Yeni Üyelik
25.
Bölüm

25. Bölüm ~ Kaos Habercisi Manşetler

@feusa

Yazardan...


Kaç saat geçtiğini bilmiyordu kimse. Sadece arada sırada giriş çıkışlar oluyordu. Sürekli kan isteniyordu. Brh pozitif olan herkese haber salınmıştı.


Orhan Karayel'in her ne kadar uyumlu olsa da yaşlılık ve bazı kronik sebeplerden veremiyordu. Abilerinin ya da geldiklerinden beri kaçıncı kez fenalaştıkları bilinmeyen anne ve babasının kan grubu uyumlu değildi. Aileden sadece anne ve babası vardı. Bir de yanlarında Cem gelmişti çünkü sadece onlara söylemişlerdi Eliz'in vurulduğunu. Diğerleri hâlâ Eliz ile küs olduklarını sanıyorlardı.


Emel ve Alp'ten sadece Alp'in kan grubu uyumluydu. İki tüp kan verse de yetmemişti. İstiyorlardı sürekli. Alara ise her ne kadar uğraşsa da ikna edememişti. A rh negatif olsa da vermek için direniyordu.


Olivia'nın kullandığı ilaçlar olduğu için verememesinin yanı sıra Leonardo ve Nisan'ın da kan grupları uymuyordu. Doğukan'ın uysa da ondan aldıkları iki tüp de yetmemişti.


Toprak telefonuna düşen çağrı ile kalkarken ameliyathaneye birisi daha geliyordu. Doktor kıyafetleri vardı üzerinde. Ameliyathane önünde nöbet tutan diğerlerinin de bakışları gelen doktoru buldu.


"Utku? Bizi haberdar edecek misiniz artık?"dedi Leonardo. Nisan'a sakinleştirici yapmışlardı ama başka odaya yatıramamışlardı. Nisan kendini koltuğa resmen yapıştırmıştı kalkamamak adına.


"Bir gireyim sana haber veririm Leonardo..."dedi ve içeri girdi Utku. Toprak Leonardo'nun yanına gidip onun kim olduğunu sorduğunda Leonardo söyleyip söylememek arasında kalmıştı çünkü Toprak'ın Eliz'in daha önce de böyle bir durumla karşılaştığını bildiğini bilmiyordu.


"Biliyorum... Daha önce de sizinle görevdeyken başına bir şeyler gelmiş ve bir doktora gidiyordu. O bu mu?"dedi Toprak uzun sessizliğe son vererek.


Leonardo sadece kafasını sallarken telefonu tekrar çalınca önemli bir durumda hemen aramasını söyleyerek ayrıldı oradan Toprak. Her ne kasar ameliyathanenin önünden ayrılmak istemese de gelenleri ondan başkası karşılayamazdı şu anda. Hastanenin terasına çıktığında helikopterden inen Lucas, Libby ve Dimitris direkt olarak ona sarılmışlardı.


"Durumu nasıl?"dedi Lucas. Eliz'in başına böyle bir şey geleceğini en başından beri hissetmişti. Ateşle oynadığının farkındaydı ama onu istese de durduramayacağını biliyordu.


"İyileşecek emin ol! " dedi Libby. Önceki saldırıda nasıl davrandığını görmüştü bizzat Libby. Eliz onlarla İtalya'da yüz yüze tanışmadan önce bile tanıyordu Libby onu. Eliz'i yakından tanımadan önce gözlem yapmıştı. Bir şeylerden emin olmak istiyordu. Ve bir kez daha olmuştu.

"O çok güçlü bir kadın!"


"Eski toprak bir şey olmaz ona..."dediğinde Libby tarafından çimdiklendi Dimitris. Toprak'ın hiç kimseyle uğraşacak gücü yoktu. O yüzden Dimitris'i takmadı. Hiç sapmadığı konuya devam etti.


"Kan istiyorlar sürekli... Uyuşan kişiler de az...Kimse de bir şey demiyor..."dedi Toprak oflayarak.


"Benim kanım uyumlu... Veririm."dedi Dimitris. Lucas ve Libby şaşkınca ona döndüler.


"Sen? Sen ve kan vermek?"dedi Libby. Rüyada olmadığına da emindi halbuki.


"Neden ki? "dedi Toprak. Sonra aklına gelen ihtimalleri sıralamaya başladı." Hastalığın varsa olmaz!"


"Sen rutin kontrollerden iğneden korktuğun için kaçmıyor muydun?"dedi Lucas. Her zaman yer ve olay fark etmeksizin hep o can alıcı noktaya dikkat çekmek gibi de bir huyu vardı Lucas'ın.


"Eliz rutin kontrol değil bir kere..."dedi Dimitris. İçeriye yöneldiğinde diğerleri de içeri geçtiler. Aralık ayında buz kesilmişlerdi ama kafaları o kadar doluydu ki bir an için soğuğu bile unutmuşlardı.


"Ayrıca biz çok iyi anlaşamasak o en çok beni seviyor... Benden başkasıyla ! Ben de ondan başkasıyla yapamam! " dediğinde Dimitris bütün bakışlar ona döndü. Dimitris hemen kendini topladı ve Toprak'a döndü.


"Arkadaş... Kardeş anlamında yani!"dediğinde Dimitris, Libby ve Lucas senden adam olmaz derlercesine başlarını sallamışlardı. Toprak ise sadece başını sallamıştı.


"Eliz'in dediği şey sizin için ne anlam ifade ediyor?"dedi Toprak. Eliz'in bilincini yitirmeden hemen önce dedikleri hâlâ aklındaydı ve uzunca bir sürede unutacak gibi değildi. Lucas derin bir nefes aldı. Eliz'in çoğu planına hakimdi. Daha çok hafızası kuvvetli olduğu için unutmuyordu diğerleri gibi.


"Eliz'in her türlü şeye karşı bir senaryosu vardı. Yaralandığında bizden uygulamamızı istediği bir plan var mesela. Ya da ben eğer sağ olmaz-"dediğinde Lucas, Toprak onun sözünü kesti.


"Öyle bir şey olmayacak!"dedi. O kadar baskın ve sert söyledi ki Libby anlık yutkunmuştu. Hepsi kafasını sallarken Lucas devam etti.


"Ramiro, Rose ve Ostroverkhov yakında bir bildiri yayınlayarak bize başladıklarını duyuracaklar onlar bildiriyi yayınlayana kadar biz üçümüz ve sizin ekibiniz ortalığı temizleyeceğiz ayrıca bize katılacak olan Daniel ve Anna da işimize çok yaracak..."dedi Lucas.


"Beklemede mi kalıyoruz yani?"dedi Toprak.


"Aynen öyle çünkü Eliz'in planı bu yönde..."dedi Lucas. Toprak onları kan verme yerine yönlendirirken kendisi ameliyathanenin önüne geçmişti.


Herkes bir köşede bekliyordu. Kimse de bir yakınma yoktu. Yakınacak bir durumda kalmamıştı çünkü Eliz koşarak gitmişti tehlikeye. Bile bile esir düşmüştü. Hepsi biliyordu. Bile bile ölüme adımlamıştı. Hepsi farkındaydı. Bırakmayacağını da biliyorlardı? Bundan kimse emin değildi.


