Yeni Üyelik
43.
Bölüm

43. Bölüm ~ Toplanan Masa

@feusa


Türkiye...


Yazardan...


Doğukan , Damla'nın kolunu mu tutuyordu?


Hayır!


Damla, Doğukan'ın kolunu tutuyordu ve Doğukan da kolunu kurtarmak için onun kolunu tutuyordu.


Evet. Durum bundan ibaretti. 


Yanlış anlamamıştı ama sevgilisi alı konulurken sakin de kalamazdı.


Bir intihar girişiminin ardından sevgili olmaları kadar trajikomik bir şeyi daha önce yaşamamıştı Alara. Bir kere sevgilim demişti. Doğukan'ın hoşuna gittiğini farkedince de biz sevgili miyiz? Kısmına hiç girmeden devam etmişti Alara.


Zaten seviyordu. Niye eşelesindi? Biraz zor olmuştu ama sonunda Doğukan'ın da anlamasını sağlamıştı. Tabi ne zaman farkına vardığını elbette ki merak ediyordu ve soracaktı da ama şu anda daha önemli bir durum vardı.


Sevgilisini kurtarması gerekiyordu.


Derin bir nefes alıp boğazını temizledi ve kuruma girdiğinden beri nasıl yürüyorsa öyle yürüyerek kendisini belli etti. Bir ortama giriş müziği eksikti.


"Sevgilim? Seni arıyordum bende!"dedi Alara yanlarına geldiğinde Doğukan'a topuklular bile yetişememiş olması bir kez daha canını sıkarken çipil çipil bakıyordu.


Doğukan ise tam olarak bu sahnede geldiğinden durumu yanlış anlayıp anlamadığını merak ediyordu çünkü gayet de yanlış anlaşılacak bir durumdaydı. Damla konuşacağız diye kuruma geldiğinden beri peşinde dolanıyordu ve artık sabrının sonuna gelip konuşma kararı almıştı ama konu hiç de konuşmak istediği bir konu değildi.


Damla'nın kendisine platonik olduğunu bilmeyen yoktu kurumda ki Alara'nın da bildiğine emindi.


Bulut'un yetiştirdiğine ise kalıbını basabilirdi.


Kuruma girdiğinde Alara'ya senden korkmam mı demişti? An itibariyle geri alıyordu o cümlesini. Şu anda hiç istemese de korkuyordu çünkü gülümsemesinin altında yatan anlamları gayet iyi görmüştü.


"Sevgilim derken?"diye afallayan Damla ile kendilerine gelmişlerdi ikisi de.


"Evet. Sevgilim... Öyle değil misin?"dedi Alara, Doğukan'a tekrar döndü. Bakışları ile ateş atabiliyorsa şu anda tam olarak onu yapmış bulunuyordu.


"Öyle mi?"dedi Damla. Hem şaşkın hem de sinirliydi. Kuruma geldiğinden beri hatta gelmeden de önce Doğukan'ın peşindeydi ve Doğukan bir kez olsun ona Alara'ya baktığı gibi bakmamıştı. Bunu yediremiyordu kendine.


"Öyle.Sevgilimsin..."dedi Doğukan. Bu duruma bir kez daha sevinmişti ama şu anda sevinecek bir anda değildi. Alara'nın ortalığı karıştırması bir salise bile sürmezdi. Biliyordu. Yukarıda esip gürlediği kızaran gözlerinden belli oluyordu ama yukarı da tam olarak ne olduğunu bilmiyordu. Ve işte bu da korkması için yeterli bir nedendi.


"Nasıl?" dedi Damla. Kamera şakası olmalıydı. İnanmak istemiyordu. Yıllardır aşık olduğu adamın bir kaç ay içinde ellerinden kayıp gitmesine izin veremezdi. Sinirle Doğukan'ın kolunu daha fazla sıktığının farkında bile değildi. Doğukan'ın bakışları oraya düşünce Alara da oraya baktı ve derin bir nefes aldı. Doğukan elini çekse de Damla çekmemişti ve çekmek istemiyordu.


"Sana aşkımızı birazdan anlatacağım ama önce o ellerini çek sevgilimin üzerinden..."dedi Alara. Doğukan gülmemek için zor duruyordu. Kıskanınca daha bir güzel görünmüştü gözüne.


"Ne?"


"Arkadaşının anlama sorunu mu var? Ya da duyamıyor!"dedi Alara. Arkadaş kısmına fazlasıyla vurgu yaparken Doğukan daha ağzını açmadan devam etti Alara.


"Diyorum ki! Sevgilimin üzerinden o ELLERİNİ ! Çek..."diye sesini yükseltince Alara, Damla hem elini çekmiş hem de bir adım gerilemişti. Alara'nın sesiyle geri gitmişti. Boşuna bağırmıyordi ya. Sesinin bir gücü vardı. Bunun farkındaydı. Doğukan sağır olmuş olabilirdi tabi. Şu anda bunun önemi yoktu ama.


"Ha şöyle... Şimdi sen beni bir bekle..."dedi ve Doğukan'a döndü Alara. " Canım. Sen şimdi bunu alıp beni kurumun önünde bekliyorsun. Koridorun başında değil! Ortasında ya da çıkışında değil! Tam olarak kurumun kapısının önünde bekliyorsun! Anladığını düşünüyorum..."dedi Alara ve çantasını Doğukan'a tutuşturdu. Doğukan sanki bu anı bekliyormuş gibi aldı çantayı uzaklaşmaya başladı. Bir şey demesine gerek kalmamıştı zaten.


"İnanmıyorum sana! Seninle şöyle olabilirdik aptal!"dedi Damla sinirle. Hâlâ Doğukan'ın yanına gitmeye çalışıyordu. Alara kolunu tutmasaydı başarmış olurdu da.


"Gerçekleri anlamak istemeyen sensin!"dedi Doğukan arkasını dönmeden. Alara daha fazla onunla konuşmasını istemediğinden konuşmaya başladı hemen. Aklına gelmişken demeden geçmeyecekti.


"Doğukan! Hayatım çantanın içerisinde kolonya vardı. Ben gelene kadar kendini dezenfekte et! Geldiğimde limon kokusu almazsam senden limon ağacı yaparım!"dedi Alara.


"Doğukan..."dedi Damla.


Doğukan arkasındaki olayları umursamadan Alara'nın istediğini yaparak koridorda uzaklaşmaya devam etti. Alara onun gittiğini anlayınca Damla'nın kolunu bıraktı.


"Alara... Adım Alara ve burada Doğukan yok! Bundan sonra senin için de Doğukan yok! Bilmem anlatabildim mi?"dedi Alara saçlarını düzeltmeye başladı. Bir ileri bir geri yaptığından bozulduğunu hissetmişti.


Damla onun bu dediklerine güldüğünde Alara da gülmüştü. Damla aniden ciddileşti ve Alara'nın üzerine yürüdü. Alara geri çekilmedi. Aksine dimdik durdu. Korkacak bir şeyi yoktu sonuç olarak. Damla tam dibinde durduğunda hemen hemen aynı boydalardı.


