Yeni Üyelik
31.
Bölüm

31. Bölüm ~ Hayat Kumarı...

@feusa

Türkiye...


Eliz Erçil Karayel...


Elimdeki yüzüğü incelerken geçen saatlerin farkında olmamak bana geçen zamanın rüya olduğunu düşündürüyordu.


Vurulduğumda herşeyin bittiğini sanmıştım. İlk defa kaybettim sanmıştım. İlk defa sona geldim sanmıştım ama o izin vermemişti.


Rüyada olmadığıma emindim çünkü yanımdaydı...


Rüyalarımda hep ayrıydık. Bir araya geldiğimizde ise fırtınalar kopuyordu. Onsuzken gördüğüm rüyaların haddi hesabı yoktu. Toprak ile uyumaya alışmıştım. Beni kendine alıştırmıştı. Burada olduğumu kendisine kabul ettirmek için sıkı sıkı sarılıyordu hâlâ. Bulduğu her boşlukta temas halindeydik. Temas bağımlısı haline gelmişti benim yüzümden.


O hâlâ uyuyordu. Bense kollarının arasında öylece durup yüzüğümü inceliyordum. Güneş perdelerin arasından içeriye sızmaya çalışıyordu. Saat sekize geliyordu ve artık kalkmamız gerekiyordu.


Güldük eğlendik ama şimdi iş zamanıydı...


Ortalığı çok boş bırakmıştım. Yokluğum her ne kadar saklansa da bundan şüphe duyan düşmanlar özellikle de bir Castelli tarafından vurulmam ve en büyük düşmanımın yaralı olduğumu öğrenemesi pek de hoş değildi.


"Senin bu erken uyanmalarına da bir çözüm bulmamız gerek!"deyince tepemden bir ses daldığım düşüncelerden çıktım. Yine kurulu saat gibi uyanmıştım erkenden. O uyanmasın diye de beklemiştim.


"Bulamazsın... Ayrıca artık kalk da gidelim kuruma."dedim kollarının arasından çıkıp doğruldum. Onun gözleri hâlâ kapalıydı.


"Kuruma falan gitmiyoruz... Dinlenmen lazım!"dedi beni geri yatağa çekti.


"Ben artık iyileştim. Turp gibiyim ayrıca kuruma artık gitmemiz gerekiyor!"


"İyileşmiş olabilirsin ama bu dikkatli olmayacağın anlamına gelmez. Bir hafta da evde dinlen... Dinlenelim..."dedi uykulu uykulu.


Tekrar kalktım yataktan. Ağrım sızım yoktu. Turp gibiydim. Hatta turp bu halimi görse beni kıskanırdı. Bomba gibiydim ama sevgilim buna inanıyordu. Bir de kalkmayayım diye kolumu tutuyordu ama yemezlerdi.


Yanağına uzanıp derin bir öpücük bırakırken kolumu elinden kurtarıp o daha ne yaptığımı anlamadan yataktan çıktım. Çıkınca anlamıştı tabi.


"Gitmiyoruz!"diyerek hemen çıktı yataktan.


Gardrobumdan bugün için giyeceğim kıyafetleri bulmaya çalıştım. Rahat olmam gerekiyordu. Hem rahat hem de şık!


"Ben gidiyorum ama sen gelmek istemiyorsan.. Bu senin kararın..."dediğimde arkamı dönünce onu tam olarak dibimde beklemediğim için anlık afallamamdan faydalanıp beni dolap ve kendisi arasında kafeslemişti.


"Bir kere sözümü dinlemeye ne dersin? Biraz daha dinlen... Güçlen... Öyle in sahalara... Bir kaç günden incilerin dökülmez!"dedi tatlı tatlı. Erimek isteyen yanıma sahip çıkarak hemen şu koyvermedim.


"Cık... Olmaz... Gideceğim ya! Hastanede yeterince kapalı kaldım. Bak ben karantina döneminde bile bu kadar evde kalmadım."


"Abartma istersen! İki ay bütün ev karantinada kalmadınız sanki bilmiyoruz!"


"Ben o sırada başka şehirdeydim..."


"Yalan söylüyorsun!"dedi.


Nasıl anladığını sorgulamak istemiyordum. Kolunun altından geçerek banyoya ilerledim.


"On dakikaya hazır olurum. Sen de gelmek istiyorsan hazırlan!"dedim ve içeri girdim.


Geleceğine emindim. Aksi düşünülemezdi.


*****


Benim istediğim olmuştu. 


Evden çıktıktan sonra ilk önce kahvaltı yapmıştık. Toprak benden daha çok yeme düzenimle ilgileniyordu. Bana bebek muamelesi yapıyordu. Bu hoşuma gitmiyor değildi ama çok düşünüyordu beni. Bu benim için olmasa da diğer faktörler yüzünden tehlike demekti.


Kurumun önünde duran araçtan sakin bir şekilde inerken Toprak çoktan inmiş ve dibimde bitmişti. Elini belime koyarak bana destek vermişti. Birlikte kuruma doğru ilerlerken her zamanki gibi kapıda bizi bekleyen magazinciler yine etrafımızı çevirmişti . Kurum korumaları ise etrafımızı donatmıştı.


"Eliz Hanım... Toprak Bey... Bu mutlu haber aileleriniz tarafından nasıl karşılandı?"


Benim için mutlu ama onlar için kara haber gibi olmalı...


"Aileler barıştı mı?"


Daha da küsecekleri kesin! Bir gram barışma ihtimalleri vardıysa da artık hem bize hem de kendilerine daha çok küserlerdi...


"Düğün ne zaman?"


Bana kalsa şu anda olur ama ne yazık ki iki hafta sonra... Malum şartlar müsait değil.


"Evlendiğinizde Atılgan makinesinde mi yaşayacaksınız?"


Hayır tabii ki de! Kendi malikanemizde gayet mutluyuz... İki aileyi daha da birbirine düşürmeye gerek yok! Babamın beni o eve göndermeyeceğine emindim. Toprak'tan iç güveysi olmasını bile isterdi.


"Düğünü nerede yap-"derken bir magazine daha biz onu duyamadan içeri girmiştik ama muhtemelen burada yapardık düğünü ya da nikahı.


"Bunların her şeyden nasıl haberi oluyor anında?"dedi Toprak. Demedi. Homurdandı.


Onun sorusuna sadece gülerken gelen asansöre bindik. Magzinelerin o haberden sonra kapıda yatmamaları komik olurdu zaten. Bunda şaşırmaya gerek yoktu.


Parmağımdaki yüzük ve içindeki o tüy işlemesi her şeydi ve onlar da bunun farkındalardı.


