Yeni Üyelik
15.
Bölüm

15. Bölüm ~ Zarf

@feusa


"Bırakma... Sana bırak diyen mi oldu?"diye fısıldadığımda cevabını vermek için üzerime eğilirken ikimizin de lanet okuduğu o sesi duyduk.


"Bırakın birbirinizi! Aldılar yeterince görüntü! Ayrıca Eliz herkes seni bekliyor! Şahitsin ya hani!"dediğinde Alp ikimizde derin nefesler alarak ayrıldık. Gözlerimden çıkan alevi fark eden Alp hemen Toprak'ın arkasına saklanırken çok yanlış kişiye güvendiğini birazdan anlayacaktı.


"Sen konuşursun sevgilim. Benim evlendirmem gereken birileri var?"derken Toprak'ın gözlerine baktığımda o bana göz kırpmıştı. Alp tam benim arkamdan gelecekken Toprak tarafından tabiri caizse ensesinden yakalanmıştı.


Hak etmişti!


Topuklarımı vura vura ilerledim çifte doğru. Nisan'ın şahidi benken Leonardo'nun şahidi...


Dimitris idi... 


Dimitris mi? Benim çıldırma seansı başlıyordu...


Nisan ile göz göze geldiğimde nerede olduğumu sorgulayan bir bakış atınca Alp aklıma geldi ve daha da sinirlendim.


Nikahta ki yerimi aldığımda başladılar.


Beş dakikadan az sürmüştü. Birbirlerini kabul edip etmediğini bizim de şahit olup olmadığımızı sormuşlardı sadece. Sonrası bilinen şeylerdi. Hepimiz alkış tutarken Leonardo, Nisan'ı öpüyordu. Artık Nisan bekar değildi...


Listeden birisi eksilmişti.


Sırada kim vardı? Umarım bu çatlak kız ayağının altına beni yazmamıştır! Şu anda evlenmek gibi bir niyetim yoktu! Kararımı değiştirecek şeyler olmadığını sürece böyle düşünüyordum.


"Darısı artık senin başına..."dedi Dimitris kulağıma eğilerek. Ona sadece göz devirirken ilk dansları için şarkı çalmaya başlamıştı. Benimkileri aramıştı hemen gözlerim. Kaan , Emel'i zorla dansa kaldırırken Alp , Büşra'nın dansa kalmaması için büyük bir direniş içindeydi. Bu direnişin sebebi yanlarında dikilen çocuk olmalıydı. Sonrasında bakışlarım Toprak'ı buldu. Bana doğru geliyordu.


"Beni sevgilinle tanıştırmayacak mısın?"dedi Dimitris. Dimitris'e döndüm.


"Sen neden benim eski sevgilim gerilimi yaratıyorsun ortalıkta bakayım?"dediğimde Toprak da gelmişti.


"Senin bu betonluğuna dayanan erkeği yakından tanımak isterim... Dimitris ben!"dedi Toprak'a elini uzatırken. Toprak bir bana bir de ele baktı sonra sıktı.


"Bana beton diyene bak... Cıvık yumurta seni! Hani... Nerede sevgilin? En son övüyordun internetten!" dediğimde kaşları çatıldı.


Yaaa böyle alırdım havasını... Daha dün ayrılmışlardı çünkü!


"Sen nereden öğrendin? Hepsi o magazineler yüzünden!"dedi sonra aklına beni sinir edecek bir şey gelmiş olacak ki hemen sırıttı." Tabi bu magazineler sen ve düşman aile aşkından anca fırsat buldu işte bizimkine... Nasıl gidiyor?"dedi Toprak'a.


"Anladığım kadarıyla seninkilerden iyi olduğu kesin!"dediğinde Dimitris yüzünü buruşturdu.


"Adamı da iki ayda kendine benzetmişsin! Neyse bana müsade... Daniel ve Anna seni bulurlar... Hatta ben onlara bir iki tüyo bile veririm!"dedi Dimitris eline tatlılardan birini alırken.


"Neymiş o tüyolar çok merak ettim bak!"dedim.


"Magazineler nerede siz orada... Kameraları takip edin diyeceğim sizi bulsunlar diye..."dedi bizden uzaklaşırken.


"Bu hangisi?"dedi Toprak kulağıma doğru.


"Dimitris... Ruslardan nefret etme sebebim!"dedim gülerek.


"Benimle dans etmeye ne dersin?"dedi Toprak elini uzatırken. Bir anda gelen bu soru karşısında afalladım ama hemen elimi uzattım. Piste doğru ilerledik. Ellerini belime koydu ve beni kendine çekti. Ben de ellerimi omuzlarına koydum. Kendimizi şarkının ritmine bırakırken herkesin gözü üzerimizdeydi. Aynı benimde gözüm herkesin üzerinde olduğu gibi. Çok sakindi etraf ve bu hiç normal değildi.


"Neden etrafı inceliyorsun? Bir sorun mu var?"dedi kulağıma eğilerek. Ayağımdaki topuklularla bile çenesine zor yetişiyordum.


"Etraf çok sessiz... Castelliler daha gelmedi anlaşılan..."dediğimde kaşlarını çattı.


"Onlar gelince ne olacak?"dedi.


"Her şey... Olabilir!"dediğimde derin bir nefes aldım.


Parçalanan kurşun yağmuru olabilir...


Patlama olabilir...


Yangın çıkıp bu saray kül olabilir...


Herşey olabilirdi çünkü bütün düşmanları buradaydı. Bizim kuruma bağlı üst düzey yetkililerin hepsi buradaydı. Hava , kara ve deniz ticaretini sağlayan bütün düşmanları ve daha niceleri vardı bu düğünde. Buranın kurtlar sofrasından bir farkı yoktu.


"Toprak..."dedim fark ettiğim şeyin doğru olup olmadığını kontrol etmem gerekiyordu.


"Efendim? Korkutuyorsun beni!"dedi Toprak belimdeki elleri daha da sıkılaşmıştı.


"Magazin... Kameralar yok değil mi? Gittiler!"dediğimde hızlıca etrafı yokladı.


"Gitmişler... Ne demek bu?"dedi yüzüme eğilerek.


"Hani dedin ya geldiğinde ne olacak ? İşte tam olarak bunlar... Dikkatli olalım... Ayrılmayalım..."dedim.


"Diğerleri?"dedi ekibi kast ederek.


"Anna ve Daniel ya da diğerleri... Fark etmişlerdir... Onların görevi önce onları sonra bizi korumak çünkü!"dedim. Bunu ben istemiştim. Benden önce herkesi koruyacaklarına dair yemin ettirmiştim bütün masaya.


Dans etmeye devam ederken iki çift silah sesi duyulunca ortalık karıştı. Herkes çığlık çığlığa köşelere geçerken bizde ayrılmıştık ama ben bağırmamıştım. Beklediğim bir şeydi. Telefonumu ararken Toprak elime vermişti kendi telefonumu. Ne ara ona vermiştim? Ya da o ne ara almıştı? Şu anda sorgulayacak vakit yoktu.


Telefonumu açmaya çalışsam da telefonunun çekmediğini fark ettim.


İtalya'nın göbeğinde telefon çekmiyordu! Bu bile geldiklerinin bir kanıtıydı.


"Telefon çekmiyor Toprak... Bizimkileri bulup Nisan'a yakın konuma geçmeliyiz! Korumamız gerek onu!"dedim.


"Ne oluyor? Neden onu korumamız gerek sadece?"dedi kulağıma. İnsanların arasında itiş kakış ilerliyorduk. İnsanlar kenara çekildiğinden yürümek zordu. Sarayın içinde çorba karıştırıyorduk resmen. Sarayın kapısında beliren ve silahlı olduğumuzu bilin derlercesine elleri belinde içeriye adımlayan adamlardan önce Nisan'a yakın olmam gerekiyordu.


Dimitris ve Rose'u görünce hemen onlara doğru yöneldim. Birbirimizi kaybetmemek adına el ele tutuşmuştuk.


"Dimitris... Nisan?"dedim.


"Ramiro arka çıkışa yakın... İkizler de direkt olarak yanında! Bikiyesin ki biz onunla düşman değiliz...Bir şey olmayacağına eminim..."dedi Dimitris.


Bildiklerimin hepsini bilmiyorlardı. Şu anda buradaki en büyük tehlike Nisan'ın üzerindeydi.


"Ayrıca o artık bir Larmen oldu... Riccardo'ya cephe alamaz..."dedi Rose.


Haklıydılar ve ben gereksiz endişe ediyordum ama Nisan'a birşey olma ihtimali bile kanımı deli gibi kaynatıyordu.


