Yeni Üyelik
29.
Bölüm

29. Bölüm ~ İmkansız Bir Aşktı

@feusa


Şarkılar: 

♪ İmkansız bir aşk denir...


2 hafta sonra...


"Alara Hanım... Sinem Hanım yine katlarda dolanmaya başladı!"dediğinde Bulut, Alara yerinden oflayarak kalktı.


"Onun hakkında dönen herhangi bir dedikodu var mı?"dedi Alara bir umut eline malzeme geçsin istiyordu. Aynı şeyleri tekrarlamaktan sıkılmıştı artık. Yeni şeyler arıyordu.


"Yok efendim..."dedi Bulut. Sonra da izin alarak ayrıldı. Alara da hemen ardından eşyalarını toplayıp odasından çıktı. Birazdan iş çıkış saati gelecekti. Muhtemelen gitmeden önce ortamı kokladığını düşünüyordu Sinem'in.


Bugün diğer günlerden farklı olarak daha spor giyinmişti Alara. Çıkışta hemen eve gitmek gibi bir hedefi yoktu. Bugün günlerden 16 Ocak idi. Alara'nın biraz kafa dinleme günlerinden sadece bir tanesiydi. Eğer herhangi bir sorun çıkmazsa.


Asansörle giriş kata indiğinde Sinem'in çıkış yerine farklı bir tarafa gittiğini fark etti. Etrafı kontrol ederek onun peşinden ilerlerken telefonunu sessize almıştı. Sinem telefonla konuşuyordu. Sessiz sessiz onu dinlemeye başladı.


"Evet hayatım seni çok özledim... Bu haftasonu buluşacak mıyız artık? Kurum sensiz daha da çekilmez!"dedi Sinem karşı tarafa. Karşı taraftan nasıl bir cevap aldıysa onu güldürmüştü.


Alara kiminle konuştuğunu az çok tahmin ediyordu ama yine de emin olmak için sürekli farklı bir koridora çıkan koridorlarda sakince onu izlemeye devam etti. Karınca yuvasından farkı olmayan kurumda daha önce hiç girmediği yerlere giriyordu şu anda.


"Hayır daha ortaya çıkmadı... Hastaneye de ulaşamıyoruz ki! O kadar güçlü bir güvenlik görmedim ben! Hayır yani sadede tek bir doktor ve aynı hemşireler dışında başka hiçbir çalışanı kabul etmiyorlar! Yemekleri bile kendi belirledikleri yerlerden alıyorlar prensesimiz için!"


Elbetteki Eliz'e ulaşmaya çalışmışlardı ama bunu hem yer altı hem de dedeler güçlerini ve bağlantılarını kullanarak engellemişlerdi.


"Neyse onun hakkında konuşmak istemediğimi biliyorsun Mat... Ben seni özledim."dediğinde Sinem arkasında açılan bir kapı yüzünden duraksamıştı ama oradan kurumun bir çalışanı çıkınca rahat rahat yürümeye devam etmişti. Alara ise duvarla bütünleşmiş durumdaydı.


Odadan çıkan çalışan ile göz göze gelen Alara ona susmasını işaret ederek gitmesini belirtti. Çalışan ona garip garip bakarak geçince o da devam etti yoluna. Yeni amacı Mat'in kim olduğunu öğrenmekti elbet. Oysaki Enes ile konuştuğuna çok emindi. Yanılmış olmak istemiyordu. Telefonundan gelen titreşim nedeniyle adımlarını yavaşlattı ve telefonundaki bildirime baktı.


Toprak ona son bir kaç gündür sürekli elbise fotoğrafı atıyordu. Alara , Toprak'ın bir şeyler planladığına emindi. Yine de çok derine inmemeye özen gösteriyordu. Toprak yine iki tane elbise atmıştı. İkisi arasında bu sefer gerçekten de kaldığını söylüyordu.


Alara hemen Eliz'e en yakışanı seçti ve onu çektirip altına bir yorum yapıp gönderdi.


"Çıkışta nikah dairesine götürmek gibi bir planın varsa diğeri daha uygun olur;)"


Alara mesaj atarken bir an için nerede olduğunu unutmuştu.

Tam adım atacakken bir anda koluna bir el dolandı ve onu koridordan içeri çekerken bir taraftan da ağzına çığlık atmasın diye bir el kapandı.


Alara ne olduğunu anlamayı umursamadan hemen atağa geçmişti ki sırtı birinin göğsüne yaslandığında kolunu tutan ele bir şey yapamamıştı. Tam tekme atmaya hazırlanıyordu ki onu tutan kişiden gelen ses onu durdurdu.


"Çok dikkatsizsin..."


Ağzındaki el çekildiğinde rahatlamıştı hem de onu kimin içeri çektiğini bilmenin rahatlığı ile konuşmaya daha doğrusu sorgulamaya başladı.


"Doğukan?"dediğinde Alara, Doğukan onu serbest bırakırken Alara hemen arkasını dönmüştü. Neden böyle bir şey yaptığını anlamaya çalışıyordu.


"Niye çektin beni buraya? İşim vardı benim!"dedi Alara. Kapıyı açmak için hamle yapınca Doğukan onu durdurdu.


"Sinem'in peşindesin... Biliyorum ama o geri dönüyordu. Seni görsün istemezdin herhalde... Bana bir teşekkür borçlusun!"dedi Doğukan duvara yaslanırken.


"Nedenmiş o? Ben kendimde gayet kolay bir şekilde yırtardım!"dedi Alara ona doğru bir adım atarak. Durduk yere damarına basılmasından hoşlanmıyordu ve Doğukan da onin damarına basmaktan Çok keyif alıyordu. Nedenini ise kendisine bile açıklamak istemiyordu. Akışına bırakmıştı.


"Hadi diyelim ben seni içeri çekmedim. Ne diyecektin?"dedi Doğukan yüzündeki o alaycı gülümseme ile.


Alara etrafına baktı. Bir evrak deposunda olduğu kesindi.


