Yeni Üyelik
17.
Bölüm

17. Bölüm ~ Üst Üste

@feusa

Yazardan...


Güneş her ne kadar ortaya çıksa da soğuk tüm soğukkanlılığıyla hissettiriyordu. Eliz ve Toprak şu anda Ostroverkhov'un malikanesindeydiler. Eliz içeri girdiği gibi Nisan üzerine atlamıştı. Daha yeni ayrılmışlardı ama ikisi bir elin iki parmağı gibiydiler uzaklardayken. Yan yana olduklarında bir bütün oluyorlardı. Yapboz gibiydiler.


"Seni özledim..."dedi Nisan sıkı sıkı sarılırken. Eliz onu aradığında kalbi çıkacak gibi olmuştu. Eliz onu sabah saatlerinde işi düşmese aramazdı. Biliyordu ve en kötüsü ona bir şey olduğunu düşünmüştü. Eliz'in onlardan Rusya'ya gelmelerini ve neden gelmeleri gerektiğini söylediğinde ise vakit kaybetmeden hazırlanmıştı. Leonardo da ona ayak uydurmuştu. Herkes onların balayı için Rusya'ya gittiklerini düşünüyordu.


"Ben de seni özledim... Hadi halletmemiz gereken işler var..."dediğinde Eliz zar zor ayrıldılar. Toprak ve Leonardo ise onların bu hallerine büyük bir tebessüm ile izliyorlardı.


Onlar çantadaki bilgileri Eliz'in bilgisayarından çipe aktarırlarken Ankara'daki kuruma en son dönen ekip olarak daha yeni kapıdan giriş yapmışlardı Emel ve Kaan. Tabii ki de arka kapıdan girmişlerdi. Hâlâ el eleydiler ve bunu Alp ile Büşra'nın odasına geçene kadar fark etmemişlerdi. Onlara tip tip bakan ekibi görünce ise ellerini ayırmak zorunda kalmışlardı ama ikisi de içten içe üşümüşlerdi. Şu anda hepsi odanın içinde Eliz'den bir haber bekliyorlardı.


" Siz neden bu kadar geç kaldınız?"dedi Yağız, Kaan ve Emel'e.


"Emel'in bozuklukları tuttu ve aşirete yakalandık!"dediğinde Kaan, herkes güldü. Emel somurtuyordu ama aklı başka yerlerde kalmıştı.


Dün gece yarısı sokakta olanlar gibi şeylerde kalmıştı aklı.


"Eee nasıl kurtuldunuz?"dediğinde Alev ikisi de kasılmış ve birbirlerine bakmışlardı.


"Kaçtık..."dedi Emel birden.


"Kaçarak mı kurtuldunuz?"dedi Yiğit. Bir şeyler sezmişti ikisinin birbirlerine olan bakışlarında.


"Evet... Nasıl kurtulacaktık başka?"dediğinde Kaan, bu konuyu kapatmaları gerektiğini fark etmişti Alara.


"Ben kahve içeceğim... Siz de ister misiniz?"dediğinde bu sefer yutkunma sırası Alp ve Büşra'ya geçmişti.


Büşra yavaşça yerinden kalktı ve lavaboya gideceğini söyleyerek odadan ayrılırken bu sefer Alp dayanamamıştı. Bilgisayarları odadakilere devrederek Büşra'nın peşinden ilerledi. Dün gece odaya bir daha gelmemişti Büşra ama olayları da takip etmişti bir şekilde. Herkesin geldiğini anlayınca gelmişti odaya ve şimdi de kaçıyordu. Kimden kaçıyordu? Biliyordu ama kaçtığı kişinin haberi var mıydı? Onu bilmiyordu işte.


Büşra lavaboya girip kapıyı kapattı ve üzerindeki sweatshirtü çıkardı. Zaten yeni bir tane bulması zor olmuştu. Vücudunun belli yerlerinde kızarıklıklar vardı. Üzerine krem sürmüştü. Aşağıya inip eczane dolabından krem alması gerektiğini fark edince sweatshirtünü geri giyerken kapı açılmıştı. Büşra gelenin kim olduğunu görmemişti ama Alp ne yazık ki Büşra'nın vücudundaki kızarıklıkları görmüştü. Büşra sweatshirtünü giydiğinde karşısında ve kadınlar tuvaletinde Alp'i görmeyi elbetteki beklemiyordu. Şaşırmış ve sinirliydi.


"Çok yandın mı?"dediğinde Alp, Büşra'nın dudaklarında sinirli bir gülümseme belirdi.


"Ne kadar umurunda?"dedi Büşra kapıya yönelerek. Kapıyı açıp dışarı çıkacaktı ki Alp Büşra'nın açtığı kapıyı kapattı ve Büşra'yı kapıya yaslamıştı.


"Ne yapıyorsun? Delirdin iyice..."dediğinde Büşra burnundan soluyordu.


"Sana bir soru sordum..."dedi Alp direterek.


"Evet ben de sana bir soru sormuştum hatırlarsan!"dedi Büşra.


"Gitmene izin vermediğime göre umurundasın Büşra! Şakayı b... çevirdiğimiz için artık konuşmamz gerekiyor!"dediğinde Alp, Alp'i ilk kez bu kadar katı ve ısrarlı gördüğünden anlık afalladı Büşra ama hemen kendini topladı. Alp'in alaycı tavrının altında yatan yüzüyle daha yeni tanıştığını anlamıştı deminden.


"İzin verirsen krem almaya gideceğim... Yani krem sürmemi gerektirecek kadar büyük..."dedi Büşra. Bunalmıştı. Bu sorgu durumu hiç hoşuna gitmemişti.


"Tamam... Birlikte gidelim..."dediğinde Alp , Büşra kaşlarını tekrar çattı.


"Tek giderim... Gelmene gerek yok!"dedi Büşra. Geri gitmesi için itti ama Alp aynı şekilde duruyordu.


"Neden açtığım yarayı düzeltmeme izin vermiyorsun? Ben senin gibi yarayı açıp gidenlerden değilim çünkü!"dediğinde Büşra şaşırmıştı. Alp'i ne zaman kırdığını düşünüyordu ama aklına onun kırılabileceği hiçbir an gelmiyordu. İtalya dese İtalya'da kalbi kırılan Alp değil kendisiydi ve olabildiğince yansıtmamaya çalışmıştı. Yine de Alp'in peşinden gitmişti o gün.


