Yeni Üyelik
28.
Bölüm

28. Bölüm ~ Kader Ağı

@feusa


Korku ve öfke dolu kalpler aynı anda atmaya başladılar. İkisi de iki bedende de hakim olan duygulardı. Birisi hatırlanmaktan korkuuyorken diğeri duyacağı cevaplardan... Birisi onu bu kadar süre yaşattığı ve bir gün karşısına dikileceğini düşünmediği için öfkeliyken diğeri herşeyin onun yüzünden olmasına öfkeliydi...


Tozlu sayfaları bir bir aralandı Nisan'ın. İçindeki korku, öfke ve acı aynı zamanda kırık ve yaralı bir kalp.


Aynı bedende buluşup cevap arıyordu...


Gözlerinden ateş çıkıyordu ama bu kalbindeki yangının üçte biri bile değildi. Asıl yangın hatırlananlar ile başlayacaktı.


~


" Eliz mi? Onu elbette ki buldum! Yaşıyormuş! Onu onca sene nasıl korudular bilmiyorum ama Nisan ile çok iyi arkadaş olduklarından aileler onların görüşmelerine izin veriyor..."dedi Nisan'ın eniştesi. Bunları dinleyen ufak , yedi yaşında, siyah saçlı, yeşil gözlü daha hayat dolu bir kız çoğunu vardı.


Olacaklardan habersiz ablasının eşiyle oyun oynamaya gelmişti. Eniştesi onunla sürekli oyunlar oynuyor ve sohbet ediyordu.


Tatlı dil sonuçta yılanı deliğinden çıkarırdı. Nisan ile yaptığı sohbetlerin çoğu Eliz hatta hepsi Eliz ve diğer kuzenleri hakkındaydı.


"Evet... Eliz ile yaşıt kız çocukları var... Doğum tarihlerine bakmak gerek... Ne zaman saldırı yapacaksın? Öylece alıp götüremezsin!"dediğinde eniştesi , Nisan ters giden bir şeyler olduğunu anladı. Eliz'in ismini duyduğu anda da içini garip bir his kaplamıştı. Eniştesinin Eliz'i sadece anlattığı şeyler ile tanıdığına emindi. Anlam veremiyordu ama her şeye de aklı basıyordu. Cebindeki telefonu çıkarıp hemen Eliz'i aramak için rehbere girdi.


Yedi yaşında bir çocuğun telefonun olması ne kadar doğruydu?

Çok da doğru değildi değil mi? Ama Nisan normal bir çocuk değildi ki! O bir ajan olmak için yetişen bir çocuktu. Ailesi sürekli dışarıda oluyordu. Evde hizmetçilerden başka kimsesi olmuyordu çünkü evdeki en küçük çocuk oydu. Bu yüzden evde yalnız kaldığı zamanlarda dedesi ile iletişimde olabilmesi için telefonu vardı. Sonuçta hiçbir hizmetçiye tam anlamıyla güvenilmezdi onların dünyasında.


Ama o gün herkes evdeydi. Akşama hep birlikte yemek yeme kararı alındığından kimse izin gününü dışarda geçirmek istememişti.


Kader düğümü ilk orada atmıştı.


Eliz'in de Nisandan dolayı telefonu vardı ama onun kadar ihtiyacı olmuyordu. Onun da bütün ailesi evdeydi. Bu yüzden telefonunu kullanma ihtimalinin olacağını sanmıyordu ama ne olur olmaz diye almıştı yanına. Nisan'ın ilk aramasında duymamıştı. Evdekilerle oyun oynuyorlardı. O zamanlar en iyi anlaştığı kişi Sinemdi. Daha kimsenin arasına soğukluk girmemişti.


"Bütün kızları kaçırıp sonra onu bulunca diğerlerine ne olacak? Hepsini öldürürsen dikkat çekeriz!"dedi eniştesi. Konuşmaya devam ediyordu.


Çocuklara ne olacağı kimin umurundaydı? O sadece yakalanmamaya bakıyordu.


Nisan sürekli Eliz'i arıyordu. Eliz sonunda fark etmişti aramayı. Çocukların yanından ayrılıp daha sakin olan büyüklerinin olduğu kısma geçmişti.


"Efendim?"dedi Eliz. Nisan onun açtığını fark edince o heyecanla ayakları birbirine dolandığından dengesini sağlayamadı ve yere düştü. Eniştesi bunu fark etti.


"Bir dakika...!"diyerek arkasını dönünce Nisan'ı fark etmişti eniştesi. "Nisan? Ne zaman geldin? İyi misin abicim?"dedi hemen.


Nisan artık anlamıştı olanları.


"Nisan? Nisan ne oldu?"diye bağırıyordu diğer taraftan Eliz. Evdekiler de Eliz'in bağırmaları yüzünden sus pus olmuşlardı. Eliz hırçın , her şeye burnunu sokup çıkaran bir çocuktu ama sebepsiz yere deli gibi de çığlık atmaz ya da bağırmazdı. Sadece korktuğunda. Uyurken bir anda uyandığında odayı karanlık görürse ağlardı, korkardı ve çığlık atardı ama artık sadece huzursuz oluyordu çünkü biliyordu ki o zamanki korkuların sonraki karanlık gecelerin yanında hiçbir şey kalıyordu.


Ömer de Orhan da hızlıca yerlerinden kalkıp Eliz'in yanına gelmişlerdi.


"Kızım?"dedi Ömer. Eliz cevap vermedi.


"Nisan? Ne zaman geldin? Kiminle konuşuyorsun?"dedi eniştesi. Üzerine gelirken Nisan hemen ayağa kalktı. Telefonu da aldı. Kaçmaya başladı. Hem ağlıyor hem de bağırıyordu. Evdekilere sesini duyurmaya çalışıyordu. Kötü bir şey olduğuna emindi. Anlamıştı. Evdeki kimse görev hakkında konuşmazdı. Özellikle de kaçırılma gibi planların böyle kuytu köşelerde yapılmayacağına da emindi. Bu yüzdendi bağırışı. Bir terslik vardı. Hissediyordu. Çocukların kalbi fazla temizdi onların dünyasında. Bir çocuğun kalbi kötülüğü hissetmez miydi? Hissetmişti de onlar duymuşlar mıydı?


Her iki tarafta duymuştu.


"Kötü... Kötü şeyler oluyor... Nisan! Nisan'a gidelim. O çok ağlıyor! Nisan'a gidelim!"dedi Eliz bir anda ağlamaya başlayarak. Herkesin içinde bir korku belirirken Füsun kızını sakinleştirmeye çalışıyordu. Diğerleri ise Kardelen ailesine ulaşmaya.


"Abi! Beni duyuyor musun? Kırmızı kod! Bütün irtibatı kes ve burayı yok et! Hemen!"dedi ve kapattı telefonu enişte olacak adam. Ardından da kısa sürede Nisan'a yetişip onu saçlarından yakaladı. Nisan'ın acı dolu çığlığını duymayan kalmamıştı. Ev halkı o kata toplanırken enişte Nisan'ın kafasına bir silah dayamıştı. Evdeki kimse boş değildi. Onlar da silah çekmişlerdi ama bu hiçbir şeye çözüm olmamıştı.


