Yeni Üyelik
32.
Bölüm

32. Bölüm~ Evimiz...

@feusa


Finlandiya...


Yazardan...


Finlandiya'nın soğuk havasını geçen bir soğukluk olsaydı o da deminden içeride çıkan rüzgarlar olurdu.

Kasvetli havanın bir anda fırtınaya dönüşmesi beklenen bir durumdu her zaman için ama bu denli bir savaşa kapı aralaması herkesin hipotermi geçirmesine neden olmuştu.


Buz tutmuş vücutlar toplantının iki baş üye tarafından sonlandırmasının ardından hâlâ ısınabilmiş değillerdi.


"Bu kadın... Bize neden yardım ediyor ki?"dedi Libby. Kadın ya da erkek olduğunu bilmiyordu ama ismimin bir kadın ismi olması üzerinden yola çıkmıştı.


"Erkek de olabilir ama..."dedi Dimitris düşünceleri birbirine girmişti.


"Lakabı Emma olacak bir erkek olacağını sanmıyorum..."dedi Lucas her zamanki gibi kendi doğrusu çizerek.


"Eliz'e haber vermemiz gerekiyor!"dedi Rose endişesine ve öfkesine hakim olamadan devam etti.

"Castelli onu öldürmek isterken Emma onu korumak istiyor! Arada yanan biz değil o olacak! Unutmayalım ki o olmadan bizim hiçbir işlevimiz yok!"dedi Roseline elindeki tabletten verileri takip ediyordu.


"Şah mat olursa oyun biter!"dedi Ostroverkhov, Roseline katılarak.


"Anna ve Daniel , Türkiye'ye geçsinler."dedi Ramiro büyük sessizliğine son vererek.


"Sen neden bu kadar sakinsin!"dedi Rose ayağa kalkarak. Onda bir gariplik seziyordu uzun zamandır ama bir isim bulamamıştı bu garipliğe ve artık içinde savaşıp buna bir açıklık getirmekle uğraşmak istemiyordu.


Diğerlerinin de dikkatini çekmişti bu durum.


"Çünkü telaş yapacak bir durum yok... Emma'nın isteklerini söylüyorum!" dediğinde hepsi donup kalmışlardı. Ramiro devam etti. " Evet! Tanıyorum Emma'yı... Onun bir aracısıyım..."dedi onların kafasını daha da karıştırdı.


"Yani... Sen şimdi bizim... Liderimiz misin? Eliz değil miydi? Eliz... Sende ondan emir alıyorsun!"dedi Libby ayağa kalkıp dört dönmeye başladı. Bu iş iyice çıkmaza giriyor gibiydi.


Ramiro gülerek ayağa kalktı.


"Ben değilim... Sizin lideriniz Emma da değil!..."dedi Ramiro.


"Kim o halde a.... k......!"dedi Dimitris.


"Eliz..."dedi Ramiro. Hepsi küfür ettiler. İyice akılları karışmıştı.


"Ramiro! Daha açık anlatmaya ne dersin ahbap?"dedi Ostroverkhov sakin olmaya çalışarak.


"Ben Emma'nın sizinle iletişime geçmesine yardımcı olan bir aracıyım. Eliz ise... Onun veliahtı. Her şeyi onun için hazırladı ve onun yerine oynuyor. Şahı korumak için vezir yaptı kendisini ama herkes... Castelli bile onun şah olduğunu zannediyor..."dedi Ramiro ve kapıya yöneldi.


Kimseden çıt çıkmazken Roseline buna son verdi.


"Kim olduğunu öğrenecek miyiz?"


"Piyon öldüğünde... Evet!"demiş ve çıkmıştı Ramiro.


Bütün sırrını dökmüştü ortaya. Söylemesi gereken tek bir kişi ve dilemesi gereken tek bir özür kalmıştı bu hayatta...


🌇🌇🌇🌇🌇🌇🌇🌇🌇🌇🌇🌇

🌇🌇🌇


Türkiye...


Yazardan...


Türkiye'de işler sakin sakin giderken Toprak ve Eliz'in ulaştığı bilgiler herşeyin karışmasını sağlamıştı. Dedeleri apar topar güvenli dağ evine çağırdıklarında dedeler olacaklardan habersiz bir şekilde kurumdan çıkmış ve dağ evine ulaşmışlardı.


Toprak ve Eliz onların gelmesini beklerken yer altı ekibinden , yer altı dünyasındaki iki liderin birbirlerine savaş açtıklarını ve Emma lakaplı bir kişinin kendi taraflarında olduklarını öğrenmişlerdi. Ostroverkhov'un, Anna ve Daniel'ı Türkiye'ye göndermesi ise bu savaşın boyutunu anlamak için yeterli olmuştu onlara.


"Abi! Neyi anlamak istemiyorsun bilmiyorum ama hemen o poponu kaldırıp havalimanına gidip sana dediğim iki ismi karşılıyorsun!"dedi Eliz sinirle. Şimdiye kendisi inmişti merkeze ama Yağız'ı yarım saattir ikna edemiyordu. Balkondaydı ve Yağız yüzünden donmuştu.


"Ne olduğunu anlatacak mısınız?"dedi Ziya Atılgan. Geldiklerinde de Eliz , Yağız ile konuştuğu için başlayamamışlardı.


"Eliz işini halletsin öyle!!"dedi Toprak son on dakikadır dediği gibi.


"Sen ne ara bu kadar hanımcı oldun ya? Az beni örnek al oğlum!"dedi Ziya.


"Sakın örnek alma! Yersin gö.... tekmeyi deden gibi!"dedi Orhan kahkaha atarak. Ziya ise ona çoktan kızmaya başlamıştı. Toprak ise onların kavgalarını sakince izleyerek Eliz'in gelmesini bekliyordu.


"Eliz'im... Yiğit gitsin işte! Depresyondayım ben!"dedi Yağız.


"Beter ol abi! Neden küstüğünüzü öğrendim ve eğer seni affetmemesi için onu ikna etmemi istemiyorsan! Kalkar gidersin!"dedi Eliz son kozunu da oynadım.


"Hangi havalimanı demiştin?"dedi Yağız hemen hazırlanmaya başlamıştı.


Eliz zafer içinde gülümseyip ona yapması gereken şeyleri söyleyip içeri girdiğinde dedeler sonunda adlı methiyelerini düzmeye başlamışlardı. Eliz, Toprak'ın yanına oturduğunda Toprak , Eliz'in ellerini kendi ellerinin arasına almıştı. Eliz sinirinin yatışmaması için böyle ayrıntıları es geçip hemen dedelere döndü.


"Lafı hiç dolandırmadan konuya giriyorum!"dedi Eliz.


"İşlerimiz var kızım... Acele et lütfen!"dedi Orhan da aceleyle. Ocakta yemeği varmış gibi bir telaş içindeydi.


"Dedidoku haricinde ne işiniz olabilir?"dedi Eliz gözlerini kısarak.


"Yeni kar sezonları açıldı. Tatile gideceğiz!"dedi Ziya. Çok rahat ve profesyonel bir şekilde.


Toprak ve Eliz buna elbetteki inanmadılar ama inanmış gibi yapıp asıl konuya geçtiler.


Dünya yanarken onların tatil yapmayacağı kesin bir bilgiydi.


"Konumuz ailelerimiz arasındaki kavga..."dedi Eliz.


"Bunu da-"derken Orhan, Eliz onun sözünü kararlı bir şekilde kesti. Biraz daha ertelemek istemiyordu ve dedesinin ertelemek istediği bakışlarından bile belli oluyordu.


"Tülay Atılgan'ın ölümü ve... O yangın!"dedi Eliz dedelerin gözlerinin içine bakarak. İkisinin de gerildiğini fark etmişlerdi.


"Bunu bize anlatmadan gidemezsiniz! Her şeyi öğrenmek istiyoruz..."dedi Toprak.


"Bu kadar şeye nasıl eriştiniz?"dedi Orhan afallamadan edememişti.


Toprak ve Eliz dövmelerini göstermişlerdi.


"Kapıyı bulmak da açmak da zor olmadı dede... Öğrenmek de zor olmasa gerek! İstesek her halükarda öğrenebiliridik ama biz sizden duymak istedik!"dedi Eliz. Bunu eninde sonunda öğrenecekti. Öyle ya da böyle...


"Sizi dinliyoruz..."dedi Toprak geri yaslanırken. Eliz'i de kendisiyle birlikte çekmişti.


"Bundan yıllar yıllar önce İstan-"derken Orhan, Eliz yine sözünü kesti.


