Yeni Üyelik
7.
Bölüm

7. Bölüm ~ Görünenler

@feusa

Gözüme dolan ışıkla uyandım. Yataktan yavaş yavaş kalkarken üzerimdeki yorganı da kenara ittim. Yatakta oturur pozisyona geldim ve komodinin üzerindeki saate baktım.


06:45


Kuruma gitmeme daha çok vardı. Sekizde orada olmak yetiyordu. Hava daha yeni yeni aydınlanıyordu. Yine sıcak bir gün beni bekliyordu da bir dakika... Ben ne ara odaya gelmiştim? En son balkonda uyuyordum... Gözlerim odayı hızla tararken benim burada olmamın en geçerli sebebi olan Toprak'a baktım. Koltukta yatıyordu. Onu uyandırmamaya dikkat ederek odadan çıktım ve hazırlanmaya başladım. Yaklaşık yirmi dakika içinde hazırdım. Odaya geri döndüğümde onun da uyanmış öldüğünü gördüm.


"Günaydın... Daha iyi misin?"dedi.


"Günaydın... İyiyim... Sen neden diğer odalardan birinde kalmadın? Kocaman ev kalsaydın bir odada... Rahat uyurdun en azından!"dedim yatağın üzerini düzeltirken.


"Seni yalnız bırakmayayım dedim..." dediğinde yorganı düzelten elimin işlevi yavaşladı. Cevap vermedim.O ise üzerine örttüğü pikeyi katlamaya devam etti. İşini bitirince de bana döndü.


"Ben gidiyorum... Kurumda görüşürüz!"dedi ve odadan çıktı. Sonra da evden. Sanırım rahatsız olmamdan çekinmişti.


Ben de o çıktıktan sonra işlerimi halledip çıkmıştım. Yol boyunca benimkiler ile konferans yapmıştım. Bir güzel azar yemiştim hepsinden. Kurum ile özel hayatı ayrı tutmaya çalışıyorduk ama bu ne kadar mümkün olacaktı bilmiyorum. Abilerim onların bile bilmediği bir yerde kalmama epey bozulmuşlarken onlara bütün gece Toprak ile aynı çatı altında aynı odada kaldığımızı söylemek hiçte iyi bir fikir gibi gelmediği için o minik ayrıntıyı es geçmiştim.


Minik olduğu için çok sorun teşkil etmezdi zaten... Değil mi?


Kuruma vardığımda ofisime geçerken onların öğlene kadar sürecek bir sınavı vardı. Benim yoktu ve bununla ilgili kesinlikle bir kaç gıcık uğraşmalarım olacaktı. Öğlene kadar ben de evraklar ile uğraşmıştım. Dosyalar ile uğraşmak görevde olmaktan daha zordu.


Bir sürü kağıt...


Bir sürü prosedür...


Odamın kapısı çalınmadan acıldığında gelenin kim olduğuna bakmama gerek yoktu aslında ama bu beklediğim kişi değildi.


İçeriye Ekin yani Doğu'nun ekibinde görevli olan asistan ajanlardan biri girmişti. Bu acil bir durum olduğunu gösteriyordu. Doğu ile daha önce bir kaç kez iş yaptığımız için ekibindekilerin isimlerini ve görevlerini az çok biliyordum.


"Eliz Hanım... Özür dilerim birden girdim ama acil bir durum olduğu için Doğukan Bey sizi çağırıyor hemen... Sanırım size ihtiyacı varmış!"derken Ekin ben de yerimden kalkmıştım. Birlikte sorgu odalarına kısacası Doğu'nun inine adımlamaya başlamıştık.


Kesinlikle zekası yetmediği için beni çağırıyordu ayağına kadar. Ekin ile birlikte koridorlarda mekik dokurken sonunda Doğukan'ın mekanı olan kurumun suçluları tuttuğu kısıma gelmiştik. Kapıdaki sensör dövmemi okurken benim için kapı açılmıştı ama Ekin içeri giremezdi çünkü onun dövmesi bu kapıyı açamıyordu.


Dövmelerimiz sadece ait olduğumuz aileyi belirtmiyordu. Dövmelerde aslında bir şifre vardı. Kurumdaki özel kapılar bunlarla açılıyordu. Bu kodlar vücudumuzda olduğundan ancak biz olduğumuzda açılıyordu ve öldüğümüz takdirde kod özelliğini yitiriyordu. Çünkü ölüm bile bir ajan için geri de tehlike bırakmak demekti bizde. Gözü dönen insanın ne yapacağı hiç belli olmazdı.


Topuklu ayakkabımın sesi dar koridorda yankılanırken herkesin toplandığı yere sonunda gelmiştim. Herkesin bakışı bana dönmüştü. Kurumun on büyük kurucusu vardı. Enes Sungur, Emir Torhal ve daha isimlerini bilmediğim altı tane daha ailelerin kıdemli ajanları vardı. Yakında hepsini öğrenecektim.Toprak da buradaydı. Beni görünce kaşları çatıldı ama bunu sadece ben fark ettim. Dedem bana bakıyordu dikkatlice. Burada bir sürü koltuk vardı. Koltukların yanı sıra bir sürü kamera ve bilgisayar da vardı. Karşımızda sadece bizim görebildiğimiz camdan bir bölme vardı. İçeride Doğu vardı. Herkes ve herşey vardı da bir ben yokmuşum yani...


