Yeni Üyelik
3.
Bölüm

3. Bölüm ~ Garip Tesadüf

@feusa

Arabayı binanın arkasındaki eski şeker fabrikasının önüne park etmiştik. İlk önce Emel ayrıldı arabadan. Onu görevi garsonluk olduğu için bizden önce gitmesi gerekiyordu. Biraz zaman geçtikten sonra biz de fabrikanın yanındaki bizim için ayarlanmış son model arabaya binip toplantı binasına doğru yola koyulduk. Bu arada yoldayken Alp ile kulaklık ve gizli kameralarımızın çalışıp çalışmadığını da kontrol ettik. Çünkü bu bizim için önemliydi. Bu gizli kameraların çekeceği fotoğraf ve videolar Zafer Saygın için delil niteliğinde olacaktı.

Binanın önüne geldik. Arabadan indikten sonra girişteki korumalar önce üstümüzü aradılar. Kimliklerimizi kontrol ettiler. Kontrollerden sonra içeri girdik. Alara , Yağız abimin koluna girmiş ona Fransızca bir şeyler anlatıyordu. Alara'nın Fransızca konuşmasının tek nedeni Chloé Martin olmasıydı. Chloé'nin Fransa'da çok büyük her türlü eşyanın üretildiği fabrikaları vardı. Geçen yaz İstanbul'a gelmiş , katıldığı bir iş görüşmesinde de Mert Gümüşoğlu'na ilk görüşte aşık olmuştu. Çok kısa bir süre önce de evlenmişlerdi. Ama Chloé hala tam olarak Türkçeyi iyi bir şekilde konuşamıyordu. Ben de bu yüzden toplantıya onun asistanı olarak katılmıştım.

İçeriye hakim sadece iki renk vardı. Altın sarısı ve beyaz. Bu renkleri aşırıya kaçmadan uyumlu bir şekilde sergilemeye sunmuşlardı. Ortada çok geniş bir yemek masası vardı. Masanın üstüne kırmızı renkte bir örtü sermişlerdi. Etrafta yoğun bir gül kokusu vardı. İçeride bunların haricinde bir tane de heykel sergisi vardı. İnsanlar heykelleri inceliyorlardı. Etrafı incelediğim sırada Emel'i gördüm. Kendini rolüne adamış bir şekilde içecek servisi yapıyordu.
O sırada Alp konuşmaya başladı.

" Hey, millet orada havalar nasıl?"diye dalga geçerek sordu. Bunu her görevde yapardı. Yağız abim de Alara ile konuşuyormuş gibi yaparak Alp'e laf yetiştirmeye başladı.

"İyi hayatım sende havalar nasıl rahat mısın?"diye sordu. Alp bundan önceki görevlerimizde de abilerimi gıcık etmek için böyle konuşurdu. Alp abimlerle uğraşırken biri konuşma yapmaya başlamıştı. Yağız abim ve Alara hemen yönlerini o tarafa doğru çevirdiler ve bizde onları takip ettik.

Zafer Saygın masanın baş köşesine oturmuş herkesin toplanmasını bekliyordu. Herkes masanın etrafına geldiğinde tekrardan konuşmaya başladı.

" Hoşgeldiniz sevgili saygıdeğer konuklarım. Ben önce yemek yeme taraftarıyım. Yemek sonrasında da şu yatırım konusunu konuşabiliriz diye düşünüyorum. Nasıl olsa gecemiz uzun."dedi gülerek. Bu gülüş çok yapmacıktı. Sonra da yanındaki korumalara bir şeyler söyledi. Oturdu ve yemek yemeye başladı. Normalde yemek yemeyi düşünmüyorduk ama servis sırasında bize bir şekilde haber uçuran Emel yemeklerin içinde ilaç veya zehir olmadığını söylemişti. Bu yüzden az da olsa inandırmak için yemeye başladık.

Yemekte içinde ne olduğunu bilmediğim bir sosa bulanmış makarna vardı. Herkese bundan servis edilmişti. İçimde oluşan bir dürtü bana birisinin beni izlediğini hissettirdiği için hemen başımı kaldırıp etrafıma bakındım. Onunla göz göze geldim. Hemen iki çaprazımda oturuyordu. Siyah bir gömlek ve ceket giymişti. Kahverengi gözleriyle bana bakıyordu. Sanırım o da benim burada olmamı beklemiyor gibiydi. Yanında ise çok zarif bir kadın oturuyordu. O da siyah ve dekolteli bir elbise giymişti. Muhtemelen nişanlıydılar. Çünkü ikisinin de parmağında alyans vardı. Onu görünce başım sızlamaya başlamıştı. Bunu dışarı yansıtmamak adına ellerimi yumruk yaptığım için tırnaklarım elimde izler bırakmaya başlamıştı. Alara'nın masanın altından dürtmesiyle birlikte göz temasını kesip Alara'ya döndüm.

