Yeni Üyelik
6.
Bölüm

6. Bölüm ~ Göz Yummak

@feusa

"Ya ya annecim... İşte bende bir yorul bir yorul... Uyuyakalmışım..."dediğimde Alara, Alp, Emel ve abilerim ellerindeki çay bardağını delercesine karıştırıyorlardı.


Sesli sesli...


Hâlbuki hiçbiri çayı şekerli içmezlerdi. Bugün içecekleri tutmuştu anlaşılan! Kesinlikle bir mesaj yoktu bana...


Beni de öyle karıştıracak gibiydiler.


Annem bana sıkı sıkı sarılırken diğer taraftan da babam sarılıyordu. Daha yeni indiğim için yoğun bir ilgi vardı üzerimde Cansu halam , Cem ve Murat amcam ise dedem ile konuşuyordu. Teyzem ve eniştem malikanenin onlara ait bölümüne çoktan geçmişlerdi. Saat gecenin biriydi ama bizimkiler hâlâ çay derdindeydiler.


"Ajanlık nasıl gidiyor bakalım? Yarın kurumdaymışsınız..."dedi babam. Öbür taraftan annem hemen konuştu.


"Baba? Dövmeleri de gün içinde mi yapacaklar bizimkiler gibi? Hızlı olursa iyi olur gibi."dedi annem dedeme. Herkesin bakışları bize dönmüştü onun konuşmasıyla..


"Dövme?"demişti Sinem odadan içeri girerken.


Gelmişti ayaklı sinir üretici trafo!


"Dövme tabi... Çiçeğin son yaprağı da çizilip tamamlanmalı ki sizin tam bir ajan olduğunuz anlaşılsın!"dediğinde annem, Sinem şekilden şekile girmeye başlamıştı. Onlar daha görevi tamamlayamamıştı. Onun grubundan burada olan Okan ise ona uyarı dolu bakışlar atıyorlardı.


"Senin ihtiyacın olmayacak bir bilgi hayatım... Takma sen!"dedi Alara çayını höpürdeterek içerken. Emel ve diğerleri de ona eşlik etmişlerdi. Aile büyüklerimiz aramızdaki bu soğuk hava dalgasını dağıtmaya çalışmayı uzun süre önce bırakmışlardı. Ortama yengem Canan yani Sinem'in annesi girince Sinem cevap veremeden yerine sinmişti. Anne ve babası olunca çok sataşmıyordu. Yengem amcamın yanına oturduğunda dedem düşündüğüm şeyi söyledi.


"Yapılır elbet... Kısa sürecektir..."dedi dedem bize bakarken. Sonra da Okan ve Sinem'e döndü.


"Sizin görev ne durumda çocuklar?"


"Az kaldı dede... Bize biraz zor bir görev geldi ama üstesinden geleceğimize emin olabilirsin!"demişti Sinem. Dedem bir yorumda bulunmamış hatta ona görüldü bile atmıştı sanırım. Hemen bakışlarını üzerimizde gezdirmeye başlamıştı. Geliyor gelmekte olan!


"Hadi size iyi uykular çocuklar... Yarın erkenden kalkmanız gerekecek... Artık düzenli bir saatte gidip gelmeniz gereken bir işiniz var!"demişti dedem. Bizi resmen kovmuştu. Bizimle birlikte Okan ve Sinem de kalkmıştı. Bir tırın rahatlıkla geçeceği koridorda bana omuz atarak geçmesinin açıklanabilir mantıklı bir tarafı yoktu.


Hastaydı.


Sorunluydu.


Kendi haline bırakılmalıydı. Hem kendi sağlığım hem de onun sağlığı için..


Odalara geçtiğimizde yarın erkenden kalkabilmek adına hızlıca yattım. Yarın çok eğlenceli bir gün olacaktı. Dövmem tamamlanacak ve aynı diğeri gibi bir akşam sefası olacaktı...


⛅⛅⛅⛅☀️⛅⛅⛅☀️⛅⛅⛅⛅


Sabah gerçekten de erkenden kalkmıştım. Bu uzun süredir beklediğim ve resmen tırnaklarımla kazarak ulaştığım bir zaferdi. Bugünü daha önce birçok kez düşlemiştim ama bu kadar heyecanlı olacağımı hiç düşünmemiştim. Heyecandan ellerim titrediği için makyajımı bile zar zor yapmıştım. Üzerimde mavi bir tulum vardı. Boynumdaki akşam sefası kolyem ile çok uyumluydular. Uzun kahverengi saçlarımı bugün dağınık topuz yapmıştım. Önlerden ise bir iki tutam serbest bırakmıştım.


Şimdi de kurumun önünde duran arabanın içinde abimin uzattığı elini tutmamı bekleniyordu. Abimin elini tutarak indiğimde bir kaç görevli ajanın bize baktığını gördüm. Sanırım bizim için bekliyorlardı kapıda. Benden sonra herkes sırayla inmişti. Şimdi de benim harekete geçmemi bekliyorlardı.


Kurum kurallarına göre yeni ajan kimliği alacak grubun önce başkanı girmeliydi içeriye. Omuzlarım ve başım hiçbir zaman eğik olmadığı gibi bugün de dikti. Kendimden emin bir şekilde kapıdan içeriye girdiğimde kapıda bekleyen ajanlar da bize yol gösteriyorlardı.