Doğu'nun karşısında ise aranan bir suç örgütünün en yakın koruması olduğunu duyduğum Halil İbrahimov. Bilgisayarın başında oturan daha doğrusu mikrofonu yöneten kişiye doğru yürüdüm. Anladı tabi ne isteyeceğimi beni yormadan çağırdı Doğu'yu.


Doğu içeriye elini silerek geldi. Adamın hali ortadaydı. Her yeri kan revan içerisindeydi. Normalde bu duruma kesinlikle karşı çıkardım ama yaptığı işler daha mide bulandırıcıydı. Bu adam tam anlamıyla bir kadın düşmanıydı. Sadece kendisi değil! Hizmet ettiği adam ve bağlı olduğu çete de öyleydi. Yalnız, çaresiz , kötü yola düşmüş ya da düşmek zorunda kalmış ve başıboş buldukları kadınları alıp kaçırıyorlardı. Zevk için onları türlü işkencelere ve işlere... Kötü kötü şeylere zorluyorlardı. Hamile olanları daha fazla işkence ile öldürüyorlardı. O kadar fazla kadın vardı ki onlar yüzünden bir çocuğa hamile kalan ve kaldıkları için ölmek zorunda kalan! O zaman anlıyordu insan bu insan demeye bin değil milyonlarca şahit isteyen bu yaratıkların her şeyi hak ettiklerini.


Bu adama ulaşmak ise zor olmuştu ama bulmuştuk. Yakın zamanda da kız çocuklarına yönelmeye başlayınca yakalamıştık. Bizi yaklaşık bir yıldır uğraştıran bir çete olmasının yanında bildiklerim bu kadardı.


"Çağırdın..."dedim bana doğru gelen Doğu'ya.


"Evet!.. Manyak adam kaç gündür konuşmuyor! Beynime ağrılar giriyor resmen! Delirmek üzereyim! Kimse de fikir vermiyor! "dedi bağıra bağıra. İçerisi zaten yankı yapmaya müsaitti. Asistanı uzattığı dosyayı alıp tekrar ona döndüm.


"O sesini kısmazsan ben seni kısarım Doğu... Anlat neler yaptın?"derken aynı zamanda dosyayı inceliyordum. Yanında durduğum ajan biraz daha işimi kolaylaştırırsa onu kendime asistan olarak alacaktım.


Herkesin bakışı bizdeydi ve sanırım Doğukan'a Doğu diye hitap etmemi yadırgamışlardı ama çaktırmıyorlardı. Adamın bir oğlu vardı. Bundan önce de ölen dört tane kızı... Daha anne karnında iken öldüklerine ve hepsinin de kız olması normal bir ölüm olmadığının kanıtıydı. Demek ki bildiklerim doğruydu.


Keşke olmasıydı ama doğruydu...


"Ellerim ağrıyor... Konuşmuyor... Dövüyorum... Sırıtıyor..."dedi yüzünü sıvazlayarak.


"Hangi yöntemleri denedin?"


"El..."


Kendimi dizi karakteri gibi hissetmeme neden olan tek kişiydi. Ona benden başka kimse Doğu diye bana da El diye hitap edemezdi.


Birazdan süper güçlerim ortaya çıksa güzel olmaz mıydı?


"İngiliz anahtarı denedik... Şırınga da denedik... Bak zincir de denedik..."


Şaşkın şaşkın bakanları umursamadan devam ettik. Bizi çıkışta Bakırköy'e yatırmaya çalışmazlardı umarım.


Umarım...


"Ağaç?"dedim şaşkın şaşkın. O yöntemi burada ağaç ile nasıl uygulamış olabilirdi? En son bıraktığımda daha az manyaktı oysaki!


"Dışarı da olsak zinciri orada kullanırdım ama bu sefer duvarda kullandım." dediğinde kafamı salladım. Neyse ki çok delirmemişti.


Biz iki manyak kesinlikle bir araya gelmemeliydik.


Herkesin artık böyle düşündüğüne emindim...


"Dediklerine göre konuşması gerekliydi. Özellikle de şırınga ile... Adamın sağlık durumu ne?"dediğimde kaşlarını çattı.


"Sağlık durumu ne alaka?"dedi Güngör ailesinin temsilcisi Şevval Güngör. Onlara doğru döndüm elimdeki dosya ile.


"Adam bu yaptığımız işkencelere göre hâlâ konuşmadığına göre bir sağlık sorunu olmalı... Yoksa gerçek olduğunu düşünmüyorum. Özellikle zincir ve şırıngdan sonra..." dedim ve kısa bir an Toprak ile göz göze gelip Doğu'ya döndüm." Acı çekiyor mu? Ya da canı yanıyor mu?"dediğimde ne demek istediğimi nihayet anladı.


