Yeni Üyelik
42.
Bölüm

42. Bölüm ~ Acıtan Sözler

@feusa

İtalya...


Yazardan...


İlk önce bir kurşunla başlayan o saldırının arkasından bir sürü kurşun beraberinde gelmişti.


En önde giden Nisan'ın aracı büyük bir gürültüyle dururken diğer araçlar ile arasında çok az bir mesafe vardı. Nisan araçtan çıkamazken diğerleri çıksalar da karşı taraf çok fazlaydı.


"Kapana kısıldık!"dedi Yiğit.


"Leonardo'ya hat kesilmeden haber verdik!"dedi Emel. Geleneklerine emindi.


"Nisan'ı çıkarmalıyız!"dedi Kaan. Hepsi bu gerçeğin farkındalardı. Araba her ne kadar kurşun geçirmez olsa da onu kolayca rehin alabilecekleri bir yakınlıktaydılar.


"Allah kahretsin! Adamlarımızın çoğu gitti ve kurşunum az kaldı!"dedi Emel.


"Dayanmaktan başka çaremiz yok!"dedi Yiğit.


Beş dakika olmadan araziye yeni araçlar girdiğini gören diğer taraf bunların kendi ekipleri olmadığını fark ettiklerinde ise geri çekilme işaretini beklemeye başlamışlardı.


*****


"O küçük şeytanı yok etmeden geri çekilmek falan yok! Duydunuz mu beni! Beni tehdit edemez o! Yok edin onu!"dedi Bernardo elmasından bir ısırık aldığı sırada başının üzerinde hissettiği soğukluk ile elmayı zar zor yutmuştu.


"Yerinde olsam... Bizi tanıştırıp sevgili yapan ortak arkadaşımıza- ki senin düşmanın olan- Nisan'a, yaptığım o saldırıyı bir an önce geri çekerdim... Sevgilim..." diyerek tam karşısına dolandı Asuman.


Yüzünde en sinir edici gülümsemesi ile bakıyordu Bernardo'ya. Bernardo renkten renge girerken karşısındaki kadını öldüremediği için böyle kadere lanet okuyordu.


Öldürememe nedeni Asuman'ın ölümüyle sisteme yayılacak bilgilerdi. O kadının o kadar bilgiye nasıl ulaştığını da bilmiyordu ya. Nisan'ın bu kaçık arkadaşının geçmişine ne ulaşabiliyordu ne de tanıyordu.


"Sen! Beni nasıl buldun?"dedi Bernardo sinirle.


Ülkede sakladığı yetmiyormuş gibi bir de Asuman'dan kaçıyordu.


"Beni özlediğinin farkındayım hayatım da önce kuçu kuçularına emir ver!"dedi Asuman.


"Ne yapabilirsin? Beni öldüremeyeceğini ikimizde biliyoruz!"dedi Bernardo sırıtarak.


"Hmm... Bir bakalım ne yapabilirim. Buranın konumunu sisteme kaydetmem ile birlikte durdurmazsam polise ihbar gidecek neticede aranan bir katilsin sevgilim bir de saldırdığın kadının kocası var... O çoktan inmiştir olay yerine ki senin yaptığını öğrenirse olacaklar o kırık kolundan fazlası olur!"dedi Asuman, Bernardo'nun sargılı kolunu gösterdi.


Nisan'ın kolunu sadece yılbaşında tutup tehdit etmemişti Bernardo. İkinci girişiminde ise Leonardo uyarmamış , direkt uyarı vermişti. Bernardo sinirle telefonuna geri döndü.


"Geri çekilin! Hayır şeytanı almayın! Leonardo mu geldi? Toz olun! Hemen! Aptallar!"


Asuman zevk içinde koltuğa oturduğunda Bernardo ona döndü.


"Durdur o sistemdeki her ne haltsa!"dedi.


"Ne?"


"Sistem diyorum! Hani şu polise gidecek olan ihbar!"


"Aklın çıkıyor değil mi seni ihbar ederim diye?! Bu kadar inanacağın hiç aklıma gelmezdi!"dedi Asuman gülerek. Bernardo oyuna geldiğini anlayınca daha da sinirlendi.


"Manyak kadın defol evimden!"


"Nisan aradığımda iyiyim desin... Öyle giderim... Bana bir şeyler ikram etmeyecek misin?"dedi Asuman. Koltuğa iyice yerleşip ayaklarını öndeki masaya uzattı. Elindeki silahı bir o yana bir bu yana çeviriyordu.


"Zıkkım var. İstersen alabilirsin!"dedi Bernardo gülümseyerek. Sinirinden dişlerini sıktığından dişleri kırılacaktı neredeyse.


"Ah benim düşünceli sevgilim... Ben tokum ama sen hep acıktığın için böyle saldırı işlerine karışıyorsun!"


"Ya ne demezsin! Çok açım! Sen de yemek ister misin?"


"Zehirleyeceğini bilmeseydim belki..."


"Bugünde olmadı yani..."


"Maalesef benden kurtuluş yok!"


*****


Leonardo ekip ile birlikte araziye giriş yaptıktan bir kaç dakika sonra adamlar geri çekilmişlerdi.


"Nisan..."diyerek arabanın kapısını zorladığında ilk başta açılmadı kapı. Nisan içerden açtığında hızlıca araçtan inerken aynı zamanda Leonardo'dan da boynuna atlamıştı.


"İyi misin? Nisan... Çok korktum... Güzelim bak bana..."dedi Leonardo sıkı sıkı sarılırken.


"İyiyim... De kim olduklarını biliyorsun değil mi?"dedi Nisan. Şu anda kocasını sakinleştirmesi gerektiğini biliyordu çünkü bu saldırıyı yapanların büyük Castelli olmadığının farkındaydı.


"Tabi ki de bütün bunların o öldürmem gereken herifin yaptığını biliyorum! Ve yarım kalan işimi yapmaya gideceğim birazdan!"dedi Leonardo. Nisan'ın yüzünü avuçlarının arasına aldı." Ve sen bu sefer bana engel olamayacaksın!"dedi Leonardo dinmeyen sinirle.


"Nisan? İyi misin kızım?"dedi Riccardo yanlarına geldiğinde Nisan'a sarılmıştı hemen.


"İyiyim baba..."dedi kulağına doğru Nisan. Devam etti." Leonardo bunu yapanların Bernardo olduğunun farkında ve bu sefer kesin öldürecek!" dedi Nisan.


"Sence de fazlaca sabretmedi mi?"dedi Riccardo, Nisan gibi fısıldayarak.


"Öyle de... O adam bize lazım. Bana yardım et. Lütfen!"dedi Nisan.


"Baba? Hadi gidiyoruz. Önemli işlerimiz var!"dedi Leonardo geldikleri aracın önünde Yiğit, Emel ve Kaan ile konuşuyordu. Tabi aklında bin tane tilki döne döne plan yapıyordu.


