Yeni Üyelik
45.
Bölüm

45. Bölüm~ Vahşetin İçine

@feusa

"Biz de artık konuşalım değil mi?"dedi Toprak.

 

Herkes uyurken biz uzun bir konuşma yapacak gibiydik çünkü aklımdaki plan benden habersiz başkası tarafından ortaya saçılmıştı.

 

Kafamı salladığımda ayaklandı hemen. Ardından da ben kalktım. Odaya geçtiğimizde sessizdi. Toprak genel olarak hep sessizdi ama bu seferki sessizlik o türden değildi.

 

Bu konuda hatalı olduğumun farkındaydım. O yüzden derin bir nefes alarak yatağa oturdum. O duvara yaslanmayı tercih etmişti.

 

"Özür dilerim..."dedim yine sadece. Başka bir şey diyebileceğimi sanmıyordum.

 

Derin bir nefes aldı. Bana kızmak istemiyordu ama bir şeyler planlayıp ona söylemememden de nefret ediyordu.

 

"Neden sakladın? Böyle bir planın vardı. Kendini açık hedef olarak gösterecektin madem! Bana neden söylemedin?"dediğinde bariz bir şekilde kırıldığı belli oluyordu. İstemeden kırmıştım onu.

 

Planlar birbirine girmişti.

 

"Anlatacaktım..."

 

"Ne zaman? Yaralandığında ya da onların eline geçtiğinde mi haberim olacaktı Eliz?"dediğinde yerimden kalktım. Korkuyordu ama ben de korkuyordum. Onlara zarar gelmesinden. Ona zarar gelmesinden korkuyordum. Onların derdi sadece bendim. Benden almak istedikleri bir şey vardı. Bunun çip ile alakası olduğunu sanmıyordum.

 

"Sana gitmeden önce söylemem gerekiyordu. Biliyorum. Anlıyorum ama..."

 

"Anlamıyorsun Eliz... Plana göre hareket etmeye çalışıyordun. Birlikte yapmıştık planı. Oran toplayacaktın. O oranın senin için yeterli olmadığının ben de farkındaydım ama bir sonraki hamle beklenmedik yerden geldi. Bu senin ihtimalinde değildi. Biliyorum ama kendini öylece açık hedef yapacağını düşünmemiştim. Sadece planı düşünüyorsun ama beni düşünmüyorsun!"dedi. Kendisini dizginlemeye çalışıyordu ama ben kendimi dizginleyebileceğimi sanmıyordum.

 

"Seni düşünmüyorum!? Emin misin? Ben seni kendimden daha çok düşünüyorum Toprak! Sana gitmeden önce bu gecenin devamında planın asıl amacı bu deseydim yapmama izin verecek miydin?"dedim. Sinirlenmiştim. Evet. Hatalıydım ama onu düşünmediğimi söyleyemezdi. Bir karar almadan önce onu da düşünüyordum ben. İki kere bakıyordum karara. Gitmeden önce böyle olacak deseydim izin vermeyecekti. Beni kaybetmekten deli gibi korkuyordu. Vurulduktan sonra daha da üzerime düşmeye başlamıştı. Farkındaydım. Sesimi çıkartmamıştım. Onu bu hâle ben getirmiştim ama onu düşünmediğimi söyleyemezdi.

 

"Hayır!"dedi hemen.

 

İkimizin de gözlerinden ateş çıkıyordu. Birdenbire yükselmiştik. Ortam gerilmişti. Sinirliydi ve herhangi bir şey söylerse sonrasında üzüleceğinr emindim. O aksini iddia etse de ben onu düşünüyordum ve olayı kapatmak istiyordum.

 

"Bu yüzden çıkışta söyleyecektim. Benden önce söylenmesi benim için de sürpriz oldu kısacası."dedim. Muhtemelen bunu da saklayacağımı düşünmüştü. Bu hayatta güvendiğim tek insanın da bana olan bu güveni gerçekten canımı sıkmıştı. Olay yaratalım derken olayın gelip bana sarması dışında başka bir sorun yoktu.

 

Yorgunluk, sinir ve şimdi de kırgınlık...

 

Bakışlarımı üzerinden çekerken derin bir nefes aldım ve odanın kapısına doğru yöneldim. Şu anda ikimizde aşırı derecede sinirliydik ve birbirimizi kesinlikle anlamıyorduk. Ona söyleyeceğimi biliyordu ama bilmiyormuş gibi davranması hoşuma gitmemişti. Evet. Benden öğrenmek istemişti ama gün sonunda da benden öğrenmiş olacaktı zaten. Plana giren üçüncü tekil şahıslar yüzünden plan sekteye uğradıysa bunun sorumlusu sadece ben olamazdım.

 

"Nereye?"dedi. Yaslandığı yerden ayrılmış peşimden geliyordu. Nereye mi? Mümkünse cehennemin dibine!

 

"Biraz hava alıp geleceğim!"dedim. Kesinlikle hava almam gereken durumlar vardı. Ben ve sinirimin sakinleşmesi ancak serin bir hava ile mümkün gibiydi.

 

"Tamam ben de geliyorum."

 

"Hayır sen burada kalıp sakinleşiyorsun! Ben gelene kadar umarım sakinleşirsin!"dedim.

 

"Konuşmanın ortasında çekip gidemezsin Eliz! Konuşuyoruz!"

 

"Hayır konuşmuyor, kavga ediyoruz ve kalbimi kırarsan ben de seninkini kırarım. O yüzden bu konuşma adı altında yaptığımız kavganın tam ortasında gidiyorum."dedim. Kapının önüne gelmiştim ki kolumdan tuttu. Dirsek atacağımı da anlayınca kolumu sırtımda sabitleyip beni kendine çekti. Sonrası garip bir şekilde gerçekleşti.

 

Sırtım duvara yaslanmıştı. Kapı kilitlenmişti. Alnını alnıma yaslamış sakinleşmeye çalışıyordu.

 

İyi ki ayrı ayrı sakinleşelim demiştim. Aramızdan su sızmıyordu çok şükür.

 

"Özür dilerim... Gereksiz yükseldim..."dedi. Alınlarımız ayrılsa bile gözlerimiz hâlâ birlikteydi.

 

Derin bir nefes aldığımda kokusu ciğerlerime dolmuştu. Kesinlikle aklımı karıştırmak için yaptığı bir hileydi bu durum.

 

"Gereksiz değildi! Haklıydın. Söylemem gerekiyordu ama bir de benim tarafımdan düşün! Söyleseydim engel olacaktın."dediğimde aksini iddia etmedi.

 

"Evet ama nedenim var..."

 

"Benimde nedenim var Toprak ve ayrıca beni böyle kapana kıstırarak ikna edemezsin! Sinirlenmeni anlıyorum ama seni düşünmediğimi ya da bu olayı senden saklayacağımı düşünmene gayet de sinirliyim. Şimdi beni bırak!"dedim.

 

O sakinleşmiş olabilirdi. Ben hâlâ sinirliydim.

 

"Özür dilerim... Sinirle öyle düşünmüş olabilirim ama öyle olmadığını biliyorsun!"dediğinde derin nefes alma istediğime engel oldum. Kokusu sakinleştirirken cümleleri tepemi attırıyordu.

 

"Sinirin geçsin öyle konuşalım!"dedim aklıma gelen ilk bahaneyi öne atarak.

 

"Ben sakinim ve sen sakinleşene kadar hiçbir yere gidemezsin! Küstüğünde beni bırakıp gidemezsin Eliz!"

 

"Giderim!"

 

"Gidebildin mi?"dediğinde karnına yumruk attım boşta kalan elimle ama etki etmedi tabi. Sonrasında tabi ki o elimi de ellerinin arasına hapsetti.

 

Bir sonraki adımımın bacaklarım olduğunu bildiği için bacaklarıma da baskı uyguluyordu. Derin bir nefes alarak yine sakinleşmeye mahkum oldum. Başımı duvara yaslandığımda gözlerimiz yine buluşmuştu. Yüzü ifadesizce tepkimi ölçmeye çalışıyordu.

 

" Bir sonraki hamlenin ne olduğunu biliyorsun değil mi?"diye mırıldandığımda kaşlarını çattı ama hemen sonra aklına gelen şey ile ciddileşti.

 

"Kocana şiddet uygulamamalısın!"dedi. Hamlemi anladığında başını geriye çekmişti.

 

Evet. Kafa atmak gibi bir planım vardı lakin önden haber vermiştim.

 

"O hâlde kocam gün sonunda her şeyden haberi olmayacakmış gibi davranıp beni sinirlendirmesin!"dedim. Bir elleri kurtarabilseydim rahatlayacaktım ama çok sıkı bir şekilde tutuyordu. Yalnız canımı da yakmıyordu. Bunu nasıl başarıyordu? Ve yine odağımı dağıtmayı başarmıştı.