Toprak kaç saat değilde kaç gündür uykusuz olduğunu bile bilmezken yine aynı yerine çöktü. Alev hemen onun yanına gelip oturduğunda ise Toprak derin bir nefes aldı. Uykusu yoktu. Bir türlü gözleri kapanmıyordu ki kapansa da Eliz'in görüntüleri geliyordu gözünün önüne. Alev ,Toprak'ın başını omzuna yatırdığında Toprak derin bir nefes alarak sarılmıştı ona. Bu hayatta kaybetmekten korktuğu ikinci kişi de Alev idi. Bir Alev bir de Eliz... Hayatında onu korkutan başka da kadın yoktu. Annesini bile bu kadar önemsemiyordu çünkü annesinin Alev ile kendisini ayrı ayrı büyütme tarzı hep bir ön yargı bırakmıştı kendisinde. Alev'in daha çok zorlanması annesine olan sevgisini zedelemişti.


Toprak'ın yavaş yavaş gözleri kapanırken içerideki zorlu mücadele hız kesmeden devam ediyordu.


Herkesin eli yüreğinde iken bir gün bitmişti.


Üç saat sonra...


(Ameliyathane...)


~Karanlıktı. Karanlık bir koridora giriyordum. Yürüyordum . Adım sesleri duyuyordum. Yalnız değildim. Kollarımdaki elleri hissediyordum. Burnuma dolan o rutubet kokusu aşağıya indiğim konusunda beni teyit ediyordu. Basamaklar bitmek üzere. Adımlarım benden bağımsız hızlanıyor. Birisi peşimde. Ondan kaçıyorum. Basamaklar bitti. Önümde iki kapı var. Hangisine gireceğim? Ne yapmam gerekiyor? Karanlık! Çok karanlık! Ben karanlıktan korkarım! Korkuyorum... Çok korkuyorum! Neredesin? Kalbim hızlı hızlı atarken bir odaya itildim. Görüntü değişti.~


"Hastayı kaybediyoruz..."dedi doktorlardan birisi.


"Kalbi çok hızlı atıyor... Krize girmek üzere! Can! Hemen ilacı verin!"dedi Utku. Bu sefer daha zor olacağını biliyordu.


~ Yerdeyim. Ağlıyorum. Etrafı göremiyorum. Zaten etraf karanlık. Korkuyorum. Annemi çağırıyorum. Duyamaz beni. Babamı çağırıyorum. Yanımda değilki. Abilerimi istiyorum. Gelemezler çünkü beni bu tatile yalnız gönderdiler. Tatil? Neden? Sinem'i seviyordum ama onunla neden bu tatile yalnız geldim ki? Hem o benim karanlıktan çok da haz etmediğimi biliyordu. Neden beni buraya gönderdi? Arabadan indiğimizde istemişti değil mi burada olmamı! Nefes alamıyorum! Kapı gürültülü bir şekilde açıldı ve içeri o girdi.

Görüntü değişti.~


"Nabız düşüyor..."


~ Neden burada olduğumu sorguluyorum. Sadece nefret işliyor kanıma. Neden diyorum doğmamın hata olduğunu söylüyorlar. Ben kötü değildim ki. Bir insana keşke hiç doğmasaydın denilir miydi? Denilmişti. Yer ayaklarımın altından kayarken görüntüler bir film şeridi gibi geçiyordu. Hepsi de karanlıktı . Hepsinde acı vardı. Hepsinde kötülük kol geziyordu...Karanlıkta ağladığımı en son ağlamaktan da nefret ettiğimi hatırlattı zihnim. Ben tatil diye çıktığım yolda yaşadıklarımın sonucunda tek öğrendiğim şeyin nefret olduğunu hatırlatan beynim ile birlikte bir kez daha görüntü değişti.~


"İlaç etki etmedi."


"Kalp masajına geçiyoruz!"


~ Kurtuldum. Odadan çıkmıştım. Üzerimde beyaz bir elbise vardı. Rüzgar. Rüzgar saçlarıma vuruyordu. Derin bir nefes aldım. Rahatlamak istedim. Olmadı. Neden? Kurtuldum ondan! Değil mi? Bir yere gidiyordum. Yine adımlarım benden habersiz gidiyorlardı. Güzel bir ormandaydım. Güzeldi. Etraf yemyeşildi. Bir ses duyuyordum. Birisi ağlıyordu. Bir bebek sesiydi bu. Adımlarım oradan oraya giderken ormandan çıkmıştım. Deli gibi bir o yana bir bu yana savruluyordum. Çimenlerin arasında ilerlerken sese yaklaşmıştım. Öyle hissediyordum. Yerde bir bebeğe ait olduğu belli olan bir eldiveni gördüm. Hemen eğilip yerden aldığımda eldiven yok olmakla kalmamıştı. Yanarak yok olurken birden sert bir rüzgar esti. Hava kapandı ve yağmur yağmaya başladı. Kaybolan eldivene bakarken üzerimdeki elbisenin de simsiyah olduğunu fark etmiştim . Bebek sesini de işitemez olmuştum. Bebek yoktu! Hiç olmamıştı! Ben... Öksürdüğüm de elime bulaşan kanla görüntü değişti.~


"Elektro şok verin!"diye bağırdı Utku.


"Kalbi durdu!"


"Sana elektro şok ver dedim!"diye bağırdı Utku.


( Ameliyathanenin önü...)


Dışarıdaki herkes yorgun ve bitik bir hâlde beklerken Toprak, Alev'in omuzunda uyuyakalmıştı. Alev'in de içi geçmişti ama Toprak'ın titremeleri arasında uyanmıştı.


~Eliz... Eliz... Kaç defa bağırdığımı hatırlamıyorum ama onunla olduğumu görmesi gerekiyordu. Ben ona giderken o benden uzaklaşıyordu. Üzerinde beyaz bir elbise vardı ve yine çok güzel görünüyordu. Saçlarını her zaman olduğu gibi açık bırakmıştı ama yüzünde bir huzursuzluk vardı. Beni görmüyordu. Bir şey mi arıyordu? Benden mi kaçıyordu? Yoksa? Beni bırakıyor olamazdı değil mi? Daha çok koştum. O da benden kaçtı.

Görüntü değişti.

~


"Toprak... Uyan... Toprak!"


Uyanmadı Toprak. Alev daha da panikledi. Her zaman sakin olan Alev, elini yasladığı Toprak'ın kalbinin deli gibi attığını hissedince sakinliğinden eser kalmadı.


~

Eliz yerdeydi. Hava yağmurluydu. Üzerindeki beyaz elbise artık gitmişti. Siyahtı .Hava karanlıktı. Rüzgar eserken onun da güzel saçları havalanıyordu. Yanına ilerlemeye başladığımda artık benden kaçmadığını anlayınca koşarak ilerledim yanına. Ellerinde kan vardı! Kimin kanıydı? Öksürdüğünde kanın ona ait olduğunu anlayınca duraksamıştım. O ise beni fark etmişti. Ayağa kalkmaya çalışırken tam düşeceği zaman onu tutmuştum. Ona sıkı sıkı sarılırken yağmur durmuştu. Nefes aldığını hissediyordum. Kollarını bana doladığında geri çekilmemek istediğini anlamıştım. Ben de ona sıkı sıkı sarılırken ellerine bakmak için geri çekildim istemeyerek. Hayır! Birisi bizi ayırdı!

~


"Toprak..."diye Toprak'ı sarsan Alev en sonunda başarmıştı uyandırmayı.