"Ben seni ne zaman kırdım?"dedi Büşra. Biraz daha sakindi ama bu sadece düşündüğü için oluşan bir sakinlikti.


"Açtığın zaman kendin de görmen gerekir ama ben senin hatırlamana yardımcı olayım istersen... Hani kurku evinde oynadığımız oyunda başıma bıçak fırlatmış ve dalga geçmiştin..."dediğinde Alp, Büşra ona şaşkın gözlerle baktı.


"Alındığın aklımın ucundan bile geçmedi... Sadece seninle uğraşıyordum ve daha birbirimizi yeni tanıyorken senin kırılıp kırılmadığını nasıl anlamamı bekliyordun benden?"dediğinde kasılmıştı Alp. Bu taraftan hiç düşünmediğini hatırladı. Sadece o anlık bir anlamama sorunu yüzünden soğuk yapıyordu Büşra'ya ama bunun gereksiz olduğunu daha yeni fark ediyordu. Büşra'nın kendisine olan bakışlarını yine beğenmemişti.


"Alp... Tamam... Özür dilerim. Alındığını fark etmedim ama artık beni bırakman gerekiyor çünkü aşağıya inmem lazım!"dediğinde Alp, Büşra'nın özür dilemesini beklemiyordu. Alp'in anlık boşluğundan faydalanıp onun sınırlarından çıktı. Tuvalette onu tek başına bırakırken alt kattaki eczaneye doğru yol almaya başlamıştı. Alp ise olanları idrak etmeye.


Onlar Ankara kurumunda Eliz'den haber beklerlerken İstanbul'daki kurumda işler karışıktı. Kontroller yapılıyor, giriş çıkışlar kontrol ediliyor, ekipler geri kuruma çağırılıyorlardı. Aynı zamanda dün gece yarısından beri görevde olan iki kurumdan da haber alınamıyordu. Elizlerin ekibi askıda beklerken Atılgan ve Karayel ailesinin görev alanındaki en yetkili ajanları olan yani kendi çocuklarının oluşturdukları ekiplerden haber yoktu. İletişim kesilmişti ve en kötüsü de iletişimin kesilmeden önce sisteme baskın yedikleri yönünde düşen bilgiydi.


"Hâlâ haber yok mu Doğukan?"dedi Orhan Karayel. Kalbi yerinden çıkacak gibiyken Ziya Atılgan ilaçlar ile ayakta duruyordu. Tüm kurum seferber durumdaydı şu anda.


"Ulaşamıyoruz... Biraz daha zaman geçmesi gerekiyor! Alp'e ihtiyacım var şu noktada çünkü bu sistemi oluştururken yanımdaydı!"dedi Doğukan tüm soğukkanlılığıyla. Endişesini asla yansıtmazdı.


Alp'in yapay zeka ve kodlama alanında ayrı bir eğitimi olduğu için kurumun çoğu sisteminde onun da bilgisine ihtiyaç duyuyorlardı.


Onlar bir çok yönden dedelerin özel ekibiydiler.


"Eliz'e haber veremeyiz..."dedi Orhan Karayel. Ziya Atılgan da onu onayladı.


"Onun illaki haberi olacak ama Alp'in buraya gelmesi gerekiyor!"dedi Doğukan.


"O hâlde onu çağıralım... O gelirse ekipte gelir ama... Ne yapacağız Orhan?"dediğinde Ziya , Köşeye sıkışmışlardı.


"Eliz'den şimdilerde haber gelir... Ona göre hareket ederiz!"dedi Orhan Karayel. Beklemekten başka çareleri yoktu.


Ya her iki türlü de kaybedeceklerdi ya da her iki türlü de kazanacaklardı!


*****


"Siz de vakit kaybetmeden İtalya'ya dönün ve işe başlayın..."dedi Eliz. Tam Dimitris ağzını açıyordu ki Eliz ağınıza lafı tıktı. İçinde kötü bir his vardı geceden beri ve geçmiyordu. Rusya'da daha fazla zaman harcamak istemiyordu.


"Yatak matak deyip durma alırım ayağımın altına!"dediğinde Eliz, Toprak çaktırmadan gülüyordu kenarda.


"Aman be... Anca zarar ettir zaten! O yatak kaç para haberin varmı senin?"dedi Dimitris. Helikopter önünde sohbet ediyorlardı.


"Ben bu yatak olayını hâlâ anlamadım!"dedi Leonardo. Dimitris onun kulağına bir şeyler söylerken Nisan da onları dinliyordu.


"Ben de... Ne iş?"dediğinde Ostroverkhov. Eliz artık sabrının son demlerini yaşıyordu. Dimitris de yaşamak istiyorsa susmalıydı.


Leonardo ve Nisan sus pus olurken Eliz çoktan kızarmıştı.


"Seninle sonra görüşüceğiz... Dua et işim var! Sizde inanmayın bu salağa!"dedi ve Eliz, helikoptere binmişti. Toprak da bindiğinde harekete geçerlerken Dimitris hâlâ bir şeyler anlatıyordu.


Yolculuk boyunca Eliz içini rahatlatmak adına Toprak ile uğramıştı ama olmuyordu. İçi rahat değildi. Ankara'ya da haber vermişlerdi yola çıktılarına dair. Eş zamanlı olarak iniş yapacaklardı havalimanına.


Dakikalar ilerlerken Ankara'dakiler Elizlerden önce inmiş ve dedelerin çağırması üzerine apar topar kuruma geçmişlerdi. Olayı anlattıklarında ise Alp vakit kaybetmeden sisteme girmişti. Odada herkesin yüreği ağzında atarken bu durum kurumda da duyulmuştu. Herkes bütün ekiplerin kuruma geri çağırıldığını biliyordu ve iki grubun dönemediğinden haberdardı.


Eliz ve Toprak direkt olarak kurumun arka bahçesine inerlerken içeride dönen dedikodular dikkatlerini çekmişti ikisinin de. Asansör beklerlerken onların gelmesini kapılarda bekleyen Sinem gelmişti yanlarına.


"Eliz... Duydun mu haberleri?"dediğinde Eliz derin bir nefes alarak Sinem'e dönerken Toprak çatık kaşlarla Sinem'i izliyordu.