"O hikâyenin devamını değil gerçeğini istiyorum dede! On yedi yaşında değiliz herhalde!"dedi Eliz. Gerçekleri istiyordu ama dedesi küçükken aileler arasındaki kavga için uydurduğu şeyi anlatmaktan vazgeçmemişe benziyordu.


"Hepsi Tülay'ın kocası Onur'u savunmasıyla başladı..."dedi Ziya. Kendi kızından nefret ettiği birinden bahseder gibi bahsediyordu Orhan. Yüreği yanıyordu. Canı yanıyordu. Kendi kızına değil. Onun yaptıkları canını yakıyordu. Onun hakkında ne derlerse inanırdı çünkü biliyordu. Yapardı kızı.


Tozlu defteri ilk açan o olmuştu.


"Ömer... Onur'un kuruma sızmış bir hain olduğunu savunuyordu. Tülay ise kocasının hain olduğunu bile bile onu savunuyordu!"dedi Ziya. O zamanlar gözlerinin önünde su gibi akıp geçiyordu ama etkisi hâlâ ilk günkü gibi tazeydi.


Çocuklar pür dikkat onu dinliyorlardı. Hiçbir ayrıntıyı kaçırmak istemiyorlardı.


"Ömer bize bunu açıkladığında daha sen ortada bile yoktun! Annen gizli bir görevdeydi! Ama hamile olduğunu bilmiyordu."dedi Orhan, Eliz için. Eliz derin bir nefes alıp daha da yaslandı Toprak'a. Dayanacak tek sırt onun sırtıydı. Tutacağı tek el de onun eliydi. Ondan başka güvenecek dalı yoktu.


"Bizde ilk başta ihtimal vermedik böyle bir şeye. Bize de saçma geldi ailemizin içinde bir hain olması ki Tülay ile Onur çok aşık bir şekilde evlenmişlerdi. Ama her aşk gerçek olmayabilirmiş! Tülay ona aşık olsa da Onur değildi! Bir haindi! Yine de görmedi Tülay bunu!"dedi Ziya. Devam edecek gücü yoktu. Kızından utanıyordu çünkü...


"Baban bir oyun hazırladı. Oyunu Onur'un hain olduğunu kanıtlamaya yetiyordu. Bunların hepsi çok uzun zamanda gerçekleşti tabi! Annen görevden dönmüştü. Geldiğinde..."bu noktada Orhan, Ziya'ya baktı ve söylememe kararı aldı." Geldikten sonra hamile olduğunu öğrenince işini askıya aldık. Her neyse işte Onur bu tuzağa düştü ama Tülay inanmadı. Bir de üstüne Sinan'ı da ikna etmişti. Abisinin de desteğini arkasına alınca iki ailenin arası çoktan açılmıştı."


Eliz'in ve Toprak'ın devamını dinlemeye yürekleri yetecek gibi değildi. Her kelime ikisini de korkutur olmuştu.


Bir tarafta suçluyu kanıtlamaya çalışan Eliz'in babası Ömer diğer tarafta suçluya yardım eden Toprak'ın babası Sinan.


"Sinan , Onur'un kaçmasına yardım ederek hem bize hem de kuruma bir hainlik yapmıştı. Ömer izin vermedi Onur'un kaçmasına. Onur'u buldu ama Tülay da Füsun'u kaçırmıştı ki Füsun'un karnı burnundaydı. Sekiz aylık hamileydi."dedi Orhan.


Odada serin ve kasvetli rüzgar bir dolaşıyordu.


"Onur kaçarken bile bir intikam peşindeydi. Ömer'i tuzağa çekti ve Füsun'u da rehin aldı Tülay sayesinde. Ömer'e iki seçenek sundu. Ya Ömer, Onur'u bırakacaktı ya da Füsun seninle birlikte ölecekti. Sadece üç kişi vardı o evde. Tülay uçuş işlemlerini hallediyormuş o sıralarda!"dedi Ziya büyük bir nefretle. Kızı olduğuna daha ne kadar utanacaktı? Bilmiyordu ama hayatındaki en büyük hata olduğunu biliyordu.


"Ömer, Füsun'u kurtardı. Onur'u vurdu. Onur orada öldü ama Füsun yaşadığı stresten dolayı sancı geçirdi. Sen sekiz aylıkken doğmuş oldun. O gece herkes ne yapacağını bilemez bir haldeydi. Bizi hem Onur'u arıyorduk. Hem Füsun'u hem de Ömer ve Tülay'ı. Ömer bizi arayıp her şeyi anlattığında ise vakit yoktu. Onur'un cesedini almaya gittiğimizde Tülay'ın daha önce karşılaşmadığımız bir dövmeye sahip insanlarla birlikte oradan ayrıldığını gördük... Takip ettik ama izini kaybettirdi." Orhan. Soluklanıp devam etti.

"Sadece yirmi dört saat sürdü bu yok oluş. Yine aynı dövmeli adamların yardımıyla hastaneye sızdı ve sen daha bir günlükken seni hastaneden kaçırdı!"dediğinde Orhan, ikisi de yaslandıkları yerden doğrulmuşlardı. İşte asıl kısma geliniyordu. Tülay Atılgan Castelli'nin ima ettiği şeylerin ne olduğunu merak ediyorlardı.


"Hasteneden seninle birlikte ayrıldıktan sonra eski bir at çiftliğine gitmiş. Orayı ateşe vermeden önce de babanı aramış ve bir cana karşılık bir can demiş sadece! Aklını kaybetmiş resmen! Astım hastası olmanın sebebi o! Tehdit dolu mesajlarda da bunu belli ediyor ama o öldü kızım! Seni de baban kurtardı. Sonrasında iki aile her yönden ayrıldı. Sadece biz görüşmeye devam ettik çünkü Tülay dışında kimsenin bir suçu yok!"dedi Ziya Atılgan.


Eliz dolan gözlerine hakim olmaya devam etti ve ayağa kalktı ama midesi bulanıyordu. Başı dönüyordu. Bu duyduklarını bir süre hazmetmesi gerekiyordu. Yine de dimdik durdu.


"Size kötü bir haberim var o halde..."dedikten sonra derin bir nefes aldı."Ölmemiş... Yaşıyor!"


"Buna imkan yok! O mektubu kast ediyorsan eğer biz onun ardından araştırma yaptık!"dedi Orhan Karayel.


"Eliz'i kaçıran kişi kendisini Tülay Atılgan... Castelli olarak tanıtmış kendisini!"dedi Toprak, Eliz'in yanına gelip ona destek olarak çünkü ayakta zar zor durduğunu biliyordu. Kendi içindeki öfkeyi tek durduran onun varlığıydı.


"Castelli mi?"dedi Orhan. Ziya hâlâ şok içindeydi.


"Biliyorum şu anda bu imkansız gibi geliyor. Geçmiş gitmiş olaylar... Bu oyların üzerinden yirmi yıldan fazla zaman geçmiş durumda. İnanması zor ama Eliz o kadını gördüğünü söylüyor... Belgelerin değişmiş olma ihtimali ya da öldü gibi gösterilme ihtimali çok yüksek..."dedi Toprak. İlk başta kendisi de inanmamıştı çünkü imkansızdı ama onların da amacının bu olduğuna emindi. Eliz'in önüne sürekli olarak çıkacaklardı ama kimse ona inanmayacaktı. Ve Toprak da buna izin vermeyecekti. O kadının yaşadığını kanıtlayacaktı.


"Dede... Siz eve geçin... O ölmedi. Bana kendini gösterdi. Beni vuran da oydu. Emin olmadan söylemek istemedim ama artık eminim..."dedi Eliz bitik bir şekilde. Çok yorulmuştu. Her anlamda.


Ziya Atılgan yerinden kalktı ve Eliz'in karşısına geldi. Elbette bu durumu bir anda kabul etmeyip araştıracaktı ama Eliz'in yanlış görmediğine inancı tamdı. Kızının şeytanla aşık attığına yirmi beş yıl önce görmüştü. Karşısına şu dakika çıksa yine de şaşırmazdı.


"Sana bir kez daha zarar vermesine izin vermeyeceğim kızım! Onun adına özür dilemek bile içimden gelmiyor ama sen yine de affet bizi!"dedi Ziya Atılgan ve onların bir şey demesini beklemeden çıktı evden. Bu durumda olduğu için bile nefret ediyordu kendinden. Onların yüzüne dahi bakacak hâlleri yoktu.


