Yeni Üyelik
19.
Bölüm

19. Bölüm ~ Son Bulan Küslük

@feusa

Yazardan...


"Peki o azıcık ama azıcık hasar verdiğin adam benim neyin oluyor biliyor musun?"


"Neyin oluyor?"dedi ama bunu çok kısık bir sesle söylemişti ki kendisi zar zor duymuştu.


"Babam..."dediğinde adamın gözleri fal taşı gibi açılırken Eliz yaslandığı yerden doğruldu. İlaçlarını kutuya koymaya başladı." Peki sen benim babama... Azıcık ama çok azıcık zarar verdiysen ben sana ne kadar zarar veririm?"dediğinde bakışlarını cama kaldırdı Eliz. Bu bir mesajdı ve mesajı alan Doğukan yerinden hareketlendi.


"Zarar vermem dedin... Ne-"derken kapı açıldı. İçeriye Doğukan girdi. Eliz elindeki kutu ile adama döndü ve en sinir bozucu gülümsemesini attı.


"Ben zaten sözümde duruyor ve sana zarar vermiyorum ama zarar verene de engel olmam..."dediğinde Eliz, Doğukan adamın suratına bir yumruk çaktı. Adam yeri boylarken birazda sürüklenmişti. Doğukan hemen adamı yerinden kaldırdı ve Eliz'e döndü. Eliz dudak büzerek bir ölçüm yaptı.


"Sanırım yamuk oldu biraz... Diğer tarafa da vur da eşitlensin..."dedi ve kapıya doğru dönmüştü ki aklına gelen şeyle geri döndü.


"Bu arada... Elimdekilerin hiçbiri ilaç değildi. Biraz su ve boya..."dediğinde adam bir yıkıma uğrayarak bütün her şeyi yumurtladığı için can havliyle bağırdı.


"Manyak! Manyaksınız siz!"dedi adam bağıra bağıra.


"Doğu... Duydun mu bize hakaret etti umarım bunu da hesaba yazarsın!"dedi Eliz kapıyı açarken.


"Duydum El duydum... Hadi sen çık da üstün kan olmasın!"dediğinde adama bir yumruk daha atarken Eliz çıkmıştı.


Eliz içeriye geçerken içerideki adamın bağırışları odayı inletiyordu. Eliz hemen odanın sesini kapatıp önünde dikilen ve gurur dolu bakışlar atan ama Eliz için çok garip bakışları olan üç adama baktı.


"Bir şeyler karıştırdığını biliyordum ama bunu..."dedi Orhan Karayel. Devam edemedi çünkü diyecek söz bulamıyordu.


"Bu çok başarılıydı!"dedi Ziya Atılgan. Tebrik eder bir şekilde.


"Senin yorumun yok mu? Yoksa korkup benden ayrılmaya mı karar verdin?"dedi Eliz kazağını giyerken Toprak'a. Üçü de gülerken kapı açılmıştı. İçeriye yine Bulut girerken Toprak anında kaşlarını çatmış ve elini Eliz'in beline koyup dedeler falan var demeden kendine çekmişti.


"Eliz Hanım... Kaçırdım mı sonunu?"dedi Bulut. Oysaki sonuna yetişebilmek adına verilen işleri son hızda yapmıştı.


"Hıhı... Kaçırdın!"dedi Toprak pek de tatlı olmayan bir şekilde. Eliz dirseğini Toprak'ın karnına geçirirken gülümseyerek Bulut'a döndü.


"Kayıtlarda var..."dedi ve elini öne uzattı. Anlaşma yapacaklardı." Dedikoduya karşılık kayıtlar!"dediğinde Eliz, Bulut hemen elini tuttu Eliz'in ama onların ayrılmasını beklemeden Toprak ayırdı o elleri. Dedeler köşede onları izlerken Eliz, Toprak'a gülmemek adına dudaklarını kemiriyordu.


"Anlaştık o hâlde..."dedi Eliz.


"Benden istediğiniz bir şey yoksa ben çıkıyorum artık..."dedi Bulut. Eliz şaşkın şaşkın ona baktı. Kaç saattir içerideydi? Bilmiyordu ama havanın karardığını düşünmememişti.


"Saat kaç ki?"dediğinde Toprak cevap vermeden Bulut vermişti bile.


"Dokuzu on yedi geçiriyor bu arada Eliz Hanım dışarıda yağmur yağıyor... Islanmayın diye de söyleyeyim dedim de sevgiliniz çok kötü bakıyor ve ben can güvenliğim için gidiyorum. İyi akşamlar!"dedi ve daha Eliz ağzını açmadan toz olmuştu yine.


Toprak hariç hepsi gülerken Toprak üçüne de tip tip bakıyordu.


"Bak ben bunu gerçekten döverim! Beni sana şikayet ediyor zaten iki de bir!"dediğinde Eliz montunu giyerken dedeler gülerek dışarı çıkmışlardı. İkiliyi yalnız bırakma almışlardı.


"Eder tabi... Kıvırcık salatama bulaşma hakkın yok tamam mı? O benim biricik asistanım ve kıvırcığım..."dediğinde Eliz, Toprak elleriyle burun kemerini sıkıyordu.


"O ım ekini benden çok ona kullandığına inanamıyorum gerçekten!"dediğinden Eliz kahkaha atmıştı. Odadan çıkarlarken Toprak hâlâ söyleniyordu.


"Sen bu asistan ile ne ara bu kadar yakın oldun ki? Hayır yani tipsiz de birşey... Kıvırcık salata ne ayrıca? Canın salata falan mı çekiyor?"


Asansöre binmişlerdi.


"Performansın gayet iyiydi ve diğerini de ben sorguya alacağım ama yanında sakın o asistanın ile geleyim deme yanıma! Bak..."


Asansörden inmişlerdi.


"Bak gerçekten canın çekiyorsa ben sana çok güzel bir kıvır-.. Hayır... Marul falan yok tamam mı? Ben sana havuç ve mor kelemden oluşan bir salata yaparım!"


