Yeni Üyelik
33.
Bölüm

İntihaşk mı?

@fevkalbeser

Dönüşümüzün ardından bir hafta geçmişti. Kontrole gittiğim doktor enfeksiyon riski olduğunu düşündüğü için okula dönmeme izin vermemişti bir türlü. Ne kadar ısrar etsemde Nuh diyor peygamber demiyordu. El mecbur istirahat etmeye devam ediyordum. Yarın okula gidecektim günler sonra. Sanki ilk okula yeni başlayan 1. Sınıf öğrencileri gibi heyecanlıydım. Artık kendimi çok çok iyi hissediyorum. Yaramda acımıyordu artık. Çünkü yaralarımı sevgiyle iyileştiren biri vardı hayatım. Onunla söylediği gibi hayatımda biri yok aslında. Hayatım olmuş biri var. Hemde artık iki adım kadar yakın bana. Kapıyı her açışımda onun ayakkabılarını karşımda görüyorum. Kendimi sonsuz bir güven içinde hissettiyor bana bu görüntü. Bir kaç yıl önceye kadar babamın evde oluşu gibi güvendeyim sanki. Velhasıl bana bir babanın evladına hissettirdiği güveni ve sevgiyi hissettiren bir adamla birlikteyim. Çok şükür.
Şu sıralar herkes üzerime titriyor. Gül abla, Melisa, günde on kez arayan dedem, ve tabi ki Anıl. Dünyanın en değerli insanıymışım gibi hissediyorum. Öyle değilim belki ama bana hissettirilen bu duygu o kadar güzel ki, en bedbaht insana bile talihsizliklerini unutturan cinsten. Her akşam birlikteyiz. Genellikle benim evimdeyiz. Kız geceleri yapıyoruz. Gül abla ve Melisa'yı uğurladıktan sonra bazı geceler Anıl geliyor gizlice. Birlikte uyuyoruz. Film izliyoruz. Sohbet ediyoruz. Bir insanla farklı fikirleri savunsanız bile huzurla sohbet etmenin tadını anlatamam size. Gözlerimin içine bakıyor. Gözlerimde ne gördüğüyle alakalı hiçbir fikrim yok mesela. Ama bir bakışı var ki, "Seni sevmek intiharda, sevmemek ihtimal bile değil." Diyor ya işte aynen öyle. Her dakika birbirine daha da bağlanan, olmayışı düşüncesiyle bile kendi kendini kanla boğan iki kalp taşıyoruz kaburgamızın altında. Sevgisini ilk günden beri hissediyordum ama yaşadığımız elim olaydan sonra her saniyemiz sanki son saniyelerimizmiş gibi sonsuz bir aşkı yaşatıyor bana. Anıl, yüzü güzel, sesi güzel, ama yüreği hepsinden güzel eşsiz sevgilim.

