" dedim sırıtarak.


"Artık mezarıma Fatiha okumaya gelirsin kuzen!"diyerek indi arabadan Alp. Peşinden de Büşra.


"Sen de mi benimle geliyorsun!"dedi Alp. Sanırım Büşra'ya demişti. Sonra da hareket etmeden önce Alp'in bağırışını duymuştuk.


"Lan... Emel! Vay fırsatçı! Nereye götürüyorsun kuzenimi!"


Ben kahkaha atarak gülerken Toprak da gülerek beni izliyordu. Şoför bizi nereye götüreceğini bildiğinden vakit kaybetmeden oraya doğru sürmeye başlamıştı.


Meydanın arkasından dolaşarak çeşmenin önüne geldiğimizde durduk. Arabadan indiğimizde araç uzaklaşarak gözden kaybolurken Toprak bana garip bir tebessüm ile bakıyordu.


"Beni Trevi Çeşmesi'ne mi getirdin?" dediğinde sırıttım. El ele çeşmeye yürümeye başladık.


" Sahte sevgilim ile Aşıklar Çeşmesi'ne gitmedim de demezsin!"dediğimde çeşmeye gelmiştik.


"Hikâyesini biliyor musun?"dediğinde başımı salladım. Biliyordum ama tekrardan dinlemek güzel olurdu.


"Tekrar dinlemek istiyorum..."dedim Çeşme'ye bakarken. Dibindeki paralar pırıl pırıldı. Hava kararmaya başlıyordu ama onlar hâlâ parıldıyordu.


"Tamam o hâlde dinle beni...Rivayete göre çeşme, askerler ve güzel bir Roma kızı arasında geçen konuşmalar sayesinde ortaya çıkıyor... Roma'da savaş döneminde yorgunluktan ve susuzluktan bitap düşen askerler, güzel bir kızla karşılaşıyor ve nereden su bulabileceklerini soruyorlar...Güzelliğiyle büyüleyici olan genç kız, şu an çeşmenin bulunduğu yeri göstererek oradaki toprağı kazmaları durumunda su ile karşılaşacaklarını söylüyor... Askerler buna elbetteki inanmıyorlar ama başka bir şanslarının olmadığının farkına varıp kızın dediğine pek de inanmadan kazıyorlar. Kız haklı çıkıyor. Askerler suya kavuşuyorlar. İmparator Augustus'un damadı Agippa akan suyu Vergine su kemeri ile Pantheon'a kadar ulaştırdığı da yine söylentiler arasında..."dediğinde ona baktığımı daha yeni fark ediyordu. Büyülenmiş gibi Çeşmeye bakmıştı anlatırken. Cebimden çıkardığım dört bozukluk ile Çeşmeye döndüm.


"İnanıyor musun biliyorum ama çeşmeye bir bozuk-"derken ben çoktan ters dönüp çeşmeye bozukluğumu atmıştım bile. Şimdi yönüm ona dönüktü ve aramızda çok da mesafe yoktu. Ben devam ettim cümlesine.


"Eğer çeşmeye sadece bir bozukluk atarsam Roma'ya tekrar döneceğim...

Üç bozukluk atarsam da..."dedim ve kalan üç bozukluğu dönüp attım. Sonrasında tekrar döndüm Toprak'a. Bu sefer anlayacağım şekilde bakıyordu ama yanardık... Onu görmemi mi istiyordu? O beni görüyor muydu?


O halde öyle böyle değil fena yanardık...


"Üç bozukluk attığına göre..."dedi devamını tamamlamamı istiyordu.


"Aşık olduğum kişi ile evleneceğim anlamına gelir!"dediğimde başını salladı. Aramızda geçen o sessiz , duygu yüklü bakışmayı bölen Alp'in bağırması olmuştu.


Alp mi?


Ya sınanıyordum ya da galipten sesler duymaya başlamıştım...