Sinem'i gördüğünden beri bir ısınamamıştı ve sürekli Eliz'in etrafında olmasına da bir anlam veremiyordu. Onda bir şeyler olduğuna emindi ama daha çözememişti. Bu yüzden sessiz gözlemlerine devam ediyordu.


"Ne haberi Sinem? Sonra uğraşsan olmaz mı? Görevden geldim..."dedi Eliz. Uçakta bir ara uyumuştu herhalde ama o da eli yüreğinde olmuştu.


"Biliyorum... Sana söylemezler diye söyleyeyim dedim..."dedi ve burnunu çekip göz yaşlarını mendile sildi. Ağlamaya başlamıştı. Bu Eliz'in de dikkatini çekmişti. İstemeye istemeye sordu.


"Ne oldu?"dediğinde Sinem zafer kazanmış gibi sevinen yüreğini durdurup burnunu çekerek cevap verdi ona.


"Kurumdaki iki ekipten haber alınamıyormuş..."dediğinde Eliz darbe yemiş gibi kalmıştı. Ne dediğini idrak edemeden ikinci darbeyi de verdi." Atılgan ve Karayel ailesinin kıdemli ajanlarının olduğu ekipler..."dediğinde Eliz bir asansöre baktı. Bir de merdivenlere baktı. On kat çıkıp çıkamayacağını düşünürken asansörün kırkıncı katta olduğunu görünce beklemeden merdivenlere yöneldi. Toprak da peşinden. Bu sırada arkalarından bakan Sinem'in telefonu çaldı.


Sinem ekranda yazan ismi görünce gülümsedi ve hemen yanıtladı.


"Bende seni düşünüyordum hayatım... Evet... Çok güzel bir gün!"


Dışarıda sağanak yağış vardı!


🌨️⛈️🌪️⛈️🌨️⛈️🌪️🌪️⛈️🌨️⛈️🌪️⛈️🌨️


Eliz Erçil Karayel...


Nerede yanlış yapıyordum bilmiyorum ama bunu yapanların burnundan fitil fitil getireceğimi biliyordum.

Şu anda o kadar çok ağlamak istiyordum ki!

Yapamıyordum! 

Annem... Babam... Amcalarım... Halam... Teyzem... Eniştelerim...


Hepsi! 


Bütün ailem yoktu! 


Nefes nefese merdivenleri çıkıyordum. Toprak ben olmasam çoktan çıkmıştı ama şu anda bile beni düşünüyordu.


Hangi akla hizmet astımımı önemsemeyip merdivenleri kullanmıştım bilmiyorum ama sonunda gelmiştik. Toprak elimi tutarak beni yönlendirirken ben nefesimi düzene sokmaya çalışıyordum. Dövmeleri okuttuğumuz yeri geçip önümüzdeki kapıya yaklaşırken sırtım bir anda duvarla buluştu. Toprak yüzümü ellerinin arasına alırken ben hâlâ nefes nefeseydim. Bir ara tekrardan doktora gitmem gerekiyordu.


"Sakin ol tamam mı?"dediğinde sakin olacağımdan değil de onun içi rahatlasın diye kafamı salladım ve kollarımı bedenine sardım. Şu anda sarılmaya çok ihtiyacım vardı. O da tereddütsüz bana sarılıken cebinden bir şey çıkardığını fark edince geri çekildim. Geri çekildiğim gibi elime ilacımı bıraktı.


Yanında taşıyordu değil mi?


İlaca bakıp gülümsemem bile onun için yeterliydi sanırım beni ilerletmeye başlamıştı. Kapıyı açıp içeri girereken ilacı kullanmaya çalışıyordum. İçeri girdiğimizde herkesin bakışları bize döndü. Abilerimin gözleri elimdeki ilaçta oyalanırken ben vakit kaybetmeden ilacı Toprak'a geri vermiştim.


"Eliz..."dedem bana doğru gelerek. Öğrendiğimi girişimden anlamışlardı zaten. Şu anda bana bir açıklama yapmaları gerekiyordu.


"Neden haber alınamıyor? Biz bunu neden en son öğrendik ve ne zamandan beri bu durum var?"dedim. Daha bir çok soru vardı soracağım ama zaman yoktu. Alp ve Doğu'nun yanına ilerlerken Toprak da benimle gelmişti.


"Dün gece siz son baskınları yaparken en son iletişim sağlanmış. Ondan sonra haber yok... Ne olduğunu bilmiyoruz..."dedi dedem yüzünü sıvazlayarak. Şu son birkaç günde hepten düşmüştü.


Castelliler olabilir miydi bu işin arkasındakiler? Kurumlarına yaptığımız saldırıları anlamış olabilirler miydi? Planımda bir eksik yoktu. Gözden kaçırdığım birşey olmadığına da emindim. Neden plan sekteye uğramıştı bir anda?


"Görev esnasında şüpheli bir durum oldu mu?"dedim hepsine tek tek bakarak.


"Biz sadece bir aşireti peşimize taktık ama onda da yakalanmadık!"dedi Kaan. Yakalanmayacaklarına emindim ama bir şey olmuş olmalıydı.


"Doğu? Kurumda herhangi bir şey oldu mu ya da dede?"dediğinde dedeler kafalarını olumsuz anlamda salladılar.


"Ben sadece bir ara Sinem ile uğraştım ama onu da zaten sen yetki vermiştin!"dediğinde başımı salladım.


Odanın içinde volta atmaya başladım. Bir yerde eksik yapıyorduk ama nerede?


Belgeler güvendeydi. Belgeleri almak için kuruma saldırı düzenlemelerini beklerdik ama onlarsa da şu anda farklı oynuyorlardı. Bu işin içinde başka bir iş vardı. Telefonumu çıkardım. Arayacağım kişi belliydi. Emin olmam gerekiyordu. O kadar dikkatli bir şekilde hareket ederken kendimi nerede açık etmiş olabilirdim? Aklım almıyordu. Dikkatleri dağılmasın diye kocaman odanın camlarına yanaştım.


"Lorenzo... Benim açığa çıkıp çıkamadığını hemen bulman gerekiyor... Evet acil... Evet şu anda aranan ekiplerle ilgisi var... Senden haber bekliyorum!"dedim ve kapatarak geri yanlarına döndüm.


"Bulmanız neden bu kadar uzun sürüyor?"dediğimde beklediğim cevap Alp'ten geldi.


