Yeni Üyelik
36.
Bölüm

36. Bölüm~ İntihara Ramak Kala...

@feusa

♪ Selin ~ Farkında Değildin


Bir kaç saat önce...


Alara Gümüş Karayel'den...


Yağmur sesi...


Dalga sesi...


Mis gibi deniz kokusu...


Ve...


Sessizlik...


Huzur?


Gramı yoktu. 


İçimdeki yangını söndürecek tek şey bir nedendi. Hâlâ bir umudum vardı. İki haftadır kaldığım ve zamanında neden aldığım diye düşündüğüm bu yazlık neler görmüştü neler...


Elimdeki telefon sürekli çalıp duruyordu. Evde sinyal saptırıcı vardı. Eliz'den birazcık yardım almıştım bu konuda. Aylardır kaldığı o evi bulamadıysak bunun sırrı da bu saptırıcıydı.


Arayan Yağız idi. Ondan önce Kaan , ondan da önce Dimitris aramıştı.


Yağız kalbimi kırmıştı ama onun verdiği zarar şu ankilerin yanında devede diken kalıyordu yani. O da neymiş diyordum geriye dönüp bakınca ama...


Affetmiştim onu...


Yine de her dakika arıyordu. 


Kaan ise genelde Emel ile arıyordu. Ağzımdan laf almaya çalışıyorlardı yerimi bulabilmek için ama elbetteki başarısız oluyorlardı. Her aradıklarında başka bir ülkeyi anlatıyordum.


O kadar dizi , film boşuna izlememiştim elbet. Bir işe yaraması gerekiyordu.


Dimitris ise... Numaramı nereden bulmuştu bilmiyorum ama her dakika arayan da oydu. Bir iki kere açmak gibi bir hata yapmıştım. Neyse ki telefonu iki saati geçince otomatikman sonlandırıyordu sohbeti yoksa bütün gün konuşurdu.


Yağız'ın aramasını da meşgule atıp terasıma çıktım.


Elimdeki içecekleri ve bardağı bir kenara koydum ve yağmurun altına oturdum. Sağanak değildi ama ıslatmaya yetiyordu.


Keşke söndürmeye de yetseydi.


Rehberde babamın isminin üzerine geldiğimde arayıp aramama konusunda kararsız kaldım.


Yüzleşmekten korkuyordum.


Bunca zamandır annesinin yaşadığını bilip yine de benden uzak kaldıysa? Ne yapardım? Nasıl kaldırılırdım bunu? Bu ihtimal içimi kemirip dururken bastım isminin üzerine. Doğrudan onu arayamazdım.


Açmazdı.


Çok denemiştim.


"Efendim kızım..."dedi babam.


Muhtemelen onlarda gece daha yeni başlıyordu.


Ben hep gecede kalmıştım oysaki.


Gecenin içindeki ışığı da söndürüp beni karanlığa mahkum etmişlerdi.


"Ne yapıyorsun?"dedim sesimi neşeli çıkarmaya özen gösterdim.


Ne kadar da zor bir şeymiş. Ben bunca yıl buna nasıl dayanmışım?


" Oturuyoruz... Sen görevde değil miydin?"dedi babam. On beş gün önce göreve çıktığımı söylemiştim değil mi?


"O bitti ama yenisine çıkacağım... Bu aralar işler biraz karışık da... Şey... Annemi de versene. Onunla da konuşayım göreve çıkmadan..."dedim.


Boğazıma bir yumru oturmuştu. Geçmiyordu.


"... Uyuyor. Uyandığında arasa olur mu?"


Uyumuyordu.


Arkadan sesinin geldiğini duymuştum.


Ayrıca bu saatlerde uyumazdı. Benim annem geç uyumayı severdi.


"Baba... Öğrendiğimin farkındasınız ama... Neden yani? Neden bu uğraş?...Verir misin telefonu ona!"dedim en sonunda kendimi tutamayıp.


Amsterdam'a gidip hesap sormamak için zor tutuyordum kendimi.


Öğrendiğimin farkındalardı ama hiçbir şey olmamış gibi yapmaya bayılıyorlardı. Benden vazgeçmiş durumdalardı ve ben bunu kendime yediremiyordum.


Babamın derin nefeslerini duyuyordum. Sonrasında arkadaki sesler kesildi ve telefonun el değiştirdiğini anladım.


"Efendim Alara?"


Kulaklarıma annemin soğuk sesi dolduğunda derin bir nefes aldım ve gözlerimi sildim. Yağmur yüzündendi yoksa ağlayacak değildim.


"Konuşmak istiyorum. Alacak cevaplarım var. Onları ver ve zamanından çalmış olmayayım!"


"Şu anda çalıyorsun... Ne soracaksan bir an önce sor!"dedi annem.


Alışmıştım bu laflarına...


"Biliyordun!"dedim. Aklımdan geçen onca şeyin arasından ilk bu çıkmıştı.


"Biliyordum... İlk başta haberim yoktu ama..."


"İlk başta haberin olsa öyle davranır mıydın?"


En çok da bunu merak ediyordum.


İlk başta haberi olsa ben mumlarım yüzünden anneannemin ölümüne sebep oldum diyerekten krizlere girerken yanımda durur muydu?


Yoksa karşımda olmaya devam mı ederdi gerçekçi olsun diye!


"Bilmiyorum..."dediğinde içimin fokur fokur kaynamasına engel olamadım.


"Bilmiyorum ne ya? Pişman mısın değil misin? Beni delirdi diyerek kendinden uzak tutar mıydın tutmaz mıydın? Tek cevapta her şey çözülecek! Yanında olurdum ya da oyunun güvenliği için karşında olmaya de-"


"Kurum içindi herşey!"


Kalbim?


Atıyor musun?


Umarım atmazsın...