Arabaya binmişlerdi.


"Olmadı yeni salata çeşi-"derken Toprak, Eliz birden onu yanağından öpünce donup kaldı. Devam edemedi. Eliz arabayı çalıştırıp yola çıkarken de tepki vermedi.


"Bilseydim asansöre binmeden önce öperdim!"dedi Eliz gülerek. Toprak kendini topladı hemen. Bu biraz uzun sürmüştü tabi.


" Bu yaptığına hile derler bir kere... Seninle önemli bir mesele konuşuyordum ama sen beni sabote ederek kurtulduğunu sanıyorsan yanılıyorsunuz sevgilim olan Eliz Hanım."dedi Toprak. Eliz onun bu hallerine gülerek onun gibi karşılık verdi.


"Peki pek sevgili sevgilim olan Toprak Bey sizi hastaneye bırakmamı ister misiniz yoksa benimle babamı ve annemi mi görmeye geleceksiniz?"dediğinde Eliz, Toprak bir an şaşırdı. Onların kendisini görünce pek de sıcak davranmayacaklarına emindi. Aileler arasında bir düşmanlık vardı ve bu su götürmez bir gerçekti.


"Sen beni hastaneye bırak en iyisi... Bizimkiler zaten eve geçerler!"dedi Toprak. Eliz hemen aklındaki düşünceyi ona ikna ettirme aşamasına geçiş yaptı.


"Ve sen de bu gece onlarla kalırsın..."dedi.


"Akşam gelirim..."dedi Toprak. Eliz'in ne yapmak istediğini az çok anlamıştı. Onu ailesinden ayırdığını düşünüyordu ve bu fikirden de vazgeçmiyordu bir türlü.


"Hayır gelmiyorsun... Ailenle birlikte kalacaksın! Tamam mı? İtiraz istmiyorum... Hem biraz beni özlemiş olursun!"dedi Eliz ve arabayı durdurdu. Hastaneye gelmişlerdi. Şimdi Toprak'ın inmesi gerekiyordu ama onun hiç de inmek gibi bir niyeti yoktu.


"Eliz... Gelirim akşam işte neden kabul etmiyorsun?"dedi Toprak, kaşlarını da çarpmıştı.


"Ailenle vakit geçirmeni istiyorum. Hem bir şey olursa ararsın beni!"dediğinde Toprak oflayarak mırıldandı.


"Sanki telefonu kendi cebinde taşıyorsun..."dediğinde Eliz güldü.


"Bu sefer yanımdan ayırmam... Hatta sessizden de çıkardım. Ararsan açarım!"dediğinde Toprak kapıyı açtı ve arabadan indi.


"Ararsam ve açmazsan o zaman görüşürüz Eliz..."dedi ve tepkisini ortaya koyarak kapıyı kapatıp hastaneye girdi. Eliz ise gülerek yola koyuldu. Hedefi anne ve babasını ziyaret etmekti. Abilerine kısa bir mesaj yazmak zorunda kalmıştı ama istediği boşluğu da yaratmıştı.


Eliz Erçil Karayel...


Toprak'ı tribi ile birlikte hastaneye bıraktıktan sonra nihayet gelmiştim hastaneye.

Abilerim ve diğerleri benim bunu yalnız başıma yapmam gerektiğini söyleyip beni yalnız başıma bırakmışlardı. Zaten zorluk gördüklerinde hepsinin ortadan yok olmak gibi bir özellikleri vardı kendilerinin.


Yaklaşık yarım saattir kapı ile bakışıyordum. Abilerim uyuduklarını ve ilaçlardan dolayı uzun süre de öyle kalacaklarını söyleseler de ben yine de girememiştim. İçeriye girme cesaretim vardı ama uyandıklarında ne konuşmam gerektiğini bilmediğimden bu cesaretimin bir anlamı kalmıyordu.


22:56, saat o kadar hızlı ilerliyordu ki artık şaşırmama bile gerek kalmıyordu. Gecem de gündüzüm de birbirine karışmış durumdaydı. Her anlamda boğazıma kadar batmıştım ve daha da batmak adına girdim odaya. Uyuyorlardı.


Adımlarım ve duygularım bağımsız bir şekilde beni alıp götürürlerken kendimi annemin saçlarına dokunurken bulmuştum. Füsun Akça Karayel. Çok güzel gözleri vardı ama ben şu anda onları göremiyordum. Bunun yerine uzun ve benim saçlarımın tıpatıp aynısı olan saçlarında geziniyordu ellerim. Uzun uzun inceledim onu. Dışarıdan görünen bir yarası yoktu ama bitkin düştüğü görülüyordu. O şerefsizler annemi çok hırpalamış olmalıydılar. Ben beyinlerini , Doğu ise bedensel olarak hırpalayacaktık onları. Adama sorgu sırasında dalmamak için üstün bir çaba sarf etmiştim. Kendimi sıksam da o bunu anlamamıştı ama avuçlarımın içleri yara olmuştu tırnaklarım yüzünden. Tırnaklarımı bilerek uzun bırakırdım çünkü onlar benim için sadece birer tırnak değildiler. Yerine göre çok iyi birer silah oluyorlardı.


Adımlarım babama götürdüğünde ise onun daha çok hırpalanmış olduğunu gördüm. O adam babama vurmuştu değil mi? Ben ise ona acımayacaktım. Ailesindeki masum herkese yardım edecek ama ona günyüzü göstermeyecektim. Babamın çok nadir gördüğüm sakalları yine uzamıştı. Alnındaki kırışıklıklar neden bh kadar belirğindi? Acaba kötü bir kabus falan mı görüyordu? Yoksa uyanmak mı üzereydi.