"Si....! Bu benim neden aklıma gelmedi! Şerefsiz köpek! Hiç bağırmadı ya lan! Ben şimdi bunu öldürmeye gidiyorum! Tutmayın beni!"diyerek içeri gidecekken kolunu tuttuğum için bana döndü ama koyu kahverengi gözleri ateş saçıyordu.


"Şimdi tam olarak ne oldu? Bize de anlatır mısınız?"dedi Emir Torhal sarıya yakın kahverengi saçlarını geri savururken.


"Adam hasta..."dediğimde yanında durduğumuz ajan konuştu."Konjenital ağrı duyarsızlığı ve anhidrosis (CIPA)"dediğinde bu çocuğu asistanım yapmaya kesinlikle karar verdim.


İstiyorum bu çocuğu!.


"Evet... Mantıken o hastalığa sahip olmalı... Acı hissetmiyor yani..." dediğimde dedem konuştu. Bakışlarında beni tebrik eder bir duygu vardı.


"Ne yapacağız kızım?"dedi.


"Bizim için önemli bir çok bilgiyi biliyor!"dedi Köksal ailesinin en büyük lideri.


"El... Döveyim mi? Öldüreyim... Ne olur?"dediğinde göz devirdim sadece onun görebileceği bir şekilde.


"Bu odadaki herkesi gördü mü bu adam?"dediğimde hepsi başını salladı. Toprak bile girmişti yani. Buna şaşırmıştım. Toprak diğerlerine göre daha soğuk ve sakin bir yapısı vardı dışarıdan. Sorguda nasıl olduğunu ister istemez merak etmiştim.


"Ben giriyorum o hâlde..."dediğimde hepsi beni sorgular hâlde baktı ama Doğu çoktan kulaklığını bana uzatmıştı.


Burada işler böyleydi. Kulaklığı kulağıma taktım. İçeriye geçmeden önce üzerimdeki ceketi de çıkardım. Neyse ki bugünkü kombinim pantolan ve bluzdan oluşuyordu. Ceketi Doğu alırken bana göz kırpmıştı.


"Ne yapacak?"dediğinde arkadan biri, Doğu cevap verdi.


"Tek ve en etkili yöntemini... Psikolojik şiddet!"dediğinde ben artık içeri girmiştim. İçerisi sadece loş bir ışık ile aydınlatılıyordu. İçeride ikimizden başka kimse yoktu ama duvarın karanlıkta kalan kısımlarında duran iki kapıdan her an içeri girebilecek ajanlar olduğunu onun bildiğini sanmıyordum.


"Sen de benden bilgi alamayacaksın... Boşuna yorma kendini..."dedi kahkaha atarak. Doğu adamın şalterleri ile fena oynamışa benziyordu. Kenarda duran sandalyeyi çekerek çok da yakınlaşmadan oturdum karşısına. Kafasını kaldırıp bana baktı ama ben kandan başka bir şey görmüyordum.


"Sen yorulmadın mı peki?"dedim sakin bir şekilde. İçeridekiler beni dinliyordu.


"Sen yeni misin? Çok da güzelmişsin..."dediğinde kulaklıktan içerisinin karıştığını duyuyordum. Neyseki içeri girdigimde kapıyı içeriden kilitlenmiştim. İçeri dalamazlardı.


"Bunu başka birisi söylese inan ki teşekkür ederdim ama şu anda edecek hava da değilim... Ama sana güzel bir haberim var!"dedim ve öne doğru bir sır verecekmişim gibi eğildim. "Ben de aynı şeyi oğlun için düşünüyordum. Oğlun da çok yakışıklıymış... Neydi ismi?.."dediğimde Doğu'nun sinirli sesi kulaklarıma doldu.


"İsmet İbrahimov..."dediğimde artık o laubali tavrı yoktu. Hatta geldiğimden beri ilk defa ciddi ve sinirli duruyordu.


"Oğlumu bu işe karıştırmayın!!!"dedi yerinde kıpırdanmaya başlamıştı.


"Bence de İsmet'i bu işe karıştırmayalım ama bunun için önce anlaşmak gerek değil mi?"


"Benden bilgi öğrenemezsiniz... Bilmediğim bir şeyi size nasıl anlatayım? İstediğiniz kadar işkence edin ama oğluma dokunmayın!"dedi öfkeli bir şekilde.Ayağa kalktım.


"Acı çekmediğini biliyorum Halil. Bunu içeridekilere de söyleyebilirim. Emin ol sana gerçekten acı verecek formüllerimiz var... Belki sende de formül vardır bize söylemek istediğin..."dedim öne doğru eğilerek.


Bu adam bir şey biliyordu. Bizim için önemli bir şey. Sanırım doğru tahmin yapmıştım. Doğu kulağıma doğru yolda olduğuma dair bir şeyler söylerken Halil dişlerini sıkıyordu.


"Ben de formül mormül yok! Oğluma dokunmayın!"dedi tekrardan. Çenesi titriyordu.


"Böyle anlaşma olmaz ama... Mesela bana biraz oğlundan bahsedersen onu daha iyi ağırlarım..."dedim. Benim sakinliğim onu kudurtuyordu.


"Onun yaşayacağına söz ver..."dedi.