Bir iki yemin ve tebrikler sonucunda yaklaşık üç saatlik bir kutlamanın ardından artık dövmeleri yaptırmaya gelmişti sıra. Dövmelerden sonra da kendimize ait olacak kişisel ofisimizi ve geniş toplantı alanımızı dizayn etmek kalmıştı geriye. Bu işin en eğlenceli kısmı olacaktı. Dövme sırası bana geldiğinde koltuğa uzandım. Abilerim iki yandan ellerimi tutuyorlardı. Onların canı yanmıştı. Gözlerinin kızarıklığından bile belliydi ama sanki benim için endişe duymuşlar gibi yaparak kendi duygularını gizliyorlardı.


Oysa benim canım o zamanki kadar bile yanmıyordu...


Bunu bilmiyorlardı...


Bilmelerini istemedim...


Hiç de bilmeyeceklerdi...


İşlem bittiğinde yavaşça yerimden doğruldum. Sol kulağımın hemen altında ve biraz daha iç tarafta kalacak şekilde tamamlanmıştı dövmem... Artık bir ajandım. Resmiyette de ajandım. Aynı zamanda artık medyada da bir üzüm olacaktı.


Biz alt grup ajanları olduğumuz için dedelerimizin yanında hiçbir zaman kamera önünde fotoğraf vermezdik. Gizliydik. Sadece şu çoğundan bir kızı iki oğlu var gibisinden bilinirdik ama ben ve ekibim öyle olmayacaktık. Biz dedemin özellikle yetiştirdiği kurumun üst düzey ajanlardandık ve ben çoğu yerde babamın ya da amcalarımın olmadığı zamanlarda onu temsil edecek ilk kişi olacaktım. Bir nevi bu kutlamalar aslında bizim kendi kendimizi ateşe atmamızın bir serzenişiydi.


Hepimiz dövmelerimizi yaptırmıştık şimdi de ofislerimizin içerisini kendimize göre istediğimiz şekilde yerleştiriyorduk ki kapım birden açıldı ve içeriyi bir gırgır şamata alıp götürdü.


"Suprayyyyzzzz..."diyerekten ortama giriş yaptı Doğukan ama benim için sadece Doğu olan Doğukan.


"Kimler ajan olmuş kimler..."diyerek elinde tuttuğu çikolatalı kekin üzerindeki mumu yaktı ve bana doğru gelmeye başladı. Gülerek bende ona doğru hareket ettim. Bu neşeli halinin sinirli olanı çok daha etkileyici sonuçlar çıkarıyordu ortaya da onu şimdi düşünmemek lazımdı.


Mumu üflediğimde keki masanın üzerine bıraktı ve bana sıkı sıkı sarıldı.


"Hoşgeldin aramıza zeka küpü..."dedi tam saçlarımı bozacaktı ki ben onu durdurdum.


"Bu saç için sabah altı buçukta kalktım. Bozarsan ben de seni bozarım..."dedim gülerek. Hem gülücük hem tehdit! Mükemmel ikiliydi benim için.


"Tamam... Tamam... Hadi bugünlük sana ellemeyeceğim ama yarın için söz veremem... Yarın ki toplantı da seninle net uğraşırım... Hem senin o yaratıcı fikirlerin bizim ve kurumun geleceği için çok önemli tırtıl..."dediğinde o yanağımdan makas alırken ben göz devirmiştim.


Bir kaç kez görevde yan yana denk gelmiştik ve ikimizin de görev zamanı ortaya çıkan o korkutucu zihniyetlerimiz tam da ruh ikizi gibiydiler...


"Neyse... Ben gideyim de biraz da diğerleriyle uğraşayım. Maalesef bu aralar uğraşacak adamım kalmadı elimde..."demişti. Kapıya yöneldi ve açtı.


"Ruh hastası..."dedim ona bakarken. Dışarı sırıtarak çıktı ve göz kırparak, "Aynı senin gibiyim..."dedi.


Sadece sırıtmıştım. Onu yalanlayacak bir savunmam olmadığı için ona katılmıştım.


O odadan çıktıktan sonra ben de kalan işlerimi halletmiştim. Grupta aşağıda buluşmak adına sözleşmiştik. Benim işlerim bittiği için aşağıya inmek üzere olan asansöre son anda bindim. İçeriye girdiğimde Lorenzo ve Toprak vardı.


Hay benim şansıma...


Geri mi çıksaydım?


Asansörden gelen o sesten sonra geri çıkmak gibi bir seçeneğim kalmamıştı. Asansör aşağıya inmeye çoktan başlamıştı. Derin bir nefes alarak tam ortalarına geçtim ve sırtımı kabine yasladım. İkisi de bana bakıyordu. Farkındaydım ama fark etmemiş gibi davranıyordum.


Lorenzo ile konuşsam Toprak onu nereden tanıdığım ile ilgili derin bir araştırmaya girebilirdi ki benim ekibim bile Lorenzo ile bu kadar yakın olduğumuzu bilmiyordu. Sadece ismen tanınıyordu. Bir iki kez adı geçmişti o kadardı.


Toprak ile konuşsam Lorenzo onun kim olduğunu biliyordu ve düşmanım ile konuşmamın altındaki nedeni araştırırdı. Şimdilik öğrenmese daha iyi olurdu. Zamanı değildi.


Her yönden ben zararlı çıkıyordum Allah'ım...


"Eliz..."dedi ikisi de aynı anda.


Bir de aynı anda!