"Biz bunları yukarıda bırakmadık mı?"dedi Toprak kaşlarını çatarak. Demek ki galipten gelmiyordu o sesler. Toprak bile sadece sesinden tanıyordu. Sonrasında Kaan'ın sesini duyduk. O da bağırıyordu.


"Beni onlara görünmeden kaçırmaya ne dersin?"dediğimde hemen gülerek cevap verdi.


"Ne bekliyoruz derim..."dedi ve elimi tutarak beni çekiştirdi. Ben de hemen peşinden gittim. Neyseki Alp bizi fark etmemişti. Onun daha farklı sorunları vardı. Yüksek ihtimalle Emel ve Büşra onları çıldırtmak için çeşmeye iki tane bozukluk atmış olmalıydılar...


Yazardan...


"Lan... Emel! Vay fırsatçı! Nereye götürüyorsun kuzenimi!"diyerek gözden kaybolmaya başlayan Kaan ve Emel'in peşinden koşmaya başladı Alp. Büşra da peşinden. Tabi Alp'e güzel bir cevap yapıştıramadığı için de koşuyor olabilirdi şayet bu sefer gerçekten patlatacak gibiydi Alp'i.


"Sen de mi benimle geliyorsun demek nedir ya?"dedi kendi kendine konuşurken Büşra.


Kaan ve Emel didişmeyi bırakıp onlara doğru koşan Alp'i görünce gözleri ikisinin de aynı anda parladı.


"Sadece kuzenimi gıcık etmek için seninle ittifak kurabilirim..."dedi Emel elini öne uzatarak.


"Kuzenini gıcık etme fırsatını asla geri tepmem..."dedi ve Emel'in elini tuttuğu gibi ikisi de koşmaya başladılar.


"Bir İtalya'yı birbirine katmamıştık! O da oldu..."dedi Büşra onlara yetişmeye çalışken.


"Önce Eliz... Şimdi de sen mi Emel... Bu sefer topluca gömün beni! Nereye gittiğinizi sanıyorsunuz? Hey!!!"dedi Alp koşarken.


Emel ve Kaan çeşmeyi görene kadar durmadan koşmuşlardı. Daha da devam ederlerdi ama çeşmenin çemberinden çıkmayı düşünürken Alp önlerini kesmişti. Geri dönelim derken de arkadan Büşra gelmişti. Kapana kısılmışlardı.


"Bunlar hani iyi anlaşamıyorlardı? Plan kurup bizi baltaladılar..."dedi Kaan.


"Bilmiyorum ama buradan tüymek gerek!"dedi Emel nefes nefese.


"Tamam... Valla yeter!"dedi Büşra. Bezmiş bir şekilde çeşmeye yöneldi. Bu fırsatı kaçırmazdı. Bir kovalamaca daha istemiyordu ve odak dağıtmalıydı.


"Sizinle otelde görüşeceğiz..."diye başlarken Alp , Büşra'nın elindeki iki bozukluğu görünce donup kaldı.


Büşra iki bozukluğu vakit kaybetmeden attı.


"Ne oldu be buna?"dedi Kaan. Sonra da Alp'in baktığı yere baktı. Emel , Büşra'nın ne yaptığını anlamıştı ve cebinden bozukluk çıkarmıştı çoktan. Roma'ya gelip de bozukluk taşımayan da ne bileyim yani diye geçirdi içinden...


"Sen... Ne yaptın?"dedi Alp birden yükseldi.


Eliz... Emel... Büşra... 


Sıradaki kim diye düşünmeden edemedi.


"Büşra... Sakın bana uçağa binmeden önce arabada anlattığın o maddelerden iki kuruşluk olanı yaptım deme!"diye hayıflandı Kaan. O sırada onları çileden çıkaran darbe Emel'in fırlattığı iki kuruştan gelmişti. Emel ve Büşra ellerini birbirine çarparken Kaan ve Alp dik durmak için birbirlerinden destek alıyorlardı.


"Hani nerede benim yakışıklı İtalyan erkeğim?"dedi Büşra iki yana dönerek.


