Yeni Üyelik
18.
Bölüm

18. Bölüm ~ Sorgu

@feusa


"Buraya da girmek istemedim..."dedim ve kendi kalbimi gösterdim. Sadece beni izliyordu." Buraya da gir demedim sana... Beni gör demedim ki kalbimin de seni görmesini ben istemedim. Sana aşık olmak da benim suçum değildi. Size göre herşey benim suçum ol-"derken susturdu dudakları beni.


Susturmasa devam eder miydim? Ederdim ama böyle de devam ederdim.


Ayrıldığımızda nefes nefese konuştum.

"Vazgeçtim. Bunun suçlusu ben olabilirim..." dediğimde güldü.

" Sen söylediğin hiçbir şeyde suçlu değilsin ama kalbimi çaldığın konusunda... Evet!"dediğinde bu sefer onu öpen bendim.


"Islaksın ve böyle durmaya devam edersen hasta olacaksın... On beş dakika veriyorum. Seni burada bekliyorum..."dediğinde başımı salladım. Hemen dolabıma yöneldim. Bana deminden banyo için sadece on beş dakika vermişti. Bu süre sadece krizim için alınmış bir önlemdi.


Eşyalarımı alıp banyoya geçtim. En son bu kadar kötü olduğumda kriz geçirmiştim ve beni nasıl bir halde bulduğuna dair hiçbir fikrim yoktu. Duşumu aldıktan sonra odadan çıktığımda koltukta oturduğunu gördüm. Komodinin üzerindeki saatten saatin dörde geldiğini fark ettim. Hava hâlâ karanlıktı. Beni fark edince hemen gözlerini açtı ama o da benim gibi uykusuzdu.


"On beş dakika dolmuş muydu?"dedim yanına giderken.


"On beş değilde yirmi beş dakikadır içerisin ama seslerin geldiği için bir şey yapmadım!"dediğinde ayağa kalkmıştı. Ellerini belime koymuştu. Ben de ellerimi kollarına koyarak dengemi sağlamıştım.


"Aç mısın? Ya da..."dediğinde sözünü kestim.


"Uyuyalım..."dediğimde başını salladı.


"Birlikte mi?"dediğinde gök gürledi ve şimşekler içeriyi aydınlatırken cevabım daha da netleşmişti.


"Evet..."dediğimde de başını salladı.


Birlikte yatağa doğru yürüyüp uzandığımızda başım onun göğsüne gelmişti. Kalp atışlarını duyabiliyordum ve bu çok iyi hissettiriyordu. Uzanıp yorganı da üzerimize çekip ellerini belimde birleştirdi.


"Sahil... Karanlık değil miydi? Korkmadın mı?"dediğinde kasıldım ama hemen toparladım. Yalan söyleyip söylemediğimi anlardı zaten.


"Karanlıktı ve korkunçtu..."


"Çok ağladın mı?"diye sorduğunda kafamı kaldırıp ona baktım. Siyah gözleri daha da siyahtı bu gece. Yorgundu ama uyumak yerine hâlâ benimle konuşuyordu.


"Ağlamadım ve bu yalan değil... Gerçekten zorladım ama olmadı..." dediğimde başını salladı. Kafamı tekrardan kalbinin üzerine koydum.


"Sabah hastaneye gideriz..."dediğinde gülümsedim ama bu histerikti.


"Öğleden sonra uyanacağız bu gidişle..."dediğimde beni onayladı.


"Bunu daha sonra konuşacağımızın farkında mısın peki?"dediğinde üç dört saat ortadan kaybolan ben değilmişim gibi ona döndüm ve kaşlarımı çattım.


"Neyin farkında mıyım?"dediğimde göz devirdi. Toprak Atılgan göz devirmeyi de biliyordu ve bunu sadece bana yapıyor gibiydi.


"Telefonunu hadi benim ceketime koydun da arabanın GPS sistemini ne ara yok ettin?"dediğinde ben de şaşırmıştım çünkü onu ne ara devre dışı bıraktığımı ben de bilmiyordum.


"Bak onu ben de hatırlamıyorum... Neyse bir ara aktif ederim!"dedim.


"Eliz! Telefonunda bin tane cevapsız arama var... "


"Onlara beni aramamaları gerektiğini seninle olacağımı söyledim ama durmazlardı. Ben de açmazsam kötü hissederdim ve bu yüzden de telefonumu sana verdim. Sorgu bittiyse eğer uyumak istiyorum çünkü yarın çok işim var."


"Ne işin var? Benim neden bu işlerden haberim yok?"dediğinde uyumuş numarası yapsam inanır mı inanmaz mı onu düşünüyordum ki bunu da hissetti."Uyumadığını biliyorum..."


"Kuruma gideceğim ve istiyorsan sende gel ama gelirsen beni durdurur gibisin o yüzden pek ihtimal veremedim..."


"Ne yapacaksın kurumda?"


"Sürpriz... Geleceksin zaten. Uyursan öğrenirsin..."dedim mayışmış şekilde. Şu anda gerçekten uykum gelmişti. Beynimin içindeki soruları duymamak için uyku en güzel kaçıştı.Toprak bir şeyler daha dedi ama anlayamadım çünkü kalp atışlarına odaklanmıştım.


🌪️🌪️🌪️🌪️🌪️🌪️🌪️🌪️🌪️🌪️🌪️🌪️🌪️🌪️


Uyandığımızda saat ikiyi yirmi beş geçiyordu. Gerçi ne kadar uyuduğumu bilmiyorum ama dört saatten fazla olmadığına eminim çünkü saat altıda uyanmıştım ama Toprak uyanmasın diye beklemiştim bu saate kadar. Uyku düzenimiz iyice şaşmıştı. Sadece uyku değil gündüz ve gece kavramını da karıştırır hâle gelmiştik. Ben uyandırmasam Toprak'ın uyacağını da yoktu zaten. Zorla ayılıp hazırlanmaya başladık.


Şu anda gardırobun önünde ne giyeceğime karar vermeye çalışıyordum.


Söylesene Eliz... İçin rahat mıydı onlar üzgünken? Söylesene başını yastığa rahat bir şekilde koyabiliyor musun?