 

"Kaç kez özür dilemem gerekiyor?"

 

Sorusunu görmezden geldim. Konu dallanmış budaklanmış ve en sonunda canımı sıkmıştı.

 

"Uykum var benim!"

 

"Küsüp uyuyamazsın!"

 

"İzin verirsen gösteririm..."dedim. Anlık boşluğundan yararlanıp bu sefer karın boşluğuna sert bir darbe attığım için geri sendeledi. Ben de bu fırsattan yararlanıp odanın içine doğru ilerlemeye başladım. Kocam olacak sinir bozucu mahlukat kapıyı kilitlediği için geri eski yerime dönmüştüm.

 

Beni bu ilaçlar ve serumlar gerçekten salaklaştırıyordu ya da Toprak onu düşünmediğimi söyleyerek benim farkında olmadığım kırılma noktama parmak basmıştı. Her ikisi de mantıklı gelirken aklıma gelen ilk şeyi yaparak ayakkabılarımı çıkarıp yatağa yattım. Yorganı kafama kadar çektim. Biraz dolanmışta olabilirdim. Toprak'ın ofladığını duyarken yanıma yattığımı hissedince yorganı tuttum.

 

Aşırı derecede sinir olmuştum. Ben her adımımda, hareketimde, nefesimde onu düşünürken nasıl aksini iddia ediyordu?

 

"Eliz..."dediğinde yorganı çekmeye çalışıyordu.

 

"Uyumadığını biliyorum!"dediğinde de tepki vermedim. O çektikçe ben çekiyordum. En sonunda güçlüce çekince yorgan ellerimin arasından kayıp gitti.

 

"Rahat bırak beni... Uyuyacağım!"dedim diğer tarafa dönerek.

 

Yatağa oturup beni kendine çevirdi.

 

"Affet beni... Sonra rahat bırakacağım!"dedi Toprak. Gecenin bilmem kaçında yaptığımız şeye bakıyorum da çocukluktan başka bir şey değildi ama her zaman büyük olamazdık değil mi? Biraz küçülmek iyi gelebilirdi.

 

"Gider misin? Küsmenin en önemli kuralı küs olduğun kişiyle konuşmamak!"dediğimde homurdandı. Ne dediğini anlamadığıma göre küfür etmiş olmalıydı.

 

" Canım... Karım... Güzelim... Birazcık acı bana... Lütfen ya? Özür dilerim! Gerçekten!"

 

"Haklısın ben seni hiç düşünmediğim için üzerine gel-"

 

"Dilimi eşek arısı soksaydı da söylemeseydim!" dedi bir anda lafımı keserek. Adamı da delirttik en sonunda. "Sinirle ve korkuyla ne dediğimi düşündüğümü mü sanıyorsun sen? Evet sana o an kızdım. Evet , sen er ya da geç söylerdin bana aklındakileri! Biliyorum ama Eliz... Korkuyorum. Bayıldın... Çok korktum. Her şey olmuş olabilirdi o an. Kullandığın ilaçlar yüzünden olabileceği de o an aklıma gelmedi. Sana bir şey olduğunda benim beynim duruyor Eliz..."dedi. Konuşurken parmakları saçlarımdan bir saniye olsun ayrılmamıştı.

 

"Sana bir şey olacak yine benden uzak kalacaksın diye aklım çıkıyor..."dediğinde gözlerindeki titremeye kalbimi verirdim. Daha fazla uzatamazdım. Yattığım yerden doğrulup kollarımı boynuna doladığımda o da bana kolları doladı. Derin bir nefes aldığında rahatladığını hissetmiştim. Geri çekildiğimde yüzünü avuçlarımın arasına aldım.

 

"Bir daha seni düşünmediğimi iddia edersen atarım seni odadan Toprak! Anladın mı?"dediğimde güldü. Gülüşünden öpüp geri çekildiğimde fark ettiğim şey ile kaşlarım çatılmıştı.

 

"Sen neden hâlâ takım elbise ile duruyorsun? Eline geçen ilk fırsatta benim elbisemi yok ettiğine inanamıyorum!"

 

"Olayların benden bağımsız gerçekleşen bir tarafıydı. Alara ve Emel tutturmuşlardı ki bana kalsa ben çıkartmaman taraftarıydım. Çok güzel olmuştun!"dediğinde tabi ki de erimiştim lakin her zaman belli edemezdik.

 

" Sadece o an mı güzeldim?"dediğimde göz devirmemek için zor tutmuştu kendini. Gülmeye başladığımda bu sefer o öpmüştü dudağımın kenarından.

 

"Sen her an güzelsin ve güzel kalacaksın!"dedi. Parmaklarım saçları ile oynuyordu.

 

"Her zaman mı? Her-"diye uzatacağım sırada dudaklarını dudaklarıma bastırdı. Elbetteki mükemmel bir cevaptı ama geri ayrıldığımızda sözlü olarak da cevap beklediğimi fark etti.

 

Ne duymak istediğimi ben de bilmiyordum ama şu anda uykum yoktu ve uyumak istemediğim için oyalanmaya çalışıyordum ve muhtemelen o da cin gibi bakan gözlerimden bunu da çok açık bir şekilde fark etmişti.

 

"Sonsuza dek..."

 

Nasıl nefes alınıyordu?

 

Alnını alnıma yaslandığında tekrar konuştum. Bu gece susmayacak gibiydim ki Toprak bundan şikayetçi görünmüyordu.

 

"Kalbinde mi?"dediğimde güldü. Bir insanın gülmesi bile mi etkilerdi insanı? Etkilermiş... Her zaman dediği gibi beni etkilemek için uğraşmasına gerek yoktu.

 

"Kalbim zaten sende..."

 

Tek bir cümle ile de etkilenirdim ben.

 

Bu sefer de ben öpmüştüm onu. Sonrasında ise küçük olma oyunu sona ermiş ve tekrardan büyümüştük ama şimdi büyümek de güzel gelmişti.

 

🖤💙🖤💙🖤💙🖤💙🖤💙🖤💙🖤

 

Yazardan...

 

İtalya...

 

Saat 03:48.

 

Riccardo, Leonardo ve Nisan daha yenice havalimanına inmişlerdi. Pistteki tek ses onların ayak sesleriydi ve hiçbiri konuşmuyordu. Çıt çıkmıyordu. Korumalar onları sessizce takip ediyorlardı. Havalar artık ısınsa da geceleri yine de çok soğuktu.

 

"Üşüdün mü?"diyen Leonardo ile sessizlik bozuldu. Kollarını birbirine doladığının farkında bile olmayan Nisan ise dalıp gittiği o uzak diyarlardan kopup gerçek yaşama geri dönmüştü.

 

"Hayır..."dedi Nisan. Üşümüyordu. Aksine içi yanıyordu. Leonardo ve Riccardo da bunun farkında oldukları için daha fazla uzatmadan araca geçtiler.

 

Yol boyu Leonardo ve Riccardo ortamdaki kasvetli havayı dağıtmak için sohbet etselerde ikisi de oldukça gerginlerdi. Nisan'ın sessizliği ise daha da gericiydi.

 

Arabadan ilk olarak Nisan indi ve eve doğru yürümeye başladı. Leonardo ise Riccardo ile arabadan biraz oyalanarak inmeyi tercih ettiler.

 

"İstersen otele geçebiliriz..."dedi Riccardo.

 

"Geçelim de evliliğime çıkmaz bir yol mu oluşturayım baba? Saçmalama lütfen!"dedi Leonardo. Arabadan indi. Biraz daha dururlarsa gerçekten otele gidebilirledi çünkü.

 

"Yazlığa geçelim... İyi durumda olup olmadığına baktık deriz!"dedi Riccardo bu sefer de.

 

"Tam olarak hangi eksiğine baktın derse senden kaçtık da deriz olur mu?"dedi Leonardo oflayarak.

 

"Kuruma geçelim... Önemli bir sıkıntı varm-"

 

"Baba affedersin de sana ne oluyor? Gece yalnız kalıp ölme ihtimali olan kişi benim ama sen benden daha çok sorun ediyorsun! Doğruyu söyle annem her sinirlendiğinde görevde falan olmuyorsun değil mi?"dedi Leonardo gözlerini kısarak.

 

"Ben mutlu bir evliliğin ilk sırrının kaçmak olduğunu savunan taraftayım!"dedi Riccardo ve gülerek içeri girdi.

 

Bu her şeyi açıklamaya yetmişti.

 

Leonardo ise babasının bu desteği karşısında mutsuz mutsuz içeri geçerken Olivia salonda , ellerini beline koymuş, onları bekliyordu. Nisan'ın bu sessizliği hiç hoşuna gitmemişti.