Asansör dedelerin katta durduğunda hemen indik. Toprak tek bir şartla kuruma gelmişti. O şart da elbetteki her an yanımda olmaktı. Dedelerin siyam ikizliği bize geçmişti.


"Eliz Hanım... Sizi ne kadar özledim tahmin bile edemezsiniz!"diye karşıdan koşarak gelen Bulut'u görünce yüzümdeki ruhsuzluk silinmişti. Yerine güller açıyordu.


Dedikodu için bu katta olduğuna yemin ederdim ama kanıtım yoktu.


"Ben seni hiç özlemedim!"dedi yanımdaki kıskanç , huysuz, bedevi.


Ne Bulut ne de ben taktık onu. Bulut bana dikkatli bir şekilde sarıldığında bizi ayıran Toprak'ın ciğerlerini ortaya koyarcasına öksürmesi olmuştu. Sorsak kıskanç değilim derdi. Hareketleri ise çarpılma olasılığını binle çarpardı.


"Size anlatacak çok şeyim var..."dedi Bulut hemen. Gözlerim anında ışıldadı.


"Bütün ekibi ve dedeleri gördükten sonra odamda!"dedim. O devamını getirdi.


"Çay! Çekirdek!"dedi hemen.


"Ne yapıyorsunuz tam olarak?"dedi Toprak. Garip bakışlarını bize çevirmişti.


"Anlarsın... Hadi canım! Naş naş!"dediğimde Bulut gülerek uzaklaşırken biz de dedelerin odasına ilerledik.


Kapıyı çalıp içeri girdiğimizde yine aynı şekilde bulduk onları. Göbek bağları aynı anda kesilmiş olmalıydı. Başka açılması olamazdı.


"Hoş geldiniz... Gözümüz yollarda kaldı doğrusu!"dedi Ziya dede. Güldük. Onlarda güldüler.


Her zamanki yerimize oturduğumuzda onlar yaşlı nineler ile yarışan bakışlarını elimin üzerindeki yüzükte oyalanıyordu.


"Size ilk bu teklifi yaptığımızda burnumuzdan getirmiştiniz... Bence bir özür hak ettik!"dedi dedem.


Bize sevgili rolü yapacaksınız dediklerindeki halimize gözümün önüne gelince güldüm.


O zamandan bu zamana neler değişmişti neler.


O zaman tek amacım ailemi ve kurumu korumaktı.Şimdiki tek amacım ailemi, kurumu ve sevgilimi daha doğrusu müstakbel eşimi korumaktı.


O zaman tek amacım ölmemekti. Şimdiki tek amacım yaşamaktı.


"Bizi birbirimize aşık ederek ateşe benzin döktüğünüz için kendinize kızmanız gerekiyor bence..."dedim. Tabii ki de yaptıklarım için özür falan dinlemeyecektim.


Aşık olmamamın sorumlusu onlardı. Bu durumdan şikayetçi olmamam ise onları ilgilendirmiyordu.


"Katılıyorum..."dedi Toprak da.


"Katılmıyorum diye bir seçeneğin yok ki evlat! Sen de haklısın!"dedi dedem. Sonra da güldüler.


"Çok komik dede... Neyse siz yine gülüp eğlenirsiniz ama benim ben yokken neler olduğunu öğrenmem gerekiyor... Sonra bol bol kaynatırsınız!"dedim. Ortamdaki neşeyi bir anda vakumladığım için herkesin yüzü hemen ciddileşti.


"Bir çok ildeki kurumlara saldırı oldu. Hem siber hem de normal saldırılar. Şu anda herşey kontrolümüzde ama..."derken dedem , Ziya dede devam etti.


"Bu durum o haber çıkana kadardı."dediğinde yüzüğümü gösterdi.


Büyük bir şeyler olacağı kesindi.


"Her şeye hazırlıklı olmalıyız... Siz siber tarafını sağlayın yeterli ayrıca kurumlara yapılan saldırılar hangi odalara yönelik?"dedim.


"Depolara ya da yönetici odalarına..."dedi Ziya dede.


"Daha anlamamışlar..."dedi Toprak. Onu onayladım.


Daha anlamamışlardı.


Dedeler ile uzun soluklu hasbihalin ardından Doğukan'ın yanına inmek üzere ayrıldık odadan. Dedeler sürekli olarak bizi nasıl bir araya getirdiklerine dair kendilerini övüp dururlarken zaman bir hayli geçmişti.


Doğukan'ın yanına inmeden önce Atılgan ve Karayel olarak belirlediğimiz AtKar toplantı odasında bizi bekleyen ekibe uğramaya karar vermiştik.


"Canım kuzimmmm... Evleniyor musun sen şimdi?"diyerek üzerime atlayan Alp'i,Yağız abim ensesinden yakalayıp geri çekti.


"Sanki yanlarında değilmiş gibi rol yapmayı ne zaman kesersin? Yoksa ben seni mi keseyim?"dedi Yağız abim. Alp'in evde salağı oynayacağı kesindi de ondan önce haber ulaşmıştı demek ki. Yiğit abim onları es geçip bana sarılırken Alp abimin kolları arasında çırpınıyordu.


"Alara... Canım... Bir tanem! Gelip beni şu ayının pardon Yağız'ın elinden kurtar!"dedi Alp.


Alara hiç oralı olmayarak gelip bana sarıldı. Ortamdaki soğuk hava dalgası normal değildi.


"Seni Allah kurtarsın canım..."dedi Alara, Alp'e ve bana döndü. Yağız abimin mod yerlerdeydi. Ne olmuştu bunlara?


"Yüzüğünü çok beğendim... Elbiseni beğendin değil mi? Ben seçtim çünkü! Senin bu kocan olacak şahsiyet yedi yirmi dört elbise modeli gönderip durdu bana! En sonunda engel atacaktım!"dediğinde Alara, güldüm ama herşeyin farkındaydım.


Derdi vardı ve yine abartıyordu.


"Tebrik ederim..."dedi Kaan gelip bana sarılırken. Ben de onun kulağına fısıldadım.

" Darısı senin başına..."dediğimde güldü. Anladığımın farkındaydı.


"Çok inatçı..."dedi aynı fısıltıyla.


"Genetik canım..."dediğimde artık geri çekilmiştik.


"Yengemle başarılar dilerim..."diyerek sarıldı Büşra. Daha farklı bir dilek istemiyordum zaten. Atılgan ailesinin ekip dışındaki fertleri ile nasıl anlaşacağım hâlâ bir devlet sırrıydı. Bir umut anlaşmama gerek kalmaması yönündeydi.