" Berk? Hayatım... Ne yapıyorsun?"dedi ablası hemen. Şaşkınlık üstüne şaşkınlık yaşıyordu. Kafası allak bullak olmuştu. Yüreği ağzında atıyordu. Nisan durmadan ağlıyordu.


"Tek yanlışınız da beynini dağıtırım! Silahlarınızı indirin!"diye bağırdı Berk.


"Bırak kızımı!"dedi Yunus. Nisan'ın akan göz yaşları daha da sinirlenmesine neden oluyordu.


"Atın silahı!"diye bağırdı Berk. Silahı daha da yaklaştırdı. Nisan daha da korkup daha çok ağlamaya başladı.


"Bırakın silahları!"dedi Necip. Nisan'ın dedesiydi.


Kader ağlarını örmeye devam ediyordu. Karayel ailesi Kardelen ailesine ulaşmaya çalışsa da olmuyordu çünkü çoktan iletişim kesilmişti.


"Herkes bahçeye!"diye bağırdı Berk. Herkes el mecbur inmeye başladı. Hale kızına bakıyor Yunus ise onu kendisiyle birlikte sürüklüyordu aşağıya. Hale yürümekte zorlanıyordu çünkü. Eli ayağı boşalmıştı. Yunus olmasa zor inerdi. Berk herkesi önüne katmış bir şekilde Nisan'ın kafasına yaslı silahı ile birlikte onların ardından Nisan'ı da zorla indiriyordu. Nisan artık ağlamıyordu. Ağlayamıyordu. Küçücük yaşta resmen gözleri kurumuştu ağlamaktan. Sadrce canı acıyordu. Saçları çekilip çoğu telinin kopması yüzünden değildi bu acı... Bir şeylerin farkında olmasının acısıydı.


Herkes aşağıya indiğinde Berk onları tek sıra halinde yan yana dizilmelerini de emrettikten sonra arka ya da ön fark etmeksizin bütün kapılar açıldı.


Karayel ailesi kurumdan bir ekip ile birlikte Kardelen ailesinin olduğu eve doğru yola çıkmışlardı.


Kördüğüm olmuş bir ipi çözmek zaman ister... Çözemediğimiz zaman ise direkt olarak koparıp atarız orayı ama kördüğüm öylece kalır değil mi?


Kardelen ailesinin evi basıldığında kollarında ya da bileklerinde kale dövmesi olan adamlar ellerinde silahlar ile birlikte içeriyi bastıklarında Kardelen ailesindeki herkesi daha da korku kaplarken işin acı yanı ise içlerinden hiçbirinin buradan kurtulma ihtimali geçmiyordu.


"Neye neden olduğunu bir bilseydin... Beni duymaman gerekiyordu. Ama sen beni duydun ve herkese anlattın bunu... Şimdi ne olacağını biliyor musun Nisan?"dedi Berk. Sesindeki soğukluk daha önceki tanıdıkları Berk'i uzaktan yakından ilgilendirmiyordu bile.


İşte o anda anlamışlardı Berk'in kim olduğunu. Nisan'ın neden öyle bağır çağır kaçtığını ve Eliz'i aradığını ama...


Artık çok geçti.


Bütün aile fertlerinin arkasına bir kale dövmesi olan kişi geçerken Nisan'ın bakışları Berk'in kolundaki dövmeye kaymıştı.


Uzun süre hatırlayamayacağı ama hatırladığında da asla unutamayacağı o dövmeyi...


O dövmenin anlamını acı bir şekilde öğrenmişti ama ablasının ya da diğerlerinin o dövmeyi nasıl fark etmediğini ise asla sorgulamak istemediği için gündemine dahi getirmeyeceğine dair kendine söz vermişti. Yaşanan ya da yaşanacakların tek bir sorumlusu olacaktı. O da Nisan. Nisan böyle düşünmek istiyordu. Her şeyden kendisini sorumlu tutacaktı.


Dövme konusu orada kapatsa da o dövmeyi hatırlaması on yıldan fazla sürecekti.


Hatırladıktan sonra rüyalarını kâbusa çevirecekti o dövme...


"Bırak onları..."dedi Nisan yalvarmaya başlıyordu ki babasından daha önce hiç duymadığı kadar sert bir ses tonuyla kendisine hitaben konuşması onu susturmuştu.


"Sakın yalvarma... Bu hayatta ne olursa olsun! Ucunda ölümde olsa sakin yalvarma!"dedi Yunus. Sert sesi ile Nisan ister istemez dik durmaya başlamıştı.


Sanki hissetmişti. Öleceğini ve kızının yaşayacağını hissetmişti.


"Beni kandırdın! Benimle evlendin! Sen beni kandırdın!"diye one atılmaya çalıştı ablası Mayıs ama arkasından gelen tekme ile dizlerinin üzerine düşmüştü. Sonra da sırasıyla bütün aile fertleri. Hiçbiri ağlamıyordu. Necip,Nisan ile uzun uzun bakışıyordu. Nisan'ı tek rahatlatan oydu orada ve bunu tek fark eden Berk olmuştu. Nisan'ın dedesine olan düşkünlüğünü biliyordu.


"Seni hiç sevmedim Mayıs... Üzgün değilim...Hepsinin bir oyun olduğunu göremeyecek kadar saf olan da aptal olan da sendin... Neyse... Nerede kalmıştık? İlk kimi seçiyorsun ufaklık? Bütün planı batırarak gayet iyi bir cezayı hakettin!"dedi Berk tehditkar bir şekilde.


Nisan derin derin yutkunurken hepsine baktı. Amcalarına, teyzelerine, kuzenlerine, yengelerine, enistelerine, babaannesine, annesine, babasına, ablasına ve en son dedesine...


Anneannesi ve diğer dedesi o küçükken ölmüşlerdi... Onlar haricindeki bütün aile buradaydı. Kurumla bağlantısı olan bütün aile bir felaketi bilir gibi buraya toplanmışlardı.


Otuz sekiz kişi vardı o bahçede! Biraz sonra olmayacaktı... Bunun farkındalığı ile zorlukla yutkundu yedi yaşındaki Nisan.


Berk en son dedesine baktığını fark edince işaret verdi. İlk dedesi vuruldu. Beyinden giren bir kurşun bütün hayatı çekip almıştı ondan.


Nisan tepki vermedi. Veremedi. Gözlerini bile kapatmadı. Kendisine verdiği bir cezaydı o an için. Orada olmasaydı bütün bunların yaşanmayacağını biliyordu ama ailesinden kimse onu suçlamıyordu. Aksine babası ona yalvarma demişti. Dedesi ona ben her daim yanındayım demişti bakışları ile. Babaannesi sakin korkma demişti dudakları ile. Annesi sakın düşme demişti ağlayarak. Ablası ise sakın güvenme demişti son nefesini vermeden hemen önce.


Nisan yedi yaşında yetmiş yaşına gelmiş kadar olmuştu. O anda anlamıştı kurtulma ihtimallerinin olmadığını. Bu yüzden ona böyle dediklerini. Bilseydi daha uzun sarılırdı annesine. Bilseydi daha çok öperdi babaannesi. Bilseydi daha az kavga ederdi ablasıyla. Bilseydi daha çok konuşurdu babasıyla. Bilseydi daha çok vakit geçirirdi dedesiyle.


Bilseydi listesi anlatmayla bitmezdi...


Hepsini tek tek vurdular onun gözünün önünde. Otuz sekiz kişiyi katlettiler o gece.