"Kurumunuza da..."dedim kısık çıkan sesimle duydu mu? Bilmiyorum ama ben yüzlerine kapattım.


Kurummuş!


Ne kurummuş ama! 


Her şeyden önemli olan o kurum...


Güvenliği içindi değil mi?


O zaman bir sorununu daha ortadan kaldırmak gerekiyordu.


Çocuktum ben çocuk ve artık bu çocuğun ödüllendirilmesi gerekiyordu.


Elimi yüzümü silip telefonu orada bıraktım. Umarım yağmur yüzünden bozulurdu da kimse ulaşamazdı diyeceğim ama o da olmaz. Eliz yerimi biliyordu. En iyisi o aradığında söylerdim. Birazdan aramış olacaktı sonuçta. Her gün aynı saatlerde arıyordu.


Yerdeki cam kırıklarına basmamaya özen göstererek mutfağa indim.


Şu hayatta bana en değer veren kişi Eliz'den başkası değildi sanırım. İstemediğim için kimseye buranın adresini bile vermemişti. Dedem olacak o adam bile her gün arıyordu ama açmıyordum. Engellemiştim. Ben her üzüldüğümde benim yanıma gelip bana teselli vererek kendi yüreğini rahatlatmasına izin veremezdim. Bunca yıl vermiştim. Artık olmazdı.


Göz göre göre kendi felaketime doğru yol almışım yıllarca ama onlar kurum güvenliği, kurum iyiliği, kurum görevleri diye diye beni yanlarında tutmaları yetmemiş gibi bir de görmezden gelmişlerdi.


Gün gün ölürken güldüm diye mutlu sanmışlardı. Mutlu değildim. Farkındalardı. Üç maymunu oynamışlardı.


Dolaptan bugünler için aldığım meyve sularını kucağıma doldurdum ve mutfaktan çıktım.


Ama iyi oyunculardı benim ailem.


Babam... Annemin bildiğini o da biliyordu. Yıllarca yanımda olmuş olması annemin yokluğunu arattırmamaya çalışması beni kandırdığı gerçeğini değiştirmezdi.


Ömer amcam hele... Eliz'in babası. Eliz ile kavga ettiğinde onu ikna etmek için ne kadar çok çabalamıştım alttan alta. Oyun olduğu için çok açık demesem de Sinem'in dediklerine hep ben karşı gelmiştim. Biliyordum çünkü o hissi. Eliz de kurum görevi için ailesine sırt çevirmek zorunda kalmıştı ve yalnızdı. Canı yanıyordu ama elinden bir tutacak vardı. Sanırım kurumun ona kattığı tek iyi şey Toprak olmuştu. Mutlu olmayı en çok hak edenlerdendi.


Ömer amcam o olaydan sonra aynı babam gibi yanımızda olmuştu Eliz ile. Benim mumlarım Eliz'in de eve girmesi onu öldürdü demiştik ama öyle değilmiş. O gün. Kilere gitmeden önce Bodrum'a indiğimde bana engel olan babam ve Ömer amcaydı. Korkarsın karanlıktan diye bir bahane uydurup beni sokmadılar içeri.


Meğersem gaz kaçağını çıkaran onlarmış.


Daha yeni yeni oturuyordu taşlar yerine. Beynimin içindeki sarsıntılar adımlarıma bile yansıyordu. Yalpalıyordum ama duracak değildim.


O gün keşke onlardan sonra oraya girseydim.


Kurum bir tehlikeden kurtulmuş olurdu!


Pardon... Daha erken kurtulmuş olurdu.


Eski yerime oturduğumda telefonun çaldığını fark ettim. Arayan Eliz'di.


Kalp kalbe karşı mıydı?


Ya da hissetmişti.


Erken arıyordu çünkü.


Bekledim. Kendimi toplamak adına bir iki saniye durdum ve açtım.


" Beni Toprak'ın telefonundan aradığında sen olduğunu anlamıyor değilim!"dedim. Kızmasam ya da azarlamasam anlardı. Şu anda ona neşeli bir sesle cevap veremezdim. Versem de inanmazdı. Gözümden bir damla yaş akarken nefes alamadığımı hissettim.


Dayanamıyordum.


Yağmur bile beni saklamak için mücadele ediyordu ama ben kendimi saklayamıyordum.


"Ağladın mı sen?"dedi hemen. Beni bu kadar hızlı çözmemesi gerekiyordu. Bana engel olurdu.


"Hayır... Sadece."


Ne diyecektim ? 


Ne denirdi?


"Boş versene... Seni çok sevdiğimi bil olur mu?"dedim.


Eliz'in sesinden hariç başka birisinin sesini duydum ama ne dediğini anlamadım. O sese yabancı değildim. Aramadığı için kızmayacağım tek insandı.


Belki de bana cevap vermeyerek kendini kurtaran tek insandı.


Ben istemediğim için gelmemişti yoksa geleceğini biliyordum ama istememiştim. Ona bakınca sakinleşiyordum. Nasıl yapıyordu bilmiyorum. Kalbime etkisi vardı ve korkutucu derece iyi hissetiriyordu. Beni sakinleştiriyordu ve sakinleşirsem yapamazdım.


Ve evet. Yine sakinleşmiştim. Aklıma geldiğinde bile böyle oluyordum.


"Ne saçmalıyorsun bilmiyorum ama yanına geliyorum!"dedi Eliz beni düşüncelerimden soyutlayarak. Hemen itiraz ettim titreyen sesimle.


Dalgaların kayaya vuruş sesi çok cazip geliyordu şu anda.


"Hayır... Gelme! İstemiyorum. Babamlar Amsterdam'dalar... Onlara göreve çıktım dedim. Sorarlarsa... Yani babam sorarsa beni idare et."


"Alara! Kendine gel! İçtin mi sen?"