"Bu aranızdaki ilişki her neyse gelip geçici olduğu çok belli! Onu kendine hangi büyü ya da oyunla bağladın bilmiyorum ama onu elimden almana izin vermem! Duydun mu beni?"dedi Damla bağıra bağıra.


Alara hâlâ gülümsüyordu. Zaten yukarıda atamadığı bir siniri vardı. Elleri kaşınıyordu. Kaşıyacağı kişinin Damla olmasına üzülemezdi.


"Duymadım. Duyacak bir şey yok! Elinden alınacak bir şey de yok! Doğukan'ın aklı başında, kendi seçimlerini kendisi yapabilen bir birey olarak kimsenin elinin içinde de değil! Seçimi ve kararı belliyken hangi büyü ya da oyun onu ikna edecek? Öyle büyü ya da oyunla olsaydı çoktan sana aşık olurdu değil mi? Neydi?..."dedi ve Damla'ya doğru bir adım attı Alara. Hâlâ gülümsüyordu.


Kaybedecek bir şeyi yoktu. Kazanan belliydi.


"Heh... Hatırladım. Damla Yücesoy? İsmin bu değil mi? "dediğinde Alara, Damla çoktan dişlerini sıkmaya başlamıştı.

" Normalde Edirne de görev yapan bir ajandın. Sonra Doğukan ile bir şekilde aynı ekipte yer aldın Tekirdağ görevinde. Ondan sonra Doğukan geri buraya döndüğünde sen de şehir değiştirdin! Yetmedi bir de aynı siteden daha da doğrusu hemen karşısındaki evi satın aldın ve yıllardır sevgilim sana baksın diye uğraşıyorsun ama bu durumda büyü veya cart curt ile uğraşan ben miyim? Çocuk mu kandırıyorsun sen?"dedi Alara. Sabrının sonuna burada gelinmişti. Şu hayatta bir şeyi daha kaybetmemeye kararlıydı.


Damla elini kaldıracağı sırada Alara hemen tuttu. Kendini dövdürecek hâli yoktu. Ayrıca bu kıza ne yapsa bir şekilde tersinin de çıkacağını biliyordu. Şeceresini inceledi derken şaka yapmıyorduk.


"Şimdi seninle son kez insan gibi bak bunun altını çizerek tekrar söylüyorum! Son kez! İnsan gibi! Burada ya da değil! Hiçbir zaman seni sevgilimin değil etrafında yörüngesinde bile görmeyeceğim!"


"Senden emir almıyorum!"dedi Damla sinirle. Hâlâ çırpınıyordu.


"Yapma ama Damla! Sana kurumdaki konumumu hatırlatmamı istemezsin değil mi?"dedi Alara. Damla güldü.


"Dövmen yok ve kurumdan istifa ettiğini ve senin nasıl bir o..... olduğunu bütün kurum biliyor!"dedi Damla yayılan dedikoduları iddia ederek. Alara hiç istifini bozmadı. Haberleri neyse ki gelmeden okumuştu.


"Hadi diyelim ki ben bu kurumda artık yokum! Sen şehir değiştirmem dersen de ben sevgilimden rica ederim ve emin ol yapar... Hadi Doğukan'ı hiç karıştırmayalım bu işe... Ailemden yola çıkalım. Hayatını kaydırmam ne kadar sürer sence?"dediğinde Alara, Damla ne kadar ciddi olduğunu sonunda anlarken debelenmeyi de bırakmıştı. Alara şu anda böyle davranmak zorunda olduğu için kötü hissettse de buna devam etmek zorundaydı. Birileri üzülmesin diye alttan alâ alâ bu hâle gelmemiş miydi? Gelmişti. O zaman neden ikinci kez aynı hataya düşsündü?


" Bu ise girebilmek için ailenden vazgeçmiş bir kadınsın sen... Senin yaptığın her şeyi boşa çıkarmamı ister misin? İstemezsin! Ben de sevgilimin etrafında, yörüngesinde, hatta bulunduğu hiçbir yerde olmanı istemiyorum. Anladın?"dedi Alara. Damla cevap vermedi. Yumruğunu sıkıyordu ama karşılık verecek gücü yoktu. Karşısındakinin kim olduğunu bir kez daha hatırlamıştı.


"Anladın... Şimdi. Sana bir hafta veriyorum. Bir hafta içinde bir mazeret bulup İstanbul'dan defolup gidiyorsun. Gitmezsen bir hafta sonra gelir seni kendi ellerimle bindiririm uçağa ki yaparım! Emin ol!"dedi Alara ellerini birbirine çırparak derin bir nefes aldı.


"Sen şimdiden toplanmaya başla... Benim de malum bekleyenim var. Gitmem gerekiyor! Umarım bu seni son görüşüm olur! Yoksa bir sonraki konuşmamız insanca olmaz!"dedi Alara ve gülerek geriye dönüp koridorda afili afili yürüyemeye başladı.


Bir engeli daha yok etmişti. 


Kurumun önüne geldiğinde Doğukan'ın dışarıda kendisini beklediğini görünce gülmemek için zor durdu. Biraz korkuttuğunun farkındaydı ama olması gereken oydu. Telefonundan halletmesi gerekenleri halledip dönen kapıya girdi.


Dışarı çıktığında hava çoktan kararmıştı. Etrafı kurumun ışıkları aydınlatırken soğuk tüm çıplaklığıyla kendisini belli ediyordu.


Alara hiçbir şey demeden Doğukan'a sarıldığında bunu yapmasının iki amacı vardı. Hem özlemişti hem de koklaması gerekiyordu. Doğukan ilk başta donup kalsa da sonrasında kendisini toplayıp Alara'ya sarılmıştı.


Alara geri çekildiğinde yüzünde güller açıyordu.


"Aferin..."dediğinde Alara, Doğukan neyi kastettiğini anlamıştı. Çakmak atsalar anında tutuşturdu Doğukan. Her yeri limon kokuyordu.


"İstedin diye yaptım ama bir daha isteme!"dediğinde Doğukan, Alara güldü.


"Daha tuz ruhu ile çitilenme kısmı var hayatım..."deyip yürümeye başladığında Alara, Doğukan donup kalmıştı ve şaka yapmadığını da biliyordu.


"Ciddi misin?"dedi Doğukan ona yetişip yine de emin olmak için.


"Eliz sana anlatır! Neyse işin bittiyse dönelim... Gitmek istiyorum buradan..."dediğinde Alara, Doğukan'ın arkasından başka birisinin sesi duyuldu.


"Hayrola? Nereye? Daha karpuz kesecektik!"


İşim bitti mi demişti? 


🙄🎞️🎞️🎞️🎞️🎞️🎞️🎞️🎞️🎞️🎞️🎞️🎞️🎞️🙄


Fransa...