"Sıra kimde... Hmmm sanırım artık sende Nisan'cım... Umarım ilk seni öldürmedim diye bana çok kızmazsın çünkü sen rahat rahat öl istemedim..."dediğinde içeriyi kurşun sesleri doldurduğu için Berk küfürler ederek Nisan'ı bırakmış ve adamlar ile kayıplara karışmıştı.


Kurum geç kalmıştı. Nisan ağlamıyordu. Tepki vermiyordu. Bağırmıyordu. Çağırmıyordu. Elleri yumruk olmuştu. Yere düşmüştü. Sadece cesetlere bakıyordu. Gözünü bile kırpmıyordu. Bütün yüzleri zihnine kaydetmeye çalışıyordu. Onların cansız bedeninin sorumlusunu kendisi tutuyordu. Oysaki o tertemiz kalpli bir çocuktu. Nasıl otuz sekiz canın yok olmasına neden olabilirdi ki?


Yedi yaşındaki bir çocuktan çocukluğunu almışlardı.


Yedi yaşındaki bir çocuktan annesini, babasını, ailesini almışlardı.


O çocuk ne kadar doğrulabilirdi?


Uzunca bir süre doğrulamadı. Cesetlerden güç bela uzaklaştırmayı başaran Orhan Karayel olmuştu. Nisan kim yaklaşsa onu kendinden uzaklaştırıyordu. Orhan Karayel'in yeri onda daha o zamanlardan beri farklıydı. Dedesinden bir farkı yoktu ki artık dedesi yoktu. Orhan olmuştu onun dedesi.


Annesi yoktu. Füsun olmuştu. Babası Ömer olmuştu. Ablası ise ondan sadece bir ay büyük olan Eliz olmuştu ama o Eliz dışında diğerlerini kabul etmemişti. Eliz'in dedesini baştan beri dedesi olarak gördüğü doğruydu. Ziya , Orhan ve Necip aralarından su sızmayan üç arkadaştı, arkadaştan da öte kardeşlerdi.


Onların Berk'in peşini bırakmama nedenlerinden birisi de kardeşlerinin onlar tarafından alınmış olmasıydı.


Nisan uzun süre Eliz ve Orhan haricinde kimseyle konuşmadı. Onlarla konuşmaları da sadece gereken şeyler içindi. Kabuğuna çekilmişti. O günden sonra eski neşesi yok olmuştu. O eski neşe yanmıştı. Küllerinden ise tepkisiz bir çocuk doğumuştu.


Katliamın üzerinden çok geçse de geçmese de o sadece Eliz'e yakın hissediyordu. Aslında o hatırlamıyordu. O gün Orhan tarafından uzaklaştırıldıktan sonra bayılmıştı. Bir hafta uyanmamıştı. Kaldıramamıştı o küçücük çocuk bedeni otuz sekiz canın gözlerinin önünde yok olmasını. Şok geçirmişti. Anıları ise ona ilk defa iyilik yapıp yok olmuşlardı. O andan öncesi vardı ama o an yoktu onda.


Uyandığında ailesinin öldüğünü söylemişlerdi. Nasıl öldüğünü hatırlamıyordu. Neden olduğunu da bilmiyordu. Sormamıştı. Kimsenin anlatmaya dili varmazdı sorsaydı da. Bunu da hissetmiş gibi kabullenmişti. Sanki bir rüyadan uyanıp kabusun içine düşmüş gibiydi. Ama hissediyordu. Eliz ile bir şeyleri olduğunu hissediyordu.


Nisan daha da içine kapandığı zamanlarda Eliz'in babaannesi Emine Erçil Karayel evde çıkan yangında eve dalan Eliz yüzünden fenalaşmıştı. O anda kalp krizi geçirip ölünce Nisan gözlerinin önünde bir kişinin daha öldüğünü gördüğünde on yaşındaydı.


Olayı hatırlamadığı ama Eliz'i kurtarmak için olduğunu tıpkı Emine Erçil Karayel'in, Eliz eve daldığı sırada bağırdığında hatırlar gibi olmuştu ama yine de nefret etmedi Eliz'den. Bilmiyordu. İçinden bir ses ne olursa olsun Eliz'den nefret ettiremiyordu ona.


O yedi yaşındaki vicdanı her daim onunlaydı. Vicdanı izin vermiyordu Bunu daha sonraları anlayacaktı.


Eliz o olaydan sonra beş yıl boyunca kendini sorumlu tuttu. Daha da içine kapandığı sıralarda Sinem ile çıktığı bir tatil onu rahatlatır sandı Nisan hariç herkes. O da onunla gitmek istedi ama Sinem buna engel oldu. O Orhan ile bir tatile çıkarken Sinem ve Eliz birlikte çıkmışlardı. Kız kıza çıkılan bir tatil ne kadar kötü olabilirdi?


Son derece...


Eliz geri döndüğünde çoğu şeyi hatırlamıyordu. Hatta bir kaç hafta önceleri de hatırlamıyordu. Babaannesinin ölümü yüzünden kendine duyduğu suçluluk duygusunu bile aşan bir şeyler olduğunu Orhan ve Nisan hariç fark eden olmadı. Eliz ailesine karşı o kadar iyi oynadı ki dedesinin yanında gardını indirmese o bile inanırdı. Nisan'ı inandırmak için çok uğramıştı ama o bir türlü inanmamıştı.


Nisan hep Eliz'i, Sinem'den korumaya çalışmıştı. İkisi de Sinem'e güvenmeleri gerektiğini farklı şekillerde deneyimlemişlerdi. Yalnız bir fark vardı. Birisi yaşamış birisi daha öğrenmemişti.


Aradan geçen yıllarla birlikte Nisan kurumda dedesinin konumunun dışında bir ajan olmuştu . Kendi ayakları üzerinde durabilecek yaşa gelince evden ayrılmıştı. Her ne kadar karşı çıksalar da artık bir şeyleri öğrenmek ve hatırlamak istiyordu. Bunu onlarla yaşarken yapması zor olabilirdi. Hem bu yüzden hem de o aile her ne kadar onu kendi evladı gibi görse bile orada misafir olduğunun bilinci yüzünden başka bir eve yerleşmişti.


Eliz'in merakını biliyordu. Hatırlamak istediği, öğrenmek istediği şeyler olduğunu biliyordu. Kendisi de öğrenmek ve hatırlamak istiyordu. Eliz'e öğrenmek ve hatırlamak istediği her şeyi o ajan olmadan önce... Doğum günü gecesi biraz bahsetmişti ona bir süre ortadan kaybolmak istediğini. Eliz bunu sorgulandığında ise sadece hatırlamak istediğini söylemişti. Bu Eliz için yeterli bir cevap olmuştu. El altından ona yardım ederek o araştırmasına çıkarken Eliz de yeni yeni ajan olmuştu.


Nisan işte o yok olmalardan sonra araştırdıkça öğrenmiş öğrendikçe hatırlamıştı. Hatta sadece hatırlamakla da kalmamış bilmediği bilgileri de eklemişti...


Bir gün zamanı geldiğinde onu bulup karşısına çıkabilmek için...


O...


Berk Camcı... 


Bu yüzeysel bilginin yerini Nisan'ın uzun araştırmaları ile gerçek isim değiştirmişti.


Bernardo Castelli...