"Haklısın... Ne taraftalar?"dedim. Nikah masanına yakın bir yeri tarif ettiklerinde el ele oraya ilerledik. Castelliler tam anlamıyla içeri girmişlerdi.


"Sen de bir şey var Eliz... Bir şeyden korkuyorsun!"dedi Toprak.


"Evet... Herkes göremese de sen görüyorsun ve umarım sadece de sen görüyorsundur!"dedim fısıltıyla. Duydu mu? Bilmiyordum ama tek bildiğim Nisan'ın yanına olmam gerektiğiydi.


Castelli... Tam adı hâlâ bir sır olan ve sadece soy ismi ile anılan adam biz tam Nisan'ın yanına vardığımızda gelmişti. Biz insanların arasında kalıyorduk ama onları duyabilecek kadar yakındık.


İnsanlar ilk başta şaşırmışlardı ama sonrasında gelen kişinin Castelliler olduğunu anlayınca derin bir nefes alarak eğlencelerine sessiz sessiz devam etmişlerdi. Burada olan herkes Castelli'nin gücünü tanıyordu. Biliyordu. Alışmışlardı.


Bu adam benim vurulmamdaki en büyük etkiye sahip kişiydi.

Bu adam benim hayatta sahip olabileceğim belki de en güzel duyduğudan mahrum bırakabilecek kişiydi.

Bu adam benim beş yıldır hayatımı değiştiren kişiydi.


İçimdeki ateş asla sönmeyecekti...


"Tebrik ederim Larmen... "dedi Castelli , Riccardo'ya.


Riccardo'ya baktığımda ellerinde bana verdiği herhangi bir işaret yoktu. Bu da demek oluyordu ki gerçek Castelli bu değildi. Bu sadece kendini Castelli diye gösteren bir adet Castelli maşasıydı.


"Teşekkürler dostum da... Herkesi bu kadar korkutmana ne gerek vardı?"dedi Riccardo gülerek. Gerçek Castelli'nin bu olmadığını bilse de bunu ortaya çıkaramazdı.


"Olsun... Korku iyidir! Belki de birilerinin korkması gerekir... Biliyorsun ki bu aralar çok fazla maydanoz çıkmaya başladı. Hepsini ayıklamak epey zaman alıyor..."dedi Castelli düşmanlarının hepsine gülümseyerek. Nisan'a baktığımda Leonardo'nun koluna girmişti. Hayır... Ayakta kalmak için destek alıyordu. Yüzündeki o gülümseme ise onu ayakta tutan bir diğer maskesiydi.


Castelli açık açık gözdağı veriyordu...


"Öyledir... "dedi Riccardo.


"Öyle tabi... Mutluluklar çocuklar... Umarım birlikte yaşlanır ve ölürsünüz... Tanrı iyi ölüm versin... Bize müsaade!"dedi ve kapıya yöneldi. Riccardo, Lorenzo ve Olivia onun peşinden giderken ben hemen Nisan'ın yanına gittim. Ortalık yeniden birleşmiş, köşede duran insanlar hayatlarına kaldıkları yerden devam etmişlerdi. Bunu bir reklam arası gibi görüp diziye devam ediyorlardı kısaca. Şarkı kaldığı yerden devam etmiş dans edilmeye tekrardan başlanılmıştı.


"O burada mıydı? Gördün mü onu?"dedim hemen Nisan'a. Kafasını iki yana salladı. Bu çakma Castelli yüzünden değildi bu korku. Bu korku da değildi. Sadece sinirine ve öfkesine hakim olmaya çalışıyordu.


"Neyi görmesi gerekiyordu?"dedi Leonardo sorgulayıcı gözlerle.


"Kimi görecekti?"dedi Toprak , Leonardo gibi.


"Zamanı gelince öğrenirsiniz..."dedi Nisan. Bana da söyleme demek istiyordu. Başımı salladım içi rahat etsin diye.


Yazardan...


Düğünün geri kalanı Eliz ve ekibi için buruk insanlar için güzel geçmişti. Düğünün ardından herkes kendi mekanına dağıtılmıştı.


Evli evine köylü köyüne misali...


Erkekler koltukta sıkıntılı bir şekilde otururken Emel ve Büşra mutfakta bitki çayı yapıyorlardı. Hepsinin rahatlamaya ihtiyacı vardı çünkü. Sinirler gerilmişti.


Eliz odanın içinde dönerken beyninin içinde bir sürü şey dönüyordu.

Nisan'ın yanlış hatırlama ihtimal vardı bunu düşünüyordu ama bekledikleri kişinin gelmeme ihtimali de vardı.

Çok fazla olasılık vardı. Çok...


"Ne yapıyoruz şimdi? Planımız ne? İşler sarpa saracak gibi..."dedi Alp derin bir nefes aldı. Silahlar patladığınında dans eden Büşra'yı nasıl kenara çektiğini hâlâ hatırlamıyordu ama onu orada bırakmadığı için de mutluydu. Ekip arkadaşıydı sonuçta. Her ne kadar atışıp birbirlerini kırsalarda birbirlerine başkaları zarar veremezlerdi.


"Öyle görünüyor... Bu akşam olan o silahlı olay..."dedi Kaan ellerini yumruk yapmış ve dizlerine yasladığı kolları ile kafasına baskı yapıyordu. O anda kendinden çok Emel için korkmuştu. Emel'in tam o anda kendinden uzaklaşacağı tutmuştu çünkü. Kendini bir anda kadınlar tuvaletinde bulmuştu. Sonrasında ise Emel'i bulduğu gibi çıkmışlardı oradan.


"Bu akşam olan sadece bir göz dağıydı ama istediğim gibi gitmeyen şeyler var... Sabah Türkiye'ye dönmemiz gerekiyor..."dedi Eliz. Eli boynuna gitmişti. Üzerindeki tişörtü çekiştiriyordu. Devam etti." Hakkımızdaki soruşturma kalkacak ama diğerlerine göre ulaşacağımız yetkiler daha da fazla olacak tabi..."dedi Eliz hızlı hızlı nefes alıp vermeye devam ediyordu.


"Eliz..."dedi Toprak onun bu hallerinin normal olmadığının farkına vararak.


"Efendim..."dedi Eliz ona dönerek.


"Biraz sakin ol... Hadi gel otur!"dedi yanındaki boşluğu göstererek. Eliz hemen oturdu yanına. Aklındaki tilkiler durmuyordu. Bir sonraki hamleyi düşünmek... Hep bir adım sonrasını hesaplamak... Hepsi onun tilkileri ile oluyordu! Olmak zorundaydı!


"Bitki çayları da geldi... Hayatım seninki bu..."dedi Emel mavi bardağı göstererek. Eliz onu duymuyordu çünkü şu anda kendi dünyasına yoğunlaşmıştı. Emel herkese farklı renklerdeki bardakları dağıttı be yerine oturdu. Toprak'ın önüne siyah... Kaan'ın önüne yeşil... Alp'in önüne gri... Kendisi kırmızı ve Büşra da sarı renkteki bardağı almıştı.


"Sabah hazırlanırsınız... Erkenden çıkarız. Sizin bir evi yoklamanız gerekiyor!"dedi Emel ve Alp'e bakarak. İçini kemiren bir şey vardı çünkü.


"Ne oldu kuzen?"dedi Alp. Kuzi dememişti çünkü şu anda Eliz'in ciddi olduğunun ve şakaya yer olmayacağını biliyordu.


"Alara bugün durum bilgisi geçmedi... Abilerimi aradım. Açmıyorlar! Dedem desen... Öyle! Hadi diğerleri neyse de Alara'nın sessizliği hiç hayra alamet değil Alp..."dedi Eliz. Eli yine boynuna dolanmıştı.


"En son Sinem'e dalmasın diye film izleyeceklerdi. Alara'yı durduralım derken uyuyakalmışlardır!"dedi Emel.


"Ben de onu diyorum işte! Alara uyutur ama uyumaz... Kesin bir şey oldu!"dedi Eliz. Türkiye'den haber alamıyordu. Önünde duran beyaz bardağı aldı ve içmeye başladı.


Bardağı bitirip önüne koydu ve geri yaslanarak gözlerini yumdu.


"Ben şimdi bakarım konumlarına... Evdeki kameralara da sızarım... Sen dert etme!"diyerek yanında getirdiği bilgisayara gömüldü Alp.


"Ben de bir dedemi arayım... Bizim evi yoklayım!"dedi Büşra. Herkes başını salladı. Konuşmak için balkona çıktı.


"Kurumdaki soruşturma kalkınca üzerimize yürürler yüksek ihtimalle ama bu çok sıkıntı değil... Asıl önemli olan! Depo... Anladın mı beni Toprak?"dedi Eliz.