Yine gözlerim dolmuştu ama ağlama yine yoktu. Gözyaşlarım görünmek istedikleri kişiyi kendileri seçiyordu resmen. Gözyaşlarım bile gıcıktı bana. Babamın uyanacağını anladığımda arkamı dönüp uzaklaşmaya başlamıştım ki bileğime sarılan bir çift engel beni durdurmuştu. Kalbim teklerken zorlukla yutkundum.


En başından beri uyumamıştı değil mi?


Taşlar yenice yerine oturuyordu.


Abilerim ve özellikle Alara içeri girmem konusundaki bu acele tavırları babamın uykusuz kalmaması için olmalıydı. Babamla konuşup bana oyun oynamış olmalıydılar ama bunu bu seferlik görmezden gelebilirdim sanırım.


"Eliz... Biraz konuşalım mı?"dediğinde babama dönmek zorunda kalmıştım. Sesindeki o sevgi sanki aramızda kırmaca dökmece olmamış gibi hissettirirken bakışları da bunu doğrular nitelikteydi. Bakışlarında kırgınlık yoktu.


Öğrenmiş olabilir miydi?


Yatakta koca cüssesine rağmen benim oturmam için yer açmış ve beni de çekerek oturtmuştu. Ne konuşacaktık? Ben ne demem gerektiğini bilmiyordum ki!


"Özür dilerim..."deyince bir anda gözlerine bakakaldım. O ise bakışları ile beni delip geçiyordu resmen. Anlamak ister gibi beni çözmek ister gibi bakıyordu. Asla kırgın bakmıyordu ama özür dilemesini beklemiyordum. Hatta konuşacağımızı da hiç düşünmemiştim. Kalbim bu söz karşısında arşa kalkarken mantığım bunu sorgulama kararı alarak kalbime bir tekme atmıştı.


Bu kalbime atılan ilk tekme olmadığı için kendileri çoktandır alışkındılar bu duruma...


"Ne için?"dediğimde gözlerimi kaçırırken babam ellerimi tuttuğu için gözlerim yine ona kilitlenmişti.


"Sana çok ağır konuştum. O zaman fark etmedim ağır konuştuğumu ama düşünce seni çok kırdığımı anladım..."dedi ve yutkundu. Gerçekten çok pişman duruyordu ve onu pişman edecek bir şeye sebep olduğum için kendimden daha da çok nefret etmiştim." Aranızdaki şeyin bir oyun olduğunu biliyorum..."dediğinde bunu yalanlayacak cesaretim karşısında olduğum için gelmemişti ama babam beni bir kez daha şaşırmıştı." Ve artık gerçek olduğunun da ne yazık ki farkındayım.!"dediğinde sesindeki o kıskançlık beni bir an için gülümsetmişti. Bu da onu fark edince kıskançlığı bir kenara bıraktı.


"Sana kızmak gibi bir amacım yok kızım... Bak bir kere hata ettim ve öfkeme yenik düştüm. Seni kaybettim. Bunu istemiyorum bir kez daha ama seninde önce bu yaşlı, ihtiyar ve bir o kadar da huysuz babanı affetmen gerekiyor..."dediğinde onun tatlı dili mi yoksa içimdeki babama olan özlem mi bütün olanları yok saydı bilmiyorum ama tek bildiğim onunla kırgın olmak bana gerçekten de zarar vermişti.


Uzanıp canını acıtmamaya çalışarak ona sarıldığımda burnunu saçlarıma bastırmış ve derin bir nefes almıştı.


"Barıştık mı?"dedi çocuk gibi.


"Barıştık ama sen o konuda haksız sayılmazdın... Dedem herşeyi anlatmış gözüküyor zaten muhtemelen neden yaptığımızı da biliyorsundur!" dediğimde başını salladı. Babamla eskisi gibi konuşabilmek şu anda bana o kadar iyi geliyordu ki bunun rüya olmasını ummaktan başka çarem yoktu.


"Her şeyi planlıydı. Baştan bana karşı çıkacağını göze alarak bu yola girdim."dediğimde o devam etti.


"Ama ben beklenilenin üzerinde tepki verdim değil mi?"dediğinde başımı salladım. Gerçekten bu kadar olacağını hiç tahmin etmiyordum. Canımın yanacağını hesaba katmamıştım çünkü. " Biliyorum ama onlarla aramızdaki o olaylar benim kontrolü kaybetmeme neden oldu..."dediğinde sözünü kestim babamın. İkidir bu aradaki musibet konu oluyordu ama içeriğe gelince herkes suspus oluyordu.


"Bu musibet ne tam olarak? Hiçbirimizin bilmediği?"dediğinde babam derin bir nefes alıp gözlerini yumarken anlatmayacağını anlamıştım.


"Tamam... Anladım. Neyse başka şeylerden konuşalım. Mesela beni çok özledin mi?"dedim. Şimdi birazcık yılışma kısmına geçmiştik. Babam gülerek beni kendine çekmişti. Belki canı yanıyordu ama şu anda bunu düşünmüyor gibi görünüyordu.


"Özledim ve bence eve dönmelisin... Seni daha çok etrafımda görürsem daha hızlı iyileşirim gibi!"dediğinde Toprak ile yaşadığımı öğrendiğini de anlamış oldum. Mesaj belliydi ve onunla yaşamam şu anda onu içten içe sinirlendiriyordu.


"O hâlde sen iyileşene kadar sana bakmam gerekecek değil mi?"dedim.


"Bence de... Abilerinin eline bırakacak mısın beni?"dediğinde kahkaha atarak doğruldum.


"Asla... Hem onlar daha kendilerine bakamıyorlar. Sana nasıl iyi bakacaklar?"dediğinde ikimizde gülerken telefonum cebimde titreşim vermeye başladı. Ben telefonumu çıkarırken babam çatık kaşlarla bana bakıyordu ve sanırım bu çatık kaşların nedeni arayan kişiyi tahmin etmesiydi.


Telefonu açıp açmamak arasında kalmışken babam aç dercesine kaş göz yapıyordu. En sonunda dayanamayıp açtım. Açmasam olay yaratacak gibiydi. Çok da kararlıydı.