 

"Neler oluyor? Nisan çok sessiz! Ve siz de... Çok gergin görünüyorsunuz!"dedi Olivia.

 

"Sorma anne sorma... Bu gece ölebilirim..."dedi Leonardo üzerindeki ceketten bir an önce kurtularak.

 

"Daha da meraklandırmadan anlatacak mısınız yoksa sinirlenmeli miyim? Yoksa siz mi bir şey dediniz de üzdünüz kızımı?"dedi Olivia. Nisan'ı gelini olarak değil kızı olarak gören bir kayınvalideydi.

 

"Şimdi şöyle ki hayatım Nis-"derken Riccardo, Leonardo araya girdi.

 

"Babam sana uzun uzun anlatır ne olacağını. Ben şimdi yukarı çıkıyorum ve bu son görüşmemiz olabilir o yüzden... Anneciğim..."dedi ve babasına tehlike anlarında baktığı gibi bakarak annesine geri döndü.

 

"Ben bir şey öğrendim ve sana bunu nasıl anlatırım bilmiyorum..."

 

"Leo sakın!"dedi Riccardo yaptığı hatayı anlayarak. Kendi çocuklarına yardım etmek öte dursun o an için hoşlarına gitmeyecek bir şey yaptığında direkt olarak sırtından bıçaklanması asla unutmaması gereken bir durumdu.

 

"Üzgünüm... Babama her kızdığında gittiği o görevlerin aslında senden kaçmak amaçlı yaptığı ufak tefek hile hurda olduğunu öğrendim... Beni affet validem ve elbette ki ses kaydım var..."dedi Leonardo. Bunu çok üzgün bir şekilde söylemiş olsa da içten içe sevindiğini ikisi de biliyordu.

 

"Şansa bakın ki beni kurumdan çağırıyorlar!"dedi Riccardo ve hızlıca geldiği yolu geri yürümeye başladı. Daha doğrusu koşmaya.

 

"Tam olarak böyle yapıyormuş anneciğim..."dedi Leonardo.

 

"Riccardo... Hayatım... Nereye kaçabileceğini sanıyorsun?"diye bağırarak peşinden ilerledi Olivia.

 

Leonardo ise yaptığı şeyden gram pişmanlık duymadan açık kalan dış kapıyı örtmek için ilerlediğinde bir anda yüzüne doğrultulan silah ile birlikte neye uğradığını şaşırdı.

 

"Ev sizde... Kızımın gönlünü ben gelene kadar almazsan seni de babanın yanına gönderirim!"

 

Olivia son sözlerini de söyleyip silahı tekrardan arabaya binen Riccardo'ya çevirip iki el ateş etti. Riccardo o ateş etmeden gaza bastığı için atışlar isabetsiz olmuştu. Olivia onun peşinden giderken Leonardo vakit kaybetmeden kapıyı kapatıp sırtını ona yasladı. Umuyordu ki Nisan annesi ile uzun süre yalnız kalmamış olsundu.

 

"Leonardo?.. Ne oluyor? Silah sesi duydum! Leo-"diyerek Leonardo'yu bulduğunda Nisan derin bir nefes almıştı. Hızlı bir analiz sonucunda Leonardo'nun da iyi olduğunu karar verince daha da rahatlamıştı ama hâlâ neler olduğunu sorguluyordu.

 

"Ne oldu dedim?"dedi Nisan tekrardan sorusunu yineleyerek.

 

"Annem biraz babama sinirlendi..."dediğinde Leonardo, Nisan imalı imalı bakmaya başladı. " Bakma öyle... Bu sefer benim hiçbir parmağım yok! Yani... En azından bu sefer telefon rehberinde nasıl kayıtlı olduğunu göstermedim. Göstermeli değildi!"dedi Leonardo kendisini açıklamaya çalışarak.

 

Nisan ise sadece kafasını sallayarak merdivenlere yöneldi. Leonardo da el mahkum peşinden ilerlemeye başladı. Nisan'ın sessizliği yüzünden kendi kendine konuşuyordu. Odalarının oldukları koridora girdiklerinde Leonardo bu gece dışarıda yatmayacağını anladığından Nisan'ın sessizliğinin neden olduğu durumun boyutunu ölçmeye çalışıyordu.

 

Nisan'ın adımları kapının önünde durdu. Kapıyı açtı. İçeri geçti ama kapıdan uzaklaşmadı. Leonardo'nun içeri girmesini bekledi.

 

İkisi de bu sessizliğin nereye kadar süreceğini merak ediyordu.

 

Nisan kapıyı kapatıp sırtını kapıya yaslandığında Leonardo bu gerici sessizliğe bir son vermek adına konuşmaya başladı. Ne olacaksa olsundu. Bu sessizlik onu daha çok yormuştu.

 

"Neden benimle konuşmuyorsun? Çok sessizsin Nisan..."dedi Leonardo. Nisan bakışlarını hemen önünde durmuş isyan eden adama çevirdi.

 

"Şaşırmadın..."dedi Nisan bütün geceki suskunluğunun sebebini ortaya çıkararak. Yaslandığı yerden ayrıldı. Dağınık olduğu için dikkatini bozan ve silah seslerinden önce yarım kalan işini halletmek üzere makyaj masasına doğru ilerledi.

 

"Nisan..."dedi Leonardo. Devamı gelmedi. Ne dese boşa gideceğinin farkındaydı. Nisan herkesin çıkarılmasının ardından Lucas'tan öğrendiği salonun diğer girişinden içeride olanları görünmeden izlemişti ve öğrenmişti. O andan beri suskundu. Suskunluğu bildiği gerçekler değildi. Bu gerçeği bilenlerin kimler olduğuydu.

 

"Sana neden sakladın diye kızacağımı falan sanıyorsan yanılıyorsun Leo... Ben ne zamandan beri bildiğini ve kimlerin bildiğini merak ediyorum!"dedi Nisan asıl merak ettiği şeyi dile getirdi. Makyaj fırçalarını kutuya koyduktan sonra sıra bazları sıraya sokmaya gelmişti.

 

"Sen biliyordun! Yeni öğrenmedin!"dedi Leonardo fark ettiği şey ile birlikte üzerinden o kadar büyük bir yük kalkmıştı ki... Nisan onu sadece onaylamış olsa da Leonardo pek ikna olmamıştı. Nisan'ın şu anda makyaj masası ile haşır neşir olması da pek hoşuna gitmemişti. Gözlerini göremiyordu çünkü.

 

Nisan'ı her ne ile uğraştığını umursamadan kendisine çevirdiğinde Nisan elindeki baz ile birlikte Leonardo ve masa arasında kalmıştı.

 

"Ne zamandan beri biliyorsunuz sen?"dedi Leonardo. Asıl önemli olan konu kesinlikle buydu.

 

"Yaralandığını benden sağlayabileceğini düşünmesi onun hastasıydı canım..."dedi Nisan. Derin bir nefes aldı. " Ülkeye döndükten sonra garip davranışlarından ve haftada bir kere ortadan kaybolmalarından şüphelenip takip etmiştim. O zaman araştırdığımda öğrendim ama hep onun anlatmasını bekledim. Anlatmadığı için de sesimi çıkarmadım..."dedi Nisan. Açıkçası bunları Eliz'in kendisine gelip demesini istemişti hep ama olmamıştı.

 

"Ben çok fazla kaybetmiş bir insanım Leo... İnsanların değişen tavırlarını çok çabuk fark edecek kadar da dikkatliyim... En başından beri..."dediğinde Leonardo'nun gömleğinin yakasıyla oynamayı bırakıp gözlerini gözlerine kenetledi.

 

" Bilmediğimi düşündüğün için annenin , babanın ya da Lore'nin herhangi bir şeyi ortaya dökmemesi için uğraş verdiğinin farkındayım. Tıpkı geçen gün kırdığın ama gidip anneninkiyle değiştirdiğin makyaj paletimde olduğu gibi..."dedi Nisan. Leonardo dumur üstüne dumura uğruyordu.

 

"Nisan... Bildiğini bilmediğim bir şeyin yükünü taşımak o kadar zordu ki... İnan sana anlatmak istedim. Kaç kez ama... Sonuçta benimle ilgili bir olay değildi ve ciddi de bir durumdu. Söylemek isteseydi. Söylerdi diye düşündüm ve kararına saygı duydum. Ayrıca paletler tıpatıp aynıydı. Onu nasıl anladığını hâlâ çözemedim..."dediğinde Leonardo, Nisan gülmüştü.

 

"Bende yeşil ve siyah bitmişti ama bir bakıyorum... Yeşil ve siyah hiç kullanılmamış bir şekilde duruyor... Bir dahakine daha dikkatli olmanı öneririm hayatım..."dedi Nisan ve asıl konuya geri döndü.