"Siber saldırı var şu anda... Konumları gizliyorlar... Belki de onlara geri dönüş komutu bile gitmemiş olabilir!"dediğinde başımı salladım sadece. Lorenzo geri ararken hemen yanıtladım çağrıyı.


"Eliz açığa çıkma gibi bir durumun yok... Babamla da yer altıyla da konuştum herşey fazla gizli... Ne yapacaksın?"


"Bilmiyorum... Siber saldırı var..."


"Roseline gelsin mi? Çağrılabilirim..."


"Aklıma geldi ama..."


"Anladım... Ben yine de senin için açığa çıkıp çıkmadığını ara ara yoklarım..."


"Tamamdır... Teşekkürler!"dediğimde aramayı sonlandırmıştık.


Alara abimin dizinde uyuya kalmışken Kaan başını Emel'e, Emel'de başını Kaan'ın omuzuna yaslamıştı. Alev başını, Yiğit abimin omuzuna yaslamıştı ama uyumamak adına kendini zorluyordu. Abimde öyleydi. Zor bir görevden çıkmıştık ve hiçbirinin üç saatten fazla uyumadığına emindim. Toprak'ın yanına gittim ve onun gibi duvara yaslanıp onları izlemeye başladım.


Kaç saat öyle bekledik bilmiyordum ama bir saatten uzun sürdüğüne emindim. Alp ve Doğu'nun uzun uğraşları sonucunda bulmuştuk onları. Dağlık bir alandaydılar. İki ailede dağlık alandaydı ama farklı yerlerdeydiler.


"Gidiyor muyuz?"dedi Toprak.


"Ekip gönderdik. Sizin gitmeniz için tuzak da olabilir... Burada beklemenizi istiyorum!"dediğinde itiraz etmeye başlıyordum ki bakışlarıyla beni durdurdu.


"Doğu ekiplere bilgi geç! Tam temizlik yapmasınlar iki tarafta da biz yarım kalınan yerden devam ederiz!"dediğimde yüzündeki o tehlikeli gülümseme yeterince tatmin ediciydi de benim içimdeki o his hâlâ yerli yerindeydi. Ekibime döndüm.


"Evlere dağılın ve akşam burada olun! İtiraz istemiyorum! Yorgun iken hiçbir işe faydanız olmaz..."diyerek hepsini kovdum. Karşı çıkmak isteyenlerin de ağzına lafı tıktım. Özellikle de abilerime. Onların ardından ben ve Toprak üstümüzü değiştirmek için ayrılmıştık oradan.


Şu anda ise dedeler ile birlikte Doğu ve ekibinin kontrol ettiği büyük ekranlardan gelişmeleri izliyorduk. Hem benim ailemde hem de Toprak'ın ailesinde yaralılar vardı ve benim ailemden iki tanesinin durumu ağırdı. Kim olduklarını söylemiyorlardı ama dedelerin dalgın bakışlarından bildiklerini biliyordum.


Boynumdaki elim başka büyük ve sıcak bir el tarafından çekilirken kafamı elin sahibine döndüm. Boynumdan çektiği elimi elinin arasına almıştı ve belli belirsiz okşuyordu. Onun da bakışları baygındı. Yorgundu benim gibi. Belki de benim gibi korkuyordu ama benim gibi göstermemek için direniyordu.


Saatler sudan daha yavaş bir şekilde akıp giderken sağlık ekiplerinin de içinde bulunduğu helikopterler hastanelere ulaştığı bilgisi bize geçerken bizde ayaklanmıştık. Aileler arasındaki husumetten dolayı farklı hastanelere alınmışlardı ve ben şu sıralar dayandığım tek kişiden ayrılmak zorundaydım. Dedeler çoktan geçerken biz akrabalarımızın gelmelerini bekliyorduk.


"Kendine dikkat et tamam mı?"dediğimde bunu benden duymayı beklemediğinden mi yoksa onun repliğini aldığımdan mı tebessüm ederek alnıma küçük bir öpücük kondurmuştu. En küçük hareketinden bile etkilenirken bu davranışları artık bana ilaç gibi gelmeye başlamıştı.


Kullansam da kullanmasam da bağımlılık yapan bir ilaç...


"Sen de dikkat et... Aradığımda aç olur mu?"dediğinde araçlar gelmişti.


"Bir de yavaş kullan... Hava yağmurlu!"dediğinde sadece gülmüştüm ama bu mutlu bir gülüş değildi. Acı bir gülüştü. O arabasına geçti. Ben de bindim. Arabaya binmem ve gaza basmam bir olmuşken Toprak'ın sözünde durduğum için çaldığı kornaları artık duymuyordum.


Kırmızı ışıkta da geçtim, çalınan kornaları da önemsemedim... Hedefimde bir an önce hastaneye ulaşmak vardı ve yediğim cezaların hiçbiri umurumda değildi. Hastaneye nasıl girdiğimi bilmiyorum ama bizim ekibin de burada olduğunu arabalardan anlıyordum. Bütün hastaneyi kapatmıştık resmen. Etraftaki korumaların iki görevi vardı. Magazini engellemek ve olası bir saldırıyı yavaşlatmak.


Kaçıncı katta olduklarını öğrendim ama kimlerin yoğun bakımda olduğunu bilmiyordum. Adımlarım yoğun bakımın olduğu kata gelince ağırlaştı. Kalbim ağzımda atıyordu. Elim yine boynumdayken koridoru dönmüştüm ve ailemi gördüm.


Yoğun bakım ünitesinde bekliyorlardı. Halamın kolu sargılıydı. Teyzemde bir sıkıntı yoktu ama eniştelerim perişan durumdalardı. Şu anda yatakta olmalıydılar ama onlar burada beklemeyi tercih ediyorlardı. Yengelerim ağlıyorlardı ve amcalarım ise camdan içeri bakıyorlardı. Abilerim de camdan bakıyorlardı. Alp, Emel ve Alara kendi anne , babalarının yanlarındalardı...


Benimkiler neredeydi?