Sinem'in sözleri beynimin içinde yankı yaparken sıkıca yumdum gözlerimi. Beynime oynuyordu... Bile isteye beynime oynuyordu...


Normalde atlet giymeyi sevmem ama bugün giysem iyi olurdu. Kendilerine ihtiyacım olacaktı çünkü. Üzerine bol bir kazak giydim ve altıma da siyah bir eşofman altı giymiştim. Bileğime tokamı da taktıktan sonra mutfağa geçtim. Kendimi aç hissetmiyordum. Sadece su koydum ve kendime bir kahve hazırladım. Kahveyi yudumlarken Toprak kapıda belirdi. Çatık kaşları ile birlikte dibime kadar geldi.


"Aç karnına kahve?"


"Aç değilim... Sen aç mısın?"dediğimde o da hayır dedi. O hâlde sıkıntı yoktu.


"O hâlde sıkıntı yok... Telefonumu rica etsem alabilir miyim?"dediğimde cebinden çıkartıp elime verdi hemen. Yine baştan aşağıya siyahtı.


Telefonumu aldım ve beni en son üç yüz onuncu kez arayan Yağız abimin üzerine tıkladım. Hemen açtı. Eli kulağında beklediğine emindim.


"Eliz... Neredesin sen? Toprak da cevap vermiyor... Ne halt yiyorsunuz acaba?"dediğinde abimin konuşmasını bitirmesini beklerken kahveyi de bitirdim. Toprak'a çıkalım anlamında bir iki işaret yaparken asansöre binmiştik ki abim hâlâ devam ediyordu.


"Abi... Sonra azarlarsın olur mu? Şimdi beni dinlemeye ne dersin?"


"Evet... Mantıklı seni dinliyorum... Bu arada durumlarını gayet iyi... Akşama uyanırlar diyorlar!"dediğinde abim derin bir nefes almıştım. Uyanacaklarına olan inancım tamdı ve onlar uyanmadan önce de yapmam gereken şeyler vardı. Asansörden inip arabaya yürümeye başladık.


"Abi... Bugün oradan ayrılmayın! Ben bir ara boşlukta gelip çıkarım yani sizin ban boşluk yaratmanız gerek!"dediğimde arabaya bindik. Abim yine gel git falan demeye başladığında sesi kapatıp Toprak'a döndüm.


"Kuruma mı geliyorsun benimle yoksa seni hastaneye bırakayım mı?"dedim.


"Sonra geçerim hastaneye ama sen ilk önce geçsen daha iyi olmaz mı? Hem görmüş olursun..."


"Akşama uyanırlar diyorlarmış... Bir boşlukta giderim..."dediğimde abimin sesi normalden bile hoparlörde gibi çıkınca ona geri döndüm. Bu sırada telefonu arabaya bağlamış ve arabayı da çalıştırmıştım.


"Eliz sakinleştiler diyorum... Neden anlamak istemiyorsun? Ayrıca ben senin ne-"


"Abi... Abiciğim... Asıl sen neden anlamak istemiyorsun? Amcam ile görüşmek istemiyorum. Mümkünse Sinem ile de görüşmek istemiyorum ama kurumda olduğuna ve dibimde biteceğine eminim!"dedim. Toprak'a baktığımda telefonuyla ilgileniyordu.


O zaten dün akşam olanları çok iyi bir şekilde biliyordu değil mi?


"Eliz... Bak dün çok sinirli oldukları için öyle dediler. Yani sen çok takma onları olur mu? Neyse ben ne desem de sen bildiğini yapacaksın."


"Evet!"


"Peki planın ne? Geri mi çekileceğiz?"


"Geri çekileceğiz..."dediğimde Toprak bana dönerken abim resmen çığlık atmıştı.


"Ne? Ne demek geri çekiliyoruz? Eliz... Hasta falan mısın? Ateşin mi var senin? Alara... Geri çekiliyoruz diyor bu! Valla ben devam edemem!"dediğinde telefona Alara geçmişti." Eliz... Ne diyor bu çam ağacı?"dediğinde Alara gülümsedim.


"Geri çekildiğimizi söylüyorum... Akşam görüşünüz..."dedim ve kapattım çağrıyı.


"Nasıl geri çekiliyoruz?"dedi Toprak bu seferde.


"Geri çekiliyoruz dedim ama kast ettiğim geri çekiliyor olmamız değil!"


"Peki ya ne?"


"Geri çekiliyormuş gibi yapmak!" dediğimde Toprak'ın kafası daha da karışırken telefon tekrar çaldı. Bu sefer arayan dedemdi. Çağrıyı yanıtladım.


"Efendim dede..."


"Eliz... Yağız ne diyor öyle? Nasıl geri çekiliyorsun?"


"Geri çekiliyorum dede... Geri... Geri çekilmek... Anladın mı?"


"Anladım... Da. Yağız bütün ülkeye duyurmak üzere geri çekildiğini."


"Sinem oralarda mı?"


"Evet... Daha kuruma geçmedi."


"Mümkünse gönderme! Geri çekildiğimi de onun yanında bahsedin bol bol..."


"Neden?"


"Bir şeyi anlamak istiyorum sadece..."


"Tamam. Ne zaman geleceksin buraya? Eğer çekiniyor-"


"Çekindiğimden değilde daha fazla kalp kırmamak için... Akşam gelirim."


"Kalbi kırılan onlar değil sen oluyorsun!"


"Sonuçta kendi kalbimin kırılmasına da sebep oluyorum... Neyse dede görüşürüz! İşim var benim!"


"Ne işin var? Ne karışıyorsun yine?"


"Arar öğrenirsin Toprak'tan dede..."dedim ve kapattım.


"Bana artık bir açıklama yapacak mısın?"


"Elbette ama bunu akşam konuşalım olur mu?"dedim Toprak'a bakarak. Tekrar birini aramaya geçmiştim.


"Tamam..."dedi Toprak. Ben de başımı sallarken Doğu aramamı açmıştı.


"Hazır mısın?"


"Neye diye kesinlikle sormuyor ve sana üç... Beş... Sekiz... On bir diyorum!"


"Kaç tane önemli sence?"