"Büşra... Ekip arkadaşın olarak atman gereken adımlardan haberim olması gerekmiyor muydu?"dedi Alp. Sonrasında Emel'e döndü.

"Sen ne ara kendine İtalyan ve yakışıklı bak altını çizerek söylüyorum..."diye devam etti Alp. Daha da edemedi. Yüreği el vermedi.


"Ben de adımımı söylemeden gösteriyorum işte... Anladığına göre gayet iyi bir ekibiz!"dedi ve çeşmeye bakmak için geri dönüyordu ki arkasındaki çocuğu görmedi. Çarpmak zorunda kaldı. Kaan kısık sesle küfür ederken Emel hâlâ etrafına bakıyordu. Hatta bir kere daha atmayı bile düşünmüştü. Ne bekliyordu ki?


"Oh scusa signora...Mi dispiace di non aver notato una bella donna come lei, signora."dedi Büşra'ya çarpan İtalyan çocuk. Büşra hemen kendini topladı.


(Ah özür dilerim hanımefendi...Üzgünüm sizin gibi güzel bir kadını fark etmediğim için.)


"Neden özür dilemek yerine bir kahve içmiyoruz?"dedi anında Büşra İtalyanca bir şekilde. Kaan ve Alp neyse de Büşra'nın bu hızına Emel bile şaşırmıştı.


"İçmiyorsunuz çünkü işimiz var Büşra!"dedi Alp İtalyanca giriş yaptı hemen ortama.


"Se c'è un problema per il gentiluomo..." dedi İtalyan çocuk.


(Eğer beyefendi için bir sorun varsa)


"Sorun..."derken Alp onun sözünü kesit Kaan.


"Hem de çok büy-.."derken etrafına baktı.

" Emel... Ne işin bar senin orada? O bozuklukları nerenden çıkardın sen?"diyerek Emel'e doğru yürümeye başladı. Şu anda kuzeninden daha önemli bir sorunu vardı çünkü Emel bütün tuşlara aynı anda basmaya başlamıştı.


"Değil!"dedi Büşra çocuğa bakarak.


"Tanımıyorum zaten onları... Hatta içlerinden birisi neden onunla birlikte geldiğimi soruyordu. Şimdi tek gezebilir ve sende beni gezdirebilirsin!"dedi Büşra.


"Una bella signora come te Sarei onorato di portarti in giro..."dedi İtalyan çocuk koluna girmesi için açarken.


(Senin gibi güzel bir hanımefendiyi gezdirmekten onur duyarım...)


"Ben seninle bir onur duyacağım..."dedi Alp ileri atılırken Büşra onu durdurdu.


"Sen nereye? Yarın düğünde görüşürüz ekip arkadaşım... Ayrıca Emel birazdan fazla dilek dilemekten evlenecek çeşme ile!"dediğinde Büşra, Alp'in bakışları hemen Emel ve onu durdurmaya çalışan Kaan'a dönmüştü. Emel mi Büşra mı derken Büşra'ya tekrar döndüğünde bıraktığı yerde olmadığını görmüştü. Sinirden domatese dönerken Kaan'a seslendi.


"Kaan o kaçığa sahip çık! Birazdan onu da alırlar falan... Ben de senin o kaçık kuzeninin peşinden gideyim!"dedi.


"Haberleşiriz!"dedi Kaan da Emel'i zorlukla tutarken. Alp insanların arasına karışmışken Büşra ve İtalyan çocuk çoktan sohbete başlamışlardı.


"Emel kaç tane ikilik attın buraya?"dedi Kaan Emel'in kollarını tutarken.


"Saymadım ki... O değilde Büşra keşke başka bir şey dileseymiş. Bak anında oldu!"dedi Emel elindeki bozuklukları suya bırakırken. Kaan uzunca bir süre bozukluk görmek istemiyordu. Şu anda buna daha emin olmuştu.