"Evrak almaya geldim derdim!"dediğinde Alara , Doğukan yaslandığı yerden doğruldu ve tam önünde durdu. Şimdi ona kafasını eğerek bakıyordu. Aralarında çok boy farkı yoktu sadece Doğukan biraz fazla uzundu. Yeri geldiğinde Alara kesinlikle bu duruma da sinirlendirdi.


"Diyemezdin..."dedi Doğukan.


"Neden?"dedi Alara ısrar ederek. Buradan kolay bir şekilde kurtulacağına emindi.


"Çünkü senin dövmen bu kattaki hiçbir kapıyı açamaz. Onunki de açamaz... Yani yalanın gayet inandırıcı olabilir ama böyle minik pürüzler onu geçersiz kılar..."dedi Doğukan. Alara gayet ve net bir şekilde bozulmuştu ama bunu pek yansıtmamaya çalıştı.


"Ne o? Cevabın yok mu?"dedi Doğukan. Bugün günü biraz boş geçtiği için canı sıkılıyordu ve sataşacabileceği insanların çoğu görevdeydi. Bugünün talihlisi ne yazık ki Alara olmuştu.


"Yok şu anda canım seninle uğraşmak istemiyor... Ne zaman çıkabilirim?"dedi Alara telefonundan saatine baktı. Saat yediye geliyordu. Normalde de erken çıkan bir insandı çünkü eve gitmeden önce Eliz'in yanına uğruyordu ama bugün Eliz hasteneden çıktığı için kendi halinde takılacaktı.


"Acelen mi var?"dedi Doğukan kaşlarını çatarak. Alara onun sorgulamasına takılmadı.


"Hayır ama burada sabaha kadar bekleyemem! O bakteri çoktan eve geçmiştir!"dedi Alara. İçi yine nefretle dolmuştu. Sinem'e olan kini asla bitecek gibi değildi.


"Gitmiştir... Çıkalım o halde..."dedi Doğukan parmak iziyle kapıyı açtı. Alara o zaman kapıyı istese de açamayacağını fark etmişti. Yine bir dumura uğraşmıştı ama çaktırmadan devam etti.


Koridorda sessiz sessiz, yan yana yürüyerek çıkışa ulaştılar. Kurumdan çıktıklarında Doğukan otoparka giderken Alara otoparka gitmedi. Yağız'a kendi arabasını alarak eve geçmesini söylemişti. Biraz yalnız kalmak istiyordu çünkü. Onun için bu sıralar her şey üst üste geliyordu. Hayatındaki her şey daha da karmaşık oluyor gibiydi. İş, aile, sevdikleri...


Görev gitgide zorlaşıyordu. Eliz fazlaca tehlike altındaydı. Kendinden çok Eliz'i düşünüyordu. Eliz her ne kadar Alara'nın geçmişte olan çoğu şeye hakim olmadığını düşünse de olayın aslı tam olarak öyle değildi.


Alara her şeyin farkındaydı. Görüyordu. Sadece doğru zamanı bekliyordu. Sinem'e olan nefreti anlık değildi. Uzun zamandır öyleydi. Küçükken de sevmezdi. Hâlâ da sevmiyordu.


Aile... Anne ve babasının ne durumda olduğundan haberi yoktu. Ya da diğerlerinden. Anne ve babasının da kendisinden haberi olmadığına emindi. Kurumdaki işler yüzünden yoğun olduklarına emindi.


Sadece kendisini kandırıyordu.


"Alara? Seni eve bırakmamı ister misin?"diye seslendi Doğukan. Alara'nın arabasının olmadığını fark etmişti. Alara durup ona döndü.


"Eve daha sonra gideceğim... Başka bir işim var!"dedi Alara kısaca.


"Ne işin var?"dedi Doğukan.


Bu şahsiyet de Alara'nın kafasını karıştırıyordu. Bir kavga ediyordu bir yakınlık gösteriyordu. Alara'nın aklı yeterince karışıktı. Daha da karışsın istemiyordu Alara. Her anlamda! Kararırın sonuna kadar arkasındaydı.


Uzun süre kalbine kilit vurmuş durumdaydı.


"Seni neden ilgilendiyor Doğukan?"dedi Alara. Doğukan bir şey demek istedi ama son anda vazgeçti. Alara devam etti.

" Yarın görüşürüz... İyi akşamlar!" diyerek arkasını döndü ve yürümeye devam etti. Havanın buz gibi olması dışında bir sorun göremiyordu ortada. Zaten bu yürüyüş için sabahtan hazırlık yapmıştı ve rahat , kalın şeyler giymişti. Giymese de üşümezdi. Yeterince yanıyordu.


Doğukan, bir kaç saniye daha baktı arkasından sonra da yoluna devam etti. Arabasına binip ana yola çıktığında ikisi de farklı tarafa gidiyordu.


Saatler geçerken karanlık tamamen çökmüştü artık.


Karayel ailesi için yemek vakti geliyordu. Herkes yavaş yavaş toplanmaya başlamıştı.


"Alara nerede kaldı ya?"dedi Emel. Alp de ortalıkta yoktu. İkisinin birlikte olmadığını biliyordu. Aslında bir bahane ile dışarı çıkması gerekiyordu ama üzerlerinden bahane üreteceği kişiler ortada yoktu.


"Gelir birazdan... Yemek saatinde evde olurum demişti!"dedi Yağız.


Yağız, Emel ve Yiğit salonda oturuyorlardı.


"Nasılsınız çocuklar?"dedi Orhan Karayel içeri girer girmez.


"Biz iyiyiz dede sen pek bir mutlusun... Hayrola?"dedi Yiğit. Orhan Karayel sırıtmaya devam ederken bütün aile üyeleri topladığı için diğerleri dedelerinin bu mutluluğunun sebebini soramamışlardı.


Eve daha yeni gelen Alara ise ucu ucuna yetişmişti yemeğe. Tam Alara'nın nerede olduğunu soracaklarken Alara odaya giriş yapmıştı.