"Önerin nedir? Oğlum konu sen olunca bütün bildiklerini unuttuğu için teklifin gayet makul!"dedi Riccardo hemen. Geri çekilmiş birlikte onlara doğru yürümeye başlamışlardı. O adama gerçekten de ihtiyaçları vardı çünkü.


"Bayılt beni!"dedi Nisan bir anda.


"Sen ne dediğini farkında mısın?"dedi Riccardo şaşkınlığın verdiği dehşet ifadesiyle ona dönerek.


"Baba beni çek vur demedim! Normal bir şekilde Leonardo bakmadan beni bay-"derken Riccardo, Leonardo arkasını dönünce Nisan'ı istediği gibi bayıltırken Nisan anında kollarının arasına düştü.


İsteğinin bu kadar hızlı gerçekleşeceğini Nisan da tahmin etmemişti. Gerçekten basılmıştı.


"Leo! Önemli işini bırakıp buraya gel! Nisan bayıldı!"


Nisan'ın oyununa çoktan dahil olurken bir de hastanede tansiyon düşüklüğünden bayıldığına dair bir konuşma yapması gerekecekti.


🦊🦊🦊🦊🦊🦊🦊🦊🦊🦊🦊🦊🦊🦊🦊


Fransa...


Yazardan...


"Max! Evime saldırı yapanları hemen buluyorsun ve bir mimar , mühendis artık her neyse birini bul hemen!... Evet gecenin bu saatinde bir mühendis ya da mimar istiyorum!!!"dedi Lucas. Çalışma odasının kapısını sertçe açıp içeriye girdi.


"Lucas..."dedi Libby peşinden odaya girdi.


"Bir dakika Max!"dedi Lucas sinirle. Sonrasında Libby'e döndü." Oturup beni bekler misin?"dedi sakin olmaya çalışarak sonrasına geri telefonuna döndü.


"Evet Max!!! Hepsini bir saat içinde istiyorum. Hızlı ol!!!"dedi Lucas ve telefonunu koltuğa fırlatıp çalışma masasının önünde durdu. Derin nefesler alıp veriyordu.


"Lucas... Bir şey demeyecek misin?"dedi Libby. Lucas'ın üzerine fazla gittiğinin farkındaydı ama bu hayatı da yaşamak istemiyordu. Bunalmıştı.


"Ne diyeyim Libby?.. Seni daha yanımdayken korumayamıyorum... Sen dışarıda gezmek istediğini söylüyorsun... Ne diyeyim ben sana? Sen söyle?"dedi Lucas ona dönmeden konuşuyordu çünkü ellerinin titrediği gördüğünde panikleyeceğini biliyordu.


"Özür dilerim... Söylediklerim için..."


"Her gün söylediğin için sadece ikizin olduğunun farkındayım. Durmadan hatırlattığın için unutmaya fırsatım olmuyor!"


"Lucas -"


"Ben senin sözünü kesiyor muyum? Hayır... Sen de benimkini kesme. Şimdi ne kadar tehlikede olduğumuzu fark ettiğini düşünerek biraz yalnız kalıp olayları iyice anlamanı istiyorum."


"Bu kadar mı? Kızmayacak mısın?"


"Ne zaman kızdım?"dedi Lucas şaşkın bir şekilde. Libby'e bir kere olsun kızmamıştı. Kızmak bir yana sesini bile yükseltmemişti. Uyarı cümlelerini kızma olarak düşünüyorsa daha kızma görmemiş demekti.


Libby cevap vermedi. Verecek bir cevabı da yoktu ama önüne dönmesini istiyordu. Sırtını dönmesi hoşuna gitmemişti.


"Ben de öyle düşünmüştüm... Şimdi beni yalnız bırakır mısın?.. Yapmam gereken... İşler var!"


Libby odadan çıkmasını isteyene kadar Lucas'ın sesinin titrediğini fark etmemişti. Atak geçirdiğini de geç fark etmişti.


"Tamam... Ben... Odamdayım!"dedi Libby ve hızlıca kapıyı açıp çıktı. Kapıya sırtını yasladığı sırada içeriden bir şeylerin kırılma sesi kulağına geldiğinde gözlerini sıkıca yumdu.


Lucas'ın bu hâle gelmesindeki en büyük nedenin kendisi olduğunun farkında olmakla birlikte onun bu durumu daha çok korkutuyordu Libby'i. Ona zarar verdiğini düşünüyordu.


"Evet Eliz... İyiyiz. Hiçbir şeyimiz yok!.. Muhtemelen onlar... Roseline'den sonra herkesle denemeye karar vermiş olabilirler... Tamam ben Lucas ile konuşurum. Tamam Toprak'ı da ararım sanki yanında değilmiş gibi!.."deyip karşı tarafı dinlediği sırada kapının önündeki Libby'e doğru ilerliyordu.


"Eliz... Biraz sonra arasam... Tamamdır... " dedi ve kapattı Alev. Sonra Libby'e döndü.

"Neden burada bekliyorsun? Girsene içeri..."dedi Alev, Libby'e.


Libby hemen kendini topladı. En az Lucas kadar korumacı olduğunda Alev ile de pek anlaşamıyordu ama kötü de değillerdi. Konu koruma olmayınca herkesle iyiydi arası ama konu güvenlik ve korumaya gelince herkes düşmanı oluyordu Libby'nin.


"Biraz yalnız kalması gerekiyor..." dediğinde Libby, Lucas bir şeyleri daha kırmıştı. Alev'in çatılan kaşlarıyla Libby derin bir nefes aldı.


"Kriz geçiriyor..."dedi açıklama yaparak.


"Sen niye buradasın?"dedi Alev. Neden yanında olmadığını merak ediyordu.


"Çünkü kriz geçiriyor ve içinden bir canavar çıkıyor. Benim de bunu görmemi istemiyor. Kimseyi almaz yanına. Sen de girme... Hatta gidelim buradan!"dedi Libby hemen. Alev tepki vermese de Libby'nin, Lucas'ın kriz anlarından korktuğunu anlamıştı.


"Sen git... Eliz benden haber bekliyor. Sakinleşince girerim."dedi Alev onu göndermeye çalışarak.


"Sakinleşmeden girme daha da sinirlenebilir..."dedi Libby. Korkunç bir canavardan bahseden esasıyla kimse ikizinden bahsettiğini anlayamazdı.


"Tamam... Sen içerdekilerin yanına geç. Ben sakinleşmesini beklerim."dedi Alev, Libby'nin ikna olup gitmesi için.


"Tamam... Sakinleşmeden girersen sana zarar verebilir ve verirse üzülür..."dedi Libby sonrada daha fazla durmadan uzaklaştı. Gözleri dolmuştu çoktan.


Alev, Libby'nin koridorda kaybolmasını bekledi. O gözden kaybolduktan sonra derin bir nefes alıp kapıyı tıklattı.


"Gelme!"dedi Lucas tabii ki de.