Derin bir nefes alırken ikizini inceliyordu.


"Efendim?"dedi Toprak. Gördüğü rüyanın bir kabustan farkının olmaması kalp atışlarını hızlandırmıştı. Elini kalbine koyduğunda bakışları ameliyathanenin kapısına yönelirken Alev bir şey demeden tekrar sarılmıştı ona. Toprak da ona.


İçerideki kargaşa tek bir ses için mücadele ediyordu.


( Ameliyathane...)


~

Onun kollarında hissettiğim güveni daha önce hiçbir yerde hissetmemiştim. Güven... çok güzeldi. İçimde bir rahatlama vardı. Ellerimdeki kanların silindiğini hissediyordum. Üzerimdeki elbisenin rengi beyaz olurken hava da açmıştı. İkimizde ayrılmak istemiyorduk. İlk geri çekilen ben olmuştum. O hayal gibiydi. Vardı ama yok gibiydi. Yine de onun gözlerine bakmak bu hayattaki en sevdiğim şeydi. Gözlerim gözlerine sabitlendiğinde ortam birden değişti. Kalbim tepki vermedi. Neden? Başımızdan dökülen konfetiler ile birlikte üzerimizdeki kıyafetlerde değişmişti. Üzerindeki siyah takım ona çok yakışmıştı. Kollarımı boynuna dolarken yavaş yavaş hareket ediyorduk. Kafamı onun göğsüne yaslarken aynı zamanda elime de bakıyordum. Bir yüzük vardı benim parmağımda... Onun parmağında ise bir alyans.

Görüntü tamamen gitti.

~


Cihazdan gelen o ses ile herkes derin bir nefes alırken işlerine kaldıkları yerden devam etti doktorlar. Eliz tekrardan hayata tutunmuştu. Toprak döndürmüştü onu hayata. Aralarındaki bağ kopmalarına asla izin vermeyecekti. Ayrı düşseler de yeniden birleşeceklerdi.


Yanıp küle de dönseler küllerinden doğacaklardı.


Yeniden...


Ve...


Tekrardan...


☄️☄️☄️☄️☄️☄️☄️☄️☄️☄️☄️☄️☄️☄️☄️


2 saat sonra...


Ameliyathanenin kapısı açıldığında içeriden önce Eliz çıkmıştı sedye ile. Herkes daha yeni uyanmıştı ve Eliz'i görmek istiyorlardı ama hemşireler buna izin vermeden aldılar hemen Eliz'i yoğun bakıma. Ardından doktorlar çıktılar ve aralarında utku da vardı.


"Doktor bey..."dedi Füsun Karayel. Ayağa kalkacak hali yoktu. Dizlerinde derman kalmamıştı. Yiğit ve Yağız'ın kollarına girmesi ile ayakta kalıyordu.


"Uzun ve zor bir ameliyat geçirdi..."dedi doktorlardan biri. Herkesin hedefinde o varken Utku , Toprak'ın koluna dokunup kalabalıktan dikkat çekmeyecek şekilde ayrıldı oradan. Eliz ona herhangi bir şey olursa diye Toprak'a her şeyi söylemesi gerektiğini anlatmıştı. Diğerleri sadece iç kanama geçirdiğini ve bu yüzden uzun sürdüğünü bileceklerdi. Toprak ise durumunun bütün ayrıntılarına sahip olacaktı. Sessiz sessiz yanlarından ayrılırken kimse onlara dikkat etmemişti. Sadece Alev bakmıştı Toprak'ın arkasından ama onun biraz yalnız bırakmamanın iyi olacağını düşündüğü için gitmedi peşinden.


"Durumu nasıl Utku?"dedi Toprak. Boş bir doktorun odasına geçmişlerdi. Utku derin bir nefes alarak duvara yaslanırken Toprak endişeli bir şekilde bakıyordu.


"Uzun bir ameliyattı..."dedi Utku.


"On saat sürdü..."dedi Toprak. On saatten de fazla olabilirdi ama o on saat sayabilmişti.


"Kaç saat oldu bilmiyorum..."dedi Utku dürüst bir şekilde.


"Ne zaman uyanır?"dedi Toprak bir umutla. Utku bakışlarını kaçırdı.


"Kurşunlar özel Castelli kurşunu..."dedi Utku. Utku bir doktordu. Yeraltını bilip buna rağmen mesleğini layıkıyla yapmaya çalışan bir doktor. Toprak zorlukla yutkunmuştu Utku'nun dedikleri ile. Derin bir nefes aldı ve kısık sesiyle sordu.


"Ne... anlama geliyor yani?"


"Bu kurşunlar parçalanarak içeriye zarar veriyorlar. Bu yüzden uzun bir ameliyat oldu çünkü sürekli parçalanıyordu. Ne zaman uyanır bilmiyorum. Uyandığında ne olacağını da bilmiyoruz. Bir kriz her şeyi tersine çevirebilir. Zaten zorlu bir tedavisi vardı. İlaçlar ve ameliyat ile tedavisi riske girdi. En başa bile dönebiliriz ama emin olmak için önce uyanması gerek!"dedi Utku.


Toprak konuşmadı. Canı yanıyordu. Daha önce hiç böyle canı yanmamıştı. İçinde bir yanardağ vardı ve durmadan lav atıyordu.


"Yoğun bakımda uyanana kadar kalacak ve ben de her zaman onu kontrol edeceğim. Eliz'in uyanacağına eminim. O güçlü bir kız ki daha önce de atlattı. Şimdi de atlatır!"dedi Utku ve Toprak'ın omuzuna dostça vurarak odadan çıktı. Toprak donup kalmıştı. Duvarın dibine ilerleyip çöktüğünde gözünden bir damla yaş düşmüştü.


Buraya kadardı. 


Hep bir umutla dayanmıştı. Kendisini tutmuştu. İnanıyordu. Hâlâ inanıyordu ama Utku'nun öyle konuşması canını yakmıştı.


Düşünmek istemediği ihtimaller çıkmıştı.


***


"Eliz'im... Ah benim kuzenimmm..."dedi Alp ve sesli bir şekilde burnunu sildi. Peçeteyi kucağındaki çöp kovasına atarken Büşra yandan yeni bir mendil uzatmıştı.


"İçin dışına çıktı... Sakin ol artık! Bak çıktı! Orada yatıyor!"dedi Büşra ve burnunu sildi. Yoğun bakım ünitesindeydi herkes. Aile büyüklerini zorla bir odaya yatırırlarken sadece ekip kalmıştı.


"Ah benim kınalı kuzum... Yatıyor oradaa..."dedi ve burnunu sildi Alp.


"Alp yeter artık!"dedi Emel öbür taraftan. Gelmeden önce de yol boyunca ağlamıştı. Arada bir duygusal olurdu. O zaman da tam olurdu ve bu da o zamanlardan birisiydi. En sevdiği kuzenlerinden biri içeride yatıyordu. Nasıl ağlamasındı?


"Canım, kanım içeride yatıyor benim... Kanımı da az aldılar zaten!"dedi Alp birden çirkefleşti. Bütün hemşirelerden nefret ediyordu şu anda.


"İki tüp kan aldılar ya... Daha ne olsun?"dedi Kaan.


"İkinci tüpü de zorla aldırdı zaten! İki dakikada hemşirenin aklına girdi!"dedi Büşra. Elinde peçeteleri çöp kovasına attı.