"Allah bir yastıkta kocatsın!"diye bağırdı Alp. Hâlâ abimin elindeydi.


"Dönene kadar içimi şişirdi!"dedi Alev sarılırken. Hem bana hem de Toprak'a sarılıyorlardı. Yağız abim en sonunda Alp'i bırakıp ondan önce sarıldı bana.


"Bunu konuşacağız!?"dedi kararlı bir şekilde kulağıma.


"Tabii ki..."dedim hemen tatlı tatlı. Toprak'a da genel abi kıskançlığına yaraşır bir şekilde selam vererek yerine oturdu.


"Ben yokken neler yaptınız bakalım?"dedim dönen koltuğa oturdum.


"Parazitlerle savaşıp maydanoz ayıkladık!"dedi Alara gülerek. Diğerleri de güldü.


"Bol hasatlı koca koca günlerdi..."dedi Emel elleriyle koca koca günleri göstermek istercesine hareketler yaparken.


"Hasarlı da olabilir... Pestilimin çıktığına herkes şahit!"dedi Kaan.


O sırada kapı çalındı ve hemen arkasından Bulut göründü.


"Alara Hanım artık Eliz Hanım geldiği için onun asistanı olacağım ama ondan önce size son kez Sinem Hanım'ın kata giriş yaptığını ve odanızın önüne bir şeyler döktüğünü gördüğümü söylemek istedim!"dedi Bulut ve geldiği gibi de gitti.


Alara yerinden aheste aheste kalktı.


" Ben hasata çıkıyorum... Akşama ambar dolu olur! Muhtemelen odamın önüne yine yağ döktü. Yağ fiyatlarından bir haber olduğu için bol bol harcıyor!"dedi homurdanarak Alara.


"Odasının önüne yapıştırıcı döktün ve iki saat ayakta kalmasını sağladın!"dedi Kaan.


"Olabilir..."dedi Alara kapıya yöneldi. Ağzım açık bir şekilde izlediğimi Toprak ağzımı kapatana kadar fark etmemiştim. Tam olarak ne olmuştu benim minnoş ekibime.


"Yemeğine ilaç koydu kızın! Ne yapsaydı?"dedi Emel.


"Bence Bakırköy'den randevu alalım!"dedi Alev.


"Yeri ayırttım ben..."dedi Yiğit abim.


Alara tam çıkarken onu durdurdum.


"Nasıl kışkırttın onu?"dedim ve ayağa kalktım. Okları kendine çevirmiş olmasındı. Lütfen bunu yapmış olmasın.


Alara'nın zarar görmesini istemiyordum. Kimsenin görmesini istemiyorsum. Özellikle de o şeytan tarafından gelecek olan hiçbir şeyi istemiyordum.


"Enes ile sevgili olduğu üzerine sadece bir blöf attım. O da bunu yedi de ben sanırım bunu size söylemeyi unuttum!"dediğinde odanın içindeki sessizlik bunu doğruluyordu. Devam etti." Enes ile sevgili... Hâlâ da öyle olduklarını düşünüyorum. Her şeyden haberdar olmasının tek bir yolu olabilirdi. O da bu oluyor işte!"dedi Alara. Donup kalmıştım. Sinem'in bir sevgilisi olabileceği fikri aklımın ucundan bile geçmemişti ama Alara onun bir açığını yakalamıştı.


"Onu kendine sardırmamalıydın!" dedim. Gözlerindeki umursamazlık ve kabulleniş bunu benim için yaptığını bana gösteriyordu ama istemiyordum. " Sana zarar verecek... Daha fazla uğraşma onunla..."dedim ellerini tutarak.


Ortamdaki sessizlik devam ediyordu. Bu sessizlik herşeyin habercisi olabilirdi.


"Sen beni değil önce kendini düşün! Yalnız gezme çünkü hâlâ yaralısın... Ben başımın çaresine bakarım. Birileri engel olduğumu düşünse de ben yolu açmaya çalışıyorum..."dedi ve ellerimi sıkıp odadan çıktı Alara. İması tek bir kişiyeydi.


Hemen ona döndüm.


" Aranızda ne oldu?"dedim hemen.


"Biraz tartıştık!"dedi Yağız abim. Geldiğimizden beri mutsuzdu. Belliydi bir şeylerin olduğu.


"Ne yaptın?"dedim.


"Sonra konuşalım çöreğim... Zaten kafam duman..."dedi. Sanırım biraz ağır bir kavga olmuştu onlar açısından.


"Biz de Doğukan'ın arkadaş ayağına bize kitlediği işleri yapalım!"dedi Alp. Onun peşinden Kaan, Emel ve Büşra hemen ayaklandılar.


"Ne işi?"dedi Toprak.


"Siz çok sıkılıyorsunuzdur deyip bize dörtlü sorgu görevi verdi. Konuşup adamları çıldırtsanız yeter dedi birde!"dedi Büşra.


"Garip bir adam!"dedi Alp.


"Diyene bak!"dedi Alev.


"Lütfen muhatap olmayalım Alev! Hâlâ beni kandırdığına inanamıyorum!" dedi Alp. Elini kalbine koyarak çıktı odadan. Diğerleri de peşinden.


Odada beş kişi kalmıştık.


"Bizim dedelere yardım etmemiz gerekiyor... Depo düzenlemesi verdiler bize de!"dedi Alev.


"Sana değil bize verdiler... Bu görevi yaptıran da babam. Senin aşık olmana engel olamadığımız için ceza verdi ve başımıza da Alev'i dikti."dedi Yiğit abim. Oturup ağlamak ister gibi bir hâli vardı.


"Saat başı arayıp rapor veriyor! Babamın bize olan düşmanlığı Atılgan'lara olana bin basıyor!"dedi Yağız abim de oflayarak. Gülmemi saklayamazken Alev ortalığı daha da kızıştırıyordu.


"Neyseki çay servisi oluyor... Yoksa asla kabul etmezdim!"dedi Alev.


"Sen acı çekelim diye yine de kabul ederdin! Yalan atma lütfen!"dedi Yiğit abim.


"Kuru iftiraya uğruyorum... Sanırım Ömer amca ile tekrar konuşmam gerekecek!"dedi Alev.


"Ömer amca mı? Ben öyle deyince beni odadan kovmuştu..."dedi . Kaşlarımı çattım. Ne zaman olmuştu? Ben olmadan karşılaştıklarını sanmıyordum. "Sen o zaman uyuyordun!" dedi bana dönüp açıklama yaparak Toprak.