Yazardan...


"Burada yapmak istediğine emin misin Eliz?"dedi Lucas.


Herkes salondaki büyük ekranın etrafına toplanmış Rusya, Hollanda ve İtalya ile yaptıkları toplantıya odaklanmışlardı.


"Rusya merkez olduğu için burayı tehlikeye atamayız. İtalya zaten onların. Finlandiya da öyle. Hollanda ya da Amsterdam da pek uygun değil. Fransa ya da İspanya diye düşündüm.

İspanya'ya pek hakim değiliz. O yüzden Fransa olsun dedim. Olmaz mı?"dedi Eliz.


"Benim için bir sorun yok... Ben senin için demiştim."dedi Lucas.


"Hepimiz katılıyor muyuz?"dedi Alev.


"Evet. İki gün sonra olacak. Dimitris yer ve mekan olarak Ramiro'nun Fransa'daki bir restoranını organize etmeye çoktan başladı. Ben ve Toprak ana hedef halinde olacağız. Lucas, Libby ve Roseline siz de öyle. Darwini ve İsabel'in oranlarını bana devrettiğinize dair birer belge de istiyorum."dedi Eliz.


"O kısmı oldu bil... Onun hiçbir şeyini üzerimde istemiyorum!" dedi Lucas. Kimse bir yorum yapmadı bu duruma.


"Biz de olacak mıyız?"dedi Nisan. Oyununun ortaya çıkması kısa sürmemişti. Leonardo'yu da ikna etmeyi başarmıştı. Şu anda her şey istediği gibiydi.


"Evet..."dedi Toprak.


"Castelli'nin yüzünü bilmiyoruz... O kısmı nasıl halledeceğiz?"dedi Emel.


Her şey olsa bile yanlış kişiyi yok etme ihtimalleri bile vardı.


"Şu anda hedefimiz onu devirmek değil... Koltuğundan etmek! Orasını daha sonra düşünürüz!"dedi Eliz.


"Nasıl yani?"dedi Yağız. Kardeşinin zihnine o kadar anlam veremiyordu ki bütün bu şeyleri düşündüğünü sorgulamadan edemiyordu.


"Yanisi iki gün sonra abiciğim... Birazcık Rose'u darla dayanamayıp anlatır..."dedi Eliz ve güldü.


"Alara ve Doğukan neredeler?" dedi Alp.


"Sana ne Alp?"dedi Alev. Zaten bütün gün uğraştırmıştı. Bir silahlı saldırı olmuştu. Sonrasında ise Libby ile Alp'in çılgınlıkları ile uğraşmıştı Alev. Neyse ki Büşra söz dinliyordu.


Bunları birine anlatsa üç yaşında çocuk bakıyor sanardı.


"Sormadım varsayın!"dedi Alp yerine sindi hemen. Büşra'yı da öne itti ki kendisi görülmesin!


"Onlar daha Türkiye'den dönmediler. Alara'nın birazcık ortalığı karıştırması gerekiyor!"dedi Eliz ve geri yaslandı.


"Ne yapacak?"dedi Yağız. Alara Hollanda'ya bir rüzgar gibi aniden gelip aniden gitmişti. Ne olduğunu anlayamamıştı Yağız. Bir panik ile gelmişti ve yine aralarını tam olarak düzeltemeden gitmişti. İyi olduğunu görmek yetmişti. Kırgınlığa ise bir çare olmamıştı.


" Ortalığın sakin kalmamasını sağlayacak."dedi ve saati kontrol etti Eliz."Öyleyse kıyafet işini siz halledersiniz tabi yanınızda malzemeleriniz de mutlaka olsun! Boş gelmeyin ve iki gün sonra görüşürüz!"


Görüşmeyi Eliz kapattıktan sonra Libby hemen yerinden kalkıp Alev ve Büşra'ya dönmüştü.


"Sizi de ben hazırlayacağım..."dedi Libby hevesle. Bir kaç gün daha uğraşacak bir şey bulmuştu kendisine.


"Hayır!"dedi Alev.


"Evet!"dedi Büşra.


"Onu hazırla ama bana dokunma!"dedi Alev. Bu konuda kararlıydı. Libby'nin eline bırakamazdı kendisini.


"Korkma Alev... Emin ellerde olacaksın değil mi Lucas? Bir şey desene! Öv beni!"dedi Libby. Biraz daha normaline dönmüştü sabahtan sonra. Lucas yerinden kalktı.


"Beni hiç bulaştırma. Duvarı kontrol etmeye gideceğim. Ben gelene kadar evi yok edip bir de ev derdi çıkarmayın!"dedi Lucas. Sonrasında ise anında tüydü oradan.


Libby tabii ki de durmadı.


"Alev... Ne olur? Nolur? Lütfen... Elbise!"dedi Libby.


"Tulum!"dedi Alev. Elbise falan giyip bütün gece kendisine zulüm edemezdi.


"Yok kefen! Tabutta yanında bedava! İster misin?"dediğinde Alp, Alev ona yastığı fırlatmıştı.


"Ben direkt öbür tarafa ışınlamayı biliyorum. İster misin?"dedi Alev bir tane daha fırlattı.


"Beyaz tulum giyersen bütün gün kefen diye uğraşırım!"dedi Alp.


"Yapar!"dedi Büşra.


"Ben de katılıyorum!"dedi Libby.


"Bozacının şahidi şıracılarsınız zaten!!! Birdiniz üç oldunuz başıma! Siyah bir tulum giyiyorum ve konu burada kapanıyor!"dedi Alev ve salonu daha fazla dayanamayıp terk etti.


"Yanında tulum var mıydı?"dedi Libby, Büşra'ya.


"Hayır! Muhtemelen buradan alacak!"dedi Büşra.


"Düşündüğüm şeyi mi yapacaksın?" dedi Alp. Büşra da onun Libby'e bakarak sorduğu sorudan sonra anlamıştı olayı.


Şimdi üçüde sırıtarak bakıyordu.


"Lucas!!!"diye bağırmasıyla Libby niyetini belli ederken üçüde Alev'i hafife aldıklarını hâlâ anlamamışlardı.


☄️☄️☄️☄️☄️☄️☄️☄️☄️☄️☄️☄️☄️☄️☄️


Türkiye...


Yazardan...


"Hayrola? Nereye? Daha karpuz kesecektik!"


Alara derin bir nefes aldığında Doğukan kenara çekilince Sinem görüş alanına girmişti Alara'nın.


"Kelek olanlar pek ilgimi çekmiyor Sinem..."dedi Alara. Son dakika buradan def olup gitmesine engel olan bu engelden daha da nefret etmişti şu anda.


"Benimde önüme ne yazık ki hep kelekler çıkıyor!"


"Sadede gel!"


"Benimle konuşmak istediğin şeyler yok mu? Benim var! Konuşmak istiyorum..."dedi Sinem ona doğru yaklaşarak. Doğukan iki kadının arasında kalmıştı hem de aynı günde iki kez. İlkinden kazasız belasız ayrılmıştı. Peki ya bundan?