Allah kahretsin emi...


Alsın beni...


Al Allah'ım tam şu anda beni al...


Acaba Eliz kim desem çok mu aptal görünürdüm?


Saçmalama Eliz...


Tam tekrardan konuşmaya hazırlanıyorlardı ki asansör ara katlardan birinde durunca sustular. Lorenzo burada inerken çıkmadan önce gözlerimin içine bakmıştı. Benden bir dönüt beklediğini anlamıştım. Ona çaktırmadan cevap verirken. Toprak'ın bana daha çok yaklaştığının da farkındaydım. İçeriye gelen insanlar ise bizi umursamıyorlardı. Tanıdıklarını da düşünmüyordum.


Kollarımız birbirine değince üzerimden resmen bir akım geçmişti. Göz ucuyla ona baktığımda bugün için fazla şık olduğunu fark etmiştim ki asansörün köşesinde bindiğinden beri umursamayanlar kulübüne katılmamak üzere Toprak'ı kesen kıvırcık saçlı kız da bunu düşünüyor olmalıydı. Bu benim neden dikkatimi çekmişti? Bana neydi?Yine ara katlardan birinde durunca hepsi inmişti. Herkes çıkınca yeni biri girmeden önce Toprak kapıların hızlı kapanması için tuşa basmıştı.


Kaç kat kalmıştı bu yüz katlı kurumda?


Yüz müydü ki? Daha fazla da olabilir...


Duvara benim gibi yaslanmıştı. Şimdi aşağıya inmeyi bekliyorduk sessizce.


"Onu tanıyordun..."dediğinde Lorenzo'yu kast ettiğini anlamamak aptallık olurdu.


"Evet..."dedim yalanlamayarak.


"Nereden?"dedi beni yanıltmayarak. Göz devirip ona döndüm.


"Bu sorunun cevabının 'sana ne?' olacağını çok iyi biliyorsun değil mi?"dedim sırıtırken. O ise sırıtmıyordu. Ciddiydi ve tuşların hemen yanındaydı. Tahmin ettiğim şeyi yapmazdı umarım. Asansörün bir tuşuna daha basarak asansörü durdurdu.


İşte bunu yapmayacaktı!


"Çalıştır şunu!"dedim birden yükselerek. O da birden bu kadar yükselmemi beklemiyordu ama şaşkınlığı kısa sürdü. İki adımda tam dibimde bitmişti. Derin nefesler almaya çalışıyordum. Sinirli gözlerim ile ona bakarken tuşlara gitmek için hamle yapsam da kolları buna izin vermedi.


"Neden bana karşı hep bir ön yargılısın Eliz..."dediğinde beklemediğim sorusu beni afallatırken aynı zamanda beynimdeki gömülü enkazları da gün yüzüne çıkarmıştı. Bakışlarımın titrediğinin farkındayım ama gözlerime engel olamıyordum. Anılarıma da...


~


"Bana bu kadar koşulsuz şartsız güveneceğin hiç aklıma gelmemişti..."


İğrenç bir kahkaha...


"Senden ve senin olan herşeyden nefret ediyorum! Sen benim için sadece ölmesi gereken bir canlısın... Senin ölmeni ne kadar da çok istediğimi bilemezsin... Hadi... Sana sormuştum değil mi? Beni yargılamadan güven ki sana olan nefretimin azalması için gereken şeyi söyleyeyim..."


Elime bırakılan bir silah ve kilitli kaldığım odadan çıkmak için bir adet anahtar... Buraya oda demeye bin şahit az gelirdi.


"Ya ölüp giderek kendini nefretimden arındırırsın... Ya da..."dediğinde ben devam ettim. Gram sesim titremedi ama kalbime giren hançerler çok canımı acıttı.


"Ya da bu kapıdan çıkarak seni kendi nefretimle tanıştırırım!"demiştim ki bunu beklemediği donup kalmasından anlaşılıyordu. Sonrası...


~


"Eliz..."


Sırtım yine ne ara kabin ile buluşmuştu? Ben neden Toprak'ın kollarına tutunuyordum?


"Eliz?"dedi tekrardan.


Gözlerindeki endişe...


Çok gerçekti...


Neden bu kadar gerçekti?


Gerçek miydi?


İdrak edemiyordum. Şu anda algılarım tamamen kapanmıştı. Durmuştu beynim. Tek amacım nefes almaktı.


Nefeslerim hızlanırken hâlâ asansörde olduğumuzu ve asansörün hareket etmediğini tekrardan idrak edince daha da arttı. Duvarlar üstüme üstüme geliyordu sanki. İçerisi gerçekten havasızdı.


"Sakin ol..."dedi bana daha çok destek verirken... Kendimi kaybetmiştim ve şu anda ondan başka bir çıkışım yoktu. Bunun farkında mıydı?


"Derin nefes al..."dedi ve tekrar tuşa bastı ama bu sefer yukarı çıkıyorduk. Hâlâ beni kabin ile kendisi arasında tutuyordu. Bırakmıyordu.


Dediğini yapsamda düştüğüm boşluktan hâlâ tam anlamıyla çıkabilmiş değildim. Şu anda beni tutmasa yerde olacağıma emindim çünkü bacaklarım ve ellerim titriyordu. Biraz daha kalırsam krize girecektim ki ilacım da yanımda değildi. Ters giden bir şeyler olduğunu fark etmişti. Bu yüzden sorgusuna ara vererek bana destek oluyordu.