Keşke içseydim... En azından düşünüp üzülmeye vaktim olmazdı.


Gözüm hemen elimin altındaki meyve sularına gitti. Meyve suyunun kapağını açarken yağmur suyu ile dolan bardağın içini boşalttım ve meyve suyunu koydum. Meyve suyunun kokusu rüzgar ile birlikte burnuma dolunca midemin bulandığını hissettim.


"Hayır... Saçmalama...Tek içtiğim şey!"dedim ve kendime engel olamayıp burnumu çektim. Önümdeki bardağa baktığımda hatıralarım doldu zihnime. Titreyen sesimle devam ettim cümleme.


" Vişne suyu...Ondan da sarhoş olmam... "


Benim en nefret ettiğim meyveydi ve kendime böyle bir söz almıştım.


Sözümü yerine getirmeden gidemezdim.


Elimdeki bardaktan bir yudum içtiğimde yutmakta zorlanırken Eliz'in sesiyle az daha bardak elimden kayıp denize düşüyordu.


Ona terasın ucunda oturduğumu söyleseydim beni böyle aniden korkutmazdı.


Hayır!"


Bence de bu olanlara hayır da...


Sen neye hayır dedin ki şimdi?


Bunu bilmesine imkan yoktu! Eğer küçükken bile her şeye burnunu sokmuyor olsaydı.


"Sen... Biliyor musun anlamını!"dedi.

Afallayan sesimden özür diliyorum.


Şu anda dünyadaki her şeyden özür diliyorum. Bakışlarımı kapkaranlık gökyüzüne çıkardığımda Eliz'in öfkeli sesini duydum.


"O seanslarda ben vardım yanında! Sakın yapayım deme! Sakın! Geliyorum!"


Çok geç ve Eliz'im...


Dayanacak gücüm bile kalmadı...


Bence herşeyin sonuna gelmiştim.


Gidişimin nedeni olaylar ile doluyken olaysız gidemezdim.


Onun çağrısını arka plana alıp mesajları bölümüne girdim. Aynı zamanda onunla da konuşuyordum.


"Gelme... Çünkü artık çok ge-"derken suratıma kapattı.


Konuşacaktım en azından. O gelene kadar şu kutuyu bitirmiş olurdum.


Mesajımı attıktan sonra telefonumu kendimden uzak bir yere fırlattım. Kırılsa da umurumda değildi. Elimdeki bardaktan yudumlar alırken hepsi boğazıma diziliyordu sanki.


Gökyüzünde olan bakışlarım ayaklarımın altındaki deniz ile buluştuğunda derin bir nefes aldım ve ayağa kalktım.


Meyve suyum bitmişti.


Madem bir nedeni yoktu.


Tek amacı kurumdu.


O halde benim de nedenim çoktu.


Ama amacım kurum değil-


Arkadan bir kapı kırılma sesi duyduğumda irkilerek arkamı döndüm ama bir adım geriye gitsem denizle buluşurdum.


Haber hızlı mı yayılmıştı?


O kadar hızlı medyaya düştüğünü sanmıyordum.


Eliz gelmiş olabilir miydi?


Şehirde olsaydı belki ama dağ evinden buraya taş çatlasa üç saate anca gelinirdi.


Umarım bir kaç silahlı adamdır da beni atlama işinden kurtarır-


"Doğukan..."


Son anda dilediğim şeyin böyle tutmaması gerekiyordu.


"Ne yapıyorsun sen orada?"dedi hemen çok sinirli duruyordu. Onu kendimden uzaklaştırdığım için miydi siniri? Yoksa birazdan yapacağım şeyi anladığı için miydi?


Afallamanın sırası değildi. Bana doğru geliyordu ve gayet de sinirliydi. Ateş saçıyordu adeta.

Her anlamda...


"Sana ne? Ayrıca üzerime üzerime gelme! Nasıl buldun beni!"dedim hemen.


Sanırım Eliz'den de gider ayak bir kazık yemiştim. Doğukan'ın başka ulaşabileceği kişi yoktu ki en son konuşmamızda da arkadan sesi geliyordu.


Arkadan gelen sesleri dinlemekte üzerime yoktu!


"Şu anda konumuz bu değil... Bu tarafa gel..."dedi.


Çok kararlıydı. 


Ben de öyleydim.


"Bence de konumuz bu değil! Şu anda fazladan oksijen israfı yapıyoruz... Hadi beni çok tutma da ne diyeceksen de ve git!"dedim.


Sakinleşmek ve aklımdaki o düşünceden caymak istemiyordum.


Ben yaşamak istemiyorum... Neden yoluma çıkıyorsunuz?


"Gideceğim ama seninle..."dedi bana doğru bir adım atarak. Elimi kaldırdım daha fazla gelmesin diye. Aramızda beş adım ya vardı ya yoktu.


"Ben seninle gelmiyorum... Bekleyenim var..."


"Kim?"


"Deniz?"


"Deniz?"dedi beni tekrar ederek. Arkamı gösterdiğimde ise derin derin nefes almaya başladı.


"Alara... Kaç gündür buradasın! Yalnız kalmak istiyorum dediğin için seni rahat bıraktım. Rahatız etmedim ama sen kafanı toplamak yerine gitmeyi seçiyorsun..."


"Toplanacak bir şey yok çünkü... Denedim olmadı. Yapacak bir şey kalmadı!"dedim geriye hafiften giderek. Keşke ışıkları yakmasıydım da göz yaşlarım belli olmasaydı.


"Vardır... İllaki vardır yapacak bir şey. Başka bir çıkış yolu... Bu çıkış değil. Sen gittiğinde her şey çözülmeyecek! Böyle bir çıkış yok!"


Gidersen kurum bir tehlikeden kurtulmuş olurdu. En azından annem.