"İki..."


"Onları bana hazırlandın mı peki?"


"Dün geceden beri seni bekliyorum!"


"Güzel! Geliyorum... Hatta geldim!"dedim ve kapattım. Arabayı park edip indik. Kuruma girerken Toprak elini belime koymuştu.


"Deminden tam olarak ne konuştunuz?" dediğinde güldüm.


"Anlarsın birazdan..."dediğimde asansöre binmiştik. Ben üzerimdeki montu çıkarmıştım. Telefonumu sessize aldım ve montun cebine koydum. Asansör onuncu kata geldiğinde durdu ve biz indik. Dövmeleri okutup içeri girdik. Tam olarak toplanma alanına çıktığımızda ise Doğu ve ekibi her zamanki gibiydiler. Doğu geldiğimi görünce ekibini hemen kovarken ben montumu koltuğa bırakmıştım.


Toprak tam olarak yanımda dikilirken ona doğru döndüm.


"Beni durdurmak yok..."dediğimde üzerime giydiğim kazağı çıkarmıştım.


"Tam olarak ne yapıyorsun sen şu anda?"derken etrafını kontrol ediyordu. İçeride sadece Doğu vardı ve o da bizimle ilgilenmiyordu.


"Soyunuyorum..."dediğimde tip tip bakmaya devam etti. Bileğime taktığım toka ile de saçlarımı dağınık bir topuz yaptım.


"Ben de onu diyorum... Neden soyunuyorsun?"dediğinde bana doğru bir adım atmıştı.


" Sorguya gireceğim... Bu yüzden rahat olmam gerek ki rahat konuşabileyim..." dediğimde eşofmanımın iplerini sıkıp güzel bir şekilde baglamıştım.


"Kameraları ayarladım... Malzemeler de orada... İkisine de aynı anda girecek misin?"dedi Doğu bize dönmüş cevap bekleyen bakışlar atıyordu.


"Neye giriyorsun?"dediğinde şaşkın şaşkın Toprak'a dönerken Doğu kahkaha atmıştı.


"Ona anlatmadın mı?"dedi Doğu gülerken.


"Neyi? Eliz..."dediğinde aklındaki saçma sapan düşünceler dağılsın diye açıklama yapma gereksinimi duydum.


"Sorguyu kast ediyor... Ailelerimizi buldukları zaman yakalanan on bir kişiden iki tanesinin bir şeyler bildiğini anladık. Arabadaki konuşmanız oydu kısaca... Ben şimdi sorguya gireceğim... Doğu dışardan yardım edecek. Sen de girmek istiyor musun? Yoksa izleyecek misin? Ben pek izlemeni tavsiye etmem. Sen eder misin Doğu?"


"Ben kiminle sevgiliymişim deyip terk edebilir seni... İzlemesin! Diğerine de o girsin!"dedi Doğu eğlenerek. Tek eğlencesi bunlardı. En mutlu olduğu anlarda bu anlardı. Doğu garip bir insandı ama bütün bunları neden yaptığını biliyor olmak daha acı vericiydi. Toprak garip garip bakışlar atarken kafasını salladı.


"Ne yapıyoruz şimdi?"dedi Doğu. Bir an önce başlamak istiyordu.


"O halde birini bana diğerini de karabiberime veriyoruz..."diyerek odaya doğru yürürken güldüklerini biliyordum.


Gerginlik atılmıştı. 


Sırada gerginlik yaratmak vardı.


Yazardan...


Eliz sorguya girerken Toprak hemen girmemişti sorguya. Eliz'i izlemek istiyordu. Açıkçası Doğukan'ın sözleri biraz merak uyandırmıştı içinde. Eliz'in her şeye dolu olduğunu ve sadece piminin çekilmesini beklediğini biliyordu ve nasıl patlatacağını merak ediyordu.


Eliz içeri girdiğinde sandalyede oturan, bağlı bir adam vardı. Yüzü gözü biraz dağılmıştı. Önceden adamın önünde duran masa camın önüne alınmıştı ve adamın gözünün korkması için bir sürü işkence aleti gözle görülür bir şekilde sıralanmıştı ama Eliz için kenara bir kutu daha bırakmıştı Doğu.


"İyi ki ben gelmeden bir yokla dedim!"dediğinde Eliz, Doğukan gülmüştü. Eliz konuşarak oyunu başlatmıştı. Doğukan da buna uygun devam ederek hoparlöre konuştu.


"Sen dediğin için ayrırdım onu... Diğerleri yoğun bakımda... Onunun da durumu ağır ve yaşama ihtimali yok diyorlar!"dedi ve kapattı. Sonra da Toprak'a döndü.


"İzleyeceksin değil mi?"dediğinde Toprak başını salladı ve Doğukan'ın yanındaki boşluğa oturdu.


"Güzel..."dedi Eliz kutuya doğru ilerlerken. Şu anda gerginlik yaratmak istiyordu. İçerideki adamın bir şeyler bildiğine emindi ve her zaman kullandığı taktiği kullandı.


Eliz elini kana bulamayı sevmezdi. Eliz aklı sulandırmayı severdi. Akıl ve mantığı karıştırmayı severdi. İnsanların ağzından döverek laf almaya çalışarak kendini yormazdı. Çünkü ona göre konuşmayacak kişi zaten konuşmazdı ama zaaflar ve korkular her şeyi yaptırırlardı.


"Size hiçbir şey bilmediğimi kaç kere söylememem gerek? Anlamadınız mı?"dedi adam. Karşısında gördüğü aletler açıkçası gözünü korkutuyordu. Onlara gerekirse ölün ama sakın onların eline düşmeyin demişlerdi ama onlar daha kendi canlarına kıyacak zaman bulamadan kıskıvrak yakalanmışlardı.


"Anladık anladık... Da. Senin bir şeyler bildiğini anladık!"dedi Eliz. Kutuyu açmıştı. Kutunun içinde bir sürü alet vardı ama Eliz'in şu anda ilk adımı bir ilaç ve şırınga olmuştu. Elindeki ilaç ve şırınga ile adama döndüğünde adamın yutkunduğunu gördü. Bu daha da hoşuna gitti çünkü korkması gerekiyordu. Onun ailesine zarar vermişlerdi. Olayı daha detaylıca bilmiyordu ama sinirleneceğine adı gibi emindi.