Adımlarım koridorda hafifte olsa bir ses çıkarıyordu. Gözlerim dolmuştu ama yaş yok gibiydi. Kızardıklarına emindim ama ağlamamıştım. Adım seslerimi fark edenler bana doğru baktılar. Abilerim beni görünce kendilerini topladılar ve bana doğru adımlamaya başladılar. Burada yok gibiydiler aynı. Halam da beni görünce ayağa kalktı. Kendini zorladığını yaklaştığımda anlamıştım. Teyzemin kalkacak hâli yoktu ve durumu ağır gibiydi. Ya da beni görünce daha da fenalaşmıştı. Bilmiyorum. Hiç bir şey bilmiyordum ama tek bildiğim burada olduğum için pek de memnun değil gibilerdi değil mi? Ben onların gözünde hâlâ haindim. Haine aşık bir insandım.


"Eliz..."dedi Yağız abim. Önüme geçmeye çalıyordu ama izin vermedim.


Neyi görmemem gerekiyordu?


Neden bana engel olmak için önüme geçmişti?


"Abi... Çekil... Çekilin..."dedim. Nefesim daralıyordu. Hastaneleri sevmiyordum. Burası sadece acı kokuyordu.


"Eliz... Halacığım..."diyerek bana sarıldı Cansu halam. Bana sinirli değiller miydi?


"Şu anda burada olmaman gerekiyordu Eliz..."dedi arkadan Murat amcam. Sesi buzullardan daha soğuktu.


Şu anda burada olmaman gerekiyordu...


Nerede olmalıydım?


"Murat!"diyerek onu uyardı halam.


"Ne Murat'ı abla? Onun yüzünden dikkati dağıldı. İki aydır kafası dumanlı! Kimin yüzünden? Onun yüzünden!"diyerek beni gösterdi Murat amcam. Kalbim acıyordu ama bu amcamın lafları için değildi. Artık sözleri takma ve umursama aşamasını geçmiştim. Benim takıldığım nokta içeride kimin yattığını anlamamdı... Oysaki ihtimal bile vermemiştim değil mi?


"Amca!"dedi Yiğit abim amcama karşı durarak. Yağız abim de onun yanındaydı. Hâlâ karşıya geçemiyordum. Etten duvar örmüşlerdi. Dedem neredeydi? O beni geçirirdi. Koridorda adım sesleri duyduğumda bu gelenin Sinem olduğunu çığlıklarından anladık. Gelip Cem amcamın üzerine atladı.


O sarılabilirdi... Peki ya ben?


O konuşabilirdi... Peki ya ben?


Ben?


Bir daha ona sarılacak mıydım?


Bir daha sesini duyacak mıydım babamın?


Herkesin içinde kriz geçirmek istemiyordum. Direndim ve karşıya geçmeye çalıştım. Camdan içeriyi görmem gerekiyordu.


"Amca... İstediğini söyle ama... Şu anda karşımda durma!"dedim sesim olabildiğince soğuk çıksın diye uğramıştım. Geçmek için hamle yaptım ama yine durduruldum. Bu sefer durduran halamdı.


"Hala..."dedim. Sen yapma bari der gibi bakıyordum.


"Kuzum... Sonra gel... Nefes de alamıyor gibisin! Hadi bir hava alalım seninle!"dedi halam.


Göreceksem şimdi görecektim. Ne kadar da engel olmuşlardı! Ne vardı görmemem gereken? Babam içerdeydi ve ben göremiyordum. Uyanıkken gelemezdim. Bari uyurken görseydim...


"Sence şu anda nefes almak gibi bir isteğim var mı?.. Görmek istiyorum ve siz buna karışamazsınız..."dediğimde abilerim amcam ile tartışmayı bırakıp bana doğru döndüler ama ben bu sefer onlara da engel oldum."Abi... Sakın!"dedim.


"Bunları bütün sorumlusu sensin biliyorsun değil mi? Seni düşündükleri için dikkatsiz davrandılar! Lanet olsun ki seni silse bile düşünüyordu! Sen bir kez olsun çabalamadın!"dediğinde hayret içinde kalktı kaşlarım. Murat amcam şu anda gerçekten ileri gidiyordu ve kalbini kırmak zorunda kalacaktım.


"Murat... Sakin! Kızı o!"dedi arkadan eniştem. Hangisi olduğunu şu anda beynim tam olarak algılamadı.


"Amcam haklı... Sevgilisiyle fink atarken benim amcam onun yüzünden yemek bile yiyemiyordu! Söylesene Eliz... İçin rahat mıydı onlar üzgünken? Söylesene başını yastığa rahat bir şekilde koyabiliyor musun?"dedi Sinem üzerime yürüyerek.


"Sen neden karışıyorsun her olaya?"diyerek Alara atladı olaya.

" Zaten canımız sıkkın! Bir de senin laf sokmaların ile uğraşamayız tamam mı? Yenge... Hadi siz odanıza... Kızınızı da alın... Cem amca hadi..."dedi Alara. Kovdu herkesi.Cem amcam bir iki şey söyledi ama duymadım. Yengem ve Sinem giderlerken amcam kalmıştı. O suçlamıyordu sanırım beni...


"Artık... Görebilir miyim?"dedim.


"Görme... Onları hak etmiyorsun tamam mı? O seni canı pahasına korumuşken sen onu sırtından vurdun! Benim abimde yengem de içeride senin yüzünden can çekişiyor!"dediğinde dışarıdaki şimşekler beynimde de çaktı. Amcam koluma uzanıyordu ki Cem amcam onu tuttu. Abilerim de tutmaya çalışıyordu ama güçleri yetmiyordu. Alp de amcamı tutmak için hamlede bulunurken Emel ve Alara yanımda destek olmak için dikiliyorlardı ama şu anda hiçbir destek beni kaldıramazdı. Ben şu anda yıkılamayan bir enkazdım. Yıkılmam yakındı ama...


Önemli bir detay vardı!


Annem de mi içerideydi?


"Murat yeter artık!"diyerek dedem ortama girdi.


"Annem de mi orada?"dediğimde hepsi bana döndü.


"Günaydın canım! Bizi ne hâle getirdiğini umarım anlamışsındır! Şimdi halimizi beğendiysen çekip git çünkü onları sana göstermek gibi bir hedefim yok! Tamam mı? Onlar seni silerse ben üzerine toprak atarım anladın mı?"dedi Murat amcam.


Canım yanıyordu ve o daha çok yakıyordu. Dört kişi tutmaya çalışıyorlardı ama yine de bana ulaşmaya çalışıyordu.