"Sen de bana konuşacağına söz ver o hâlde..."dediğimde tık yoktu.


Cama doğru döndüm ve beni aramasını belirten bir işaret yaptım Doğu'ya. Ben onları göremesem de onlar beni görüyordu. Geri Halil'e döndüğümde o hâlâ düşünüyordu derken odanın içini telefon melodim doldurdu.


Telefonumu açar gibi yaptım. Kulaklığa bağlıymış gibi yaptım. Aslında kapattım ama bunu onun bilmesine gerek yoktu.


"Buldunuz demek...Keskin nişancılar tamam mı?"


Dikkatle beni dinliyordu ve ödü koptuğuna emindim.


"Hayır İsmet'i canlı istiyorum... Aslında canlı olma-"dediğimde Halil'den hırıltılı bir ses yükseldi.


"Tamam... Tamam... Bırak oğlumu! Söyleyeceğim! Ne istersiniz! Bırak oğlumu yeter ki!"dediğinde ben de kilitlediğim kapıyı açmıştım. İçeriye Doğu girmişti bile anında.


" O hâlde ben sizi baş başa bırakayım da İsmet ile ilgileneyim... Emin ol yanımdayken can güvenliği konusunda pek de emin olamayacağım hızlı olsan iyi edersin!"dediğim gibi çıkmıştım o odadan.


Rol yapmaktan yorulmuştum. Geri içeriye geldiğimde ise o tebrik dolu suratları teker teker kabul etmiştim. Ceketimi elime alırken dedemin yanına ilerlemiştim. Dedem duvarın en başındaydı. Yanında ise Ziya Atılgan vardı. Onların düşman olmadığını herkes biliyordu. Çocuklarının düşman olduklarını da herkes biliyordu. Toprak ve benim düşman olmamı da bekliyorlardı.


Ne karışık bir denklemin içerisindeydim ben böyle...


Denklem bile zor durumda benim kendisini çözmemi bekliyordu birde...


"Ne isteyeceksin bakalım?"dedi dedem gülerek. Arkamı döndüm ve bilgisayarın başında bir şeyler ile uğraşan ajanı gösterdim.


"Onu asistanım olarak istiyorum..." dediğimde Toprak'ın çatılan kaşlarını hiçte önemsemeden devam ettim. Resmen pazardan meyve alır gibi insan seçiyordum. Ama bu asistanı kaçırırsam büyük bir hata yapmış olacakmışım gibi geliyordu.


"O Doğu'nun ekibinde biliyorsun değil mi?"dedi Ziya dede.


Diğer üyeler kendi aralarında konuşuyorlardı. Bizimle ilgilenen yoktu. Bu yüzden dikkat çekmezdik.


"Ben istersem verir hem ben ona yardım ettiğim için bana borçlu durumda... Dede sen onun kaydını benim ofise aldırırken ben yavaştan kaçıyorum..."dedim onlardan uzaklaşırken. Dedeler gülümserken Toprak gayet de somurtuyordu. Sahte sevgilisini kıskanmış olabilirdi ki bu durum beni sadece güldürürdü. Dövme okuttuğum kısıma geldiğimde geldiğim koridora girdim.


Ofisime geldiğim benimkilerin toplantıdan çıktıklarını fark ettim. Toplantı odasında oturuyorlardı. Hemen yanlarına gittim.


"Nasıl geçti bakalım sınavınız?"derken abilerim aynı anda bana sarılmışlardı. Sanırım biraz fazla düşkündüler bana.


"Özledik seni be çöreğim..."dedi abim beni sıkıştırmaya devam ederken.


Alp abilerimi üzerimden alırken bu fırsattan istifade Emel ve Alara sarılmıştı. Alp kendisi için açtığı yeri de kaybetmişti. Bu durum beni güldürmeye yetmişti.


"Özlendim demek..."dediğimde en son Alp'e sarıldım. O beni bırakmadığı için birlikte oturduk koltuğa.


"Evet! Ne dedi sana o sarı olmayan sarı çiyan?"dedi Emel.


"Her zamanki gibi kışkırttı beni... Anlattım ya yoldayken de! Sonrasını rol yaptı işte!"dedim.


"Belliydi. Kolu kıpkırmızı gezdi ama boya olduğu bariz belliydi!"dedi Alara.


"Bu konuyu kapatalım... Ne de olsa onu uzunca bir süre görmeyeceğim!"dedim.


"Eve gelmeyeceksin mi demek bu?"dedi Yağız abim. Bu durumdan hiç de memnun değildi. Hiçbiri değildi.


"Onunla uğraşmak istemiyorum! Her an bir açık yakalamak için tepemizde dolaşıyorken Toprak ile olan planı tehlikeye atamam!"dedim.


"Onunla ne durumda işler?"dedi Alp.


" Şu anda açık vermemek adına birbirimizi tanıyoruz... Bir haftamız kaldı sayılır..."dediğimde kafalarını salladılar.


"Biz nasıl yardım edeceğiz sana ?"dedi Yiğit abim elindeki kalemi çevirirken.


"Siz benim evdeki ajanım olacaksınız... Evdeki olaylardan da geri kalmamak lazım değil mi?"dediğimde kafalarını salladılar.