Birazdan bana gelecek. En sevdiği yemek tavuk soteymiş meğer. Elimden geldiği lezzetli yapmaya çalıştım. Beğeneceğini umuyorum. Güzel bir masa hazırladım. Simsiyah masa örtüsü, üzerinde bordo servislikler. Tam ortada iki tane bordo mum. Mis gibi kokluyorlar. Onlar yandıkça ben alevleri yüreğimde hissediyorum. Masa'nın kenarına ona aldığım, hediye etmek istediğim kitap duruyor. Kaç gün geçti bir türlü vermek nasip olmamıştı. Gözümün önünde durması en iyisi olacaktı. Üzerinde, bazı sayfalarında, kan lekeleri var. Ama yine de harika bir hediye olduğunu düşünüyorum. "Hasretinden Prangalar Eskittim." Evet kitap bu. Vurulmadan önce kitapçıdan aldığım kitap. Üzerine dökülen her bir damlam da Anıl'ı seviyordum. Kitabım okuduğum her satırında da.
Yine ilk gün gördüğü elbiseyi giyindim. Beni bu halde görmek onu mutlu ediyor. Kolyemi taktım. Saçlarımı hafif dalgalı yapıp öylece bıraktım. Makyaj yokmuş dedirtecek kadar da bir makyaj. Nedenini bilmiyorum ama bu akşam daha bi heyecanlıyım. Daha bi aşık.
Masaya kısa bir göz gezdirdim herşey mükemmel görünüyor. Koltuğa geçip oturdum. Telefonuma baktığımda önemli bir eksiği fark ettim. Bizim Anıl'la tek bir fotoğrafımız bile yok. Neden aklımıza gelmemiş şimdiye kadar. Belki de birlikte geçirdiğimiz dakikanın kıymetini bildiğimizdendir. Ama bir kaç tane olsa fena olmaz. En azından özleyince elimizde soyut birşey olur. Ama biz birbirimizin yanındayken de özlüyoruz birbirimizi. Buna bir çözüm var mı? Bence yok. Telefonumun ekranında canım annem ve babamın fotoğrafı var. Hemde kazadan sadece üç saat önce çekilmiş bir fotoğraf. Yakışıklı babam, dünya güzeli annem. Daha güzel bir manzara fotoğrafı bulunabilir mi? İmkanı bile yok. Fotoğrafı izlerken yüzümde beliren tebessümü fark ettim. Önceden ağlamam gereken anlarda şu an sadece tebessüm ediyorum. Belki de şu kısacık ömürde yaşadığım en mutlu günlerin sebebi olan adam sayesindedir bunlar.
saat sekiz olmuştu. Anıl dışarda ki birkaç işini halledip gelecekti. Melisa birlikte olacağımızı biliyor. Gül abla da Talha abiyle birlikte dışarı çıkmış. Yani bu gece gerçekten rahattık. Gül abla ve Talha abinin düğününe sadece iki buçuk ay kaldı. Halledilecek bir sürü işleri var. Martın başında evleniyorlar çünkü Talha abi Yazın dahi çalışıyor. Bir kaç haftalık izinlerini de düğün telaşı yerine tatilde geçirmeyi tercih ettiler. Bence de dünyanın en mantıklı kararıydı. Burada kalmaya devam edeceklerdi. Okula yakın bir ev tutmuşlardı. Düğün salonu yerine bir kaç yerden gerekli izinleri alıp Okulu'n bahçesinde yapacaklardı düğünlerini. Bu da Gül ablanın isteğiydi. Muğla'ya nasıl olsa kış gelmiyor, düğün salonları ateş pahası fiyatta. Bir kaç saat için değmez diyor hep. Doğrusu da bu bence de. Hem koskoca mükemmel konumda bir okul bahçemiz var neden olmasın ki. Heryerini binbir emekle süsleyeceğiz. Kına gecesi de aynı şekilde aynı yerde olacak. Şimdiden ne giyeceğimizi düşünmeye başladık Melisa'yla. Eee gelinin kız kardeşi olmak kolay değil tabi ki. Çok heyecanlıyım. Ve onların adına çok mutluyum. Çünkü birbirlerini en az Anıl ve benim kadar seviyorlar. Kavuşmak hakları. Belki bir gün bizde kavuşuruz Anıl'la. Çok uzakta değil o günler hissediyorum. İçim her dakika kıpır kıpır. Karnımda koca bir kelebek ordusu var. Mide çeperimi deliverecek keratalar. Kanepeden kalkıp balkona çıktım. Göğe bakıp derin bir nefes aldım. Gözlerimi kapatıp öylece esen rüzgarı tüm vücudumda hissetmeye başladım. Artık kış kapıya dayanmıştı. Havalar iyice soğumuştu. Balkon keyifleri belli ki şu bir iki ay boyunca askıya alınacaktı. Kış mevsimini sadece kar yağdığı zamanlar seviyorum. Bulunduğumuz şehir itibariyle bu biraz imkansız gibi görünse de bazı seneler bizleri şaşırtıyor. Umarım bu sene de dopdolu kar taneleri gökyüzünden süzülür. Kar altında sevdiğim adamla yürürüm. Başka ne isterim ki. Sizce de çok romantik değil mi? Usul usul süzülen karların altından el ele ordan oraya gitmek. Sarılmak, dans etmek. Resmen büyülendim düşünürken bile. Bakalım yaşatacakmı bayan kış bize bu hayalleri.

Kapı'nın hafifçe tıklatıldığını duydum. Anıl gelmiş olmalıydı. Balkondan içeri girdim. Rüzgardan dağılan saçlarımı hızlıca düzelterek kapıya yöneldim. Yine derin bir nefes alarak kapıyı açtım. Kocaman bir şakayık buketi karşıladı beni. Pembe tonlarda bir sürü şakayık. Anıl'nı gövdesini büsbütün kapatacak kadar çoklardı. Yavaşça buketi aşağıya doğru indirdi. Önce gözleri sonra da bütün yüzü açığa çıkmıştı. Yüzünde ki kocaman gülümsemeyle;

-Çok beklettim mi?