"Baştan anlaşabiliriz... Sen bana bildiğin her şeyi anlat. Nasıl baskın yaptığınızı, nasıl onları alıkoyduğunuzu ya da canlarını nasıl yaktığınızı anlatabilirsin."dedi Eliz her bir kelime vurgu yaparak. Gözleri sızlıyordu. Annesinin ya da babasının ne durumda olduğunu şu anda bilmiyordu çünkü kurumu korumak için girdiği görevde neredeyse bütün ailesini karşısına almıştı ve onlarla karşılaşıp suçlanınca canı yanıyordu. Kendi kalbinin kırılmasına izin vermektense uzak durmayı tercih ediyordu.


"Ben... Hiçbir şey bilmiyorum. Bırakın beni!"dedi adam zorlukla.


"Kesinlikle bir şeyler biliyor!"dedi Doğukan, Toprak'a.


"Çok tedirgin..."dediğinde Toprak , Doğukan onu onaylamıştı.


"Hm... İyi. Benimde zaten bir kurbana ihtiyacım vardı."dedi Eliz.


"Ne? Ne kurbanı?"dedi adam korkusunu gizlemeye çalışarak. Elinde bir şırınga ve ilaç olan bir kadın size yeni kurbanımsın derse elbetteki korkardı.


"Şöyle ki ben kimya ile uğraşmayı çok severim..."dedi Eliz. Adamın etrafında dönüyordu. Kafasının daha da karışmasını istiyordu." Ya da simyacı da denilebilir çünkü bu ilaçlar..."dediğinde ilacı sallayarak adamın gözüne kadar soktu." Bu ilaçlar benim tarafımdan üretiliyor. Kısacası üretip kenara koyuyorum ve canımı sıkan, aileme, sevdiklerime ya da benim olana zarar verenlerin üzerinde denemek için kenara koyuyorum. Anlayacağın bu ilaç..." dedi ve odanın sadece orta kısmını aydınlatan lambaya doğru kaldırdı ilacı.

" Sanırım beş yıllık... İlaç zararlı olmasa bile bozulduğu için sana zarar verecektir. Verip vermeyeceğini merak ediyorum. Sen etmiyor musun?"dedi ve kutuya yöneldi. Bu arada camın arkasındakilere de göz kırpmıştı. Toprak'ın da orada olduğunu elbetteki biliyordu.


"Etmiyorum! Hayır!"diye bağırdı adam.


"Bak şimdi asıl eğlenceli kısım başlıyor..."dedi Doğukan çayını içerken. Toprak da halinden memnun bir şekilde izliyordu olanları. Eliz'in dün gece çabuk sakinleşmesinin altından bir şeyler çıkacağına zaten emindi ama böyle bir şey yapacağını düşünmemişti.


Eliz kutuyu alarak yere önüne döndü. Adam dikkatle onu izliyordu ama her an korkudan altına yapacak gibiydi. Eliz arkasındaki masaya yaslandı ve adama sinsi bir gülüş gönderip elinde tuttuğu ilk ilaç olan sarı ilacı masaya koydu.


"Bu ilaçların hepsini damardan enjekte ediyorum genelde. Bu ilacın etkilerini bilmiyorum ve sen de deneyebiliriz..."dedi ve kutudan mavi renkteki ilacı çıkardı.


"Bunu geçen sefer denemiştim. Bunu aldığın taktirde vücudun birden kaşınmaya başlıyor ama senin elin kolun bağlı olduğu için kaşıma şansın da yok... Kaşıntıdan da herhalde bir gün içinde ölürsün..."dedi Eliz ve kırmızı ile turuncu ilacı da koydu diğerlerinin yanına. Adam nefes almadan dinliyordu Eliz'i. Bu işi kabul ettiğine ise lanet ediyordu içinden.


"Bu kırmızı olan sadece on dakika içindeydi sanırım..."dedi ve düşünür gibi elini saçlarına götürüp kaşıdı." Yirmi de olabilir bunu en son iki yıl önce kullandım da neyse bunlar gereksiz bilgilerdi zaten. Bu ilacın sana sağlayacağı tek fayda görmemek olacak. Bu ilaç kullandığım kişinin gözlerine etki ederek kör etmişti de sanırım birinde direkt olarak kulaklarına etki etmişti! Acaba sende nasıl etki edecek? Kişiden kişiye değişen şeyler elbetteki olabilir... " dediğinde adam yutkunamadı bile.


Doğukan bunları daha önceden de izlemişti ama sıkılmadan tekrar tekrar izlediği filmler gibiydi bu sahneler. Toprak ise kendine durmadan hatırlattığı o özlü sözü ne kadar da iyi düşündüğünü düşünüyordu.


Asla ama asla Eliz ve Eliz'in zekası ile karşı karşıya gelmemeliyim...


"Bunları bana neden anlatıyorsun? Bana vermek gibi bir hata yapamazsın!"dedi adam zar zor konuşurken. Ağzı, boğazı kurumuştu. Kesik kesik nefes alıyordu


"Anlarsın birazdan... Bak bu yeşil olan mide ve bağırsakları parçalıyor. Bütün bağışıklık çöküyor kısaca seni içten öldürebilir de.. Bunu turuncu olan mı yapıyordu yoksa?"dediğinde adam artık yutkunamayı da unuturken Doğukan içeride kahkaha atıyordu. Toprak ile Eliz'in oyunculuğu karşısında etkilenmesinin yanında son dedikleri gerçekten gülümsetmişti onu.


Eliz adamın aklını karıştırırken hastanede de bir karışıklık söz konusuydu çünkü Ömer Karayel ve Füsun Karayel yani Eliz'in anne ve babası uyanmışlardı. Hayati tehlikeleri elbette vardı ve bu yüzden normal odaya alınsalar da bir gece daha kalacaklardı. Onların haricindekilerin çok ağır yaraları yoktu.