"Geldim geldim..."dedi her zaman ki enerjisini koruyarak. Hemen Yağız ve Yiğit'in arasında kalan yerine oturduğunda karşısında Sinem vardı. Özellikle oraya oturup Alara'yı sinir ediyordu.


Yemek bütün neşesiyle devam ediyordu. Ekip Eliz'in iyi olduğunu ve bugün hasteneden çıkacağını bildiği için çok mutluydu. Keza Ömer ve Füsun da öyleydi. Bugün yüzlerinde güller açıyordu. Tek somurtan Sinem'di. Eve girdiği sırada telefonuna düşen bir mesaj ile Toprak ile Eliz'in hasteneden ayrıldığını öğrenmişti.


"Neden geciktin?"dedi Sinem, Alara'ya. Alara bu soru sanki kendisine sorulmamış gibi yemeğini yemeye devam etti. Sinem kendisini takmamasına sinirlenerek masanın altından ona tekme atınca Alara derin bir nefes alarak başını kaldırdı ve en soğuk ifadesi ile ona baktı.


"Sana ne Sinem?"dedi Alara. Haklıydı. Onu ne ilgilendirirdi?


"Hayatının nasıl gittiğini merak ettim sadece... Sana da iyilik yaramıyor!"dedi Sinem ve Alara'nın damarına yeterince bastığını düşünerek keyifli bir şekilde yemeğini yemeye devam etti.


Alara dilinin ucuna kadar gelen bütün kelimeleri tek tek yuttu. Sanki hayatlarının içine eden o değilmiş gibi bunu küstahça sorması epey sinirlerini bozmuştu. Masadan bir anda kalkıp tüm dikkati üzerine de çekmek istemiyordu. Bu yüzden tabağıyla oynamaya başladı.


Yiyecek hali kalmamıştı. Sayesinde yeterince doymuştu. Orhan , Alara'nın durgunluğunu hemen karşısında oturan Sinem'in keyifle yemek yemesinden yine ortalığı karıştırdığını anladı ama her zamanki gibi sesini çıkarmadı. Sesini çıkarıp en büyük oğlu olan Cem'i karşısına almak istemiyordu.


Sonuçta Sinem onların bu hayattaki tutanacak tek dalıydı.


"Benim vasıfsız oğlum nerede?"dedi Murat. Orhan'ın en küçük oğluydu.


"Öyle demesene oğluma! Kesin önemli bir işi vardır!"dedi Şule. Murat'ın eşiydi.


"Kesin!"dedi Alara alayla gülerek. Yağız ve Yiğit de ona katılmışlardı.


Ortamda gırgır şamata sürüp giderken hepsinin telefonuna aynı anda gelen bildirim yüzünden masadaki sesler anında susmuştu.


Böyle zamanlarda genelde kötü bir haber alırlardı. O yüzden hepsi korkarak telefonunu eline aldı.


Herkes telefonuna baktığında gördükleri haber ile dumura uğramışlardı.


Aralarında şaşırmayan tek kişi Alara'ydı.


O kadar elbise seçiminin sonucunun bir yere bağlanacağından adı kadar emindi zaten.


" İmkansız çiftten sevindirici haber! Yaklaşık altı aydan fazladır birlikteliği olan Eliz Erçil Karayel ve Toprak Atılgan'dan sonunda beklenen kareler elimize ulaştı. Toprak Atılgan'ın , Eliz Erçil Karayel'e yaptığı sürprizin detayları hikayemizde..."


2 saat önce...


Eliz Erçil Karayel...


Uzun süren hastane maceram bugün bitiyordu. İki haftadan uzun süredir hastanedeydim. Bu sürenin bu kadar uzun olmasının nedeni biricik sevgilim ve ona destek çıkan ailemdi. Ne kadar iyi olduğumu kanıtlamaya çalışsam da onlar ikna olmuyorlardı. Benden daha çok güvendikleri bir insan da Utku'ydu. Onları gidin deyip odadan kovduğumda tehdit ediliyordum bütün aile fertleri tarafından ama Utku dediğinde anından oda boşalıyordu. İlk başlarda çıkmaya çalışan Toprak'ı neyseki kalması gerektiğini ikna edebilmiştik. Konu ben olunca düşünme yetisinin yok olduğuna inanarak bu olayı çok deşmemiştim.


Bir diğer ikna ettiğim şey ise kendi evime, Toprak ile yaşadığım, evimize geçmekti. Babam ve annem özellikle karşı çıksalar da Sinem faktörü devreye girince onlar da kabul etmek zorunda kalmışlardı.


Kurumlara iki haftada sekiz kez saldırı yapılmıştı. Bu saldırıların hepsinin de depolara olması bir şeyi aradıklarını gösteriyordu ama neyseki aradıkları şey emin ellerdeydi.


"Sen neden ayaklandın hemen?"dedi Toprak içeri daha yeni girmişti ama anında tepemde bitmişti. Hastaneyi bana katlanılabilir kılan tek varlıktı.


"Toprak... Canım... Bir tanem... Dikişlerim bile çıktı! İyiyim! Gerçekten iyiyim bak!"dedim hemen ama yine de beni dinlemeyip kucağına almıştı. Bunu elbette ki çok dikkatli bir şekilde yapmıştı. Ben kollarımı boynuna dolarken o yatağın üzerindeki çantayı da eline aldı ve odadan çıktık.


Utku istediğimiz zaman çıkabileceğimizi söylemişti. Toprak yaklaşık on dakika aşağıda evraklar ile uğraşmıştı bense eşyalarımı toplamıştım.


Hastaneleri sevmiyordum. Bu hastanelere geliş sebebim hep acı için oluyordu. Bir kere de iyi bir şey için gelemez miydim? Gelemezdim. Hastaneden ne kadar kurtulamaya çalışsam o kadar çok çekiyordu beni içine.


Utku ile gelecek ay için bir tedavi programı da oluşturmuştum. Hiçbir şey tamamen bitmiş değildi ama hiçbir şey net de değildi. Şansım vardı ama bu şansın gerçekleşme ihtimali düşmüştü. En baştan değilse de son aşamadan uzak bir yerden başlayacaktım. Yine ve yine...