Diye sordu. Ellerimi şaşkınlıkla götürdüğüm ağzımdan çektim.

-Evet çok beklettiniz beyefendi. Ağaç oldum burada. Bunlar benim için mi?
-Hayır canım seninle ne ilgisi var içerde beni bekleyen başkası vardır belki onun için.
-Anıllll.

-Eee içeri davet etmeyecek misin?

-Ayy haklısın gel lütfen. Şaşırdım birden böyle görünce.
Anıl çiçeklerle birlikte içeri girdi. Elinde ki kocaman buketi bana uzattı. Aldığım çiçekler bütün kollarımı doldurdu. Mis gibi kokuyordu her biri. Gözlerimi kapatıp kokularını ciğerlerime kadar çekmiştim. Anıl beni izliyordu;

-Boşuna o çiçekleri koklama.
-Neden mis gibi kokluyorlar. Teşekkür ederim.
-Boşuna koklama çünkü dünyanın bütün çiçekleri bir araya gelse senin kokunun zerresi etmez hiçbiri.
-Ya Anıllll.
-Ne doğruyu söylüyorum.
-Beni çok şımartıyorsun. Sonrasına ben karışmam.
-Şımar bitanem. Şımar.

Salona doğru ilerledim.
-
Hadi gel.

Sofraya tekrar göz gezdirdim. Hiçbir eksiklik yoktu. Sadece yemek servisi yapmam gerekiyordu. Anıl masa'nın yanına ilerledi. Şaşkınlıkla bakıyordu. Kafasını bana doğru çevirdi. Ben ise çiçekleri nazikçe orta sehpanın üzerine bırakıyordum.

-Sevgilim sen neler yapmışsın böyle?

-Ne yapmışım?

-Neden bu kadar zahmet ettin? Kendini yormaman gerekiyor.
-Bak seninle bir anlaşma yapalım olur mu?
-Ne anlaşması?

-Bu gece "Kendine iyi bakmalısın, kendini yorma, dinlenmen lazım" gibi cümleler duymak istemiyorum.
-O niye?

-Çünkü sıkıldım gerçekten. Ben gayet iyiyim. Siz beni hasta edeceksiniz.
-Tamam kızma. Seni düşündüğüm için...

-Biliyorum beni düşündüğünü ama lütfen. Gerçekten çok sıkıldım bu cümlelerden.

Yavaş Adımlarla yanıma kadar gelmişti. Elleriyle iki kolumuda tutup gözlerimin içine baktı.

-Neden bu kadar soğuksun. Çok üşümüşsün.
-Sen gelmeden hemen önce balkona çıkmıştım hava almak için.
-Bade gerçekten bazen beni sinirlendiriyorsun.
-Allah Allah nedenmiş o?

-Hava artık balkona çıkılacak kadar sıcak değil. En azından üzerine bir hırka alabilirsin.
-Evet alabilirim ama o an aklıma o kadar soğuk olabileceği gelmedi.
-Çok üşümüşsün. Heryerin buz kesmiş.
-Birşey olmaz. Aslında bir kere sarılsan ısınırım gibi ama.
-Gel buraya keçi.
Tuttuğu kollarımdan kendine doğru çekerek göğsüne bastırdı beni. Ellerimi sırtından kavuşturarak kocaman sarıldım. Gözlerimi kapatıp yine uçsuz bucaksız bir huzurun içine dalmıştım. Saçlarımdan öpüp kokluyordu. Elleriyle tekrar kollarımı tutarak kendinden uzaklaştırdı. Tek elimi bırakarak beni kendi etrafımda bir kez döndürdü. Baştan aşağı süzdü beni. Serseri bir gülümseme vardı yüzünde ve bu ona çok yakışıyordu.
-
Bilerek yapıyorsun değil mi?
-Neyi?

-Yine aynı elbiseyi giymişsin.
-Evet ama hoşuna gider diye düşündüm gitmedi mi?

-Gitti. İlk gün gibi her görüşümde çok hoşuma gidiyorsunuz küçükhanım.
-Yalnız küçük falan demezsek mutlu olurum.
-Küçük hanım dedim hatırlatırım.
-Olsun. Sevgilimi ya da birtanemi tercih ederim.
-Olur sevgilim. Olur birtanem. Sen nasıl istersen.
-Eee hadi geçelim masaya yemekler soğudu.