"Evet... O hâlde sabah erkenden buluşalım..."dedi Toprak. Uykusu gelmişti. Eliz de pek iyi değildi. Uyumak herşeyi daha da normal hâle getirebilirdi.


"Dedeler birlikte... Dedenin telefonunun şarjı mı bitmiş öyle dediler... Sorun yok yani..."dedi Büşra içeri girerken.


"Artık birlikte olduklarını sanmıyorum çünkü deminden dedemin bütün güvenlik duvarını al aşa ettim..."dedi Alp sırıtarak. Bir de not bırakmıştı dedesine.


"O halde sorun yok..."dedi Emel.


" Aynen... Hadi düşün önüme de sizi italikler kapmadan odanıza götüreyim!"dedi Alp tasını tarağını toplayıp kapıya yönelirken.


"İtalik?"dedi Eliz kaşlarını çatarak.


"Bu iki gerizekalı aşıklar çeşmesine iki kuruşluk atıp durdular..."dedi Kaan alev çıkaran gözlerle.


"Bunu ise... Bozuklukları artık nasıl attıysa anında gerçekleşti dileği!"dedi Alp. Kaan ve Alp haricindeki herkes gülerken Eliz bütün gün Alp ve Büşra'nın yanlarında duran çocuğun kim olduğunu şimdi anlıyordu.


"Hadi... Büşra bir kere attı! Sen! En son ikilik ikilik diyordun!"dedi Kaan Emel'e. Emel ve Büşra onları önemsemeden odadan göz devirerek çıktılar. Diğerleri de onların peşinden çıktılarında Eliz ve Toprak yine yalnız kalmışlardı.


"Uykun mu geldi?"dedi Toprak'a. Geri yaslanmış ve gözlerini sımsıkı kapatmıştı.


"Bence artık seninde gelmeli..."dedi Toprak daha da yerleşirken koltuğa.


"Yatağa yatsana..."dedi Eliz. Sanki görecekmiş gibi yatağı gösteriyordu.


"Sen yat... Ben böyle iyiyim..."dedi Toprak.


"Toprak nasıl iyi olabilirsin? Koltuğa sığmıyorsun ki!"dediğinde Eliz Toprak tek gözünü açıp koltuğa bir de kendine baktı. Eliz haklıydı. Sığmıyordu.


"Koltuk küçük... Ondan!"dedi Toprak.


"Koltuk değil sen fazla uzunsun! Kalk hadi... Ben bu gece burada yatacağım!"


"Eliz lütfen saçmalamayı bırak ve yatağa git!"


"Sen lütfen o güzel beyin fonksiyonlarını aktifleştir ve yatağa git!"


"Beyin fonksiyonlarım gayet yerinde ama seninkiler kapandı sanırım... Çaydan falan mı oldu?"


"Benimkiler gayet yerinde hatta fıldır fıldırlar!"dedi Eliz elleriyle pervane hareketi yaparken. İkisi de yan yana dönmüş yatak kavgası yapıyorlardı. Uykuları ise çoktan dağa çıkmıştı.


"Hayır... Kapanmışlar belli ki! Yoksa benim yatakta yatmayacağımı anlardın!"


"Anlamak istemiyorum... Oldu mu?"


"Olmadı!"derken ayağa kalktı Toprak.


"Bak gayet de oldu... Hadi kış kış..."diyerek yatağa gösterdi Eliz. Tam koltuğa kurulmuştu ki havalandı. Dudaklarından kaçan çığlığa engel olamamıştı.


"Ne yapıyorsun?"dedi Eliz çatık kaşlarla Toprak'a bakıyordu ama kollarını çoktan koynuna dolamıştı.


"Seni kucağımda taşıyorum..."dedi Toprak. Yatağa gelince bir dizini yatağa bastırdı.


"Ben de onu soruyorum... Neden şu anda kucağındayım?"dediğinde Eliz Toprak sırıttı. Birden Eliz'i bırakınca Eliz'in kollarını hesaba katmadığı için onunla birlikte düşmüştü yatağa.


"Artık değilsin..."dedi kalkarken. Eliz neler olduğunu kavradığında hemen Toprak'ı tişörtünden yakaladı çünkü Toprak yataktan kalkıyordu. Eliz tuttuğu tişörtten destek alarak doğruldu.


"Bana bak! Beni yatağa atıp kaçamazsın tamam mı?! Bu gece burada sen yatacaksın!"dediği gibi Toprak'ı çekince Toprak dengesini kaybedip tekrar düştü yatağa ve o sırada duymamaları gereken bir ses duydular. Eliz hemen tişörtü bıraktı. Toprak da kafasını yastıktan kaldırdı. Birbirlerine döndüler. Sonra Eliz yavaşça yutkunup yatağa baktı.


"Toprak... Yatağı kırdın!"dedi Eliz.


"Kimin yüzünden acaba..."dedi Toprak yatakta oturur pozisyona gelirken.


"Nasıl açıklayacağız?"dedi Eliz. Birazdan yorganı kemirmeye başlayacağı kesindi.


"İşte... 1040 numaralı odanın yatağı kı-"derken Eliz yüzüne yastığı vurmaya çalıştı ama hemen kaçtı Toprak. Sonrada gülmeye başladı.


"Bana bak gebertirim seni! Nasıl diyeceğiz diyorum! Bu otelin sahibi... Offf!"dedi Eliz ve kafasını yastığa gömdü.


"Kim ki?"dedi Toprak gülmemeye çalışarak.


Aklına sadece iki ihtimal geliyordu. Ya cıvık yumurta dediği Dimitris olabilir diye düşündü. Ya da düzeltme sevdalısı Lucas...


"Dimitris!"dedi Eliz başını kaldırıp geri gömerken Toprak kahkaha atmıştı. Kızarmıştı. Hem utançtan hem de sinirden. Kaldırdı başını koydu yastığı yerine. Döndü sırıtan toprağa.


"Kalk git yat koltuğunda! Manyak herif! Yatağı da kırdın zaten!Sana iyilik yapan da kabahat!"dedi ve yorganı üstüne çekmeye çalıştı ama Toprak üzerinde oturduğundan çekemiyordu.


"Toprak!!!"dediğinde Toprak kalktı ama gitmeyip yorganı kaldırdı ve içine girdi. Eliz tam gitti diye rahat nefes alacakken nefesi boğazında kaldı ve yatağın göçen tarafına yatan Toprak'a baktı.


"Ben seni demin kovmadım mı?"dedi sinirli bir şekilde.


"Kovdun da... Sana gideceğimi kim söyledi?"dedi Eliz'i kendi silahından vurarak. Eliz bir hışımla yataktan kalkıyordu ki Toprak Eliz'in beline doladı kolunu. Çıkmasına izin vermediği gibi daha çok çekti yanına.


"Eliz... Bak çok yoruldum... Şimdi gideceksin balkona! Uyuyakalırsın orada... Ben de burada uyuyakalırım... Sonra hasta olursun!"dedi gözlerini kapatıp kafasını Eliz'in saçlarıma gömerken.


Eliz'in diyecek hiçbir şeyi yoktu bu noktada. Toprak'ın dediği şeyleri düşünüp öyle cevap vermesi gerektiğini biliyordu. Tepki bile vermedi. Sustu ve kendini düşünceler ile uykuya teslim etti.


♪♪♪♪♪♪♪♪♪♪♪♪♪♪♪♪♪♪♪♪♪♪♪♪♪♪♪


"Kim girmiş olabilir kim?"dedi Alara bilmem kaçıncı voltayı atıyordu.


"Alara... Başım döndü. Yarın Eliz gelince açıklarız durumu... Kontrol ettik kayıtları... Hem saldırı olmuş kameralara hem de bizim katın kameraları mesajdan bir saat önce devre dışı olmuş!"dedi Yağız. O da bilmem kaçıncı kez açıklıyordu bunu. Dedesi az önce gelmişti ve hemen onun yanında almışlardı soluğu. Dedesi bir siber saldırı olduğunu ve dedikleri saatten bir saat önce de kameraların devre dışı olduğunu söylemişti. Siber saldırı notunu da ekrandan silmeden önce hafızasına kazımıştı.


"Eliz aradı yine..."dedi Yiğit.


"Kapat telefonu... Şu anda onunla konuşamam..."dediği Alara. Yiğit telefonu kapattı.


"Odada herşey yerli yerinde görünüyordu!"dedi Yağız.