"O olaylardan sonra eve dönemeyeceksin farkındasın değil mi?"dedi Emel.


Evet...


Maalesef ki farkındaydım.


"Öyle olduğunu göze alarak çıktım bu yola Emel... Ya benim yanımda olursunuz ya da karşımda... Bu size bağlı!"dediğimde gözlerini belerterek bana baktılar.


"Neyse... Bunu duymamış sayarak devam ediyoruz!"dedi Alara ayağa kalktı.


Cevap belliydi zaten.


"Eee nasıl geçti sınav?"dediğimde hepsi güldüler. Güzel geçmişti yani.


"Sorular kolaydı!"dedi Yağız abim masanın üzerindeki suyu içerken.


"Benden kopya çektiğin için olabilir mi?"dedi Alara göz devirirken.


"Sen de benden çektin yalnız!"dedi Alp.


"Yalancı! Kırk beşin cevabı ne diye soran ben miydim?"dedi Alara.


"Onu sen bana sormamış mıydın?"dedi Emel.


"Kopyalar karıştı demek!"dedi Yiğit abim ve devam etti." Onun cevabını ben vermiştim de benden Emel istemişti."dediğinde Emel birden boş bulunup cevap verdi.


"Benden de Kaan istemişti!"dediğinde hepimizin bakışları ona döndü.


"Emel?"dedi Yağız abim.


"Telefonum... Sanırım dedem adımı anons etti ben bi gidip geleyim!"diyerek kaçtı Emel. Hepimiz arkasından gülerken abilerim birazdan ağıt yazmalarını takacak gibiydiler.


"O zibididen hoşlanmış olamaz değil mi?"dedi Yiğit abim.


"Umarım... Ne olurdu Alara gibi olsa?"dediğinde kafasına Alara tarafından bir tokat yedi bal çöreği abim. Ben ve Alp gülüyorduk sadece.


"Ne demek istiyorsun sen bana?" diye çemkirmeye başladı Alara.


"Şiddete hayır demek istemiştim!"dedi Yağız abim yerinden kalkarken.


"Bana şiddet yanlısı olduğumu mu kast ediyorsun yani?"derken Alara da ayağa kalkmıştı.


Abim anında kaçtı toplantı odasından geriye kovalanacak Yiğit abim kalmıştı ki o hâlâ sırıtıyordu.


"Sende buna destek mi veriyorsun Yiğit?Ne? Duyamadım... Evet mi?"dedi Alara abimin üzerine yürürken. Yiğit abim önce bir dondu. Sonra kalktığı gibi o da odadan tüydü. Ben , Alara ve Alp kahkaha atarak gülüyorduk.


"Bıktım bu ikisinin kıskançlık sorgularından da neyse... O toplantıdaki kıvırcık olanın numarasını bulmamız lazım Alppp!!! Hadi kalk gidelim!"dedi Alara Alp'i benden ciddi bir şekilde ayırarak. Ben hâlâ gülüyordum.


"Bunu için gönderdin değil mi hepsini?"dedi Alp oflayarak kalkarken.


"Evet! Geçen günkü düz saçlı olanı onlar göndermişler Eliz! Çocuğa şizofreni tanısı koyuldu ona demişler! Çocuk şube değiştirmiş! Şimdi başka bir şehirde."dediğinde ben hâlâ kahkaha atıyordum. Onlarla birlikte toplantı odasından çıktım ve odama ilerledim.


Akşama kadar bütün işlerimi hallettim ve kendi evine geçtim.


Bundan sonraki günler diğerlerinden pek de farklı geçmemişti. Kurumdan eve evden kuruma şekilde ilerliyordu. Toprak ile birlikte yaşamaya baya alışmıştım.


Annem ve babamla neredeyse her gün telefonda konuşuyordum. Beni eve döndürmek için günlerdir dil döküyorlardı ama benim eve dönmememin tek nedeni Sinem faktörü değildi. Bu akşam olacaklardan sonra inanmaları daha da kolay olacaktı.


Ekibim ile her gün kurumda bir arada olduğumuz için akşamları onlardan ayrılmam sorun olmuyordu ama nerede kaldığım konusunda hâlâ beni sıkıştırıyorlardı. Ben de nerede yaşadığımı onlara söylememe konusunda hâlâ kararlıydım. Özellikle de kiminle yaşadığım konusunda.


Toprak ile onu ilk çağırdığım günden beri birlikte kalıyorduk ki sanki yıllardır kalıyormuşum gibi hissediyordum. Yabancılık çekmiyordum ki o da çekmiyordu sanırım. Kurumda gördüğümün aksine bir Toprak ile baş başa kalıyordum. İkimizde birbirimiz hakkında bir sürü şey öğrenmiştik bu süre zarfında tabii ki.


Toprak'ın bir ikizi vardı mesela. Alev. Zafer Saygın'ı yakalamak için gittiğimiz davette nişanlısı sandığım o kişi aslında ikiziydi. Şu anda bile bu düşünceden utanıyordum. Yüzüme yaptığım hafif ama bi o kadar da şık duran makyaja en önemli etken olan rujumu da sürdüm ve makyaj masasından kalktım.