 

"Şimdi hemen dökül çünkü oyalanacak başka bir şeyim kalmadı..."dedi Nisan. Makyaj masası ile de ilgilenemiyordu Leonardo sağ olsun. Elindeki bazı bile elinden alıp masaya koymuştu.

 

"Ne desem? Nereden başlasam? Bilmiyorum... Bunu Eliz'den dinlemen daha doğru olurdu... Ama o her zamanki gibi hepinizden saklamayı uygun gördüğünden şu anda bu durumdayız..."

 

"Sen en başından biliyorsun..."

 

"Biliyorum... Vurulduğunda ben de vardım yanında..."dedi Leonardo. Nisan bunu duyduğuna gerçekten şaşırmıştı çünkü böyle bir şey olduğunu düşünmemişti.

 

"Na- nasıl yani?"dediğinde sesi titremişti. Leonardo ellerini Nisan'ın beline koyup dengesini sağlamasa ayakta zor dururdu.

 

"Eliz'in çıktığı gizli görev bizimleydi. Ben , Lore ve babamın olduğu gizli bir görevdi. Babamla daha o zamanlardan ve dolaylı olarak bizimle de o zamandan beri tanışıyordu. Eliz'in hayatını kurtarmak için önüne atlayıp vurulduğu kişi de babamdı. Yaptığı üç aylık İtalya tatili de aslında ameliyatlar ve tedaviydi. Sen ameliyat ve tedavi kısmını öğrenmiş olmalısın..."dediğinde Leonardo, Nisan başını sallamıştı. Şimdi zihnindeki boşluklar yerli yerine oturmuştu.

 

İlk günden beri Eliz'in, Riccardo'ya olan bu güveninin nedenini hep merak etse de sormamıştı. Kendisinden Leonardo ile evlenmesini istediğinde ise onlara ölümüne güvenliğine emin olmuştu çünkü kendisini bile isteye ateşe atmayacağını biliyordu.

 

"Eliz'e kızamazsın Nisan... Evet onun sana söylememiş olması ve sen onu bizden daha iyi tanımana rağmen bilmemen seni kırmış olabilir ama bize söylemeyi o seçmedi. Onun bu durumda olmasının sorumlusu bizdik çünkü..."

 

Leonardo konuşmasına ara verdi. Nisan'ın her şeyi yerli yerine oturtmasını bekledi.

 

"Bu durumdan kendinizi suçlu tutamazsınız Leo..."dedi Nisan.

 

"Öyle ama o görev olmasaydı Eliz bunları yaşamazdı... Tabi bunların hepsi birer ihtimal ve son soruna gelecek olursak da yer altı ekibi sadece biliyordu. Bir de biz. Emma'nın bilip bilmediğini bilmiyorum. Castellilerin de bu durumdan haberi yok. Eliz , Castelli kurşunu ile vurulmuş olsa da İtalya'da değil başka bir ülkede tedavi görmüş olarak gösterdiğimiz için sonuçlara ulaşamadılar. Ameliyattan sonra da annemin akrabası olan Utku ile devam ettiler yollarına... Bildiğin üzere annem de bir Türk..."

 

"Biz çıkarken ambulans geliyordu!"dedi Nisan dalgınlığı yüzünden geç fark ettiği şey ile.

 

"Önemli bir durum yok... Eliz stres yüzünden bayılmış..."dediğinde Leonardo, Nisan aniden yükselmişti.

 

"Ne demek önemli bir durum değil ve sen bunu bana yeni mi söylüyorsun?"dedi kendinden uzaklaştırmak için Leonardo'yu ittirmeye çalışıyordu. Leonardo ise daha da sıkı tutuyordu.

 

"Sence ciddi bir durum olsa sana söylemez miydim? Yeni öğrendim. İyi. Hiçbir şeyi yok! Tedavi için kullandığı ilaçlar ve Emma'nın yarattığı stres yüzünden ufak bi baygınlık geçirmiş... Gerçekten..."dedi Leonardo. Nisan'ın ellerini tutarak onu sabit tutmaya çalışıyordu.

 

"Beni kandırıyorsan Leo! Bir hafta salonda yatarsın!"dedi Nisan debelenmeye devam ederek.

 

"Kandırıyorsam ben sen atmadan giderim Nisan... Gerçekten iyi..."

 

"İnanıyorum..."dedi Nisan.

 

"İnan..."

 

"Ama bak beni kandırı-"devam etmesine izin vermeden onu öptü Leonardo. Nisan'ın sessizliğinin son bulduğunu fark ettiği içindi bu susturma. Eliz ile konuşana kadar bu soruyu soracağının da bilincindeydi.

 

Nisan anlık olarak havalandığını hissettiğinde ne olduğu anlamasa da oturduğu yer ve hemen ardından bir şeylerin yere düşme sesi geldiğinde ufak bir aydınlanma kaplı siniri ile birlikte geri çekildi.

 

"Leonardo!"diye tam azarlamaya başlıyordu ki Leonardo hemen cevap verdi.

 

"Sabah sen uyanmadan toplamış olurum... Bunu çok iyi biliyorsun!"dedi Leonardo. Nisan'ın geldiğinden beri düzenlemeye çalıştığı masayı deminden tek hamlede yere sermişti. Bütün makyaj malzemeleri yerlerde sürünüyordu.

 

"Bıktım senden!"

 

"Bende seni çok seviyorum..."diyerek saçlarına bir öpücük kondurdu Leonardo.

 

"Annene şikayet etmeye gidiyorum seni!"diyerek masadan inmeye çalışsa da bu girişimi itinayla engellendi.

 

"Annem de babam da evde yoklar... Unuttun mu?"dedi Leonardo gülerek.

 

"Çok pislik bir insan oldun sen!"dedi Nisan gülerek. Gülümsemenin bulaşıcı olduğunun kanıtıydı onların bu gülümsemeleri.

 

"Ben çok düşünceli bir insan olduğum için onları evden gönderdim hayatım... Yani ev bize kaldı..."dediğinde Leonardo, Nisan'ın gülüşü soldu.

 

"Ne oldu?"dedi Leonardo hemen.

 

"Bir ses duydum! Aşağıdan geldi!"dedi Nisan hemen. Gerçekten de bir ses duymuştu ve bu yüzden odaklanamamıştı Leonardo'nun dediklerine.

 

"Ne sesi?"

 

"Kapı sesi!"

 

"Rüzgardan olmasın?"dedi Leonardo.

 

Nisan göz devirerek çekmecenin gözünden silahını almıştı. Leonardo'da başka çaresi olmadığı için belinden silahını çıkardı. Bütün hazırlıklarını yaptıktan sonra temkinli bir şekilde alt kata indiler.

 

"Ee... Yok bir şey!"dedi Leonardo silahını indirerek.

 

"Ben geldimmm!"diyen ses ile birlikte bir el silah sesi duyuldu.

 

Çığlık ve kırılma sesleri birbirine karışırken olaya karışmayan tek kişi olan Leonardo hemen ortamı sakinleştirmek için olaya el attı.

 

"Nisan... İyi misin canım?"dedi Leonardo hemen onu gözleri ile yoklayarak.

 

"Karın beni vurmaya çalıştı ama sen benim yerime onun mu iyi olup olmadığını soruyorsun?"dediğinde Lorenzo ikisi de oraya döndüler.

 

"İyi misin?"dedi Nisan.

 

"Karımı korkuttun! Sence senin iyiliğini soracak durumda mıyım?"dedi Leonardo. Nisan karnına dirsek attığındaysa homurdanmasına devam etti.

 

"Ölüyordumm..."dedi Lorenzo uzata uzata. Aslında kurşun hemen yanındaki duvarda asılı duran tabloya isabet etmiş, tablo vazonun üzerine düşünce vazo da yere düştüğü için ortalık dağılmıştı. Lorenzo'nun herhangi bir şeyi yoktu.

 

"İyi misin?"diyerek Lorenzo'ya ilerledi Nisan. İyi olduğuna kanaat getirdiğinde ise kendine çekip sarılmıştı. Yanlışlıkla bile sevdiği bir insana zarar verme düşüncesinden nefret ediyordu. Nisan bu dünyada en çok sevdiklerine zarar gelmesinden ve vermekten korkuyordu.

 

"İyiyim... Amacım seni korkutmak değildi. Özür dilerim..."dedi Lorenzo. İkizi ve karısıyla her ne kadar uğraşmaktan keyif alsa da Nisan'ın üzülmesine dayanamıyordu.

 

"Korkuttun!"dedi Leonardo.

 

"Sen kork zaten!"

 

"Geleceğini bilmiyordum!"dedi Nisan.