Alev elbetteki bunu dikkate almadı ve içeri girdi. İçerisi bir savaş çıkmışcasına dağılmış ve Lucas bir köşeye çökmüş sakinleşmeye çalışıyordu.


"Gelme demiştim..."dedi Lucas kendisini sıktığı için kızaran gözleriyle Alev'e bakarak.


Alev içeri girdi. Kapıyı kapatırken kesici, delici ya da kendisine zarar verebileceği herhangi bir şeyi tararken aradığı şey her neyse Lucas'ın elindeydi zaten.


"Seni dinleyeceğimi düşünmedin değil mi?"dedi Alev. Lucas gözlerini yumdu ama bunu acıdan dolayı yapmıştı. Kendini kastıkça canı yanıyordu.


Alev yavaş yavaş ona doğru ilerlemeye başladı.


"Haklısın kardeşim bile dinlemiyor ki beni!"


"Öyle demek istemedim!"


"Biliyorum ama gerçek bu!"dediğinde Lucas gözlerini açınca Alev'i bu kadar yakınında beklemediği için şaşırmıştı yine.


"Kendi kendine gaz vererek sadece canını yakıyorsun."dedi Alev sakin bir şekilde.


"Alev... Lütfen beni yalnız bırakır mısın?.. Libby ile... İlgilen... Evet... Sen Libby'e bak... O... Korkmuştur!"dedi Lucas.


Alev umursamadı. Zaten birisi bir şeyi yapma derse yapma isteği daha çok artıyordu. Onların bunu bilmesine gerek yoktu.


"Fransa da havanın bu kadar soğuk olduğunu daha önce söylememiştiniz..."dedi Alev Lucas'ın yanına oturup onun gibi duvara yaslandı. Amacı ise elindeki kırık cam bardağı almaktı.


"Rusya'dan daha sıcak hava... Dimitris buraları sıcak bulduğundan... Pek kalmıyor!"dedi Lucas. Dimitris'in ülke sevdası bir nevi soğuk sevgisindendi. Diğer ülkeler ona sıcak geliyordu.


"Garip bir insan... Sabah ülkedeki acil durum sistemlerini çalıştırmış!"dedi Alev. Her şey iş değildi. Arada dedikodu da lazımdı.


"Neden?.. Gerçi benimki de soru mu?.. Bir nedeni olmasa da yapar o!"dediğinde Lucas, Alev gülmüştü.


"Haklısın..."dedi Alev. Ona döneceği sırada Lucas'ın telefonu çalmaya başladı. Alev telefonu almak için kalkacağı sırada Lucas onu kolundan tutarak durdurdu.


"Ben alırım..."dediğinde Lucas hâlâ titriyordu. Alev emin misin bakışları göndermeye devam ediyordu ama krizde olduğunu hatırlatıp dengesini de bozmak istemiyordu." Bakma öyle... Ciddiyim. Ayrıca... Her yerde cam kırığı var... Bir yerine batabilir... Geleceğim. Sen otur!"diye diye telefonuna ulaştı Lucas. Telefonu açtığında ne sakinliğinden ne de sakin tutmaya çalıştığı ses tonundan eser kalmıştı.


"Umarım boş yere aramadın beni Max?!... Ne demek elinizden kaçırdınız?.. Bunu nasıl becerdin? Nasıl becerdin acaba?..Bir dakika!"deyip bir anda yanında bitiveren Alev'e baktı.


" Sana bekle demiştim..."dedi sakince.


Alev cevap vermeden elinden bardağı alıp masaya koyarken Max, konuşunca işler karışmıştı.


"Hayır Max! Sana demedim! O herifler bu ülkeden çıkamayacaklar! Evime silahlı saldırı yapıldı. Hayır sakin olamam!"


"Derin nefes..."dedi Alev. Lucas onu dinledi. Alev bu sırada eline nereden çıkardığını anlamadığı fuları sarıyordu.


"Olabilirmişim..." diye mırıldandı ama Lucas ama Max konuşunca tekrardan sinirlendi.


" Max! O adamları kanlı canlı istiyorum! Mühendis ya da mimar! Dediğim o işi hallettin mi? Aferin! Hayır! Sana hâlâ kızgınım!"


"Kızmak da yok..."dedi Alev. Lucas'ın ne derse yaptığını fark etmişti. Bu durum gülmek istemesine neden oluyordu ama şu anda gülse ortalık daha da karışacak gibiydi.


"Kızmak da yok..." diye mırıldandı." Geldiklerinde ara beni Max!"dedi ve sonra Alev'e döndü Lucas.


"Teşekkürler... Ama..."


"Yine ne oldu Lucas? Yine gelme diyeceksen boşuna yorma kendini!"dedi Alev. Gelmek istemese de görünce dayanamıyordu ve bunun nedenini o da bilmiyordu.


"Neden bunu yapıyorsun?"dedi Lucas. Bakışları eline indiğinde kestiğinin farkında bile değildi.


Alev ne yapıyorum diye sormadı. Sormanın aptallık olacağının farkındaydı.


"Sakinsin... Derin nefes al ve Eliz'i ara çünkü sadece buraya saldırı olmamış!"dediğinde Alev, Lucas yine sinirlenmişti. Bu bakışlarından bile belli oluyordu.

" Derin nefes al dedim!"dedi en sonunda Alev. Lucas ikiletmeden bu sefer derin derin nefes almaya başlarken telefonu tekrar çalmaya başlayınca son aldığı derin nefesle Alev'e döndü.


"Şimdi rica etsem beni yalnız bırakır mısın?"dedi Lucas kırmamaya özen göstererek.


"Neden?"dedi Alev kaşlarını çatarak.


"Sen yanımda olunca kızamıyorum... Şu anda sakin olmamam gereken bir durum varken sakin olmam onları daha da korkutur emin ol... Hadi!"dedi Lucas. Alev gülmemek için kendini zor tutarak çıkışa doğru yöneldi. Yine de uyarmayı ihmal etmedi.


"Sen yine de derin nefes al..."


"Onlar gitmede-"derken Lucas, Max kapıda göründü. Arkasında da dört kişi vardı. Biri mühendis, birisi mimar ve kalan diğer iki kişi de güvenlik şefiydi.


"Alev Hanım?"dedi Max sırıtarak.


"Max Bey?"dedi Alev ifadesizce. Deminki ifadesinden daha resmi bir hâle geçiş yapmıştı bir anda.


"Bey demeseniz?"dedi Max. Hayran hayran bakıyordu Alev'e.


"Hanım demezseniz neden olmasın?"dedi Alev. Max hemen Lucas'a döndü.


"Alev diyeyim mi abi sadece?"


"Deme!"dedi Lucas sinirle, gördüğü her dişiye yazan Max'e. Sonra da Alev'e döndü.


"Senin en son işin yok muydu? Vardı... Hadi... Sonra görüşürüz!"dedi Lucas, Alev'in yanına geçip kapıya yönlendirdi. Alev dışarı çıkarken Max'e tip tip bakıyordu.