"Yok işte... Yok... Gider misin?"


"Hiç gitmedim ki... Nasıl gideyim?"


Blöf yapıyor... Kaç gündür burada yalnız yaşıyordum. Yakınımda yamacımda olsa hissederdim. Fark ederdim. Bana kendimi iyi hissetmem için söylüyor.


İnanmalıyım...


Bu meyve suyu umarım bozuktur ve zehirlendiğim için midem bulanıyordur. İşimi kolaylaştırırdı.


"Hiç gelmedin... Gelsen hissederdim. Fark ederdim!"dedim derin nefesler alıyordum. Başım dönüyordu. Hepsi O meyve suları yüzündendi.


"Belki de hiç bakmadın... Bir kere olsun deniz dışında başka bir yöne baktın mı?"dediğinde afalladım.


On beş gündür tek işim denizi izlemekti. Bakışlarımı ondan çektim ve etrafıma baktım. Burada benimkinin haricinde iki tane daha yazlık vardı. Biri doluydu ama sahibi sadece yazın gelirdi. Mart'ta geleceklerini sanmıyordum. Diğer yazlık ise boştu. Uzun zamandır da alan olmamıştı.


Doğukan'ın bana doğru adım attığını fark edince hemen kendime geldim ve biraz daha gittim. O da ağzında bir şeyler geveleyerek bir adım geriledi. Benim artık kaçacak yerim yoktu.


Aklımı karıştırıyordu. Şimdi olmazsa bir daha olmazdı.


Konuşmasına izin vermedim.


"Bakmadım... Sanırım sen de gitmek istemiyorsun o halde ben giderim..."


Kendimi boşluğa bıraktım.


Keşke konuşmadan deneseydim!


Daha ben atlayamadan tutmuştu beni.


"Bir kere git dedin! Gittim. Halin ortada. İkincisinde ben gitmem ve sen de gidemezsin!"dedi ve bıraksa düşecek olan bedenimi kendine doğru çekip sarıldı.


Bana sarıldı... 


Birisine sarılmayalı ne kadar olmuştu?


Gitmem... Çok ağır bir söz değil miydi?


"Bırak beni!"dedim ama sesim ona ulaştı mı? Bilmiyordum.

Başımı göğsüne bastırıyordu. Sanki konuşmamı istemiyor gibiydi. Benim de istemediğim şeyler vardı... Yaşamak gibi şeyler.


Geri çekildim ama bırakmadı. Geri gitmemden korkuyordu. Gözlerinde bir endişe vardı. Bunun nedeni ben miydim?


Kafamı bulandırıyordu. 


Deminden kendimi denize atmaya çalışmıştım. Buradan düştüğüm anda ölmüş olur muydum? Olurdum. Aşağısı deniz değil kayalıktı çünkü.


Midem bulanıyordu. Bu hayat daha da çekilmez oluyordu.


Düşseydim sığ ve kayalık olan alana çarpmış olacaktı bedenim. Ölümüm uzun ve acılı olacaktı.


Gözümden yaşlar geliyordu ama bu canım yandığı için. Doğukan'ın beni sarstığı algılıyordum ama... Tepki veremiyordum. Gözlerim kapanıyordu. Zor duruyordum. Havalandığımı hissederken zihnim takılı kalmıştı.


Uzun ve acılı ölümü göze alamazdım...


🖤🔥💛🔥🖤🔥💛🔥🖤🔥💛🔥🖤🔥💛


Yazardan...


" Biraz yavaş... Eliz! Yavaşla!"dedi Toprak. Duymuyordu Eliz. Aklı fikri Alara'daydı.


"Eliz! Durdur arabayı!"diye en sonunda sesini yükseltmek zorunda kaldı Toprak. Eliz'i düşüncelerinden de sıyırmış oldu. Aynı zamanda Eliz de frene basmıştı. Orman yolunda yüz yetmişlere gelmesi normal değildi.


"Güzelim..."dedi Toprak ellerini direksiyondan çekti. Deminden cama yapışmadıysa bunun tek sebebi emniyet kemeriydi.


"Toprak... Doğukan'ı arar mısın? Ben aramaya... Korkuyorum!" dedi Eliz, direksiyona kafasını koydu ve göz yaşlarını serbest bıraktı.


"Eliz... Bana bak... Hiçbir şey olmadı ona... İyi ve şimdi de kendi gözlerimizle görmeye gideceğiz. Hadi yer değiştirelim!"dedi Toprak.


Eliz sadece başını salladı. Yer değiştirerek yola daha sakin devam ettiler.


Eliz elindeki telefona bakmamak için kendisiyle cebelleşirken telefon titremeye başladığında derin bir nefes alıp ekrana baktı. Beklediği bir arama değildi.


"Efendim Lucas?...Ne haberi?...

Hayır haberim yok... Bakıp size dönerim...Hayır. Hayır... Siz bir şey yapmayın şu anda... Ben haber vereceğim size..."


Telefonu kapatıp gruba atılan haberi okumaya başladı Eliz.


"Ne oldu? Eliz..."dedi Toprak.


"Bir kaç tane haber yayınlanmış Castelliler ile ilgili ve medya ayağa kalkmış du... Hadi canım!"dedi Eliz kendine hakim olamayarak.


"Nasıl haberler ?"dediğinde Toprak, Eliz haberleri okumaya başlamıştı.


" Dünyanın dört bir yanında Castelli adıyla bilinen İtalya'nın büyük ailesine şok bir iddia... Elde edilen bilgilere göre ülkesinde ve dünyada şirketleri ile meşhur olan Bay Castelli'nin daha önce hiç evlenmediği biliniyordu. Ama bu büyük bir yalandı. Bay Castelli'nin yirmi yıllık uzun bir evliliğinin ve bu evliliğin nişanesi olarak bir veliahtın olduğu da gelen bilgiler arasında..."