"Ben değil de o benim vahşi cazibeme kapıldı bir kere. Vahşi cazibe... Vahşi... Vahşi kızım benim... Yatıyor içeride... Alın beni de alın..."diye debelenmeye başladığında Alp, Yağız yerinden kalktı ve koltukta uyuyakalan Alara'ya doğru ilerledi. Ağlaya ağlaya uyuyakalmıştı. Biraz da Yağız'ı sakinleştirmek için çabalamıştı. Yorulunca da dayanamamıştı. Hemen karşı koltuğunda da Doğukan oturuyordu Alara'nın. Doğukan da yorgundu bir o kadar. Önce Alara'yı bulmak için yola çıkmıştı. Sonrasında Eliz'i bulmak için. Alara'yı sağlam bir şekilde bulurken Eliz'i bulamamak onu baya bir zedelemişti. Kendini istemsizce suçlu buluyordu.


Yağız, Alara'yı kucağına alıp Doğukan'a döndü. Şu anda en boş o duruyordu. Alev, Yiğit ile konuşuyordu. Kaan, Emel'i tutuyordu. Bıraksa Alp'i boğacaktı çünkü. Büşra ise Alp ile birlikte ağlayıp zırlıyordu. Toprak ise ortalarda yoktu.


"Doğukan... Bize bir boş oda ayarlasana... Alara'yı yatıralım hem de yarasını kontrol ederler..."dedi Yağız. Doğukan hemen yerinden kalktı ama dikkatini çeken kelimeler ile duraksadı.


"Ne yarası? Ne zaman yaralandı?"dedi.


"Ormanda vuruldu. Önüme atladı. Biraz da kaçıyordu sorgudan..."dedi Yağız sıkıntılı bir şekilde. Ormanı hatırlamak istemiyordu. Uzunca bir süre orman da görmek istemiyordu. Duymak da istemiyordu.


"Tamam..."diyerek önden gitti Doğukan. Yağız da kucağında Alara ile yavaş adımlarla peşinden ilerledi.


"Yiğit artık konuşacak mısın? Hastaneye girdiğimizden beri tek kelime etmedin!"dedi Alev. Yiğit tek bir yere odaklanmıştı. Alev ne kadar konuşsada cevap verecek gücü yoktu. Alev'in bu sorusu da cevapsız kalınca o da pes ederek onun gibi koltuğun sırt kısmına yaslandı ve duvarı izlemeye başladı. İkisi de düşünüyordu. Birisi kardeşini diğeri de ekip arkadaşını... Aynı zamanda ikizinin de sevgilisi oluyordu o ekip arkadaşı.


"Bari yarana baksınlar!"dedi Alev. Yarasını hatırlatarak. Yiğit yine cevap vermedi. Omzunda yara olduğunu bile daha yeni hatırlamıştı ki umurunda da değildi. Canı da kalbi de başka bir yerdeydi şu anda.


"Emel... Biraz uyumaya ne dersin? Hem Alp'i de duyamazsın o zaman..."dedi Kaan bezmiş bir şekilde. Emel'i ne kadar tutmaya çalışsa da Emel'in ona verdiği tepkiler yüzünden zor tutuyordu.


"Eliz uyanana kadar uyumayacağım..." dedi Emel. Geri yaslandı ve kollarını bağladı. Ayaklarını da sallamaya başlarken gözleri dolmuştu. Kaan ise sadece derin bir nefes almıştı ama içi de acı dolmuştu.


"Emel..."dediğinde Kaan, Emel onu durdurdu.


"Biliyorum... Hemen uyanamaz ama o uyurken de uyumak gelmiyor içimden!"dedi Emel ve gözlerini kapattı. Kaan da daha fazla üstlemedi ve Emel gibi koltuğa yaslandı ama Emel'in kafasını kendi omzuna yaslamasını beklemediği için anlık bir kasıldı. Sonrasında hemen kendini toparladı.


Kaan, Emel'in uyacağından eminken Büşra ve Alp daha sakin bir şekilde devam ediyorlardı zırlamaya.


"En çok da beni severdi kuzum... Göstermezdi pek ama bana çok düşkündü!"dedi Alp. Peçeteyi gözlerine bastırdı.


"Çok tatlı bir insan zaten... Belli..."dedi Büşra. Elindeki peçeteleri çöp kutusuna attı. Yeni peçete alıp burnunu sildi.


"Öyledir... Hep ban olan sevgisi tatlı tatlı yaptı zaten... Kınalı kuzum benim... Umarım sağlıcakla da kalkar!"dedi Alp.


"Kalkar kalkar... Bir kurşunla devrilecek insan değil zaten! Dinleniyor sadece!"dedi Büşra.


"Öyle öyle... Yıkılmaz o..."dedi Alp ve burnunu silip devam etti." Acaba kurşun falan mı döktürsek? Hep o magazin yüzünden oldu. Göze geldi kuzum... Ah benim kuzişimmm..."dedi ve burnunu sildi tekrardan.


"Bence uzunca bir süre kurşunla uğraşmayalım..."dedi Büşra.


"Haklısın..."dedi Alp. Bu çöp kovası da dolunca diğer dört dolu dolu olan kovanın yanına koydu ve koltuğun altından altıncı kovayı çıkarıp ortalarına koydu.


Onlar yoğun bakım ünitesinde beklerken Toprak biraz daha kendini toplamış bir şekilde yoğun bakıma geliyordu. Doğukan ile koridorda karşılaşmıştı. Doğukan ona boş bir oda aradığını söyleyince ona yardım etmiş ve tekrardan yoğun bakıma ilerlemeye başlamıştı.


"Birazdan hemşireler gelip pansuman yapacaklar..."dedi Doğukan, Yağız'a. Tam Doğukan kapıdan çıkıyordu ki Yağız onu durdurdu.


"Doğukan ya... Senden bir şey daha istesem? Ben bir annemlere bakıp gelsem de sen dursan Alara'nın başında? Olur mu? Aklım onlarda kaldı!"dedi Yağız. Doğukan bir ona bir de Alara'ya baktı. Kararsızda olsa kabul etti bu teklifi. Yağız kapıdan çıkmadan önce Doğukan'a döndü.


"Muhtemelen uyanır. Hemşirelere zarar vermesine engel ol yeter... Alara iğneden korkar çünkü!"dedi Yağız ve odadan çıktı.


Doğukan duvara yaslandığında aklından bir sürü şey geçiyordu ama en çok da Alara'nın, Emir'e kusursuzca sapladığı iğneden nasıl korkmadığıydı. O düşünürken kapı açılmıştı. İçeriye iki hemşire girdiğinde Doğukan Alara'nın baş ucundaki koltuğa yönelip oturdu oraya. Alara'yı tutacak tek kişinin Yağız olduğunu biliyordu ki o da zor tutuyordu. Yağız'ın hangi akla hizmet Alara'yı kendisine emanet ettiği de meçhuldü.


Hemşireler Alara'nın omzuna pansuman yaparlarken Doğukan telefonuyla ilgileniyordu. Odada ses yoktu. Ta ki Alara uyanana kadar.