"Sen ne istiyorsun?"dedi Kaan ona doğru eğilerek. Emel'in kaçmaya niyeti yoktu. Kaçacak olsa da suya düşerdi zaten.


"Asıl sen ne istiyorsun Kaan?"dedi Emel onu gibi yaklaşarak." Sen ne istediğini söyle ben de söyleyim..."dedi Emel. Kaan bir şeyler demek istedi ama dilinin ucuna gelen herşeyi yutarak geri çekildi ve cebinden çıkardığı üç bozukluğu attı çeşmeye.


"Ben de dileğimi dilediğime göre gidebilir miyiz?"dedi Kaan çeşmeye bakarak. Emel , Kaan'a bakıyordu. Anlam veremiyordu. Çok karmaşık geliyordu herşey. En azından iki tane atmadı diye düşünerek yürümeye başladı. Kaan da derin bir nefes alarak peşinden yürümeye başladı.


Onlar otele geçerken Eliz ve Toprak caddelerde yürüyüş yapıyorlardı. Bir magazin bulmak için de yürüyor olabilirlerdi ama ikisi de bundan şikayetçi değildi. Alp kafe kafe Büşra'yı ararken Büşra ve İtalyan çocuk olan Samuel köprüde kahve içiyorlardı. Alp yanlış yerde dolanıyordu ama bunu fark etmesi çok sürmeyecekti.


Türkiye'dekiler ise çıkan haberlere bakıyorlardı. Olayları oradan takip ediyorlardı daha çok.Sinem ve ekibi bugün kuruma yerleşmişti. Hem de Eliz ile aynı kata yerleşmişlerdi. Alara her ne kadar engel olmaya çalışsa da kurumda oldukları için çok etkili olamamıştı. Akşam gününü göstermeyi düşünüyordu ki Yağız ve Yiğit onu zorla odada film izlemeye ikna etmişlerdi.


"Size diyorum ama bana inanmıyorsunuz! Bu şeytan aynı Sinem!"dedi Alara.


"Alara... Daha filmin başındayız... Beş dakika olmadı!"dedi Yiğit.


"Ben bilirim! Kesin bu kız hain varya!"


"Alara... "dedi Yağız patlamış mısırını yerken.


"Benim şu anda aşağısını karıştırmam gerekiyordu ama siz ben-"derken Yağız ve Yiğit aynı anda ağzına mısırı tıktılar.


"Bu mısırlar bitecek bi-"derken Yağız yine mısır verdi Alara'ya. Yiğit arkalarındaki masayı gösterdi. Masanın üzerinde iki tane kocaman leğen duruyordu. Üzerlerinde ise örtü vardı.


"Sence onlar neden orada?"


"Bilmecelerin ile uğraşa-"derken mısır ile buluştu sözü.


"İki leğen mısırımız var... Sen dert etme..."dedi Yağız filme bakarken. Alara artık şaşırmayı bırakıp oflayarak filmi izlemeye başladı.


"Ama be-"derken yine mısır yiyince artık susmaya karar verdi Alara.


Yaklaşık yarım saat kadar sessiz sessiz izlerlerken Alara'nın telefonuna bir bildirim düştü. Alara tam sakinleşmişken bu hiç olmamıştı. Yağız ve Yiğit içlerinden küfür ederken Alara ekrandaki bildirim ile birdenbire ayaklandı.


"Eliz'in odasına girmiş biri..."dedi Alara. Eliz gittikten sonra onun odasına göz koyan bazı mahlukatlardan dolayı odaya uyarı sistemi kurmuşlardı. Kapı açıldığında bildirim geliyordu.


"Babam ya da annemdir... Dün de aynı bildirim geldi!"dedi Yağız. Dün akşam da buna benzer bir bildirim alarak odayı basmışlardı ve Ömer Karayel ile karşılaşmışlardı.


"Babanlar ve babamlar... Göreve çıktılar ya!"dediğinde Alara , Yağız ve Yiğit de ayağa kalkmışlardı. Doğru diyordu Alara. Göreve gitmişlerdi.