"Efendim..."dedim. Bakışlarımı babama dikmiştim. O da benim tepkilerimi ölçüyordu çünkü de Toprak da tam arayacak zamanı bulmuştu yani.


"Bir an açmayacaksın sandım. İyi misin?"dedi Toprak. Beni yoklamak için aradığı belliydi ve bu işi bırakmayacak gibiydi.


"İyiyim... Sende iyisindir umarım!"dedim. Asker arkadaşım ile konuşuyor gibiydim.


Benim asker arkadaşım yoktu ki! Ne diyorum ben ya?!


"Yalan söylemiyorsun değil mi?"dediğinde göz devirdim ve bu babamın dikkatini daha çok çekmişti. Şu anda radar altındaydım resmen ve Toprak beni sorguya alıyordu. Bu hiç de hoş bir durum değildi.


"Hayır... Yalan söylemiyorum gayet iyiyim!"dediğimde babama göz kırpmıştım. O da buna gülümsemişti.


"Güzel... Yemek yedin mi? Bak sabah da kahvaltı yapmadın! Bütün gün de sorgudaydın. Yemek yemeyi unutuyorsun Eliz!"


"Yemedim ama yerim bir ara... Önemli bir şey var mı?"dedim. Kısa kesmemiz lazımdı. Babamın Toprak'ın dediklerini duyup duymadığını bilmiyordum ama ben de ne görüyorsa bu hoşuna gitmemişti.


"Önemli bir şey... Seni özledim..."dediğinde donup kaldım. Kalbim pat pat vururken ona en uygun bir şekilde ve özellikle babamın yanında olduğumu belli edecek nasıl cevap verebilirim derken en sonunda karar vermiştim.


"Ben de..."dedim garip garip gülerek.


"Sen neden garip konuşuyorsun?"dediğinde hele ki şükür anlamıştı.


"Sence?"dediğimde karşıdan bir süre ses gelmedi ve en sonunda ciddileşen sesini duydum.


"Babanın yanında mısın?"


"Evet!"


"Ne kadar yakınında? Barıştınız mı yoksa?"


"Evet... İnanmıyorsan vereyim konuş!"dediğinde öksürmeye başlamıştı. Babamdan gerçekten korkuyor muydu yoksa bana mı öyle gelmişti?


Umarım yanındayken de yan çizmek gibi düşünceleri yoktur!


"Size iyi geceler o halde... Eğer çok yumuşak bir zamanda iseniz geçmiş olsun dileklerimi ilet... İyi geceler ve seni seviyorum!"dediğinde buna bende seni seviyorum, diyemediğim için babamın karşısında sadece ben de demiş ve kapatmıştım.


"Ne diyor? Seni üzmüyor değil mi? Bak eğer seni üzerse bana söyle tamam mı? Acaba sen ona bu kadar tutulurken o abilerin ne halt ediy-"derken sözünü kestim.


"Sana çok geçmiş olsun dileklerini iletmemi istedi ayrıca beni üzmüyor ve üzerse senden önce ben haddini bildiririm. Sen beni merak etmiyor ve güzelce uyuyorsun..."dedim ve onu yanağından öpüp ayağa kalktım.


"Nereye gidiyorsun?"dedi kaşlarını çatarak. Koltukları işaret ettiğimde hemen yatakta daha da kaydı.


"Yok bu gece birlikte yatacağız..."dediğinde itiraz etmeme müsade etmedi bile." Ben iyiyim itiraz istemiyorum. Uykum geliyor zaten. İlaçlardan sanırım... Çok hastayım beni üzmemelisin..."diye acıtasyona devam edeceğini anlayınca botlarımı çıkarıp yanına uzandım. Ne zaman uyuduğumuzu hatırlamıyorum ama uzun zaman sonra iyi hissettiğimi hatırlıyorum.


⛈️🌧️☁️⛈️🌧️☁️⛈️🌧️☁️⛈️🌧️☁️⛈️


"Şunun haline bak... Bu ağır uykuyla nasıl ajan oldu hiç anlamıyorum zaten!"dedi birisi. Kim olduğunu çıkarmadım.


" Kıskanmayın benim kızımı... Sizi daha küçükken dövme gerekiyordu!"dedi bir kadın sesi. Gözlerime ışıklar vuruyordu. Sabah mı olmuştu?


"Ama anne... Şunun haline bakar mısın? Ahtapot gibi yapışmış babama... Yağız çek şunun fotoğrafını! Sosyal medyada biraz itibarını kaybettiririz..."dediğinde Yiğit abim ben hemen gözlerimi açınca hepsi güldü.


"İtibarı önemli tabi hanımefendinin!"dedi Yağız abim. Yattığım yerden kalkarken gerçekten de babama ahtapot gibi sarılmıştım. Ahtapot? Hangisi bana ahtapot demişti?


"Bana ahtapot diyen hanginiz?"dediğimde ikisi de birbirini işaret ederken arkadan Alara Yiğit abimi işaret edince kimin yaptığını anlamış oldum.


Ekibimin yanı sıra Cem amcam ve dedem de vardı. Cem amcam dün de yumuşak davranmıştı. Murat amcama göre ama her şeyi biliyor gibiydi şu anda.


"Sana en kısa zamanda ahtapot yedireceğim!"dediğimde abim yüzünü buruşturdu. Ben çoktan kalkmıştım. Annem de uyanmıştı. Ona sarılırken abim hemen itiraz etmeye başladı.


Yiğit abim deniz ürünü yemezdi. Sevmezdi. Cinsti. Benim abilerimin ikisi de birbirinden cinsti zaten.


"Ben hayatta yemem o canlıyı tamam mı? Hiçbir güç ve kuvvet onu bana yediremez..."dediğinde kendinden çok emindi.


"Alara... Gördün mü yeni post yayınlamış Asuman."dediğimde abilerim donup kalırken ben de dahil olmak üzere herkes gülmüştü. Ben devam ettim. Ahtapot demek! Ben o ahtapotu senin burnundan getirecektim elbet.