"Allah belanı... verecek Yağız..."diye mırıldandı Alara. Hemşireler onun ne dediğini anlamamışlardı. Doğukan da sadece bir mırıltı duyarken telefonunu kapatıp Alara'ya doğru döndü. Hemşirelerden biri yaraya tam pamuğu bastırıyordu ki Alara'nın ne ara uyanıp da kendine geldiğini anlayamayan hemşireler onun uyandığını kolunu tek eliyle geriye doğru bükmesiyle anlamışlardı. Hemşire kolundaki acıdan dolayı pamuğu bırakırken diğer hemşire Alara'nın elini arkadaşının kolundan kurtarmaya çalışıyordu. Doğukan öylece bakıyor, Alara ise nerede olduğunu anlamaya çalışıyordu.


"Hanımefendi bırakır mısınız kolumu? Hemen... Ver ona sakinleştirici!"dedi canı yanan hemşire. Alara anında kadının kolunu bıraktı. Bıraktığı gibi de kalkmaya çalıştı yataktan.


"Hayatta olmaz!"dedi Alara. Yerinden doğruldu ama kalktığı gibi hem sağ omzunun ağrısına hem de sol taraftan etki eden bir baskı sonucunda geri yattı. O zaman fark etti yanındaki Doğukan'ı.


"Sakinleştiriciyi ver öyle devam edelim!"dedi canı yanan hemşire diğer hemşireye.

Alara kafasını hayır anlamında sallarken hemen tehdit etme aşamasına geçti.


"Eğer o ince metalik uçlu cisim benim koluma girerse bu hastaneyi başınıza yıkmakla kalmam hepimizi gömerim!"dedi ciddi ciddi. Hiç biri ciddiye almadı onu. Doğukan'a döndü. Son çaresi oydu. Sakinleştirici istemiyordu. İğneyi görmek hiç istemiyordu.


"Doğukan... Bir şey söyle ya da bana o sıfatını... Neyse o cibiliyetsiz Yağız'ı çağır bana..."dedi Alara. İğneden gözünü ayıramıyordu. İğne yaklaşsa atlayacaktı yataktan. Doğukan derin bir nefes aldı. Başına bunların geleceğini daha önceden tahmin etmeliydi ama edememişti. Akılsız başın derdini ayaklar değilde Doğukan çekecekti şimdi.


"Ben devam ederim... Siz diğer hastalarınız ile ilgilenin..."dedi Doğukan. O oturduğu yerden kalkarken hemşireler hızlıca ellerindeki malzemeleri bırakmış ve kapıya yönelmişti. Alara hâlâ tehditkar bakışlarını hemşirelerin üzerinde gezdiriyordu. Hemşirelerin yerine Doğukan geçerken Alara kapının kapanma sesini duyana kadar çatık kaşları ile devam etti. Kapının sesini duyduğunda ise tuttuğu nefesini vererek gözlerini yumdu. Aniden aklına gelen Doğukan ile de hemen açıldı o gözleri. Doğukan'ın elindeki iğneyi ise hemen fark etmişti gözleri.


"Sizi bana sayıyla mı gönderiyorlar arkadaş ya? Nedir sizden çektiğim?"dedi Alara. Yataktan kalkmaya çalıştı tekrar ama Doğukan yine engellemişti onu.


"İğne yok ama pansumana izin vereceksin... Yoksa çağırırım hemşireleri! Yaparlar iğneyi kolundan! Sen daha ne olduğunu anlayamadan kıt! Emir gibi düşün..."dedi Doğukan. Alara derin derin yutkunmuştu. Ayrıca Emir'i de işin içine karıştırması da dikkatini çekmişti.


"Anlaştık mı?"dedi Doğukan. Şu anda Alara yerine bir inatçı çocuk ile konuştuğuna emindi ki Doğukan hiç kimseyle böyle konuşmazdı. Konuşmamıştı. Bu onun için bir ilkti. Çocuklar dışında tabii.


"İğneyi bana ver... Anlaşalım!"dedi Alara.


Doğukan güldü. İğneye uzantı ama vermedi. Veriyormuş gibi yaptı.


"Sana vereyim de canın yanınca bana sapla değil mi? Yemezler... Evet ya da hayır... Sonucuna göre hemşireler gelecek ya da gelmeyecek!"dedi Doğukan. Alara kafasında ölçüp biçti bir içinde bulunduğu durumu.


"Tamam ama iğneyi uzak bir yere koy bari..."dedi Alara. Doğukan sinirlenmemeye çalışarak sakin olmak şartıyla aldı iğneyi metal tepsiden ve gidip koltuğa koydu. Sonra da Alara'ya döndü.


"Oldu mu?"dedi. Hadi olmadı de gibi bakıyordu. Alara'nın bundan korkacak hali yoktu elbette ama istediği de olmuştu.


"Oldu..."dedi mutlu mutlu. Gözlerini kapatıp yerine kurulurken Doğukan çoktan eline pamuğu almış ve omzuna canını yakmayacak şekilde bastırdı pamuğu.


"Ay ben senin elinin ayarını da seni de!"diyerek birden kaçtı yatakta Alara. Homurdana homurdana kaçmaya çalışıyordu ama yapamıyordu. Neden yapamıyordu?


"Ne yapacaksın?"dedi Doğukan. Gülüyordu ama Alara bunu görmeden de anlamıştı. Alara fark etmeden yatağın yanındaki korkulukları açmıştı ve bir elini korkuluklara koyarak kalkmasını önlemişti. Alara kapana kısılmış bir şekilde duruyordu. Gözlerini de sımsıkı yummuştu. Doğukan pamuğu hareket ettirdikçe canı yanıyordu ve bu yüzden de hem homurdanıyor hem de dudaklarını kemiriyordu.


"Elinin körünü yapacağım! Oldu mu?"dedi Alara. Hâlâ debeleniyordu. Doğukan pamuğu uzaklaştırdığında gözlerini açmıştı ve konumuna baktığında bir an için şaşırmıştı. Doğukan'ı da bu kadar yakınının da beklemiyordu tabi.


"Şimdi saracağız... Bunda yardım edersin diye düşünüyorum!"dedi Doğukan. Ne sakindi ne sinirliydi. Yüzünden hiçbir duygu anlaşılmıyordu.


"Ben kendi başıma da sarabilirim gibime geliyor... Sen git ben sararım..."dedi Alara. Zaten yarası üzerine sürülen ilaç yüzünden yanıyordu.


"Bi inat etmesen de hızlıca halletsek?"dedi Doğukan makul bir soru sormuştu.


"Ben inat falan etmiyorum. Seni zorla yaptığın bir şeyden kurtarıyorum işte... Daha ne istiyorsun? Ver bana sargıyı!"dedi Alara. Biraz doğruldu yattığı yerde. Doğukan ise Alara'nın cümleleri ile karışan aklını toparlayıp sargıyı yatağa koymuş ve uzaklaşmıştı yataktan. O camın önüne gelip dışarıyı izlerken Alara sargı ile uğraşıyordu.


Yaklaşık beş dakika boyunca ciddi ciddi uğraştı. Doğukan ise camın yansımasından onun ne yaptığını izledi. Alara'nın çabası taktire şayandı ama başarısız olduğundan pek artısı yoktu.


Pes etti sonunda. Bakışlarını camdan dışarıyı izlediğini sandığı Doğukan'a çevirdi. Demin kovmuştu. Şimdi de çağıracaktı ki çağıracağı kişi de en az kendisi kadar inatçı bir insandı. Farkındaydı bu yüzden onun suyuna gitmeye çalışacaktı.