"Halamdan bahsediyor olabilirler mi?"dedi Toprak.


"Muhtemelen ama... Halanın bir çocuğu var mıydı?"dedi Eliz kaşlarını çatarak Toprak'a bakıyordu.


"Bildiğim kadarıyla yoktu. Castelliden bir çocuğunun olması da bunca yaptığı şeye çok tezat bir durum olurdu. Sonuçta o herşeyi aşkı için yapmıştı."


Eliz bir yorum yapmadan ikinci habere geçti.


"Bay Castelli'nin uzun yıllar boyunca gözlerden ırak büyüttüğü veliahtını öğrenen kişiler gözlerine inanmadılar. Bay Castelli'nin oğlu, Matteo Castelli'nin yaklaşık beş yıl önce Türkiye'ye yerleşmesi öğrenlerde ise bir şaşkınlık yarattı. Matteo Castelli'nin İtalya yerine neden Türkiye'ye yerleştiği de merak uyandıran bir diğer unsur..."


" Yani bu herif bizim burnumuzun dibinde miymiş?" dediğinde Toprak, Eliz güldü.


"Bize nefesimizden daha yakınmış hayatım..."


"Nasıl?"


"Kast ettikleri kişi Enes'ten başkası değil çünkü! Adam oğlunu aramıza kadar sokmayı becermiş!"dedi Eliz büyük bir nefretle.


"Ciddi misin?"dedi Toprak. Duyduklarına inanmak istemiyordu. Eliz başını salladığında kısık sesle küfür etmişti.


"Neden sinirlendin?"


"Nasıl sinirlenmeyeyim? Önce akraba olduk! Şimdi de bir kuzenim olduğunu öğreniyorum!"dediğinde Toprak , Eliz de bunu daha yeni fark etmişti. Histerik bir gülüşle yeni ve son habere geçti.


"Dolaylı yoldan ben de akraba oldum... Mükemmel! Neyse iyi dinle beni! Bu haber diğerlerine göre daha ön planda!"


"Sendeyim..."


" Elimize geçen bilgilerin onu ardı kesilmezken yeni bir iddia gündeme bomba gibi düştü. İtalya merkezi olmak üzere dünyada tanınan Castelli ve Türkiye merkezli ünlü şirketleri olan Karayel ailesinin fertlerinden şok bir haber daha... Önce iki düşman aile meselesi ile gündemden inmeyen Karayel ailesi şimdi de bir diğer limoni olduğu Castelli ailesi ile arasını düzeltme yolunda ilerliyor. Castelli ailesinin veliahtı olan Matteo Castelli ve Karayel ailesinin dış işlerinden sorumlu olan Sinem Karayel'in uzun bir süredir süregelen bir ilişkilerinin olduğu iddia edilirken iki aileden de bir itiraz gelmemesi bu durumu doğrular nitelikteydi..."


Eliz inanmakta zorlandığı... İnanmak istemediği için üç kez beş kez baştan sona okudu haberi.


Ama değişen bir şey olmazken bu sefer de Anna tarafından arandı.


"Okudum...Kimin yaptırdığını biliyor muyuz?...Bizden birisi mi?..Kim?...Alara mı?..Lorenzo ile birlikte!..Nisan da mı biliyormuş?...Ayakta mı uyutulduk?...Kesinlikle!.. Hayır hiçbir şey yapmayın benden haber bekleyin!"dedikten sonra telefonu kapattı Eliz ve kendi kendine sinirle konuşmaya başladı.


"Umarım aklımdaki şeyi yapmamışsındır Alara... Umarım yanılırım! Ortalığı aleve verip gideceğini sanıyorsan yanılıyorsun!"


"Ne oldu?"dedi Toprak. Ana yola sonunda inebilmişlerdi


"Haberi yayınlatan Alara'ymış Toprak... Herşeyi ortaya döküp gitmeye çalışıyor ve Doğukan da açmıyor! Lütfen biraz hızlı gidelim..."dedi Eliz aramaya devam ederken.


"Heh... Doğukan? Ne oldu? Buldun mu onu?"dedi Eliz hemen çağrı açılır açılmaz.


"Eliz..."dedi Doğukan. Sesi çok kötüydü. Eliz nefes alamadığını hissetti. Boğazına bir düğüm oturdu resmen. İlk defa böylesine konuşmak istemedi.


"Çok mu kötü?.."dediğinde gözünden bir damla yaş düştü.


"Hastaneye gidiyoruz."dedi sadece Doğukan.


"Konum at..."dedi Eliz ve kapattı. Sonrasında daha fazla dayanamadı.


Hastaneye ulaşana kadar da kendine gelemedi. Toprak ise hiç dokunmadı. Ellemedi. Ellerse her zamanki gibi içine atmasından korktu. Konuşmadı ve sadece kendi yanında rahat olan o kadının kendisi için ceza olarak verildiğini düşündüğü göz yaşlarını akıtmasına izin verdi.


🖤💙🖤💙🖤💙🖤💙🖤💙🖤💙🖤💙🖤


"Alara?"diyerek ona numarası verilen odaya girdi Eliz. Toprak da peşinden.


"Sessiz olun..."dedi duvara yaslanmış öylece bekleyen Doğukan oradan ayrıldı. Sonra da onların Alara'yı rahatsız etmesine izin vermeyip dışarı koridora çıkardı.


"Nasıl yapmış? Nasıl kıyabilmiş canına? Yetişemedin mi? Ne oldu? Anlar bana... Lütfen!"dedi Eliz. Doğukan ve Toprak kolay olmasa da onu koltuğa oturtabildiklerinde Doğukan koltukla aynı seviyeye inip konuşmaya başladı.


"Gittiğimde yazlığın terasındaydı... Atlamayı düşünüyordu."