"Klostrofobin mi var?"dedi kaşlarını çatmıştı. Kafamı güçlükle aşağı yukarı sallarken gözümün önüne zihinimin tozlu sayfalarından akın eden görüntüleri görmemek adına gözlerimi yumdum ama görüntüler gitmek yerine daha da belirginleşti. Gözlerimi yummak en büyük hatam olabilirdi şu anda.


Karanlık bir oda... Yalnızım...


Güzel geçmesi gereken bir tatil...


Sadece o ve ben...


O kim?


Hatırlamıyorum...


Neden?


Nefretten...


Kuş misali titremeye devam ederken asansör durmuştu. Gözlerimi açmamak adına sıkı sıkı yummuş gibiydim ama açmama sebebim kriz geçiriyor olmamdı. Yüzleşmekten korktuğum duygular her bir kelimeyle ortaya çıkıyordu ki bu çok tehlikeliydi. Görüyordum.Silikti. Karanlıktı ama o vardı. O kimdi? Neden vardı? Ekibimin burada olmaması sevindiğim tek şeydi. Bu halimi ailem de olsalar görmemeleri gerekiyordu.


Yer ile temasımın kesildiğini hissettiğimde dâhi gözlerimi açmadım. Rüzgarı hissettiğimde de açmadım.


Terasta mıydık?


Yalnız mıydık?


Yalnız olmasak beni kucağında taşır mıydı?


Nefes neden almıyordum?


Hâlâ nefret ediyordum.


"Eliz... Aç artık gözlerini..."dediğinde de açmadım. Açamadım...


Sırtım yumuşak bir şey ile buluştuğunda sadece derin bir nefes verdim ama geri alırken güçlük çektim. İleri seviye olmayan astım krizi böyleydi. Gerçi ileri seviye olup olmaması tartışılırdı.İlaçları anormal durumlar dışında almazdım. Mesela bu anormal bir durumdu. Her gün birisiyle asansörde kasıtlı olarak kilitli kalmıyordum.


"Nefes al... Senin neyin var?"derken sesi gayet endişe ve korku doluydu. Yavaş yavaş gözlerimi aralarken batan güneşin kızıl ışıkları gözlerimi alsa da kendimi bu duruma alıştırmak adına bir kaç kez kırptım. Nefes almaya çalışıyordum. Bu zordu. Koltuğa geçirdiğim tırnaklarım sızlıyordu. Hemen önümde diz çökmüş bir şekilde bana bakan Toprak ise benden bir cevap bekliyordu.


"Astım... Astımım var..."demiştim.


Konuşmak bile benim için zordu şu anda.


Gözlerinde oluşan panik gerçekten düşündüğü için miydi?


Yoksa oyun arkadaşına bir şey olacak diye miydi?


Neden ona güven duyuyordum?


Daha onu yeni tanıyordum ama kendimi krize sokan o değilmiş gibi beni iyileştirmesine de izin veriyordum.


Neden?


"Özür dilerim... Bilmiyordum... Sadece birilerinin girip çıkma riskini en aza indirmeye çalışıyordum!"dedi.


Sanırım benim için gerçekten korkmuştu. Nefes alış verişlerim düzene girene kadar beni bekledi. Konuşmam için acele ettirmeden bekledi. Hatta benimle birlikte sustu.


"Bilmediğini biliyorum... Kendini suçlama boşuna... Ayrıca seni yargılamıyorum... Sadece... Tanımaya çalışıyorum..."dedim bir kaç kez duraksayarak.


"Tekrar özür dilerim..."dedi yerden kalkıp yanıma oturdu. Terasta bulunan koltuk takımında yan yana oturuyorduk. Hava artık gerçekten kararmıştı. Gece üzerimize bir örtü gibi örtülmüştü.


"Neden kriz geçirdin? Klostrofobin olduğunu söyledin ama krizde sayıkladığın şeyler... "dediğinde kaşlarım çatıldı. Panik olmuştum ve bunu çaktırmamaya çalıştım. Sayıkladığımın farkında bile değildim çünkü.


"Kötü rüyalar..."dedim ve ayağa kalktım. Konuşmak istemediğimi anlayınca o da yerinden kalktı.


"Aşağıda beni bekliyor olmalılar... Gitmem gerek..."dedim terastan içeri girerken. O da peşimden girdi.


"Aşağıya kadar seninleyim... Bu sefer tuşlara elimi bile sürmem emin ol..."demişti.


Bir şey demeden kendimden emin bir şekilde asansöre bindim. O da bindi. Tuşlardan uzak ama bana yakın bir yere geçti ve aşağıya inene kadar hiç konuşmadı. Ben de konuşmadım.


Son bir iki kat kala dudaklarımı araladım.


"Teşekkür ederim..."dedim. Bakışlarından şaşkın olduğunu anlayabiliyordum.


"Bence bunu sana yaşattırdığım için benden nefret etmelisin!"demişti bakışları benim haricimde her yere bakıyordu.


"Nefret..."dedim ve acı bir şekilde gülümsedim." Bunun alt sınırı bende bir hayli yüksek... Umarım o sınıra gelmezsin!"dediğimde o cevap veremeden kapı açıldı ve ben onu düşünceleri ile arkamda bırakarak asansörden çıktım.


Tam da tahmin ettiğim gibi beni bekliyorlardı. Onlara kışa bir açıklama yaparak arabaya bindim ve uzun hafta hız kesmeden başladı.