Arabaya geçtiğimizde kemerimi bağladı, sırtıma bir yastık koydu, kucağıma bir yastık verdi. Zaten ilaçlardı, anestezilerdi derken bütün dengem şaşmıştı. Çok hızlı ve mükemmel duygu değişimi yaşıyordum ki şu anda olan şeyde bunun kanıtıydı.


Ben bu kadar ağlak bir insan değildim.


Toprak sürücü koltuğuna bindiğinde bana doğru dönünce göz göze geldik.

O da alışmıştı bu duruma ama çaktırmıyordu.


"Yine ne oldu?"dedi Toprak akan göz yaşlarımı silerken. Elleri yüzümün iki yanında duruyordu.


"İlaçların yüzünden... Dengemi bozdular..."dedim burnumu çekerek. Bu halime gülerken ellerimi öptü ve arabayı çalıştırdı.


"Düzeltiriz sıkıntı yok..."dedi her zamanki klasik cümlesini söyleyerek.


"Kuruma bir an önce geçmemiz gerek... Ortalıkta olmamamız sorun çıkarmak üzere. Sonuçta anlaşmalar yapıldı falan ama yine de ortalıkta görünmemiz lazım..."dedim.


"Sıkıntı olmayacaktır..."dediğinde kaşlarımı çattım. Benden saklı ne karıştırıyor olabilirdi? Ya da gerçekten bir şeyler mi karıştırıyordu? Yoksa ilaçlar beni iyice bozmuş muydu?


Herşey olabilirdi.


" Kurumu bizim yerimize idare eden bir ekibimiz. Var ayrıca benim için sen olmayınca hatırı sayılır herhangi bir şey kalmıyor geriye... Kurumun ne durumda olduğu zerre umurumda değil!"dediğinde kalbim hâlâ alışabilmiş değildi bu tip sevgi cümlelerine. Her an Allah'ım ben ne sevap işledim diye oturup yalvarabilirdim. Of off...


Hastenede kaldığımız süre boyunca ona herşeyi uzun uzun anlatma fırsatım olmuştu çünkü her geleni kovduğum için çoğu zaman baş başa kalmıştık.


Tülay dan bahsettiğim ilk an Toprak'ın en başından beri sinirle dinlediği şeyden geriye büyük bir şaşkınlık kalmıştı. İlk başta bunu yalanlamıştı. Evet bana inanmamıştı. Ona kızamazdım çünkü o kadın Toprak'ın halasıydı.


Evet Tülay Atılgan Castelli, Toprak'ın halasıydı. Ne dedelere ne de ekibe hatta yer altına da hiçbir şey söylememiştik. Emin olduğumuz tek şey Toprak'ın can sıkıntısı bahanesi ile Alevden istediği aile albümünden halasının fotoğraflarından benim karşıma çıkan kadını karşılaştırmak olmuştu. Evet. Halası öleli yirmi yıl olmuş olabilirdi ama yüzündeki o sinsi gülümseme, kameraya attığı o bakışlar... Herşey... Tıpatıp benim gördüğüm kadındı. Ben emindim ve Toprak da bana güveniyordu. Sadece geriye onun gerçekten yaşayıp yaşamadığını diğerlerine kanıtlama kalmıştı.


Toprak Tülay'ın gerçekten o olduğuna emin olduğumu görünce kendi ailesinin soy ismini kullanan birisi tarafından vurulduğum için olsa gerek bir hafta boyunca çok dalgındı. Farkındaydım. Sadece benimle uğraşarak kafasındaki düşüncelerden uzaklaşıyordu. Ama işte gerçekler acıydı.


Tülay'ın kendini öldü göstermesinin bir nedeni olmalıydı!


Bana olan nefretinin bir sebebi olmalıydı!


Ölü olduğunu düşündüğümüz insan bile benden nefret ediyordu. Ben de mi bir sıkıntı vardı yoksa bütün nefret yağmurları bana mı vurmuştu?


Bir de Enes ile bağlantısının boyutu önemliydi! Enes neyiydi? Ya da Enes gerçekten Enes miydi? Bir çok ihtimal vardı!


Dedemin dediğine göre ben vurulduktan sonra Enes kayıplara karışmıştı. Dünya çapında bir arama yapılıyordu ama Enes'ten herhangi bir iz yoktu.


"Hastaneye geri dönelim ister misin?"dedi gülerek. Ona da malzeme çıkıyordu tabi. Beni heyecanlandırmak hoşuna gidiyordu. Daldığım düşüncelerden çıktığım gibi ona hemen cevap verdim


"Yok canım... Kalsın... Ben sıramı saldım. Şimdi sıra beni o sıraya sokanlarda..."


Elbetteki bu yaptıkları yanına kalmayacaktı. Hem geçmişimi hem de geleceğimi mahveden bu insanlardan almam gereken bir sürü şeyim vardı. Bana verdikleri zararlar öylesine büyüktü ki... Nereden tutmaya çalışsam elimde kalıyordu hayatım.


Kalbime aldığım darbelerin ardı arkası kesilmiyordu ki nefes alayım.


Tülay'ın Castelliler ile ne türden bir bağlantısı olduğunu şimdilik herkesten gizli yürütecektik ama Enes'i açık açık arıyorduk. Enes elimize geçerse aralarındaki ilişkinin boyutunu öğreneceğimize emindim. Enes'in ona karşı konuşma tarzı, bakışları, hareketleri ve daha bir çok şey aslında aralarında bir iş ortaklığından daha fazlası var gibiydi.


Beni bodruma kilitleyerek benim travmalarımın üzerine oynayarak aslında kendi topuklarına sıkmışlardı.


Bir travmanın üzerine gidildiğinde ulaşılabilecek net sadece iki sonuç olabilirdi. Birincisi, her şey daha da kötüye giderek olaylar tekrarı edip daha da içime kapanır ve zihnimde yeni bir boşluk olması sağlanmış olunurdu. İkincisi ise travmanın üstüne giderek onu aşardım.