"Atladı mı?"deyip ayağa kalkmaya çalışan Eliz'i geri oturttu Doğukan tekrardan.


"Atlamadı... İzin vermedim ama... Ben gitmeden önce içmiş Eliz!"dedi Doğukan büyük bir suçluluk duygusuyla.


"Ne içmiş ya! Gevelemeden söyle... Çok mu kötü?"


"Zehirlenmiş... Kendini zehirlemiş. İçtiği ilaçlar ve meyve suları onu zehirlemiş. Atlayamayacağını mı düşündü? Bilmiyorum ama midesini yıkadılar. Bir kaç farklı ilaç içtiğini söylediler bir de içtiği meyve sularının son kullanma tarihine mi bakmadı yoksa bilerek mi yaptı Allah kahretsin onu da bilmiyorum ama onlar da zehirlemiş!"


Eliz ne tepki vereceğini bilemiyordu. Onu yalnız bırakmasam böyle olmazdı da diyemiyordu çünkü bu onun ilk girişimi değildi. Daha önce de bir defa yaptığını biliyordu. O yüzden seanslara gitmemişler miydi zaten?


"İyi ama değil mi?"


"Öyle duruyor... Hemen uyanmaz dediler!"dedi Doğukan ve ayağa kalktı.


Sonrasında onlarla birlikte koridorda beklemeye başladı.


Kısa ama asır gibi süren bir bekleyiş olacaktı...


2 saat sonra...


Saat 05:34...


Alara yavaş yavaş kendine gelirken nerede olduğunu ilk başta anlamadı. Etrafı incelediği sırada kapı açıldı ve bakışları Eliz ile kesişti. Eliz saniye beklemeden ona doğru gelip sarıldı.


"Çok korktum... Çok özür dilerim... Özür dilerim..."dedi Eliz defalarca kez.


Alara hiçbir şey diyemedi. Hatasını biliyordu ve bu yüzden diyecek hiçbir şeyi yoktu. İnsanları bu kadar telaşlandırdığı için de onların yüzüne bakacak yüzü yoktu aslında.


"Özür dilerim..."dedi Eliz bir kez daha.


"Dileme... Senin... Bir suçun yoktu!"dedi Alara en sonunda.


"En başından aklında mıydı?"dedi Eliz. Göz temasını kesmemeye çalışıyordu.


"Ne önemi var?"dedi Alara.


"Çok önemi var! Düşündükçe mi aklına yattı bu çözüm yoksa..."


"Bütün cevaplara ulaşınca. Çok yorgunum... Sonra konuşalım."dedi Alara gözlerini kaçırarak.


"Tamam... Ama sen ne zaman istersen seni dinlerim! Lütfen bunu unutma..."dedi Eliz.


Alara sadece başını salladığında içeriye doktor ve peşinden de Doğukan ile Toprak girdiler.


"Durumu nasıl?"dedi Eliz.


"Gıda ve ilaç zehirlenmesi yaşamışsınız... Buraya erken geldiğiniz için daha kana karışmamıştı. Herhangi bir sorun görünmüyor siz nasıl hissediyorsunuz kendinizi?"dedi doktor, Alara'ya.


"İyi de ne zaman çıkabilirim." dedi.


"Ne acelen var?"dedi Doğukan hemen.


"Çıkmak isti-"derken odanın kapısı yerinden çıkarcasına açıldı.


İçeriye Orhan Karayel girmişti.


"Alara kızım..."dedi hemen.


"İşte bu yüzden!"dedi Alara nefretle ve doktora döndü.


"Ne zaman çıkabilirim?"dedi ısrarla.


"Kendinizi iyi hissetti-"


"Neyi var doktor?"dedi Orhan Karayel.


"Seni ilgilendirmez! Hiç ilgilendirmez! Doğukan sen getirdin beni! Çıkış işlemlerimi de halledersin diye düşünüyorum!"


Kolundaki serum iğnesini çıkarırken Doğukan doktor ile birlikte hemen odadan çıkmıştı.


"Alara... Yapma böyle kızım!"dedi Orhan Karayel ona doğru adım attı ama Alara onu durdurdu.


"Sakın... Bu hâle el birliğiyle getirdiğiniz için umarım mutlusunuzdur!"


"Konuşalım biraz..."


"Konuşacak bir şeyimiz kalmadı. Ben sordum. Siz cevap verdiniz. Bitti gitti."dediğinde Eliz'in de yardımıyla yataktan kalktı ama sonra onunda yardımını istemedi. Kendi kendine elbette ki halledebilirdi.


En azından bunu başarmak istiyordu.


"İstifamı yazılı olarak masama bıraktım. Bütün haklarımdan da vazgeçiyorum. Eğer merak edersen diye de dövmemi de sildirdim. Kurumla hiçbir bağlantım kalmadı kısacası... Eğer yaşayıp yaşamadığımı da öğrenmek istiyorsan beni zorlamazsın... Kızına da haber verebilirsin. Uzun bir göreve çıktı dersin. Sorgulamaz zaten. Bir süre sonra da başka bir ülkeye yerleşti dersin. Ona da inanırlar... Çok da sorun yaşayacağını sanmıyorum."


Kapıyı açtığında Orhan Karayel onu durdurdu. Böyle olacağını biliyordu. En başından beri biliyordu ama yine de tahmin ile gerçekler her zaman aynı hissettirmiyordu. Torunlarından hiçbiri o olaydan sonra evde yaşamıyordu. Ev tamamen dağılmıştı. Eskiden kalabalık olan o sofraya artık oturan olmuyordu.


Karayel ailesi gerçekten bir yıkım yaşamıştı ve bu yıkım öncekilere benzemiyordu.