3 gün sonra...


Üç gündür girmediğimiz toplantı kalmamıştı. Her konu ve görev durumu için farklı bir toplantıya giriyorduk. Bunların çoğunda Topraklar ile birlikteydik. Ama onlarla olduğumuz zamanlarda toplantılar daha gergin geçiyordu. Biz birbirimize kaçamak bakışlar atıyorduk. Belirlediğimiz plana uygun ilerliyor ve birbirimizi teyit ediyorduk. İstesek de istemesek de artık bir ekiptik ve yakalanması gereken bir casus vardı.


Biraz sonra gireceğimiz daha doğrusu ekibimin gireceği ama benim asacağım toplantının olduğu kattan ayrılmak için asansör bekliyorken yanımda birisi belirdi.


Enes. Enes Vurgun.


Vurgun ailesine bağlı olan ajanlık bölümündeki en kıdemli kişilerden biriydi. Üst düzey bir ajandı. Yakında tamamen olacağım gibi. Gerçi açıklanmasa da üst düzey ajan olduğumuzun herkes farkındaydı. Bugünkü toplantı onlarlaydı ve beni burada görmesi pek de iyi olmamıştı.


Sessizce asansörün gelmesini beklerken onun bakışları benim üzerimdeydi. Asansörün kapısı açıldığında içeriden Emir Torhal çıkmıştı. Bu da kurumun bir diğer ailesine bağlı kıdemli bir ajandı. Aralarında geçen kısa bakışmaya odaklnmadan asansöre bindiğinde Enes Vurgun, Emir Torhal ile konuştuğu için binememişti. Onları yukarıda bırakırken ben kurumdan ayrıldım. Kurumdan çıktığıma dair dedeme bilgi verirken arabama çoktan binmiştim. Şimdi de restorana doğru gidiyordum.


Randevum vardı...


Sahte sevgilim ile randevumun olması ne kadar da romantikti...


Restorana geldiğimde arabayı kapının önündeki korumalara bırakırken içeri girdim. Dün yer ayırmıştı . Yer ayırttığını da mesaj atarak söylemişti. Numaramı nereden bulduğunu sorduğumda klâsik cevap ile karşılaşmıştım.


'Ajan olduğumuzu unutuyorsun...'


Allah da beni bildiği yapsın! Başka bir şey demiyorum!.


Masaların arsasında ilerlerken onu her zamanki gibi siyahlar içinde bulmuştum. Deniz manzarasının hemen yanında bir masayı seçmişti. Üzerindeki pantalon ve tişört siyahtı. Sanırım onunla tanıştığımdan beri siyah dışında bir şey giymemişti. Giydiyse de ben fark etmemiştim. Masanın yanına geldim ve hızlıca karşısına oturdum.


"Ben geldim..."dedim çantamı yan tarafıma bırakırken.


"Hoş geldin... Ne içersin? Ya da aç mısın?"dedi beni izlerken. Telefonumu masanın üzerine koyarken ellerimi de masanın üzerine koyarak birleştirdim.


"Sana uyarım... Sen istediğini sipariş edebilirsin..."dedim. Garsonu çağırdığında o hızlıca sipariş verirken ben de telefonumdan grupta konuşulanlara bakıyordum. Grubum yine aynıydı. Her zamanki sohbetler dönüyordu orada.


---------^^^----------


"Bu göbekli , pala bıyıklı olan amca bana kafayı takmış durumda... Deminden beri beni inceliyor!"... Emel.


"Bana da bakıyor arada... Bence senin bardağı bardak olduğuna pişman etmen ilgisini çekti!"...Alp.


"O hâlde ikinize birden mi yürüyor yani?"...Alara.


"Biraz toplantıyı mı dinleseniz?"... Yiğit.


"Onu bunu bırakın da şu kıvırcık olanın numarasını istesem mi?"... Alara.


Alara yine bildiğimiz gibiydi. Dün de uzun saçlı olan alt gruptan birini kafasına takmıştı. Çocuk ondan artık nasıl korktuysa toplantıdan sonra toz olmuştu.


"Ben bu Kaan'ı öldürmek isteyerek günah işlemiş oluyor muyum?"... Emel.


"Ne oldu?"dedi Yağız.


"Bana bakıyor!"... Emel.


"Sen de ona bakıyorsun!"...Alp.


"Sus be!"... Emel.


"Susuyorum zaten... Farkındaysan yazıyorum!"... Alp.


---------^^^----------


Gülerek telefonu bırakınca Toprak'ın bakışlarının bende olduğunu anladım. Bu sırada siparişler gelmişti.


Tatlı ve çay... En sevdiğim ikiliydi.


"Eee ne konuşacağız?"dedim çayıma attığım iki şekeri karıştırırken. O şeker atmamıştı. Bugün birbirimizi gözlemleyecektik.


"Bilmem... Buluşmayı ben ayarladığıma göre... Konuyu da sen seç..."dedi masaya dirseklerini koyarak eğilirken.


"Tamam... O hâlde klâsik sorulardan gidelim... En sevdiğin renk?"dediğimde güldü.


"Bunun nerede işimize yarayacağını merak ettim doğrusu!"dediğinde kaşlarımı çattım. Sinirlendirdi iki dakikada. Ponçik ruh halimden resmen ejderhaya geçiş yapmıştım.