"Öyle mi? Sana kötü bir haberim var canım ya... Benim konuşacak hiçbir şeyim yok! Daha doğrusu seninle konuşacak bir şeyim yok!"dedi Alara. Ne konuşacağını az çok tahmin ediyordu.


"İyi... Dinlersin öyleyse..."dedi Sinem, Alara'nın kolunu tutmaya çalışsa da Doğukan engel olmuştu.


Bugün hiç bitmeyecek gibiydi.


"Sen karışma!"diye carladı Sinem.


"Sevgilim ile konuşurken sesinin tınısına dikkat et Sinem! Eline vermek zorunda bırakma beni!"deyip Doğukan'a bırakması için baktı Alara. Doğukan istemeye istemeye bıraktı. Sinem ise bir adım geriledi.


"Kızım sen de sevgiliden bol ne var ki? Elini sallasa elli tane çıkıyor peşinden! Doğukan... Senin için çok üzüldüm biliyor musun? Daha geçenlerde Emir ile çıkıyordu. Sonu belli çocuğun! Ülkeyi terk etti! Senin de sonunun öyle olmasını istemiyorsan bence bir an önce Alara'dan kurtul!"dedi Sinem. O haberlerin acısını Alara'yı yerden yere vurarak çıkarmıştı.


"Laflarına dikkat et Sinem! Sonuçta sevgilim hakkında konuşuyorsun!"dedi Doğukan sert bir şekilde.


Alara'nın, Emir ile iş için olan yakınlığını biliyordu. Görev esnasında neler olduğunu daha detaylıca öğrenemese de Alara'ya olan güveni tamdı. Ayrıca Alara'yı bir günde tanımamıştı sonuçta. Sinem'in laflarına düşecek kadar da sazan değildi çok şükür!


Sinem kesinlikle böyle bir cevap beklemediğinden afallayarak kendisini toplarken Alara'nın yüzüne bakarak sırıtması canını sıkmıştı.


"Şimdi..."dedi Alara, Sinem'e doğru bir adım attı. Aradaki mesafeyi azalttı.


"Hakkımdaki haberlerin aslının olmadığını sen mi söylersin? Ben mi söyleyeyim kuruma? Sonuçta istifa ettiğimi biliyorsun. Tek bir anda edemiyormuşum istifa! Eşyalarımı almaya geldiğimde! İnsanlar bana bakarak konuşmaya devam ederse! Seni bitiririm Sinem. Yıllarca benimle uğraşanların sonu belli... Bir ayağı çukurda gezenler ekibime katılmak istemiyorsan bastığın yere dikkat et!"dedi Alara. Sinem'in bakışları anlık olarak ayaklarına düşse de Alara'nın etkisi altına girmeden kendisini toparladı.


"Yapmazsan ne olur? Kurumun üyelerinden birisiyle ya da dünyada tanınan kötü bir geçmişe sahip ailenin başka bir çocuğu ile mı adımı lekelersin!"dedi Sinem.


"Ah görende iyilik meleği sanar!"deyip Sinem'in saçlarına elini geçirdi ve onu biraz daha kendisine yaklaştırdı.


Saçından tuttuğu için hareketleri kısıtlanan Sinem saçlarının koptuğuna emindi.


"İyi dinle beni şeytan... Eğer o fısıltılar susmazsa senin fısıltıların dolaşır... Sonuçta hem başa geçmeye çalışan hem de üvey olan birisinin bu aile üyelerine düşmanlığı gayet dikkat çekici olur değil mi?"dedi Alara. Geri çekildiğinde Sinem'in gözlerinde bir şaşkınlık görse belki derdi üvey olduğunu bilmiyor! Ama görmedi. Bariz bir korku vardı. Ve saf öfke.


"Ben de öyle düşünmüştüm. Şimdi... İzninle sevgilimi bekletmek istemiyorum..."dedi Alara ondan uzaklaşırken Doğukan'ın elini de tutmuştu.


"Sen de işine ver kendini. Öyle Matteo ile gezip durma..."dedi Alara ve Doğukan ile birlikte otoparka ilerlemeye başladı.


Sinem'in arkadan köpürdüğünü görmese de hissediyordu.


"Bence ödeştik!"dedi Alara.


"Ne konuda?"dedi Doğukan.


"Ben seni Damla'dan sen de beni Sinem'den korudun sonuç olarak!"dedi Alara. İçimde tarifi olmayan bir mutluluk vardı ki bu dışarıdan bile belli oluyordu.


"Sen neden sırıtıp duruyorsun?"dediğinde Doğukan, Alara'yı çoktan bineceği taraftaki kapıya yaslandırmış ve kaçmasını engelleycek şekilde kafeslemişti.


"Ne?"dedi Alara. Daha demin yürüyorlarken ne ara bu konuma geldiklerini anlayamamıştı ki bozulan kalp ritimleri düşünmesini engelliyordu.


"Ne ne? Niye kendi kendine güldüğünü sordum! Olman gerekenden daha bir hareketlisin!"


"Üzülüp somurtayım mı? Bunu mu istiyorsun?"dedi Alara. Ne yapsa yaranamıyordu! Neden sorguladıklarını da bildiğinden daha da kötü hissediyordu aslında. Sonuç olarak daha önce bir çok kez intihar etmeye çalışmış bir insandı. Ani ve sık ruh halinin değişkenliği ya da olması gerekenden farklı tepki vermesi onlar için hep bir acaba oluyordu! Alara bunun farkındaydı.


"Onu kast etmediğimi biliyorsun!"dedi Doğukan. Hâlâ çözmeye çalışıyordu.


"Bana güvenmiyorsun!"


"Bahsettiğin konu gitmeye çalışmansa ! Evet! Güvenmiyorum..."


"Bir gün güvenir misin?"


Bunun olmasını çok istiyordu Alara.


"Gerçekten pişman olduğunu anlarsam neden olmasın?"


"Pişmanım! Gerçekten pişmanım..."dedi Alara. Pişmandı. Doğukan'ın biraz daha kendisine yaklaşmasıyla nefesini tuttuğunu bile fark etmedi.


"Tam olarak değilsin Alara... Sana olan bakışlarımızdan ve davranışlarımızdan dolayı içinde bir vicdan azabı oluşuyor ama bu sadece bir vicdan azabı! Pişman değilsin şu anda..."


"Öyleyim!"dedi Alara, Doğukan'ın gözlerinin içine bakarak.


"Bakalım öyle misin? Çok zorda kaldığında ya da aniden aklına gelenler yüzünden içine atıp biriktirdiğin o düşünceler yalnız olduğunda aklına gelince intihar etmek hiç aklına gelmiyor mu?"dedi Doğukan.


Alara bakışlarını kaçırdı. Cevap vermedi.