"Kendinize dikkat edin. Biz araştıracağız!"deyip koşar adım çıktı evden Orhan. Ziya'nın peşinden gidiyordu hatta ona yetişmesi gerekiyordu.


Toprak ve Eliz onların gittiğini çıkan araba sesinden anlarlarken Toprak konuşmuştu.


"Ailem adına özür di-"derken Toprak, Eliz onu susturmuştu.


"Ailen adına yapılan hiçbir şeyden sorumlu değilsin! Seni hiçbir şekilde suçlamıyorum."dedi Eliz ona doğru bir adım attı. Toprak ise amacını anlayıp geriledi.


"Ailen umurumda bile değil. Ben sadece gerçeklerin ortaya çıkmasını ve bu çilenin son bulmasını istiyorum! Bunları bir an önce unutmak istiyorum."dedi Eliz. Toprak koltuğa oturduğunda onu da aşağıya çekmişti.


"Ben de..."demişti Toprak.


"Herşey daha da karışıyor..."dedi Eliz alnını alnına yaslayıp derin bir nefes aldı.


"Bu anları bile bulamayacak gibiyiz..."


"Korkuyor musun?"


"Sadece seni kaybetmekten..."


"Toprak..."dedi Eliz. Her kelimeden etkilenmesi kendisinin değil Toprak'ın suçu olarak görüyordu.


" Sadece seni istiyorum Eliz. Ve senin de seveceğini düşündüğüm bir teklifim var..."


"Kesin kabul edeceksem neden soruyorsun?"


"Yine de senin ağzından duymak istiyorum..."


"Seni dinliyorum..."dedi Eliz gözlerini kapatarak. Tam olarak bu noktada dinleniyordu işte. Yatacak yeri olmasa bile Toprak'ın varlığı yetiyordu ona.


"İki hafta sonra değil de... Benimle yarın evlenmeye ne dersin?"dedi Toprak bir anda. Araya zaman girerse ortalığın karışacağı kesindi. Eliz duydukları şey ile gözlerini hızlıca açıp geri çekilmiş ve Toprak'ın ciddi olup olmadığını kontrol etmişti. Ciddi olduğunu anladığında ise saniye beklemeden cevabını vermişti.


"Bu fikir neden daha önce aklına gelmedi derim..."dedi Eliz ve Toprak'ın üzerine eğildi. Toprak'ta bu durumu zevkle kabul etti.


Yarın uyandıklarında ise ilk işlerinin ne olacağı belliydi...


Evleneceklerdi...


🖤🔥💙🔥🖤🔥💙🔥🖤🔥💙🔥🖤🔥💙


Soğuktan donmak üzere olan Yağız sıcacık battaniyenin altından tanımadığı iki kişiyi almak için gelmişti. İçinden Eliz'e her ne kadar karşı gelmek istese de ilk olarak yakasına her an yapışabilecek Asuman ve vicdanını sızlatan Alara faktörü bu isteğini yaptırmayan önemli durumlardan sadece iki tanesiydi.


Adım sesleri duyması ile yaslandığı yerden doğruldu ve gözlerini araladı. Karşıdan ona doğru gelen iki kişiyi görünce onlar olduğunu düşündü. Eliz'in tarifelerine de uyuyordu.


Daniel demişti. Uzun boylu, sarışın , Rus bir adam demişti.


Anna demişti. Siyah saçlı, Rus gibi görünse de aslında bir İngiliz demişti.


Tabi abisinin bu tanımları analiz edemeyeceğini de biliyordu ya. Yağız da pek takılmamıştı bu ayrıntılara. Eğer karşı tarafta Eliz'i tanıyorsa kendisini bulacaklarını biliyordu.


"Yağız Karayel..."dedi Anna aksanlı bir şekilde. Karşı karşıya durmuşlardı. Anna ve Daniel ona, Yağız ise onlara bakıyordu. Bakışları daha çok Anna'nın kömür karası gözlerinde oyalanırken sesinin hiç de yabancı gelmediğini fark etmişti. Ama üzerinde durmamıştı.


"Anna Rosenberg..."dedi ve başını çevirdi Yağız." Daniel Osthalia!"


" Biz seni tanıyoruz dostum... Rahat ol!"dedi Daniel ,Rusça, rahat bir ses tonuyla. Yağız için her şey o kadar da kolay değildi işte.


"Eliz seni bizi yerleştirmen için göndermiş olmalı..."dedi Anna , Türkçe bir şekilde. Yağız'ın bakışları onu bulduğunda ise Eliz'in dediği gibi Rus gibi görünüyordu. Eliz İngiliz olduğunu söylemese Rus sanardı. Aksanı Rus gibi görünmesine destek oluyordu.


"Sizinle yarın görüşeceğini söyledi ve o zamana kadar sizinle kalmamı istedi..."dedi Yağız. İşte bu noktada kafası allak bullak olmuştu. Neden onlarla kalması gerektiğini anlamıyordu!


"Sana anlatmamız gereken şeyler var demek ki!"dedi Daniel. O da Türkçe konuşmaya başlamıştı. Yürümeye başladılar. Anna , Yağız'ın kafa karışıklığını gidermek için konuya ufaktan giriş yaptı.


" Yer altı masasını duymuş olmalısın!"dedi Anna.


"Duydum çünkü kardeşim de o masada olduğunu iddia ediyor!"dedi Yağız sitem ederek. Buna hâlâ inanmıyordu. Daha doğrusu inanmak istemiyordu. Küçücük kardeşinin bir mafya olabileceğini düşünmüyordu.


Anna ve Daniel güldüler.


"Biz de o masaya dahiliz ki sizde... Eliz senin bizimle kalmanı isteyerek kafandaki yer altı masası ile olan kilitleri açmak istedi kısacası... Bu gece uzun olacak gibi ha Dani!"dedi Anna, Daniel'e omuz atarak. Tabi gram etki yaratmamıştı.


"Hem de nasıl..."dedi Daniel ve Yağız'ın ayarladığı araca bindi. Anna da hemen ardından bindi. Yağız ise sürücü koltuğuna geçmişti.


Yaklaşık on dakika süren sessiz bir yolculuğun ardından AkSa oteline geldiklerinden sorunsuz bir şekilde odaya yerleşmişlerdi.


Daniel kahve yapmak için mutfağa geçtiğinde Yağız ve Anna salonda yalnız kalmışlardı. Otel odasının iki artı bir evden farkı yoktu. Orhan Karayel otellerine çok önem veren bir insandı.


Daniel kahvelerle birlikte içeri girdiğinde Anna da telefonunu kapatıp kenara koydu. İçerideki garip sessizliğin gerici olduğunun hepsi farkındaydı ve buna bir son verilmeliydi. O yüzden bir yerden anlatmaya başladı.


"İsmimizi biliyorsun...Yer altına dair ne kadar şey bildiğini bilmiyorum ama sana en baştan anlatabileceğimiz uzun bir süremiz var... Roseline Rosenberg'in kızıyım."dediğinde Anna , Yağız gizleyemediği şaşkınlık ile ona doğru dönmüştü." Evet... Böyle söyleyince biraz garip oldu ama olan bu. Dünyadaki teknoloji devinin kızıyım ve bir ajanım! Senin gibi... Sizin gibi!"dedi Anna.


"Beni ne kadar süredir tanıyorsunuz?"dedi Yağız. Mantıksız bir soru sorduğunun farkındaydı ama zaten depresyondaydı. Mantıklı düşünecek hâlde değildi.


"Eliz'i tanıdığımız andan beri hepinizin varlığından haberdardık. Siz farkında olmasanız da hep sizin bir adım arkanızdaydık!"dedi Daniel. Daha da kafasını karıştırınca ipleri Anna eline almaya karar verdi.


"Eliz'in Castelli gibi bir düşmanı olduğunu biliyorsun... Bu adam hepimizin canını yaktı ve en çok da Eliz'in!"dediğinde Anna, Yağız'ın kaşları çatıldı. Eliz'in tedavisiz anne olamayacağını bilmediği aklına gelince hemen toparlamaya çalıştı Anna. Pot kırmak istemiyordu.


"Eliz'in canını sizinle yakmak istiyor Yağız. Ben mesela bir Rosenberg değilim çünkü kayıtlarda soyadım farklı görünüyor. Sen Anna Rosenberg olarak biliyorsun ama onlar böyle bilmiyorlar. Roseline Rosenberg'in bir kızı olduğunu kimse bilmiyor çünkü bilinirse yaşatmazlar beni!"dedi Anna. Yağız ürperdiğini hissetmişti. Çok tehlikeli ipler üzerinde yaşadıklarını yeni yeni fark ediyordu.