"Damadı olacağın için ona amca dememen gerek zaten benim akıllı ama bir o kadar da gerizekalı ikizim!"dedi Alev ve çıktı odadan.


Çok doğru bir noktaya vurgu yapmıştı.


"Bence direkt damadı olma ihtimali yüzünden sinirliydi!"dedi Yiğit abim. Laf sokmadan durmayacakları kesindi. Alev'in peşinden çıktı. Yağız abim de mutsuz mutsuz ilerledi peşlerinden.


"Bunlara yeni yıl güncellemesi gelmiş olabilir mi?"dedim Toprak'a doğru yürüyerek.


"Bize bile geldi onlara illa ki gelmiştir!"dediğinde elimi tutup beni koltuğa çekti.


"Biz ne yapacağız?"dedi ardından.


"Doğukan'ın yanına gidecektik!"dedim.


"Bence biraz daha bekleyebilir..."dedi bana doğru yaklaşırken.


"Bence de..."dediğimde biz biraz daha burada kalacak gibiydik. Gibi değil net kalacaktık.


🖤💙🖤💙🖤💙🖤💙🖤💙🖤💙🖤💙🖤


Yazardan...


Bahçe kapısından çıktığı anda derin bir nefes aldı Alara. Sinem'i bulmak için çıkmıştı toplantı odasından ve aradığı kişi bugün de oyalanmak için orman yolunu tercih etmişti.


Kurum tek bir bina gibi dursa da büyük bir alanı kaplıyordu ormanlık alanı ile birlikte. Ormanda belli başlı binalar vardı ve bunlar kurumun içindeki odalardan daha farklı işlevler görüyorlardı. Bu binaları ise belli başlı kişilerin dövmeleri açıyordu.


Mesela karşıdan gelen Doğukan gibi kişiler.


Alara havanın soğukluğuna aldırış etmeden ormandanın etrafını dolaşan ve bir çok parçaya ayrılan yolda hedefini kaybetmemek adına yürümeye başladı. Bakışları arada Doğukan'a da kayıyordu ama hemen geri çekiyordu.


Aralarındaki bu garip soğukluğa anlam veremiyordu. Doğukan ile bu görevden önce bir kaç kez yan yana gelmişlerdi ama Doğukan , Eliz haricindeki kimse ile samimi konuşmadığı için pek sıcak bulamamıştı. Bu görev ile onu tanıma fırsatı bulsa da yine de onda emin olamadığı bir şeyler vardı. Alara'nın yeni kararları onu epey zorluyordu.


Alara değişmeye çalışıyordu...


Doğukan, Alara'nın neden bu soğukta burada olduğu konusundaki merakına yenik düşüp ona doğru ilerleyecekti ki hemen arkasından ona yetişip bileğini tutan bir el yüzünden durmuştu. Bütün düşünceleri dağılırken karşıdan gelen Alara'nın kaşları çatılmıştı. Doğukan arkasını dönüp bileğini tutan elin sahibine baktığında derin ama sıkıntılı bir nefes aldı. Tekrar başını kaldırıp arkasına yani Alara'ya baktı. Alara ise o sırada onun bakacağını anlayınca bakışlarını başka bir yöne çektiği gibi farklı bir yola da girmişti.


Aklındaki yanlış düşünceler ile...


Doğukan bileğini tutan Damla'nın elini çekmesi için onun elini tutarken Alara bunu görmüş ve farklı anlamıştı.


Bu kıza dizi izletmeyi yasaklamak lazımdı...


"Ne yaptığının sanıyorsun?"dedi Doğukan soğuk bir şekilde. Damla derin bir nefes aldı. Elini Doğukan'ın bileğinden çekti.


"Seslendim. Duymadın."dedi Damla açıklama olarak.


"Başka bir şekilde de dikkatimi çekebilirdin. Temas sevmediğimi biliyorsun!"dedi Doğukan. Bir an önce gitmek istiyordu.


"Geçen öyle deği-... Neyse ya ben sana şey diyecektim!"dedi Damla. Lafı sakız gibi uzata uzata.


"Seni dinliyorum..."dedi Doğukan bıkkın bir şekilde.


"Bu akşam bir şeyler planladık da... Sen de gelir misin?"dedi Damla.


"Hayır!"dedi Doğukan net bir şekilde.


"Bir ihtimal?"dedi Damla hevesle.


"Binde sıfır..."dedi Doğukan sonra da geldiği yöne ters bir şekilde ilerlemeye başladı.


"Eee kuruma gidecektik?"dedi Damla. Sesini her ne kadar neşeli çıkarmaya çalışsa da bozulduğu çok belli oluyordu.


"Sen git benim işim var..."dedi Doğukan. Damla daha da üstelemek istemişti ama Doğukan çoktan uzaklaşmıştı.


*****


"Yiğit bak oranın tozları buradan bile görünüyor! Temizle orayı!"dedi Alev. Çayından bir yudum aldı.


"Babam ile acilen konuşmam gerekiyor!"dedi Yiğit, Alev'in dediği yeri silerken.


"Nazlanmak yok!"dedi Alev neşe içinde.


"Yoruldum ya! İki saatten fazladır dosya diziyorum!"dedi Yağız efkarlanarak.


"Ömer Amca, Yağız oflarsa Alara'nın kalbini kırmasaymış de dedi... Aranızda tam olarak ne oldu?"dedi Alev merakla.


"Benim eşekliğimden. Bizi odaya kilitledi. Sinirlendim. Sinirlenince de ona gerçek düşüncelerim olmayan şeyler söyledim. Farkındaydı gerçekten söylemediğimin ama yine de kırıldı!"dedi Yağız yerdeki dosyaları rafa koydu.


"Ben bile kırıldım be! Ben olmasam sen bir hiçsin dedin kıza!"dedi Yiğit ve yere indi.


"Sağol ya! Bana gerçekten çok iyi moral veriyorsun!"dedi Yağız.


"Bunu gerçekten dediysen bence dizdiklerini indir tekrar diz!"dedi Alev sinirle. Devam etti." Gidip kıza bunu dedin mi cidden! Ben çoktan dövmüştüm seni!"


"Alara da keşke dövseydi. O daha beterini yapıyor. Gün gün vicdan azabı çektiriyor!"dedi Yağız.


"Akıllı kızın hâli bir başka oluyor işte!"dedi Alev.


"Öyle..."dedi Yiğit. Yağız derin bir nefes aldı ve dizmeye geri döndü. Alev, Yiğit'in sesini gereğinden fazla yakınında duyunca hemen ona döndü ve dibinde bulunca hiçte şaşırmadı.


"Sen niye silmiyorsun?"dedi Alev, kaşını kaldırdı.