Doğukan, Alara'yı çenesinden tutarak gözlerinin içine bakmasını sağladı.


"Geliyor... Peki seni o gün kurtardığım için ara sıra beni suçluyor musun? "


Yine cevap yok.


"Suçluyorsun... Alara hem benden gitmeye çalışıyorsun hem de kalmamı istiyorsun ama gidenin sen olduğunun hâlâ farkında değilsin."dedi Doğukan.


Böyle olaylar yaşadığında güçlü durmasını seviyordu ama içine atmasından hoşlanmıyordu. İçine attıkça kendisini yiyip bitirdiğini biliyordu.


Konuşsun anlatsın istiyordu.


"Değilim... Özür dilerim."dedi Alara.


Yukarıda esip gürleyip tek damla yaş düşmezken gözünden şimdi düşüyordu ve sorumlusu Doğukan değildi. Kendisiydi.


"Dileme ve ağlama... Bunları sen ağla diye demedim... Sadece benimle konuş diye dedim. Şimdi neden mutlu olduğuna geri dönelim!"dediğinde Doğukan, Alara yumruk yaptığı elini yukarı kaldırınca ikisi de oraya çevirdi bakışlarını.


Doğukan böyle bir şeye neden sevindiğini anlayamadığı için çatık kaşları ile sorgulamaya devam etti.


"Kimin bu saçlar?"dedi.


"Be-"


"Senin değil Alara! Sen sarışınsın ki elindeki saçlar siyah ya da kahverengi! O kadar da kör değilim!"


"Sinirlenme hemen ya! Sana da iki şaka yapılmıyor! Sinem'in bunlar!"


"Kızda saç bırakmamışsın!"


"Güzel baksaymış da dokununca kopmasaymış! Bak bana!"dedi ve kendinden bir tutam alıp asıldı. Doğukan hemen elini saçlarınından indirdi Alara'nın. Saçlarını çekerek de olsa canını yakmasını istemiyordu.

"Tek bir tel dahi kopmuyor!"dedi Alara ve cebinden buzluk poşeti çıkardı.


" Kopmasın zaten... "dedi Doğukan. Alara ise sadece gülümsedi. Devam etti Doğukan sorgulamaya.

"Bu nu nerenden çıkardın sen?"


"Dimitris'in evinden aldım. Onda çok vardı."dedi Alara ve saçları onun içine koydu. Sonra da cebine geri sıkıştırdı.


"Ne yapacağız onlarla?"


"Ah Doğukan... Hep bana olan bu aşkın senin aklını durduruyor değil mi? Bence öyle!"


"Alara"


"İki konuşturmuyorsun!"


"Sen konuşarak konuyu değiştirmeye çalışıyorsun çünkü!"


"Üff!"


"Üfleme anlat! O saçlar ile derdin ne?"


"Ben kendi aileme DNA testi yapmış insanım o şeytanın onlardan olup olmadığını emin olmam gerekiyor! DNA testi yaptırıcam!"


Alara'ydı o! Aklına koyduysa yapardı.


🔥💣🔥💣🔥💣🔥💣🔥💣🔥💣🔥💣🔥💣


Rusya...


Yazardan...


Alara ve Doğukan, Türkiye'deki uzun ve yorucu işlerini hallettikten hemen sonra merkez üssü olarak belirlenen Rusya'ya geri dönmüşlerdi.


Gece çoktan bir örtü gibi çökerken Rusya'ya, burasının Türkiye'den daha soğuk olduğu da su götürmez bir gerçekti.


"Eliz nerede?"dedi Alara. Geldikleri gibi herkesin toplandığı Ostroverkhov'un malikanesine geçmişlerdi.


"Uyuyor..."dedi Toprak. Ardından da salona geçmişlerdi.


"Hoşgeldiniz..."dedi Ostroverkhov.


"Hoşbulduk Ostro... Da Eliz bu kadar erken uyumazdı. Hasta falan mı?"dedi Alara üzerindeki paltodan kurtulurken.


"Başı ağrıyordu. İlaç da uyku yaptı herhalde. Uyanınca gelir. Siz neler yaptınız?"dedi Toprak. Konuyu Eliz'in üzerinden çekmeye çalışıyordu.


Eliz ilaçları kullanmaya başlamıştı çoktan. Şu anda etki olarak sadece uyku yapıyordu. Sabah içtikten sonra ancak öğlene kadar kendisini tutabiliyordu. Öğleden sonra ipler kendi elinden kayıp gidiyordu. Uykusu geliyordu. Uyumak istediği için hiçbir şeye tam anlamıyla odaklanamıyordu.


"Valla Toprak ne diyeyim? Ellerim uzun zamandır kaşınıyordu. Kaşımak gerekiyormuş... Çok rahatladım..."dedi Alara. Cebinden çıkardığı telefon ile bir şeyleri ayarlamaya çalışıyordu.


"Senin de kuzenin gibi olabileceğini düşünerek kurumu patlattığını varsayıyorum ve muhtemelen içeride tek Sinem'i bırakmışsındır!"dedi Toprak. Bu ailede patlatmanın genetik olduğuna emindi.


"Toprak! Bunu gitmeden önce deseydin ya! Büyük bir fırsatı elimden kaçırmış olsam da bir hafta sonra tekrardan gitmem gerekiyor. Tabi planlara uyarsa!"dedi Alara, telefondan kafasını kaldırarak.


"Bundan benim neden haberim yok?"dedi Doğukan.


"Araya kaynamış olabilir... Ama mutlaka söylerdim. Zaten sen de geliyorsun benimle! Sana ihtiyacım olabilir!"dedi Alara.


"Sizin davetten haberiniz var mı?"dedi Ostro.


"Ne daveti?"dedi Doğukan ciddi bir şekilde.


"Ne zaman? Ona göre hazırlanayım!"dedi Alara şaşkın ve bir o kadar da haberi olmadığından biraz öfkelenerek. Toprak onların bu haline güldü. Biri can diğeri et derdindeydi çünkü.


Ostroverkhov da onların bu haline gülerken kapı çalmıştı. Hizmetli hemen kapıya giderken Toprak onlara gereken açıklamayı yaptı.


" Yer altı ile ilgili bir davet. Eliz ve benim planladığım. Daha iki gün var... İki günde hazırlanırsın diye düşünüyorum."dedi Toprak.


"İnşallah!"dedi Doğukan. Alara tam kızma moduna geçmişti ki salona giren Dimitris ile bu hareketi sekteye uğradı.


"Ah Ostro... Bir yoruldum. Bir yoruldum. Bence bana bir ay kafa izni yazarsın diye düşünüyorum."


"Kaşınma Dimitris! Alt tarafı bir iş organize ettin!"dedi Ostro.


"Öyle deme Ostro... Senin o alt tarafı dediğin iş için insanlar çabalıyor!"


"Bir hafta!"


"Bir ay!"


"Beş gün!"