"Etme merak falan... Sor dedin sordum! Ne istiyorsun Atılgan?"dediğimde hâlâ sırıtıyordu.


Şeytan diyor ki çak bir tane o güzel yüzünün ortasına!


"Niye gülüyorsun?"dediğimde daha da güldü.


"Bana sinirlendiğinde Atılgan diyorsun ve bu çok hoşuma gitti..."dediğinde sinirim iki saniyeliğine uçtu gitti.


Sadece iki saniye ama...


"Eee yani? Bu güldüğün gerçeğini değiştirmiyor!"dedim denize bakarken. Sinirlendiğim için ona bakmama kararı almıştım. Ellerini çenemde hissettiğimde irkilmiştim ama çaktırmadım. Elleriyle çenemi yüzüne çevirdiğinde dudaklarında bir tebessüm vardı.


" En sevdiğim renk mavi... Kolyendeki renk de en sevdiğim ton..."dediğinde bakışlarım bluzun açık bıraktığı boynuma düştü. Akşam sefası kolyem beyaz bluz ile gayet güzel duruyordu.


"Bu ton çok güzel..."demiştim. Bunlar benden habersiz dökülen kelimelerdi dudaklarımdan.


"Kolyen ile dövmenin bir anlamı varmı?"dediğinde kaşlarım çatıldı ve masaya doğru eğildim.


"Ne gibi? Ailemizin sembolü akşam sefası... Biliyor olmalısın..."dedim.


"Biliyorum ama sendeki yeri daha farklı gibi..."dediğinde bu sorusuna cevap vermeden çayımdan yudum aldım.


" Soğumadan iç bence..."diyerek konuyu değiştirdim. Bunu fark etse de bir şey demedi.


"Yıl dönümü partisinde ne yapacağız?" dedi.


"Hiç bir fikrim yok... Çok etkili bir şey olmalı ve ailemizin de inanması gerekiyor... Etkili bir şey olmalı..."dedim kurabiyelerden yerken.


" Nasıl bir etki yaratabiliriz?"dedi yüzümü incelerken. Ben de aynısını ona yapıyordum.


O anda aklıma gelen şey ile yediğim kurabiyeyi zor yutmuştum. Sanırım onun da aklına benimle aynı şey gelmişti.


"Bana dokunmayı sakın düşüneyim deme... Benden önce abilerim gömer seni oraya!"dedim geri yaslanırken.


"İstemediğin bir şeyi elbette yapmam ama ikna edecek birşey de olmalı..."dedi yüzünü sıvazlayarak. Onun da en az benim kadar sıkıntıda olduğunu görüyordum. O da benim kadar stresliydi.


"Bunu o gün düşünürüz..."dedim.


" Ana göre ayarlayacağız artık..."dedi ve biz konuşmaya devam ettik.


Ne kadar oturduk bilmiyorum ama birlikte mekandan çıkarken hava çoktan kararmıştı. Uzun zamandır sohbet ediyorduk. Az da olsa tanımıştım partnerimi.


Restorandan çıkarken her ne kadar burası çok kenarda kalan bir mekan olsa da dikkat etmekte fayda vardı. Magazin tehlikesi yoktu yani. Ben arabama binene kadar kendi arabasına binmedi. Binmemi ve oradan ayrılmamı beklemişti. Aynadan öyle görmüştüm.


Yaklaşık yarım saat sonra evdeydim. Annemler daha göreve çıkmazlardı yıl dönümü partisine kadar. Onlarla ayakta bir iki sohbet derken benimkilerin çalışma odasında olduğunu öğrenmiştim. Şimdi de çalışma odama doğru ilerliyordum ki karşıdan gelen mahlukat bütün enerjimi sömürdü.


"Ooo kimler gelmiş... Sen bu evin yolunu bulur muydun ya?"dedi Sinem kollarını bağlamış ve imalı imalı beni süzüyordu.


Bana yaklaştı. Ne dediğini anlamak zordu... Genelde hep boş yapardı ama bugün biraz dolu gibiydi. Yüzü kızarmıştı. Acaba yine Cem amcam yani babası ile kavga falan mı etmişti?


"O makyajın seni iyi gizliyor olabilir ama ben ne haltlar yediğini biliyorum hayatım..."dedi saçlarını açıp dağıtırken.


Yüzümde sadece ruj ve rimel olması dışında hiçbir sorun yok. Bomboş bakışlar atarak onu izlemeye devam ettim. Ne kadar saçmalayacağını merak ediyordum.


"Bir sevgilin var değil mi? Ondan bu gece kaçamakları... Ne ara uzaklaştık birbirimizden? Alınıyorum ama!"dedi dudaklarını büzerek. Sadece göz devirdim. Ona yakın olmak gibi bir hata çok küçükken olmuştu ve sonu hüsrandı. Belliydi zaten olan ve olacak olan...


Daha da yaklaştı. Bir tane yapıştırsam duvara monte olacaktı. Haberi yoktu.


"Ne istiyorsun Sinem?"


"Benim olanı..."dedi sinirle. Ruh hastası kelimesi yanında melek kalıyordu.


"Senin olan tam ne?"dedim ona doğru adım atarak. Aynı boydaydık. Baş başa diz dizeydik.


"Kuruma nasıl kendini kabul ettirdin bilmiyorum ama bir oyun döndürdüğün kesin. Sevgilin var desem... Seni sevebilecek birisi olduğunu da sanmıyorum. Olsa olsa oyuncak olursun! Oynanılıp atılan bir o...yun...cak!"dediği ile onu kolundan tutmam bir olmuştu. Bir de utanmadan heceliyordu.