"Doğukan..."dedi sakin sakin. Doğukan tabii ki de duymamış gibi yaptı.


"Doğukan..."dedi bir kez daha. Doğukan bu sefer döndü ona. Bakışlarını bakışlara kilitledi. Elleri hâlâ cebindeydi.


"Efendim?"dedi Alara gibi sakin bir şekilde.


"Bana yardım etmen lazım!"dedi Alara.


Doğukan düşünür gibi bekledi bir süre. Alara dikkatle ona bakıyordu.


"Düzgün bir şekilde istersen neden olmasın?"dedi Doğukan. Alara göz devirmemek için zor tutuyordu kendini. Derin bir nefes aldı.


"Bana yardım edebilir misin?"dedi. Sesi çok çıkmamıştı ama Doğukan duymuştu.


"Duyamadım? Ne?"dedi ileri eğilir gibi yaptı.


"Rica etsem! Şu hasta hâliyle uğraştığın insana! Yardım eder misin?! "dedi her birine vurgu yaparak. Doğukan gülmemek için zor duruyordu ama rolünden ödün vermedi tabii ki.


"Edebilirim sanırım!"dedi yavaş yavaş yatağa doğru ilerledi. Alara ise şu anda sadece kolundaki yarayı düşünüyordu. O olmasaydı Doğukan'ı pataklayacağı kesindi. Sinirlendiriyordu onu. Ayrıca her dediğine bir şey bulması da pek alışık olduğu bir şey değildi. Alara şımarık bir kız asla değildi ama dediği dedik bir kız olduğu da su götürmez bir gerçekti.


Doğukan, Alara'nın buruş buruş ettiği sargıyı aldı ve onun yerine daha düzgün olan sargıyı alarak oturdu yatağa. Alara zaten yatağın bir ucunda oturuyordu. Doğukan sargıyı sarana kadar camdan dışarıyı izledi ama aklı Eliz'deydi. Canının çok yandığına emindi. Onun canı yanınca kendi canı yanıyordu. Hissetmişti o silah sesini duyduğunda içinde oluşan o acıyı ama bir umut ihtimal vermemişti. Ta ki görene kadar. Daha kendi acısına bir çare bulamadan Yağız'ı sakinleştirmeye çalıştığı için kendine zaman kalmamıştı. Yalnız kaldığında ise de geliyordu düşünceler işte akın akın.


Kolunda hissettiği sinek ısırığına benzeyen acı ile kendine geldi bir anda Doğukan'a dönünce onun ayakta olduğunu görmüştü. Ne ara kalmıştı yanından bilmiyordu ama elindeki iğnenin acısını fena çıkaracağına emindi.


Gözleri koltuğa gidince iğneyi göremedi. Doğukan boşluktan faydalanıp iğneyi almış ve Alara'ya sakinleştirici yapmıştı. Aslında sakindi ama o uyuması için yapmıştı çünkü çok yorgun görünüyordu.


"İki güvendik üçüncüde b..... çıkardın ya! Hani vermeyecektin? Bir de hepsini vermişsin!"dedi Alara yerinden kalkmaya çalıştı. Bu sefer doğruldu yatakta ama böyle ilaçlara çabuk tepki veren bir vücudu vardı ve gözlerinin önü kararmaya başlamıştı bile.


"Uyu diye yaptım!"dedi Doğukan. Alara'nın canını yakmayacak şekilde kollarından tutmuştu. Alara hâlâ direnmeye çalışıyordu. Boşa direndiğinin farkındaydı ama yapacak bir şeyi de yoktu. Son gücüne kadar direndi. Doğukan sadece onu kendini kaybedene kadar sabit tuttu ki kendinden geçince başını bir yere vurmasın. Alara ilacın etkisiyle uykuya dalarken Doğukan onu yatırdı ve üzerini örttü. Sonra da koltuğa oturdu ve telefonuna bakmaya başladı.


On beş yirmi dakika sonrasında Yağız gelmişti odaya. Koridor boyunca Alara'nın kızgın sesini duymayı beklemişti ama duymamıştı. Şaşkındı ki odaya girince onu uyurken bulunca daha da şaşırmıştı.


"Nasıl ya? Hastaneyi yıkması gerekiyordu onun! Hasta falan değil değil mi?"dedi Yağız hemen Alara'ya doğru ilerledi ve elini alnına koyarak ateşinin olup olmadığına baktı.


"Sakinleştiricinin etkisinde... Bir gün de uyanmaz o dozla!"dedi Doğukan yerinden kalkarken. Bir ortalığı koklaması gerekiyordu.


"Hiç mi zorluk çıkarmadı? Ayağa kaldırırdı hastaneyi hele de iğne vurulacaksa..."dedi Yağız şaşkın şaşkın. Eksik bir şeylerin olduğunu hissediyordu.


"Hiç zorluk çıkarmadı. Üzüntüden herhalde. Gayet uysaldı. Ben bir dolaşayım. Bir şey olursa ararsın!"dedi ve Yağız bir şey diyemeden çıktı.


Yağız hâlâ Alara'nın nasıl bu kadar sakin olacağını düşünürken Doğukan yoğun bakım ünitesinde bekleyenlerin arasında tek uyanık olan Toprak'ın yanına varmıştı bile.


Emel, Kaan'ın omuzunda uyuyakalmıştı. Kaan da onun başının üzerine yaslamıştı başını. Yiğit ise Alev'in omzunda uyuyakalmıştı. Daha doğrusu uyuklarken başı oraya düşmüştü ve Alev de ellememişti. Sonrasında da kendisi uyuyakalmıştı. Alp ve Büşra ise daha vahim bir durumdaydılar çünkü ikisi de ortalarında ki çöp kovasına sarılarak uyuyakalmışlardı. Arada bir kendi taraflarına çekiyorlardı ama kovada hareket yoktu. Olduğunda ise olacakları düşünmek zor değildi.


"Sen hiç dinlenmedin... Biraz uyu istersen?"dedi Doğukan. Toprak'ın ifadesiz yüzünü inceliyordu. Kendini suçladığını anlamamak aptallık olurdu.


"Yorgun değilim. Uykum da yok..."dedi Toprak düz bir şekilde.


"Böyle izleyecek misin?"dedi Doğukan. En az Toprak kadar suçluyordu kendisini.


"Ben onu hep izledim ve izlerim... Yeter ki uyansın!"dedi Toprak. Doğukan bu cümleler karşısında bir şey diyemedi. Sustu. Onu kararından vazgeçiremeyeceğini anlayınca bir süre daha kaldı orada sonra da diğerlerini kontrol etmek için sessiz sessiz uzaklaşıyordu ki Toprak'ın seslenmesi ile durdu adımları. Sadece adımları durmuştu. Yapacakları daha yeni başlıyordu.


🌪️🌪️ 🌪️🌪️ 🌪️🌪️ 🌪️🌪️ 🌪️🌪️ 🌪️🌪️ 🌪️🌪️


"Burada beklemenin bir anlamı yok... Eliz uyanacağı zamanı da kendisi belirleyecek..."dedi Orhan Karayel acı içinde. Torunu vurulmuştu. Onu torunu değilde kendi kızından bile daha yakın görürken kendine onun bu denli uyuması canını yakıyordu.


"Kuruma geçelim... Ekibi haricinde kimse de kalmasın!"dedi Ziya Atılgan. En az Orhan kadar kötü durumdaydı. Diğer taraftan Ömer hemen itiraz etti.