"Gördüm ya... Siz göremediniz mi?.. Benimikide soru işte kızı her yerden engellerseniz haber de alamazsınız böyle..."dedi Alara oyunuma devam ederek.


"Şu Türkiye'ye yapacağı bir aylık gezinin haberini veren post mu?"dedi Alp de.

Anlaşılan abilerim onu da kızdırmışlardı.


"Benden bu kadar korkmadınız be! Allah da sizi bildiği gibi yapsın! Ben sizi bu kızın yanına süs eşyası diye mi koydum acaba?"dediğinde babamın kızdığı şeyi anlamamak elde değildi. Toprak ile sevgili olmama engel olabilecek en etkili iki kişinin bu görevi nasıl atladıklarından yakınıyorfu kısaca.


"Valla baba ben dedim abime bir bakalım... Kontrol edelim ama yok..."derken Yiğit abim, Yağız abimin delici bakışlarına dayanamadı. Sonra bana döndüğünde ben tam ağzımı açıyordum ki odadan hızlıca çıkınca biz tekrar güldük.


"Sabah sabah abilerinin de içinden geçtiğine göre gayet keyfiniz yerinde anlaşılan!"dedi annem beni öperken.


"Tabi bomba gibiyiz..."dedim.


"Umarım mecazi anlamını kullanıyorsundur!"dediğinde Emel sadece benim ekip gülerken diğerleri anlamamıştı. Onların patlattığım sekiz depodan haberleri yoktu çünkü.


"Aranızdaki meseleyi hallettiğinize göre artık geri dönüyorsun değil mi?"dedi Cem amcam. Evet anlamında kafamı sallarken herkes derin bir nefes almıştı.


"Sanırım odadaki herkes gerçeği biliyor gibi..."dediğimde hepsi kafasını salladı. Annem ne ara öğrenmişti bilmiyorum ama ona uzun uzun anlatmak yorucu olurdu benim için. Öğrenmesi iyi olmuştu.


"Planın ne kızım?"dedi dedem koltuğa daha rahat bir şekilde otururken.


"Var aklımda bir şeyler... "dedim ve oturduğum yerden kalktım. Montumu giymeye başlarken benimkilerde ayaklanmışlardı." Bu kurumlara saldırılar falan derken gündemden biraz düştüm. İtibarımı korumam lazım..."dedim ve aile büyüklerinin hepsinde gözüm gezindi.


"Bakın biz küsüz... İyileşene kadar göreve çıkamazsınız ama kuruma da gelmeden duramazsınız. Biliyoruz ne kadar söz dinlediğinizi o yüzden baştan söyleyeyim beni Toprak ile kurumda çok kez yan yana görürsünüz!"dediğimde annem sakince başını sallarken babam derin bir nefes almıştı. Amcam ise kısık gözlerle beni izliyordu.


"Amacın ne şu anda? Geri çekiliyorum dedin ve bunu neredeyse herkese duyurdun... Seni anlamakta güçlük çekiyorum bazen!"dedi dedem ayaklanırken.


"Ne geri çekilmesi?"dedi Cem amcam.


"Orası biraz karışık amca..."dedi Alp.


" Yaymak istediğim haber gereken yerlere ulaşmıştır çoktan. Sırada gerçekten geri çekildiğimi göstermekte!"dedim kapıya yönelirken.


"Ne yapacağız greyfurtum?"dediğinde abim yüzümü buruşturmuştum.


"Abi... Sen ekşi şeyler sevmezsin... Arada kendine de hatırlat bunu! Neyse demem o ki yine magazine düşeceğiz ve siz de bu ilişkiyi desteklemediğiniz yönünde bir iki röportaj ile birlikte bu olayı güzel bir şekilde atlatabiliriz canım ailem!"dediğimde hepsini bir düşünce seli almıştı. Söylediklerimi tartıyorlardı.


"Mantıklı ve etkili bir plan gibi... Ama eve geri döneceksin?"dediğinde Cem amcam bu kısım herkesin aklına takılacak bir konuydu zaten.


"Uzun süreli gelemem..."dedim babama bakarak. Üzüldüğü gözlerinden okunuyordu. Keza annemde öyleydi.

" Bu dikkat çekici olur ve planı baltalar..."dediğimde bunun bilincinde olarak başlarını salladılar.


"Şimdi nereye peki?"dedi babam.


"Kuruma geçeceğim. Bir de eve uğrayıp almam gerekenleri alıp gelirim eve ama en fazla bir hafta kalacağım bunu unutmayın... Şimdi!"dedim ve ekibime döndüm." Siz eve geçiyorsunuz. Zaten yapmanız gerekenler belli. Ben bir kuruma görünüp geleceğim!"dediğimde başlarını salladılar.


"Gelme istersen bugün!"dedi dedem yanıma gelerek. Anlaşılan o da kuruma gidiyordu ve onu atlatmam gerekecekti.


"Gelmem lazım çünkü bir kaç sorgu dosyasına bakacağım!"dediğimde dedem demek istediğimi anlamış bir şekilde omzumu sıkmıştı. Herkesle vedalaştıktan sonra dedemle çıkmıştık. Dedemi de bir şekilde allem kallem edip ikna etmiştim. Şimdi de kendi hastaneme gidiyordum ve GPS'i yine devre dışı bırakmıştım.


Hastanedeki işim bu sefer üç saat sürmüştü. Doktorum artık sonlara geldiğimiz için tedavilerin yoğun ve etkili kısmının buralar olduğunu ve bu yüzden uzun süreceğini söylemişti. Aynı zamanda çekeceğim ağrılar da artabilirdi. Ve tabii ki benim bir tanecik acımasız doktorumun ağrılarım için yapabileceğini hiçbir şey yoktu. Anca kitlenirsen gel açarız diyordu. Bazen gerçekten benimle dalga geçtiğini düşünüyordum. Dile kolay beş yıldır tanıyorduk birbirimizi. Riccardo'nun eşi olan Olivia aslında bir Türk'tü.