"Dedem olmasın?"dedi Yiğit.


"O olsa alarmı kapatırdı. Unuttun mu bildirim sadece bir dakikadan fazla süre şifre girilmediğinde geliyor bana!"derken odadan çıkmıştı Alara. Ne yazık ki bu seferde haklıydı Alara. Odaya son sürat girdiklerinde içerisinin boş olması... Geç kaldıklarının bir göstergesiydi.


Yiğit ve Yağız küfür ederken Alara derin derin nefes alıyordu...


🌥️🌥️🌥️🌥️🌥️🌥️🌥️🌥️🌥️🌥️🌥️🌥️🌥️🌥️


Bir gün sonra...


Eliz Erçil Karayel...


Üzerimdeki siyah, askılı ve sol bacağımı açıkta bırakan aynı zamanda da belimi bir ip gibi saran elbiseme aynadan son bir bakış atarak çantama yöneldim. Toprak beyin hazır olmasını bekliyordum. Bu sefer ondan önce hazırlandığım için mutluydum. Tekrar aynaya yaklaşıp rujumu tazelemekle meşgülken Toprak hazır bir şekilde çıktı.


Siyah bir takım elbise giymişti. O siyah giymeyi seviyordu ve ben de ona ayak uydurmaya çalışıyordum. Bu yüzden elbisenin lila renkli olanını bırakıp özellikle siyahını almıştım. Beni önce baştan aşağıya süzdü. Sonra da aşağıdan yukarı süzdü birkez daha.


"Olmuş mu?"dedim çıkışa yönelirken.


"Soruyor musun bir de? Umarım bu gece birilerinin gözünü oymak zorunda kalmam..."dediğinde gülerek cevap verdim.


"Ben de aynı şeyi senin için söyleyecektim. Umarım ben de kimsenin gözünü oymak zorunda kalmam!"dedim ve kapıyı açtım.


Aramızdaki bu ilişki sahte olmaktan çıkmış çok farklı yerlere gidiyordu... Hadi bakalım gazamız mübarek ola...


Asansöre bindiğimizde elini belime koyduğunda dönüp ona baktım. O bana bakıyordu zaten.


Her zamanki gibi.


"Şu ana kadar olan şeylerde benim yanımda olduğun için hiç pişman oldun mu?"dedim. Asansör boştu. Endişe edecek bir durum yoktu.


"Hayır... Neden sordun?"dedi kaşlarını çatarak. Asansör durunca cevap veremeden inmek zorunda kaldık.


"Benim yüzümden bir sürü olayın ortasında kalıyorsun ve kalacaksın... Benim yüzümden bir sürü şeye mecbur ka-"derken bir anda beni kendine çekince susmak zorunda kaldım.


"Neden kendini suçlu görüyorsun sürekli? Senin bir suçun yok... Ayrıca devam etmek istemesem etmezdim. Kimsenin zoruyla yanında ya da yakınında değilim! Neden sürekli beni vazgeçirmek icin sorguluyorsun beni?" dediğinde donup kaldım. Ben onun bu işten çıkmayacağını biliyordum ama işler gün geçtikçe daha da sarpa saracaktı ve beni korumak için her şeyi yapabilecek gibi duruyordu. Ben ne zamandan beri onu da düşünmeye başlamıştım? Ve o şu anda onu bu işten vazgeçirmek istediğimi daha doğrusu onunla olmak istemediğimi bile düşünüyor olabilirdi. Olabilirdi değil... Öyle düşünüyordu çünkü kırgın bakıyordu siyah gözleri...


"Sen be-"derken Alp'in sesi doldurdu kulaklarımı.