Atılgan ailesi ise bu gece taburcu oluyorlardı. Karayel ailesine göre hafif bir saldırı olmuştu ama yine de esir alınmışlardı ve esir alındıklarında ne olduğunu her iki ailede bilmiyordu.


Orhan Karayel ve Ziya Atılgan kuruma geçmişlerdi çünkü orayı boş bırakmamaları gerekiyordu. Bu saldırı olayını ellerinden geldiği kadar duyurmamayı başarmışlardı. Orhan Karayel normalde çocukları çıkarmadan kuruma dönmeyi düşünüyordu ama Eliz'in yine bir işler karıştırdığına emindi. Hastaneden tepkisiz bir şekilde ayrılması ise daha da çok kafasını karıştırmış ve canını yakmıştı. Murat'ın o kadar tepki göstereceğini o da tahmin etmiyordu. Cem'in bir şeylerin farkında olduğunu anlamıştı. Eliz'e ne karşı çıkmış ne de arka çıkmıştı ama Murat'a katılmayarak tarafını da belli etmişti. Murat abisine de yengesine de değer veren bir insandı. Ailedeki herkese ayrı ayrı değer veriyordu ki annesinin ölümünden sonra daha da çok ailesine bağlanmıştı. Hem eşine hem de çocuğuna sıkı sıkı bağlıyken ailenin diğer fertlerine de öyle sıkı sıkı bağlıydı.


Ömer uyandığında ilk önce Eliz'i sormuştu ki bu yüzden Murat hemen köpürmüştü ama Ömer bunu önemsememişti. Eliz ile bir an önce konuşması gerekiyordu ve onu istediğini ailedeki herkese teker teker belli etmişti. Karşı çıkanları ise odadan kovmuştu. Füsun ile birlikte aynı odadaydılar ama o uyuyordu. Odada Alara, Yağız, Yiğit ve Cem vardı. Alp ve Emel ortalıktan kaybolmuşlardı.


"Eliz hiç gelmedi mi?"dedi Ömer. Geldiğine emindi. Hatta burada bekleyeceğine de emindi. Açıkçası biraz kırılmıştı ama onun da kırgın olduğunu bildiğinden bir şey de diyemiyordu.


"Geldi de... Murat amca sağ olsun..."dediğinde Alara ona uyarı bakışları atan adamlara dayanamayıp susmak zorunda kaldı.


"Ne? Murat?... Murat ne alaka? Sen devam et kızım... Bu heriflerin anlatacağı yok! Hatta sen kalk oradan Yiğit! Alara otursun oraya!"dediğinde Alara yerinden süzüle süzüle kalktı ve Yiğit'in yerine oturdu. Ömer'e en yakın yerdi oturduğu yer.


"Anlat kızım... Gıkı çıkanı kovarım!"dedi diğerlerine de Ömer. Alara'ya döndüğünde ise yüzünü yumuşattı.


"Nereden başlayım?"dedi sonra kendisi cevap verdi." En baştan anlatayım o hâlde! Şimdi Eliz geldiğinde Murat amcanın sinirleri böyle tavandaydı yani tepesinden duman çıkıyordu. Eliz'i görünce hepten kızardı sonra da en sonunda patladı. Eliz'i aklından geçirdiği her şeyi söyledi."dedi Alara. Kendini kaptırmış bir şekilde anlatırken Ömer'in ne verdiğini umursamıyordu ama Ömer birazdan ayaklanıp Murat'ı dövmeyi düşünüyordu.


"Sonra tam onları yatıştırdık derken o amip, öğlena, par-"dediğinde Alara, Yağız öksürerek Alara'nın dikkatini çekti ve Cem Amcasını gösterdi. Alara'nın utanıp sıkılmak gibi bir derdi yoktu. Düşündüğünü söylerdi. Cem Amcasına döndü." Kusura bakmayın Cem Amcacığım ama sizin o bakteri kızınız da bana hamamböceği diyor!"dedi ve Cem'in şaşkın bakışlarına aldırmayarak Ömer'e döndü. Onunda Cem'den bir farkı yoktu.


"Ee... Biz bir hava alalım o hâlde!"dedi Yiğit kalkarak. Çünkü biraz daha dururlarsa kendini kaptırıp her şeyi anlatabilecek potansiyele sahipti Alara. Yiğit'in mesajını anlayan Yağız hemen Alara'yı da alarak dışarı çıktılar. Alara tabii ki de zorluk çıkarmıştı ama hastanede oldukları için fazla uzatmamamıştı.


"Alara... Bıraksak her şeyi anlatacaktın az daha!"dedi Yiğit.


"Sadece bilmesi gerekeni anlattım... Çok uzatmayın da bana kahve ısmarlayın bakayım!"diyerek Alara ikisininde koluna girdi ve onları kantine kadar sürükledi. Alara'ya karşı koyabilmek zordu. İçlerinden de sadece Yağız karşı koyabiliyordu ama o karşı koymaların sonucu Alara tarafından bizzat gözden geçiriliyordu.


"Affettin mi onu? "diye sordu Cem, Ömer'e. Ömer kafasını olumlu anlamda sallarken Cem derin bir nefes almıştı.


"Nasıl görünüyordu Cem? Ben iki aydır görmedim... Göremedim..."dedi Ömer. Kendini bu konuda suçlamaktan asla vaz geçmeyecekti.


"Yıkılmış ama bir o kadar da sağlam görünüyordu abi. O eğitimine girdiğim kızın yerine daha soğuk ve acımasız biri gelmiş gibiydi. İki ayda içinde çok şey biriktirmiş olmalı elbette ama bu kadar değişebileceğini düşünmemiştim!"dedi Cem. Ömer derin bir nefes aldı. Kızının değiştiğini elbette biliyordu ama onu neyin beklediğini de bilmeliydi.


"Bu iyi bir değişim mi sence?"dedi Ömer. İçten içe korkuyordu çünkü. Kızının yanlız kalmasındaki tek neden kendisiydi. Kızının yerine göre iyi bir oyuncu olduğunu biliyordu ama bu kadar iyi oynadığını daha doğrusu kendisine karşı oynayacağını hiç düşünmemişti.