"Evet ama kim ne için girdi bilmiyoruz ki! Sinem... Sevim... Okan... Yaman... Ayça... Kaya... Hangisi? Onlardan başka şüpheli yok şu anda!"dedi Alara. Sinem ve ekibini daha doğrusu bütün şüpheli listesindeki kuzenlerini saymıştı.


"Belki de hizmetlilerden..."dedi Yiğit.


Alara bir anda durdu. Onları hesaba katmamışlardı.


"Olabilir mi? Ne işleri olabilir?"dedi Alara.


"Bugün günlerden Perşembe... Yıkama günü yarın... O yüzden gelmiş olabilirler!"dedi Yiğit.


"Mantıklı..."dedi Alara heyecanlı bir şekilde. Sonra kafasından hemen iş dağılımı yaptı.


"Hayriye, Kenan ve Jülide... Sen de Yağız! Hulusi, Fatma, ve Gizem sen de Yiğit... Ben de Esma ve Serpil... Anlaşıldı mı?"dedi Alara kapıya yönelirken.


"Biz neden üç de sen iki?"dedi Yağız yerinden kalkarken.


"Zaten sizinkiler de bana kalacak neyin hesabını yapıyorsun?"dedi Alara kapıyı açıp kendini dışarı atarken. Merdivenleri ikişer üçer inerken hedefinde bütün hizmetliler vardı!


☁️☁️☁️☁️☁️☁️☁️☁️☁️☁️☁️☁️


Eliz Erçil Karayel...


Gözlerime dolan ışıklarla yavaş yavaş ayılmaya başladım. Vücudum tutulmuş gibidi. Neden? Ben neden hareket edemiyordum? Saçlarımın arasında hissettiğim nefes ile bir anda bilincim yerine geldi. Bu şekilde uyuyakalmıştık değil mi? Sabaha kadar nasıl put gibi kalmıştık?


Hayret...


Hâlâ sıkı sıkı tutuyordu beni. Belimin etrafındaki kolları hareket edip beni serbest bırakınca nefes verdim. Ne zamandan beri nefesimi tutuyordum?


"Günaydın!"dedi bana bakarak. Sonra yüzüne o alaycı gülümsemesini koydu." Sana da aymış baya..."dedi yataktan kalkarken. Sanırım çatık kaşlarıma deminden laf etmişti. Kapanan kapı sesinden banyoya girdiğini anlayınca yorgana tekrar sarıldım ve yönümü balkona döndüm. Hava kapalıydı. Yağmur yağıyordu. Kalkıp hazırlamam gerekiyordu ama benim pek halim yoktu. Hatta boğazım da acıyor gibiydi ve bu acımanın sonrası daha kötü olacaktı. Biliyordum ve sanırım gerçekten hasta olmuştum.


İlaçta kullanmazdım... Ne kadar güzel!


Tekrar kapı sesi duydum. Aynı şekilde yatıyordum ki üzerimdeki yorgan bir anda çekildi.


"Kalk hadi... Saat yediye geliyor! Sabah sabah kurulu alarm gibi uyanman da bir garip..."dediğinde somurtarak çıktım yataktan. Daha doğrusu kırık olan taraftan kayarak çıkmıştım.


Ama uyku konusunda haklıydı. Ben erken uyanan ama yataktan çıkmak istemeyen gruptandım.


"Sen bana trip mi atıyorsun?" dediğinde kafamı olumsuz anlamda salladım ve banyoya girdim. Konuşmayı denedim ama... Boğazımın acıması yetmezmiş gibi bir de sesim kısılmıştı. Çıkmıyor, yok gibiydi!


Banyodaki işlerimi halledip çıktığımda hazırdım. Toprak çoktan valizleri kapatmış ve etraftaki eşyalarımızı toplamıştı. Herşey tamamdı. Yatak haricinde. Artık ona üzülmemin bir anlamı yoktu. Bir güzel laf yiyecektim Dimitris'ten. Hava işi ile uğraşmayı bırakmadığı gibi dikili bir ağacım olsun dercesine almıştı bu oteli!


Almaz olaydı!


Girişteki o logoyu gördüğüm anda anlamıştım ama sesimi çıkarmamıştım. Şu anda da çıkmıyordu ki!


Tam dış kapıya yönelmiş onu açıyordum ki benim açtığım kapıyı kapattı Toprak.


"Senin neyin var? Tripte atmıyorum dediğine göre... İyi misin?"dediğinde yüzüme eğildi ve ateşime baktı.


"Ateşin var biraz .. Bir dakika... Sen neden konuşmuyorsun sabahtan beri?"dedi sorgular bakışlar atıyordu.


"Çünkü sesim kısıldı ! Oldu mu?"dedim kısık sesimle. Gülmek ile gülmemek arasında kalırken onu ittirip kendimi dışarı attım. O da peşimden geldi. Güldüğünü nefes seslerinden anlıyordum.


Bu sefer aşağıya inmek yerine terasa çıktık çünkü helikopter otele inecekti. Dimitris'ten ufak bir jestti. Bundan da kesin bir şey isterdi ya! Listeye birde yatak eklenmişti. Herkes uykulu bir şekilde bindiğinde benimde onlardan farkım yoktu. Yolculuk boyunca kimse konuşmadı. Uyuyorlardı çünkü. Ben ve Toprak uyumuyorduk. Ben gözlerimi kapatmış uyku ve uyanıklık arasında kalırken Toprak durmadan ateşime bakıyordu. Bugün bir de randevum vardı değil mi? Ne kadar erken o kadar iyiydi.

Yarın sabahtan da kuruma başlardık artık.


Uçaktan indiğimizde ekibin geri kalanı bizi almaya gelirken Alev haricindekilerin yüzü sirke satıyordu.


"Eliz..."diyerek bana sarıldı Alara.


" Ne oldu? Dökül bakayım! Bir şeyler döndüğüne emindim zaten!"dedim kısık sesimle.


"Odana girmişler... Biz gidene kadar da çıkmışlar..."dedi Alara. Kaşlarım çatıldı. Demek odama girmişlerdi!


"Odamın fotoğrafları..."dedim ve elimi uzattım. Alara hemen telefonunu çıkardı ve fotoğrafları açıp elime bıraktı. Odamın başına böyle bir şey geldiğine göre bana elbetteki fotoğraf ile geleceklerdi.İnceledim. İnceledim. Evire çevire aklıma kazıdığım odamdaki o farklılığı yaklaşık on dakika sonda buldum. Üşümemek adına havalimanına girmiştik neyseki.


"Kasamı kurcalamışlar..."dediğimde kısık sesle dokuzu da bana hayretler içinde baktılar.


"Göz göz değil ki mübarek büyüteç!"dedi Alp. Diğerleri de onu onayladılar.


"Beni iyi dinleyin. Odama gidip odaya girdiğinizde tam karşınızdaki tabloyu kaldırın ve arkasındaki gizli kasaya bakın... Şifresi... Akşam sefası... Zaten gayet kolay bir şifre!"dedim telefonu geri vererek.


Tablonun arkası başka bir renk ile boyalıydı. Odanın bir kaç yeri de öyle olduğundan açığa çıksa da şüphe çekmezdi ama açığa çıkması için önce oynanması gerekirdi.


"Neden o kadar kolay bir şifre koydun?"dedi Alev.


"Oltaya takılsınlar diye..."dedim ve göz kırptım. Alara çatık kaşlarla bana baktı.


"Ne yani? Sen şimdi odana girenin burnundan fitil fitil getirmeycek misin?"dediğinde güldüm.


"Ben değil ama eline geçirdiğini sandığı belgelerin içinde yazanlar onunla benim yerime uğraşacak!"


Alara birden üzerime atlayınca geri doğru gittim ama arkamda bekleyen Toprak sırtıma destek verince geri doğruldum.


"Şu anda üzerimden nasıl bir yük kalktı bilemezsin! "


Benim de üzerimden kalksa keşke!


"Ben dedim sana çöreğimi arayalım diye!"dedi Yağız abim.


"Bunu gerçekten dedi!"dedi Yiğit abim.


"Bence sonra devam edelim..."dedi Emel. Yere yapışmasına ramak kalmıştı.


"Bence de..."dedi Büşra.


Yürümeye başladık.


"Bunlara ne oldu?"dedi Alev.


"Çeşmede fazla dilek dilediler!"dedi Alp.


"Alpp..."diyerek seke seke Alp'in yanına ilerledi Alara. Derdini anlamayan yoktu zaten. Otoparka geldiğimizde yollarımız burada ayrılıyordu. Hepsi ile yarın görüşmek üzere vedalaştıktan sonra eve gitmek için arabaya geçtik.


Benim hastaneye gitmem gerekiyordu. Eve gidip gelmekle zaman kaybetmesem iyi olurdu sanki... Aracın içindeki sessizliği böldüm hemen.