Zamanında yer altındaki karmaşa nedeniyle Riccardo ile evlenemediği için ortadan kaybolup Olivia kimliği ve Larmen soy ismi ile ortaya çıkıyordu. Doktorum da onun akrabasıydı. Uzaktan yakından bir akrabalık vardı aralarında. Benim durumumun duyulması her şeyin seyrini değiştireceği için bize ihanet etme ihtimali az olan bir doktorun olması gerekiyordu. Benim hastanedeki kaydım o gün içerisinde Lorenzo tarafından siliniyordu. Aynı şekilde giriş çıkışlarım da onun tarafından yok ediliyordu. Arkamızda iz bırakmadan hareket ediyorduk kısacası.


Kuruma geldiğimde saat dörde geliyordu. Arabadaki yedek kıyafetlerimi hastanedeki işimi hallettikten sonra giymiştim. Şimdi de Toprak'ın odasına gidiyordum. Genelde o gelirdi ama bu sefer ben gideyim demiştim. Koridorda Kaan ile karşılaştığımda Kaan gelip bana sarılmıştı.


İlk gördüğümde Emel ile birbirlerine durmadan laf soktuklarından mıdır nedir? Bana ilk başta çok itici ve soğuk aynı zamanda gıcık bir tip gibi gelmişti ama tanıdıkça yanıldığımı anlamam uzun sürmemişti. Kaan insanlarla ve özellikle de Emel ile uğraşmayı seviyordu. Bunu yaparken de karşı tarafı düşünüyordu ve bana da bir kardeş gibi yaklaşıyordu. Şu anda bana sarılması onunla aramda garip bir bağ oluşmasına neden olacak seviyedeydi.


"Daha iyisin sanki? Bir renk gelmiş sana!"dedi beni kendi etrafımda döndürürken. Çok dikkatli hareket etmiştim tabii ki.


"Barıştınız mı?"dediğinde hem başımı salladım hem de bu bir sır dercesine bir iki hareket yapmıştım. O da bana öyle karşılık verirken gülerek yanından ayrıldım. Biraz sonra Toprak'ın kapısını çalarken bulmuştum kendimi. İçeriden komut gelince gerilim yaratayım diye yavaş yavaş açtım.


Beni görünce hemen gülerek ayaklandı. Kapıyı kapattım ve ona doğru ilerledim ben de. Karşıma geldiğinde ilk işi bana sarılmak olmuştu ve ayaklarım yerden kesilmişti bir anda. Beni patates çuvalı gibi kaldırıp indirmesini hâlâ garip buluyordum. İndirdiğinde ise bir sarsıntı hissetmiştim. Yüksekten aşağıya düşen yastık gibi hissetmiştim kendimi. Ellerini hemen belime koymuştu. Bir gün ayrı kaldığımızda beni bu kadar özleyecekse bir hafta ayrı kalacağımızı söylediğimde karalar bağlar gibiydi diyeceğim ama yine baştan aşağıya siyahtı. Siyah bir kazak ve pantolon. Hayır gözleri bile o kadar koyu kahverengiydi ki bana çoğu kez siyah gibi geliyordu.


"Sanırım beni özledin..."dediğimde güldü.


"Evet! Bence bunu sormadan da anlamış olmalıydın. Anlatamadım mı?"dediğinde bu sefer ben güldüm.


"Anlatamadın..."dediğimde sırıttı.


"Kurumda olmasak daha iyi anlatabilirdim."dediğinde gözlerim fener görmüş tavşanın gözleri gibi açılırken o kahkaha atmıştı.


"Sana ayrı kalmak iyi gelmemiş ama sana kötü bir haberim var..."dediğimde hemen ciddileşti." Bir hafta malikaneye geçiriyorum..."dediğimde düşüp bayılmasına az kalmıştı.


"Ciddi misin?"dedi. İnanmak istemiyordu.


"Babam eve dönmemi istedi de bu kısa süreli zaten. Medyaya barıştığımız yansımayacak!"dediğimde o ilk cümlede kalmıştı.


"Baban istediyse kal tabi de kısa süreli olması da iyi olur elbet!"dediğinde bu ciddi konuşmasına çok ciddi bir şekilde kahkaha atarak cevap vermiştim.


"Bu cevabın beni ne kadar tatmin etti bilemezsin... Neyse kapatalım bu konuyu... Sen iyi misin? Ağrın var mı?"dediğinde şaşırmıştım. Ona hastaneye gideceğimi söylemediğimi hatırlıyordum çünkü.


"Sen nereden biliyorsun benim hastaneye gittiğimi?"dedim kaşlarımı çatarak.


"Haftada bir gidiyorsun... Genelde de haftanın başlarında oluyor. Aradım açmadın. Sonrasında deden geldi yanıma. Seni sordum. Normalde birlikte olmanız gerekiyordu. Ben birlikte gelirsiniz diye düşünmüştüm en azından ama senin önemli bir işin olduğunu söyleyince daha da emin oldum ki yanılmadım anlaşılan!"dediğinde tepki gösteremiyordum çünkü beni bu kadar gözlemlemesi hem hoşuma gitmişti hem de biraz korkutmuştu.


Birbirimize fena bağlanmıştık.


Yanacaktık!


Zaten yanıyorduk...


" Her zamanki gibiyim... Şu ana iyiyim ama bir dakika sonra acıdan kıvranadabilirim ve ilaç almam yasak!"dediğimde dudaklarını birbirine bastırmış ve başını sallamıştı. Ayakta daha fazla durmamam gerektiğine dair uzun uzun konuşup beni yerime oturtmuştu. Kendine bir kahve bana da bir bitki çayı söylerken söylediklerini getiren kişinin onun değil benim asistanım olmasına elbetteki şaşırmış ve bunu gizleme gereği bile duyamamıştı.