İki isim, tek kişi, tek düşman...


~


Derin nefes aldı.


İçindeki o acı geçmeyecekti. Biliyordu. Hatırlamazken herşeyin daha kolay olduğunu daha önce fark etmişti ama o hatıraların sebebine bakarken dayanmak daha zordu.


Nisan asla soğukkanlılığından ödün vermedi. Onu ilk gördüğünde bir zayıflık göstermişti. Bayılıp kaldığını bildiğini biliyordu. Yüzüne geçirdiği o maske ile onu hatırlamıyor gibi yaptı ilk başta. Sevinmesini istedi. Mutlu olup hayallerini bir anda yıkmak istedi. Çünkü o öyle yapmıştı.


İstediği de olacaktı elbet.


"Ah pardon... Çok özür dilerim. Sizi göremedim! Kafam bu aralar biraz karışık kusura bakmayın!"dedi o tatlı diliyle.

Asıl demek istedi şuydu: Seni öldürmediğim için çok özür dilerim. Seni görünmeyecek kadar yok edeceğim... Kafanı karıştırıp en sonunda beynin ile oynamak benim vicdanımı asla acıtmayacak!


Ne yazık ki içini dökemedi.


Karşısındaki adam şaşırdı. Nisan ise devam etti. Kimsenin onları duymayacağını biliyordu.


"Bu arada tanışamadık! Ben Nisan Kardelen Larmen... Siz de Berk Camcı olmalısınız..."dediğinde adamın rengi attı. Zevk içinde devam etti." Yoksa Bernardo Castelli mi demeliyim !"diye yüksek sesle konuşunca adam panikledi ve Nisan'ın kolunu tuttu.


"Kes sesini!"diye gürledi Bernardo.


Nisan belki blöf yapıyordu? Bundan nasıl bu kadar emindi? Elbette ki emindi. Nisan'ın kendisini tanıdığını bu yüzden İtalya dışındaki hiçbir ülkeye gidemediğini gittiğinde ise ya polislerin ya da ajanların peşinden ayrılmadığını anlamayacak kadar salak bir adam değildi. Bu yüzden İtalya'dan gidemiyordu ama kurumdaki koltuğu da boş kalmasın diye kuruma gelip gidiyordu. Kurumda olduğu zamanlarda ise Nisan ile köşe kapmaca oynuyorlardı. İlk karşılaştıklarında bayıldığını görmüştü. Hatta fazlasıyla hoşuna gitmişti. Yalan yoktu.


Onu görse bile kimseye inandıramayacağını biliyordu. Bu yüzden kuruma giriş çıkışları rahattı. Kamera kayıtları istisnasız her gün oynanıyordu. Onun koltuğu vardı ama kendisinin bir hayaletten farkı yoktu. Ortakları olduğu Ricardo bile bir kez olsun o koltuğun sahibini görmemişti. Bernardo Türkiye kurumu tarafından yirmi yıldır aranan azılı bir katildi.


"Eğer... Hemen karımın üzerindeki o ellerini çekmezsen ben keserim seni ama sadece sesini değil..."dedi Bernardo'nun ensesinde ki bir ses. Bernardo daha da kasılmıştı.


Buraya Nisan ve Leonardo'nun Türkiye'de olduğunu düşünerek gelmişti çünkü kaçak hayatında eğlenmek epey zordu. Böyle bir günde kabalıkta fark edilmeyeceğine emindi.


Lakin binlerce kişinin arasında Nisan'a çarpmayı becermişti.


Kader kördüğümü çözmeye çalışıyor olabilir miydi?


" Kocacım... Bu adamı tanımıyorum ve bir anda benim kolumu tuttu!"dedi Nisan hemen. Gözlerini de doldurmuştu. Bernardo Nisan'ın bu ani değişiminden Leonardo'nun kendisini bilmediğine emin olmuştu. İçi rahatlerken Nisan'ın kolunu bıraktı. Leonardo ise Nisan'ı kendi yanına çekmiş ve onu kanatları altına almıştı.


"Kusura bakmayın... Başka birini arıyordum... O sandım!"dedi Bernardo ve onlardan cevap gelmesinin beklemeden kaçar gibi ayrıldı oradan. Leonardo gözleriyle Nisan'ı yokladı. İyi olduğunu görünce bu kalabalığın içinden çıkıp daha sakin olan kurumun arka tarafına doğru ilerlemeye başladılar.


Daha sakin hatta tenha bir yere geldiklerinde Leonardo, Nisan'ı duvar ve kendi arasına hapsetmişti. Nisan'ın kızaran kolunu görünce sinirleri geriliyordu.


"İyiyim... Canımı yakmadı... Daha da yakamaz zaten!"dedi Nisan. Gözleri titremişti. Leonardo, Nisan'ın kızaran kolunu öptüğünde Nisan'ın erimesi için ateşe gerek yoktu. Erimişti. Buhar olacaktı.


"O mu? Emin misin?"dedi Leonardo kısık bir sesle. Riccardo gibi o da daha önce görmemişti Bernardo Castelli'yi.


"Evet... Nerede görsem tanırım..."dedi Nisan nefret dolu bir sesle. Şu anda o şerefsiz hakkında konuşmak istediğinden hemen dikkatini çeken bir ayrıntıyı konu yaptı.


"Ayrıca sen bana karım mı dedin?"dedi gülerek.


"Sen de bana kocam dedin..."dedi Leonardo. Konuyu değiştirmek istediğini anladığında ona ayak uydurmuştu.


"Kocam değil misin?"dedi Nisan başını daha da kaldırıp kafasını duvara yaslayarak.


"Karım değil misin?"dedi Leonardo onun gibi. Bakışları gidip geliyordu iki yer arasında.


"Karınım..."dedi Nisan gülerek.


"O hâlde kocanım... Sorun var mı?"dedi Leonardo üzerine eğilirken. Ellerini duvara yaslamıştı çoktan.. Nisan'ı kafesinde almıştı. Nisan ne yapacağını anlamıştı. Hemen cevap verdi.


"Yok... Hem de hiç sorun yok..."dedi gülerek. Leonardo da gülüyordu. Tam öpecekti ki bir kere daha neden olduğunu sorguladığı o sesi duymak...


Neden ikizi vardı ki?


"Sorun var elbette! Dışarıda aile var ve sizin yaptığınız! Çok ayıp!"dedi Lorenzo onlara doğru gelirken. Nisan utançtan kıpkırmızı olurken Leonardo hevesi kursağında kalmış bir şekilde doğruldu ve içinden küfür ederek döndü biricik ikizine.


Bu gecenin sonunda tek parça kalmak istiyorsa bir an önce yok olmalıydı.


"Senin bizden başka işin yok mu? Rahat bıraksana bizi!"dedi Leonardo.


"Olmaz... Ben şu anda sizinle birlikte yeni yılı kutlamak istiyorum! "dedi Lorenzo elindeki bardağı göstererek. Birazcık kafası güzeldi. Birazcık...


"Başka bir yerde de kutlayabilirsin..."dedi Nisan, Leonardo'nun arkasından çıkarak. Leonardo kardeşini parçalamamak adına zor duruyordu.


"Cık... Olmaz. Eee siz ne zaman boşanıyorsunuz bakalım?"dedi Lorenzo. Bugün onların canını sıkacaktı. Neden mi? Nedeni belliydi.