"Birazcık bile mi değerim yok gözünde ha kızım? Hiç mi düşünmüyorsun beni?"dedi Orhan. Yaptığının bencillik olduğunu biliyordu. Odadaki herkes biliyordu. Alara sadece buruk bir tebessüm ile baktı ona.


"Bu olayları bilsen de yine de her an yanımda olduğun için sana hâlâ haber veriyorum. Diğerlerini değil ama seni içimde affetmeyi deneyeceğim. Ama lütfen bana dokunmayın. Müdahale de etmeyin... Ve istifamı kabul et. Etsen de etmesen de ben kuruma bir daha geri dönmeyeceğim."


Alara kararından vazgeçmeyecek gibiydi. Herkese herşeye kırgındı ve affetmeye çalışacaktı. En azından deneyecekti.


"Eve de mi dönmeyeceksin?" dedi Orhan son bir umut.


Alara başını iki yana sallayıp odadan çıktı.


*****


Eliz Erçil Karayel...


"Biz de gitsek iyi olacak..."dedi hayatımın anlamı.


Başımı salladım ama dedemi de öylece bırakmak istemiyordum. Kızgın da olsam kıyamıyordum.


"Sana çok kırgınım..."dedim on beş gündür hiçbir aramasına yanıt vermediğim için de kötü hissediyordum. Dedem bir anda herkes tarafından tepki yemişti. Hastalanmasından korkuyordum. Gayet çökmüş duruyordu.


"Biliyorum... Özür dilerim..."


Kıyamıyordum işte. O benim her an yanımda olan adamdı. Alara gibi tek hamlede silemezdim ama onunla da kendimi asla kıyaslayamazdım.


Benim annem de babam da biliyordu o kadının yaşadığını. Ben ölümünden kendimi sorumlu tutarken onlar beni vazgeçirmeye çalışmışlardı.


Alara'nın annesi de babası da biliyordu o kadının yaşadığını. O ise benden daha çok yıprattı kendini. Hiçbir şeyde suçu yokken üstelik. Teyzem ve eniştem onun yanında olacaklarına onun kendisini kaybetmesine daha çok sebep oldular.


İşte bu yüzden onu kendimle aynı kefeye koyamazdım. Aynı olaylar farklı tepkiler ve sonuçlar ortada...


" Kendine dikkat et... Her ne kadar kızgın da olsam kıyamıyorum. Başladığım işin de devamını getireceğim ama sizden hiçbir yardım almayacağım hele Emma'nın koltuğuna asla oturmak gibi bir amacım yok! Bunu da baştan söyleyeyim... İşimi bitirip köşeye çekilebileceğim. Kuruma devam edip etmeyeceğimi de zaman belirler ve bizimkilere kafanı sakın takma ben onlara göz kulak olmaya çalışacağım... Özellikle de Alara'ya."dedim. Beni kendine çekip kendine çekip sarıldı. Zorlayarak da olsa ben de ona sarıldım.


Geri çekildi. " Sizin istediğiniz gibi olsun. Size her zaman kapım açık. Ne zaman isterseniz gelirim ama beni kendinizden habersiz bırakmayın olur mu?" dedi.


Konuşamadım. Üstelemedi. Yavaşça odadan çıktı ama bir kez daha yenilmişti.


Odadan çıktığı gibi dik tutmak için zorlandığım omuzlarım anında çöktüler. Gözlerimi kapattığımda Toprak beni kollarına sardı.


Şu olaylarda başıma gelen tek iyi şeydi. Tek ihtiyacım oydu. Derin bir nefes alarak kokusunu içime çektim. Bu koku beni rahatlatıyordu.


"Ağır mı konuştum çok?"


"Hayır sevgilim... İçindeki yangına göre gayet sakindin!"dedi Toprak. İnanmak istedim.


"Yoruldum... Ne zaman bitecek bu çile?"


"Bitecek... Az kaldı..."dedi Toprak. Saçlarına bir öpücük bıraktı.


"Hadi gidelim... Daha bizden haber bekleyenler var!"dedi Toprak.


Sadece başımı salladım ve geri çekildim ama ayrılmadık. El ele çıktık hastaneden. Arabamızın önüne geldiğimizde Doğukan ve Alara da buradaydı. Aceleyle hareket ettiğimizden aracı bile açık unutmuştuk.


"Ne yapıyoruz?"dedi Alara gözlerini bana dikerek.


Çok yorgun ve solgun görünüyordu. Teyzemden de eniştemden de nefret ediyordum.


"Sen katılmak istediğine emin misin?"dedim. Arabaya binmiş çoktan yola çıkmıştık. Arkada Doğukan ve Alara vardı. Biz ise öndeydik.


"Tabii ki de evet! Seni yarı yolda bırakamam..."dedi Alara.


Oysa yetişmesek bırakıyordu.


Bakışlarımdan ne hissettiğimi anladı ve bakışlarındaki kırılmayı hissettim.


"Tamam denemiş olabilirim ama onunda olmadığını gördük ve eğer bunu her dakika önüme sürerseniz sizi mahvederim!"


"Tehdit ettiğine göre kendine gelmiş..."dedi biricik kocacağım. Onu destekledim.


"Tabiki de kendimdeyim..."dedi ve geri yaslandı. Sonra da tehlikeli bir şekilde güldü. Şu anda kafasını dağıtmaya çalıştığını fark ediyordum ve ona uydum." De siz onu bunu bırakın da haberler ne durumda?"dedi.


Evet...


Bir diğer olayımız! 


On beş gündür olay yok derken yine rahat durmadığımız gerçeği!


"Ne haberi?"dedi Doğukan. Onun hiçbir şeyden haberi yoktu tabi. Alara bir heves döndü ona ve konuşmaya başladı.


Bu anı ruh hali değişimleri beni korkutsa da alışkındım ve Alara acısını gizlemek için her zaman gülerdi.