Toprak bir saat önce çıkmıştı. Ben de birazdan çıkacaktım ama etrafı toplamadan çıkmak pek de âdetim değildi. İkimizin odası yan yanaydı. Üst katı kullanmıyorduk. Burası önceden tek kişi yaşadığım bir evdi ama artık bir ev arkadaşım vardı ve sanırım bu biraz daha böyle devam edecekti. O her zamanki gibi odasını toplayarak çıkmıştı. Kendi odamı da düzenledim ve çıkmadan önce aynadaki kendimle yüzleştim.


Üzerimde uzun , sol bacağımı açıkta bırakan, ince askılı, siyah bir elbise vardı. Sade ve şık duruyordu üzerimde. Kahverengi saçlarım düz ve açıktı. Şimdi bu kapıdan bu şekilde çıkıyordum ama aynı şekilde gireceğime emin değildim.


Kapıyı kapattığım anda telefonuma bildirim düştü.


----------^^^----------


"Nerede kaldın çöreğim? Davet başlamak üzere ve tahmin et kim eksik?"... Yağız abim.


"Sen... Ve benim eşim yok Elizzz!"...Alp.


"Beni kabul etmedin!."...Emel.


"Benim bu gece bir iki tane güzel kız ile konuşmam gerek ama sen onları yörüngeme girmeden başka galaksilere gönderirsin! Gerek yok!"... Alp.


"Eşin olmasam da yaparım emin ol!"... Emel.


"Sen benim eşimsin Emel... Ya beni çalarlarsa?!"... Yiğit abim.


"Buna kahkaha atarak gülerim işte! Bir çalınmadığın kalmıştı Yiğit. Hepsinin anlaştığına eminim ama kanıtım yok Emel!"... Alara.


"Çok sinir bozucular!!!"... Emel.


"Bir diğer sinir bozucu olan şey de bütün mesajları okuyup cevap vermeyen bir kuzene sahip olmak:("... Alp.


Cevabım gecikmedi.


"Araba kullanıyorum... Birazdan oradayım!"


"Tamam sen yazma!"... Yiğit abim.


"Yavaş kullan pastırmalı böreğim!"... Yağız abim.


------------^^^---------


Yağız abimin mesajına gülerek telefonumu kapatıp arabayı çalıştırdım. Çok kısa sürede kuruma ulaşmıştım. Kurumun önü tıklım tıklımdı. İğne atsam yere düşmezdi. Arabamı park edecek yeri bile zor bulmuştum ki bunu anca sokağın başında yapabilmiştim. Kurumun kapısının önündeki kırımızı halıya geldiğimde ise etrafımı bir sürü magazinci doldurmuştu. Neyseki korumalar içeri rahat bir şekilde girebilmem için bana bir çember oluşturdu. İçeri girdiğimde beni karşılayan Doğu'dan zorla çaldığım kıvırcık asistanı Bulut'tu.


"Hoş geldiniz Eliz Hanım... Çok güzel olmuşsunuz... Her zamanki gibi!"dedi çok kibar bir şekilde. Onun kıvırcık saçlarını her seferinde dağıtmak istiyordum ama buna pek izin vermiyordu. Bir hafta da gayet iyi anlaşmıştık. Tek sorun saçlarını bozmamdı. Saçları onun için önemliydi ve bugünde özenmiş gibiydi. Siyah takım elbisesinin içerisinde çok şık duruyordu. Yaşından daha olgun gösteriyordu. Daha yirmi bir yaşındaydı ama benimle aynı yaşta gibiydi. Oysaki aramızda üç yaş vardı. İki ay sonra dört olacaktı. Kolunu girmem için açtığında onun bu istediğini geri çevirmeden kabul ettim. Birlikte kurumun arka bahçesindeki davet alanına yürümeye başladık.


Her yer çok özenli bir şekilde dekore edilmişti. Her şey eşsiz ve özeldi. Özel geceye özel olaylar gerekirdi.Bu geceyi özel ve unutulmaz kılacaklar ise bizlerdik.


Bahçeyi çok etkili bir ışıklandırma ile aydınlatmışlardı. Her yerde masalar vardı. Ortada kocaman bir sahne vardı. Bir köşede orkestra, diğer tarafta ise bir yiyecek-içecek standı bulunuyordu.


Bulut ile birlikte benimkilerin olduğu masaya geldiğimizde Bulut'un kolundan çıktım ve hepsine teker teker sarıldım. Bu gece için güce ihtiyacım vardı.


"Bu gece ne olursa olsun asla burada iken tepki vermeyin! Sonrasında olacaklar belli ve siz sakın beni korumaya çalışmayın!"dedim hepsine sarılırken aynı cümleyi kurmuştum. Hemen karşı masamızda ekibimizin devamı yani Topraklar vardı. Tesadüfün öylesi ki ailelerimizin de masaları karşı karşıyaydı.


Bütün vücudumun gerildiğine emindim. Yoğun bir stres vardı üzerimde. Akım vardı resmen. Dokunsam çarpardım.