"Murat! Yeter dedim... Hiçbir şeyi bilmiyorsun ve boş boş konuşuyorsun!"dediğinde Cem amcamın kaşları çatılırken Murat amcam deli gibi güldü.


"Baba hâlâ bu kızı koruyorsun... Söyle o torununa gitsin yoksa ben atarım onu!"


"Sözlerine dikkat et ve benim sabrımı taşırma! Şimdi def olup git buradan!"dediğinde dedem, onu dinlemedi ve yine bana döndü amcam. Artık görmek istiyordum çünkü bu kadar tepki vermeleri bana normal bir yaralanma gibi gelmiyordu.


"Sana yazıklar olsun tamam mı? Senden ettiğim nefreti onlara bile hissetmedim. Keşke oracıkta öl -" derken dedem Murat amcamın lafını kesti. Herkes donmuştu Murat amcamın sözlerinden sonra am benim bunları ikinci duyuşumdu.


"Murat! Ye-"derken ben girdim konuşmaya. Bu kadar yeterdi. Canı yanıyor olabilirdi ama benim canım suçsuz yere yanıyordu ve kalbimde kırılmadık yer yoktu.


"Dede! Karışmayın bir!.. Söylesin... Döksün içini... Ne de olsa ben suçluyum... Değil mi?.. Her şeyi ben ... Yaptım..."dedim amcama doğru kesik nefeslerle. Hepsi canıma oynuyorlardı. Canımı yakmıştı. Yakmayacaktı. Buraya sadece durumlarını görmek için gelmiştim. Biliyordum uyanınca onlar da beni istemeyeceklerdi. Yok olurdum hastaneden ama şu anda görmeme karışamazdı. Özellikle de benimle böyle konuşamazdı.


Amcam bile olsa!


"Evet... Senin yüzünden oldu! Seni düşünüyorlardı! O yüzden fark etmediler gelen saldırıyı! Dalgın oldukları için düştüler o tuzağa! O yüzden esir alındılar! O yüzden bu haldeler!"


"Peki ben onları düşünmüyor muydum?.. Neden ailemi bir kez olsun karşıma aldığımı düşündün mü?"dediğimde kasıldı. Bunu hareketlerinin durmasından fark etti herkes. Kimse şu anda bana dokunmuyordu çünkü dokunan yanardı.


"Düşünmedin... Hiçbiriniz düşünmediniz... Ve mümkünse de düşünemeyin tamam mı?... Hiçbirinizin düşünmesine ihtiyacım yok!... Şimdi sana gelip burada ne sevgilimi ne de yaptıklarımı... Savunacak halim yok... Ama sen benim... Onları görmeme... Engel olamazsın... Hiç biriniz! "dedim ve düşündüklerini umursamadan cama yaklaştım.


Duvardaki korkuluklar olmasa cama yapışırım sandım. Kimseden çıt çıkmıyordu. Belki de burayı birbirine katarak ağlayıp bağırmamı beklediler... Belki de kendimi suçlamamı beklediler ama dört dakika boyunca onları inceleyip sonrasında onların seslenmelerini umursamadan çekip gitmemi kesinlikle beklemediler çünkü Murat amcam bile arkamdan seslenmişti ve bu nefretten uzak bir seslenişti.


Aynı odada yan yana yatıyorlardı... Uyuyorlardı ama durumları kötüydü çünkü ikisinin de yaraları vardı. Makinelere bağlanmışlardı ve yüzlerinden acı çektikleri anlaşılıyordu. Suçlu bendim... Amcam yanılmıyordu! Haksız değildi ama ben onları korumak için yapmıştım her şeyi ve dönüp dolaşıp yine kendime sıkmıştım. Eğer iyi olacaklarsa kendi kafama da sıkardım.


Hastaneden çıktığımda ilk olarak bir köşeye kusmuştum ama kendimi toparlamıştım çünkü arkamdan geliyorlardı. Arabama binene kadar ekibim ve dedem tarafından yakalanmıştım.


"Eliz... Tepki ver kızım..."dedi dedem nefes nefese. Yanlarından tepkisiz bir şekilde ayrılmamı bahsediyorlardı.


"Tepkimi verdim yukarıda... Siz ayrılmayın yanlarından... Beni de merak etmeyin. Bir diğer hastaneye de uğrayıp evime geçerim! Merak etmeyin diye söylüyorum..."dedim ama hiçbirine bakmıyordum.


"Oraya da gitmek istiyorsun ama bu hâlde gitmesen mi?"dedi Alara. Halimde ne var diye sormadım ama ne yoktu onu bilmiyordum. Şu anda ne yapacağımı kestiremiyorlardı ama buradan ayrıldığım anda Toprak'ı arayacaklarına emindim ve bu sefer onun yanına ben gitmek istedim. Onun da canı yanıyor olmalıydı ve bu sefer düşünen taraf ben olayım istedim. Başka yerde rahatlayamazdım ama aklım bu hastanede iken nasıl rahatlardım? Onu da bilmiyordum.


"Buradan çıktığım gibi onu arayacaksınız!"dediğimde hepsi gözlerini kaçırdı. Yapacaklardı.


"Bu sefer ben gideceğim yanına ve size tekrar söylüyorum tek istediğim onlara iyi bakın!"dediğinde Yağız abim koluma dokunmak istedi ama dokunamadı. Gözlerimde ne gördü bilmiyorum ama bundan korktu.


"Evine gideceksin değil mi?"dediğinde kafamı salladım ve arabaya bindim.


"Hastaneye varınca ara beni!"dedi dedem.


"Hastaneye vardığımda sana haber uçar zaten!"dedim ve arabayı çalıştırdım. Gaza basmam ile ana yola çıkmam bir olmuştu ve bu ne ara olmuştu bilmiyorum. Yağmur yağıyordu. Hem de sağanak şekilde ve benim Toprak'ı görüp bir an önce kaybolmam gerekiyordu. Elbette eve gidecektim ama bunun saati kaç olurdu? Görecektik!


Arabam hastanenin önünde durduğunda korumalarını garip bakışları eşliğinde girdim. Onların da bizim hastane de olduğu kadar büyük bir koruma çemberi vardı.


Yoğun bakım katına geldim ama onun ailesinden şükürler olsun ki kimsenin ciddi bir yarası yoktu. Sadece gözlem altında tutuyorlardı. Koridorda beni gören aile üyelerinin kaşları çatılırken aralarından tanıdığım sadece iki yüz vardı. Kaan ve Büşra. Ziya dede neredeydi bilmiyorum ama Toprak ve Alev de ortalıkta yoklardı.