Yağız abim ,Zafer Bey ile çok derin bir sohbete dalmışlardı. Her şey yolunda gözüküyordu. Zafer Bey ,Gümüşoğlu Holding'in durumu ile ilgili bilgi öğrenmeye çalışıyordu. Bu sadece bir numaraydı. Asıl amacı daha farklıydı. Alara'ya kaşla göz arasında çapkın bakışlar atıyordu. Bu durum Yağız abimi sinirlendirmeye başlamıştı. Bunu kulaklık konuşmalarından anlamıştım. Alp onu sakinleştirmeye çalışıyordu. O sırada Zafer Bey bize doğru dönüp soru sormaya başladı. Abim onlara nasıl tanıştıklarını anlatmış olmalıydı. Alara'nın Fransızca konuşmasına hiç şaşırmadı. Alara Fransızca konuşuyor ben de onun söylediklerini çeviriyordum. Bizimle biraz daha konuştuktan sonra diğer grupla konuşmaya başladı. Ama gözü hala Alara'nın üzerindeydi. Sanırım onun zengin ve Fransız olması onun ilgisini çekmişti. Bu bizim açımızdan iyi bir şeydi. Ama abimler için aynı şeyi söyleyemeyeceğim durmadan masanın altından telefonları ile gruptan konuşuyorlardı. Abimler beni nasıl görüyorlar ise Alara ve Emel'i öyle görüyor ve sahipleniyorlardı.

Zafer Bey bir telefon görüşmesi yapması gerektiğini söyledi ve yanımızdan ayrıldı. Benim de lavaboya gitmeye ihtiyacım vardı. Sanırım yediğimiz makarnanın sosunda zencefil vardı ve benim zencefile alerjim vardı. Bu yüzden midem bulanmaya başlamıştı. Bu durumu zencefilli çay içerken Yiğit abimin üzerine kustuğum zaman bunun garip bir durum olduğunu düşünmüşler ve beni hastaneye götürüp test yaptırdıkları zaman ortaya çıkmıştı. Biraz üzerime düştüklerinden öğrenilmişti aslında. Elime kıymık batsa hastaneye götürmeye çalışırlardı beni.

Alara'ya masadakilerin dikkatini çekmemek için Fransızca durumu anlatıp masadan kalktım . Lavaboya doğru giderken arkamdan birinin daha geldiğini hissettim. Koridoru hızlı bir şekilde yürüdüm ve zaman kaybetmeden lavaboya girdim. Kapıyı içeriden kilitledim. Ve işimi hallettim. Her ihtimale karşı yanıma aldığım bulantı hapını içtikten sonra lavabodan çıktım. Yalnız değildim koridorda. Bunun farkındaydım.

Tam koridoru dönüyordum ki birisi eliyle ağzımı kapattı, kulaklığımı çıkardı ve parçaladı. Sadece bekliyordum. Belime de bir silah dayadı. Beni yangın merdivenlerine çıkardı. Burası Alp'in bahsettiği arka tarafta kalan ikinci yangın merdiveniydi. Ve görünürde hiç kamera yoktu. Belime dayalı silahla beni merdivenlerden aşağı indirmeye başladı. Merdivenleri yarılamıştık ki bir anda arkamdaki kişi yere düştü. Hemen arkama dönüp adama baktım. Adam Zafer Saygın'ın korumalarından biri olmalıydı. Yüzü tam olarak görünmüyordu ya da ben görmek istemiyordum. O sırada merdivenlerden elinde susturucu takılmış bayıltıcı silahıyla birlikte biri inmeye başladı. Kendimi koruma iç güdüsü mü yoksa burada dönün oyunun ne olduğu mu bilemem ama geri geri yürümeye başlamıştım.

"Arkana dikkat et... "diye seslenince elinde silah tutan adam aniden durmak zorunda kalmıştım.

Arka tarafımda korkuluk yoktu ve bu gelen adam beni durdurmasaydı beş metre yüksekten yere yapışacaktım. Yine bir kurtulma yolunu daha es geçmiştim.