"Neden?"dedi Yağız kaşlarını çatarak. Sonunda mantıklı konuşmaya karar vermişti.


" Çünkü onlar acı vermekten zevk alıyorlar. Eliz'e de acı çektirmek istiyorlar. Eliz hastanede kaldığı sürede kaç tane tehlikeyi geri çevirdik duymak istemezsin!"dedi Anna.


Yağız çok değil kısa bir süre öylece geçmiş zamanı düşündü. Anna'nın sesinin ve bakışlarının ona yabancı gelmemesi... İşte buna da bir cevap bulabilmişti sonunda.


"Yer altı masasından aldığımız emir ile buradayız. Çok değil sadece üç gün önce ülkeye geri dönmüştük ama yer altı dünyasında depremler patlak verdi. Konuları ise Roseline Rosenberg ve Ramiro Montenegro'nun , Eliz ile yaptıkları sözleşme oldu. Bu yüzden ikisi ceza alacaktı. Cezaları ölümdü. Ama bir şey oldu ve o masasan ölmeden ayrıldılar!"dedi Daniel. Yer altındaki olayları da ona anlatmaları gerektiğini biliyordu. Yağız'ı tam anlamıyla aralarına sokuyorlardı.


"Annemin kılına kimse zarar veremez!"dedi Anna nefretle. O durumu öğrendiği anda evi yerle bir etmişti. Dimitris ve Daniel onu zar zor tutmuşlardı.


Yağız ise duyduğu şeylerin ağırlığı yüzünden ne kadar da bo.. battıklarını bir kere daha anlamıştı.


"Sakin ol kardeşim! Kimse zarar veremez annene!.."dedi Daniel. Dimitris yanlarında olsaydı onu durduramama ihtimalini düşünmezdi ama yoktu. Bir şey olursa durduramazdı onu.


"Plan ne?"dedi Yağız konuyu başka bir yere çekmek için.


"Sizi korumak! Savaş kapıya dayanmışken bir kayıp vermemek tek amacımız!"dedi Anna.


" Nasıl koruyacaksınız? Kuruma giremezsiniz!"dedi Yağız kendinden emin bir şekilde.


"O kısmı Lorenzo hallediyor!"dedi Daniel.


"Lorenzo da mı yer altından?"dedi Yağız. Artık şaşırmak istemiyordu ama buna mecbur kalıyordu.


"Tam değil! Ama ekipten... Castelli tarafından kuruma yerleştirildi ama bize çalışıyor. Nisan gibi düşün. Leonardo ile yaptığı evliliğin amacı İtalya kurumuna sızmaktı. Öyle de oldu."dedi Anna.


"Nisan demişken! O kısımda işler nasıl ilerliyor?"dedi Yağız. En son hastanede görmüştü ki onda da perişan haldeydiler. Tek o değil herkes öyleydi.


" Nisan'ın bir oyun planladığına hepimiz hemfikiriz ama daha oyundan haberimiz yok! Eliz'in de haberi yok ama ilk ona söyleyeceği kesin!"dedi Daniel. Nisan'ın boş durmadığına emindi.


"Bilmediğin çok şey var ama genel olarak her şeyi sizi korumak için..."dedi Anna geri yaslanırken.


"Bundan sizin çıkarınız ne?"dedi Yağız. En çok da bunu merak ediyordu. Bu çıkar dünyasında hiçbir şey karşılıksız olmazdı. Biliyordu.


"İntikam..."dedi Anna. Daniel da onu tekrarladı.


Daniel'ın intikamı ailesinden uzak ve mahrum büyümesiydi. Castellilerin babasının canını her fırsatta yakmasıydı. Dimitris'in babasının öcünü almaktı amacı. Abim dediği kişiye açtıkları yaraydı intikamı.


Anna'nın intikamı gözünü kırpmadan canını vereceği Roseline olan bağlılığıydı. Tek nedeni bu değildi. Evsiz ! Yurtsuz! Ailesiz! Kalma ihtimalinin intikamını alacaktı bir gün.


O gece sabaha kadar konuştular.


Daniel ve Anna anlattı. 


Yağız ise sorguladı. 


Onlarda sıkılmadan usanmadan Yağız'ın bütün sorularına cevap vermişlerdi.


Gün ışığını perdeden içeri girmeye çalıştığında bile onlar uyanıklardı. Onların sohbetini bölen ise aynı anda ekranlarına düşen bildirim sesiydi.


Özel gruptandı.


" Saat on da... Beykoz'da... Siyah ve beyaz haricinde giyinip hazır olmanızı istiyorum!"...Eliz...07:23.


" Ne demek istiyor bu şimdi?"dedi Daneil.


"Umarım ayağının altına beni yazmak gibi bir salaklık yapmaz!"dedi Anna ciddi bir şekilde. Olayı çakmıştı ama Daneil ve Yağız anlamamışlardı.


"Beyaz ve siyah haricinde ne demek istiyor tam olarak?"dedi Yağız saf saf.


"Ha s.....! Ciddi mi bu?"dedi Daneil sonunda anlayarak.


"Ne oldu ya?"dedi Yağız ayağa kalkarken. Anna ve Daniel da kalkmışlardı.


İkisi de birbirine tedirgin bakışlar atıyorlardı. Yağız'ın Eliz'in üzerine çok düşkün olduğunu masada bilmeyen yoktu.


"Eliz... Beykoz'da derken demek istediği..."dedi Daneil ağzında gevelemeye başlamıştı . Anna devam etmeyeceğini bildiği için hemen olaya müdahale etti.


Pat diye söyledi.


"Evlilik dairesini kast ediyor! Evlencekler ve bizi de nikahına davet ediyor!"dedi Anna.


İkisi de Yağız'ın tepkisini beklediler.


" Hee... Ben de bir şey oldu sandım ya!"dedi Yağız ve geri yerine oturdu ama oturup kalkmasını bir olmuştu.


Daha jeton yeni düşmüştü.


"Ne demek evleniyor! İki hafta vardı hani! Kandırdılar beni!"dedi Yağız şaşkın ve yıkılmış bir şekilde.


"Evet öyleydi ama bir şeyler olmuş olmalı ki erkene aldılar!"dedi Anna sakinleştirici bir şekilde. Yağız'ın odağının kendisinde olmasını sağlamaya çalışıyordu.


" Her halükarda evlenecekler yani!"dedi Yağız bir umutla hayır desin istedi Anna'nın. Eli kalbindeydi.


" Gözlerinden bile aşk fışkıran iki insana hiçbir şey engel olamaz Yağız... Onların bu dünyada evlenmemesi benim aşka olan inancımı zedelerdi!"dedi Anna. Yağız her ne kadar karşı gelmek istese de bu konuda ağzını açtığında karşı tarafı yakıp geçiyordu ki karşısındaki daha yeni tanıştığı bir kadındı. Odunluk yapmamaya karar verdi. Bir de bu konuyu er ya da geç kabul etmesi gerektiğini de biliyordu.


"Hazırlanın gidelim! En azından bir açıklama yapmalı evlenmeden önce!"dedi Yağız dilinin ucuna kadar gelen bütün itirazları yutarak. Anna ve Daniel onun bu haline derin bir nefes alarak karşılık verdiler.


Onlar hazırlanırken Yağız onları sabırsızlıkla bekliyordu.


Daha doğrusu kendisine hakim olmaya çalışıyordu.


*****


Saat ona gelirken...


"Ay ben hâlâ evleneceğinize inanamıyorum! İlk benin adımı yaz ayağının altına olur mu?"dedi Alara. Mesajı ilk görenlerdendi. Uyku tutmamıştı dün gece ormanlarda olanlardan sonra. Mesajla birlikte hemen kalkıp hazırlanmış ve kimseyi beklemeden gelmişti. Eliz ve Toprak gruba mesajı attıklarında ise kapının önündeydiler.


"Dört kere yazdım... Yeter mi?"dedi Eliz. Alara'yı baştan aşağıya bir süzdü. Üzerindeki mavi elbisenin kısa olması ve havanın son derece soğuk olması yine Alaralığını konuşturduğunu gösteriyordu.


"Dört senin için uğurlu bir sayı... Bu senin nikahın... Bence bana uğur getirmeli!"dedi Alara ona sarılırken.


Eliz de ona sarılırken Alara'nın kendini kastığının farkındaydı.