Nisan evini bir tımarhaneden hallice daha da beter bir hale döndürmüştü. Onlar gittikten sonra büyük bir temizlik şirketi ile anlaşmıştı. Evdeki bütün eşyaları yeniden almak zorunda kalmıştı çünkü herşeyi kırıp dökmüştü. Yengesinin içinden çıkan canavar yüzünden onları evde yalnız bırakıp İtalya'ya kaçmıştı lakin onlar buraya da geldikleri için evdeki krallığı sona ermişti. Rahatı kaçmıştı ve daha bir çok yeterli sebebi vardı onlarla uğraşmak için.


"Kim? Biz mi?"dedi Leonardo. Bir kendini bir de Nisan'ı gösteriyordu.


"Boşanmak? O tam olarak neydi? Bak hatırlayamadım..."dedi Nisan da. Elbetteki Lorenzo'nun bu davranışlarının nedeninin Castelliden çıkaramadığı sinirini en sevdiği tabloyu kırarak çıkarması ya da yanlışlıkla ,ki bu gerçekten yanlışla olmuştu, elinden düşürüp parçalara ayırdı özel tasarım kupa yüzünden olduğunu biliyordu.


"Şimdi şöyle ki... Beyaz bir kağıt! Üzerinde böyle irili ufaklı siyah noktalardan oluşan yazı-"derken Lorenzo Leonardo onu susturdu.


"Lore... Bak canım! Anladık ki evini mahvettik! Ne istiyorsun bizi bırakmak için?"dedi Leonardo sinirle.


Lorenzo amacına ulaşmış bir şekilde sırıtıyordu. Nisan ise göz devirmişti onun bu haline.


"Babamdan yine haklı bir iddia sonucu aldığımız yazlığı istiyorum..."dedi Lorenzo elindeki bardağı yudumlayarak.


"Ne yazlığı?"dedi Nisan. Zengin olduklarını biliyordu ama yazlık? Yazlıkları olduğunu bilmiyordu.


"Hangisini?"dedi Leonardo.


"Kaç tane var ki?"dedi Nisan. Leonardo ona döndüğünde Nisan'ın şaşkınlıktan açılan gözleri yüzünden gülmüştü.


"Saymadım ki..."dedi Leonardo. Yine kaptırmış gidiyorlardı ki Lorenzo yalandan yere öksürerek onları girdikleri o garip alemden çıkardı.


"Deniz tarafında olan..."dedi Lorenzo.


"Hangisi ulan hangisi? Yıl başında girdiğimiz iddiadan aldığımız mı? Annemi senin aklına uyup kaybedip sonra da bulmuş gibi yaparak kazandığımız mı? Yoksa babamı ihbar etmek ile tehdit edip elinden aldığımız mı? Ya da-"derken Leonardo, Nisan onu böldü.


"Annenizi mi kaçırdınız?"dedi Nisan idrak edebildiği şeyin şaşkınlığı ile.


"Sana daha detaylı anlatırım karıcığım ama hangisi olduğunu önce söylemeli ve bizimde buradan toz olmamız gerek!"dedi Leonardo. Lorenzo'ya kafa göz girmemek için zor duruyordu.


"Karıcığım mı? Sen iyice hanımcı oldun ikizim... Aslında Lena'ya karşı böyle değildin! Sana güncelleme falan mı geldi?"dediğinde Lorenzo, Leonardo tam ona doğru adım atıyordu ki Nisan'dan gelen soru oku durdurdu.


"Lena? O kim? Leonardo?"dedi Nisan art arda. Sesinde gizlemeye çalıştığı şeyler vardı.


"Aaa... Anlatmadın mı?"dedi Lorenzo hemen. Gayet de istediği yazlığı belli etmişti.


Leonardo ve Lorenzo'nun yazlıktan komşuları olan Lena'nın ismini vererek gayet açıklayıcı olmuştu ama Nisan yanlış anlamıştı. Lena onların yazlıktan arkadaşlarıydı. Sadece arkadaşlardı ama Lorenzo o zamanlar onun hep Leonardo'dan hoşlandığını söyleyip dururdu ta ki Lena evlenene kadar. Lena üç yıl önce evlenmiş hatta bir yaşında da bir oğlu vardı. Lorenzo sadece ortalığı karıştırmak için böyle bir şey yapmıştı ki başarılı da olmuştu.


Leonardo sinirden kızarmaya başlayan yüzünü bir o yana bir bu yana eğip telefonunu çıkardı ve sadece bu tip işler için ayarladıkları avukatı aradı.


Evet yılbaşında olmaları onları durdurabilecek bir neden değildi.


"Alo... Yılbaşını kutlamak için tabii ki de aramadım. Evet yine bir devir. Aynen. Yine bir yazlık. Bu gidişle donuma kadar alacak da neyse sen ona batıda en uçta kalan... Lena'nınkinin hemen karşısında olan!"diye devam ederken Leonardo, Nisan onları arkasında bırakıp yürümeye başladı kalabalığa doğru.


İçinde hiç hissetmediği bir duygu vardı. Yeni bir duyguydu onun için. Kıskançlık...


"Al oldu mu istediğin?"dedi Leonardo. Etrafına bakındı. Telefonda konuşurken bir an için çevresinde olup bitenleri fark etmemişti." Nisan nerede?"dedi dehşet içinde. Lorenzo duvara yaslanmış sırıtıyordu. Sanıldığı kadar sarhoş değildi. Sadece öyle davranıyordu.


" Gitti... Ayrıca istediğim de oldu da ona lena'nın evli olduğunu söylemeyi atlamış olabilirim..."dedi Lorenzo aynı pişkinliği ile.


"Lore Lore... Bak ikizimsin! Kardeşimsin diye bir şey demiyorum ama neden bizi ayırmaya çalışıyor gibi davranıyorsun?"dedi Leonardo tam önünde dikilerek.


İkizi yaslandığı yerden doğruldu. Şimdi birbirlerine bakıyorlardı. İkisinin karakteri de dışarıdan bakıldığında ikiz olduklarını inanılmayacak kadar farklıydı.


"Çalışmıyorum... Test ediyorum... Senin mutluluğun için!"dedi Lorenzo asıl niyetini belli ederek


Leonardo'nun kaşları çatıldı. Lorenzo devam etti. Merak ettiğini ve amacının ne olduğunu öğrenmek istediğini biliyordu ama bütün çabası sadece ikizinin mutluluğu içindi.


"Sen onu seviyorsun... Başta sadece görev için olduğunu düşündüm. Hatta sizinle dalgalarda geçtim. Bir yere kadar sizde dalga geçiyordunuz. Ne zaman dalganın denizde olduğunu anladınız o zaman işler değişti. Aşık oldun ona..."dediğinde Lorenzo, Leonardo bir şey demedi ama başkaları herşeyi doğrular nitelikteydi.


"O sana aşık mı peki?"dedi Lorenzo. Leonardo'nun bu soru karşısında afalladığı çok netti ki bunun cevabını olumsuz olma ihtimali bile canını yakıyordu.


"Değil mi?"dedi kısık bir sesle. Lorenzo onun bu haline gülmeyi sonraya sakladı.


"Bence..."dedi uzata uzata. Leonardo onun diyeceklerini büyük bir merakla bekliyordu ki ikizinin gözlem gücüne her zaman güvenmişti." O da sana aşık!"dediğinde rahatladı Leonardo . Bu kadar aksiyona ne gerek vardı bakışlarına geçmişti artık. Lorenzo devam etti.