Kaan ve Büşra yanıma geldiler. İkisi de beni inceliyordu. Ne görüyorlardı bilmiyordum ama Kaan'ın kendine çekip bana sarılmasını beklemiyordum.


"İyi değilsin..."dedi Kaan kulağıma. Sanki birilerine sarılmam gerektiğini hissetmiş gibiydi. Belki de onun da birine sarılma ihtiyacı vardı. Ben de kollarımı kaldırıp ona sarıldım. O bırakmadan da bırakamadım.


"Kimler ağır?"diye sordu Büşra. Ben de gerçekten ne görüyorlardı? Bilmiyorum ama gözlerim yanıyordu ve bu kendimi sıktığım içindi.


"Annem... Ve... Babam!"dediğimde kasıldılar ve neden şu anda orada olmadığımı sorguladıklarına emindim.


"Toprak nerede?"diye sorduğumda arkadan birinin sesini daha duyduk.


"Senin burada ne işin var? Hangi sıfatla buradasın?"dedi bir kız. Muhtemelen kuzenleriydi. Uzun kahverengi saçlı ve güzel bir kızdı ama şu anda bu kesinlikle umurumda değildi. Canım yanıyordu ve engelleri ortadan kaldırmak ki nasıl kaldırdığım da hiç umurumda değildi.


"Sevgilisi sıfatıyla... Nerede sevgilim?"dediğimde kızın bozulduğuna emindim.


"Cevabını aldığına göre Tuğçe oturabilirsin... Ben çağırayım!"dedi Büşra ve yoğun bakıma doğru yürüdü.


"Sen bakma ona... Yabanidir o... Eliz. Bunu sormamam gerekiyor biliyorum ama şu anda neden buradasın?"dedi Kaan. Çok sıcak bakıyordu ama gözlerimdeki soğukluğun hâlâ aynı olduğuna emindim. Kalbimin yangını gözlerime ulaşmadan donuyordu.


"Kavga... Çatırtı... Patırtı... Falan filan işte! Önemli değil de burayı da bir göreyim dedim!"dedim ama o inanmadı.


"Seni kovdular ve sen bunun önemli olmadığını mı söylüyorsun?"dedi Kaan. Sinirlenmişe benziyordu. Benimde ondan farkım yoktu ama onun kadar göstermiyordum. Toprak'ın sesini duyunca bu konuyu kapatmasını belirten bir bakış attım.


"Eliz... İyi misin?"dediğinde yanıma gelmişti ve beni kontrol ediyordu. Neden burada olduğumu sorguladığına emindim.


"İyiyim... Sen nasılsın!"dedim.


İyi değilim ama sen iyi ol...


" Karışık ama sen iyi değilsin... Durumları nasıl?"dediğinde derin bir nefes aldım.


"İyi olacaklar... Öyle umuyorum!" dediğimde sesimin titremesini fark etmişti.


"Kimler?"dedi kaşları çatıldı. Cevap vermedim. Artık konuşmak da istemiyordum. Tam Büşra konulacaktı ki Kaan onu uzaklaştırdı. Yalnız bırakmaları daha iyi olmuştu.


"Eliz... Korkutuyorsun beni... Şu anda onların yanında olman gerekmiyor mu? Yoğun bakımda olduklarına göre seni merak ederler... Bekletme... " dediğinde gözlerim doldu. Bu sefer gerçekten dolmuştu.


"Uyanırlarsa belki... Ben buraya seni görmeye geldim ve gördüm. Bana ulaşmaya çalışacaklardır ama senden bir şey istiyorum!"


"Sanırım sevmeyeceğim bir şey geliyor..."dediğinde kafamı salladım.


"Beni bir iki saat idare et çünkü senin yanında olacağımı sanıyorlar..."dediğimde kaşları daha da çatıldı.


"Nerede olacaksın?"dedi.


"Sadece eve geçeceğimi bilsen yetmez mi?"dediğimde kafasını olumsuz anlamda salladı. Geri gitmeye çalıştım ama kollarını belime sardı. İzin de vermedi kaçmama.


"Bir şey olmuş ve sen kaçıyorsun!"dedi.


Kaçıyordum değil... Kaçmaya çalışıyordum..


"Bir şey olmadı... Sadece hastane falan... Biraz beni rahatsız etti. Akşam eve geçerim..."dediğimde tip tip bakıyordu bana.


"Eliz.... Saat on bire geliyor..."dediğinde gece yarısına geldiğimizin farkında bile değildim.


Nasıl karanlıkta kaldıysam zamanı bile unutmuşum...


" O halde sabah kesin evde olurum..."dedim. Hâlâ bırakmıyordu.


"Benden bir şey saklıyorsun... Hastanede bir şeyler olmuş ve bunu gizlemek adına benden kaçıyorsun ama kaçmadan önce de yanıma geliyorsun... Seni bırakacağımı sana düşündüren nedir?"dediğinde donup kaldım. Buraya hiç gelmemem gerekiyordu değil mi?


"İyi olduğumu görmen!"dedim ama içimden beni bir kere olsun görmesin diye geçiriyordum.


"Bunu görememem normal sanırım... İyi değilsin ve iyi gibi davranmaktan vazgeçmeyip direnmen de ayrı olay zaten..."


"Toprak... Sabaha görüşürüz... Bırak beni şimdi... Olur mu?"dediğimde en istekli bakışımı atıyordum.


"Telefonun açık olsun..."dediğinde kolları gevşemişti. Ben de başımı salladım ve uzaklaştım. Çabucak kabul etmemi sorguladı ama bunu çok istediğimi bildiğinden bir şey diyemedi. Yoğun bakımdan neredeyse kaçarcasına çıktım.


Arabama binip gaza son gücümle basarken on dakika içinde sahildeydim. Eve gidemezdim. Toprak'ın sabahı bekleyeceğini sanmıyordum. Zaten telefonumu cebine bıraktığımı da fark ettiğine emindim çünkü benim cebimde iken bile titreşip duruyordu. Kumsala ayakkabılarımı çıkarıp inerken ceketimi de çıkarmıştım. Üzerimdeki bordo sweatshirt ıslanmaktan renk değiştirmeye çoktan başlamıştı.