"Yayınlattığım haberler..." diyerek başladığında lafını böldüm.


"Ha kabul ediyorsun yaptığını! Arkamdan iş çevirdiğine inanamıyorum!"dedim.


"Bence o konuyu açma hayatım çünkü Doğukan'a yazlığımın adresini verenin sen olduğunu biliyorum!"dediğinde kelimeleri ağzıma tıkıp kendi anlatacaklarına odaklandı.


Hızını asla kaybetmiyordu. Kaybetmesindi.


"Uzun zamandır Sinem'in ağzından düşmeyen bir Matteo vardı. Arada Enes dese de Matteo'yu daha çok kullanıyordu."diye başladığında hepimiz dikkat kesildik." Ben de Castellilere en yakın olan kişiyle iletişime geçtim."


"Nisan ile..."dedim.


"Evet Nisan ile. Onu seni rahatsız etmemesi konusunda biraz darlamış olabilirim ama bunlar önemsiz ayrıntılar neyse işte o ulaştı bu bilgilere. Birazcık da bu birazcık da Dimitris'in yardımıy-"


"Dimitris ne alaka?"dedi. Bu sefer ben değil Doğukan sormuştu.

Toprak ile anlık göz göze geldiğimizde gülümsedik.


"Sinem'in yurt dışı seyahatlerine baktırmam gerekiyordu yılın belli zamanlarında ortadan kayboluyordu tatil bahanesi ile ve ben de o tatillerin kiminle olduğunu buldum."


Ciddiyete geri dönmüştük.


"Kiminle? Onunla ilgili bir haber yayınlatmadın"dedim.


"Yayınlatmadım çünkü çok enteresan bir durum ortaya çıktı."


"Ne gibi?"dediğimde artık arkaya dönmüştüm.


"Elimdeki bilgilere göre Sinem, Matteo ile sevgili. Matteo Castelli'nin oğlu. Sinem ise sevgilisi ile değil direkt olarak Castelli ile görüşüyor bu tatillerde. Yani garip bir üçgen ortaya çıktı."dediğinde Toprak da Doğukan da kısık sesle küfür etmişlerdi.


Benim de onlardan farkım yoktu.


Matteo ve Sinem sevgiliydi.


Matteo ve Castelli'nin bir baba oğul ilişkisi vardı.


Sinem ve Castelli, Matteo'suz görüşüyorlardı.


Kilit noktalar her zamanki gibi Sinem ve Castelliydi.


"Bunları nasıl öğrendiğini en kısa sürede bana anlatıyorsun..." dediğimde başını salladı. Telefonumun titreştiğini fark edince hemen ekrana baktım.


Arayan Libby'di. 


Onlar da on beş gündür bizim gibi bir kaçak hayatı sürmekteydiler. Herkesten her şeyden saklanıyorduk. Şimdi ise çıkma zamanı gelmişti.


"Efendim Libby?..Evet... Plana sadık kalıp Rusya'ya geçiyoruz.

Haberlerin etkisi yüzünden çok dikkat çekilmez ama gizli girin ülkeye yine de...Biz mi?

Peşimizdekilerden kurtulalım çıkarız bir iki saate... Haberleşiriz..." dedim ve kapattım.


"Takip mi ediliyorduk?"dedi Alara.


"Hastaneden çıktığımızdan beri..."dedi Toprak.


Toprak'ın asla yüz yirmiden hızlı gittiğini görmediğimden bir şeyler olduğunu anlamıştım ki yanılmamıştım.


Havalimanına gittiğimiz yoldaki boş araziye girdik. Araçlardan inmeden önce silahları kontrol ettik. Toprak ve Doğukan indiğinde tam ben de iniyordum ki Alara beni durdurdu.


"Ben de istiyorum."dediğinde donup kaldım.


Onu daha yeni intihar girişiminden döndürmüşken bir intihar aracını eline nasıl verirdim?


"Bana öyle bakma... Güvenmeni istiyorum..."dedi Alara. Sesi çok kırgındı.


Onu kırmak istemiyordum ama silahı da vermek istemiyordum.


Yine de...


Güvenmeyi seçtim.


"Gerektiğinde inersin. Acele etme!" dedim ve araçtan indim. Alara'nın gözündeki o umut ışığı için her şeyi yapabilirdim. Sabahtan beri ilk defa gözlerinin içi gülmüştü.


Dışarı çıktığımda araç daha yeni araziye girmişken amaçlarının bize zarar vermek istemediği aşikardı. Araç daha doğrusu araçlar bizim araçtan biraz geri de durduğunda en ortadakinin kapısı açıldı ve tanıdık bir koruma indiğinde Alara da arabadan çıkmıştı.


Allah yardımcımız olsundu!


"Amacımız size zarar vermek değil... Patronum sadece sizinle konuşmak istiyor!"dediğinde koruma patronunun kim olduğunu anlamamak elde değildi.


Doğukan benden bir emir beklediğinden bana baktığında bakışlarımız kesişti ve silahını indirmesini söyledim. O indirdikten sonra ona Alara'yı işaret ettim. Ben ve Toprak eş zamanlı olarak indirsek de Alara'nın indirmeyeceği aşikardı.


"Tamam... Ama biraz müsaade!"dedim korumaya.


Sonra da dikkatli bir şekilde dolanıp Toprak'ın yanına geldim. Doğukan işaretimle Alara'yı arabaya sokarken beklemesini söyledim ve Toprak'ı da peşimden sürükleyerek Emma'nın arabasına doğru yürüdüm.


Bunca zaman koruyup bizi son dakika vurmazdı umarım.


"Konuşmak istediğine emin misin?"dedi Toprak kulağıma.


"Yüzleşmekten nereye kadar kaçabilirim?"


İnstagram=

biraksamsefasitohumu


Loading...
0%