Bana yaptığı ima çok iğrençti. Aşağılayıcıydı. Bu kız ile aynı çatı altında kalmak bile artık midemi bulandırıyordu. Her gün bir öncekinden daha da iğrençleşiyordu.


Bir anda bağırmaya başlayınca neye uğradığımı şaşırdım. Donup kaldım. Ne elimi ne de kendimi geri çekebildim.


"Ah... Eliz bırak kolumu... Yardım edin!"diye çığlık atmaya devam etti tüm ev halkını toplayana kadar.


Herkes toplanırken babam ve amcam bizi ayırmıştı. Sinem ağlarken ben hâlâ ona şaşkın şaşkın bakıyordum. Abilerim yanıma geldiğinde beni dürtüyorlardı ama tepki vermiyordum. Emel ve Alara birşeyler söylüyor, Alp beni sarsıyordu.


Çok büyük oyuna gelmiştim.


Allah kahretsin ki çok büyük oyuna gelmiştim!


Deminden beri karşımdaki o yüzü... Saçlarını açıp dağıtması... Kıyafetlerini çekiştirip durması... Her şeyi planlamıştı.


Etrafta bir gırgır şamata koparken dedemin bir anda koridorda belirmesiyle herkes suspus oldu. Dedem bir bana bir de Sinem'e baktı. Biz her zaman kavga ederdik ama böylesi ilk defa oluyordu. Onlar en azından ilk defa görüyordu.


"Eliz! Çalışma odama! Hemen! Sizde dağılın... Sinem... Sende odana hadi kızım..."demişti dedem. Amcam ve yengemin daha doğrusu Sinem'in tarafındaki herkes tarafından gönderilen kötü bakışlar eşliğinde dedemin peşinden gittim. Başım yine dikti çünkü benim bir suçum yoktu. Çalışma odasına girdiğimde kapıyı da kapattım. Sakindim. Bir şey yapmamıştım ama yaptıkları ve gösterdikleri gerçekten zıvanadan çıkmıştı.


"Dede..."dediğimde lafımı kesti.


"Seni kışkırttı ama kendine hâkim olamadın Eliz! Böyle olmaz! Kendine, sinirlerine hâkim olmalısın! Senin üzerine oynayacaklar ama sen gerekirse nefes bile almayacaksın kızım..."dedi.


"Sen nereden biliyorsun?"dedim. Gözlerim dolmuştu. Ben kimsenin yanında ağlamazdım. Dedem hariç. Bir tek onun yanında ağlardım. Bir tek o görürdü. Bir tek o bilirdi.


Yanıma geldi ve akmaya başladığından habersiz göz yaşlarımı sildi.


"Kendini kaybettirecek kadar ağır konuştuğunda bile ağlamazken benim yanımda ağlaman... Beni mi cezalandırıyorsun bilmiyorum ama sakın kendini ezdirme... Aranızda ne var bilmiyorum ama ikinizin arasındaki o nefret ya seni ya da onu yakacak!"dedi dedem yanaklarımı sıkarken.


"Dede... Ben artık onu görmek istemiyorum... Duymak istemiyorum... İmâları ile uğraşmak istemiyorum... Gerçekten ağır gelmeye başladı bana... "


"Ne istiyorsun bir tanem?"dedi dedem şefkatli bir şekilde. Sarılıyordu bana. Şu anda buna gerçekten ihtiyacım vardı çünkü.


"Ona olan öfkem asla bitmeyecek ama biraz evden uzaklaşmak bana iyi gelecek... Evde kalırsam annem ayrı... Babam ayrı... Amcam ve yengem ayrı... Hepsi ayrı ayrı sorguya çekecek... Bunu daha önce binlerce kez yaşadım ve hiçbir zaman haklı çıkmadım!"dedim. Hâlâ ağlıyordum.


"Çünkü hep sustun! Kendini savunma hakkın varken sen hep sustun! O seni suçladı! Sen kabul ettin. Seni suçlamıyorum amaEliz... O sana ne yaptı? Siz küçükken iyiydiniz..."dedi dedem.


Kimse bilmiyordu...


Onun şeytan tarafı sadece banaydı. Bir şeyin intikamını alıyordu benden. Bilmediğim bir şeyin intikamını! Ya da bildiğim ama bildiğimi bilmediğim bir şeyin intikamını...


"Her şey o tatilden sonra oldu... Ne oldu tatilde Eliz? Bak hastanede de yanındaydım. Gördüm. İyi değildin ama bir şekilde üstesinden geldin ama ne zaman sorsam bir bahane bularak arkasına sığındın! Artık o yükün altında eziliyorsun. O zaman ezilmedin ama şimdi eziliyosun kızım ve ne yazık ki altında gerçekten kalmandan korkuyorum bir tanem..."dedi dedem.


Yine sustum. Hep yaptığım gibi yine sustum.


"Susmak her zaman işe yaramaz kızım..."dedi dedem ısrar edecekti.p


"Dede... Bir kaç gün burada kalmasam?"dedim. En ikna edici bakışlarımı atıyordum ona. Düşündü.


"Tamam... Nerede kalacaksın?"dedi.


"İyi olacağım bir yerde!"dedim. Ondan ayrıldım ve kapıya yöneldim.