Birlikte el ele masaya geçtik. Yemek servisini yapıp karşı sandalyesine oturdum.
-
Hadi afiyet olsun. Umarım beğenirsin.
-Senin elinden gelen birşeyi beğenmeme ihtimalim var mı?

-Hadi hadi soğutma. Biliyorum beni çok seviyorsun.
-Biliyor musun gerçekten?

-Çok iyi biliyorum. Eee dedim ya bir kere bende sana karşı boş değilim.
-Ahaha çokta mütevaziyiz yine.
-Ne sandınız. Diğer adım mütevazi benim.
-Bade kimse sana Vuslat demiyor. Bence İki isminde özenle seçilmiş gibi.
-Şükran teyze diyor ya duymadın mı hiç.
-Evet duydum. Yani buradakilerden bahsediyorum.
-Ben Bade'yi daha çok seviyorum. Kısa ve öz.
-Aynı isminin anlamı gibisin biliyor musun?

-Nasıl yani?
-Adamı bakarken bile sarhoş ediyorsun.
-Anıl bana göre çok yakışıklısın ama emin ol çirkin dahi olsan aşık edemeyeceğin kadın yok.
-Öyle mi?

-Evet baksana tüm cümlelerin bir kadını etkilemeye yetecek kadar şairane.
-Sadece sen beğen yeter. Çünkü ben senden başka hiçbir kadına bu şekilde konuşmadım şimdiye kadar. Ha hiçbiri de planlı değil zaten. İçimden ne geliyorsa öyle konuşuyorum.
-İçim gidiyor sana haberin olsun.
-Büyük şeref.
-Hadi yiyelim artık şu yemeği. Sohbet farklı yerlere gitmeye başladı.
-Tamam tamam.

Bir iki çatal aldığı tabaktan kafasını kaldırıp yine şaşkın şaşkın yüzüme bakmaya başladı. Gözlerini kapatıp ağzında ki lokmayı yavaş yavaş çiğnemeye başladı.

-Ne beğenmedin mi? Tuzlu mu olmuş?

Gözlerini açıp yüzüme baktı. Dudakları yavaşça kıvrıldı. Gözleri ışık ışık bana bakıyordu. Sanki bana değilde içimde ki kendi suretine bakıyordu.

-Hayatımda daha önce bu kadar lezzetli bir yemek yemedim. Eline sağlık.
-Abartma alt tarafı basit bir sote.
-Basit mi? Resmen dünyanın en iyi yemeği.
-Anılll lütfen hadi utandırma beni.
-Kendimi nasıl hissediyorum biliyor musun?
-Nasıl?

-İşten yorgun gelmişim. Kapıyı bana hayatımın şansı dediğim kadın açmış. Herşeyden herkesten uzak, bütün imkansızlıklar hallolmuş. Huzur kokan evimden içeri girip karımın elinden dünyanın en iyi tavuk sotesini yiyormuşum gibi hissettim.
-Karın mı?
-Evet karım. Benimle evlenmeyecek misin yoksa?

-Hmm. Bu bir evlenme teklifi mi?

-Provası diyelim.
-Anladım.
Yüzüm de ki buruk ifade'nin farkına varmış olacak ki sesinde ki titremeyle;

-Ne oldu yanlış birşey mi söyledim?

-Yok hayır.
-Peki ne oldu o zaman yüzün düştü birden.
-Bilmiyorum. Sanki en mutlu olduğum anlarda içime bir sıkıntı çöküyor. Anlam veremiyorum. Belki de mutluluğumun bozulmasından korkuyorum. Özür dilerim neşeni kaçırmak istemezdim.

Oturduğu sandalyeden yavaşça kalktı. Yanıma gelip dizlerimin önüne çöktü. Ellerimi tutup yüzüme baktı. Suratında ki masum çocukça bir ifadeyle;

-Bade seni üzecek bişey yapmam. İnan bana. Bu mutluluğun bozulmaması için elimden geleni yapacağım. Kendini böyle şeylerle üzme artık.
-Benim senden yana hiçbir şikayetim yok ama herşey o kadar hızlı başladı ki belki de korkum bu yüzden.
-Farkındayım. Benim içinde bu yaşanılanların tarifi yok. Ama ben kendimi sana teslim ettim. Çünkü lütfun da başım üstüne kahrında. Temkinli olmanı anlayabiliyorum. Ama bana güven.
-Sana güveniyorum. Hemde çok. Sadece son kez bana söz vermeni istiyorum Anıl.
-Ne istersen.