"Ben bir babamların yanına uğrayayım..."dedim istemsizce içime bir hüzün çökmüştü.


Bir nevi vedalaşmaydı amacım...


"Sakin ol fıstığım... Unutma biz hep senin yanındayız!"demişti abim kulağıma fısıldarken aynı zamanda saçlarıma belli belirsiz bir öpücük kondurmuştu. Onların yanından ayrıldığım gibi kendimi babamların masasında bulmuştum. Bu bizimkilere oranla daha büyük bir masaydı. Yengem ve amcam ile hâlâ aram açıktı. Bu yüzden bana kırgın bakışları altında istemesem de üzülüyordum.


"Herkese iyi akşamlar..."


Keşke bana da olsa...


" Sen nereledesin be cimcime... Yüzünü gören cennetlik!"demişti halam hepsinden önce davranımış bana sarılmıştı.


"İş güç hala... Ajanlık işte!"dedim ve güldüm. Halamın sarı saçları vardı ama doğal değildi tabii ki. Her ay düzenli olarak boyatırdı. Tabii görevde olmadığı zamanlarda. Eniştem Rıfat da gelip bana sarılmıştı. Sonrasında diğer eniştem Ender. Teyzem Yasemin. En son annem ve babama sarılmıştım. Murat amcam ve eşi ortalarda yoktu şu anda.


" Ne zaman dönmeyi düşünüyorsun Eliz? Deden ile kavga ettiğini biliyoruz ve onun imkanları dahilinde olmadığı bir yerde kalıyorsun. Bu durum canımı sıkıyor kızım! Ne ara bu kadar aramız açıldı?" dediğinde babam boğazıma bir yumru oturdu.


"Yirmi beş yaşındayım baba... Kendi ayaklarımın üzerinde durabilirim herhalde... Ayrıca kurumdan bize her ay düzenli olarak yatan bir maaşımızın olduğunu unutuyorsun!"


"Unutmuyorum ama içime sinmiyor benden uzak olman!"dedi babam.


"Benim de kızım... Bu gece gözümün önünden ayrılma olur mu? Çok garip bir his var içimde!"dedi annem. Elini kalbine bastırıyordu.Avazım çıktığı kadar ağlamak istiyordum. Tam da şu noktada.


"Şu iç geçer sultanım..."dedim şakaya vurarak. Annem dediğimi yaparak su içti ama huzursuz olduğu her halinden belliydi.


"Anneler hisseder ve ben bu gece senin ile ilgili hiç de iyi hissetmiyorum kızım..."dedi annem.


Kalbim orada olduğunu belli edercesine atıyordu ve ben bunu görmezden geliyordum.


Ailemin yanında biraz daha durduktan sonra izin isteyerek yanlarından ayrıldım ve geldiğimden beri yanına gelmem için köşedeki masada beni bekleyen dedeme doğru ilerlemeye başlarken birisi yolumu kesti.


Bu gece daha ne kadar kötü olacaktı?


"Benden kaçacak kadar korkak olduğunu şu zamana kadar fark etmemiştim."dedi üzerine çeki düzen verirken.


"Ben olsam bunu senden kaçmak değilde senin can güvenliğini korumak amacıyla olduğunu düşünürdüm Sinem."


"Sadede laf laf Eliz... İcraat hiç yok..."


"Şu anda o kadar çok istiyorum ki saçlarını elime dolamak ama bu şekilde manşet olmaya ihtiyacım yok senin aksine..."dedim kenara çekilirken.


"Beni kışkırtıyorsun ama yemezler tatlım!"dedi.


"Aynı senin gibi... Ne demiştin unuttun mu? Bir ipte iki cambaz oynamaz. Ben indim ama sen hâlâ oynayamıyorsun..." dedim ve yanından geçerek dedemin yanına geldim.


"Yavaş yavaş öfkeni kontrol altına alacaksın kızım..."dediğinde başımı salladım. Elini cebine attı ve bir kutu çıkardı. Bana uzattı. Kutuyu açtığımda bir kolye ile karşılaştım. Ucunda kahverengi bir şey vardı ve bu kolye tarafından hapis edilmişti.


Kafeslenmişti.


Hayatlarımız gibi...


"Nedir bu?"dedim hâlâ kolyeyi inceliyordum.


"Sana bu gece yardımı dokunacağını düşündüğüm birinden kalan bir şey... Ucundaki şey sana tanıdık gelmedi mi?"dediğinde kolyeyi kutudan çıkarıp daha yakından incelerken anladığım gerçek ile kalbim anlık olarak tekledi. Oksijen alamadım. Nefessiz kaldım ama kolye bana nefes alma cesareti verdi.


Onun ve bunun bana böyle bir gücü vardı...


"Akşam sefası tohumu..."dedi dudaklarım. Bu fısıltıyı sadece dedem ve ben duydum...


"Evet! Bu gece hayatın bir nevi benim yüzümden değişecek ve ben buna mecburum kızım... Sizi korumanın tek yolu kurumu korumak ve sen de benim bir nevi varisim olduğun için seni harcamak zorunda kalıyorum. Umarım beni afferdersin bir gün... Sen ne yaparsan yap bu geceden sonra ben ve o... Şu anda burada olmayabilir ama ben onun yerine de senin arkandayım. Bütün gücüm ile senin arkandayım ve emin ol başaracaksın..."dediğinde gözümden bir damla yaş düştü. Onun da gözleri dolmuştu. Bu gece ikimiz içinde zordu.