"Kamera da yok! Siz niye bu kadar yakınsınız?"dedi burnumuzun dibine ne ara girmişti. Hemen ayrıldık ama bu sefer de elimi tuttu. Alp'e cevap vermeden ilerlemeye başladık. Alp ise hâlâ söyleniyordu kendi haline ama neyseki uzaktı bize. Emel ve Kaan bizi arabada bekliyorlardı. Alp ve Büşra ise ardımızdan geliyorlardı. Akşam olmuştu. Düğün neredeyse başlamak üzereydi ve gelin ile damat çıkmadan benim Nisan ile son kez konuşmam gerekiyordu.


Bekar bekara...


Arabaya bindiğimizde yan yana oturduk ama onun içinde kuruntu yaptığına emindim. Yol boyu ikimizin de sustuk. Diğerleri ise didişip durdular.Araç büyük sarayın önünde durduğunda arabadan indik. Kameralar çoktan bizi çekmeyi başlamıştı. Toprak elini yine belime koyarken ben bizimkileri inceliyordum. Gayet güzel görünüyorlardı. Emel fıstık yeşili bir elbise giymişti. Büşra ise kahverengi ve gayet şık bir elbise giymişti.


Büşra bana doğru gelirken çoktan içeri girmiştik.


"Bu gece bir arkadaşım ile olsam plan için sıkıntı olur mu?"dediğinde kafamı olmaz dercesine sallarken Alp yine çıkmıştı bir yerden.


"O italik geldi değil mi?"demişti burnundan solurken. Onları arkamızda bırakarak Riccardo ve ailesine doğru yöneldik.


"Hoş geldiniz..."dedi Riccardo mesafeli bir şekilde. Biz de ona o şekilde karşılık verdik. Olivia yani eşi ile sarılırken birimizin kulağına bir şeyler söylemiştik. Onunla da daha önceden tanışmıyormuş gibi yapmak zordu ama bizler iyi oyunculardık.


"Hoş geldiniz... Umarım yanında altın getirmişsindir!"dedi Lorenzo.


"Sizin geleneklerde altın var mıydı ya? Ayrıca size altın değerinde kız veriyorum... Daha ne istiyorsun?"dediğimde hepsi güldü. Toprak bile gülümsemişti. Gülümsemesine gözüm takılırken hemen toparladım kendimi.


" Nisan nerede?"dediğimde Lorenzo düş önüme der gibi bir hareket yaptı.


"Ben de geleyim mi?"dedi Toprak beni bırakmadan önce.


" Hemen gelmiş olurum..."dedim ve gülümseyerek Lorenzo'nun peşine takıldım. Sarayın içi çok büyüktü ve arkada çalan şarkı ile de masaldan fırlamış gibi duruyordu her şey.


Gelin odasına geldiğimizde Lorenzo beni bırakıp geri giderken ben içeri girmiştim.

Nisan beni görünce hemen koşarak yanıma gelmişti. Şu anda burada benden başka kimsesi yoktu ve belli etmese de bunu içine dert ettiğini biliyordum. Özellikle de son bir ayda gönderdiğim görevde hatırladığı şeyler şu anda canını daha da çok yakıyordu.


"Eliz..."dedi sarılırken. Gözlerim dolmuştu ama ağlamadım. Ama o ağlayacak gibiydi. Bir insan hayatında kaç kez evlenebilirdi ki? Ama hiçbiri ilki kadar etkili olmazdı sanırım. Daha önce evlenmediğim için çok da kesin bir şey diyemiyorum bu konuda.


"Sakın ağlama..."dediğimde benden ayrıldı ve tavana bakmaya başladı.


"Sakinim... Neden ağlayacakmışım ki? Neyse... Nasıl olmuşum?"dedi kendini göstererek. Üzerindeki upuzun gelinliği ile çok güzel duruyordu. Gelinliğin içinde peri kızı gibi bakıyordu bana.


"Çok güzel... "


"Asıl sen kendine bak... Sen de çok güzel olmuşsun..."dediğinde gözlerim kolyesine takıldı.


"Kolyeni sakın çıkarma tamam mı!"dedim kendi kolyemi tutarak.