 

"Gelmese miydim?"dedi Lorenzo hemen. Leonardo'nun sinirli olmasına bakacak olursa onları çok da mükemmel bir zamanda yakalamış gibiydi ve bundan aşırı derecede mutluluk duymuştu.

 

"Hoş geldin... Onu demek istemediğini biliyors-"

 

"Niye geldin? Tam da onu demek istiyordu!"dedi Leonardo. Nisan'ın uyarı bakışlarına aldırmadan salona geçti. Bütün keyfi kaçmıştı. Böyle bir ikize sahip olmak için ne gibi bir günah işlediğini kendisi de bilmiyordu.

 

"Babam beni özlediğini söyledi... Evde yalnız korkuyormuşsun!"dediğinde Lorenzo, Nisan kahkaha atarken Leonardo renkten renge girmişti.

 

"O mu aradı?"dedi Leonardo.

 

"İtalya kurumuna bilgilendirme için gelmiştim. Sabah gelecektim yanınıza ama babam aradı ve annem ile aralarını bozduğunu söyledi."

 

"Bunu karşılığında bir şey almadan yapmış olamazsın!"dedi Nisan. Artık onları çözmüştü. Bir tek Nisan hariç birbirleri de dahil olmak üzere herkese karşı böylelerdi.

 

"Elbetteki Amsterdam'daki üç katlı villasını üzerime geçirdim."dedi Lorenzo keyifli bir şekilde Nisan'ın koluna girdi.

 

"Hemen ardından annem aradı ve babamın yerini sordu. Ondan da limanda boş boş duran yat karşılığında babamın canlı konumunu bulup attım... Sence de karlı anlaşmalar olmamış mı?"dedi Lorenzo. Nisan onu başını sallayarak onayladı.

 

"Yine formundasın..."dedi Nisan.

 

"Nisan! Şunu onaylamaz mısın? "dedi Leonardo.

 

Lorenzo, koluna girdiği Nisan'ı mutfağa sürüklemeden önce ikizinin önünde durdu. Ona yaklaştı.

 

" Kaç numara bu?"dedi Lorenzo, hem Nisan'a hem de Leonardo'ya bakarak.

 

Leonardo anlamasa da Nisan anladığı için çoktan kızarmaya başlamıştı.

 

"Ne numarasından bahsediyorsun sen?"dedi Leonardo. Lorenzo, Leonardo'yu çenesinden tutarak bir o yana bir bu yana çevirdi.

 

"Rujunun rengini beğendim de... Ben de alacağım!"dediği gibi Nisan'ı da beraberinde sürüklemişti mutfağa Lorenzo.

 

Leonardo ise arkalarından homurdanarak geliyordu.

 

"Bıktım senden bıktım!"

 

"Bana olan düşkünlüğünü ancak böyle dile getiriyor işte..."dedi Lorenzo.

 

"Seni daha annemin karnındayken nasıl öldürmediğimi düşünüyorum da tek neden çift yumurta olduğumuz için başka keselerde olmamız!"dedi Leonardo. Sandalyeye oturduğunda Lorenzo onunla uğraşmayı bırakmış çoktan Nisan ile yemek işine girişmişti. Gecenin dördü olması yemek yiyemeyecekleri anlamına gelmiyordu.

 

"Ne yapıyorsunuz?"dedi Leonardo dayanamayıp yanlarına giderek.

 

"Bakalım biricik yengem spagettiyi kırmadan yapmayı öğrenmiş mi? Geçen sefer kırdığı için senden tahsis ettiğim arsalardan sonra gece gündüz öğrettiğini düşünüyorum..."dedi Lorenzo.

 

"Öğrendim..."dedi Nisan.

 

"Sosu öğrendin mi?"

 

"Tam tutturamıyorum lakin sen engin bilgilerin ile öğretirsin diye umuyorum..."dedi Nisan ve Leonardo'ya göz kırptı. Bu işten ancak Lorenzo'nun suyuna giderek galip çıkacağını biliyordu.

 

Lorenzo gururlu gururlu kollarını sıvarken her zaman olduğu gibi beş dakika sonrasında masada yemeğin pişmesini bekleyen Nisan olacaktı çünkü ikiz kardeşlerin bir arada olduğu bir ortamda uğraşmak zorunda kalmayacağını iyi biliyordu.

 

💚🖤💚🖤💚🖤💚🖤💚🖤💚🖤💚🖤💚

 

Rusya...

 

Eliz Erçil Karayel...

 

Soğuk ve rüzgar...

 

Soğuğu severdim. Rüzgar beni pek etkilemezdi ama soğuğu iliklerime kadar hissetmek beni hep uyanık tutardı. Benim aksime Toprak soğuktan hiç hoşlanmıyordu ve... Dimitris de bunu bildiği için Rusya'nın o can yakıcı soğuğunu çöllerde gezmek olarak nitelendiriyordu.

 

Nerede miydik?

 

"Burası benim başlangıç noktam dostum... Bu soğuk olarak nitelendirdiğiniz şey aslında çöl sıcaklarıyla aynı kategoride değerlendiriliyor. Dereceleri bile hemen hemen aynı!"

 

Elbette ki Rusya'daydık. Öğlen olmasına rağmen hava akşam oluyormuş gibi karanlık ve kasvetliydi. Tabi bu benim düşüncemdi çünkü uçaktan indiğimizde Alara'nın gösterdiği mesajlar yüzünden öyle düşünüyordum.

 

Dimitris, Rusya'ya geri geldiğini duyan fanları havanın günlük güneşlik hatta yaz sıcaklarının geldiğini savunuyordu. Adamın peşinde GPS varmış gibi nereye gitse haberleri oluyordu. Bana kalırsa o haberleri de Dimitris çıkarıyordu da kanıtım olmayınca pek bir işe yaramıyordu bu teoriler.

 

"Derecenin iki tarafına da bakarsan aynısını görmen mümkün!"dedi Doğukan. Dimitris'e kıl olan bir diğer üyemiz de kendileriydi. Alara'nın, Dimitris ile kendisini sahte de olsa kardeş ilan etmesinin ardından Dimitris'in sürekli olarak Doğukan'a ayrılık ile ilgili imaları onu daha da çok delirtiyordu.

 

Dimitris her laf attığında o da laf atıyordu ama aldığı dönüt hep aynıydı.

 

Ben onun abisiyim ve sen onu benden b.. alırsın... Genelde böyle oluyordu.

 

"Ne yapıyoruz?"dedi Alara.

 

Toprak ile kısa bir an bakışlarımız birleştiğinde ne yapacağımız belliydi.

 

"Castelli bu olanlara sakin kalmayacaktır. Her an her yerden hamle yapabilirler ve bizim her yönden hazırlıklı olmamız gerekiyor. Yağız abim , Roseline'nin yanında olacak. Anna ve Daniel da orada olacaklar."dedim. Aracın gelmesini bekliyorduk şu anda.

 

"Lorenzo dün mesaj atmış. İtalya kurumu yine kurumdan bilgi istemiş. Türkiye'deki kurumda bir şeyler karıştıyor gibiler..."

 

"Önemli mi?"dedi Alara. Kurum ile her türlü bağlantısını kesmeye çalışsa da aklından silip atamıyordu işte.

 

" Kurumda aradıkları bir bilgi var Alara ve bilmedikleri bir şey de var..."dediğimde Dimitris güldü.

 

"Ne var?"dedi Doğukan kaşlarını çatarak.

 

"Zamanı gelince öğrenirsiniz... Şimdi asıl meseleye gelecek olursak. Lorenzo, Leonardo'yu ve Nisan'ı bilgilendirecek. Onları korumaya alacağız çünkü Nisan bir diğer açık hedef..."

 

"Bizim bilmediğimiz daha kötü oyunlar dönüyor değil mi?"dedi Alara.

 

"Keşke sadece kötü olsa..."dedi Toprak. Derin bir nefes almak zorunda kaldım. Keşke sadece kötü olmuş olsalardı.

 

"Biz ne yapıyoruz?"dedi Alara. Doğukan'ı da göstermişti. Abim ile arası hâlâ limoni olduğu için onları aynı yere göndermek felaket olurdu. Ayrıca Doğukan da Alara'dan ayrılmak isteyeceğini pek düşünmüyordum ve abimde kendisine daha farklı ekip arkadaşları bulmuştu. Abim biraz tuhaftı ama hadi hayırlısı. Burnuma iyi kokular geliyordu o taraftan ama şu anda en son gündemde olması gereken konuydu.

 

"Senin pek hoşuna gitmeyecek biliyorum ama kurumu fazla boş bıraktık Alara... Lorenzo'dan bilgi istemeleri ve bizim kurumdan epey uzakta olmamız büyük bir açık ve bizim en baştaki amacımız kurumu korumaktı."

 

"Asıl hedeften uzaklaştık... Ve bu büyük bir hata olabilir..."dedi Doğukan düşünceli bir şekilde.