"Tamam bir hafta olsun!"dedi Dimitris. En azından üç güne inmeden durdurmuştu. Üçe inerse yediye çıkmıyordu.


"Bunları Nisan'a nasıl ulaştırabiliriz?"dedi Alara elindeki buz dolabı poşetini sallarken. Asuman'dan, Bernardo'yu ikna edip eve girmesini istemişti. Ya da Bernardo'yu ikna etmesini. Bir şekilde bir örneğe ulaşmalıydı.


"O?..."derken Dimitris, Alara araya girdi.


"DNA testi için saç örneği!"


"Peki ya-"


"Sinem'in saçları!"


"Hayır be! Bana ne Sinem'in saçından! O buzluk poşeti benim mi? Benim! Nerede görsem tanırım!"dediğinde Dimitris. Alara hariç diğerleri gülmüştü.


"Gerizekalı! Odaklanman gereken şey içindeki saç tellerinin getireceği sonuç!"


"Vanya! Özür dilerim hayatım! Sen gerçekten de calmamışsın buzluk posetimi! Evime orijinal sarı kurtlar girmiş!"diye diye çıktı salondan Dimitris.


"Ne? Bir dakika o bana mı dedi onu?"diyerek peşinden çıktı Dimitris'in Alara.


"Onlar da gittiğine göre gelelim plana. Bana anlatırsınız diye düşünüyorum!"


Eliz ve Toprak da bu fırsatı değerlendirmeye karar vererek Doğukan'ın istediğini yerine getirdiler.


💫💫💫💫💫💫💫💫💫💫💫💫💫💫💫


2 gün sonra...


Fransa...


Eliz Erçil Karayel...


Elimdeki poşet ile birlikte koridorda hedefimdeki odaya doğru giderken koridor hiç de boş değildi. Libby ve Alara sanki bu zaman için enerji biriktirmişler gibi bir o yana bir bu yana dönüp duruyorlardı.


Alara makyajlar ile ilgilenirken, Libby kıyafetler ile ilgileniyordu.


Lucas ve Doğukan yanlarına kocamı da katarak ülkedeki güvenlik için Rose ile birlikte gereken önlemleri alıyorlardı.


"Yavaş!"dediğimde önüne bakmadan yürüyen Emel'in elindeki far üzerimdeki en az bu gece olacaklar kadar karanlık bir duygu taşıyan elbiseme dökülecek ve siyah elbisemin üzeri bembeyaz olacaktı.


"Ben... Görmedim! Dökülmedi değil mi?"dedi Emel telaşla. Üzerinde kahverengi, iki parça gibi görünen ama belinin etrafını saran ipler ile bir bütün olan elbisesi ile çok güzel görünüyordu.


Bizim tarafımızdaki herkese en güzel şekilde giyinmelerini söylemiştim.


"Hayır..."diyerek güldüm. O da rahatlamış bir nefes verdi. Biraz yorgun gibi görünüyordu. Hangimiz yorgun değildik ki? Onlar çoğu zaman doğru düzgün uyuyamıyorlardı ki ben her dakika uyuyordum.


Bugün ilaç olmamış olmam beni bir nebze rahatlatsa üzerimdeki sersemliği geçirecek kahveye daha erişememiştim.


Dimitris ise benimle uyku konusu hakkında dalga geçmesinin yanısıra bana Yemen'den kahve getirteceğini de söyleyip duruyordu.


Tabi bunlar hep laftaydı. İcraat yoktu.


Emel ile olan sohbetim Alara'nın evi inletmesi ile son bulurken Nisan'ın, kulağının dibinde bağırmasından dolayı Alara'ya çektiği azarlar eşliğinde ikimizde yolumuza devam ettik.


Odanın önüne geldiğimde kapıyı çaldığımda ilk başta açılmadı. Sonrasında üç kere arka arkaya tıklatınca ilk önce kapının kilidi açıldı. Sonrasında ise içerden bir ek uzandı ve beni içine çekti odanın.


"Sonunda..."dedi Alev derin bir nefes alarak. Üzerindeki bornoza bakılırsa tahmin ettiğimden de kötü bir durumdaydı.


İkimizde birbirimize bakarken buraya Alev'in yardım çağrısı üzerine kimseye fark ettirmeden gelmiştim.


"Çok güzel olmuşsun!"dedi Alev büyük bir beğeni ile.


Sanırım görümce seçimimi mükemmel derecede doğru yapmıştım.


"Sanırım daha ikizim seni görmedi çünkü ambulans sesi falan işitmedim."dediğinde ikimizde güldük ma Alev hemen toplarladı kendisini.


"Getirdin değil mi?"dedi büyük bir hevesle. Ellerimi arkamdan çekerek poşeti ortaya çıkardığımda Alev poşeti hemen alarak bana sarıldı ve ardından bir ceylan misali seke seke banyoya geçti. Ben ise onun bu hallerine gülerek boş bir yere oturdum.


Alev'im... Üzümlü kekimdi.


Libby, Alp ve Büşra, üçlüsünden nasibini almıştı ve bu gece hepsinin soyağacını çıkaracağına emindim.


"Libby abisinden önce beni elimde kalacak!"dedi Alev banyodan. Beni yanılmamıştı.


Libby, Lucas'ın da yardımı olduğu kesin olmakla birlikte onun böyle bir oyundan haberinin olduğunu sanmıyordum, ama olan olmuştu. Libby bütün alışveriş mağazalarından internet üzerinden alışverişe bir duraklatma getirmişti. Buna ne kadar servet döktüğünü bilmiyordum tabi. İnternet alışverişi olmayınca Alev'i de evde tutacak bir sürü oyun sonucuda onun elbise bulamamasını sağlamışlardı.


"Hele o Büşra ve Alp yok mu? Alp için sela okutma işini sana bırakıyorum."


Alev'i bu şekilde durduramayacaklarını bildiklerinden o banyoya girer girmez odadaki bütün kıyafetleri yok etmişlerdi ve Alev sabahın beşinden beri beni bekliyordu bu odada.


Saat şu anda 18:56 idi. Nereden baksak on dört saattir bu odada mahsur kalmıştı ve ben anca hazırlanıp odadakileri atlatabilmiştim.


Banyonun kapısı açıldığında Alev tüm alevliği ile çıkmıştı. Onun için ayarladığım siyah tulumun içinde gerçekten de güzel görünüyordu.


"Zevkine hayran kaldım."


"Bunu poşeti açmadan önce de emin olduğunu düşünüyordum."dediğimde güldü.


"Burada beklerken neyseki saçımı ve makyajımı halletmiştim."dediğinde saçlarını düz bırakması ve makyaj olarak da sadece rimel kullanması dışında bir uğraşı yoktu ama bir yorumda bulunmadım.


"Aferin ve evet... Toprak'tan önce Alp'i yok edersen iyi olur çünkü sana bunu yaptıklarını biliyor ve en son Alp'i arıyordu yana yakıla."