"Bence onu da o yapsın! Çeksin cezasını!"dedi Yiğit. Yağız hemen onlara döndü.


"Sen değil miydin onları ayıralım diyip beni gaza getiren!"dedi hemen. Yiğit kısık sesle küfür edip işinin başına geçti ama tabii ki de bir cezası olacaktı onunda.


"Yiğit... Yerlerde tozlanmış gibi... Baban yerleri de silsin dedi!"


"Ne? Ne ara dedi onu?"


"Senin sözün benim sözümdür dediğinde demiş oldu!"


*****


Eliz Erçil Karayel...


Dikkatli bir şekilde bir koridoru daha arkamızda bırakmıştık. Toprak arkamızdan gelip giden olup olmadığını kontrol ederken ben ise bizim için gerekli olan odayı arıyordum.


Dosyalar önem derecesine göre sınıflandırıldığından kişiler hakkındaki dosyalar daha korumalı olan odalarda oluyordu elbette.


Ve.


Bizim onu bulmamız gerekiyordu.


Sinem'in dışarıda olduğunu ve Alara'nın da peşinde olduğunu biliyorduk. Emel, Kaan, Büşra ve Alp ise dedelerin yanındalardı. Onları meşgul ediyorlardı yani. Abilerim ise genel depoda Alev'in gözetiminde toz alıyorlardı. Doğukan ise ortalıkta yoktu ama Bulut'tan öğrendiğimiz bilgiler ışığında kurumda değil ormandaki hücrelerin birindeydi.


Etrafta bize karışıcak kimse yoktu.


Bir koridoru daha arkada bıraktığımızda karşımıza bize gereken kapı çıkınca hızlıca ona doğru yürüdüm. Bu kapıyı iki dövmenin de aynı anda okunarak açılması gibi garip bir sistem koymuşlardı ama gayet mantıklıydı.


Bende ki akşam sefası dövmesi ve ondaki kuş tüyü...


Ben bir Karayel'dim ve o bir Atılgan'dı...


Yan yana durup dövmeleri okuttuğumuzda kapı açıldı. Toprak benden önce davranıp elimi tutarak içeri girdi. Kapı hızlıca kapandığında yüzüme bir şey yaklaşıyordu.


Fular?


"Tozlu bir ortam... Astımını tetiklemek istemezsin diye düşünüyorum!"dedi garip bakışlarıma cevap olarak. Gülümsedim ama o bunu görmedi çünkü ağzımı burnumu çoktan kapatmıştı. İçerisi gerçekten de basık kokuyordu ve tozluydu. Toprak zaman kaybetmemek adına raflara yöneldiğinde ben de onun peşinden ilerledim. Onun boyu uzun olduğu için yukarılara bakarken ben sadece orta kısıma bakıyordum. Aşağıya eğilmeme izin vermiyordu kendileri.


Yaklaşık yirmi dakikanın sonunda Toprak elindeki Atılgan soy ağacını kökten itibaren inceleyebileceğimiz o dosya ile yanıma geldiğinde içimde garip bir his oluşmuştu.


Bir şeyler yine de eksik gibiydi...


"Halamın yirmi dört yıl önce öldüğünü yazıyor... Sen..."dedi ve duraksadı. Ben ne yazdığını göremiyordum ama yüzünde hiç de memnun bir ifade yoktu. Gayet de huzursuzdu.


"Ne oldu? Ben senin kadar uzun olamadığım için okuyamıyorum bu yüzden bana okuman gerek!"dedim. Normalde dalga geçerdi ama geçmedi. İş ciddiydi.


"Sen doğduktan bir gün sonra..."dedi. Bir şeyleri anlamak için duraksıyordu ama benim için bu duraksamalar saniyelik değilde yıllar gibi geliyordu.


Kalbim ağzımda atıyordu


Ben yirmi dört Mart'ta doğmuştum.


Halası ise yirmi beş Mart'ta ölmüştü.


Nasıl ölmüştü de ölememişti?


"Nasıl?"dedim. Sesim titriyordu. Alacağım cevaplar artık beni korkutuyordu.


"Yanarak..."dedi Toprak. Gözleri gözlerimi bulduğunda benim zihnimden geçen bir sürü cümle vardı. Hem yeni hem de eski...


' Keşke seni o gün kurtar-'


Babam beni neden kurtarmıştı?


' Senin nefesini ben kestim.'


Tülay Atılgan Castelli ne demek istiyordu?


Astımıma sürekli bir ima yapıyordu. Bunu Ankara kurumuna yaptığı saldırısında gönderdiği mektupla da göstermişti.


Astım doğuştan ya da sonradan olabilirdi.


Annemin bildiğim kadarıyla bir sigara ya da astıma neden olabilecek herhangi bir tehdit unsuru yoktu.


Genetik değildi çünkü bizim ailede benden başka astım hastası da yoktu.


Geriye doğduktan sonra başıma gelebilecek şeyler yüzünden olma durumu kalmıştı.


"Sen de benim gibi mi düşünüyorsun?"dedi Toprak. Bakışlarında bile o ihtimali görmüştüm. O da benimle aynı düşünüyordu.


"Öğrenmekten başka yolumuz yok..."


İki ailenin arasındaki bu sorunun ortaya çıkma zamanı çoktan gelmişti de geçiyordu bile.


🌌🌌🌌🌌🌌🌌🌌🌌🌌🌌🌌🌌


Yazardan...


"Toprak... Hava... Su ve Sinem... Ne kadar güzel bir birleşim!"dedi Alara sitemle. Hava kapalıydı. Bu yüzden de diğer günlere göre daha karanlık bir gündü. Yağmur da hafiften çiselemeye başlamıştı.


Sinem ise bir o yola girmiş bir bu yola girmişti. Her yer birbirine benzerken sanırım dedelerin aydınlatma koymayı birle unuttukları bir bölüme gelmişlerdi. Daha doğrusu Alara gelmişti.


"Bu parazit beni atlattı!"dedi yeni yeni aydınlanıp etrafına bakınmaya başladı.


Kendi halinde içindeki fırtınaları dinlerken kaybetmişti Sinem'i ama farkında bile değildi. Hemen telefonunu çıkardı. Zira kaybolmuştu.


"Valla oturup ağlayacağım ya! İstanbul'un bu yeri unutmuş bir krallık falan mı? Nasıl hiçbir şey çekmez!"dedi Alara. Telefonunu kızarak cebine koyarken nerede olduğunu anlamaya çalışıyordu çünkü hava kararmak üzereydi.