 

"Diğerleri?"dedi Alara. Onu Türkiye'ye göndermeye ikna edersek gerisi çorap söküğü gibi geliyordu.

 

" Emel ve Kaan bizimle gelecekler. EYGM'ye gideceğiz. Dimitris ve Ostroverkhov da bizimle gelecekler. Alp , Yiğit abim, Büşra ve Alev zaten Fransa'da kaldılar. Belki sonrasında İtalya'ya da geçebilirler. Duruma bağlı gelişecek.

 

"Tahminen bu araç ne zaman gelecek?"diyen Kaan ile daha yeni uçaktan inen o ikiliye döndük. Kaan dünden beri herkese tripliydi ki haklıydı da. Ben olsam ben de trip atardım. Alara kafasını yarmıştı çocuğun.

 

"Geliyordu... Değil mi Dimitris?"dedi Alara hemen. Dünden beri kendisini affettirmek için girmediği hâl kalmamıştı ve Alara'nın bu hâlleri bana hâlâ tuhaf geliyordu. Alara son bir yılda o kadar değişmişti ki... O bir şey yaptığında çoğu kişi gibi hatta abim bile yerine göre onun şımarık olduğunu düşünüyordu ve Alara abimi sırdaşı olarak görüyordu. Kısaca o bile Alara'yı tanıyamamıştı. Bir arada olduğumuz zamanda da Alara'nın değiştiğini dile getirmişti. Yüzleşmek onun içinde ateşi söndürmüşe benziyordu.

 

Dimitris oflayarak telefonu kulağına dayarken Doğukan sırıtıyordu. Alara ikisine de sözünü geçiriyordu ve ikisinden birisine bu hamle geldiğinde diğeri seviniyordu. Etrafımda normal yoktu. Kendimi de çok normal bulmuyordum elbette ama normal kimse yoktu.

 

"Kadar verdin mi?"dedim hemen yanımda durup tırnakları ile uğraşan kadına dönerek.

 

"Onları görmek istemiyorum ama gitmezsem de sen zor durumda kalacaksın... Kararsız değilim. Gideceğim ama... En iyisi dedemden onları göreve göndermesini isteyeyim..."dedi aklına gelen fikir ile birlikte bir anda moduda yerine gelmişti.

 

"Onu affettin mi?"dedim. Ben affetmiştim. Dedemin tek suçu aşık olduğu kadına sadık olmaktı. Bu yüzden ona küs kalamazdım çünkü o elinden geldiğince açtığı yarayı kapatmaya çalışmıştı. Orhan Karayel idi o. Bizim için yapamayacağı şey yoktu.

 

"Hayır..."dediğinde çatılan kaşlarımı görünce güldü. Diğerleri bizimle ilgilenmeselerde o bana doğru eğilmişti. Sır veriyor gibi bir hâli vardı. Hadi hayırlısı.

 

"Yani evet ama onun bundan haberi yok ve... Birşey istemeden affedersem başıma bir iş geldiğini düşünebilir. Benim özüm bu kızım..."dedi geri çekildiğinde o yüzündeki tehlikeli gülümsemesi hoşuma gitmedi değildi.

 

"Senden korkmalı mıyım?"dediğimde kahkaha attı.

 

"Sen değil senin karşındakiler benden korkmalı hayatım..."dedi. Araba geldiğinden diğerleri bizi bekliyorlardı. Arabaya doğru yöneldiğimizde Alara hâlâ konuşuyordu.

 

"Çünkü ben Alara Gümüş Ka-..."dediğinde durdu. Ben de durdum." Bu çok uzun ya... Benim bunu bir ara kısalttırmam lazım!"dedi ve devam etti.

 

Tam olarak onun özü buydu işte!

 

*****

 

Araba Ostroverkhov'un malikanesinin önünde durduğunda hepimiz araçlardan indik. Ostroverkhov içeride bizi bekliyordu. Hızlıca eve girdik. Ostroverkhov'un son yemekte bizimle olmamasının nedeni BAST'ın tam olarak konumunun güvenliğini araştırmak olmuştu. Bu yüzden diğerleri ile ayrılıp Rusya'ya gelmiştik. Başlangıç noktası her zaman geri gelinecek yer olmalıydı çünkü.

 

"Konum gayet güvenli ve üst düzey korumanın yanında siber duvarları da var..."dedi Ostro elindeki tabletten kafasını kaldırıp bize bakarak.

 

Diğerleri gibi ben de kendimi koltuğa bıraktım.

 

"Ne zaman gidebiliriz?"dedim. Artık öyle her istediğimde bir yere gidemiyordum. Yanımda mutlaka korumalar olmalıydı. Yer altının başına geçmiştim. Bataklıktan çıkmaya çalıştıkça daha da gömülmüştüm.

 

"İstediğin zaman... Unutma sen bizim her zaman olduğu gibi şimdi de başımızsın..."dediğinde gözlerinde bir kin ya da kıskanma yoktu. Aksine bir şevkat vardı. O da bu çukurdan en az benim, bizim, kadar çıkmak isteyenlerdendi.

 

"O hâlde vakit kaybetmeye gerek yok..."dediğimde Toprak'a baktım. O da bana göz kırpmıştı ve bu benim kendimi daha cesur hissetmemi sağlamıştı.

 

"Yine ekip dağılıyor... Sence de tehlikeli olmayacak mı?"dedi Emel bana bakarak. Aklımın bir köşesini kemirip bitiren bir diğer durumda bu ihtimaldi. Yine dağılıyorduk ve en sonunda ne olduğu belliydi. Bu ihtimalden hiç olmadığım kadar korkuyordum. Ama korkunun ecele faydası yoktu işte...

 

"Doğukan kalk iki saate uçağımız var!"diye odaya giren Alara ile soruda havaya karışıp gitmişti.

 

"Ne uçağı?"dedi Doğukan.

 

"Hangi uçağı istiyorsan alabilirsin canım!"dedi Dimitris hemen. Doğukan sabır çekerken Alara'nın hedefinde ben vardım.

 

"Dedemle konuştum. Hallettim. Bir an önce gitmemiz gerekiyor çünkü Bulut'un bana ihtiyacı var!"dedi Alara.

 

"Bulut?"

 

Doğukan, ben ve Dimitris aynı demiştik.

 

"Kıvırcık salatama bir şey mi oldu?"diye ayaklandığımda Toprak hâlâ beni Bulut'tan kıskandığından olsa gerek homurdanmıştı.

 

"Bu hangi sevgilin? Umarım bunun kadar dağ kaçkını değildir!"dediğinde Dimitris, Kaan kahkaha atarken, Doğukan Alara'ya her ne diyecekse unutup Dimitris'e dönmüştü ve Dimitris anında yok olmuştu. Bir çocuk gibi kovalamaca oynamadıkları kalmıştı o da olmuştu.

 

"Sinem zehirlemeye çalışmış ya da fazla Sinem'e maruz kaldığı içinde zehirlenmiş olabilir bilmiyorum ama durumu iyi dedi dedem."dedi Alara. Doğukan ve Dimitris'in seslerini duymamak adına açık olan camı örtmeye çalışıyordu. Doğukan ve Dimitris bahçede iki aşık gibi ağaç arkalarından birbirlerini bulmaya çalışıyorlardı.

 

"İyi olduğuna eminsin değil mi?"dedim. Bulut'un benim yüzümden zarar görmesini istemiyordum. Bir kişinin daha benim yüzümden zarar görmesini kaldıramazdım.

 

"Görüntülü konuştum dedem öyle deyince... Evde dinleniyormuş. O olmadan yapamam kurumda. Çocuk zehir gibi bütün dedikodu ağına sahip Eliz. O olmadan yakalayamaz gündemi. Ben gelene kadar iyileşmesini söyledim. En son vitamin içiyordu."dedi Alara. Camı örtemeyince bırakıp yanımıza geldi.

 

"Bize en acilinden bir bir uçak ve iki tane de sakinleştirici..."dedi Alara Ostro'ya bakarak. Ostro oflayarak salondan çıkarken Kaan bir günlük tribinin barış bayraklarını havaya kaldırarak Alara'ya döndü.

 

"Eğer Dimitris'i bayıltmama izin verirsen seni affederim!"dediğinde gülmemek için zor duruyordum. Çocuk gibiydik ve her şey bir çıkar ilişkisi içinde olmalıydı.

 

Alara'nın yüzündeki o rahatlamaya kalbimi bırakabilirdim. Toprak'ın da onlar gibi ayaklandığını fark edince ona döndüm.

 

"Bu sefer bir metre uzağımda bile olmazsın Eliz farkındasın değil mi?"dediğinde öyle mi dercesine kalkan kaşıma aldırmadan kollarını belime dolayıp beni kendine çektiğinde diğerlerinin burada olduğunu bildiğim için fazla uzatmadım yoksa bu kadar kolay ikna olmazdım.