"Edip etmemem senin için ne kadar önemli Atılgan?"dedim onun gözlerinin içine bakarak.

Koridorda tek değilim ama iki kişi de değildik. Üçüncü bir şahsiyet daha vardı ve bu da Atılgan oluyordu. Masadan beri gözleri üzerimdeydi. Sinirli olan bakışları da bunu doğrular gibi üzerimdeydi hâlâ.

Aramızdaki suskunluk artıkça sıkılmaya başlamıştım. Ona bir şey demeden yanından geçerek koridora geri girdim. Yokluğum fark edilmeden dönmem gerekiyordu ama onun sanırım hâlâ benimle konuşmak gibi bir derdi vardı. Yoksa arkamdan gelmesinin başka bir açıklaması olamazdı.

Farklı bir koridora girecekken kolumdan tutarak diğer koridora çekmesini elbette ki bekliyordum ve bu yüzden sesimi çıkarmadım. İsteseydim şu anda herkesi buraya yığardım ama bu Atılgan'nın derdinin ne olduğunu öğrenmek de istiyordum.

Koridor , koridor, koridor...

Labirentte dolaşır gibi yürüdükten sonra bir kapı açtı ve depo olduğu yukarıdaki yazıdan anladığım odaya girdik. Odaya girdiğimiz gibi sırtım kapıya yaslanmıştı. O ise tam önümde dikiliyordu.

"Ne işin var burada Karayel?"dedi bana duygusuz bir sesle.

Sakin bir şekilde cevap verdim.

"Asıl senin burada ne işin var Atılgan?"

"Önce ben sordum..."dedi.

"Senin soruna cevap vereceğimi sana düşündüren nedir?"dedim meydan okur gibi.
Biraz daha yaklaştı. Benim sırtım duvara yaslanmıştı zaten kaçacak bir yerim yoktu.

"Başıma bela olman?"dedi soru sorar gibi.

"Görüşmeyelim demiştim Atılgan... Bu durumda bela olan ben değil sen oluyorsun. Hadi işimizin başına dönelim ama değil mi?"dedim ve dudaklarımı büzdüm.

"Karşıma çıkan sensin..."dediğinde onu iteledim ama hareket etmeyi bırak daha da yaklaştı ve kollarımı kapıya iki yandan sabitledi.

"Benim peşimi bırakmayan da sensin!"dedim ve dizim ile ona tekme attım. Bu hamleyi beklemediği için şaşkın bir şekilde geri sendeleyerek benden uzaklaştı.

Elbisemi düzeltirken ona baktım.

"Benim üzerimde baskı kurmadığını anladığını var sayıyor ve seni bir daha görmemek üzere gidiyorum..."dedim. Tam kapıyı açacak iken durdum ve ona doğru döndüm. O sadece beni izliyordu.

"İsmini söylemedin!"dedim.

"Sende söylemedin..."dedi. Güldüm.

"Benim ismimi bildiğini biliyorum."

Duraksadı.

"Tolga... Senin isminde Eliz..."dedi teyit eder gibi.

"Evet doğru... İsmim Eliz ama ben sana gerçek ismini sordum. "dedim ve ona doğru adım attım." Sen bana görevdeki ismini söyleyerek hiç de yardımcı olmuyorsun!"dedim ve dudaklarımı büktüm.
Gözlerinden anlamlandırmadığım duygular geçerken bana doğru bir adım atarak aramızdaki mesafeyi azalttı.

"Olmam mı gerekiyor Karayel?"

"Olman gereken konular mı var Atılgan?"dedim.

Aramızdaki bu garip elektrik...

"Umarım yoktur..."demiş ve benden uzaklaşmıştı.

"Umarım..."dedim ve onunla daha fazla uğraşmadan çıktım odadan. Koridorları hızlıca geçerek davet salonuna geldim.

Abimler o kadar derin bir sohbetin içindeydiler ki benim yeni geldiğimi bile fark etmediler. Ya da ben öyle düşündüm. Alara'nın yanına oturdum ve son durumu sordum.
Alara Fransızca bir şekilde, " Sanırım bizimle anlaşmayı düşünüyor yarın bir öğlen yemeği yemeyi teklif etti. Bu bizim için fırsat o yüzden kabul ettik." dedi.
Zafer Bey Alara'ya doğru döndü.

" Siz de bize yarınki yemekte eşlik edeceksiniz demi Chloè Hanım?" diye sordu. Alara Fransızca bir şekilde tabii ki dedi.