-Olurda bir gün bu mutluluğum bozulacak olursa, bilmiyorum işte mesela benden sıkılırsan, ayrılmak istersen bunu beni incitmeden yap olur mu? Üzülmekten çok korkuyorum.
- Sana hep mutlu olacağız diye bir söz veremem. Çünkü ne yaşanacağını bilemiyoruz maalesef. Ama mutlu veya mutsuz her anında ben hep yanında olacağım. Sana söz veriyorum.
-Bende sana söz veriyorum. Bir daha bu tarz konularla ne seni ne de kendimi üzmeyeceğim anlaştık mı?

-Anlaştık sevgilim. Hadi yemeğimizi yiyelim sonra elinden güzel bir kahve içelim olmaz mı?

-Olmaz mı. Olur tabi ki.

Tekrar ayağa kalktı. Alnımdan öpüp yerine geçti. Yemeği sessizce yemeye başladık. Gözü bir an masanın kenarında duran kitaba takıldı. Önce kitaba sonra bana baktı.

-O nedir?

-Kitap.
-hediye sanırım. Okuyor muydun.
-Evet hediye.

-Kim aldı?
-Ben onu sana aldım.

Elimle kitaba doğru uzanıp elime aldım. Sardığım hediye paketinden çıkardım. Adını görünce gözleri tekrar gözlerimi buldu. Uzattığım kitabı eline alarak içini karıştırmaya başladı. Beğenmiş olmalı ki yüzünde tebessümle bana doğru döndü;

-Çok teşekkür ederim. Çok incesin.
-Rica ederim. Beğenerek okursun diye düşündüm. Gerçi sen okumuşsundur herhalde daha önce bu kitabı.
-Evet okudum.
-Gerçekten mi yaa. Üzüldüm bak. İlk defa okuyacağını düşünerek almıştım halbu ki.

-İlk defa okuyacağım zaten.

-E okudum dedin ya.

-Daha önce okumuştum. Şimdi ise yazılan her bir satırı hissederek, kendim yazmış gibi gözümün önünde senin yüzünle birlikte okuyacağım bu ikisi çok farklı.
Hiçbirşey söylemedim. Elimi çenemin altına koyup çatalla yemeği didiklemeye başladım.
-
Üzerende ki lekeyi anlayamadım.
-Biraz saçma ama o lekeler benim kan damlalarım.
-Nee?

-Evet. Ben vurulmadan hemen önce almıştım o kitabı. İçini açıp ilk şiirden bir kaç satır okudum hatta. İşte sonra seni aradım sana da okumak için. Sen açmayınca gidip bir banka oturup aramanı bekledim sonrasını biliyorsun işte.
-Evet biliyorum maalesef. İnan bilmemek için hafızamı kaybetmek isterdim.
-Beni de silmek isterdin yani.
-Hangi silgi seni benden silebilir. Diyelim ki aklımdan sildi ya kalbimden? İnanıyor musun gerçekten.
-Hep böyle hissettirip, hep böyle hissetmeyi diliyorum.
-Hep senin gözlerimin önünde olmanı, bana böyle güzel bakmanı diliyorum.
Derin derin birbirimize bakıyorduk. Yemeğimiz bitmişti. Yavaşça sandalyeden kalkıp önümde ki tabakları toparlamaya başladım. Anıl da ayağa kalktı. Kitabı çiçekleri bıraktığım masanın üzerine bıraktı. Sonra masayı toplamak için yanıma geldi. Tabakları mutfak tezgahına koyup geri döndüm. Döner dönmez Anıl yanağımdan öpüp elinde ki tabakları aynı şekilde tezgaha bıraktı.
-
Ne niye öyle bakıyorsun. Yemek yedik tatlı sırası geldi diye düşündüm.
-Çocuk gibisin çocuk.
-Evet çocuk gibiyim senin yanında. Ne yapacağımı şaşırıyorum.
-Az önce evlenmeyi planlıyordun ama.
-Evet hala en güzel planlarım arasında seninle evlenmek. Bunun için onayın lazım.

Bir iki adım olan mesafemizi kapattım. Burnumu burnuna dokundurdum. Öpeceğimi düşünerek gözlerini kapatmıştı. Sonra eğilip kulağına fısıldadım;

-Çok beklersin.