"Eliz ile de sen konuş. Lucas duvar örecekmiş dersin!"dedi Lucas ve kapıyı kapattı. Sonrasında ise yine sinirli sesi duyulurken Alev gülümsemesine bu sefer engel olamadı.


🖤🖤🖤🖤🖤🖤🖤🖤🖤🖤🖤🖤🖤🖤🖤


Rusya... 


Eliz Erçil Karayel...


Daha dün bir saldırı olurken bugün iki ayrı yerde saldırı olmuştu. Nereye gideceğimizi şaşırdığımızdan Rusya'da kalma kararı almıştık. Fransa'da, Lucas'ın evine yapılan silahlı saldırının ardından bir de İtalya'da, Nisan'a silahlı saldırı yapılmıştı.


Alev ile konuşup Fransa'daki herkesin iyi olduğunu öğrenmiştim ama İtalya'da durum biraz karışıktı. Nisan bayılmıştı. En son hastanede olduklarını öğrenmiştim.


Toprak şu anda balkonda Alev ile konuşuyordu. Ben ise Alara'yla ama ona da pek odaklandığım söylenemezdi. Saldırıları bahane ederek yüzleşmekten kaçıyordu.


"İstersen hemen gelebiliriz. Daha yeni indik ve havalimanına uzak değiliz!"dedi Alara.


"Alara! Gelmiyorsunuz dedim. Abim ile barıştın mı?"


"Kısmen evet. Yani tamamen evet ama söyledikleri için kırık kalbim vurulması ile düzelmez! Onu o hıyar abine söylersin ve evet teklifim hâlâ geçerli!"


"Gelme! Git konuş öyle dön! Doğu duydun mu beni? Konuşmadan götürme onu!"dediğimde Doğu gayet ikna edici bir şekilde benimle konuştu. Hemen sonrasında da kapattık ve Nisan'ı aradım. Ostroverkhov da Lucas ile konuşuyordu. Alev en son duvar örecekmiş dediğinde hepimizin toptan delirdiğini düşünsem de evin etrafına iki metre duvar örme kararı olduğunu duyunca delirmediğini çok şükür anlamıştım.


"Efendim Eliz? Çok zamanım yok! Hızlı de!"dediğinde bir an için yanlış numarayı aradım sandım.


"Nisan? İyi misin? Aklım çıktı ve nerdesin? Neden zamanın yok?"dedim telaşla.


"Sakin ol! Ben iyiyim... Ayrıca hiçbir şeyim de yok!"


"Bayıldın dediler!"


"Kendimi bayılttım... Leonardo, Bernardo'yu öldürmesin diye ve Leonardo geliyor kapatıyorum. Ben seni ararım!"dedi Nisan ve yüzüme kapattı.


"Ne oldu?"diye arkamdan bir ses duyunca arkamı döndüm. Toprak garip bakışlarımın nedenini sorguluyordu ki haklıydı.


"Nisan'ı aradım. Bernardo ölmesin diye kendimi bayılttım dedi. Leonardo dedi ve benim kafam çorba oldu Toprak!"


"Riccardo sana ulaşamayınca beni aradı... Saldırıyı büyük Castelli ayarlamamış. Bernardo yaptırmış. Leonardo da bunu öğrenmiş ve öldüreceğini açık açık söyleyince Nisan da gitmesin diye Riccardo ile oyun yapmış. Kendisini bir günlüğüne hastaneye yatıttırıp refakatçi olarak de Leonardo'yu yazdırmış... Uhh... Anlatırken yoruldum ve arkadaşın gerçekten bunları yapmış!"dedi Toprak. Mükemmel arkadaşlarımızı sorguladığına emindim.


Ne diyeyim ben bunların üzerine?


Bu olaylardan sonra topluca bir akıl fikir isteme duası yapmamız gerecek!


Hatta direkt günahlarımızdan arınmamız! Bu gidişle sonumuz hiç hayra alamet olmayacaktı!


"Evet kaos çiftim sıradaki hamleniz ne?"diyerek içeri giren Dimitris ile düşüncelerimden ayrılıp koltuğa kendimi bıraktım. Ellerimi saçlarıma daldırdığım sırada Dimitris ve Toprak da koltuğa oturduğunda Ostroverkhov da içeri girmişti.


"Ne yapıyoruz?"dediğinde başımı kaldırıp bana bakan üç adama baktım. Toprak sıradaki hamleyi biliyordu . Hamlemiz belliydi de erken miydi değil miydi ondan emin değildim.


Bakışlarım Toprak'a kaydığında o geceki konuşmamız zihnimde yankılanmaya başladı.


~


"Bir planın mı var?"demiştim.


"Sadece bir öneri Eliz... Ben plan yapmam... Sen yaparsın ve ben sana uyarım..."dediğinde devam etmesi için beklemeye başladım. Heyecanlanmıştım çünkü Toprak'ın gözlemleri her zaman benim için değerli olmuştu.


Bu durumun kocam olmasıyla bir alakası yoktu.


Toprak girdiği ortamlarda benim gibi konuşmazdı. Aksine gözlem yapardı. Ben konuşurdum o gözlem yapardı.


"Çıkar o ağzındaki baklayı... Çabuk!"dedim en sonunda.


"Bak bu bir plan değil... Sadece gözlemlerime dayanarak yürüttüğüm bir fikir... Castelli bizden hep bir adım önde oluyor demiştik... Şu anda aktif olarak bir şey yapmıyoruz. Bildiğim kadarıyla birini rehin almadık ya da sen bir patlama yapmadın!"dediğinde kafamı sallayarak onu onayladım.


"Deden Alara'yı kuruma çağırıyor. Aslında Alara'yı kuruma çağırmadan da işine son verebilir. Alara'nın kurumdaki kaydını sildiğinde, Alara o dövmeyi ister sildirsin ister sildirmesin!"derken dövmeme dokunuyordu." Geçerli olmaz. Kurumda hiçbir kapıyı açamaz!"


"Yani dedem onu bir bahane ile çağırdı yanına..."


"Aynen öyle güzelim... Muhtemelen işler karıştı ve ailenin dağıldığını belli etmemek için toplamaya Alara'dan başlamayı düşünüyor olmalı... Emma var birde tabi... Onun da boş durduğunu sanmıyorum!"dediğinde ben de onun gibi düşünüyordum. Ortaya çıktığından beri bizimle bir kez iletişime geçmesi tuhaftı. En azından Alara ile konuşmayı demeyeceğini düşünmüştüm.


"Alara'yı oraya gönderirsek elimize bir fırsat geçebilir..." dediğinde kaşlarımı çattım. O ise devam etti." Sinem... Boş durmayıp bunu Castellilere bildirir. Castelli buna inanmaz elbette ama Sinem'in dediklerini de atlamayacağı kesin. Olayı araştırmak ister. Sonuçta sizi bu kadar ayırmaya çalışıp başaramadığı şeye sizin nasıl ulaştığınızı merak edecektir..."