Geri de dönemezdi. Her yer birbirine benzediği gibi yağmur yağdığı içinde adım izleri silinmişti çoktan.


"Allah en sonunda belamı verdi! Hayır yani ettiğim beddualar bana geri dönecekse ne anladım bu işten?"dedi aynı zamanda ağaçların gövdelerine bakarak hangi yönde olduğunu anlamaya çalışıyorken ağacın üzerine oyulmuş amblem dikkatimi çekti.


Telefonun feneriyle daha da yakından bakınca bu amblemi daha önce gördüğünü biliyordu ama anlamını unutmuştu. Telefonundan bakmayı düşündüğü anda telefonu kapandı. Bulunduğu konumda normal cihazlar sadece on dakika açık kalabilirdi ve Alara bunu bilmiyordu.


"Kurda kuşa yem olacağıma inanamıyorum..."dedi Alara. Hava iyiden iyiye kararırken Alara daha da kaybolmuştu.


İlerlemeye devam edeceği sırada arkasından gelen ses ve adımını attığı yerden aynı anda gelen ses ile nereye döneceğini bilemeden dururken koluna dolanan el yüzünden aşağıya çekilmişti ve yol boyu dikkat ede ede ilerlediği bütün emekleri yere düşmesi ile heba olmuştu.


Kendini bir anda yerde bulmasıyla birlikte birisi çığlık atmasını da engellemişti aynı zamanda. Dudaklarının üzerine kapanan eli ve üzerindeki kişiyi ilk başta anlayamadığı için hemen kendini savunmaya geçmişti. Bacaklarını kullanarak üzerindeki kişiyi atmaya çalışıyordu. Bir yandan da üzerindeki kişinin kim olduğunu anlamaya çalışıyordu ama gözüne dolan kırmızı lazerler buna izin vermiyordu.


Üzerindeki kişi ağırlığını daha çok verip hareket etmesini engellediğinde Alara hızlı hızlı atan kalbini sakinleştirmeyi bırakıp dudaklarını kapatan eli ısıracağı sırada onu tanıdık ses durdurmuştu.


"Sakın..."


Alara bu sesi biliyordu. İlk önce rahatlamıştı ama daha sonra neden bu konumda olduklarını hakkında konuşmak için denileni yapmayıp elini ısıracaktı ki başka birinin sesini duydu ama bu çok uzaktan geliyordu.


Alara ne olduğunu anlamasa da o anlamıştı.


"Doğukan... Yetmiş altıncı bloktan giriş olmuş. Hangi cehennemdesin?"demişlerdi kulaklığa.


Doğukan hâlâ altında debelenip ona zorluk çıkaran elini kolunu tutmaya çalışırken aynı zamanda cevapta verdi.


"Oradayım. Müdahale ettim ama bizden birisi. Yanlışlıkla basmış tuzağa!"dedi Doğukan her bir kelimeye vurgu yaparak. Alara duyduğu cümleler ile adeta donup kalmıştı. Doğukan ise sadece ona odaklanmış ve karşı taraftan gelecek bilgiyi bekliyordu.


"Üsler seni ve bizden biri olan o kişiyi görmek istiyorlar..."dedi karşı taraf.


Doğukan derin bir nefes aldı.


"Yarın uğrarırız. Çamura bulandık!"dedi.


"Bunu iletirim!"dedi karşı taraf. Eş zamanlı olarak lazerler gitmiş ve yere döşeli misina şeffaflığında olan akım yüklü teller kapatılmıştı.


Doğukan bütün önlemler eski haline dönene kadar Alara'nın sabit durmasını sağladı. Her şey eski haline döndüğünde ise hemen kendini toparladı. Alara'nın üzerinden kalkarken onu da kaldırmıştı.


"Ne yaptığını sanıyorsun?"dedi Alara sinirle. Altta kalan kendisi olduğu için dümdüz olmuştu resmen.


"Asıl sen yetmiş altıncı blokta ne yapıyorsun?"dedi Doğukan sakin olmaya çalışarak. Üslere neden burada olduklarına dair inandırıcı bir neden arıyordu.


"Önce ben sordum!"dedi Alara, Doğukan'ın üzerindeki deri ceketin yakasını tutmuştu. Bunu sinirle yapmış gibi görünse de aslında ayakta durabilmek adın güç almak için yapmıştı. Yaşadığı sinir ve şok yüzünden hâlâ kalbi ağzında atıyordu. Başı dönüyordu. Doğukan bir ceketine yapışan ele baktı bir de elin sahibine. Sesini çıkarmadı.


"Nerede olduğun hakkında bir fikrin var mı? Sen sormadan ben söyleyeyim hemen! Kurumun yer altındaki sığınaklarına giden yoldaki tuzaklardan biri olan yoldasın ve deminden de bir tuzağı aktif hâle getirdin!"dedi Doğukan hâkim olmaya çalıştığı siniriyle.


Alara mala bakar gibi bakıyordu hâlâ. Olayın ciddiyetini anladığında ise hemen kendini savunmaya geçmişti. Tabii ki de suçlu olsa bile altta kalamazdı.


" Gelmeseymiş canım! Ben mi dedim aktif ol diye! Ayrıca senin ne işin var burada? Beni mi takip ediyorsun sen?"dedi Alara. Ceketi kendine çekerek Doğukan'ın eğilmesini sağlamıştı.


"Şu anda konumuz bu mu cidden? Üslere hesap vermemiz gerekiyor senin yüzünden..."dedi Doğukan üsten bakarak. Alara'nın değişen yüz ifadesi kaşlarını çatmasına neden olmuştu.


"Benim yüzümden..."dedi Alara. Doğukan'ın ceketini bırakıp geri çekildiğinde siniri eskisi kadar yerinde değildi. "Ben konuşurum onlarla... Sen... İşini aksatma ve bir daha da peşimden gelme!"dedi Alara geri dönüp yürümeye başladı. Doğukan Alara'nın bu anı sakinleşmesine anlam veremediği gibi gitmesine de izin vermemişti.


"Bir tuzağa daha yakalanırsan ben de kurtaramam seni... Buradan!"dedi Doğukan arkasını göstererek. Alara kolunu ondan kurtarıp işaret ettiği yöne doğru yürümeye başladı.


Yaklaşık beş dakika süren sessiz ana yola çıkış sürecini Doğukan bozmuştu.


"Ne işin vardı burada? Hâlâ söylemedin!"dedi Doğukan. Kuruma doğrudan ulaşan ana yolda ilerliyorlardı.


"Beni takip ettiğine göre biliyorsundur!"dedi Alara saçlarının çamur olup olmadığını kontrol ediyordu.