" Aşık çünkü kıskandığı çok belli oluyordu. Belki deminden tepki göstermedi ama bu durum seni eve ya da odaya sokacağı anlamına gelmiyor. Herkesin içindeki ben herkes değilim orası ayrı bir konu ama neyse işte sana bir anda yükselmemesi seni düşündüğünü gösteriyor bence. Şu anda kafasında kurduğuna eminim ama sana kötü bir haberim var..."dedi Lorenzo.


Derin bir nefes aldı içine Leonardo.

" Neymiş? Yeterince hayatımı karman çorman ettiğine göre... Daha ne olabilir?"


"Bu akşam dönüyorum!"


"Buna neden üzüleyim? Karımla aramı bozup ortadan gidiyorsun ki ben zaten beni sevdiğine emindim."


"Ben seni sevdiğine emin değildim!"


"Emin oldun mu peki?"


"Oldum ama bir şeye daha emin oldum"


"Neye emin oldun?"dedi Leonardo kaşlarını çatarak.


"Kadınların sessizliği daha korkutucu oluyor sanırım... Bundan deminden de emin oldum!"dedi kısık bir sesle.


"Ne demek istiyorsun? Hayır kafan da yerinde gibi!"dedi Leonardo elindeki bardağı işaret ederek. Daha yeni içmeye başladığına emindi.


"Karın diyorum. Gideli çok oldu diyorum. Ne zaman yanına teşrif ederek azar yiyeceksin diyorum!"dedi Lorenzo sırıtarak. Leonardo kısık sesle kendine küfür ederek kalabalığa yürümeye başlamıştı durup geri döndü ve Lorenzo'ya sarıldı. Lorenzo zaten bunu yapacağına emindi. O da sarılışına karşılık verdi.


"Bir sonraki gelişimde umarım kopyaların olmaz!"dediğinde Lorenzo, Leonardo onun kafasına bir şaplak attı. Ardından hemen kalabalığa yöneldi.


Lorenzo ise arkasından bağırıyordu.


"Doğruları söylüyorum! Bence beni bir dinle!"


"Lütfen gider misin?"diye bağırdı Leonardo. Arkasına bakmıyordu.


"Özlersin beni!"


"Hiç sanmıyorum!"


Lorenzo kahkaha atarken Leonardo çoktan kalabalığa karışmıştı. Yaklaşık yirmi dakika Nisan'ı aradı. Bulamadı. Tam çıldırmak üzereyken babasının adamlarından birisi Nisan'ın eve geçtiğini söyleyince o da hemen oradan ayrıldı. Yoldayken Lorenzo'yu aramış ve yol boyu azarlamıştı.


Eve geldiğinde ise annesi ve babası gayet de mutlu bir şekilde onu karşılamışlardı. Bu sevincin nedeni ortada dönen olaydan haberlerinin olması ve gayet de eğlenmeleriydi.


"Nerede?"dedi annesine ve babasına bakarak Leonardo.


"Kim?"dedi Riccardo gülerek.


"Karım..."dedi Leonardo.


"Karın?.. Sanırım uyuyacağını söylemişti. Bir şey mi oldu?"dedi Olivia ama sırıtıyordu.


"Bir de bilmediğini gösterebilseniz!"dedi Leonardo yukarı çıkmaya başladı. Odasının önüne geldiğinde ise bir ikizi olduğu için oturup ağlamak üzereydi.


Kapının önünde bir yastık ve pike vardı.


Lorenzo yine haklıydı.


Nisan onu odadan atmıştı. Elbetteki dinleyecekti ama dinleyeceği gün bugün değildi...


🔥🔥🔥🔥🔥🔥🔥🔥🔥🔥🔥🔥🔥🔥🔥🔥


"Kovdu bizi! Ne yapacağız şimdi?"dedi Alara. Yeni yıla gireli şurada ne olmuştu ki? Anında yine birisi tarafından red yemişti. Onun için mükemmel ötesi bir başlangıç olmuştu.


"Cidden ya! Beni beni! Beni kovdu! İnanılır gibi değil!"dedi Alp de.


" Hadi seni kovsa neyse de beni direkt engelledi!"dedi Yağız. Bir yazması eksikti başında. Karaları bağlamış oturuyordu kaldırımda.


Aile büyükleri çok yoruldukları ve Eliz'in isteğini yerine getirmek için eve geçmişlerdi. Ekip ise orada kalmıştı da onlar tam anlamıyla kapıda kalakalmışlardı.


"Burada daha ne kadar beklemeyi düşünüyorsunuz?"dedi Doğukan sıkılmış bir şekilde yarım saattir kapının önünde beklediklerinden olsa gerek sıkılmıştı.


"Zabaha kadar buradayım!"dedi Alp. Bir an için gaza gelip yumruğunu yere vurdu ama hemen sonrasında acılı bir çığlık kaçmıştı ağzında.


"Gerizekalı!"diyerek gülmeye başladı Alara. Şu noktadan sonra keyfi yerine gelmişti.


"Sensin gerizekalı! Elim acıyor! Yiğit öpte geçsin!"diye yanında oturan Yiğit'in suratına suratına soktu elini Alp.


"Alp defol git elimden bir kaza çıkacak bak!"dedi Yiğit yerinden kalktı. Diğerleri bu hallerine gülüyorlardı.


"Sizi bilmem ama ben burada beklemekten dondum!"dedi Büşra.


"Bana da gına geldi!"dedi Alev yerinden kalkarken.


"Ben de acıktım!"dedi Alara. Sonra da ayaklandı. "Sizi bilmem ama ben karnımı doyurmaya gideceğim! Eliz yüzünden kilo verdim! Diyete girmeden diyete soktu beni zalım!"dedi Alara ve yürümeye başladı. Bir de kovulmuş olmasına sinirliydi elbet.


"Beni de bekle!"dedi Emel yerinden kalkıp Alara'ya yetişti. Onun peşinden de hemen Kaan kalkmıştı. Sonrasında da diğerleri.


Alara durdu. 


Arkasını döndü.


Kendisinden hemen sonra kalkan ekibe baktı.


"Kalkmak için beni mi bekliyordunuz?"dedi Alara şaşkın şaşkın. Aynısının parti alanında da olduğunu fark etmişti.


"Bence tamamen bir denk gelme meselesi!"dedi Kaan.


"Katılıyorum!"dedi Büşra.


"Onaylıyorum!"dedi Alp.


"Sen onaylamasan inanmazdım zaten!" dedi Alara ve yürümeye devam etti.


"Sen niye bana garezlendin yine?"dedi Alp arkadan ona seslenerek. Alara arkasını dönmeden cevap verdi. Emel'in koluna girmiş yürüyordu. Diğer tarafında da Kaan vardı.


"Sence neden? Düşün bakalım?"dedi Alara sakin sakin. Aklında bir plan vardı. Otoparkın olduğu yere doğru yöneldiler.


"Eliz yüzünden olduğunu sanmıyorum çünkü beni geçtin! Beni tutucan diye tırnakların mı kırıldı?"dedi Alp.


"Tırnaklarım kırılsa sence bu kadar sakin olur muyum?"dedi Alara arabanın önüne geldiklerinde durup onlara döndü.