Hayatımda nadir olarak iyi olan şeylerden bir tanesi de hatırlamam olmuştu. O tatile Sinem ile gittiğimi bilmeyen yoktu. Geri döndüğümde ise eskisinden daha içime kapanık, Sinem'den uzaklaşmış ve hırçın bir kız olması onları tedirgin etse de Sinem'in daha o yaşta son zeka kırıntısını da kullanarak yaptığı kusursuz planı yüzünden kimse ki son olaylara kadar benim de hatırlamadığım o olaylar gün yüzüne çıkmıştı. Kuruma zarar verebilmek için kurumun üzerinde çalıştığı hapları ve ilaçları kullanmaları da trajikomik bir olaydı. Yine de kurumun yararına bir şeydi bu olanda. Travmaya travma yaşatırsak çıkabilirdi o bilgiler, unutulanlar, anılar...


Gün yüzünde güneşlenme ihtimali olmayacak olan bu bilgiler onlara ateş olarak geri döneceği kesindi elbet.


Bir diğer kesin olan şey ise şu anda eve gitmiyor oluşumuzdu. Toprak'a baktığımda sakin sakin araba kullandığını gördüm. Acaba dönüşü kaçırmış olabilir miydik?


Havalimanında durmasaydık bu ihtimali elbette ki hızlıca elemezdim!


Benim bilmediğim ne dönüyordu burada?


"Ne oluyor?"dedim sesimdeki endişe çok belli oluyordu.


"Yurt dışına çıkmamız gerek..." dediğinde araba durmuştu. Tam neden olduğunu soracaktım ki arabadan indi. Arabanın önünden dolaşıp benim tarafıma gelene kadar zaman geçmemiş gibi olmuştu. Merak ve endişe karışımı hislerim beni zaten zorluyordu bir de üstüne bu ilaçların duygu durumumu bozması işi karıştırıyordu.


Arabanın kapısını açtığında içeri uzandı ve emniyet kemerimi çıkardı.


Şu anda burada neler döndüğünü birisi anlatabilir mi?


"Toprak... Ne oluyor? Birine mi bir şey oldu? Ne yapıyoruz şu anda?"dedim hızlıca. O beni kucağına almak ile meşguldü o sıralar.


Kucağına alıp kapıyı kapattığı gibi hali hazırda bekleyen uçağa doğru yöneldi. Tabi bunları yaparken soruma da cevap vermesi gerektiğini sonradan fark etmişti.


"Ne mi yapıyoruz? Sen değilde ben seni şu anda kaçırıyorum..."dediğinde düşüp bayılmama ramak kalmıştı.


Ne dedi o?


Bir tek sevgilim tarafından kaçırılmamıştım! O da oldu! Başım göğe erdi yani! Allah'ım... Şu anda konumuz kesinlikle bu değil! Bu adam şimdi durduk yere neden beni kaçırıyor? Bir de yurt dışına? Kesin peşimizde birileri var ve beni korumak için yapıyor böyle bir şeyi!


"Babam bizi ayıracağını falan mı ima etti?"dediğimde gülmeye başladı. Sonrasında aniden ciddileşti ve bana baktı.


"Bizi değil baban mezardaki halam gelse ayıramaz hayatım... Bilmem anlatabildim mi?"dediğinde iması ile bir aydınlanma yaşamıştım.


Bize göre ölü olan bir insan dolayısı ile mezardan ayaklanıp bizi ayırmaya gelmişti. İki tarafta da rahat vermiyor muydu bizim ilişkimiz? Sorular ve sorunlar çoğalmak için var olmuş gibiydiler.


Uçağa bindiğimizde sadece ikimiz vardık diyecektim ama sonradan fark ettiğim iki kişi... Alev ve Alp mi?


Ne dönüyor bu aşağılık mekanda?


Yan yana gelme ihtimalinin güzellikle olmadığına emin olduğum bu iki kişinin ne işi vardı burada? Asıl soru bizim ne işimiz vardı?


Tam ağzımı açıyordum ki Toprak yandan öyle bir bakış attı ki diyeceğim şeyi de unuttum. Üzerimdeki bu etkisi hiç de hoş değildi doğrusu.


Beni koltuğa yerleştirdiğinde yine her yerime ayrı ayrı yastık koydu. Bunlar her zaman düşeceğim hareketlerdi ama şu anda düşüp bayılmama neden olacak şey beni kaçırıyor olmasıydı. Hem de ikizi ve kuzenim ile!


Hadi Alev'i anlarım. İkizi sonuçta. Önceliği onu korumak olur ama Alp ne alaka? Ayrıca Alp buradaysa benim işgüzar abilerim neredeler? Telefonum nerede benim?


Telefonum?


Benim telefonum kaçırıldığım zamandan beri yoktu ki! Kesinlikle bir şeyler dönüyordu! Burnuma pis kokular gelmeye başlamıştı.


Bu sırada beni düşüncelerimden çıkaran şey Toprak'ın kadrajıma soktuğu bir tepsi yemek olmuştu.


Hayır... Bahsettiğim pis kokular bunlarla alakası elbette ki yok!


Uçak hareket edene kadar bütün konuşma girişimlerimi engellediler. Üçü birlik olup üzerime oynadılar. Alev bile anlatmadı. Ağzı abilerim kadar düşük olmayan ama yine de çenesini tutamayan Alp bile zevkine ne olduğunu anlatmadı bana!


"Bakın! Anlatacak mısınız burada ne-"derken Toprak ağzıma kaşığı sokunca konuşamadım. Kalktığımızdan beri yaptığı tek şey sırıtmak ve beni beslemekti. Ben kendim de yerdim ama şu anda öğrenmem gereken şeyler olduğu için yemek yiyeceğimi sanmıyordum. O yüzden zorla yediriyordu zaten!


"Toprak! Yemeyeceğim!"dedim. Tekrar kaşığı yaklaştırınca ağzımı kapattım hemen. Alev ve Alp gülüyorlardı bu halime.


Bir inelim! 


Karaya bir ayak basayım!