Şükür ki olmamıştı yoksa Doğukan geriye tek parça dönemeyebilirdi.


"Seni takip etmiyordum."


"Ne işin vardı burada o hâlde?"


"Ben de aynısını sana sordum!"


"İlk soran bendim!"


"Hava alıyordum" dedi Doğukan.


Yürümeyi bırakıp birbirlerine dönmüş didişiyorlardı kedi ile köpek gibi.


"Neden?... Yetmiş altıncı bölgede hava alıyordun? Girişte alamadın mı? Engel mi oldular?"dedi Alara üzerindeki sweatshirtün kollarını çıkarırken.


"Sana hesap vereceğimi düşünmedin değil mi?"


"Ben de aynısını senin için düşündüm biliyor musun?"dedi Alara. Sweatshirten tamamen kurtulduğunda altına iyi ki boğazlı bir crop giydiği için şükrediyordu.


"Sen ne yapıyorsun? Kafanı mı vurdun ?"dedi Doğukan. Buz gibi havada öyle durmasının daha mantıklı bir açıklaması olamazdı ona göre.


"Bununla kuruma gireceğimi sana düşündüren nedir?"


"Havanın soğuk olması!"


"İstiyorsan Kuzey kutbunda olalım. Bana hiçbir kuvvet onu tekrar girdire-"derken kendini kaybetmiş bir şekilde anlatıyordu ki cümlesi yarıda kaldı. "Ne yapıyorsun?"


"Hasta olursan da benden bileceksin! Bunu göze alıp senin beynimi kemirmeni istemiyorum. Yoksa iğne vurmak zorunda kalırım! Yine..."dedi Doğukan. Deri ceketini giydirip geri çekildiğinde Alara iğne kelimesini duyduğu gibi sweatshirtün çamurlu tarafını ona atmıştı.


"Sana o konuda hâlâ kinliyim..."dedi Alara.


"Sen o kadar korkmana rağmen nasıl kullandın onu Emir'in üzerinde?"dedi Doğukan ona doğru bir adım atarak. Bunu sorduğu için kendisine daha sonra kızardı ama şu anda öğrenme ihtimalini atlayamazdı. İçini kemirip duran bir konuydu. Neden merka ediyordu? Cevabını bilse de kendine söylemek istemiyordu. Söylememeye de kararlıydı.


"Anlattım ya... Arkası dönüktü sapladım diye! Kaç defa diyeceğim?"dedi Alara. Tekrardan yürümeye başladı.Yağız da onu bu konuda epey darlamıştı ve bunalmıştı artık. İnanmasalar da inanmış gibi yapsalar olmaz mıydı?


Olmuyordu işte... Yalan söylediği anlaşılmasa anlattığı şey Doğukan'ın mantığına uymuyordu.


" Herkes inansa da ben inanmam... Çok basit bir şekilde bayılttın diyelim ama nasıl o pozisyonda bıraktın onu? Koltukta oturuyordu."dedi Doğukan.


Kurum artık görünüyordu.


"Koltukta otururken bayılttım. Arkasında boşluk vardı. Hatırlatırım ki arkasına dolanabilirdim yani!"


" Nasıl anlamadı?"


"Salaktı o yüzden!"


"Alara!"


"Doğukan ne duymak istiyorsun bilmiyorum. Anlatıyorum inanmıyorsun. Derdin ne bilmiyorum! Bu konu seni için niye önemli? Onu da bilmiyorum. Mantıklı bir açıklama söyle nasıl bayılttığımı sana da gösteririm!"dedi Alara sinirle. Tepesinden dumanlar çıkmak üzereydi.


Sürekli bir sorgulanma durumu hep canını sıkan bir durumdu.


Doğukan baktı baktı ve hep yaptığı o hatayı yaptı.


"Bir önemi yoktu... Sadece... Neyse! İyi geceler sana."dedi ve Alara'yı orada bırakıp kuruma girdi.


Yaptığı hata kendini geri çekmekti.


Alara ne olduğunu anlayamadı bir iki dakika. Kalakaldı öylece. Kendine ise adının seslenilmesi ile gelmişti.


"Alara? Ne yapıyorsun böyle? Üşüteceksin!"dedi Yağız. Tam karşısında durmuştu. Alara hâlâ Doğukan'ın gittiği yöne bakıyordu.


"Ne kadar umurunda Yağız?"dedi Alara. Hâlâ deminden olan şeyi düşünüyordu. Bir yandan da Yağız'a olan kırgınlığı sinire dönmesin diye uğraşıyordu.


"Öyle demek istemediğimi biliyorsun Alara... Özür dilerim... Gerçekten seni kırmak istemedim!"dedi Yağız. Son cümle olmasa net ikna olurdu Alara.


"Yağız... Biz seninle diğerlerinden ayrı olarak daha bir yakın büyüdük..."


"Evet ama niye buradan girdin ki?"


"Yalan söylersen anlarım..."dediğinde Alara, Yağız neden ta bebeklikten konuya girdiğini anlamıştı." Sen o gece beni kırmak istediğin için kırdın ve bana o cümleleri dediğinde ne hissedeceğimi de biliyordun!"


"Alara..."


"Bana kendimi değersiz hissettirerek eline ne geçti? Onlar zaten mutlular... Huzurlular... Sen istesen de o huzuru bozamazdın ki! Biliyordun! Elindeki koca bir hiçi benimle çarpıp hiçlik eksilere düştüğünde benden özür dilesen ne olur dilemesen ne olur?"


"Ama..."


"Şu anda gereğinden fazla sinirliyim. Seni daha da kırmak istemiyorum. Biraz düşünmeme izin ver! Kendimi toparlamam gerek! Bu arada sana gerçekten çok teşekkür ederim çünkü sizler özellikle de senin tarafından gelebilecek bir darbenin nasıl hissettireceğini anladım!"dedi Alara sonra da zor zahmet gülümsedi.


"En azından nasıl davranmam gerektiğini öğrendim!"dedi Alara ve Yağız'ın cümlelerini teker teker boğazına dizerek içeriye girdi.

Sonra da kurumdan ayrıldı.


Bahçede öylece kalakalan Yağız bu sefer daha zorlu bir süreçte olduğunu anlamıştı.


🕸️🕸️🕸️🕸️🕸️🕸️🕸️🕸️🕸️🕸️🕸️🕸️🕸️🕸️🕸️


Finlandiya...


Yazardan...


Finlandiya tüm soğukluğunu son derece hissetirirken Lucas ve Libby yenice arabadan inmişlerdi.


"Hoşgeldiniz efendim... Başlamak üzereler..."