"Alara'nın ortalığı dağıtması gayet yerinde bir hareket olur ki rol yapmasına da gerek yok... Dağıtacağına eminim!" dediğimde olayları birleştirip bir plan yapmaya çalışıyordu beynimdeki tilkiler. Bu sefer çok yorulmayacak gibiydiler.


"O merak ederken bizim de dikkatimizi dağıtabilir Eliz... Dikkatli olmamız gerekiyor ve herkesi koruyacak kadar etkili bir şey yapmamız gerekiyor!"


"Emma'nın koltuğuna oturmamı istemeyeceksin değil mi? Bu konuda kararım kesin!"dedim.


O kadının hiçbir şeyini istemiyordum. Kendi kendine yaşayıp gidebilirdi. Yeter ki bana dokunmasındı. Bize ulaşmasındı.


"Hayır... Oturmayacağını biliyorum ki zaten senin buna ihtiyacın yok... Yeterince güçlüsün!"dediğinde Ramiro'nun koltuğunu kast ettiğini anlamıştım. Ramiro'nun koltuğunu Castelli ve Emma'dan sonraki en güçlü koltuklardan sadece birisiydi.


"Ramiro'nun gücü tek başına yetmez..."dedim başımı göğsüne tekrar koydum ama yüzüm ona dönüktü.


"Yer altındaki sistemin oranlara göre ilerlediğini söylememiş miydin? Castelli ve Emma'nın yüzde olarak bakıldığında yirmi beşerden elli ediyor. Ramiro'nun ve Isabel dediğine göre yüzde on oranına sahipler. Darwini ve... Ostroverkhov yüzde beş. Kalan yirmi ise geriye kalan on kişinin arasında bölünmüyor muydu?"dedi Toprak.


Pekala yer altında garip bir oran sistemi vardı. Herkesin sahip olduğu bir oran vardı ve bu koltuğun derecesini belirliyordu. Koltuklardan birisi yok edildiğinde ise o yok edilene geçiyordu. Emma ve Castelli bu yüzden masadaki en güçlü kişilerken onların yüzlerinin bilinmeme sebebi hem kendilerini korumak için hem de eskiden kalma bir sistem olmasından kaynaklanıyordu.


Emma'nın amacı benim için bir koltuk hazırlamak ve herhangi bir sıkıntı olduğunda oranımı artıracak kişilere sahip olmamdı ama ben onun koltuğuna kendi isteğimle yüzde yüz olsa dahi oturmazdım. Gururum el vermezdi.


"Öyle de... Ramiro'nun yüzde onluk bir oranı var..."dedim.


"Lucas ve Libby'den yüzde ikilik oranın var. Roseline'den de yüzde birlik oranın var. "dedi Toprak.


"Evet. Bunlarla nereye ulaşmaya çalışıyorsun?"dedim. Hepsini toplasak da yine de yirmi beşten fazla olmuyordu ki.


"Sabret hayatım... Lucas, Libby'i kaçırdığı için Darwini'yi masadan men edince ve Roseline de Ramiro'nun ölümünden dolayı İsabel'in ayağını kaydırmadı mı?"dedi Toprak tane tane.


Beynimdeki depremleri hissediyor muydu? Sanırım evet. Çünkü yüzündeki gülümseme genelde bir şeyleri fark ettiğimde ortaya çıkardı.


Biz ortadan on beş gün yok olsak da Roseline durmamıştı. Ramiro ve Rose'un ölüm emirinden sonra onların oranlarını almaya çalışan Darwini ve Isabel açık hedef halindeydi bizim için. Darwini, Libby kaçırarak belasını Lucas'tan bulmuştu. Lucas onu öldürmemişti. Elini kana bulamayı çok sevmezdi ama kardeşini kaçırıldığı için uzunca bir süre hastaneye mahkum etmişti.


Roseline ise uzun süredir arkadaşı olan adamın ahı yerde kalmasın diye İsabel'in üzerine bir karabasan misali çökerek onun elinden herşeyini almıştı. Asıl öldürmesi gerekenin o olmadığını bildiğinden sadece elindeki gücü almıştı ama tek bir yanlışında acımayacağı kesindi.


Beynimde oluşan depremler çatlakları doldururken uzanıp Toprak'ı teşekkür edercesine bir öpücük sunmuştum.


Plan belliydi. 


~


"Dimitris..."diyerek bakışlarımı Toprak'tan çekip elma kemiren cıvık yumurtaya baktım.


"He canım..."dediğinde Toprak öksürünce Dimitris oflayarak ona döndü.


"Arkadaş anlamında dostum. Sinirlenme hemen! Siz Türkler! Çok kıskançsınız!"dedi Dimitris ve bana döndü. Ostroverkhov ve ben bu duruma gülmeden edememiştik.


Toprak da Doğukan da Dimitris'in hitaplarına alışamamış durumdalardı.


" Kocan beni yok etmeden söylersen iyi edersin..."dedi. Kocan kısmına özellikle vurgu yapmıştı.


"Yer altına haber yaymanı ve bir organizasyon yapmanı istiyorum!"


"Neden? Birisi mi evleniyor? Yoksa siz yeniden evlenmeye mi karar verdiniz?"dedi gözlerini kısarak. Şimdi ona uzun uzun anlatsam da yarın yine anlattırırdı.


"Eğer sen yapamam dersen ben Lucas'tan isterim..."dediğimde hemen yerinden kalktı. Telefonunu eline aldı.


"Hangi ülke de olsun? Kaç kişi olacak ve konsept?"


İşte aradığım performans!


🔥🔥🔥🔥🔥🔥🔥🔥🔥🔥🔥🔥🔥🔥🔥


Yazardan...


Türkiye...


Duvarlarda yankılanan topuklu sesiyle herkesin bakışları bir kez olsun olduğu yerden ona dönüyordu.


Kuruma adımını attığından itibaren büyük dikkat çekmişti Alara.


Bu ne topuklu ayakkabısını yeri kırarcasına vurmasından ne dik duruşundan ne de buz kadar soğuk ifadesinin yüzündendi.


Asansörün önüne geldiklerinde Alara arkasını döndüğünde Türkiye'ye adımını attığından beri ilk kez gülümsemişti.


"Seninle gelmemi ister misin?"dedi Doğukan.


Alara'nın sessizliğinden korkmalı mıydı?

Bu konuda kararsızdı.


"Hayır... Yukarıdaki ben , ben olmayacağım için ve benden korkmaman gerektiği için sen gelme. İşlerini hallet. Ben seni bulurum."dedi Alara.


"Senden korkmam Alara..."


"Biliyor olsam da işimi sağlama almam gerekiyor... Bir de... Bulut'a haber et de beni yukarı çıkmadan asansörün içindeyken bulsun."dedi Alara. Buradaki bakışlardan hiç hoşlanmamıştı. Sinem'in rahat durmayacağına emindi de tam olarak ne yaptığını öğrenmeden atakta bulunamazdı.


"Onu nasıl yapacak?"dedi Doğukan. Şaşırmadan edememişti.