"Eliz Hanım... Hoşgeldiniz... Sizin geldiğinizi duyunca geleyim ve bilgi geçeyim istedim!"demişti istediklerimizi bırakırken. Ben gülerken Toprak sinirden derin nefesler alıp veriyordu. Bulut'un bana hiçbir zararı yoktu ama Toprak ona kıl kapmıştı. Nasıl kaptığına dair hiçbir fikrim yoktu.


"Aferin kıvırcık... Dökül bakayım?"dediğimde Toprak bana delici bakışlarını atıyordu. Işınlara maruz kalmıştım.


"Öncelikle Eliz Hanım, Doğukan Bey en kısa zamanda sizi yanına çağırdı. Gelirken buz getirmezseniz bozuşacağını da kensin bir dille söyledi. Buzu neden ihtiyacı olduğunu anlamakta bütün kurum zorluk çekiyoruz çünkü her saat odaya bir buz jel istiyor..."dediğinde Bulut güldüm. Toprak derin bir nefes aldı.


"Sinem Hanım yenice giriş yaptılar. Hatta ben yavaştan kaçıyorum. Hem onu sizin odadan uzaklaştırmam hem de sevgilinizin bakışlarına maruz kalmamam gerek!"dedi bir şey dememe fırsat vermeden kaçtı. Evet koşarak çıkmıştı.


"Bence senin asistanı değiştirelim..."dedi Toprak o çıktıktan sonra. Buna da kahkaha atarak gülmüştüm. O da bana tip tip bakmıştı.


"Hiç de öyle bakma! Bulut gayet iyi bir asistan... Biz konumuza geri dönelim!"dediğimde kaşlarını çattı.


"Konumuz?"dedi büyük bir ciddiyetle.


"Konumuz ekip ile birlikte ortak bir şeyler yapmak... Ailemiz biraz daha iyileştiğinde tabi. Yani bir hafta sonrası için güzel bir aktivite düşünmeliyiz!"dediğimde sorgularcasına bakışlarına maruz kalırken o konuşmadan soracağı soruya cevap verdim.


"Aklımda bir şeyler var... Netleştiğinde sana elbette ki söylerim!"dedim ve gülümsedim. Sonra da bitki çayımı yudumlamaya başladım. Karnıma ve kasıklarıma ara ara sancılar girmeye başlamıştı bile. Bu çektiğim acıların da elbette onlardan da çıkacaktı bir gün!


"Kurumda işlerin var mı?"dediğinde başımı salladım.


"Doğu'nun yanına gitmem gerekiyordu zaten de kendisi yine de haber yollamış... Sonra da dedemin yanına çıkarım sanırım. Evde kalacağım sürede dikkat etmemiz gereken bir kaç husus olacak çünkü!"


"Ne gibi?"dedi, kahvesini çoktan bitirmişti.


" Sinem ve ekibine dikkat etmem gerekiyor. O bana kalırsa bir haltlar karıştıyor çünkü ben yokken de hep odama girmeye çalışmış... Ortalığı çok boş bırakmamak gerekiyor "dediğimde başını salladı. Ben de bitki çayımı içince onu masaya bıraktım ve hemen ayaklandım. Bunu dikkatli bir şekilde yapmıştım çünkü Toprak beni dikkatli bir şekilde inceliyordu ve daha da kötüsü sancılar canımı yakmadan kaçmam gerekiyordu. Eğer anlarsa beni bırakmazdı. Ben de işlerimi halledemezdim. Ben kalkarken o bir anda dibimde bitivermişti.


Hız konusunda Bulut ile yarışır durumdaydı. Bunu ona elbette ki söylemeycektim.


"Bana bak..."dediğinde ela gözlerim onun koyu kahve ama bana göre siyah olan gözleriyle buluştu. Devam etti." Canın yanarsa ara beni tamam mı?"demiş ve yanağıma küçük bir buse kondurmuştu. Kalbim pat pat atarken başımı sallamıştım. Kızardığıma emindim ama neyseki çok açık bir ten rengim yoktu.


Onun yanından ayrıldıktan sonra hemen odama çıktım. Bu gerektiğinden yavaş bir şekilde olmuştu çünkü gerçekten canım yanıyordu. Koridor ve asansör boyunca beni engelleyecek hiçbir zararlı parazite yakalanmamam ile bugünkü bütün şansımı orada kullandığıma emindim.Bulut'u yanıma çağırıp onun gelmesini bekledim biraz. Hem de sakinleşmeye ve bir şeyleri belli etmemek adına kendimi zorladım.


Kapı çalındı ve içeride kıvırcık salatam girdi.


" Beni istemişsiniz Eliz Hanım..." dediğinde bana her seferinde ismim ile hitap etmesi canımı sıkıyordu. Bana ismim ile hitap etme aşamasını çoktan geçmiştik bence.


"Bana her seferinde ismim ile seslenmek zorunda değilsin!"dediğimde başını salladı.


"Peki Eliz Hanım..."dediğinde göz devirdim ve sesimi olabildiğince sakin tutarak konuşmaya başladım.


"Söyle o eski despot patronuna her zaman ayağına gidemem... Ne işi varsa bana gelsin buraya! Aynen böyle söyle..."dediğimde başını salladı.


"Başka bir şey Eliz Ha-"dediğinde hâlâ ismimi söylüyordu. Alışacağına emindim. Sadece biraz sabretmem gerekiyordu.


"Senin ağrıları kesen bir bitki çayı bulabileceğine inanıyorum..."dediğimde başını salladı ama kafasına oturmayan şeyler vardı.


"Daha yeni içmediniz mi? Çok ağrınız varsa ilaç da getirebilirim..."dediğinde onu çay için ikna edip gönderdim.


Keşke ilaç içme şansım olsaydı... Ama yoktu!


" Oooo patroniçem... Halin vaktin yerindedir umarım!"diyerek bir anda odaya dalmıştı Doğu. Kendimi toparlayıp on göz devirdiğimde o çoktan elindeki dosyaları önüme koymuş ve koltuğa kurulmuştu.