"Kızımı bırakıp hiçbir yere gitmiyorum!"dedi. Füsun hâlâ sakinleştirici etkisiyle uyuyordu. Biraz fazla doz yapmak zorunda kalmışlardı. Herkes bir Alara değildi. O hemen etkilenmişti ama Füsuna üç kere yapmak zorunda kalmışlardı.


"Ömer... Acını anlıyorum ama gitmen gerek!"dedi Orhan Karayel yerinden kalkarken Cem ona yardım etmişti.


"Sen beni anlamıyorsun baba! Kızım uyanana kadar burada kalacağım!"dediğinde kapı açılmıştı. Doğukan yaslandığı duvarda dikleşirken kapı kapanmıştı.


"Kalamazsınız..."dedi Toprak sakin bir şekilde çıkmıştı sesi. Doğrudan Ömer'in gözlerinin içerisine bakıyordu. Ömer afallamış bir şekilde Toprak'a dönmüştü. Zaten daha sevgilisi olması durumunu kabul edemezken Toprak'ın böyle bir karşılık vermesini mantıklı bir tarafa koymaya çalışıyordu.


Koyamamıştı. Derin bir nefes aldı. Dedeler ve Doğukan'dan çıt çıkmıyordu. Nefeslerini de tutmuşlardı resmen.


"Sana mı soracağım lan? Kimsin sen?"dedi Ömer. Toprak gram etkilenmeden duvara yaslandı. Doğukan'a bir bakış attı. Doğukan mesajı almıştı.


"Abi! Sakin!"dedi Cem.


"Cem ne sakin olmasından bahsediyorsun sen? Bu herif benim burada kalamayacağımı söylüyor! Bu! Kim lan o?"dedi Ömer. Sinirden de üzüntüden de çıldırmış durumdaydı artık.


"Sevgilisi ve bütün haklarının bana devretmiş birisi olarak burada kalamazsınız. Eve ya da herhangi bir yere gideceksiniz ama hiç kimseye Eliz'in vurulduğunu söylemeyeceksiniz... Siz kızınızla küssünüz!"dedi Toprak. Sanırım onlara karşı kurduğu en uzun cümleler bunlar olmuştu.


"Ne? Neyini devretti sana? Baba? Ne diyor bu? Ziya amca? Ne diyor bu torunun?"dedi Ömer. Cem'e tutunmasa düşerdi.


"Bir şey olduğu taktirde bütün haklarını sana mı devretti?"dedi Orhan. Ziya da şaşkındı. Orhan kadar şaşkını yoktu ama. Eliz'in kendisinden başka birisine daha bu kadar çok güvenmesini daha doğrusu ne ara bu kadar bağlandığına şaşırmıştı. Bu kadar ciddi olduğunu düşünmemişti.


"Evet ve ben de onun emirlerine sadık kalıyorum!"dediğinde Doğukan'a baktı. Doğukan hemen yaslandığı yerden ayrıldı ve Ömer'e yaklaştı. Cebinden çıkardığı iğneyi onun boynuna saplarken Ömer daha ne olduğunu anlayamadan Cem'in kollarına yığılmıştı.


"Az önce tam olarak... Ne oldu?"dedi Cem nefes nefese.


"Gitmeyecekti... Siz götüreceksiniz artık..."dedi Toprak.


"Uyanınca ne olacak sence?"dedi Cem. Bu durum garip bir şekilde onda gülme hissi oluşturmuştu.


"Allah'ım bir değiller ki iki olsunlar! Seni ne ara delirtti bu kız?"dedi Orhan Karayel yatağın kenarında ki ceketini alırken.


"Ben soruma cevap alamadım ama... Olacaklar belli... Kendine bir aşk karşıtı birey yaratmış olabilirsin!"dedi Cem. Doğukan'ın da yardımıyla yerden kaldırıp koltuğa bıraktılar Ömer'i. Toprak sadece gülümsedi. Sadece histerik bir gülümsemeydi.


"Deneyen çok kişi var ama sonuç ortada gibi... "dedi Toprak sonrada toparladı kendini. Eliz'in babasından bir eksi almıştı bu günlük ona yeterdi." Siz dediklerimi anladınız değil mi? Hâlâ küssünüz ve ondan haberiniz yok!"dedi Toprak.


"Anladık evlat..."dedi Orhan.


"Birkaçını eve gönder de şüphelenmesinler! Annen zaten sürekli laf sokuyor! Bir de diğerlerinin evde kalmamasına bahane bulamam!"dedi Ziya Atılgan.


Toprak kafasını salladı ve Doğukan'a da işaret vererek kapıya yöneldi.


"Toprak..."deyince Orhan, Toprak'ın adımları durdu. Doğukan kapının önünde bekliyordu.


"Efendim?"dedi Toprak. Az çok tahmin ediyordu diyeceği şeyleri.


"Dikkat et kendine... Dikkat edin kendinize de birbirinize de! Aklımız zaten yoğun bakımdayken bir de sizde kalmasın olur mu?"dediğinde Orhan, Toprak sadece derin bir nefes alıp kafasını salladı ve Doğukan'ın açtığı kapıdan çıktı hemen. Ardından da Doğukan.


"Şimdi hemen dinlenme odalarının olduğu katta ki dört yüz elli ikinci odaya gidiyorsun. Orada seni üç kişi bekliyor olacaktır. Onları kimseye görünmeden yoğun bakıma getiriyorsun!"dediğinde Toprak, Doğukan başını salladı. Ardından da ikisi farklı koridorlara döndüler. Toprak yoğun bakıma girdiği anda bakışları uyuyan Eliz'in üzerine gitti. Derin ve içli bir nefes alarak devam etti yürümeye. Daha yeni yeni anlıyordu Eliz'in omuzlarında ki yükü. Elbette ki ağır bir şey olduğunun farkındaydı ama iplerin hepsini elinde tuttuğunda büründüğü ruh halinin neden bu kadar acımasız olduğunu daha iyi anlıyordu.


Onu bir tek o ,onu da sadece kendisi görüyordu. Eliz'in en sert ifadesinin altındaki o duygunun ne olduğunu anlayabiliyordu. Şu anda yüzünde bir huzursuzluk vardı. Belki de kabus görüyor diye düşündü Toprak. Ekibin yanına geldiğinde ise ellerini iki kere ses çıkaracak şekilde vurdu birbirine. İlk uyanan Yiğit olmuştu. Kalktığı anda ise Alev'in başı onun omzuna düşmüştü. Toprak'ın garip bakışları eşliğinde Alev'i uyandırdı nazikçe.


Yiğit, Alev'i uyandırdığı sırada arka taraftan bir düşme sesi daha gelmişti. Alp ve Büşra aynı anda kova ile birlikte yere düşmüşlerdi.


"Ah... Anam... Belim? Öldüm mü Allah'ım? Neden beyaz ışığı görüyorum? Büşra? Sen de görüyor musun?"dedi Alp ağlamaklı bir sesle. Uyumadan önce kaldıkları yerden devam ediyorlardı. Sırt üstü düştükleri için uyandıkları ilk anda tavandaki ışık gözlerini almıştı ve yanlış anlamıştı.


"Alp... Görüyorum! Öldük mü?"dedi Büşra. Sonra aklına gelen şey ile bir anda aydınlandı. Karanlıkta aydınlanamada denedebilir.