"Yerine göre iyi tabi... Bak ben Eliz'in yerinde olsam Murat'a kafa göz girmiştim bu arada. Murat en başından beri bir kişiyi daha kaybetmemek için elinde kalanlara değer veren bir insandı tamam ama Eliz'in açısından hiç düşünmedi! Sinem onun dediklerini hatta onun adına sizden tekrar tekrar özür diliyorum!"dediğinde Ömer'in gözlerinin içine bakıyordu." Sinem'in dediklerini de hak etmedi ama dinledi. Hiçbir tepki vermedi. Kendini savunmadı. İstese çok güzel olay çıkaracağı yerde sustu. O susunca diğerleri daha da çok olaya atıldı ama o sustu abi. Her zamanki yaptığını yaptı ama daha da soğuk bir şekilde yaptı bunu. Gözlerinde hiçbir duygu yok gibiydi. Ben tam karşısındaydım."dedi Cem. Ömer'in dinlediği şeyler kendi kızının dışarıdan nasıl göründüğüydü ki hiçte içler açıcı değil gibiydi.


"Eliz hiçbir zaman ağlayıp nazlanan bir kız olmadı ki... Ben yanında olabildiğim zamanları bir düşünüyorum ama bir iki tane ve o da bir zamandan sonra olmadı bir daha... Bu kadar soğuk değildi Cem." dedi Ömer. Onu doğrulaması için yalvarmak üzereydi ama Cem her zaman doğruyu söylerdi. Yorumunu da kendi inandığı şeye göre yapardı.


" Değildi... Onlarla sekiz yıl boyunca çalıştım abi ama Eliz dediğin gibi hiçbir zaman ağlayıp sızlayan birisi olmadı. Ben onun ağladığını hiç görmedim. Ben kendi kızımı sana ya da size karşı savunamıyorum çünkü Sinem gerçekten de Eliz'in üzerine çok gidiyor ve bunu yapmasın diye yaptıklarımı sen de biliyorsun ama olmuyor... Sinem ve Eliz yan yana gelince o yerden Alev çıkıyor resmen. Alevi çıkaran ve genelde de benim kızım oluyor çünkü Eliz hep sorun çıkmasın diye alttan alıyor. Bunu fark etmedim sanıyor olabilir ama çok net fark ediyorum ama yapabileceğim bir şey yok!"dedi Cem omzunu silkerek.


"Ben de yapamıyorum Cem... Onlar birbirlerini yiyorlar ama hiçbir şey yapamıyorum. Senin gibi elim kolum bağlı. Alıp karşıma konuşsam diyorum! Kocaman kadın oldu artık beni dinler ama nereye kadar da genelde dinlemiyor... Keşke dinlemeseydi hiç! Bir kere dinleyeceği tuttu onda da... Off..."dedi Ömer yüzünü sıvazlayarak.


"Pişman mısın?"dedi Cem. Pişman olduğuna emindi ama yine de onun ağzından duymak istiyordu.


"Pişmanım... Hayatımda hiç bu kadar pişman olduğumu hatırlamıyorum..."dedi Ömer en içten şekilde.


"Onunla gerçekten sevgili değil miymiş yani?"dedi Cem.

Ömer, Cem'e güveniyordu.

Kardeşinden sır çıkmayacağını öğreneli çok olmuştu. Murat'a güvenmeme nedenleri ise Murat'ın sinirden gözü döndüğünde gizli saklı demeden herşeyi anlatmasıydı. Bu yüzden ona her şeyi anlatmazlardı ama birbirlerinden de bir şey saklamazlardı.


"İlk başta herşey bir oyunmuş ama gerçekten olmuşlar..."dedi Ömer. Sevgili olmalarına hâlâ sıcak bakmıyordu ama bu artık düşman aile meselesi değildi. Kızını kıskanıyordu Topraktan.


"Öyle bi söyledin ki... Sanırım artık düşman aileden olması değilde kızınla sev-"dediğinde gülerek Cem, Ömer'e kızgın bakışlar eşliğinde onun sözünü kesti.


"Deme onu zaten hâlâ sinirleniyorum ama haklısın o yüzden! Bak benim derdim çocukla değildi. O ailenin yaşattıklarını unutmam mümkün bile değil! Benim derdim ailesiyleydi ama artık kendisi hedefim haline geldi."dedi Ömer içli içli içini çekerek. Cem onun bu haline güldü.


"Seni de görürüz!"dedi Ömer. Şimdi gülme sırası ondayken öbür taraftan da Eliz samimi olmayan bir şekilde gülmüştü.


"Bak ne kadar da güldüm bu söylediğine!"dedi ve anında ciddileşince adamın altına yapmasına ramak kalmıştı." Bunları tabii ki de senin üzerinde denemek için getirdim. Şimdi sana iki seçenek... Ya bana bildiğin ve elbette ki saldırı anı da dahil olmak üzere her şeyi anlatırsın ya da ben bunların hepsini elimde görmüş olduğun şırınga ile san veririm... Verir miyim Doğu?"dedi Eliz. Birilerinin ona cevap vermesi gerekiyordu çünkü konuşup konuşup cevap alamamak insanı delirtiyordu.


"Verirsin tabii ki de..."dedi Doğukan sonra da Toprak'a döndü ve elindeki çekirdeği uzattı. Toprak da hemen aldı tabi. Bulut, Eliz'in asistanı olabilirdi ama o şu anda meşgul olduğu için Toprak ve Doğukan'ın getir götürünü yapıyordu. Şu anda da elindeki çekirdek paketleri ile kapıyı çalıyordu. Eliz yaklaşık iki saattir içeride sorgu yapıyordu. Yaptığı tek şey sadece ilaçların etkilerini anlatmaktı. Daha ilaçları kullanmamıştı ama adam çoktan hepsinin etkisini göstermeye başlamıştı.


İşte bu yüzden psikolojiye oynuyordu...


"Doğukan Bey... Çekirdek kalmadı sanırım depoda!"dedi Bulut elindeki paketleri masaya boşaltırken.


"Bunların hepsini yemeyi mi düşünüyorsun?"dedi Toprak. On beş paketten sonrasını saymamış, daha doğrusu sayamamıştı.