"Sakın ağlama... Makyajın bozulursa karışmam!"dedi Eliz geri çekilirken. Alara dolmuş gözlerini hemen tavana dikti. Ağlamamalıydı. Bu sırada kapı açıldığında ikisinin de bakışları oraya döndü.


Gelen Doğukan idi. Sabahın köründe Eliz'in araması üzerine uyandığı için bütün aksiliği üzerindeydi. Bakışları ilk önce Eliz'in üzerinde gezindi. Eliz'e her zaman ayrı bir değer vermişti. Hiç kardeşi yoktu ama onu kardeşi yerine koymuştu hep. Üzerindeki beyaz elbise ile bir periden farkının olmadığını düşünürken bakışları Alara'yı bulduğunda kaşları çatıldı.

Alara'nın dolu ve kızarmış gözleri onu huzursuz ederken onlara doğru yürümeye başladı.


"Ben bir Toprak'a bakayım! En son Alp ve Kaan başını şişirmek üzereydiler. Alp onu almadan evden çıktığım için epey sinirliydi zaten."dedi Alara ve kaçar gibi odadan çıktı.


"Çok güzel olmuşsun!"dedi Doğukan, Eliz'e sarılırken.


"Teşekkür ederim... Seni aradığımda bana kızmamak için zor durduğunu anladım ama bunu haber vermesem daha büyük olay çıkarırdın!"dedi Eliz gülerek.


"Beni bu kadar tanıman beni bazen korkutuyor Eliz... Yanlış anlama ama bu ani evlilik kararının sebebi nedir? Toprak'ın iki hafta sonraya ayarladığını biliyoruz!"dedi Doğukan.


Eliz koltuğa oturup ona aşağıdan bakmaya başladı.


"Ölüm kalım dünyası Doğu... Yarına ne olacağı belli değilken ortalık epey karıştı. Sırlar bir bir aralanırken aramızdaki o boşluğu açmaya çalışan bir sürü şey ortaya çıktı. Çıkıyor da. Bu yüzden o boşluğu bir an evvel kapatmak istedim. O sadece teklif etti ve ben evet dedim çünkü ondan başka çıkış yolum yok... Sen de çıkış yolunu bulsan iyi edersin... Ayağımın altına adını yazdım! Dört kere ve bil bakalım kimin yanına!"dedi Eliz gülerek. Doğukan Eliz'in dedikleri ile donup kalırken kimin yanına adını yazdığını ufak bir düşündü ama Eliz'in, odaya girdiği andan itibaren kendisine olan imalı bakışları beyninde şimşekler çakmasına neden oldu. Üzerindeki ceketi düzeltip odağını değiştirdi ama yine kaçamadı.


"Ne ima ediyorsun sen?"dedi sert bir şekilde ama Eliz bundan etkilenmezdi. Biliyordu. Ayağa kalktı Eliz ve gözlerinin içine baktı.


"Sen bakışımdan bile demek istediğimi anladın. Saf ayağına yatma Doğu... İnsanlara yakın davranmayı sevmeyen sen ! Ben haricimde bir kadına daha yakın davranıyorsun! Ama bu seferki arkadaşlıktan öte... Farkında değil miyim sandın?"


Doğukan derin derin yutkunurken Eliz devam etti. Haklı olduğunu biliyordu.


" Sanırım bu çöpçatanlık bizim aile genimiz olmalı... Bu özelliğim dedeme çekmiş olabilir!"


"Olabilir mi?"


"Tamam... Direkt olarak olmuş. Onun üzülmesine dayanamam... Senin üzülmene de dayanamam... Bu yüzden ya iki yetişkin iki konuşup anlaşın ya da çocuk gibi kavga edip bir ortak yol bulun! Yöntemi size bırakıyorum ama sana bir güvence veriyim mi? Sen yüksek ihtimalle aklındaki o ihtimalden dolayı emin olamıyorsun. Tanıyorum seni. Biliyorum içini. Kalbini. Kırgınlığının olduğunu ama Doğu sana daha önce hiç vermediğim kadar emin bir şekilde söz verebilirim ki o sana tutulduysa seni bırakacak son insan olur. Biraz inatçıdır. Vurdumduymazdır. Ama aslında en çok düşünen de odur. Konuşmayı sever senin aksine ama bütün bunları kendini korumak için yapar! Anladın mı beni?"dedi Eliz gülerek. Doğukan'ı köşeye sıkıştırmıştı.


"Maalesef!"dedi Doğukan büyük bir feryat içinde. Eliz kahkaha atıp ona sarılırken kapı büyük bir gürültüyle açıldı.


"Oh... Daha evlenmemiş şükür!"diyerek Eliz'e sarıldı Yağız. Doğukan, Yağız'ın üzerlerine doğru geldiğini gördüğü anda geriye çekildiği için ezilmekten kurtulmuştu. Onun ardından içeriye Yiğit girdi. Sonrasında ise Daniel ve Anna. Anna ve Daniel girişte herkes ile küçük bir tanışma faslı gerçekleştirmişlerdi ama bu çok kısa olmuştu.


"Abi!!!"diyerek nefes almaya çalıştı Eliz.


"Hani iki hafta sonra evleniyordun? Benim yüzümden mi erken evleniyorsun?"dedi Yağız. Engel olmak istediği için erken evlendiğini düşünmüştü yol boyunca. Ondandı bu acelesi.


"Hayır! Sen istediğin kadar engel olmaya çalışsan da bana kıyamayıp yanımda durursun! Bunu bilmiyorum ve bunun nedeni sen değilsin! Biz zaten evlenecektik ama düşmanlarımız harekete geçiyorlar abi! Bizi ayırmak isteyecekler! Araya mesafe sokup bu evliliği engelleyecekler çünkü ikimizde varisisiz. Varis evliliği demek güç demek! Kimse bu gücün ortaya çıkmasını istemez!"


"Kimse de size zarar veremez!"dedi Yağız, Eliz'i kendine çekip tekrardan sarılırken. Herkes Yağız'ın bu hareketlerinden sonra rahat bir nefes almıştı.


"Dedeler geldi!!!"diyerek Alara içeri girdi. Dedelerin geldiğini haber vermek için gelmişti ki bu kalabalık ile karşılaşmak onun için de sürpriz olmuştu.


Yağız yine duygusal duygusal triplere girerken odadaki herkes Eliz'e teker teker sarılıp tebrik etmişlerdi. Sonrasında onu odada yalnız bırakıp çıkmışlardı.


*****


Eliz Erçil Karayel...


Ne hissetmem gerekirdi?


Bilmiyorum.


Tek hissettiğim heyecan!


Nasıl davranmam gerekiyordu?


Bilmiyorum.


Ağlamamam gerektiğini biliyordum sadece.


Derken kapı açıldı. Bu sefer beklediğim kişi gelmişti. Üzerindeki simsiyah takım elbisesi ile heyecanıma heyecan katıyordu. Kalbim zaten düzensiz atıyordu. O daha da zorlaştırıyordu işleri.


Kelimenin tam anlamıyla nefes kesiciydi!


O da benim gibi donup kalmıştı.


Yaklaşık üç saattir buradaydık ama üç saattir ayrıydık. Mesajı attığımız gibi Alara üşümüştü tepemize. Bizi ayırmış ve ayrı ayrı hazırlanmamız gerektiğini söylemişti. Nikahtan önce gelini görmenin uğursuzluk getireceğini düşünüyordu. Ona kalsa bir hafta görüşmeyecektik. Yine dertliydi ve abartıyordu ama abartmasa da o bizi hafta gibi uzun bir süre ayrı bırakamazdı.


İzin vermezdim. Vermezdik.


Yedi gün... 168 saat...


Mümkünatı yok!


"Çok güzel olmuşsun..."dedi heyecanı sesinden belli oluyordu.


Üzerimde yere kadar uzanan beyaz bir elbise vardı. Gelinlik değildi. Ben istememiştim çünkü gelinliği düğünümde giyecektim. Her şey bittiğinde bir düğün yapacaktık. O yüzden her şeyin bitmesi için elimden geleni yapacaktım. O da geri durmayacaktı.


Yanıma gelip ellerini belime koyup beni kendine çektiğinde her anlamda nefesim kesilmiş olabilirdi.


"Başıma belasın..."dedi zevk dolu bir sesle.


"Sen de öylesin... Düğünümüzde sana takım elbise giydirmeme kararı aldım. Seni kimseye kaptıramam!"dediğimde güldü ve yanağıma sert bir öpücük kondurdu.


"Güzelim zaten evli olmuş olmuyor muyuz?"