O zaman ben de gülecektim!


"Yemezsen acıkırsın... Yolumuz uzun!"dedi Alev.


"Nereye gidiy-"derken ağzıma yine kaşığı tıkınca susmak zorunda kaldım. Bir karar alarak hepsine küstüm. İnene kadar konuşmayacağım ve ne derlerse de tersini yapacaktım.


Acaba nereye gidiyorduk?


Neden gidiyorduk?


Ben nasıl konuşmadan duracaktım?


Dururum! Ben Eliz Erçil Karayel'im. İstersem elbette ki yaparım.


"Yağız ve Yiğit evde olmadığım için şüphenseler bile aramazlar beni!"dedi Alp. Bir sohbet almış başını gidiyordu orada. Ben ise kendi düşüncelerimin içinde kaybolmuş durumdaydım. Kendi dünyamdan çıktım ve onlara kulak vermeye başladım. Konuşmama konusunda sonuna kadar kararlıyım.


"Bu yüzden seni götürüyoruz herhalde! Normalde sen gelme ihtimali bile olmayan taraftaydım zorunluluktan hep!"dedi Toprak. Alp'e biraz sinirli konuşuyordu. Alp ise tırsmak yerine sırıtıyordu.


"Ben hep sizin için uğraştım! Kurumdan çıkana kadar Büşra ve Alara'dan nasıl kaçağım konusunda türlü senaryolar ürettim!"dedi Alp.


" Senaryoların sonrasında olacak filmin fragmanını gördüklerinde ortalığın karışacağına eminim!"dedi Alev. Göz ucuyla da beni kontrol ediyordu . Sanırım ısrar edip onları neden zorlamadığımı düşünüyordu. Yaklaşık iki saattir kollarımı bağlamış bir şekilde somurtarak camdan dışarı bakıyordum.


"O küsme moduna geçti! Uzun bir süre konuşmaz! Ne dersek de tersini yapar artık!"dedi Alp. Onun bu konuda benden çok çekmişliği vardı.


"Ağrın falan var mı?"dedi Toprak ilgili ilgili. Gözüme bu aralar fazla tatlı geliyordu ama şu anda odağım farklıydı. Kafamı tekrar cama çevirdim. Ona cevap vermediğim için gülen Alp'i her an boğma ihtimalim vardı.


Toprak'ın sırıttığı kesindi ama ben şu anda gayet de mutsuzdum. Arkamdan bir şeyler çevriliyordu. Nasıl mutlu olayım?


Uyumamak için direniyordum ama gözlerim kapanmaya başlamıştı bile. Sesler gittikçe benden uzaklaşırken istemeye istemeye uykuya sarıldım.


🙊🙉🙈🙊🙉🙈🙊🙉🙈🙊🙉🙈🙊🙉🙈🙊


"Eliz? Eliz... Haydi canım uyan artık!"dedi beni garip rüyamın içinden çeken Alev. Gözlerimi aradığımda uçmadığımızı fark etmiştim.


Gelmiştik! 


Nereye gelmiştik?


Artık bu durumu canımı sıkmaya başlamıştı.


Koltuktan aceleci ama dikkatli bir şekilde kalktığımda içeride ikimizden başka kimsenin olmadığını fark etmiştim. Ne Toprak ne de Alp vardı.


Alev benim ayılmamı bile beklemeden kolumdan tutarak beni uçağın arkasına doğru ilerletti. Elinde bir çanta vardı. Arka tarafta kabinlerin önüne gelince kolumu bıraktı ve çantayı açtı. İçinden gri bir elbise çıkmıştı. Elbise ne alakaydı?


"Bu ne?"dedim. 


"Elbise..."dedi Alev gülerek.


Ciddi misin canım ya?


"Alev? Bu elbise ile donup ölmemi falan mı istiyorsunuz?"dedim. Bu elbise ile dışarı çıktığım anda kuzey kutbundaki buzullardan bir farkım kalmazdı. Beni de alır koyarlardı oraya. Fark edilmezdim.


Alev'in cevabı sadece gülmek oldu. Soruma cevap vermeyip elime elbiseyi tutuşturdu beni de kabine soktu.


"Giyemezsen yardım ederim..."dedi.


"Giyemeyeceğim ki!"dedim.


"Giyemezsen pişman olursun benden söylemesi!"dedi Alev.


Fırsat bu fırsat!


"Neye pişman olurum?"


"Biraz sonra öğrenirsin! Daha saçını yapacağız!"dedi Alev.


Derin bir nefes aldım. Üzerimdekilerden kurtulurken aynı zamanda da düşünüyordum. İki hafta boyunca bana göre sorunsuz geçen bir hastane tatilinin ardından bugün hasteneden çıkmıştım. Ardından eve diye çıktığımız yolda havalimanına götürülüp bir de kaçırılmıştım. Uyuyup uyandığımda ise elime bir elbise verilmişti. Ardından da kabine sokulmuştum.


Bir dakika ya... Benim ellerimde neden oje var? Alara'nın hastanede sürmediğine eminim çünkü hastaneden çıktığımda elimde oje yoktu. Tırnaklarımda gri tonunda çok güzel bir oje varken aynada kendimle göz göze geldim. Yüzümde hafif bir makyaj vardı. Hastaneden çıkarken yüzümde makyaj yoktu. Şu anda da yok denecek kadar vardı aslında.


Elbiseyi giydiğimde aynanın önünden kendimi çekemiyordum da ben neden böyle hazırlanıyordum? Saçlarım çok da kötü durmuyordu aslında. Saçlarımı düzeltip kabinden çıktığımda Alev de oturduğu yerden kalktı. Baştan aşağıya beni bir süzdü. Ben de onu süzdüm. O benim gibi bir hazırlık peşinde değildi. Niye tek ben hazırlanıyordum?


"Çok güzel olmuşsun... Saçlarına da dokunmayalım... Toprak açık kalmasını istemişti zaten..."dedi Alev. Ya... Öyle mi istedi...


Şu anda konumuz bu değil!!! Evet, değildi.