"Sen Alara'yı asansörde bul de... O bulur!"dediğinde Alara, Doğukan derin bir nefes almıştı.


"Onun asistanlığını bir tek size zaten!"


"Bir şey mi dedin? Anlamadım?"dedi Alara. Doğukan'ın homurdanmaları genelde sinek vızıltısından daha da sessiz olduğundan sadece dudakları hareket ederdi.


"Söylerim..."dediği sırada Doğukan, asansör gelmişti. Alara içeri girerken Doğukan ilk önce bu kattaki işlerini halletme kararı almıştı.


Doğukan, Bulut'a haber verip kattaki işlerini halletmek için harekete geçerken Alara etrafa tipik ifadesiz bakışlarını atmaya çoktan başlamıştı. Asansörün içinde bir fısıltı seli dönerken asansör onuncu katta durunca içeriye beklenen kişi girmişti.


"Alara Hanım... Size sarılabilir miyim?"dedi Bulut. Alara anlık afallasa da bu Eliz'in deyimiyle kıvırcık salatayı özlemişti. Gel dercesine işaret yapınca Alara, Bulut ikiletmeden hemen sarıldı. Alara'nın buradaki tek sevdiği kişi olarak Bulut kalmış olabilirdi ki öyleydi.


Alara geri çekilmek istese de Bulut izin vermedi.


"Sinem Hanım hakkınızda kötü dedikodular çıkarmış durumda Alara Hanım... Kurum ikiye ayrıldı. Bir taraf sizi diğer taraf Sinem Hanım'ı destekliyorlar. Ben elbetteki sizin tarafınızdayım ve onu canından bezdirmeye devam ediyorum." dediğinde Bulut geri çekildi ve iki adım geriledi.


Eliz'in boşuna bu asistanı yanına almadığına bir kez daha anlamıştı Alara. Bulut gerçekten de zeki bir çocuktu.


Eliz ve ekibi kurumdan gidince kendisini Orhan Karayel'in asistanı yaptırmıştı.


"Bütün detayları mesaj olarak attım ve evet... Daha gelmedi."dedi Bulut bildirisine devam ederken.


"Seni sevdiğimi biliyorsun değil mi?"dedi Alara kurumdaki ikinci gülümsemesini yollarken. Asansörün içindeki diğer insanların garip bakışlarını ikisi de umursamıyordu.


"Elbette... Doğukan bey deminden de baya bahsetti. Sizin ve bana olan sevginiz yüzünden bir araba azar yesem de hâlâ favorilerimdesiniz!" dediğinde Bulut asansör durunca Alara ile sonra görüşmek üzere vedalaşıp inerken Alara devam etmişti yukarı çıkmaya.


Bulut'u görünce içinde oluşan sevgi timsali o histen bir anda kurtulurken sadece bir kaç dakika içinde istediği kata ulaşmıştı.


Asansörden indiğinde koridorlarda yankılanan topuklu ayakkabı sesiyle herkesin bakışları dönerken, dedesini toplantı odasında görünce yönünü oraya çevirdi. Toplantı odasına yaklaştıkça içeride yalnız olmadığını görmüştü. Ziya Atılgan ve Ömer Karayel de vardı içeride.


Alara girip girmemek arasında kalmadı hiç de. Onlardan korkacak bir şeyi yoktu. Çekinecek bir şeyi de yoktu. Asıl çekinmesi ve korkması gereken kişiler onlardı.


Kapıyı yine de içinde kalan son değer kırıntısıyla tıklatıp içeri girerken derin bir nefes aldı.


"Çağırmışsın... Geldim. Ama son olduğunu söylemeden geçemeyeceğim..."dedi Alara ve kapıyı kapattı.


"Biliyorum. Teşekkürler geldiğin için."dedi Orhan Karayel. Alara'yı hastanede gördüğünden daha da iyi bulunca içi bir nebze olsun rahatlamıştı.


"Alara..."dedi Ömer. Büyük bir suçluluk duyuyordu ve özür bile dileyememiş olmak içine oturmuştu. Eliz ile yıktığı buzlar yeniden ve daha sağlam dikilmişti karşısına. Son bir yılda on yaş kadar yaşlandığı bir gerçekti.


"Dedem istediği için geldim ve sizinle konuşacak bir şeyim yok..."dedi Alara masaya çantasını bıraktı.


Orhan Karayel onun düşünüp karar verdiğini anlamıştı. Dedem demişti. İçimde affetmeye çalışırım demişti Alara. Affetme ihtimali olmasa dedem demezdi. O diyerek daha da can yakardı ki Ömer'e yaptığı da oydu.


"Ben sizi yalnız bırakayım!"dedi Ziya yerinden kalkarken Alara tarafından durduruldu.


"Kalkmanıza gerek yok sonuçta her şeye hakimsiniz ve her şeyi biliyordunuz. Saklayacak bir şey kalmadıysa eğer..."dedi Alara aynı katı ifadesizliğiyle devam ederek. Ellerini trençkotun arkasında tutarak yumruk yaptığını hiçbiri fark etmiyordu sonuçta.


"Oturmayacak mısın?"dedi Orhan Karayel.


"Hayır. İşleri halledip geri dönmem gerekiyor. Ayrıca bekleyenim var. Biraz hızlı olabilir miyiz? Hava kararmak üzere de..."dedi Alara.


Gece çökmeden buradan en güzel deyişle defolup gitmek istiyordu.


"Peki öyleyse seni zorla tutacak halim yok kızım... Ben senin kurumdan ayrılmanı istemiyorum. Sen ne kadar istifa etsen de ben senin kaydını silmeyeceğim. Bunu bilmeni isterim!"dedi Orhan Karayel. Alara sinirlenmemek için derin bir nefes aldı.


"Neden? Bak benim geri dönmek gibi bir amacım yok! Sırf sen bu istifayı kabul edeceksin diye dünyanın bir ucundan kalkıp geldim. Ama sen olmayacak diyorsun. Çağırmadan deseydin ya! Niye çağırdın dede?"dedi Alara.


"Seni görmek istedim!"dedi Orhan Karayel yerinden kalkıp Alara'nın karşısına dikilerek.


"Kızım kendinle benim arama mesafe koydun. Bir şey diyemem. Hakkın ama... Senden hiçbir haber alamıyor olmak! Yapma bunu. Korkuyorum sana bir şey olacak diye!"dedi Orhan Karayel.


Alara gözleri dolmasın diye uzun bir uğraş göstermişti ama başarmıştı. Orhan Karayel ile arasındaki bağı bir anda söküp atması imkansızdı. Her acısında yanında olmuştu. Acıya o sebep olsa da hep yanında olmuştu diğerlerinin aksine. Diğerleri yanında gülüp arkasından deli diye , sorunlu diye bahsederken Orhan onlara karşı savunmuştu Alara'yı. Alara bunu biliyordu. Kendi kulağıyla duymuştu annesiyle dedesinin konuşmalarını. Annesiyle babasının ya da annesiyle arkadaşlarının konuşmalarını dinlediği gibi onları da dinlemişti.