"Olabilir ama... Offf... Ne zaman kıyılacak bu nikah? Çok gerildim!"dedim. Acayip derece de gergindim ve kötü bir şey olmasından korkuyordum.


"Normalde on dakika önce bizi almaları gerekiyordu ama bizden önceki çiftin işi uzamış öyle dediler."dediğinde yüreğim ağzımda dinlemiştim onu.


"İyi bari..."dedim kendimi kötü bir şey olmayacağına ikna etmeye çalışıyordum. O sırada dediği şeyler ile ne yaptığımı bile unutmuştum.


"Eliz... Karım oluyorsun..."


Ben de durmadan cevabını verdim.


"Sen de benim kocam oluyorsun..."


"Ben de nikâh sahidiniz!!!"diyerek anımıza karabasan gibi çöken Alp yine sinirlerimizi bozmuştu.


"Dua et bugün evleniyorum yoksa seni kimse elimden alamazdı! Abilerinden çok sen uğraştın be bizimle!"dedi Toprak sabrının son demlerini kullanarak.


Haklıydı. Her anımızda vardı.


Kapıdan kovsak bacadan! Bacadan kovsak camdan giriyordu ama ben de biliyordum yapacağımı. Bir evleneyim! Ona rahat yüzü yoktu.


"Vakit geldi kuzimmm! Canım eniştemmmm!"dedi uzata uzata.


Ona göz devirip el ele çıktık odadan.


"Niye yağ yakıyor bu?"dedi Toprak ters bakışlar gönderiyordu Alp'e. Alp ise ona öpücük yolluyordu.


"Ayağımın altına adını yazdırdığından beri böyle!"dediğimde daha fazla konuşamadan gelmiştik salona. Ekibim buradaydı. Beni şaşırtan ise yer altı ekibinin ve Nisan'ın da burada olmasıydı.


"Nasıl? Sabah haber verdik!"dedim kısık sesle. İki buçuk üç saatte burada olmalarına imkan yoktu. Çünkü herkesin aynı saatte görmediğine emindim.


"Hepsine sabah değil... Ben birkaçına dün gece haber verdim!"dedi Toprak.


İşte bir cevap bütün bu olanları açıklıyordu.


"Beni uyutup arkamdan iş çevirdin yani!"dedim.


"Seni uyuttum ama arkandan iş çevirmek sayılmaz bu! Sen mutlu ol diye yaptım. Nisan'ın burada olmasını herşeyden çok istediğinin farkındaydım Eliz!"dedi Toprak.


Böyle düşünceli davranması...


Düşündüklerimi ve istediklerimi ben söylemeden hissetmesi...


Kalbimi kaç kere fethedecekti?


Masanın önüne geldiğimizde sandalyemi çekti. Hemen oturdum tabi. Sonrasında o da yanıma oturunca seyircilere göz attım hemen.


Nisan, Leonardo'ya yaslanmış bizi izliyordu. Ağlamış gibiydi. İyice sulu göz olup çıkmıştı. Uzak mesafe bize yaramamıştı ama o Leonardo ile mutluydu. Hem de hiç olmadığı kadar.


Lorenzo ise Büşra ve Alp'in arasına geçmiş bizi çekiyordu. Boy boy fotoğraflarımız çıkacaktı yakında. Biz istediğimiz zaman gerçekleşecekti. Tam da onların beklemediği bir anda yapacaktık o haberi.


Alp somurtuyor , Büşra ise gülmemek için zor duruyor gibiydi.


Riccardo ve Olivia yoklardı. Anlaşılan onların İtalya'da kalmaları gerekmişti. Gelmeselerde olurdu. Ben onların hep yanımda olduklarını biliyordum ya. O bana yeterdi.


Libby ve Lucas her zaman ki yan yana gayet de uyumlu bir şekilde bize bakıyorlardı. Libby'nin , Lucas'ı evlenmek konusunda darladığına kalıbımı basardım. Lucas da aynı abilerim gibiydi. Tipik bir abi örneğiydi. Dünyanın neresinde olursa olsun değişmiyordu.


Roseline ve Ramiro , Ostroverkhov ile bitirlikte yan yana oturmuşlardı. Gülümseyerek bize bakıyorlardı.


Dedeler ise bizim eserimiz der gibi gururla bize bakıyorlardı. Sanırım onlarda artık yer altı ekibimden haberdar olmuşlardı. Ya da biliyorlardı. Bilmiyorum ama öğreneceğime emindim.


Abilerimi hâlâ efkarlı olsalar da bir yandan da mutluydular.


Kaan ve Emel koyu bir sohbetlerdi. Hayır! Kaan konuşuyor Emel ise dinliyordu. Alev ise abilerim ile dalga geçer bir hali vardı. Alara bizim fotoğrafımızı çekerken onun hemen yanındaki Doğukan küçük bir tebessüm ile bakıyordu bize. Onu çoğu zaman gülerken görmek zordu. İşkence zamanları hariç.


Anna ve Daniel ise telefonlarından bir şeyler ile uğraşıyorlardı.


"Neden başlamadık?"dedim. Toprak da tedirgin olmuş olacak ki bakışlarını bana çevirdiği sırada kapı büyük bir sesle açıldı.


Hayır..!


Ses kapıdan değil elinde mikrofonla içeri giren cıvık yumurtadan geliyordu. Herkesin aklını başından alırken o şarkı söyleyerek geliyordu ki en sonunda bizim frekansa geçiş yaptı.


"Seni bu mutlu gününde yalnız bırakacağımı sanmadın değil mi? Eksikliğimi hissettiğini biliyorum."dedi Dimitris. Hissetmemiştim ama bunu söyleyerek ortalığı karıştırmak istemiyordum.


O...Yine cıvıklık! Gıcıklık! Yapacak bir yer bulmuştu kendine.


"Dimitris Osthalia da geldiğine göre başlayabiliriz!"dedi nikah memuru.


Bir dakika!


Bir dakika!


BİR DAKİKA!


Ben! Deminden! Beri! Bu! Cıvık! Yumurta! Yüzünden! Mi?! Bekliyordum?!


"Nasıl yani? Açıklar mısınız lütfen! " dedi Toprak benim yerime. Çünkü ben ağzımı açsaydım o sorunun haricindeki her şeyi sorardım. Bunu bilen canım sevgilim ki Dimitris yüzünden gecikmeli kocam, araya girmişti hemen..


"Şöyleki Dimitris Osthalia dün gece yarısından sonra bizim müessesemize bir rica da bulundu ve kendisini Eliz Hanım'ın nikah şahidi olacağını belirtti ki bizde kabul ettik. Kendisi trafiğe takıldığı için de sizi bekletmek zorunda kaldık. Dilerseniz hemen geçelim!"dedi kadın.


Sinirden gözlerim dönmeye başlamıştı.


"Ben bu sarışın yüzünden mi kuzimin nikah şahidi olamadım yani! Boşuna mı uğraştım ben?"dedi Alp koltuğa kendini bıraktı.


"Şahitleri alalım!"dedi kadın gülerek. Deli olduğumuzu düşünüyor olabilirdi zira benim delirmeme ramak kalmıştı.


Dimitris aheste aheste geldi ve oturdu hemen yanıma.


Nasıl baktığımı bilmiyordum ama bana öpücük atarak başka tarafa bakmaya başlamıştı. Yüzümde patlayan flaşlar ile bu anların ölümsüzleştiğini biliyordum.


Bildiğim bir şey daha vardı.


Onun bacaklarını kıracaktım.


Çıkışta ilk işim onu eşek sudan gelinceye kadar benzetmek olacaktı ki sevgili müstakbel eşimde aynı şeyi düşünüyordu.


Bir an önce kocam olması gereken konular vardı!


Toprak'ın şahidi ise Libby olmuştu.


"Evet... Şahitler de geldiğine göre!"


"Biraz hızlı mı olsanız ?"dedi Toprak.


"Kısa kesip sadede gelelim!"dedim.


"Babam bunları görse duysa hık diye gitmişti!"dedi Yiğit abim bağırarak. Göz devirdim.


"Annemin direkt bu tabloya hık diyecegine eminim!"dedi Alev de. Onu da net bir şekilde duymuştum.


Sanırım kaynanam ile başa baş bir mücadelemiz olacaktı.


"Evet... Nikah dairemize evlenmek üzere başvuruda bulunmuşsunuz! Siz Eliz Erçil Karayel... Hiçbir baskı ve zorlama altında kalmadan Toprak Atılgan'ı eşiniz olarak kabul ediyor musunuz?"


Saniye beklemedim. 