Ben dosyaları tek tek okuyup incelerken o da bana şu sıralar uyguladığı hayat felsefesi hakkında bir kaç tüyo veriyordu kendince.


"Bak bundan sonra stresi hayatımdan çıkarıyorum. Erken yaşta sinir hastası olacağım yoksa! Ayrıca çok fazla kırışıklık yapıyor stres!"dediğinde kağıtlardan başımı kaldırıp ona sen ne diyon birader bakışımı atmış ve yorum yapmıştım.


"Ne o? Emekliye mi ayrılıyorsun?" dediğimde beni üstün bir çaba içinde ayıpladı.


"Sana anlattığım onca şeyin içerisinden gerçekten bunu mu çıkardın? Çıkarman gereken yaşam tüyolarımın eşsiz güzelliğimdeki zarafetin seni nasıl etkilediğini anlatacağın kelimeler olmalıydı!"dedi benden hayırsız bir evlatmışım hissiyatı vererek.


"Ee ben senin söylediklerine dönüp bir daha bakıyorum ve yine senin emekliye ayrılacağın kanısına varıyorum!"dediğimde elini alnına vurmuştu. Şu anda onunla uğraşmak o kadar zevk veriyordu ki bana!


"Senin antenler bozulmuş da o yüzden! İki vur düzelirler umarım ya da ummam... Kötülük değil mi? Neyse! Ayrıca ben ne ara yaşlandım? Yaşlı mı gösteriyor bu çekiciliğim?"dediğinde göz devirmiştim.


"Benden büyüksün Doğu!"dedim kağıtlara göz atmayı da bitirdiğim için onları toplamaya başlamıştım.


"Yirmi altı yaşındayım ve sen de yirmi beş! Aramızda on iki ay bile yok! Bana yaşlı muamelesi yapamazsın!"dediğinde kağıtları ona uzattım. Hemen aldı tabi. Şu anda gayet sinirliydi.


"Yaparım ve yaptım da!"dediğimde ayaklandı.


"Nereye?"dedim bu sefer kendimi tutamayıp gülmüştüm ve bu canımı yakmıştı.


"Nüfus müdürlüğüne... Bakanlığa... Artık her neresi olursa!"dediğinde gülmeye devam ettim. O da sinirlenmeye.


"Neden?"


"Yaşımı küçüktürüp seninkinden bir gün önce yapacağım doğum gününü... Yirmi üç Mart olacak yani!"dediğinde kahkaha attım ama o gayet ciddi duruyordu.


"Geç otur yerine de adamın asabını bozma! İki dalga geçeyim dedim onu da burnumdan getir hemen! Ayrıca yaşlı falan değilsin ..."dediğimde gayet rahatlamış görünüyordu.


"Sen neden her an tetikte gibi oturuyorsun?"dedi beni bakışlarıyla fark etmediğim bir zamandan beridir inceliyor olmalıydı.


"Biraz karnım ağrıyor... Üşüttüm sanırım..."dediğimde başını salladı. Sonra ayaklandı.


"Benden istediğin bir şey yoksa ben çıkayım. Bulut'a söylerim sana sıcak su torbası getirir... Başka işin yoksa çık erkenden..."dedi ve cevap vermeme de izin vermeden gitti. Sıcak su torbasına itiraz edeceğimi biliyordu. O yüzden hızlıca geçiştirmişti.


Beş dakika bile geçmeden Bulut sıcak su torbasını getirip ortalıktan yok olmuştu yine. Sıcak su torbasını kazağımın altında gizledikten sonra dikkatlice odadan çıktım. Dik durmaya çalıyordum. Özellikle de koridorda dik durmam önemliydi. Önemli olmasının sebebi ise gülerek geliyordu bana.


"Baban çıkmış canım... Ama sen göremedin değil mi? Yazık... Kıyamam sana ama üzülme ben sana fotoğraf atarım Ömer amcamla..."dedi Sinem. Her şeye burnunu sokmayı çok seviyordu.


Parazit idi. Tam olarak bir parazit!


"Akşam gelince kendim görürüm hiç uğraşma!"dedim yanından geçerken beni durdurdu.


" Barıştınız mı?"dedi büyük bir şaşkınlık ve endişe içinde. Babam ile barışmamı istemiyordu. Neden istemiyordu? Biz kuzen değil miydik? Aynı kan taşınıyordu damarlarımızda... Ya onunki ya da benimki bozuktu o hâlde! Başka bir açıklama olamazdı.


"Hayır..."dedim ve o hayal kırıklığını yansıttım gözlerime." Ama bu eve gelemeyeceğim anlamına gelmez... Almam gereken özel eşyalarım da vardı hem..."dedim bir sır verir gibi.


Anında ciddileşti.


"Bahaneyle geliyorsun yani. Geri dönsen iyi olurdu aslında!"dedi gözlerime baka baka.


"Bakalım... Sen beni değil de kendini düşün Sinem... Bu aralar havalar bozacak gibi! Yağmurda kalma! Islanma diye söylüyorum! Ya da şimşeklerden korkuyorsan onlara dokunma!"dedim ve ondan uzaklaştım.


Mesaj gayet net ve açıktı.


Eğer benimle uğraşıyorsan ve benim değer verdiğim şeylere zarar verdiysen ya da vereceksen şimdiden iyi düşünüp geri çekil demek istedim. Bulursam ve üzerine bir yağmur gibi yağarsam sel olmadan durulmam ki o selde sen de boğulursun! Sen bana acımadıysan ben de sana acımam çünkü bu hayatta kimseye acımamayı öğreneli çok oldu... Acı olmuştu... Yakıcı olmuştu. Ağır olmuştu....


Hâlâ çok...


Hâlâ acıyor...


Hâlâ yanıyorum...


Hâlâ ağır geliyor...


Loading...
0%