 

Buna bende inanmadım.

 

"Elbette... Sen de benden bir metre uzağa gidemezsin canım..." dedim ve kolları arasında dönerek yönümü bayıltma planı yapan ikiliye ve onları dinleyen Emel'e çevirdim.

 

"Uçak beş dakika hazır olur ve işte istediklerin..."dedi Ostro ve elindeki şırıngaları ona verdi.

 

"Kaan dediği unutma! Dimitris kesinlikle arkama saklanmak isteyecektir ve sen de bu yüzden arkadan saldıracaksın!"dedi Alara ve bahçeye çıktı.

 

"Sanki savaş taktiği veriyor!"dedi Emel gülerek.

 

"Toprak... Doğukan'ı tutar mısın?"dedi ve cevabı önemsemeden devam etti.

 

"Cevabı bekleseydin!"dedi Emel.

 

"Cevabı belli!"dedi Alara sonrasında devam etti. "Doğukan!..Dimitris!"

 

"Bakmayın öyle... Alara bazen beni de korkutmuyor değil... Hepiniz Karayel soyadının hakkını veriyorsunuz!"dedi Toprak ve bir şey dememe izin vermeden elimi tutup beni kendisiyle birlikte ilertletti.

 

"Canım kardeşim!!! Doğru yolun illa havada olması tam olarak benim kayıp kardeşim olduğunu kanıtlıyor! Nasıl büyük bir tesadüf değil mi?"diye bize doğru daha doğrusu Alara'ya doğru koşan Dimitris ile Alara'nın haklı olduğunu bir kez daha anladık.

 

"Bir daha bulut iması yap bak seni uzaya fırlatmıyor muyum!"diye konuştu Doğukan da.

 

Dimitris koşup Alara'nın arkasına geçti.

 

"Bir şey desene kız! Aşığım de! Ölüyorum de ki inansın! Anlamıyor tek seferde malum!"dedi Dimitris.

 

"Alara... Çekil şunun önünden..."dedi Doğukan. Dimitris, Alara'nın arkasından ortalığı daha da kızdırırken Toprak elimi çoktan bırakmıştı. Doğukan'ın arkasına dolanmaya çalışırken Kaan da diğer yandan ilerliyordu.

 

"Canım..."dedi Alara Doğukan'a.

 

"Bulut değil mi?"dedi Dimitris gülerek.

 

"Başlarım bulutuna da kümene de! Gitmiyoruz Türkiye'ye! O bu-"derken Doğukan, Alara ona doğru yaklaştı. O hâlâ konuşuyordu tabi. Anlık bir dikkati dağılmıştı. Dimitris ise ilerlemesin diye çırpınıp duruyordu.

 

"Tamam..."dedi Alara.

 

"Ne tamam?"dedi Doğukan. Biraz daha sakindi ama hâlâ o sinirini göndermiş değildi. Uzun süredir tanıdığım bir dostumdu ve o siniri ancak o şırınga yok ederdi. Bir görev dönüşünde bende yapmak zorunda kalmıştım çünkü.

 

"Ayrıldın mı? Doğru yolu bulacağını biliyordum!"dediğinde Dimitris, Doğukan öne atılsa da ulaşamadan Alara hemen koluna sapladı şırıngayı. Kaan da eş zamanlı olarak saplamıştı.

 

"Dimitris neyse de Doğukan biraz zor bayılır!"dedi Emel.

 

"Sonuç olarak bayılacak... O yönden bakalım..."dediğimde başını salladı. Dimitris küt diye düşerken Doğukan hâlâ kolundaki şırınga ile bakışıyordu.

 

"Sence ben bununla bayılır mıyım?"dedi Doğukan şaşkınca. Bütün sinirinin uçup gittiğine emindim ve bayılmayacağına da. Onu uçağa nasıl bindirirdik Allah bilirdi doğrusu!

 

Alara güldü. Bu gülüş sevimli değildi. Masum hiç değildi. Toprak hâlâ arkada bekliyordu ama Doğukan daha fark etmemişti onu. Alara , Doğukan'a yaklaştı. Yaklaştı. Emel ile birlikte nefesimizi tuttuğumuz doğruydu. Kaan bile durmuş onun ne yapacağına bakıyordu. Dimitris ise yerde boylu boyunca uzanıyordu.

 

Sonrasında bir şey oldu. Her şey çok aniden gelişti. Alara'nın nereden çıkardığı bilinmeyen bir şırıngayı Doğukan'ın boynuna saplaması ve Doğukan'ın bir kaç saniyede bayılması hepimiz için beklenmedikti.

 

"Eğer benim için sakinleştirici taşımasaydın bayılmazdın sevgilim..."dedi ve bize döndü. Ağzımız açık ona bakıyorduk.

 

" O kadar hızlı kullanmanı sorgulamamız gerekiyor sanırım!"dedi Emel.

 

"Onu bunu bırakın da bu beni iki kere bayıltmasaydı böyle bir şey yapmazdım. Neyse... Toprak , sen öyle dur ben korumaları çağırayım. Sonrasında onu uçağa bindirmeliyiz ve..."dediğinde yerde Doğukan ile duran kocamdan çekti gözlerini Alara ve Dimitris'e çevirdi." O uyanamadan da gitmeliyiz."

 

Bence de o uyanmadan gitmelilerdi çünkü Dimitris'in , Bulut olayını kolay kolay bırakacağını düşünmüyordum.

 

Alara ve Doğukan'ı sorunsuz bir şekilde yolladıktan sonra Dimitris'i de odasına yatırmıştık. Bu sessizliğin tadını çıkarmak isteyen Ostro'da bizi şöminenin önünde kahve içmeye ikna etmişti.

 

Dimitris'e kıyamıyordu ama yokluğunda da üzülmüyordu. Gerçi Dimitris'in yokluğu da olaydı. Fanları öldüğünü zannedip bizi öldürebilirdi.

 

İlk başta Dimitris'in fanlarının olmasını abartılı bulmuştum ama şu anda onu çok iyi anlıyordum.

 

"O bu hâle nasıl geldi?"diye soran Emel ile Ostroverkhov aklımızdaki sorulara yanıt vermişti.

 

"Bana kalırsa onunda böyle ünlü olmak gibi bir amacı yoktu... Bakmayın siz onun sürekli uçuk kaçık hallerine o acısıyla, üzüntüsüyle öyle başa çıkabiliyor..."

 

Derin bir nefes alıp devam etti.

" Babası... En yakın dostum... Hoverna... Öldükten sonra kendisini bana adadı Dimitris. İstemesem de korumam oldu. Oğlum oldu. Yaptığımız işin tehlikeli olduğunu doğduğu günden beri biliyordu. Babasının sonunu gördü... Hangimiz böyle bi vahşetin içine bile isteye dalabiliriz?"dediğinde Ostro, göz göze geldik.

 

Bana sen üstüne alınma der gibi bakınca tebessüm etmeden edemedim. Ben bile isteye girmiştim bu vahşetin içine.

 

"Şu anki aklım olsa babamın koltuğuna oturmazdım. Kaçırdım. Param var. Rusya'nın ve dünyanın neredeyse her ülkesinde havalimanım var. Peki ya can güvenliğim? Huzurum? Yok çocuklar yok... Ben kendi çocuklarımla bile rahat rahat görüşemiyorum..."dediğinde gözlerinden geçen hüzün içimi yakmıştı.

 

"Daniel ile görüşebilmek için onu Dimitris'in kardeşi yaptın değil mi?"dediğinde Emel bunu çoktan çözümlediklerini ben fark etmiştim ama Ostro fark etmemiş olacak ki şaşırmıştı.

 

Toprak sessizce gelip yanımıza oturduğunda Kaan konuşmaya başlamıştı. Kocamın yüzünde normal bir ifade olduğuna göre Alev gayet iyi durumdaydı. Lucas'ın yanında kalmasından hiç hoşnut değildi kendileri. Lucas'ın, Alev'den hoşlandığını bir Alev anlamamış olabilirdi lakin o da boş bakmıyordu. Ben sonuna kadar görümcemin tarafındaydım.

 

"Bakma öyle Ostro... Daniel ile çok benziyorsunuz... Dimitris ile her hangi bir kan bağı olmadığını bakarak bile anladım..."dedi Kaan.

 

Kaan ve Emel'in boş boş durduğunu sanarken bulmaca çözmeleri şokunu bir kenara bırakıp ana odaklanacaktım.