"Eliz?"


"Peşime adam takmaya çalışma... Atlatırım bilirsin..."dedim her ne kadar mutlu olmaya çalışsam da göz yaşlarım durmuyordu.


"Tamam... Ama seninkiler yanında gelemezler..."dediğinde kaşlarım çatıldı.


"Neden?"dedim. Zaten onları gideceğim yere asla getirmezdim de onlara ihtiyacım olabilirdi ve başka bir yerde buluşabilirdim.


"Onların halletmeleri gereken işler var... Bugünkü ektiğiniz toplantı önemliydi ve bir sınava tabi tutulacaklar. Sen ve Toprak bizim tarafımızdan çoktan geçtiniz ama onlar sınava kesinlikle girmeliler..."dedi.


"Ben de yardım edeyim onlara!"dedim.


"Deminden saydığın faktörlerden zaman bulursan neden olmasın!"dedi.


Yine köşeye sıkıştım ve benden birşey isteyecekti.


"Söyle dede... Ne istiyorsun benden?"dedim.


Gitmek istiyordum artık.


"Yalnız kalma... Toprak da seninle kalsın... Hem birinize alışmış olursunuz!"dediğinde bir an yanlış duydum sandım. İdrak ettim. Edince ise gözlerim fal taşı gibi açılmıştı. Göz yaşlarım kaçmıştı. Dedem gitmem için Toprak'ı çağırmamı şart koşmuştu resmen!


Tam ağzımı açıyordum ki hemen konuştu.


"İtiraz edersen gitmene izin vermem... Ya şimdi en iyi rolünü sergile ve benimle kavga etmiş gibi çık git ya da koridorun başında bekleyen heyete açıklama yap!"dedi dedem.


Seçeneklere bak!


Hepsi birbirinden beter!


"Of dede of!"dediğimde hangisini seçtiğimi anlamıştı.


Bu adam benim bitiş sebebim olacaktı bir gün!


Derin bir nefes aldım ve göz yaşlarımı kendime ait dubleks evime kadar saklamaya karar vererek kapıyı açtım. Adımlarımı vura vura yürüdüm koridorda. Ne babamı ne annemi ne de diğerlerinin durdurmalarına izin verdim. Evden çıktığımda kendimi arabama attım.


Normalde kırk dakika aldığım yolun yirmi dakikada az olmasının nedeni Sinemdi.


Şu anda burada olmamın nedeni de Sinemdi.


Benim en önemli nefret nedenim de Sinemdi.


Arabayı valeye verirken içeri girdim. Resepsiyondan anahtarı alırken aynı zamanda Toprak'a da konum atıyordum. Buraya gelmesini belirten bir mesaj çektikten sonra evime çıktım. Evime girdiğim gibi kendimi saldım. Bağıra bağıra ağlamaya başladım. Aynı zamanda kıyafetlerimi de çıkarıyordum. Üzerime daha rahat bir şeyler giyerken Toprak'ın geleceğini de hesaba katmıştım. Uzun , salaş bir tişört altına siyah bir tayt... Gayet güzel bir kombindi.


Tam balkona çıkacağım sırada kapı çalınca kapıya yöneldim. Kapıyı açtığımda onu gördüm. Biraz endişeli gibiydi. E tabi yeni ayrıldığım birisi bana konum atıp hemen gel dese bende endişelenirdim. Keşke mesajda dedemin yanımda olmasını isteğini de belirtseydim.


"Hoş geldin!"dedim o içeri geçerken. Kapıyı kapattım ve balkona çıktım. O da peşimden geldi. Balkondaki geniş koltuğa oturdum ve dizlerimi kendime çekerek kollarımı bacaklarıma doladım.


"Ne oldu? İyi misin?"dedi yanıma otururken.


"İyi olup olmamam neden senin umurunda ya da beni neden önemsiyorsun?"


Bu sorum onun donup kalmasına neden olmuştu. Tam gözlerinin içine bakıyordum. O ise benden bakışlarını kaçırmıştı.


"Beni neden çağırdın?"dedi bu sefer o kaçıyordu.


"Dedem evden sadece seni yanıma çağırırsam çıkabileceğimi söyledi."


"Evden neden çıktın?"


"Orası karışık... Ben bile bilmiyorum desem yeridir..."


"Ne oldu Eliz?"


"Konuşmasak bunu... En azından bu gece..."dedim gecenin yoğun trafiğine bakarak.


"Tamam... Sen nasıl istersen... İstediğin zaman seni dinlerim!".


"Biliyorum dinlersin!"


"Nereden biliyorsun seni dinleyeceğimi?"


"Bazen bilmek değil hissetmek de yeter Toprak..."


"Her zaman hissetmek yeter mi Eliz?"


"Yetmeli mi sence?"


"Yetmeli!"dediğinde verecek bir cevap bulamadım. Yanımdan kalktı ve içeri girdi. Ben de koltuğa daha çok yaslandım. Sadece bir kaç saniyeliğine gözlerimi kapattım ama geri açamadım... Yorulmuştum. Yorulmuştu gözlerim. Çoktan uykunun esiri olmuşken etrafımda onun kokusunu çok net bir şekilde hissettim. Aynı zamanda uçuyor gibiydim. Hissediyordum.


Hissetmek...


Hissetmek yetiyor muydu gerçekten?


Yetmeliydi...


Bu sefer gerçekten yetmeliydi...


Loading...
0%