"Sanırım onu ikizime bırakacağım. Eliz... Sen nasıl çıktın onunla bunca sene başa! Tam bir ömür törpüsü!"dediğinde güldüm ama üzerimdeki stresi dağıtamayacağını anlayınca gelip yanıma oturdu Alev.


Evet çocukların yaptıklarına sinirliydi ama çoğu zaman bu sınırı içinde yaşardı. Şu anda ise onlar üzerinden sinirini şakaya vurarak beni eğlendirmeye çalışıyordu.


"Her şey senden yana olacak..."diyerek elimi tuttu. Biliyordum ama tek bir hata bizi yerle bir edebilirdi. Hayatımızın üzerine bir kumar oynuyordum resmen. Tek başıma olsan yine bir şey demezdim. Gıkım çıkmazdı ama yanımda arkadaşlarımın, ailemin ve sevdiğim adamın canı söz konusu olunca ister istemez geriliyordum.


"Sakin olamazsan derin derin nefesler almaya çalış hem ben yanında olacağım."dedi Alev. Ona dönüp sarıldığımda o da bana sarıldı.


Bir vedalaşma değildi bu bir başlangıca atılan ilk adımdı.


*****


Saatler birbirini kovalarken nihayetinde hepimiz arabalara binmiş ve yola çıkmıştık. Evden en son ayrılan ben ve Alev olmuştuk. Toprak bizi almaya geldiğinde peşinde bir sürü koruma vardı. Bu gece Fransa'da büyük bir deprem bekleniyordu.


Depremi ise ben yapacaktım.


"Sakin ol..."dedi Toprak kulağıma fısıldayıp boynumdaki elimi ellerinin arasına alırken. Stres olduğumda elim ya kolyeme giderdi ya da boynuma dolanırdı. Toprak da bunu biliyordu. Derin nefes alarak geriye yaslandığımda şimdi yüz yüze bakıyorduk.


Benim siyah, bir kolu açık diğer kolu tülden oluşan ve aynı tülün aynı desenle derin yırtmaçlı sol bacağımda olan tüllü elbisem ile onun simsiyah takım elbisesi gayet de iyi bir kombin olmuştu.


Elbiseyi ondan gizli sipariş vermiştim ve o çıktıktan sonra hazırlanmıştım çünkü onunla hazırlanmak biraz zor oluyordu. Ondan sonra hazırlanmam da geldiğimizden beri kaçıncı defa süzdüğünü sayamadığım bakışları ile bir kez daha haklı çıkarmıştı beni.


"Bu kadar nefes kesici olman gitmemek için bir neden Eliz... Hadi geri dönelim!"dedi yine kulağıma. Gülmemek için zor dururken istifimi bozmadan ona döndüm. Çok yakındık ki bunu bildiğinden Alev'i on tarafa oturttuğu kesindi.


Kocam çok kurnaz bir insana dönüşüyordu.


"Kıskançlığın sırası değil..."


"Kıskançlık değil!"


"Ne peki?"dediğimde kaşlarım havaya kalkmıştı.


Öpeceğini anlayınca böyle kurtuluşlarına alıştığım için yüzümü çevirince dudakları yanağımı bulmuştu.


"Öyle kaçış yok Toprak efendi! Kıskançlık olduğunu kabul et ve bende beni öpmene izin vereyim!"dediğimde güldü.


"Senin seçimin!"diyerek geri çekilmeye çalıştığında yakasından tutup kendime yaklaştırdım. Çok kısa mesafe kalınca durdum.


" Bana bak Toprak! Zaten gerginim ve acısını senden çıkarırım! Kabul et bitsin!"dedim. Zaten sabrımın son demleri zor duruyordu ayakta. Dudaklarında bir gülümseme olunca ben de gülümsedim.


"Tamam... Seni deli gibi kıskanıyorum... Oldu mu?"dediğinde zafer içinde öpmüştüm onu.


Genelde bu tartışmaların sonunda kazanan taraf olmuyordu çünkü her ikimizde kazanmış oluyorduk.


Alnını alnıma yaslandığında ikimizde gülümsüyorduk.


"Bu gece sana birisi laf atarsa daha doğrusu yan gözle bile baksa yakarım ortalığı duydun mu beni?"dedi Toprak.


İyice kıskanç bir kocaya dönüyordu.


Halimden şikayetçi değildim ne yazık ki!


"O halde aç kulaklarını ve beni iyi dinle! Bu gece sana gereğinden fazla bakarlarsa onların gözlerini oyarım! Anladın mı beni?"dediğimde Toprak da halinden memnundu.


" Şu anda annesi ve babasını basmış çocuk gibi hissediyorum!"dediğinde Alev, ikimizde anından birbirimizden ayrılmıştık. Hatta yanımda oturan da kim moduna bile girmiştik. Alev ise gayet de sıkılgan bir şekilde devam etti.


"Geldik ve kendinize çeki düzen verin. Sizi bekliyorum."deyip arabadan indiğinde biz de hızlıca derlenip toparlandık. Arabadan önce Toprak indi ve sonrasında benim elimi tutarak beni dışarı çıkardı.


Biz evden çıktığımız anda yayınlanan haber ile buraya doluşan gazeteciler her şeyin yolunda olduğunun bir göstergesiydi.


Lorenzo'nun magazin programlarından çıkmış gibi hazırladığı o haberler gayet de ise yarıyorlardı.


" Geçtiğimiz günlerde ünlü iş adamı Ramiro Montenegro'nun ölüm haberi alırken herkesin aklında bir sürü soru kalmıştı ve tabii ki de çoğu iş insanının da düşündüğü gibi bu servetin yeni sahibi kim olacağı olmuştu!


Bilindiği üzere Ramiro Montenegro ailesini uzun yıllar önce bir trafik kazasından kaybettiği için yerine geçecek kimsesi yoktu ve yeni kişi epey bir merak uyandırırken kimsenin bilmediği bir durum gündeme bomba gibi düştü.


Ramiro Montenegro öleceğini biliyormuş gibi önceden bir vasiyetname bırakmıştı ardında.


Vasiyetinde yazanlar gereği bütün mal varlığı manevi kardeşi olarak gördüğü Eliz Erçil Karayel Atılgan'a geçerken iş adamlarının bu durum hakkındaki görüşlerine dair hâlâ bir bilgi elimizde yok..."


Bu daha uzayıp giden bir haberdi ki bu benim aklımda kalan kısmıydı. İçeri girene kadar her açıdan çekilen fotoğraflar ile gündemden uzun süre düşmeyeceğimizi biliyordum.


Hiç bitmeyecek sandığım o yol bittiğinde asıl zor kısma giriş yapmıştık. Merdivenlerden inerken içerideki huzurlu müziği bile huzursuz yapan o karanlık hava yüzünden ister istemez gerilsem de hâlâ son derece soğuk ve dik duruyordum.