Görevlinin her içeri girene yaptığı açıklamanın ardından Libby ve Lucas kendilerinden emin bir şekilde ilerlediler içeriye.


Görünürde bir müze olan bu mekanın en alt katında müze olamayacak kadar tehlikeli bir ortam vardı.


"Her şeyi bana bırak ve... Herhangi bir saldı-"derken Lucas, Libby onun sözünü kesti.


"Boş değiliz... Sen kendini koru yeter! Bana lazımsın çünkü..."dedi Libby ve Lucas'tan önce davranıp içeri girdi. Lucas ise derin bir nefes almıştı.

Akıllanmayacağını biliyordu çünkü ikiziydi. Aynı kan aynı davranışlar... Tek fark Lucas mantıklı kararlar verebiliyordu. Libby ise aklına gelenin mantıklı olup olmadığıyla ilgilenmeden uyguluyordu.


İçeri girdiklerinde boş kalan iki yer onlarındı. Masaya onlar da oturduğunda herkes cebindeki kartı masanın üzerindeki sanal düzeneğin içerisine bıraktığında masanın iki ucundaki siyah camlar beyaza döndü. İçerisi camlar siyah olsa da beyaz olsa da görünmüyordu. Sadece masaya bağlı olduklarını belli eden bir sistemdi.


Herkes nefesini tutarken Libby masadaki herkese soğuk bakışlarını gönderirken gözleri iki çaprazında oturan Dimitris ile buluşunca bir kere gözünü açıp kapadı. Dimitris de öyle yaptı. Rose hemen karşısında oturan Ramiro ile bakışırken Ostroverkhov Lucas'a gözleri ile hemen yanında oturan Darwini'yi gösteriyordu. Darwini onlar için herhangi bir engel değildi ama Ostroverkhov'un yerine geçmek isteyen birisi olduğundan Ostroverkhov ona gıcık oluyordu.


"Bu ani toplantı çağrısının nedenini öğrenebilir miyiz?"dedi Darwini. Herkes sus pus olduğundan sesi odada yankılanmıştı.


"Ben de merak ediyorum doğrusu... Nedir bu ani toplantının nedeni?"dedi masanın sağ tarafında kalan beyaz camın içindeki ses.


Bu odada onun yüzünü gören sadece tek bir kişi vardı. Onun haricinde herkes sadece bilmesi kadar gereken şeyi biliyorlardı.


"Emma'nın bile haberinin olmadığı bir toplantının nedeni nedir Castelli?"dedi Ramiro rahat bir şekilde.


On dört üye sadece beyaz camın arkasından konuşan ve yüzlerini bile bilmedikleri o iki kişiye bağlıydı.


Castelli ve Emma...


İkisinin de kimliği sırra kademken onların arasındaki iktidar mücadelesinden etkilenen bir çok kişi oluyordu ve bunların başında da bu masa geliyordu.


"Gündemin Eliz Erçil Karayel olduğunu hepiniz biliyorsunuz!"dedi Castelli sinirli bir şekilde.


Yer altı ekibi gerilse de belli etmedi.


"Neden doğrudan öldürüp kurtulmuyoruz ki?"dedi Rose'un yanında oturan sarışın İsabel. Devam etti. " Şu zamana kadar önümüze çıkan engelleri tek tek yok ettiğimize göre ufacık bir taşın bize engel olması saçma olmaz mı?"


"Ufacık dediğin kişi Türkiye kurumunun vârisi aynı zamanda da çok yüzdeli yer altı üyesi olma yolunda emin adımlarla ilerleyen bir s.....!"dediğinde Darwini, Libby'i durduran Lucas olmuştu. Eliz'in adının böyle alınması herkesin sinirine dokunuyordu ama kendilerini tutmaları gerekiyordu. Şu anda Eliz ile ekip olduklarının ortaya çıkması herkesi tehlikeye atardı.


"Ben de o konuya değinmek istiyordum Darwini ve İsabel... Roseline ve Ramiro'nun bütün görevleri artık sizin. Ramiro Montenegro ve Roseline Rosenberg artık bu masanın bir üyesi değildir. Kartlarınızı kırıp masadan kalkın!"dedi Castelli. Yıllarca ayrılmak için zahmet verdikleri masadan bu şekilde ayrıldıklarında olacak tek çıkışın ölüm olduğunu herkes biliyordu.


Roseline ve Ramiro birbirlerine bakıp aynı anda ayağa kalktıklarında yer altı ekibinin yürekleri ağızlarından atıyordu. O sırada Ramiro haricindeki herkesi şaşırtan bir şey oldu.


"Ramiro ve Rose'un görevine son verme kararını reddediyorum. Görevlerine devam edecekler!"demişti Emma kararlı bir şekilde.


Masadaki herkes nefesini tutuyordu. Belki masada değillerdi ama o camların arkasından birbirlerine attıkları o bakışları görmeden de hissediyordu masadakiler m


Emma ve Castelli ortak bir karara varamadıkları zaman olanlar belliydi.


Yer altı masasından Ramiro haricindeki diğerleri Emma'nın sadece kendi taraflarında olduklarını biliyorlardı. Emma onlarla Ramiro aracılığıyla iletişime geçiyordu. Onun sesini de ancak bu şekilde duruyordu hem yer altı masası hem de üyelerin hepsi.


"Bunun savaş demek olduğunu biliyorsun değil mi?"dedi Castelli ürkütücü sesi ile. Masada ondan korkan çok kişi vardı. Yer altı hariç.


"Üyeler taraflarını belli etsinler!"dedi Emma da en az onun kadar ürkütücü bir şekilde.


Savaşın tarafları belirleniyordu. Tarafını seçen ya kazanacak ya da kaybedecekti. Kumardı... Hayat kumarıydı bu...


Masadaki herkes birbirine bakarken ilk kalkanlar yer altı ekibi oldu. Altı kişi ayağa kalktığında kalan sekiz üye onlara nefret ile bakıyorlardı.


"Sekize altıyız Emma... Düğmeye basıp kaçağını düşünmüyorum..."


Bu savaşta benden önce kendini öldürme demekti.


"Düğmeyi senden alacağıma emin olabilirsin..."


Ölümün benden olacak demekti...


Ama biliyordu ya onu öldüren kendisi değil yıllardır emek verdiği imparatorluğunun tek varisi olan o kişi olacaktı...


Yavaş yavaş sır perdeleri aralanıyor... Gelecek bölümlerde bol kaosa herkes hazır olsun ...


Instagram= biraksamsefasitohumu


#biraksamsefasitohumu 


Loading...
0%