"Sen neden hazır değilsin?"dedim.


"Bu gece ben değil sadece senin hazır olman gerekiyor! Sadece sen..."dedi Alev gülerek. Sonrasında da uçağın önüne doğru yürümeye başladık.


"Alev... Neredeyiz? Hayır bak öğrenirsin falan deyip geçiştirme beni!"dediğimde o hâlâ gülüyordu. Benim bu çabam onların alay malzemesi olmuştu zaten. Uçaktan indiğimizde tenime vuran sıcak hava ile bir anda donup kaldım.


Sıcak hava?


"Maldivlerdeyiz..."dedi Alev sonunda dünya haritasını açmaya çalışan beynimi durdurarak.


"Neden? Niye? Niçin?"dedim hemen. Bir ormanın içine inmiş gibiydik. Çoktan gece olmuştu. Kaç saat uçtuğumuzu bilmiyorum ama karanlık çökeli çok olmuştu. Alev hiçbir soruma cevap vermiyordu. Alp ve Toprak ortada yoktu. Şu anda sakin olmamın tek nedeni Alev'in yanımda olmasıydı. Gayet rahattı. O hâlde korkacak bir şey de yok demekti.


Etrafımız upuzun ağaçlar ile çevrili olsa da ormanın içine giren ışıklı bir yol vardı. Mavi ışıklar ile ay ışığı çok güzel ikili olmuşlardı.


Önümüzdeki orman yolundaki aydınlatmaları incelerken görüntüm bir anda gitti, gözümün önüne bir şey gelince hemen geri gittim ama bir bedene çarptım. Tam o anda çarptığım bedene birde ben çarpacaktım ki kollarıma dolanan eller beni durdurdu.


"Sakin ol... Neden hayvan gibi korkutuyorsun kızı!" demişti Alev. Arkamdaki varlık ile konuşuyordu.


"Heyecanlı olsun diye!"dedi arkamdaki ses. Alp. Koluma girip beni yürütmeye başladıklarında hiçbir şey görmüyordum.


"Ben sana bir heyecan yaratıcam... Dua et! Neler döndüğünü daha anlamadım ama bu anlamayacağım anlamına gelmiyor tabii ki! Duydun mu beni! Seni bir elime geçireyim Alp! Alara'dan habersiz kullandığın bütün bakım ürünlerini! Emel'in kitap ayracı koleksiyonunu mahvettiğini, abilerim adına saplantılı aşığı Asuman ile küçükken konuştuğunu! Her şeyi anlatacağım! Tek tek!"dedim nefes nefese kalmıştım.


"Keşke ağzını da bağlasaydım!" dediğinde Alp, Alev güldü.


" Bütün o şeyleri nasıl tuttun aklında sen? Ben daha dün ne yediğimi zor hatırlıyorum! Kötü kadın seni! Hep bir şantaj peşindesin!"dedi Alp.


"Alp! Daha dedeme yaptıklarına gelmedik!"dediğimde bastığım zemin değişmişti. Bunu fark etmiştim. Ama daha önemli bir sorunum vardı. Alp öyle bir sinirlendirmişti ki elimi kolumu sallaya sallaya anlatıyordum.


"Sana dedemin odasındaki plaketleri sen kırarken yanında olduğumu hatırlatmış mıydım?.. Yiğit abimin banyoda düşüp kafasını yarmasına da sen sebep olmadın mı? Yere sabun dökmek nedir ya? Abimin başına senin yüzünden beş dikiş atılmıştı. Beş... Senin yüzünden bir de onun triplerini çekmek zorunda kalmıştık. O yine iyi! Peki ya Alara'ya yaptıkların? Alara'nın iğneden korktuğunu bilip ona doğum gününde üzerinde bir sürü iğne figürü olan pasta hazırlatıp bütün gecesini zehir etmedin mi? Kız ertesi sene doğum günü kutlamadı korkusuna... Emel... Emel'in kitap kargolarını bu bize değil deyip geri gönderdiğin için Emel her seferinde şubeden almak zorunda kalmadı mı o kargoları? Alp! Tepki versene ya! Ben bunları boşuna mı konuşuyorum?"


Kendimi kaptırmış giderken bir anlığına sustuğumda kollarımdaki dokunuşların da yanımdaki varlıklarının da yok olduğunu fark edince kalp atışlarım anında artmıştı. Kulaklarıma su sesi doluyordu. Burnuma tuzlu bir koku doluyordu. Ama bu konunun yerini başka bir koku almıştı anında. Yalnız değildim. Koku tanıdıktı.


Deniz kenarında olduğuma emindim. Gözlerini açmak için neyi bekliyordum. Ellerim gözlerime giderken elime başka bir şey dokununca anında o şeyi tutup büktüğümde hiç beklediğim bir ses duydum. Biraz acılı bir sesti.


"Benim..."


Toprak'ın sesiydi. Onun kokusunu niye bu kadar sonradan fark etmiştim ki? Bir şeyler çevirdiğini arabaya ilk bindiğimiz anda fark ettiğim sevgilimin amacını öğrenmek üzereydim neyseki!


Elimi hemen büktüğüm elinden çekince o yarım bıraktığı şeye devam ederek gözlerimi açınca ilk onu inceledim. Siyah bir tişört vardı üzerinde. Altında her zamanki gibi siyah bir kot. Sanki biraz saçlarıyla uğraşmış gibiydi ama yine dağınıktı. Sanırım dağınık olmasını sevdiğimi biliyordu.


Sanki zamanın içinde hapis olmuş gibi gözlerimiz kenetlenmişti birbirlerine.


O bana bir tebessüm ile bakarken ben çatık kaşlarımla ortada nelerin döndüğünü anlamaya çalışıyordum. Sonradan aklıma gelen şey ile etrafıma baktığımda donup kalmıştım. Hatta elim ayağım da boşanmış olabilirdi çünkü Toprak ellerini belime koymuştu.