Şu ana kadar çok bile beklemiştim!


"Evet! Sonsuza kadar... Ölene dek!"dediğimde herkes alkışlarken yanımdaki mayası bozuk hamur konuştu.


"Az ağırdan satsana kız! Hiç mi öğrenmedin benden?"


Duymamış gibi yaptım.


"Siz Toprak Atılgan, Eliz Erçil Karayel'i eşiniz olarak kabul ediyor musunuz?"


"Evet... Sonsuza kadar... Son nefesime kadar!"dediğinde herkesten tekrar bir alkış tufanı yükseldi.


"Siz de şahit misiniz?"dedi memur gözde şahitlere dönerek.


"Hayır dersem ne olur tam olarak?"dediğinde Dimitris tüm sinirimle ona döndüm. Kısık sesle konuştum.


"Gebertirim seni!"


"Tehd-"derken Dimitris, Libby onun ağzını elleriyle kapattı.


"Şahidiz!"dedi otuz iki diş sırıtarak.


Hemen imzayı atıp Toprak'a verdim defteri. O sırada Alara bana bağırıyordu.

Ona baktığımda bir anda Doğu'nun ayağına basınca mesajı anladım ama olan Doğu'ya olmuştu. Toprak'ın ayağına yumuşak bir şekilde basarken Dimitris'in imzayı atmasını bekleyip onunkine tüm gücümle basmıştım.


"Bana değil ya! Bu kız niye hep ters!!!"dedi Dimitris acı içinde. Umurumda bile olmadı.


"Ben de belediyemizin..."ve Dimitris'in... Neyse!


"Bana vermiş olduğu yetkiye dayanarak sizleri karı koca ilan ediyorum!"dediğinde memur tekrardan bir alkış tufanı koparken evlilik cüzdanını almıştım elime.


Artık evliydim.


Hem de hayatımın aşkıyla... Kalbimin tek sahibi olabilecek insanla.


Herkes teker teker sarılıp bizi tebrik etmişlerdi. Oradan çıkmamış epey uzun sürerken en sonunda bir kafeye gitmeye karar vermiştik. Dedelerin ortak kafelerinden birisine gitmiştik.


Yer altı ekibinden Libby, Lucas ve Dimitris haricindekiler dönmüşlerdi. Anna ve Daniel zaten buradalardı. Nisan ise bana gitmeden önce çok önemli olan o bilgiyi vererek gitmişti. Onunla vakit geçirmemiştim çünkü İtalya kurumunda sıkı kurallar koyulmaya başlanmıştı. Dikkatleri daha fazla üzerlerine çekmek istemiyorlardı.


Dedeler bizimle özel olarak konuşacaklarını belirterek yanlarına Alara ve Doğu'yu da alarak gitmişlerdi. Sanırım bir işler karıştırmışlardı ve anladığım kadarıyla konseye hesap vermeleri gerekiyordu.


"Masadan bir kişi da ayrıldığına göre sırada kime şahit oluyorum bakalım?"dedi Dimitris sırıtarak. Masanın altından ona tüm gücümle tekme attım.


"Bacaklarımı sal artık ya!"dedi acı içinde. Morardıkları kesindi.


"En azından bacaklarına yapıyorum. O yüzünü dağıtmamı istemiyorsan çeneni kapalı tut!"dedim ters bir şekilde. Sonrasında eski ponçikliğime geri döndüm.


Onun yüzünden bir an için evlenemeyeceğiz sanmıştım. Aklım çıkmıştı.


"Ben de sinirliyim sana! Senin yüzünden şahit olamadım!"dedi Alp büyük tribiyle Dimitris'e dönerek.


"Lan oğlum hadi bana sinirlisin de tek Eliz'in mi şahitliği vardı! Çok istiyorduysan şahit olmak! Toprak'ın şahidi olsaydın!"dedi Dimitris okları kendinden uzaklaştırarak.


Bakışlar artık kocam olan beyefendiye döndü.


"Sen her dakika bizi baltalarken bir de hayır deme riskini göze alamazdım. Kusura bakma... Ya da bak umrumda bile değil Alp!" dedi Toprak. Herkes gülmemek için zor duruyordu.


"Kimlerin isimleri silindi acaba?"dedi Emel bir anda aklına gelen şey ile.


En azından konu değişmişti ama ben hâlâ Dimitris'i öldürmek istiyordum.


Hepsi bir anda hevesle bana bakınca daha fazla dayanamayıp ayakkabılarımı çıkardım ve altlarına dörder kez yazdığım isimlerden kimlerininkinin silindiğine baktım. Onlar benim söylememi bekliyorlardı. Benimle birlikte sadece Toprak görüyordu silinen isimleri.


"Kimin silinmiş kız? Çatlatma adamı!"dedi Dimitris ona göz devirip söylemeye başladım.


"Alara'nın..."dediğimde Alp hemen bir biliyordum gibisinden mırıldandı. Onun hemen yanında yazan Doğu'nun da isminin silindiğini söylemedim ama bunun bir işaret olduğu kesin gibiydi.


"Emel..."dedim. 


"Yaa..."dedi hemen Emel.


"Kim o yaaa?"dedi Alp sırıtarak. Emel kızgın bakışlarla ona bakarken ben devam ettim.


"Bak buna şaşırdım işte!.. Lucas!"dedim.


"Ne? Benden önce evlenemezsin duydun mu beni!"diye parladı hemen Libby.


"Beni niye yazdın ki? Ben inanmıyorum öyle şeylere hem!"dedi Lucas. Pek de memnun olmamıştı ama olan olmuştu. Onun ismi silinmişti.


"Yağız... Abi! Sevgilin var da bizim mi haberimiz yok?"dedim hemen. Böyle bir şey olursa o zaman taş üstünde taş bırakmazdım! Abimin adının silinmesi bana da sürpriz olmuştu.


"Yanlışlıkla silinmiştir!"dediğinde hepimiz ona güldük. Hâlâ depresyondaydı. Alara ise bu sefer alttan almıyordu. Sanırım gerçekten çok incinmişti.


İncelemeye devam ettim.


"Alev... Sanırım çifte düğün yapar gibiyiz!"dediğimde yüzünü buruşturdu hemen.


"Yağız'a katılıyorum..."dedi bir de. Yine güldük. Toprak ise bu durumdan epey bir mutluluk duyuyordu. İkizini kolay evlendirmeyecek gibiydi ve ben görümcemin mutluluğu için her şeyi yapacaktım.


"Orada kıyıda köşede kalmış bir Alp olabilir mi?"dedi Alp hevesle.


"Bakayım kalmış mı?"dedim hemen.


İsmi silinmeyen yazdıklarımın içerisinde Daniel , Alp, Büşra, Libby , Yiğit abim ve Dimitris başı çekiyorlardı.


"Kaan ve Anna da silinmiş ama kalanlar! Üzgünüm..."dediğimde en çok efkarlanan ve olay çıkaran Alp oldu.


"Düzgün basamamış! Saymam ben!"dedi ve devam etti Alp." Tekrar evlenin!"dediğinde gülmeye başladım. Toprak ise oflamaya.


"Bana ne ya? Evlenin işte bir kez daha! İsmimin silinmesi gerekiyor tamam mı? Sonsuza kadar tek yaşamak istemiyorum!"dedi Alp.


"Sanırım beddualarımız tuttu karıcığım..."dedi Toprak kulağıma. İçim bi kıpır kıpır oldu böyle karıcığım diyince.


Alp hâlâ ortalığı karıştırmak ile meşguldü.


"Saat geliyor... Bize müsaade!"dedi Lucas bizi tekrardan masadaki sohbete döndürerek.


Hepimiz ayaklandık onun dediklerinden sonra.


"Bir şey olduğunda bana haber edin... Zaten fazla ayrı kalmayız gibi."dediğimde Lucas ve Libby'e sarıldım.


Bunlarda hayatımda olan bir diğer ikizlerdi. Şu ana kadar tanıdıklarımın arasında daha garip bir yerleri vardı bende.


"Emredersin kraliçem..."dedi Libby.


"Ölüm kalım dünyası diyorum... Bence barışabiliriz..."dedi Dimitris bana doğru gelirken. Tabii ki bu ihtimal yüzünden onunla küs kalamıyordum.


O her ne kadar inanmasa da yarın öbür gün ölüp kalınca hesap sorabilirdi bana küstüm diye. Her şeyi sağlama almak gerekiyordu.


"Bu seferlik öyle olsun bakalım..." dedim sarılırken.