İşte bu yüzden bu adama karşı koyacak gücü yoktu. Sözlerini bile dikkatli seçmeye çalışıyordu. Canı yansa kendisini suçluyordu çünkü o suçunu biliyordu ve düzeltmek için çabalıyordu.


"Bir daha intihara kalkışmam... Emin ol... Bu sefer güven bana ve-"derken Alara, Ömer onun sözünü kesti.


"Yine mi intihar etmeye çalıştın?"dedi Ömer. Bunu duyduğuna sinirlenmişti. Ne Orhan'ın ne de Ziya'nın uyarı bakışlarını dikkate alıyordu.


"Şaşırmana şaşırdım dayı!? Halbuki bunu aklıma sokan kişilerden birisi de sensin. Senin için şaşırılacak bir durum değil sonuçta ben bir deliyim. Psikolog önerilerinde bulunan ben olmadığıma göre?"dedi Alara ona dönerek. Gözlerinden ateş çıkıyordu resmen. Orhan ve Ziya araya girmeye cesaret edemiyorlardı. Ortamdaki gerilim bir anda düşüp yüksek volt ile geri dönüyordu çünkü.


Bugün hiç kimseye acımayacağını söylemişti. Orhan Karayel hariç. Onu affedeceğini biliyordu.


Ömer'in psikolog önerileri konusundaki konuşmaları dün gibi dönüyordu zihninde Alara'nın.


"Alara. Bak ben öyle... Özür dilerim..."dedi Ömer. Diyecek bir şeyi yoktu. Özür dilemekten başka bir şey kalmamıştı elinde.


"Özür dilemek ile geçmiyor dayı... Özür dilemek ile geçseydi şu anda her şey bu kadar bo.... olmazdı! Mesela be-"derken Alara kapı açıldı bu kez. Cümlesini yarıda kesmek zorunda kaldı.


Alara'nın keşke yok olsam dediği anlardan sadece birisiydi.


Keşke gelmeseydim dediği anlardan da birisiydi.


Onlarla karşılaşmayacağını düşünmüştü.


"Kızım? Ne ara geldin sen görevden?"dedi Birol. Hem suçlu hem de suçsuz bir babaydı. En çok arada kalanda oydu.


Alara hâlâ Ömer'in üzerinde olan bakışlarını çekip kendisine doğru gelen babasını tek bakışıyla durdurdu. Birol'un gülümsemesi solarken Hale, Alara'nın görevinin ne ara bittiğini düşünüyordu. Buydu. Alara hakkında düşüneceği bütün şey bundan ibaretti. Görevde olup olmaması.


"Benimle konuşacağın bir şey var mı dede?"dedi Alara. Gitmek istediğini belli ediyordu ses tonuyla.


Orhan da rahatız olduğunu anlamıştı. Ne kadar uğraşsa da düzeltemediği tek şey de kızıyla kızının arasındaki bu duvarlardı. Hale'nin annesini öldü zannederek geçirdiği kriz yüzünden Alara'yı sorumlu tutmasından sonra gerçeğin öyle olmadığını anlasa bile eskisi gibi bakamamıştı Alara'ya. O krizler onu Alara'dan öyle bir itmişti ki uzağa, yakınlaşamıyordu. Ya da yakınlaşmak istemiyordu. Kendi kızının derdini anlayamıyordu. Torununa da çare olamıyordu.


Orhan'ın cevap vereceği esnada Birol tekrar konuştu.


"Biraz konuşmak istiyorum..."dedi Alara'ya. Alara'nın en son aramasından sonra bir şeylerin ters gittiğini anlasa da Hale'ye ve diğer çocuklarına adım uydurmuştu. Her zaman yaptığı gibi.


Alara derin bir nefes alıp onlara döndüğünde kelimenin tam anlamıyla açtı ağzını yumdu gözünü.


"Ne konuşacağız? Görevden dönüp dönmediğimi mi? Tek konuşma konumuz olan şey bu değil mi? Durun cevap vereyim hemen... Hatta direkt görevin başlangıç ve bitişinden başlayalım!"dediğinde acı dolu bir gülümseme sundu onlara. Birol sorduğuna pişman olurken Hale hâlâ ifadesizce bakıyordu.


"Size yalan söylemiş olmak istemiyorum. Hiç göreve çıkmadım. Görevde falan değildim. Son aradığımda değil ha... Ondan önce Amsterdam'a çocuklarını-... Pardon! Daha doğru bir tabir olarak benden koruduğunuz çocuklarınızın yanına gittiğiniz için aradığınız ve doğum günüm olduğumu bile hatırlamadığınız günde göreve falan çıkmıyordum. Umarım içiniz rahatlamıştır! Benim rahatladı çünkü. "


Rahatlamamıştı. Rahatlamayacaktı da.


Herkes, Hale hariç, söylediği sözler ile gözlerini yummak zorunda kalmıştı.


"Görevde yalanını çoğu kez söylediğini mi anlamalıyız?"dedi Hale. Alara buna gülmemiş direkt kahkaha atmıştı.


"Hale!"demişti Orhan Karayel. Alara anında ciddileşti ve Orhan Karayel'e döndü.


"Sen karışma dede... Yıllarca yeterince uğraştın. Bilirsin kapı dinlemek gibi bir huyum vardır!"deyip Alara, Hale'ye döndü.


"Görevde olsam da olmasam da bir kez arayıp sorduğunu hatırlamıyor olmak ile birlikte sana yalan söyleyecek bir diyalog kurmuşluğumuzu da hatırlamıyorum anne... Ne acı değil mi?"dedi Alara masadan çantasını alırken Ziya ve Ömer yavaştan yavaştan kaçmışlardı odadan. Alara'nın sakinliğinin sonuna geldiklerine eminlerdi.


"Sürekli laf sokmaktan bıkmadın gitti Alara... Bu durum insanların senden soğumasına neden olacak Alara!"dedi Hale büyük bir soğuklukla.


"Alara! Alara! Alara... Niye bir kez olsun kızım? Hayatım? Ne bileyim sevgi dolu bir sözcük değil anne? Hadi dedim annesinin ölümünden sorumluyum. Benim mumlarım tutuşturdu kileri ki bu da doğru değil!"deyip babasına baktı Alara. Birol kızının gözlerinin içine bakamıyordu. Başı önüne eğilmişti bir kere. Daha da kalkamazdı.


"Hepsi bir oyundan ibaret ki oyunun kurucusu- tek suçu dedeme yıkamam! Kurucuları da belli! Söylesene bana! Niye sevmedin? Hadi sevmedin! Arkamdan niye konuştun? Bu adamı!"deyip Orhan'ı gösterdi Alara." Geceleri evde gündüzleri kuruma gidince ikna etmeye çalışmadın mı? Bir de deli raporu çıkarma sevdan vardı bir aralar... Sahi ne oldu da yattı o iş? Sanırım ona da dedem engel oldu değil mi?"