"Beni hastaneye bırakır mısın?"dediğimde sadece başını salladı. Yirmi dakika sonra hastaneye gelmiştik. Trafik zulümdü!


Arabadan indim. "Sen eve geç... Benim işimin ne kadar süreceği belli olmaz..."dediğimde başını salladı. Kapıyı kapatmam ile gök gürlemesi aynı anda olmuştu.

Hızlıca hastaneye girdim. Randevu almama gerek yoktu. Ben acil hastalardan olduğum için doktorum boş ise direkt giriyordum. Doktorum genelde hep boş oluyordu da neyse...


Yine iki saatten uzun sürmüştü. Bir de üstüne hasta olduğum için azar da yemiştim.


Mükemmeldim yine.


Herşey çok mükemmeldi.


Dünya üzerime üzerime geliyordu.


Hepsi yetmiyormuş gibi telefonuma Dimitris tarafından mesajları saymak istemiyorum bile. Hatta gördüğüm dakika engel atmıştım kendilerine.


Hastaneden çıkınca soğuk hava suratıma buz gibi çarptı. Bugün ekimin ikisiydi ve hava yağmurluydu. Hava bile ruhumu yansıtır gibi ağlıyordu. Etrafıma bakınıp taksi arayacağım sırada bir şey dikkatimi çekti.


Gitmemişti...


Yağan yağmura aldırmadan yavaş yavaş yürüdüm arabaya. Açtım kapıyı, girdim içeri. Kafasını koltuğa yaslamış öylece bekliyordu.


İki saattir ne halt yiyordu burada?


"Neden gitmedin?"dediğimde kısık sesimle, oarabayı çalıştırmıştı. Zaten bir sürü azar yemiştim sesim gittiği için. Doktorum olacak beyefendinin de dertleri çoktu tabi... İki saat boyunca dedikodu etmiştik resmen.


"Yağmur yağıyordu... Islanma istedim. Hastasın hem..."dedi Toprak.


Vallahi bir gün beni benden çok düşünmesi kalbime indirecekti.


Ne yapacağım ben?


Tüm bu olanlar... Hepsi dedemin suçuydu. Tutturdu bir ekip ekip. Sonra dedin birlikte yaşayın! Bu aramızdaki şeyi fark edemedi mi yoksa fark edipte mi böyle davrandı? Bir ara kenara çekip konuşmam gerekecekti. Onca işimin arasında kalbimin hızlı hızlı atma olayına engel olmamasının elbette bir bedeli olacaktı.


"Teşekkür ederim..."dedim. Koltukta iyice yerleştim ve yönümü ona döndüm.


"Ne için?"dediğinde kaşları çatıktı.


"Her şey için... Yanımda olduğun için... Her anlamda beni yalnız hissettirmediğin için..."dedim derin bir nefes aldım. Dışarıdan her ne kadar yalnız görünmesem de içeriden çok yanlız bir insandım. Ailem vardı. Kuzenlerim. Kardeşlerim. Can dostlarım vardı ama onlarda bir yere kadar görebiliyordu. Ya da ben fazla iyi saklıyordum ama ondan hiçbir şey saklanılmıyordu. Görebilmek her zaman benim için önemli bir şeydi ve o beni görebiliyordu...


Beni benden iyi tanımaya başlamıştı. İyi mi kötü mü bilmiyorum ama bende onu çözümlemeye, tanımaya başlamıştım...


Yanacaktık...


Hem de cayır cayır...


"Ben de teşekkür ederim..."dediğinde bu sefer kaşları çatılan taraf bendim.


"Ne için?"dedim onun gibi.


"Bana güvenip kendini gösterdiğin için..."


☁️🌥️☁️🌥️☁️🌥️☁️🌥️☁️🌥️☁️🌥️


Garip bir durumdu ama ayakkabıların çıkardığı sesi severdim. Ben topuklu ayakkabılar boyumu uzatsın diye giymezdim. Ben bir yetmiş iki boyumla gayet iyiydim. Ben topuklu ayakkabıyı sesi için giyerdim. Yere çarptığı anda çıkardığı o tok ses... Bazen çok güzel bir ritim oluştururdu. Rahatlatırdı beni. Bazense gerilim yaratıp gererdi.


Ama şu anda duyduğum ikisi de değildi.


Şu anda çıkan ses nefretin ayak sesleriydi.


"Aaaa bakın kimler gelmiş... Beni tebrik etmeye mi geldin yoksa?!?"diyerek bana yaklaşan Sinem'in ayağından geliyordu bu ses. Üzerindeki elbise bu gecenin sonunun bir parti ile sonlanacağını belli edercesine göz kırparken kızarıklık ise beynimden aşağıya soğuk sular dökülme nedenimdi.


Saat kaç mıydı? Şu anda kesinlikle kaçmalıydı... Ama saat sabahın sekiziydi.


Ben daha yeni işe gelmiş ve Toprak'tan yeni ayrılmış, asansörden yeni inmiştim ki inmez olaydım. İndiğim gibi bütün hayat enerjim toplanıp köşede duran çöp kutusuna siyah poşete bile gerek kalmadan atılmıştı. Her ne kadar konuşmak istesem de sesim kısılmıştı.


Olacak iş miydi şu anda bu?


Ne ara ajan olmuştu bu?


Benim neden haberim yoktu?


Ayrıca neden aynı kattaydık?


Birinin bütün sorularıma cevap vermesi gerekiyordu. Hem de hemen... Acilen....


"Sonunda becerebilmişsin ajan olmayı..."dedim pürüzlü sesime bir kez sinirlendim.


"Aaa... Hasta mı oldun sen? Keşke gelmesiydin! Ben senin yerine de idare ederdim... Zaten sana yardımcı olabilmek adına bu kata geldim!"dediğinde sinir krizime ramak kalmıştı. Beni sabote edebilmek adına burada olduğunu söylüyordu. Birde sırıtıyordu karşımda. Etrafımızdan geçen insanlar bu mallar ne yapıyor böyle koridorun ortasında der gibi bakıp giderken bir kez daha onu seçtiğim için kendime aferin dediğim yardımcım geldi koşarak yanıma.


"Eliz Hanım... Günaydın!"diyerek yanıma ulaştı Bulut.


Varya seni çok seviyorum çocuk!

Kurtar beni şu cadıdan...


"Kim bu? Asistanımız mı?"dediğinde göz devirmemek adına zor durdum. Kız benim olan ya da benimle bağlantılı her şeye ortak ediyordu kendini.


"Sizin kim olduğunuzu bilmiyorum ama sadece Eliz Hanım'ın asistanıyım..." dedi Bulut sonra bana döndü." Özür dilerim Eliz Hanım..."dedi ve Sinem'e döndü.


Sakın benden bir daha özür dileme Bulut! Sinem'in bu mor keleme benzeyen yüzünü gördüm ya senin sayende. Dile benden ne dilersen!


"Bu asistan benimle nasıl böyle konuşabiliyor?"dedi Sinem , gözü seyirmeye başlamıştı bile. Şu anda zevkten dört köşe olmuşken bu sefer çöp kutusuna giden enerjiler benim değil Sinem'indi.


"Ağzı var dili var... İstediği gibi konuşabiliyor..."dedim ve Bulut'un koluna girerek onu da kendimle birlikte yürüttüm. Hâlâ konuşuyordum ve Sinem'in bir çok rengin olduğu palete döndüğüne emindim.


"Bir de düşünme kısmı var tabi ama o sende olmadığı için anlamaman normal... Zorlama çok kendini!"dediğimde elimi öne uzattım. Bulut'ta hemen elime vurdu.


Ondan sonunda uzaklaşmıştık. Bir cehennem dakikalarını daha arkada bırakmıştık.

"Sen neden ona karşı antisin bakalım?"dedim. Zeki bir çocuktu ama yeni başlayan birine böyle yaklaşmış olmazdı. Zeka küpü kesin bir şey biliyordu.


"Alara Hanım anlattı bir şeyler... Eğer ikinizi yan yana görürsem de sizi kurtarmamı istedi..."dediğinde saçlarını karıştırdım.


"Eliz hanım lütfen saçlarımı rahat bırakır mısınız? Ben bunları yapmak için sabah beşte kalkıyorum!"diye yakınıp benden uzaklaştığında kahkaha attım. Odama girdiğimde o da peşimden geldi. Koltuğuma oturdum. Ona da oturmasını söyledikten sonra o da çekine çekine oturdu.


"Anlat bakalım... Ben yokken neler oldu ajan..."dedim ve geri yaslandım.