Doğukan güldü ve hemen yanında diğerlerine göre daha geniş ama kilitli olan çekmeceyi anahtarla açtı. İçeride bir sürü çekirdek paketi vardı. Toprak ve Bulut şaşkın şaşkın bakıyordu.


"Hepsini yiyemeye bilirim ama stok yapabilirim!"dedi Doğukan paketleri koymaya başlamıştı bile.


"Doğukan Bey... Geçenlerde çekirdeklerin konulduğu rafın patlatıldığı dedikodusu dönüyordu etrafta! Bütün çekirdek paketleri bir gece de yok olmuştu da onlar sizinkiler olabilir mi?"dediğinde Doğukan sanki orayı kendisi patlamamış gibi rahat rahat itiraz etti.


"Paketlerin üzerinde beni Doğukan depodan aldı mı yazıyor Bulut?"dedi kaşlarını çatarak ama Toprak onların oradaki paketler olduğunu elbette ki anlamıştı. Bulut ise gafil avlanmıştı.


" Hayır Doğukan Bey... Çifte kavrulmuş siyah , tuzlu çekir-"derken Bulut'un lafını bölen Eliz olmuştu. Deminden beri Doğukan'a sesleniyordu ama Doğukan laklak ettiği için onu duymamıştı.


"Sizin yüzünden bana sinirlendi!"dedi Doğukan ve hoparlöre bastı." Efendim..."dediğinde Eliz adama attığı ciddi bakışı bozmadan arkasını döndü. Eliz görmeyebilirdi ama onlar Eliz'i gayet iyi görüyorlardı. Bulut ise hayran hayran asistanlığını yaptığı kadını asla boş geçmedi ve hemen konuştu.


"Yine mükemmelsiniz Eliz Hanım!"dediğinde Toprak ve Doğukan ona ağır çekimde dönmüşlerdi. Tam kovacaklardı ki Eliz'in cümleleri onları etkisiz bıraktı.


"Aa... Salatam gelmiş!"dedi ve adama döndü." Tabi sen bilmezsin de bu çocuğun hisleri çok iyidir ve şu anda verdiğim kararla sana vereceğim ilacı ona seçtireceğim..."dediğinde adam sadece birazcık daha direnmek istedi. O biraz ne kadar birazdı orası tartışılır!


"Kıvırcık şimdi bana hemen söyle bakayım... Bu arada Sinem geldi mi?"dedi Eliz , şişeleri dizerken.


"Hayır Eliz Hanım... Asistanı bugün gelmediği için şükür ediyordu deminden. Dedeniz yaklaşık bir buçuk saat önce giriş yaptı kuruma. Yüksek ihtimalle sizi arıyor çünkü iki de bir sizi soruyor!"dediğinde Toprak ve Doğukan onu şaşkınlıkla izliyorlardı.


"Sen ne dedin peki kıvırcık?"dedi Eliz. Şişeleri dizmişti.


"Gökyüzünde de olabilir! Yerin dibinde de olabilir! Ama kesinlikle Sinem Hanım'ın yanında değildir!"dediğinde Toprak artık şaşırmayı bırakıp kıskanma aşamasına geçiş yapmak üzereydi çünkü Bulut'un Eliz'i bu kadar hızlı bir şekilde anlaması biraz onu garip duygulara itelemişti.


"Aferin sana... Seç bakayım birini... Ya da iki tane seç! "dediğinde Eliz, Bulut bütün şişeleri kısaca bir bakış attı. Cevabı belliydi zaten.


"Kırmızı ve turuncu olan... Neden biliyor musunuz?"dediğinde Toprak hoparlörü kapattı ve Bulut'a döndü.


"Neden bilmek zorunda?"dediğinde Bulut ona resmen görüldü attı. Toprak bu herifi boğarım dercesine Doğukan'a dönerken hoparlörü de açmıştı.


"Kıvırcığımı rahat bırakın!"dedi Eliz. Uzun süre cevap gelmeyince bir şeyler döndüğünü anlamıştı.


"Eliz Hanım sevgilinize söyleyin benimle uğraşmasın!" dediğinde Toprak'ı durduran tek şey arada cam olmasına rağmen Eliz'in kendisine attığı bakışlardı. Bulut devam etti.

" Ben ne diyordum... Evet ! Turuncu ve kırmızı seçmemin nedeni Sinem Hanım'ın geçen gün yaptığımı kombiniydi ve bu kombin uzun süre konuşuldu araya olaylar girmese tabii de neyse işte görmeniz gereken bir kombindi kısaca!"dedi Bulut.


"Lan köpek madem böyle özelliklerin vardı neden bize göstermedin?"dedi Doğukan hoparlörü çoktan kapatmıştı.


"Ben nasıl görmedim onu ya... Neyse! İşimize dönelim. Kırmızı ve turuncu..."dedi ve ilaçlar ile şırıngayı alıp adama yaklaşırken Bulut anında toz olmuştu yine. Zaten toz olmasa toz eder gibiydiler.


"Şimdi beni tekrar tekrar yorma... Sana iki saat anlattım bunların ne işe yaradığını! O yüzden anlatıyor musun? Yoksa tattırıyım mı?"dediğinde Eliz adamın artık dayanacak gücü kalmamıştı çünkü iki saattir Eliz'i dinliyordu ve her hareketi artık daha da korkutur olmuştu. Özellikle gülmesinden korkuyordu adam.


"Allah belamı versin ki anlatacağım... Sadece uzaklaş benden... Yeter ki uzaklaş. Yaklaşma bana!"dediğinde Doğukan gülerken Toprak'ın yüzünde anlamlı bir gülümseme olmuştu. Gurur duyuyordu. Olan buydu. Eliz masanın önüne tekrar yürüyüp yaslandı ve asla taviz vermeden adamı izlemeye başladı.


" Yanlış yaparsan anlarım ve anlarsam da sadece yürümekle kalmam..."dediğinde bu adamı tutan son şey olmuş ve adama birden konuşmaya başlamıştı.