"Alara yeter!"dedi Hale sinirle. Böyle tek tek söylenince kötü hissetmediğini söyleyemezdi.


"Yetmez Hale Hanım! Yetmez! Uzaktan telefonda sorduğumda yüzüme kapatman gibi değil değil mi? Duymak istemediğinde babama vermen gibi de olmuyor! Böyle ben karşında konuşunca! Susturamıyorsun beni! Susmadığım için bütün ömrünü görevlerde geçirmiş kadınsın sen! İzinlerinde benden sakladığın çocuklarının yanına gitmiş bir annesin sen!"


"Yeter dedim sana! Sus!"


Ne Birol ne de Orhan karışabiliyordu anne ile kızın kavgasına. Anne kız oldukları da meçhuldü ya. Daha çok düşman gibiydiler. Birbirlerine olan bakışları bile düşmana attıklarından daha soğuktu.


"Yetmez! Susmadım! Susmuyorum! Susmayacağım ama siz bir daha beni göremeyeceksiniz! Duydunuz mu beni?" dedi Alara her bir kelimeye ayrı ayrı vurgu yaparak.

"Hayatımın içine ettiniz! Yıllarca bir yalana inandım! İnandırdınız! Bildiğiniz hâlde dayım ya da yengem gibi olamadınız! Eliz de suçladı kendini! Yedi bitirdi kız kendini! Ama onlar sizin yaptığınız gibi yapmadılar! Yanında durduklar! Ben de onun gibi çocuktum! Hayır! Bu kıskançlık değil! Eliz'i hiçbir zaman kıskanmadım. Onun da kıskanılacak bir hayatı yoktu sayenizde ama en azından dedem kadar olsaydınız belki derdim!"dedi ve elini kalbine koydu Alara. Dolan gözleriyle buğulu görüyordu her yeri.


"Belki burada bir kıpırtı olurdu sizin için de ama yok! Olmuyor! Belki de gerçek değilsinizdir diyeceğim ama şaka gibi gerçeksiniz! Ben demiyorum! Test sonuçları öyle diyor!"dedi Alara. Odayı inletiyordu da kimse tek kelime edemiyordu.


"Test?"dedi Birol. Onun haberi yoktu o durumdan da olaylardan da ...


"Senin haberin yoktur tabi! Sen nasıl söylemedin onu kocana! Kızımız böyle böyle düşünüp test yaptırmış nerede yanlış yaptık diye sormadın değil mi? Onun yerine gelip nasıl böyle bir şey yaptığımı sorguladın! Doğru sen de haklısın! Bütün bu olaylar ortaya çıksa kurum itibarı zedelenir falan maazallah! Sonuçta herşey kurum içindi değil mi?"


"Yeter artık! Kes sesini! Seni duymaya bile tahammül edemiyorum! Anla bunu! Sus artık!"


Alara'nın daha önce duymadığı kelimeler değildi bunlar ama ilk sefermiş gibi acıttığı da bir gerçekti.


Kesmedi sesini.


Hale dedi diye kesecek değildi.


Dinleyecekti. Dinlemek istemiyorduysa gelmeyecekti.


"Ama ben senin için söyleyeyim ne yazık ki pozitif. Annem ve babamsınız... Ama üzülmeyin! Kağıt üstünde sonuç olarak. Gerçekte bunun olmasına bir ihtimal bile yok! Siz yeni çocuklarınız ile devam edin hayatınıza. Kumsal ve Atlas değil mi? Sadece isim olarak bildiğim kardeşlerim. Sokakta görsem tanıyamayacağım kardeşlerim! Bir ablaları olduklarını bilmesinler hatta onların yanında aradığımda açmadığınız gibi devam edin. Bilmesinler beni! Beni hatırlayıp onlara da kötü davranmazsınız belki!"dedi Alara. Gözlerine bugünde hakim olduğu için gurur duyuyordu kendisiyle.


Orhan'ı, Birol'un bile gözünden yaş düşmüştü de Alara'nın gözünden tek damla yaş düşmemişti.


"Ve son olarak! Ölüm kalım dünyası... Sizden önce ölürsem. Gelmeyin. Gerçekten. Gelmeyin. İstemiyorum. Bu da böyle vasiyetim olsun!"dedi Alara ve çıkışa yöneldi.


Birol'un seslenmelerini duymadı. Duysa da durmadı.


"Alara..."dediğinde Orhan, Alara durdu. Bundan nefret ediyordu. Bu histen bir kalbi olmasından bu yüzden nefret ediyordu.


"Engelini asansörde kaldırdım. Konuşmak istediğinde ararsın!"dedi Alara. Ne Hale'ye ne de Birol'a kaydı bakışları. Yıllarca onlar yakıp yıkmışlardı. Bir günde de Alara onları yıkmıştı.


Orhan başını salladığında çıktı odadan. Artık ikisi de umurunda değildi. Yirmi dört senelik ömründe on dört seneden fazladır bununla uğraşmıştı. Kendini affettirmek adına uğraşmıştı. Sonunda her şeyin yalan olduğunu öğrenmişti.


Asansöre bindiğinde ilk defa boş olduğuna şükretmişti. İçeride dik duracağım diye o kadar zorlamıştı ki kendisini. Omuzları ağrıyordu. Asansörün durmasına izin vermedi. Giriş katına kadar yalnız indiğinde kendisini biraz olsun toplamıştı.


Asansörden inince kimseyle göz göze gelmemek adına telefonundan Bulut'un , Yaratılış Destanını andıran uzun mesajını okumaya başladı. Adımları Doğukan'ın bu kattaki dövmeyle açılan odasına gidiyordu.


Karınca yuvasını andıran bir o tarafa bir bu tarafa açılan koridorlarda yürüdükçe birilerinin konuşma sesi kulaklarına dolarken sadeve tek bir kişinin sesine ve tek bir kelime odaklanmıştı.


Ses Doğukan'a aitti.


Dediği kelime ise Damla...


Alara'nın beyninde şimşekler çakarken aklına Damla dediği kızın şeceresi anında akmaya başladı. Doğukan'dan bir günde hoşlanmamıştı sonuçta. Ormanda kaybolduktan sonra o gün Doğukan'ın yanında gördüğü kızı soruşturmuştu.


İstihbaratı sağlamdı. Bulut'un şu ana kadar yanıldığı da hiç görülmemişti.


"Doğukan... Lütfen!"dediği esnada Damla. Alara da koridora yeni girmişti ve gördükleri ile kelimenin tam anlamıyla kan beynine sıçramıştı.


Doğukan , Damla'nın kolunu mu tutuyordu?


Gerilimin yüksek olduğu bir bölümdü. Diğer bölümlerde görüşmek üzere ☺


Instagram hesabı≈ biraksamsefasitohumu


Profilimdeki linkten de ınstagram hesabına erişebilirsiniz.


Loading...
0%