"Hangisinden başlayayım?"dediğinde gözlerim parladı. Gerçekten çok doğru bir asistan seçmiştim.


Doğu bana bu yüzden vermek istemiyordu bu çocuğu.


"Bekle... Çayı nasıl içersin?"dediğimde şaşkın şaşkın baktı. Ben çoktan kurum telefonunu almıştım bile elime.


"Deniz... Bize iki çay yanında şeker de getir... Bir de bir paket çekirdek. Evet tuzlu olacak! Kalmadı mı? Doğukan için ayırdıklarınızdan getirin o hâlde!"dediğimde Bulut hâlâ şaşkın şaşkın bakıyordu.


Yerimden kalktım ve karşısına oturdum.


"Bakma öyle... Ben senin önceki despot patronuna benzemem... Şu anda bana kurumdaki dedikoduyu verecek tek kişisin ve ben de seninle dedikodu saati düzenliyorum... Anladın?"dediğimde kapı çalındı. Deniz içeriye istediklerim ile girip çıktığında hemen Bulut'a döndüm.


"Şimdi dökül kıvırcık..."dediğimde o da gülümsüyordu artık. Elime aldığım çekirdek ile geri yaslandım ve Bulut'u dinlemeye başladım.


Üç saat sonra...


"Eee kıvırcık... Sonra ne oldu?"dedim. Bilmem kaçıncı bardak çayımı içiyordum. Tabi devirdiğimiz demlikleri saymıyordum. Bulut her katta olan dedikodulara hâkimdi. Maşallahı vardı kısacası. Kaç saattir oturuyorduk bilmiyorum ama ikimizde ayakkabılarımızı çıkarmış bağdaş kurmuş oturuyorduk. Abilerim, Emel, Alp ve Alara'yı dedikodumuza katmadığım gibi odadan da kovmuştum. Yaklaşık bir saate yakın zamandır da rahatsız edilmiyorduk.


"Alara Hanım neden bu kata taşındığına dair dedeniz ile konuştu. Geri döndüğünde çakmak yaksak çıkardığı ateş utanıp geri girerdi yani... Sonrasında abilerinizin onu toplantı odasına kapatması ve beni de kapıya dikmeleri ile sonlandı. Bugün ise... Sabah geldiğimde yeni masalar gelmişti. Sanırım yeni başlayan ajanlar için... Daha da yok vallahi."dediğinde kafamı salladım.


Daha ne olabilirdi ki?


Kapı çalınca ikimizin de bakışları oraya çevrildi. Kapıyı açıldığında gelenin sahte sıfatının bir an önce yok olması gerektiğini düşünen tarafımı harekete geçiren sahte sevgilim geldi.


"Eliz?"dedi. Bulut'a baktı. Sonra da masaya ve yerdeki ayakkabılara. Yüzünde oluşan tebessüm ile kapıyı kapatıp yanıma geldi. Bulut çoktan ayaklanmıştı.


"Eliz Hanım... Ben gideyim bir hava alayım!"dediğinde sırıttım.


Hava almak... Dedikodu toplamak demekti.

Hadi bakalım Bulut. Sana kolay gele...


"Ne yapıyorsun sen böyle?"dediğinde topuklu ayakkabılarımı çoktan giymiştim. Hâlâ sırıtıyordum. Dinlediğim dedikodular şifa gibi gelmişlerdi.


Ayağa birden kalkınca otururken ara ara yoklayan ama Bulut'a çaktırmamak için kırk takla attığım sancılar zamanı gelmiş gibi akın ettiler karnıma, kasıklarıma... Yüzümdeki gülümseme solmasın diye büyük bir çaba sarf ederken vücudum bükülmesin diye büyük bir direniş gösterdim. Toprak bir şeyler söylüyordu ama şu anda ona dikkat veremiyordum zira ayakta olmak daha da acı veriyordu bana.


"Eliz... Bana bak bakayım... Neyin var senin? Betin benzin attı..."dedi. Parmakları yine çenemi bulmuştu. Omuzlarım dik bir şekilde gülümsemeye çalışıyordum.


"İyiyim... Sen... Neden... Geldin?"dedim. Sesim hâlâ düzelmemişken bir de sancılar yüzünden kesik kesik konuşmam dediklerimi daha da yalancı çıkarıyordu.


"Baya iyisin..."dedi yaklaşarak. Ellerini belime koydu." Sen neden dik durmuyorsun? "dediğinde belime baskı uygulaması canımı acıtıyordu ve bunu bilerek yapıyordu çünkü şu anda yüzümde otuz iki diş sırıtan maskem vardı.


"Duruyorum... Sen... Dikkatli... Bakamıyorsun..."dediğimde baş parmakları karnıma baskı yapınca acılı bir nefes verdim.


"Toprak..."dedim acı içinde. Daha fazla dayanamamış ve yüzümü buruşturmuştum.


"Nereye kadar dayanacağını merak ediyordum doğrusu..."derken beni geri koltuğa oturtmuştu. Masanın üzerinden çantamı aldı ve koluna geçirdi. Bunu gerçekten yaparken ben çatık kaşlarım ile onu izliyordum.


"Ne yapıyorsun?.. Ya da ne yapıyoruz?.." dedim derin nefesler almamaya çalışarak.


"Hastaneye gidiyoruz..."dediğinde beni tekrar ayağa kaldırmıştı ama bunu çok dikkatli yapmıştı.


"Neden?"dedim. Acaba neden ifadesine büründü hemen.


" Onu bunu bırak da sen neden geldin?"dedim konuyu değiştirmek için.


"Öğlen oldu. Yemeğe gideriz diye düşündüm. Sonra da dedelerin yanına çıkmamız gerekiyor. "


"Bundan benim neden haberim yok?"derken büyük bir çaba sarf ettim çünkü karnıma bıçaklar saplanıyordu resmen. Saplansa daha az acır gibiydi.


"Asistanlardan haber göndermişler aslında ama sen asistanını esir aldığın için öğrenemedin muhtemelen."derken kapı çalındı ve Bulut göründü kapıda.


"Eliz Hanım öğleden sonra dedenizin yanına gitmeniz gerekiyor."dediğinde başımı salladım. Hemen gitti Bulut.


"Ben de bundan bahsetmiştim."dedi. Siyah gözlerini bana doğrultu.


"Eee gitmiyor muyuz?"dedim. İleri adım atmayı düşündüm ama adım atmaya çalışmak bile zor gelir miydi bir insana...


Gelirmiş... Yirmi dört yaşımda bunu da öğrenmiş oldum.


"Gidiyoruz ama önce hastaneye!" dediğinde ben daha ne dediğini idrak edemeden beni kucağına aldı.


Vallahi yetişemiyordum bu adamın hareketlerine... Hızına...


"Ne yapıyorsun?"dedim ama beni umursamadan kapıyı açtı ve koridora çıktık.


"Abimlere nasıl bir açıklama yapmayı düşünüyorsun?"dediğimde sırıttı.


"Abinler ben gelirken odana kim gidecek de yemeğe çağıracak tartışması yapıyorlardı. Sanırım hepsini odadan kovmuşsun... Arkamdan iddiaya giriyorlardı ve seni yemeğe götürmeyeceğime hepsi iki yüz lira koydular ortaya..."dediğinde lafını kestim.


"Gidersek kazanmış olacağız..."dediğimde başını salladı. Büyük koridora çıkarken Sinem ile anlık bakışlarım kesişmişti. Bakışları önce bende sonra da Toprak'ın boynuna sardığım kollarımda oyalanmıştı. Bize doğru geliyordu.


"Evet ama önce ha-"derken elimle ağzını kapattım. Bana ne yapıyorsun bakışı atarken geldi sinir bozucu kişilik.


"Eliz... Ne oldu sana hayatım?"


Hayatın batsın Sinem... İnsanda hayat sevinci mi bırakıyorsun Allah aşkına?


"Ayağım... Ayağım burkuldu da..."dedim ayağımı göstererek.


"Tüh... Yazık olmuş! Sen şimdi göreve falan da gelemezsin!"dediğinde kaşlarım çatıldı.


"Ne görevi?"dediğimde arkadan başka biri ismimi seslendi.


"Eliz Hanım..."diyerek ortama giriş yaptı Bulut.


"Doğukan Bey sizi çağırıyor ve acil olduğunu söyledi. Dedeleriniz de oradalarmış..."dediğinde Toprak'a baktım. Anlaşılan o da bilmiyordu.


"Ben giderim istersen senin yerine!"dedi hemen Sinem.


"Özellikle Eliz Hanım'ı istediler!"dedi Bulut ısrar ederek. Sinem hemen bozuldu tabi.