Onlar Türkiye'de saldırganlar ile uğraşırken İtalya'daki açık yakalama harekatları son hızıyla devam ediyordu. Nisan ve Leonardo Eliz'in dediği gibi ise başlamışlardı. İtalya kurumuna her ne kadar Leonardo'nun eşi olarak başlasa da Nisan , onun tanımamasındaki tek neden Leonardo ile evli olması değildi. Hem Türkiye kurumuna bağlı ve üst düzey bir ajan temsilci iken hem de Leonardo Larmen evlenip İtalya kurumunda da söz sahibi olmasıydı. Onların da isteği buydu. Nisan'ın konumu küçümsenecek derecede asla değildi. Türkiye kurumu çok önemli bir karar aldığında bunu üst düzey ajan temsilcileri tarafından da onaylanıp imzalanması gerekiyordu.


Yani Nisan olmadan karar alınamazdı. Önceden olsa Nisan'ı ortadan kaldırabilirlerdi kolayca. Bir kaza ya da bir kumpas sonucu silinebilirdi dünyadan. Hâlen de yapabilirler bunu kurumdaki yetkileri için ama... Hiçbiri Larmen ailesini karşısına almak istemez. Larmen varsa Castelliler de vardır o işte. İki düşman ama gizliden. İçten içe birbirlerini yıksalar da dışarıdan birbirlerini toparlayan iki düşman onlar.


Eliz'in isteği ile patlayan sekiz depoyu patlatanlar Larmen ailesiydi. Castelliler bunu şimdilik fark etmemişlerdi. Çünkü Larmenler saldırının ardından büyük bir dikkat içinde yardım etmişlerdi o depoların sorunlarının giderilmesine.


Yakıp yıkmışlar sonra da onarmışlardı kısaca...


Nisan her gün Leonardo'yu görme bahanesi ile İtalya kurumundaydı. Asıl amacı ise farklıydı. Onun yapması gereken tek bir görev vardı. O da aradığı kişinin kurumda olup olmadığını bulmak...


*****


"Bir kadındı... Bize bu görevi veren bir kadındı... Yemin ederim ismini cismini bilmiyorum! Gerçekten bir kez bile görmedim! Biz zaten parayla çalışırız!"dedi adam hızlı hızlı konuştuğundan yorulmuştu. Eliz adamın her hareketini dikkatli bir şekilde izliyordu. Camın ardında ise Toprak ve Doğukan'ın yanı sıra yeni eklenen kişiler de vardı. Orhan Karayel ve Ziya Atılgan. Onlar da en sonunda torunlarını bulmuşlardı. Bütün gün Bulut'a nerede olduklarını sormuşlardı ama Bulut'un cevabı belliydi.


Gökyüzünde de olabilir! Yerin dibinde de olabilir! Ama kesinlikle Sinem Hanım'ın yanında değildir!


" Sonra ne oldu?"dedi Eliz kollarını göğsünde birleştirdi.


"Sonra... Bize iki aileye bir baskın yapmamız gerektiğini söyledi o kadın! Biz de eş zamanlı baskın yaptık iki gruba da."dedi adam. Eliz şu anda adamın her şeyi doğru bir şekilde anlattığını biliyordu. Adam korkudan altına yapmamak için hızlı hızlı konuşuyor ve sürekli yutkunuyordu.


"Biraz... Hızlı bak benim zamanım yok! Daha ilaç bekleyen hastalarım var ve ben hâlâ ne etki yaptıklarını öğrenemedim!"dedi Eliz ilaçları incelerken.


"Tamam... Tamam... Sakın gelme... Bizden. Bizden bir aileye daha az zarar vermemizi istedi. Göstermelik! Göstermelik olsun dedi. Bir dokundurun geçin dedi..."diye devam ederken adam Eliz adamın lafını böldü. İçerdekiler de merakla bekliyorlardı.


"Hangi aile... Bana isim vermen gerektiğinin umarım farkındasındır!"dedi Eliz buzdan daha soğuk bir sesle.


"At... Atılgan... O aileye çok dokunmayın ama diğer aileye de güzel bir hasar verin dediler! Kadını vallahi de billahi de bilmiyorum!"dediğinde herkesin dikkatini çeken tek nokta tabii ki de Atılgan ailesine az zarar verilip Karayel ailesine daha çok zarar verilmesi konusu olmuştu.


İçeridekiler bu olay hakkında dusunurken Eliz'in sorgusu daha bitmemişti. Aslında bitmişti ama bu adama vermesi gereken cezayı hesaplamaya çalışıyordu.


"Peki..."diye soğukkanlı bir şekilde cevap verince Eliz, içeridekilerin bile bir içi ürperdi. Orhan Karayel bile kendi eğittiği torununa şaşırır durumdaydı." Sen hangi aileye saldıran taraftaydın?"dedi Eliz. Adam için olmasa da Eliz ve diğerleri için kritik bir soruydu.


"Diğer ailenin... Karayel!"dediğinde herkes Eliz'in tepkisini bekliyordu elbetteki.


"Peki zarar verenler arasında mıydın? Bana düzgün cevap ver yoksa seni dart tahtam yaparım!"dedi elindeki şırıngayı göstererek.


"Ben başlarında bekledim sadece..."dediğinde Eliz yalan söylediğini anlayınca şırıngayı tam omzunun üzerinden geçecek şekilde fırlatınca adam biraz altına kaçırmasının yanında devam etti konuşmaya." Adama... Yoğun bakımlık olan adama biraz zarar verdim..."dediğinde Eliz derin bir nefes aldı. Devam etti. Buraya kadar gelmişti. Elini kana kesinlikle bulamayacaktı çünkü çıkışta babasının yanına gidecekti. Kan olmazdı. Olamazdı.


"Hmm... Sen benim kim olduğumu biliyor musun Hamdi?"dedi Eliz. Adamın ismini en başından beri biliyordu ama son bir gerilim için saklamıştı. İstediği de olmuştu. Adam kendi ismini duyduğuna mı korksun yoksa karşısındaki kadının kim olduğunu sorgulamamasına mı korksun? Şaşırdı ama devam etti.


"Ki... Kimsin?"


"Bir Karayel...!"dediğinde Eliz, Hamdi gözlerini yumup yutkundu.


İşte şimdi gerçekten altına yapmıştı.



Loading...
0%