 

"Bunun sır olarak kalması devam ediyor çocuklar... Bu yüzden başka ülkeye gönderdim ya..."dediğinde sesi titremişti." Dimitris ile ikisi gerçekten de kardeş gibi büyüdüler. Daniel geri planda olmak istemedi. Olayların içinde olmak istedi. Ne kadar çabalasam kader denilen o şeyi değiştirmek mümkün değilmiş anlaşılan... Yine bu bataklığa girdi ama görünmüyor... Çünkü Dimitris'in kendisini hedef haline getiriyor. Dimitris'in asla hafife alınmaması gereken bir zekası var..."dediğinde Ostro, Toprak bile onu onaylamıştı.

 

"Masadaki herkes de bunun farkında. Kaç kez ölümden döndü? Sayamadım... Sayamam da... Ama o... Düşünce yapısı o kadar farklı ki... Bunu ona sakın söylemeyin ama onunla gurur duyuyorum. Duyarsa bir yıl gelmez şirkete!"dediğinde hepimizi güldürmüstü.

 

Yanılmamıştım. Dimitris'in gerçekten de amacı oydu.

 

"Kaç kez ölümden dönmüş bir insanın daha çok saklanması daha çok korunması gerekir. Değil mi? Ama Dimitris'in tek yaptığı ülkeler de kamera aramak. Onu da genelde basına sahte numaralardan haber vererek yapıyor ya!"

 

Şaşırtmıyordu.

 

"Tam olarak amacını anlayamadım..." dedi Emel kaşlarını çatarak.

 

"Yer altının istemediği en büyük şeyi yapıyor o! Göz önünde bulunmak... Dimitris koruması olmadan da elini kolunu sallayarak ülke ülke gezebilir ve ona hiçbir yer altı üyesi, ki Castelli bile şu zamana kadar Rusya'ya bulaşmadı, ona zarar veremez çünkü ona zarar gelmesi demek Rus halkının ayaklanması demek! Halk ayaklanması hükümetin suçluları bulması demek!"dediğinde Ostro, Emel ve Kaan bariz bir şekilde etkilenmişlerdi. Toprak'ın da etkilendiğine emindim.

 

"Ona zarar geldiğinde bütün dünya ayağa kalkacak çünkü!"dedi Emel büyük bir şaşkınlık ile.

 

"Aynen öyle... Onun tırnağına zarar gelse insanlar sosyal medyada grev başlatıyor!"dedim.

 

"Sanki onu bayıltarak çok da iyi bir şey yapmadım!"dedi Kaan ayaklanarak.

 

"Sanki..."dedi Toprak. Bu durumdan zevk aldığını hepimiz farkındaydık.

 

"Ne yapacağız?"dedi Kaan, endişeli bekleyiş şekilde bize bakıyordu ama biz onun kadar endişeli olamıyorduk.

 

"Git camdan aşağıya atla! Yoksa o seni atar!"dedi Toprak.

 

"Haklısın! Sosyal medya ve onun eline düşmektense kendimi atarım!"deyip cama doğru yöneldi. Yalpalaya yalpalaya yürüyordu. Korkudan olmalıydı.

 

"Kaan saçmalama!"diye peşinden gitti Emel.

 

"Toprak bravo gerçekten! Böyle mi akıl verilir çocuğa? Kalk atlamadan yetişelim! Bir de hastane ile uğraşmam!"dedim zorla onu da kaldırmaya çalışıyordum ama paşam hâlinden gayet de memnun bir şekilde Ostro ile bakışıyordu.

 

"O kahvesinin hepsini içti mi?"dediğinde Toprak, bön bön ona bakıyordum.

 

"Konumuz şu anda bu mu?"

 

Arkadan Kaan'ı ikna etmeye çalışan Emel'in sesi geliyordu.

 

"Hayatım kahveleri kim yaptı?"dedi Toprak.

 

"Sen yaptın! Övgü mu bekliyorsun? Git Kaan'ı kurtar överim seni! Ostro bir şey desene!"

 

Kolunu çekiştiriyordum ama bana mısın demiyordu!

 

"Ben karı koca arasına giremem! Kaan'ı üst kata yatırabilirsiniz!"dedi Ostro ve yerinden sakince kalkıp çıkışa yöneldi.

 

"Hastanede mi var üst katında?"dediğimde odadan çıkarken attığı kahkaha odaklanamadan Toprak'ı cekiştiren elim karşı tepkiye hazırlıksız olduğu için kendimi bir anda Toprak'ın kucağında bulmuştum.

 

Allah aşkına ne yapıyorduk şu anda?

 

Önüme gelen saçlarımı kulağımın arkasına sıkıştırsa da ellerini geri çekmedi.

 

"Şu anda tam olarak ne yapıyorsun hiç bir şey anlamıyorum!"dedim. Yavaş yavaş sinirleniyordum.

 

"Karımı izliyorum!"

 

"Başlatma karına Toprak! Eğer Kaan'ın kılına zarar gelirse seni de gönderirim yanına!"

 

Kaan'ı Alp'ten ya da abilerimden ayırdığım yoktu. Çoğu zaman daha sempatik geldiği bile oluyordu ki benim akıllı ama benimle takıla takıla deliren kocam yüzünden canının yanmasına sessiz kalmazdım. Çok ciddiydim ama Toprak çok rahattı.

 

"Kocaya tehdit... Onaylayamadım!"dediğinde koluna bir tane geçirmiştim. İnlediğinde tam tekrar konuşacaktım ki Emel'in bağırması yüzünden ağzım açık kalmıştı.

 

"Kaan... Eliz! Toprak! Yardım edin! Bayıldı! Kaan..."

 

Yerimden daha doğrusu Toprak'ın kucağından kalkmaya çalışsam da başaramamıştım ve sinirim kat kat artıyordu bu yüzden.

 

"Toprak ne bu rahatlık? Çocuğun başına bir şey gelirse seni mahvederim demedim ben sana! Sen beni ciddiye mi almıyorsun?"

 

Haşa! Senin her kelimen önemli benim için... Cümlenin...Noktası bile... De. Kaan'ı boş veriyorsun!"dediğinde gözlerimden bir ateş çıkmadığı kaldığının farkında olduğu için saçlarım ile oynamaya başlayarak beni sakinleştirmeye çalışıyordu.

 

"Topr-"

 

"Kahveyi kim yaptı?"

 

"Sen yaptın!"

 

Burnumdan soluyordum çünkü yerimden kalkmama izin vermiyordu ve birazdan güzel yumruğum ile tanışacaktı.

 

"Evet güzel olmuştu değil mi?"

 

"Toprak!"

 

"Sakin... Kaan benim kuzenim ve az çok hamlelerini tahmin ediyorum... Sadece üç beş tane uyku hapı içtiği için hızlı uykuya geçiş yaptı... Korkulacak bir şey yok... Şimdi o alev alan gözlerini söndürüp bana aşklar bakanları geri ver!"

 

İltifatına odaklanamayacak kadar sinirliydim daha doğrusu şaşkındım.

 

"Yüreğime iniyordu! Niye bana söylemedin?"dediğimde ellerimi ritmi değişen kalbime koymuştum.

 

"Benim neler hissettiğimi anla diye.!"dediğinde göz devirmemek için zor tutmuştum kendimi.

 

Dün gece bu olayı konuşup kapattığımızı düşünmüştüm. Ama Toprak hâlâ laf sokuyordu.

 

"Bunu dün gece konuşup hallettik sanıyordum!"dedim kaşlarımı çatarak.

 

"Ben sadece konuşmadık diye hatırlıyorum... Ama sen öyle diyorsan öyledir! Bence bir kez daha konuşalım..."deyip göz kırptığında kalp ritmim şimdide heyecandan değişmişti. Kızardığıma emindim.

 

"Aklın fikrin he-"

 

"Hep sende... Aksi olamaz güzelim... Bu konuyu sonsuza kadar kapatıyoruz ama konuşmayı tekrar yapabiliriz... Ben her zaman müsaitim!"

 

"Öyl-"

 

"Ya siz ne yapıyorsunuz? Şu anda bunun sırası mı? Kaan bayıldı! Bayıldı! Yardım edin bana! Uyanmıyor!"diyen Emel'in sesi ile Toprak'ın kucağından kalkmam ile onun homurdanması bir olmuştu.

 

Kaan'ı tamamen unutmuştuk. Aklımı karıştırmıştı çünkü.

 

"Sevgilisini de kendine benzetmiş hıyar herif!"diye diye Kaan'ı bayıldığı yerden kaldırmaya giden huysuz kocamın arkasından gülmemek için zor durmuştum.

 

Bizim her anımızı bölen bir ekibimiz vardı bir de düşmanlarımız ama benim tercihim her zaman birinciden yana olacaktı çünkü düşmanları bölme görevi benimdi ve ben işlerimi paylaşmayı sevmezdim.

 

Instagram: midnight_dreameers

 

Loading...
0%