Bu gece bir kırılma noktası olacak gibiydi benim için.


"Kırılacaksın ama her düştüğünde seni kaldırmaya devam edeceğim. Ben edemesem de yardım edecek bir yardımcın daha oldu farkında olmadan... Ona çabuk alıştın farkında değilsin ama ona güveniyorsun... Sen tanımadığın bir insanla aynı evde rahat bir şekilde uyuyacak bir çocuk değilsin... Asla olmadın! Sen benim hâlâ karanlıktan korkan o küçük torunumsun ama ona güveniyorsun ve bunun farkına varmak gerek Eliz... Tıpkı Erçil isminin aslında sana güç verdiğini kabul etmediğin gibi sakın ona olan güveninin arkasındaki gerçeği de irdeleme..."dediğinde dedem gözümden düşen yaşları sildi ve kolyeyi elimden aldı. Boynuma takıp yanımdan uzaklaştı.


Söylediği şeyler ile sonuna kadar haklıydı. Hiçbir kelimesinde yalan yoktu. Toprak'a güveniyordum ve bunun en büyük etkeni dedemin de güveniyor olmasıydı. Dedem benim iki hafta içindeki bu değişimimi yüzüme vurarak aslında önümü aydınlatmıştı. Dedemi hiçbir konuda suçlamıyordum. Ben de olsam onun gibi yapardım. Onu şimdiden affetmiştim.


Boynumda hem akşam sefası çiçeği hem de tohumunu taşıyordum. Bu ikisinin yeri de ayrıydı benim için...


Onun da yeri ayrıydı elbet! Kalbimde...


Dedem yanımdan ayrıldığı gibi sahnenin ortasına çıkmıştı. Konuşma yapacaktı. Herkesin dikkati onun üzerinde iken benim bakıştığım tek kişi Toprak'tı. Gözlerimi kapatıp açtığımda o da aynısını yaptı. Çantamdan bu gece kullanmak üzere aldığım ve daha önce hiç açmadığım dudak dolgunlaştırıcı glosun paketini çıkarmaya başladım.


"Sevgili davetliler... Öncelikle hepiniz hoşgeldiniz... Bizi her sene olduğu gibi bu sene ki dört Ağustos da yanlız bırakmadığınız için hepinize teşekkür ederiz..."dediğinde dedem herkes onu alkışlıyordu. Ben ise paketi açmıştım. Toprak da beni izliyordu. O kadar mesafe ve insan varken biz birbirimizi izliyorduk. Görüyorduk.


"Bu gece biraz eğlenmenizi ve bolca sohbet etmenizi istiyoruz... O yüzden herkesi dans pistine davet ediyorum!" dediğinde dedem arkadan şarkı çalmaya başlamıştı bile çantamı masaya bırakırken glosu çoktan sürmüştüm. Adımlarım piste doğru yöneldiğinde Toprak da oraya doğru adımlamaya başladı. Ekiplerimizin ve dedelerimizin gözleri üzerimizdeydi. Ne yapacağımızı merak ediyorlardı. Bizim gelişi güzel davranmamıza gerek yoktu.


Her şey planlıydı. Hem de en ince ayrıntısına kadar...


Sahnedeki aydınlatma bilerek aynı kalmıştı mesela. Yaklaşık bir dakika sonra başlayacak şarkı ise bizim seçimizdi. Ortamdaki gerici havayı ise biz yaratmıştık. Herşey bizim elimizdeydi. Herşey bizim kontrolümüzdeydi.


Sanki herkes bu havayı hissetmiş gibi nefeslerini tutarak bizi izliyor gibiydiler. Dans edenler bile durmuşlardı. Bir şeyler olduğunu fark etmişlerdi çünkü. Piste adım attığım anda o da adım attı. Kimse ile göz teması kurmuyordum. Sadece ona bakıyorum ve o da bana bakıyordu. Saçlarım yüzümün yan taraflardan göremeyecek kadar kapatıyordu ki bu benim için bir avantajdı. Biz birbirimize daha da yaklaşırken magazincilerin içeri girmeye başladığını fark ediyordum. Kendimizden emin bir şekilde adımlarımızı atarken o beklenen an gerçekleşmiş oldu.


Adımlarımız bizi karşı karşıya getirdi. Şarkı birden daha hareketli ve yüksek çalmaya başladığında Toprak yüzüme doğru eğildi. Benim ellerim ise onun boynuna çoktan dolanmıştı. Yüzlerimizin arasında çok az bir mesafe kaldığında ise ışıklar kapandı. O anda ortamdaki müziğin sesini bastıran o fısıldamalar ve hayret dolu sesler ne ışıklar ne de şarkıydı.


Bu seslerin nedeni bizim şu anda birbirimizi öptüğümüzü görmeleriydi.


Amacımız da bu değil miydi?


Loading...
0%