"Haklı... Olmazdı"dedi Yiğit.


"Sorun ne o halde?!"dedi Alev.


"Botlarım ne renkti Alp?"dedi Alara kollarını önünde birleştirdi. Sorgulayıcı bakışlar atarken cevap Doğukan'dan geldi çünkü elbiseden ojeye kadar her şeyi ona seçtirip ceza vermişti bir nevi ama içi hâlâ soğumamıştı.


"Beyaz... Beyazdı ama şu anda değil!"dedi Doğukan sorunu anlayarak. Alara'nın bu takıntıları derken hemen iki yanında bulunan Yiğit ve Yağız kısık sesle küfür etmişlerdi.


"Hee... Bak bu sorun işte de ne gibi bir öc alma planın var?"dedi Alp.


"Anlarsın anlarsın da önce arabaya binelim!"dedi Alara.


İkiletmeden binmeye başladılar çünkü yeterince soğukta donmuşlardı. Bir tek Alp binmeden önce ikilemde kalmıştı ama Alara onu itekleyerek sokmuştu içeri. Kendisi öndeki ikili koltuğa yanında Alev ile binerken sürücü koltuğunda da Doğukan vardı.


"Kuzim... Canım... Sana yeni botlar alayım mı?"dedi Alp. aklı başına gelince yağ yakmaya başlamıştı.


Alara onu duymamış gibi yaptı ve telefonundan şu anda açık olan bir restoranın adresini Doğukan'a gösterdi. Sonrasında ise arkasına yaslanıp yolu izlemeye başladı.


"Çok sakinsin..."dedi Alev. O bile Alara'nın takıntılarına alışmıştı ama onun bunları neden yaptığını anlayabiliyordu. İnsanları gözlem yaptığı kadar psikolojik olarak da gözlemliyordu. Alara'nın ilgi çekmek gibi bir amacının olmadığını biliyordu. Alara'nın sadece canını yakan şeylerden kaçmak için böyle ufak sorunlar yarattığını da çözmüştü bunca zamanda.


Altı aya yakın süredir birlikteydiler. Bu altı ay değilde yıl gibi olması dışında herhangi bir sorun yoktu aralarında.


"Fırtına öncesi sessizliğin tadını çıkar hayatım... Umarım açsındır! Ha değilsen de zorla yemek yedireceğime emin olabilirsin!"dedi Alara ve güldü. Alev de güldü.


"Umarım bizi yemek yemeye götürüyorum diye uçuruma götürmez!"dedi Alp endişe içinde.


"Yapar mı?"dedi Büşra.


"Yapabilir... Manyak o!"dedi Yiğit.


"Ben duyuyorum yalnız Yiğit! Haberin olsun!"dedi Alara önden. Doğukan ve Alev haricindeki herkes buz kesmişti. Onlar ise gülüyorlardı. Arka taraf ön tarafta ne olduğunu göremiyordu ne yazık ki!


"Ben onu Alp'e dedim! Yoksa ben sana asla manyak der miyim? Sen gayet aklı başında ve ne yapacağını iyi bilen bir insansın!"dedi Yiğit hemen. Sonra da ekledi." Öyle değil mi Yağız?"dedi Yiğit hemen topu abisine attı.


"Korku filmine gideriz ama ben bu olaya katılmak istemiyorum. Beni muaf tut bunlardan!"dedi Yağız.


"Korku seansı üçü izlemeyi kabul et ben de seni muaf tutayım!"dedi Alara hemen.


Yağız'ın anında beti benzi attı. O filmi izlemek için altı kez sinemaya gitmişlerdi ama bir türlü sonu gelmemişti çünkü Yağız hep bir bahane bularak çıkmayı başarmıştı.


Bu sefer yakalanmış gibiydi.


"Başka bir filme gitsek?"dedi kısık sesle. O filmin bazı sahneleri gözünün önünden geçerken bu gece uyuyamayacak gibiydi.


Arka taraf Yağız'ın bu haline gülmemek için zor dururken ön taraf rahatça gülüyordu.


"Alev... Bildiğin başka korku filmi var mı? Benim aklıma gelmiyor şu anda!"dedi Alara kısık sesle. Alev telefonunda açtığı listeyi gösterdi hemen ona. Alara oradan seçmeye başladı bir anda.


"Piramitlerin laneti izleriz o hâlde!"dedi.


"Lanet olmasa... Yeterince beddua çekiyoryz düşmanlar tarafından!"dedi Yağız.


"Onların bedduası tutarsa benimkiler yüzünden ters dönmeleri gerekirdi!"dedi Emel. Yağız ona sus dercesine kaş göz yapınca gülerek sustu.


Yağız, Alara'yı vazgeçirmek için çırpınırken araba sonunda durmuştu. Herkes arabadan inip arabada dönen muhabbetlerden dolayı mutsuz mutsuz içeri girerken en arkaya Doğukan ve Alara kalmıştı.


"Sana olan sinirim geçmedi ama birazdan Alp'e vereceğim cezaya seni katmama kararı aldım."dedi Alara.


"Neden? İnsafa falan mı gelmeye karar verdin?"dedi Doğukan.


"Bence şansını zorlayıp benimle uğraşma... En azından bu gece!"dedi Alara ve adımlarını hızlandırıp Doğukan'dan önce masaya kuruldu.


Saat gecenin ikisiydi ve onlar yemek yiyeceklerdi. Gayet sağlıklı bir beslenmeleri vardı.


Herkes siparişini verdikten sonra yemekler geldi. Kimseden çıt çıkmıyordu ki bunun nedeni keyifli keyifli yemek yiyen Alara'nın sakinliğiydi. Bir o kadar rahat yiyen Doğukan ve Alev'di.


Yemekler bitti. Üstüne bir de tatlı yediler gecenin o saatinde. Saat üçe gelirken kalkmaya hazırlanıyorlardı. Masadan ilk Alara kalktı.


"Alp, Yağız ve Yiğit... Siz kalın... Siz çıkın biz birazdan geliyoruz!"dedi Alara.


"Neden onlar kalıyor?"dedi Kaan.


"Sen de kalmak istersen benim için bir sorun yok!"dedi Alara gülerek. Emel onun bu gülüşünü çok iyi bildiğinden Kaan'ı çekiştirerek çıkardı mekandan. Sadece dördü baş başa kalınca Alara elini öne doğru uzattı.


"Alp, Yağız ve Yiğit... Alayım cüzdanları..."dedi. Şaşırdılar. Tepkileri bu olurken amacını da anladılar.


"Hayır... Bak sana yeni ayakkabı alırım dedim!"dedi Alp.


"Alp? Uykum geliyor bak benim... İnan beni daha da uykusuz bırakmak istemezsin!"dedi Alara tehditkar bir şekilde.


"Ben neden?"dedi Yiğit cüzdanını ona verirken.


"Manyak dediğini ne çabuk unuttun?"dedi Alara. Kartı alıp geri verdi cüzdanı ona.


"Piramitlerin laneti olur bak!"dedi Yağız. Cüzdanı vermişti çoktan. Yine de bir umut denemişti.


"Yok o demindendi canım!"dedi Alara. Onun da kartını aldı.


"Al anca beni sömür zaten! Sömürge seni!"dedi Alp bastırmaya çalıştığı siniri ile.