"Tamam şimdi geçiriyoruz... Sonra mümkünse görüşmeyelim..."dediğimde Toprak zaten bana bakıyordu. Yürümesini işaret ettiğimde Bulut da bizimle birlikte ilerlemişti.


"Eliz oraya sonra gidiyoruz!"dedi. Hastane diye tutturuyordu ama hastanede hiçbir şey yapmayacaklarını biliyordum. Yavaş yavaş geçmeye başlamıştı zaten sancılar. Arada yoklardı böyle ama yarın hiçbir acım olmazdı. İlk seansta öyleydi tabii. Sonrası ne olacağı meçhul.


"Ne ? İyiyim ben!"dediğimde kucağından inmek için hamlede bulundum ama indirmediği gibi daha da sıkı tutmaya başladı.


"Önce hastane! Sonra gideriz Doğukan'ın yanına!"dediğinde Bulutta diğer taraftan atladı hemen.


"Hasta mısınız Eliz Hanım!"dediğinde Toprak'a göz devirip ona döndüm.


"Sence oradan bakınca hasta gibi mi duruyorum Bulut?"dediğimde anında cevap geldi.


"Bulut dediniz... Turp gibisiniz Eliz Hanım... Ayrıca Sinem hanım arkamızdan patlıcana dönüşüyordu!"dediğinde tatmin olmuştum. Toprak dehşet içinde ikimize bakıyordu.


"Asistanın ile arandaki bu uyum... Neyse... Sorgulamıyorum da Sinem kim?"dediğinde asansörden indik.


"Kuzenim... Maalesef ki!"dediğimde dövmelerimiz okunuyordu. Bulut'un da dövmesi burayı açıyordu. O da bizimle birlikte girmişti yani.


"İlaç iç bari..."dedi Toprak kulağıma doğru.


"İlaç kullanmam yasak..."dediğimde ofladı.


"Eliz hanıma bitki çayı yaptır..."dedi Bulut'a. Bulut anında toz oldu. Bu çocuk çok başkaydı.


Toplanma alanına yaklaşırken artık inmem gerekiyordu. O kadar insanın içine kucakta giremezdim.


"İndir artık beni..."dediğimde kafasını salladı. Vallahi kaşınıyordu. Kaşırdık o hâlde.


"İndirmiyor musun?"dedim tekrardan.


"Hayır..."dedi.


"Ne diyeceğiz içeridekilere?"


"Ayağının burkulduğunu söylemedin mi?"


"Toprak..."


"Eliz..."dedi benim gibi ama benden günah gitmişti. Karnımdaki ağrı geçmişti ama inat ederek beni bırakmıyordu. Acılı bir nefes verip yüzümü buruşutup elimi karnıma götürdüğümde adımları durdu.


"Ne oldu?"derken elleri gevşemişti. Bundan yararlanıp atladım kucağından.


"İndir demiştim... Buna sen mecbur bıraktın beni... Hiç Eliz meliz deme bana!"dedim ve kapıya doğru yürüdüm. Yaptığım yanlıştı farkındaydım ama daha fazla göze batamazdık. Arkamdan oflayarak geldiğini duyarken ona dönmeden kapıyı açıp içeri girdim. Sadece ikimizin dedesi ve Doğukan'ın ekibi vardı. Diğerleri neden yoktu?


"Dede? Neler oluyor? Öğleden sonra buluşmayacak mıydık?"dedim onlara temkinli adımlar atarak.


"Öğleden sonra başka bir toplantı var kızım... Bu deminden gerçekleşen bir durum ve sadece sizi çağırdık! Burada olduğunuzu kim biliyor?"dedi.


"Sinem... Bir de Bulut... Haber ondan gelmişti zaten!"dediğimde Sinem'in bilmesi dikkatimi çekmişti. Bu görevi mi bahsediyordu? Başka bir görevi mi kast ediyordu?


"Sinem? Neyse... Dün gece Ankara'daki şubeye bir saldırı olmuş ve bir zarf daha konulmuş... Bugün buraya postalandı ve yeni ulaştı elimize..."dediğinde dedem zarfı bana uzatmıştı.


Bir saldırı daha mı?


Yeni bir zarf daha mı?


Mı eki benden bıktı yani...


Türkiye'nin her bir ilinde bir kurumumuz vardı ama ilk ve hepsinin yönetildiği kurum burasıydı.


"Neden baskın yapılmış?"derken Toprak, ben zarfı açmıştım. İçinden bir sürü fotoğraf ve bir kağıt çıkmıştı. Hayranım bana mektup mu yazmıştı?


"Bilmiyoruz... Eliz? Sen yakın zamanda herhangi bir hamle yaptın mı?"dedi dedem. Doğukan en başından beri bu olayın içinde ama olayların detayını bilmeden biz ne istersek yapan taraftı. Onu oyuna ben değil dedeler sokmuşlardı.


"Hayır..."derken fotoğraflara bakıyordum. Toprak da benimle birlikte bakıyordu. İtalya'da gezerken çekilen fotoğraflarımızdı bunlar. Düğünde çekilenler de vardı. Resimleri Toprak'a verirken kağıdı açmaya başladım. Kalbim hızlı hızlı çarpıyordu kafesine. Toprak de benimle birlikte okurken dediler ve Doğu resimlere bakıyorlardı.


" Havada bizi yaşatan bir gaz var değil mi? Oksijen diyorlar... Nefes alıp vermemizi o sağlıyor sonuçta... Sen rahat nefes alıp verebiliyor musun? Veriyorsun ama bir yere kadar..."dediğinde elim boğazıma gitti ve kolyeme dokunmaya başladım." Ben sen nefes alamadığında daha da rahat nefes alıyorum. Bil diye söylüyorum. Nefeslerini kesen bendim ve yarım kalan işimi de yapacağıma emin olabilirsin... Yanındakine... Yakınındakilere... Sevdiklerine ve sanırım senin için en önemlilerinden biri olan sevgiline dikkat et..."Elim titremeye başlamıştı. Dedeler ve Doğu da okuyordu artık." Nefes alırken görmezsin havayı ama karanlık görünür... Öğreneceksin Eliz. Ya da biliyorsundur Eliz. Hatırla... En güzel tatil yerini hatırla..."


Kağıt elimden düşüp giderken başım dönmeye başlamıştı. Kafamdaki sesler karışıyordu. İçerisi bir siyah oluyordu bir beyaz... Bana sesleniyorlardı. Öğreneceksin Eliz diyordu kafamdaki ses. Karanlıktı. Yalvarıyordum. Ne olduğunu bilmiyordum. Ama onlar ne olacağını biliyorlardı. Bakmak görmek istediğim herşey karanlıktı. Karanlık kötüydü. Kötüsün... Kötü bir insan mıydım ben? Nefes neden almıyordum? Kötü kokuyordu. Nemli... Rutubet kokuyordu...


"Karanlık... Çok karanlık..."dediğimde birisi koluma dokununca istemesizce çığlık attım. Görmüyordum. Gözlerimi sıkı sıkı kapatmıştım ama açamıyordum...


Ben neyi gözden kaçırıyordum?


Kendimi kaybediyordum...


Yazardan...


"Eliz?"diyerek koluna dokundu Orhan Karayel. Kalbi şu anda korku pompalıyordu. Eliz'in attığı çığlık ise daha da endişelendirmişti onu. Eliz'in şu anda krize girdiğini biliyordu ama nasıl davranacağını bilmiyordu. Krize girmişti ve kimseyi kendine yaklaştırmıyordu. Gözlerini sımsıkı kapatmıştı. Bir eli boynundayken diğer eli yumruk olmuştu ve kanıyordu. Tırnakları elinin içini kesmişti çünkü. Nefesini tutuyordu çünkü o koku geliyordu her nefes aldığında. Geri geri giderken düşmesin diye temkinli bir şekilde onunla ilerliyordu Toprak.


"Eliz... Offf... Kim bu e...... s.....?"dedi Doğukan. Eliz'in kendini kaybettiğini anlayınca ekibini çıkarmıştı. Sadece dedeler , Toprak ve kendisi vardı.


"Kağıtta da karanlık yazıyordu Orhan... Ne demek istediğini anladın mı?"dedi Ziya. O da çok çaresizdi şu anda. Kurumlara saldırılar oluyordu ve bunu Eliz üzerinden yapıyorlardı. Hepsi okumuştu kağıdı. İksinin de beyninde dönen tilkiler birbirine benziyordu ama o seçenek için ihtimal vermiyorlardı. Araştırmaları gereken şeyler vardı.