"Asla... Da o kadar uzaktan çalışır mı ki?"dediğinde güldüm.


"Kuzey ya da güney fark etmez istiyorsan magmada ol yine de çalışır... Ben yaptım çünkü!"dediğimde koluma şaplak atmıştı.


"Hemen de öv kendini! Dışarısı çok kalabalık mı?"


"Ne o? Kalabalık korkun mu aktifleşti? Kurumda herkese posta koyarken öyle bir şey yoktu ama!"dediğimde koluma vuramadan geri çekildim.


"Bana bak alırım seni ayağımın altına ha!!! Dalga geçilmez ablayla!"dediğinde güldüm.


"Aramızda alt tarafı üç dört ay var Nisan Kardelen ya da artık Larmen mi demeliyim..."derken kapı açıldı.


"Birazdan dersin..."diyerek içeri girdi Leonardo. Gülerek yanımıza geldi.


"Klâsik hatırlatmamı yapayım o hâlde!"dedim ve boğazımı temizledim. Nisan çoktan Leonardo'nun koluna girmişti. "Eğer kardeşimin canını sıkar ya da üzersen bu sefer seni patlatırım... Hiç şüphen olmasın!"dediğimde güldü Leonardo. Ondan değilde arkadan gelmişti cevap.


"İki dakika dedin , gittin ve burada yeni patlatma planı mı yapıyorsun?"diyerek yanıma gelmişti Toprak.


"Evet sevgilin beni patlatacağını dair bir şeyler söyledi. Kendine dikkat etsen iyi olur dostum... Hadi müstakbel eşim gidelim!"diyerek Nisan'a döndü Leonardo. Nisan hâlâ gülüyordu ve Leonardo'nun bu hali Nisan'ı rahatlatmak üzere olduğunu görmemek için kör olmak gerekiyordu.


Bizde peşlerinden çıkarken herkes çoktan alkışa başlamıştı.


"Ağlıyor musun bana mı öyle geliyor?"dedi Toprak beni durdurmuş ve bana dönmüştü. Gözlerimin dolduğunun farkındaydım ama çok belli olmadıklarına emindim. Ama o anlamıştı.Ellerini çenemde hissettiğimde başımı kaldırıp ona baktım. Endişeli bir şekilde bana bakıyordu. Elimi çenemde tutan elinin üzerine bıraktığımda anlık bakışları elime kaymış sonra tekrar gözlerimi bulmuştu.


Bana bu kadar yakın davranması ve ayrıldığında hissettiğim o üşüme...


"Otelde yanlış anladın beni... Bunu kast ediyordum. Ben göz yaşlarımı kimseye göstermem ama sana gösterebiliyorum! Gözlerimin dolduğunu kimse kolay kolay anlamaz ama sen fark ediyorsun...Sana güveniyorum ve bağlanıyorum! Sen de bağlanıyorsun bana...Bunun farkındasın değil mi?"dediğimde başını salladı." Yol yakınken dönmek gibi bir ihtimalin varsa da ona ya tutun ya da bırak çünkü sen beni ilerde bırakmak istesen de ben seni bırakmam! Bunu demek istemiştim otelde!" dediğimde belimdeki elleri sıkılaştı. Beni kendine çektiğinde düğün ikimizin de umurunda değildi.


"O ihtimali ben seninle yaşamaya başlamadan önce yok ettim Eliz... Eğer senin de beni bırakmak gibi bir düşüncen varsa ondan kurtul çünkü benim seni bundan sonra bırakmak gibi bir niyetim yok!"dediğinde çok yakındık. Kalbim deli gibi atarken onun varlığını unuttuğumu fark etmiştim. Alnı alnıma değiyordu.


"Bırakma... Sana bırak diyen mi oldu?"diye fısıldadığımda cevabını vermek için üzerime eğilirken ikimizin de lanet okuduğu o sesi duyduk.


Bölüm sonu canavarı hepinizin tahmin ettiği kişi olacak sanırım...


Loading...
0%