Alara son cümleleri demeseydi üçünden eşit şekilde ödetecekti ama Alp son anda kendi topuğuna sıkmıştı. Alara çantasını aldı. Sonra Yağız ve Yiğit'in kartını bıraktı masaya Alp'in kartını alıp ödemeyi yapmak için çıkışa yöneldi.


Yağız ve Yiğit, kal gelen Alp'e gülüyorlardı. Alp'i zar zor dışarı çıkardılar. Hemen sonra da Alara çıktı restorandan. Artık herkes ne olduğunu bildiğinden sesleri çıkmıyordu ama Alp'in haline gülmemek için zor duruyorlardı. Fabrikaları batmış patronlar gibi feryat ediyordu çünkü.


Herkes evlerine dağılırken Eliz ve Toprak gecenin üçünde yer altı tarafından uyandırılmışlardı. Yer altı anca vakit bulmuş ve en güvenli saati anca bu saate ayarlamışlardı.


"Umarım beni şu anda uyandırdığınıza değecek şeyler vardır!"dedi Eliz uykulu bir sesle. Ne Toprak'ın kalkmasına izin vermişti ne de hareket etmesine. Toprak onların geldiğini görünce kalkmak istemişti ama Eliz onun hareketlenmesi ile uyanmıştı ve kalkmasına da izin vermemişti.


"Lorenzo haberi anca yayınladı. Rose da yayınlayacak sonrasında bir süre karşı tarafı bekleme aşamasına geçeceğiz. Bu yüzden biz yarın akşam dönmeyi düşünüyorduk. Sonuçta sen de uyandın. Bize şu anlık ihtiyacın yok..."dedi Lucas.


"Yokluğunuz dikkat çeker illaki... Şüphelendirmeyin... Ve Rose ile Ramiro'yu daha da yakından korumaya alalım....Onların şu anda Castelli'ye ihanet ettiği düşünülüyor... Ki baştan beri düşman olduğumuzu fark etmeyen... Onlar!"dedi Eliz.


"Nisan ve Leonardo iki ya da üç haftaya gelirler çünkü daha yeni izine çıktılar. Sen kolyeni aktif edince gelmişlerdi ve senin uyandığın gecenin sabahı İtalya'ya dönmüşlerdi."dedi Libby ona uyurken olanları anlatıyordu kısaca.


"Acelesi yok... İyiyim zaten... Söylersiniz..."dedi Eliz.


"Biz daha yeni geldik... Sen biraz daha toplanana kadar kalacağız!"dedi Daniel.


"Senin annenin yanında olmanı istiyorum Anna!"dedi Eliz.


"Annem kendini koruyabilir ama sen şu anda yaralısın... Önceliğimiz şu anda sensin..."dedi Anna.


"Ama..."derken Eliz sözü kesildi.


"Önemli bir olay olduğunda ülkeden çıkmam uzun sürmez... Sen şu anda sadece kendini düşün!"dedi Anna , Eliz'in içini rahatlan bir ifade ile. Eliz onun yüzünden annesinin başına bir şey gelir ve o yanında olamaz diye endişe ediyordu. Rose kendini elbetteki korurdu ama aklının Anna da kalıp hata yapmasını istemiyordu Eliz. Zorunlu bir kabul edişti bu ki en kısa zamanda göndermeyi düşünüyordu Anna'yı.


"Ben... ben de dönüyorum... Bil diye söylüyorum!"dedi Dimitris.


"İyi... Güle güle..."dedi Eliz onu takmayarak.


"Sen ne kadar ketum oldun ya!? İnsan bir sonra görüşürüz falan der!"dedi Dimitris.


"Hayır senin kanını bana verdiler benimkini sana verdiklerini sanmıyorum!"dedi Eliz. Diğerleri onların bu halini gülerek izliyordu.


"Doğru kan verdim sana! Sahip çık kanıma! Değerli kanımın boşa gitmesini istemiyorum!"dedi Dimitris.


"Ben de kanını istemiyorum ama olmuş işte bir hata! Bir dahakine not düşerim de senden almazlar!"dedi Eliz.


"Bir daha olmayacak!"dedi Toprak.


"Olmayacakmış! Duydun! Kendine sahip çık!"dedi Dimitris gülerek.


"Sizin ekipten birileri gelmeden biz gidelim! Zaten ilk geldiklerinde yakalanıyorduk!"dedi Lucas.


"Doğru... İlk dakikadan bir aksiyon yaşadık!"dedi Anna.


"Onlar bu gece gelmezler... Kovdum hepsini!"dedi Eliz.


"Ne? Ne yaptın?"dedi Libby. Hemen dedikodu moduna geçmiş ve koltuğa yayılarak oturmuştu.


"Kovdum... Toprak'la başımızda bekleyeceklerdi. Zaten babam sevmiyor Toprak'ı... Bir de onun tribini çekemem şu anda..."dedi Eliz.


"Yarın ne olacak?"dedi Libby.


"Onu da yarın düşünürüm! Sizi de kovmamı istemiyorsanız hadi canım... Naş naş..."dedi Eliz elini sallayarak.


"Naş naş?"dedi Dimitris.


"Hadi hadi gibi düşün..."dedi Toprak.


"He... Neyse ben gidiyorum! Ben yokken biraz üzül de değerimi anla!"dedi Dimitris son tribini de atarak.


"Bak bir duygusallaştım... Göz yaşım pıt yani!"dedi Eliz. Uykulu da olsa uğraşmaktan geri durmuyordu.


"Sevgilisinden ayrıldı da yeni..."dedi Libby dudaklarını oynatarak.


"Ne ara?"dedi Eliz de onun gibi.


"Anna anlatır sana!"dedi Libby ve çıktı. Hepsi gittikten sonra uykusu kaçmış bir Eliz ve Toprak kalmıştı geriye.


"Toprak..."


"Efendim..."


"Uykum kaçtı benim..."


"Benim de kaçtı... Ama uyuman ve bir an önce toparlanman gerekiyor."


"Tembellik yapmak çok güzel ama... Neyse! Şimdi uyursam abilerimi kovmak için daha yaratıcı fikirler bulabilirim. Anna ve Daniel buralarda olduğu sürece evdekilerin gelmemesi gerek. Bizim ekip neyse de dedelerin öğrenemesi gerek!"dedi Eliz. Ekibe illaki anlatacaklardı.


"Toprak?"dedi Eliz ondan cevap gelmeyince kafasını kaldırıp baktı. Gördüğü manzara ise gülmesine neden olmuştu.


"Bir de uykum kaçtı demesen ne olurdu acaba?"dedi Eliz. Kafasını Toprak'ın göğsüne yasladı ve onun kokusunu içine çekerek uykuya teslim etti kendisini.


Bu bölümün hemen ardından diğer bölümü de atacağım. Diğer bölümü bu bölümün devamı gibi düşünebiliriz... İki bölüme ayırdım diyebiliriz. Diğer atacağım bölümden sonra da yaklaşık bir ay kadar bölüm gelmeyebilir. Bölümlerin gelme sıklığı sınavlarımın durumuna bağlı.


Atacağım zaman İnstagram hesabından paylaşım yapmaya çalışırım.


Alıntıları ve daha bir çok şeyi oradan takip edebilirsiniz...


İnstagram: 

biraksamsefasitohumu


🌺⭐🌺


Loading...
0%