"Bodrum..."dedi Eliz. Duvarın dibine kadar gelmişti. Korkuyordu. Üşüyordu da. Kalbi deli gibi dört nala koşuyordu. Çaresizdi. Beyninin tozlu sayfaları tekrar çevrilmeye başlamıştı. Orayı ve burayı karıştırıyordu. Sesler duruyordu. Her iki taraftanda. İkisi de tanıdıktı.


Kötüsün diyordu.


En güzel tatil yeri diyordu.


Karanlık güzeldir diyordu.


Nefes alma ölürsün diyordu.


"Bodrum mu? Eliz daha önce Bodrum'a gitti mi?"dedi Doğukan.


"Hayır... Gitmedi. Ben öyle biliyorum en azından!"dedi Orhan Karayel.


"Susun... Ne olur susun!"dedi Eliz duvar dibine çömelip kulaklarını kapatırken. Susmuyordu beynindeki sesler. Karışıyordu iki dünya.


Bir on beş yaşı giriyordu beynine bir yirmi dört yaşı...


Hepsi onun çığlıklarından sonra susarken içeriye ekip girmişti. Onları buraya çağırdığını unutmuştu Orhan Karayel. Onların da öğrenemesini istiyordu bir saldırı daha olduğunu ama zarfın içinden çıkanlar ve etkileri beklenmedikti. Hepsi içeriye girerken tedirgindi çünkü daha dövme radarından geçmeden karşılaşmışlardı Doğukan'ın ekibi ile ve bir şeyler duymuşlardı.


Kötü şeyler olduğunu anlamışlardı ama bu kadar kötü olduğunu tahmin etmemişlerdi. Yağız ve Yiğit hemen öne atılırken Orhan Karayel elini kaldırarak onları durdururken Ziya Atılgan sessiz olmalarını söylemişti.


"Eliz... Nefes al!"dedi Toprak dayanamayıp. Dedeler ve Doğu çığlık beklediler ama olmadı. Toprak da onun gibi oturmuştu yere. Sakin olmaya çalışıyordu. Canı yanıyordu. Eliz'in yandıkça onun daha da çok yanıyordu.


"Alamam... Alırsam ölürüm..."dediğinde hepsi kasıldı. Gerçekten hepsi taş gibi donup kalmıştı. Alp daha fazla dayanamadı ve dışarı çıkarken Büşra da çıkmıştı peşinden. Emel masanın üzerindeki fotoğraf ve mektubu görünce oraya yöneldi hemen. Ekip de oraya doğru yönelirken Alev Toprak'ın yanına doğru sakince yürüyordu. Eliz'in krizde olduğunu ve sadece Toprak ile konuştuğunu var sayarak Toprak'tan başka onu oradan çıkarabilecek birini sanmıyordu şu anda.


"Neden ölürsün?"diye sor dedi Alev işaret diliyle. Toprak da dahil kurumdaki zorunlu bir eğitimlerden biriydi işaret dili öğrenmek ve bilmek. Toprak hemen sordu.


"Neden ölürsün Eliz?"dedi sakin ve yumuşak bir şekilde.


Ekip neler olduğunu az çok öğrenmişlerdi ve elleri kolları bağlı bir şekilde Toprak ile Alev'e bakıyorlardı.


"O dedi..."dedi Eliz.


"O kim?"dedi Toprak. Aynı anda Alev tarafından kafasına bir tokat yerken Eliz sallanmaya başlamıştı.


"Bilmiyorum... Bilmiyorum..."dedi. Ağlamak istiyordu ama yapamıyordu.


"Tamam... Özür dilerim..."dedi ve Toprak Alev'e baktı. Alev hemen ne söylemesi gerektiğini söyledi. Eliz biraz daha sakin gibiydi.


"Mavi ne kadar da güzel bir renk değil mi?"


"Öyle..."dedi Eliz kolyesi ile oynamaya başladı. Gözlerini açmasa da kolyesinn mavi olduğunu biliyordu.


"Peki mavi gözlüğü görüyor musun?"dedi Toprak. Oyun oynamaya karar vermişti. Aklını dağıtması gerekiyordu.


"Hayır..."dedi Eliz. Kaşlarını çattı. Beynindeki sesler azaldığı için sesleri daha net duyuyordu.


"Peki sarı elbisemi gördün mü?" dediğinde herkesin kaşları çatıldı. Alev'in söylediklerini söylüyordu.


"Ne? Senin sarı elbisen mi var?"dedi Eliz. Kafasının içindeki sesler susmuştu.


"Beni tanıyorsun yani..."


"Seni sarı elbisen yok ki Toprak!" dediğinde herkes rahat bir nefes verirken Toprak'ın dudakların çarpık bir gülümseme oluşmuştu.


" Neden gözlerini açıp bakmıyorsun?"


"Gözlerim mi kapalı?"


"Sarı elbisemi görmüyorsun!" dediğinde Eliz kafasını salladı ve gözlerini açtı. Kafasını kaldırdığında odaya yeniden eklenen kişiler dikkatini çekerken yanında oturan Alev'i yeni fark etmişti ve yerde oturduğunu da... Neden herkesin gözlerinin dolduğunu düşünürken aklına daha başka birşey gelmişti.


"Nerede sarı elbisen?"dediğinde herkeste buruk bir gülümseme oluşmuştu. Toprak tam yerden kalkmaya yelteniyordu ki Eliz onu durdurdu. Herkesin bakışları onlardaydı zaten. Toprak'ın eğilmesini sağladı ve kulağına birşeyler fısıldayınca Toprak tekrar oturdu. Bu sırada içeri Alp ve Büşra girdi. Alp Eliz'in ona baktığını görünce çeşmeleri açarak ona doğru koştu.


"Kuzim..."dedi sarılırken. Eliz eğer fırsat bulsa ona sarılırdı ama Alp izin vermiyordu.


"Demin ne oldu bilmiyorum ama bunu hemen unutmazsanız onu beyninizden Doğu'mun yöntemleri ile sökerim!"dedi Eliz. Kendine gelmişti.


Hem de öyle böyle değil...


"Unuttuk bile fındıklı dondurmam..."dedi Yağız ona yaklaşırken. Diğerleri de gelmişti. Hepsi yere oturdu.


"Sen fındık sevmezsin abi... Neyse... Çember oluşturun hemen... O şerefsizin gönderdiği fotoğrafları ve kağıdı alayım!"dediğinde hepsi donup kaldı.


"Eliz... Sonra devam edebiliriz!"dedi Orhan Karayel. Onlar koltuğa çoktan çökmüşlerdi.


"Hayır... Deminden olanı unutun demedim mi ben size dede? Birazdan diğer toplantıya gidecekmişiz ama öncesinde bunu bir halletmem gerek çünkü Castelli çok olmaya başladı!"dedi Eliz derin derin nefesler alırken karnına giren sancı yüzünden soluğu kesilmişti.


"Eliz!"dedi Toprak. Uyarı dolu bakışlar atıyordu.


"Bak zaten kandırdın beni... Tepemin tası atmak üzere! Bu arada Doğucuğum kıvırcık salatama söyle de bana Lorenzo'yu bulsun! Mümkünse de kendisi gibi hemen ışınlasın buraya!"dedi Eliz. Fabrika ayarlarına döndüğü için herkes rahat bir nefes alırken Doğukan ona Doğucuğum diye seslenmesinin sonunu bildiğinden sırıtarak Bulut'a Eliz'in dediklerini iletti.


Ekiptekiler sormaya korkuyordu lakin Eliz onların bakışlarından anlamıştı.


"İyiyim... Sadece bir anda sizinle tehdit edilince korktum. O kadar! Tamam mı?"dediğinde hepsi başını salladı.


Kimse ikna olmamıştı ama karşıda gelemiyorlardı.


Bulut gerçekten de dedikleri gibi anında bulmuş ve getirmişti Lorenzo'yu. Bulut çıktıktan sonra herkesin bakışları Eliz'e dönerken Eliz'in yüzünde bir sırıtma vardı.


"Bakın son kez ama bu gerçekten son... Şu anda bana yardım etmek istemeyen ya da daha sonra pişman olacak varsa çıksın gitsin..."dediğinde herkes göz devirmişti.


Bu yeterli bir cevaptı Eliz için.


Zira şu andan itibaren gerçekten başlayacaktı. Fragman bitmişti. Film daha yeni başlıyordu.


Fragman Eliz'i sevdikleri ile tehdit edildiğinde bitmişti. Geçirdiği kriz ise zihnindeki çatlakları bir bir doldurmaya yetmemişti ama doldurdukları da yeterdi.


Eliz'i sevdikleri ile tehdit etmek kolaydı.


Asıl zor olan onu işleme koymaktı...


Loading...
0%