"Bir dakika öldüysem seninle neden aynı yerdeyim? Senin cehennemin dibinde olman gerekiyordu!"dedi Büşra. Alp tam cevap verecekken ikisinin de kadrajlarına bir karartı girince aynı anda küfür ettiler.


"Bu sefer ikimizde net gidiyoruz! Geldi zebaniler! "dedi Büşra.


"Açmazsaydın o şom ağzını fark etmezlerdi bizi!"dedi Alp.


"Bütün bu konuşmalar kafanızı vurduğunuz için oldu değil mi?"dedi Toprak. Alnını sıvazlıyordu. Zorla uyanan ikili olan Emel ve Kaan bile kalkmıştı.


"Yok onlar öyleler! Bekli bir umut vurunca düzelirlerdi de o da olmamış!"dedi Emel.


"Emel ve Toprak'ın ne işi var cehennemde?"dedi Büşra.


"Nasıl yani? O günahkarlar ile aynı yerde olmam mümkün bile değil!"


"Alp kalk yerden! Büşra sen de uyma şuna! Öğlena seni ya! Ne ara öldün de cehenneme gittin acaba? Daha lambadan yayılan beyaz ışıkla o ışığı ayırmamış gelmiş bir de bizim olup olmamamızı sorguluyor! "dedi Emel yerinden kalkarak. Büşra'yı yerden kaldırırken Alp'e canını yakmayacak şekilde bir tekme atmıştı. Alev'i de alıp lavaboya gitmişti. Alp hâlâ yerde sızlanıyordu. Toprak onu yerden zar zor kaldırıp koltuğa bıraktığı sırada Doğukan ve yer altı ekibinden üç kişi gelmişlerdi bile.


"Siz..."dedi Kaan. Daha önce İtalya'da karşılaştıkları için hatırlıyordu onları.


"Selam..."dedi Libby. Libby, Kaan'a selam vermişti ama Alp öne atıldı.


"Selam... Siz ne ara geldiniz? Ben uyurken mi geldiler Toprak?"dedi Alp heyecanlı heyecanlı.


"Biz bayadır buradayız!"dedi Lucas. Hemen abi kalkanları devreye girmişti. Libby'nin omzuna kolunu atıp kendisine çekmişti. Kaan ve Alp'e garip bakışlar atıyordu. Kızlar da gelince Yiğit'ten bir soru yükseldi hemen.


"Bizi de tanıştıracak mısınız?"dedi Yiğit.


Toprak başını salladı ve herkes yerine yerleşene kadar bekledi. Onun haricindeki herkes bir yere oturmuştu.


"Eliz'in yer altından dostları... Daha detay veremem boşuna deneme!"dedi Toprak soru sormaya hazırlanan Yiğit ve Alev'i susturmuştu. Devam etti.


"Eliz'in ayarladığı plana sadık kalacağız..."


"Ne planı?"dedi Yiğit.


"Eliz'in yaralanma durumlarında bize bıraktığı bir plan var..."dedi Lucas söze girerek.


"Erdi o erdi... Geleceğini görüp plan verip gitti!"dediğinde Dimitris, Libby onun ağzını eliyle kapattı.


"Devam edin... Ben de bu iş! Sus artık be!"dedi Libby. Sonda söylediği şeyi Dimitris'in yüzüne söylemişti.


"Bu planı daha Türkiye'ye gelmemiş olanlar başlatacaklar..."dedi Lucas.


Bu planda sadece üç tane ana kişi vardı.


Planın tamamını bilen sadece üç kişi vardı.


"Benim bu plandaki temel görevim de sizi bir arada tutmak... Şimdi iki kişi kalacak diğerleri eve geçiyor... Alara ve Yağız haricinde!"dedi Toprak. Hiçbiri neden diye sormadı çünkü neden olduğunu biliyorlardı.


"Alp ve Büşra dağıldılar. Onlar kalsınlar biz eve geçelim..."dedi Emel. Yiğit'e baktı. Yiğit onu istemeye istemeye onayladı.


Alev eve Kaan ile birlikte dönecekti. Toprak uzun zamandır evde yaşamadığı için onun ortalıkta olmaması sorun olabilirdi ama bir gecelik Büşra'yı idare edebilirdi ikisi. Onlar gittikten sonra Büşra ve Alp, Toprak'ın zoruyla bir boş bir odaya geçtiler. Hâlâ uykuları vardı. Yorgunlardı. Ruhsal olarak da bitik durumdaydılar.


Nisan'a o kadar güçlü bir sakinleştirici verilmişti ki yarın akşama kadar uyuyabilirdi. Eliz ameliyathaneden çıktıktan sonra yoğun bakım önünde de bir sinir krizi geçirmişti. Sakinleştirilemeyince de en son iğne yapılmıştı. Leonardo ise biraz fazla verilmesini istemişti çünkü hem annesini hem de Nisan'ı idare etmek şu anda onu daha da yoruyordu. Neyseki Lorenzo, Olivia'yı bir kaç saatliğine de olsa hastaneden uzaklaşmaya ikna edebilmişti. Leonardo da Nisan'ın başında bekliyordu.


Alara , Doğukan tarafından kendisine verilen sakinleştirici ile mışıl mışıl uyuyordu. Yağız da bu sessizliğin hem mutlu hem de buruk keyfini çıkarıyordu. Kendisi odada olsa da aklı yoğun bakımdaydı ve dışarda neler döndüğünü bilmiyordu. Garip hissediyordu. Ne düşünmesi,ne yapması gerektiğini bilmiyordu. Bir ikilemin içindeyken nasıl uyuyacağını bilmiyordu ama uyumayacağını biliyordu.


"Ne zaman harekete geçiriyoruz?"dedi Toprak. Bu belirsizlik canını sıkıyordu. Gözünün önündeki kadının ise hareketsiz bir şekilde yatması canını yakıyordu. Bir şeyler ile uğraşması gerekiyordu. Düşünürse düşerdi ve şu anda düşemezdi. Eliz için düşemezdi ve o da bunu biliyordu.


Yanında oturan Lucas tam cevap verecekken telefonuna gelen mesaj ile durdu. Sadece ona değil herkese mesaj gelmişti. Toprak kaşlarını çatarak çıkardı cebinden telefonunu. Kendisine gelen mesajın üzerine tıkladığında haberin başlığı onu bir tık şaşırtmayı başarmıştı.


"Başlamışız..."dedi Lucas geri yaslanırken.


" Kafa karıştıran o olay ortaklık!..."


"Dünyayı birbirine katan o imzalar..."


"Gündeme bomba gibi düşen o anlaşma...


Kurumun gelecek patronlarından birisi olmaya aday olarak gösterilen Eliz Erçil Karayel'in kurum adına yaptığı Arjantin'deki anlaşma ile Ramiro Montenegro'nun turizm ve otelcilik şirketine ortak olması ortalığı karıştırdı...


Genç ve başarılı varisin bu hamlesi ne gibi bir mesaj içeriyordu?


Haberin detayları bir sonraki sayfada..."


Bir bölümün daha sonuna geldik...


Bölümü nasıl buldunuz?


En sevdiğiniz sahne?


En sevdiğiniz karakter?


Yıldızı unutmayalım (⭐)


Haftaya yeni bölümde görüşmek üzere..


Loading...
0%