"Hoş geldin..."dedi tanımadığım yine yalancı yüzlerden birisi. Riccardo bu geceki Castelli'nin şu anda karşımda duran adam olacağını söylemişti. Demek ki Castelli hâlâ yüzünü göstermemek de kararlıydı ama bu gecenin sonunda bu kararına çomak sokacaktım.


"Ben değilde siz hoş geldiniz... Sonuçta ev sahibi biziz!"dediğimde ortamdaki sessizlik devam ediyordu.


Merdivenlerden inerken içeriye göz gezdirmiştim. Bizimkiler ikişerli guruplar halinde mekanın her yanına ve çıkışına konumlanmış durumdalardı. Sadece bizim ekip değildi diğerlerinin de adamları vardı ama sınırlı sayıda alınmıştı. Dışarıda bir ordu olduğu kesindi.


Yer altı masasında olan herkes yanında bir iki kişiyle katıldığından yeterince kalabalıktı ama çoluk çocuk yoktu neyse ki. En azından bunu düşünecek kadar akılları vardı.


"Bu haberin kanıtını istiyoruz!"dedi masada olan bir başka uyuşturucu kaçakçısı .


"Elbette kanıtları göreceksiniz ama öncelikle yemek yiyelim.."dediğimde en az elli kişilik olan upuzun masayı işaret ettim. Sonrasında ise artık ev sahibi olduğumdan mı yoksa bu şamataya bir son vermek için midir bilmem herkes sessizce yerine otururken bizimkilerde masalara yaklaşmışlardı ama oturmamışlardı.


Ben ve Toprak sakince masaya geçtiğimizde daha doğrusu baş köşeye oturduğumuz da herkes yemek yemeyeceğimizi biliyordu.


"Artık kanıtları alalım! Kaybedecek vaktimiz yok!"dedi sahte Castelli. Tehlikeli bir şekilde gülümserken ilk hamlemi yapmıştım. Domino taşları devrilmiş ilk piyonu hareket ettirmiştim.


"Yer altı üyesinin dışındaki herkesi alın!"dediğimde herkesin gözü büyürken uyuşturucu kaçakçısı ve ünlü mafya liderlerinden bir kaçı ayağa kalkarken enselerinde hissettikleri soğuk namlunun ucu ile sinirle oturmak zorunda kalmışlardı.


"Bunu ödeyeceksin!"dedi Castelli.


"Kimi tehdit ettiğine dikkat et!"diyerek silahın ucunu daha da bastırdı Alara.


Sonrasında ise yer altı masasından olmayan herkesi çıkardık. Onları elimizde tutuyormuş gibi yapsak da hepsi çoktan arabalarına bindirilmişti. Biz onlar gibi gaddar değildik.


"Şimdi... İsimsiz Castelli ve Emma Forster'ın adamları. Gerçekten siz olmadığınızı hepimiz biliyoruz ama yine de söylemek istedim. İyi dinleyin beni çünkü buna ihtiyacınız olacak!"dediğimde hepsi huzursuzca kıpırdansalarda enselerindeki silahlar yüzünden gıkları cıkmıyordu.


"Söyle!"dedi çakma Castelli. Sanırım patronu kulağına konuşmuştu. Sonuçta onlara her hangi bir yönden kısıtlama getirmemiştik bu konuda. Gülümseyerek devam ettim. Toprak belimden tutmuyor olsa yerle bir olabilirdim çünkü dizlerimin titrediğine emindim.


"Bildiğiniz üzere yer altı oranları sisteminde bazı kurallar ve kural koyucuları var... Castelli ve Emma gibi olanlar ama onlar artık yok!"dediğimde bana inanmayıp hepsi gülmüştü.


Bunlar son gülüşleri olacaktı.


"Nasıl olacakmış o? Ramiro'nun yüzde onluk hakkıyla böyle bir konuma gelemezsin!"dedi aralarından birisi. İşaretimle enselerinde bastırılan silahlar ile susmak zorunda kaldılar.


"Sadece Ramiro'nun değil..."dediğimde ilk önce Roseline konuşmaya başladı.


"Ben Roseline Rosenberg... Yer altında bulunan yüzde iki oranım ve Isabel Dera'dan aldığım yüzde onluk kısımdan Isabel'e ait kısmı ve kendime ait yüzde birlik kısmı Eliz Erçil Karayel Atılgan'a devrediyorum..."dediğinde herkes nefesini tutarken sahte Castelli sinirden köpürüyordu. O ağzını açmadan önce Lucas konuşmaya başladı.


"Ben Lucas Jewel Morrison... Yer altında bulunan yüzde ikilik oranımdan yüzde birini ve Darwini Serret'ten aldığım yüzde beşi Eliz Erçil Karayel Atılgan'a devrediyorum."dediğinde Lucas çoktan kazanmıştım.


Yüzde onluk Ramiro'nun kısmı, yüzde on bir Roseline'nin kısmı ve Lucas'ın yüzde altılık kısmı ile toplamda yüzde yirmi yedi olmuştum ve yirmi beşi çoktan geçmiştim.


Ben konuşmadan önce son olarak Libby konuştu ama onun konuşması planda yoktu.


" Ben Libby Joyce Morrison... Yer altında bulunan yüzde ikilik oranımdan yüzde birini Eliz Erçil Karayel Atılgan'a devrediyorum ve bu işi sağlama alıyorum!"dediğinde bizimkiler gülserlerde yer altı masasında bir fırtına öncesi sessizlik vardı.


"Bunu yapamazsın!"dedi aralarından birisi. Güldüm.


"Yaptım bile..."diye karşılık verdi Libby. Ses tonundan ne kadar keyifli olduğu anlaşılıyordu.


"Böyle bir hakkın yok!"dedi masadan bir başkası.


"Yer altı masanın kurallarına göre..."diyerek konuşmaya başladı Ostroverkhov. Onu bu işten uzak tutmak istesem de yine de benim yanımda olacağını herkese göstermek istiyordu anlaşılan. Merkez üssü Rusya'da artık tehlikedeydi kısacası.


"Üye istediği kadar oranını başka bir üyeye devredebilir ve yine üyelerden birinin masadan ayrılmasına sebep olan kişiye de o oran geçebilir... Bunlar hepimizin onayladığı maddeler."dedi Ostro.


Hepsi bunun farkındaydılar ama itiraz etmekten başka da şansları yoktu.


"Eliz'in şu anda toplamda yüzde yirmi sekizlik bir oranı var ve bu oran dizinde bildiğiniz üzere Castelli ve Emma dan fazla. Yani... Masanın yeni lideri o oluyor!"dedi Dimitris hepimizi dumura uğratan o tehlikeli duruşuyla. Ama bu etkinin ardından sahte Castelli sinirden deliye dönerken Emma'nın adamı gayet rahattı. Adamın kulaklığı dinlediği çok belliydi.


Emma ondan hiçbir şey istememe rağmen beni takmayıp masadaki bütün oranını bana devretmek gibi bir şey yapmazdı değil mi?


Loading...
0%