" Tabii ki neden olmasın diyor."dedim.
Yiğit abim hareketlenmeye başladı.

" Patron diğer toplantımızın başlamasına çok az kaldı bilginize."dedi.

Yağız abim," Duydunuz değil mi Zafer Bey bu işler artık çok yorucu olmaya başladı. Toplantıdan toplantıya koşup duruyoruz."dedi ve bir kahkaha atmaya başladı. Zafer Bey de ona katıldı. Alara Fransızca bir şekilde abime kalkmamız gerektiğini söyledi.

Abimde," Tabii ki de hayatım artık kalkmamız lazım. Oldu o zaman Zafer Abiciğim yarın görüşürüz."dedi ve Zafer'in elini sıktı. Abiciğimler falan havada uçuştuğuna göre bu iş kesin bizdeydi. Zafer de bu durumu bir fırsata çevirmek istermiş gibi Alara'nın elini tuttu ve öptü. Sonra da yanlarından ayrıldık.

Hepimiz şu anda arabanın içinde Emel'i bekliyorduk. Emel de biz çıktıktan yirmi dakika sonra ona attığımız konuma geldi. O da geldikten sonra Alp'in yanına gitmek için harekete geçtik.Abimlere doğru döndü.

"Eee sanırım işi bağladık. Ben lavaboda iken nasıl hallettiniz hemen valla bravo yani size."dedim.

Yağız abim sırıtarak konuştu .
" Ne sandın en sevdiğim fındıklı kurabiyem ." dedi. Ben de yüzümü buruşturarak ," Sen fındıklı kurabiye sevmezsin ki hatta nefret edersin. Benimle dalga geçmeyi bırakın da nasıl hallettiğinizi anlatın."dedim.
Yiğit abim hem araba kullanıp hem de benimle uğraşmaya çalışıyordu.

"Biz bu işi sen lavaboda iken hallettik de senin işin de maşallah bir saat sürdü!"dedi. Alttan alta laf sokuyordu bana.

Onu önemsemeden devam ederken bir şey fark ettim Alara'dan hiç ses çıkmıyordu. Alara'ya doğru döndüm ve gördüğüm manzara karşısında kahkaha atmaya başladım. Ben gülerken herkes bakışlarını Alara'ya doğru yöneltmişti.
Alara Zafer'in öptüğü elini arabada bulduğu bütün temizlik ürünleriyle temizlemeye çalışıyordu. Hepimiz ona bakıp gülmeye başladık. Alara sinirli bir şekilde bize baktı .

" Şerefsiz herif geldiğimizden beri gözlerini benden başka yöne çevirmedi şimdi sen sevmiyorsun diye küfür etmiyorum ama eve bir gideyim odama geçip aklıma gelen bütün küfürleri bağıra bağıra söyleyeceğim. Bu arada Yağız şu torpido gözünde kolonya olacaktı onu da versen benim ki bitti de mikroplar tam ölmedi gibi hissediyorum."dedi elinde beş yüz mililitrelik bir kolonya kutusu duruyordu. Sanırım o kutuyu bu gece elini temizlerken bitirmişti. Alp ise kahkaha atarak, " Sakın çakmak yakmayın! Havaya uçarsınız!"dedi. Bu sözlerin üzerine daha fazla gülmeye başladık. Alara da daha sinirli bakmaya...

Alara eve geldiğimiz anda lavaboya koştu ve elini sabunla yıkamaya başladı. Bağıra bağıra bizden temizlik malzemeleri istiyordu.
" Bulaşık deterjanı, çamaşır suyu ya da durun! Arap sabunu kesin çözüm!" dedi. Biz şaşkın şaşkın birbirimize bakmaya devam ediyorduk.
Alara sonra da ," Tuz ruhu evet evet tuz ruhu."dedi bağıra bağıra. Gözlerim bir anda daha da büyüdü.

" Bu kız hiç değişmeyecek değil mi? " diye sordum.

Emel de ," Sanırım." deyip omzunu silkti.

"Hadi bu deli kızı burada bırakalım da elini mikroplardan tamamen arındırsın ben yatmaya gidiyorum." dedi Yağız.
O an ne kadar yorgun olduğumu hissettim. Hepimiz iyi geceler dedikten sonra Alara hariç odalarımıza çekildik. Onun lavaboda uyuyakalacağını hepimiz çok iyi biliyorduk.


InInstagr: midnight_dreameers

💛


Loading...
0%