Etrafta deniz kıyısından uzakta olan şekilli ışıklandırmaların haricinde hiçbir şey yoktu ama deniz pırıl pırıldı. Denizin gecenin bu karanlığında böylesine mavi durması normal değildi. Rüya da falan değilsem bu durum gerçekti. Aklımı kaçırmak üzere olduğumu zannederken önümdeki hareketlilik benim çevreyi incelememi duraklatmıştı.


İkimizde konuşmuyorduk. Bakıyorduk. Bakmak da konuşmak gibi bir şeydi. Bazen konuşmak da yetmezdi bakmakta. O zamanlarda hissetmek yeterdi ve benim şu anda hissettiğim şeyleri hiçbir şey tarif edemezdi.


Önümde bir kutu vardı. Küçük siyah bir kutuydu. Toprak'ın elindeydi. Bir eli belimde duruyordu. Tutmasa düşecek kıvamda olduğumun farkındaydı. Kutunun içindeki mavi taşlı yüzük ise rüyadaki kadar gerçekti.


Ben gerçek miydim? 


O gerçek miydi?


Şu anda olanlar gerçek miydi?


Eğer bu da bir rüyaysa hemen uyanmak istemiyordum. Belki de paralel evrende bizden bir kesitin içindeydik ve mutluyduk. Huzurluyduk. Olabilirdi.


"Günlerdir bir konuşma hazırlamaya çalıştım... Sana söyleyecek bir sürü süslü cümlem olabilirdi ama Eliz... Burada olunca söze de gerek olduğunu sanmıyorum!"dediğinde kalbini işaret ediyordu. Benim ise acilen bir sakinleştiriciye ihtiyacım vardı çünkü kalbim dört nala koşuyordu.


Bütün bunları benim için yapmıştı...


"Bu aşamaya nasıl geldiğimizi inan ki bilmiyorum ama seni seviyorum... O kadar seviyorum ki sana bir şey olsa canım yanıyor... Sen üzülünce içim de bir şeyler kopuyor. Sesinde huzur buluyorum. Kokunda rahatlıyorum. Varlığında yaşıyorum Eliz..."


"Varsan ben de varım... Yoksan yokum..."


"Hele konu sen olunca ben bazen kendimden de korkuyorum. Yapabileceklerimin sınırı yok aynı sana olan sevgimin de sonu olmadığı gibi..."


Benimde...


Gözlerim dolmuştu yine. Umarım Alev suda dağılmayan rimeli sürmüştür bana! Bir saniye... Onlar biliyorlardı. Onları beni hazırlamaları için getirmişti buraya. Sadece bununla da sınırlı kaldıklarına pek de emin değildim ama şu anda o kısım çok da önemli değildi.


"Seni sevdim. Seviyorum ve son nefesime kadar da seveceğimi biliyorum. Şu anda konuşacak durumda değilsin. Farkındayım. Ben seni bakışlarından da anlıyorum. Ben seni okuyabiliyorum Eliz. Daha önce hiç kimseyi böylesine okumak istememiştim. Sen de beni okuyabiliyorsun. Hissettiklerimi anlıyorsun. Düşüncelerime benden önce cevap veriyorsun. Sen bensin ben de senim Eliz..."dedi derin bir nefes alarak devam etti. En az benim kadar heyecanlandığının farkındayım çünkü kalbinin sesini duyabiliyordum. Muhtemelen o da benimkini duyuyordu.


"Bu konuşmayı seninle başka bir şekilde, başka bir durumda yapmak çok isterdim. Ayakta uzun süre kalmanı istemiyorum ve gıcık kuzenin her an aramızda bitebilir...."dediğinde güldüm. O da güldü.


Gülüşünde hayat bulmak böyle bir şey mi oluyordu?


"Benimle birlikte, son nefesine kadar benim olacağına benimle kalacağına söz verir misin? Benimle evlenir misin?" dediğinde gözlerimin içine bakıyordu.


Cevabımı bekliyordu. 


Kabul etmemek için bir sürü nedenim vardı. İçlerinden bir tanesi elbette ki anne olamayacak olmamdı. Bunu ona her ne kadar yapmak istemesem de gözlerindeki o ışığın sönmesini de istemezdim. Bir kere de bencil olan ben olsam olmaz mıydı?


Olurdu. Olmalıydı...


Bir an için kabul etmeyeceğim sanmıştı. Yüzümde her ne gördüyse bu hoşuna gitmemişti çünkü kaşları çatılmıştı. Huzursuz olmuştu o bakışlar ki bu bakışlar bile kararımda ne kadar da haklı olduğumu gösteriyordu.


Dudaklarımı araladığımda nefesini tuttuğunu fark etmiştim.


" Sonsuza kadar seninle ve evet..."dediğimde o kadar güzel gülümsedi ki her şeyimi ortaya koyardım o gülüş gitmesin diye.


İmkansız bir aşktı bizimkisi.


Ailemiz düşmandı.


İnsanlar bize düşmandı.


Ama aşk düşman tanımıyordu. Aşka engel olmak kolaydı önemli olan o engeli yok etmekti. Biz herşeye rağmen yok etmiştik onu değil mi?


Rüya değildi. Paralel evren hiç değildi. Ben gerçektim. O gerçekti. Her şey gerçekti. En büyük gerçekte geceye ışık olan aşkımızdı.


Toprak'ın evlilik teklifi edeceğini bekliyor muydunuz?


Toprak'ın evlilik teklifini sade bulanlar olabilir. Herkesin kendi hür fikri elbetteki ama Toprak daha farklı bir şekilde evlilik teklifi edemezdi.


O sadece onların bileceği, gözlerinin, kalplerinin konuşacağı bir, bir olacağı bir ortam yaratmak istedi ve bunu da Eliz'in ve kendisinin en sevdiği renk ile yaptı.


Gecenin siyahını yaran bir mavilik ile...


Bir sonraki bölümün ne zaman geleceği sınavlarıma bağlı. Yıldıza basmayı unutmayın. Bana yapacağınız geri dönüşler benim için çok değerli. Her zaman mesaj atabileceğiniz Instagram adresi elbette ki

biraksamsefasitohumu 


Loading...
0%