"Sanki bunu daha öncelerinde de demiştin!"dedi geri çekilirken.


Omzuna vurduğumda gülmeye devam etti. Herkesle vedalaştıktan sonra Alev, Kaan ve Büşra'yı Lucas ile Libby bırakmaya karar verirken Emel, Alp ve Yiğit abimi Dimitris eve bırakacaktı.


"Beni yine neden tutsak aldığını öğrenebilir miyim?"dedi Yağız abim. Yağmurda ıslanmamak adına kuruluğun altında arabaların gelmesini bekliyorduk.


"Sen, Anna ve Daniel ile kalacaksın. Onlar bana haber verirken sen de ekibe haber vereceksin... Bana biraz yardımcı olman gerek abiciğim... Maalesef ki mayoz bölünme ile çoğalma gibi bir özelliğim yok!"dedim ve yanağından makas aldığımda arabalar gelmişlerdi.


"Üçünüz de birbirinize emanetsiniz!" dedim.


"Kurum?"dedi abim.


"Gizli göreve çıkardım bile seni!" dediğimde sırıtıyordum ki Toprak elimden tutarak beni arabaya yürütmeye başladı.


Arabaya bindiğimizde onlar çoktan yola çıkmışlardı. Abimi boşuna onların yanına göndermemiştim ve onlarda boşuna buraya gelmemişlerdi. Bizi koruma adı altında yapılacaklar listesi epey bir kabarıktı.


"Nereye gitmek istersiniz sevgili karıcığım?"dedi Toprak. Bana her zaman karıcığım diyecekse ben tamamdım.


"Bu karıcığın çok yoruldu. Kuruma da gitmek için zaman epey bir geç oldu!"


"O hâlde evimize..."


"Evimize..."


💙🖤💙🖤💙🖤💙🖤💙🖤💙🖤💙🖤💙


Yazardan...


" Dün gece saatlerinde ikinizin yetmiş altıncı bölgede bulunma sebebi neydi?"dedi konsey üyelerinden bir ajan.


Dedeler ve diğer kuruculardan sadece bir iki kişi vardı. Çok kalabalık bir ortam değildi ama yine de gericiydi.


Alara tam ağzını açıp konuşacakken Doğukan onun konuşmasına izin vermeden hemen konuştu.


"Ben yanlışlıkla yönlendirdiğim için orada bulundu ve tuzağa yakalandı. Alara'nın bir suçu yok..."dedi Doğukan tüm suçu kendi üzerine aldı.


Alara donup kalırken o bir şeyler daha demişti ama Alara algılayamamıştı. Doğukan'ın hareketlerine artık bir anlam veremiyordu. Bir iyiydi bir kötü. Bir vardı yanında bir de yoktu yakınında. Yokluğunda içinde oluşan dürtüye ise sinir oluyordu artık. Yanlış düşündürdüğünü düşünüyordu.


"Yani Alara Gümüş Karayel'in suçsuz olduğunu söylüyorsun!"dedi ajanlardan bir diğeri.


"Evet!"dedi Doğukan. Alara sadece başını sallıyordu.


"Sizi tekrar çağıracağız... Durum cezaya kadar verme aşamasında bilginize... Hareketlerinize dikkat edin!"dedin ajan.


Cümle biter bitmez Alara çıkmıştı hemen odadan peşinden de Doğukan. Dedelerin onlara ceza vermeyeceği kesindi ama yine de gözlem kararı çıkarmazlarsa bu durum dikkat çekerdi diğer çalışanlar tarafından.


Alara beynindeki karmaşaya son vermek için Doğukan ile konuşmaya karar verdi ama etrafının gereğinden daha kalabalık olması burada konuşmamaları için bir nedendi.


Alara hemen iki adım ötesinde geçen gün arka bahçede konuştuğunu gördüğü kişiyle yine onu konuşurken görünce saniye beklemeden yanına ulaştı ve koluna dokundu.


"Gelsene benimle..."dedi. Doğukan koluna dokunan ele bakarken bir şeyin de testini yapıyordu kendi içinde.


Damla ise Doğukan'ın kendisine davrandığı gibi davranmasını beklerken Doğukan onu şaşırtan bir şey yaptı. Bu durum onun öfkeden kudurtmaya da yetti.


"Gidelim..."dedi Doğukan.


"Biz konuşuyorduk!"dedi Damla isyankar bir sesle. Alara'nın, Doğukan'ın kolunu tutması ise daha da sinirlerini hoplatıyordu.


"Önemli bir konu muydu?"dedi Alara ve Doğukan'a baktı. Sonra Damla'ya döndü." Değil demek ki... Sonra konuşursunuz!"dedi Alara ve yürümeye başladı. Hemen ardından da Doğukan.


"Doğukan..."dedi Damla.


"Sonra..."dedi Doğukan ve Alara'yı takip etti.


Damla ise arkalarından sadece sinirli sinirli bakakalmıştı." Bu burada bitmedi!"deyip onların tersi yönde ilerlemeye başladı.


Arka bahçeye kadar ikisi de sus pus ilerlediler. Alara bahçeye çıktığı gibi hemen konuşmaya başladı.


"Bu da neydi şimdi?"dedi Alara arkasındaki Doğukan'a dönerek.


"Seni korumak içindi!"dedi Doğukan.


İşlerin kızışacağı kesindi!


Kurumun arka bahçesinde kavga edecek olmaları ne kadar doğruydu.


Neyseki etrafta kimse yoktu.


Çünkü bu yağmurun altında aklı olan kimse beklemezdi. Onların olayı farklıydı tabi.


"Sence senin korumana ihtiyacım var gibi mi duruyorum oradan bakınca!"diye bağırdı Alara. Yağmur sesini bastırıyordu. Sinirle ona doğru bir adım attı. Aralarında bir adımlık mesafe vardı.


"Korumak istedim ve korudum. Buna ihtiyacın olup olmaması umurumda bile değil!"dedi aynı şekilde Doğukan.


"Neden? Neden istedin beni korumak?!"dedi Alara. Üzerindeki ince elbiseye rağmen içi yanıyordu bu soğukta.


Doğukan sustu. 


Cevap vermedi. Dilinin ucuna kadar gelen bütün kelimeleri tek tek yuttu.


Alara böyle olacağını bildiğinden bir kilit daha vurdu kendine. Acı bir gülümseme belirdi dudaklarında.


"Bilmiyorum..."dedi Doğukan ama beklenilen cevap bu değildi. Alara'nın sinirlerine hâkim olmasını ise kimse isteyemezdi.


"Öğren öyle gel o hâlde Doğukan! Öğrenip gel!"dedi Alara sinirle. Devam etti.

" Bana bak!"dediğinde Doğukan zaten ona bakıyordu hem de uzunca bir süredir.

" Hayatımda bir belirsizliği daha kaldıracak gücüm yok! Anladın mı beni? Ya net ol ya da yok ol!"dedi Alara ve yanından geçerek kuruma yöneldi.


"Sen belirsiz değil misin? Biliyor musun? "dedi Doğukan arkasından. Alara'nın adımları ve derin bir nefes aldı.


" Maalesef ki evet... Lanet olsun!Bilmesem sana bu kadar değer vermezdim!"dedi Alara ona dönerek. Yağmur artık üşütmüyordu. Tek istediği karşılık bulmaktı ama o da olmayacak gibi görünüyordu.


"Nasıl emin oldun? Öyle mi gerçekten?"dedi.


Belki de aynı şey hakkında konuşmuyoruz dedi içinden Doğukan.


İhtimaller ve gerçekler...


Bilmezlikten geliyor dedi Alara içinden.


"Öyle ama tek yönlü olunca pek bir anlamı kalmıyor..."dedi Alara bakışlarında gizleyemediği duygular ile devam etti." Ya öyle olacaksın ya da böyle... Kararını vermelisin..."dedi Alara ve bu sefer içeri girene kadar durmadı. Kalbindeki kırıklar artıyordu ve bu kırıkların bir gün kalbini tamamen patlatacağını biliyordu.


"Tek yönlü değil..."dedi Doğukan fısıldayarak.


Alara çoktan gitmişti...


Alara ve Doğukan hakkında ne düşünüyorsunuz? Sizce Doğukan konuşmaya karar verecek mi?


Dedeler Tülay Atılgan Castelli'nin yaşadığını öğrendiler. Peki bundan sonra nasıl bir yol izleyecekler?


Haftaya görüşmek üzere...


Alıntıları takip etmek için

Instagram ~ biraksamsefasitohumu


Loading...
0%