Denizin hırçın dalgaları kumları içine çekiyordu. Beni de çekerdi belki...


Gecenin karanlığında oturdum kumsala. Hem denizin getirdiği sular hem de yağmur yıkıyordu beni ama içimdeki yangına hiçbiri su dökemiyordu.


Karanlıktı. O günler gibi...


Ayaklarıma yine sular geliyordu. O günler gibi...


O günlerden farklı olan iki şey vardı. O zamanlar küçüktüm ama şimdi büyümüştüm. O zamanlar her şeye herkesin yanında ağlardım ama şimdi sadece iki kişinin yanında ağlayabiliyordum ve o iki kişi de benim en zor zamanımda elimi tutan kişilerdi.


Dedeme o hafızamdan silinen üç haftalık tatilimin sonunda gözlerimi hastanede açtığımda tam anlamıyla bağlanmıştım çünkü ailem uzun bir tatildeydi. O ise hâlâ yastaydı.


Toprak'a ise... Ona ne zaman bağlandığımı ise bilmiyordum ama şu anda yağmurdan ya da denizin soğuk suyundan değilde onu yalnız bıraktığım için üşüyordum.


Ciğerlerime dolan soğuk hava bana hasta olacağımı çok net belli ediyordu ama şu anda hiçbir şey umurumda değildi.


Yaklaşık iki saat öylece oturdum. Sadece boş boş izledim denizi. Ağlamadım. Ağlayamadım. Şimdi de arabadaydım ve yarım saattir inmek için kendimle resmen savaşıyordum. Evin ışıkları yanıyordu. Görüyordum. Ve biliyordum. Toprak beni bekliyordu ama şu anda perişan bir haldeydim. Bunu onun görmesini istemiyordum ama yanına da gitmek istiyordum.


Kendimle olan savaşıma bir son vererek arabadan indim ve asansöre binerek kata çıktığımda daha kapıyı çalmadan kapı açılınca gördüm.


Çok endişeli ve sinirli olduğunu gördüm... Korktuğunu da gördüm...


"Eliz... Sen nerelerdesin? Islanmışsın? Kumsala mi gittin? Bu hava da sen aklını mı kaçırdın? Haberlerde denizlerden uzak durulması gerekildiği söyleniyor ve sen denize gidiyorsun..."dediğinde çoktan içeri girmiş ve odama gelmiştik. O da benimle geliyordu. Şu anda kendini sakinleştirmek adına kendi kendine konuşuyor ve cümlelerinde sadece beni özne yapıyordu. Banyoya gittiğimi fark edince kolumdan tutup duvara yasladı. Engel olmak gibi bir amacım yoktu ki şu anda bir hamurdan da farkım yoktu.


"Bir kere daha banyoda kendini krize sokmana izin vermem !"dediğinde gözlerimi yumdum ama o buna da izin vermeyip ellerini çeneme koydu ve gözlerine bakmamı sağladı. Bakışlarından bir çok şey geçiyordu. Görüyordum çünkü buna izin veriyordu ve benim de vermemi istedi. Alnını alnıma yaslarken kollarını da duvara koymuştu.


"Neden susuyorsun? Susma Eliz... Konuş benim gibi... Beni suçla! Ne bileyim? Kır! Dök! Ağla! Parçala ama susma... Durma..."dediğinde derin bir nefes aldım. Konuşmamı istiyordu. Ne söyleyecektim? İçimin yangını konuşunca geçecek miydi? Hayır ama azalabilirdi belki...


Bu kadar çaresiz hissettiğimde en son tedavisiz anne olamayacağımı öğrenmiştim ve bana yakın olan kimseye bunu anlatmamak içime oturmuştu. Bunu Toprak'a zorlamasıyla da olsa anlattığımda o hiç kalkmıştı. Anlatsam geçer miydi?


"Kırgınım... Herkese..."dediğimde derin bir nefes aldı.


"Bana da kırgın mısın?"dediğinde hem şaşırdım hem de sinirlendim. Sinirlenmeye gayet müsait bir durumdaydım. Başımı duvara yasladığımda göz göze geldik.Ona kırgın olsam burada ne işim vardı benim?


"Sana kırgın olsam şu anda beni duvara sıkıştırıyor olmazdın..."dediğimde dudaklarında bir gülümseme oluşmuştu. Ya da bana öyle gelmişti. Bilmiyorum ama şu anda beni sinirlendirip ağzımdan laf almaya çalışıyordu ve başarılı da oluyordu. En azından benden önce beni rahatlacak bir yol bulmuştu.


"Sende beni her yönden çıkmaza sokuyorsun ben bir şey diyor muyum?"dediğinde onu iteledim.


"Ha onun suçlusu da benim... Olayım canım... Neden olmasın? Ekleyin! Onu da listeye ekleyin! Her şeyin suçlusu olarak da beni gösterin. Ne de olsa ben alışkınım. Her şeyi ben yaptım. Bir suçum günahım olmasa da nefes almam bile yeterli suçlu sayılmak için!" dediğimde ona doğru yürüdüm. Dolmuştum. Hem de feci şekilde ve şu anda bunu boşaltmam gerekiyordu. O da bunu bekliyordu. Tepki vermeden beni izliyordu. Sadece dinliyordu ve hastanede olan her şeyi bildiğine emindim. Dedem anlatmasa da abilerimin yumurtladığına oyumu basardım.


"Sana beni düşün demedim... Benim için endişelen de demedim. Kork , üzül, merak et de demedim..."dedim ve işaret parmağımı kalbine bastırdım.


Konudan konuya atlamak en iyi kaçış yoluydu. Amcamın dediklerinde haklılık payı yok değildi ama hepsini de hak etmemiştim. Yüreğimdeki yangının sönmesi mümkün değildi ama geçici unutkanlıktan rar gelmezdi...


"Buraya da girmek istemedim..."dedim ve kendi kalbimi gösterdim. Sadece beni izliyordu." Buraya da gir demedim sana... Beni gör demedim ki kalbimin de seni görmesini ben istemedim. Sana aşık olmak da benim suçum değildi. Suçlu ben değilim. Sen de değilsin. Kalbim suçlu! Size göre herşey benim suçum ol-"derken susturdu dudakları beni.


Susturmasa devam eder miydim? Ederdim ama böyle de devam ederdim...


Loading...
0%