Gözlerini hayal kırıklığı ile açarak gülümsemeye başladı.

-Yapma şunu. Çok üzdün şu an.
-Bende üzgünüm senin adına. Ahahhaa

-Bade'ye kavuştuk. Bakalım Vuslat'a ne zaman ereceğiz.
-Hadi kahve yapayım balkonda oturalım biraz olur mu?
-Soğuk değil mi?

-Battaniye?

-Sana sarılmayı tercih ederim.

-O zaman sen bana sarılırsın bende battaniyeye.
-Güzel anlaşma.
-Hadi sen geç geliyorum hemen.

Masanın kenarında ki kitabı alarak balkona doğru geçti. Bende kahveleri yapmaya başladım. Kahveler hazır olana kadar odama gidip üzerimi değiştirdim. Rahat bir o kadar da kalın birşeyler geçirdim üzerime. Saçlarımı toplamak istiyordum rahat edebilmek için. Hızlıca at kuyruğu yapıp odadan çıktım. Anıl hala balkondaydı. Balkon kapısına biraz yanaşarak onu seyrettim bir kaç dakika. Elinde ki kitabın sayfalarını nazikçe çevirerek okuyordu. Ellerimle hırkayı kollarımın arasına sıkıştırıp kollarımı da önümde bağladım. Başımı sağ tarafıma yatırdım biraz kitabı derin nefesler alarak koklayan Anıl'ı izliyordum hala. Üzerinde ki lekeler hiç umrunda bile değildi. Sırf o lekeler yüzünden vermekten vazgeçiyordum az daha. Hiç umursamıyordu onları. Kahve makinesinden gelen seslerle birlikte dikkatim dağıldı. Hemen fincanlara doldurup, kalınca bir battaniyeyle birlikte balkona çıktım. Kitabı kapatarak masaya bıraktı. Kahveleri servis edip yanına kıvrıldım. Sırtımı göğsüne yasladım. Başımı da omzuna koydum. Battaniyeyi üzerimize örterek serin havayı tamamen saf dışı bırakmıştım. Kahve fincanlarını elimize aldık. Tıpkı kalplerimiz gibi sıcacıktı. Neredeyse on dakika boyunca hiçbirşey konuşmadan öylece oturduk. Sessizliği bozan Anıl oldu.

-Yarın okula geliyorsun değil mi?

-Evet. Sonunda.
-Gel artık. Sen yokken bomboş koca bina sanki.
-Öyle mi ?

-Öyle gerçekten.
-Eee ben yokken neler oldu bakalım.
-Değişen bişey yok. Haftaya sınavlar başlıyor. Hazırlıklı mısın?

-Her zaman.
-Diğer yıllarda ki notlarına baktım öyle üstün körü hiç zayıf dersin yokmuş.
-Evet yoktu. Bu sene de olmayacak inşallah.
-Hem güzel, hem çalışkan, hem titiz. Nasıl başarıyorsun hepsini. Hayran olmamak elde değil.
-Ahaha. Bayağı dikkatlisin sen ya. Herşeyi çözmüşsün.
-Eee ne sandın. Sana dair herşeyi bilmek istiyorum.
-Beni bırak şimdi. Sınav zor mu olur ?
-Onu söyleyemiyoruz maalesef.
-Çok kötüsün.
-Sendr çok güzelsin.
Alnımdan öpüp başını, başıma yasladı.
-
Anıl?

-Efendim?

-Bu eve taşınarak iyi bişey mi yaptın sence?

-Neden? Her istediğimiz de görüyoruz birbirimizi. Kötü bişey mi bu?

-Kötü değil tabi ki ama biri görür diye de korkmuyor değilim.
-Ben korkmuyorum gören görsün.
-Saçmalama. Aramızdakini biz biliyoruz ama dışardan yanlış gözükebilir.
-Gözüksün. Ben senden başka hiçbirşey düşünmüyorum. Gereken açıklamayı yaparım gören herkim olursa olsun.
-Ben mesleğimi düşünüyorum. Bişey olursa...

-Gözümün nuru korkma. Birşey olacağı yok. Hem olursa olsun.
-Yaa niye bu kadar rahatsın. Ne demek olursa olsun. Mesleğini kaybet istemem benim yüzümden.
-Bade. Bitanem sen bana güven. Birşey olmayacak. Olsa bile en fazla ihraç edilirim. O zaman da kendi okulumuzda öğretmenlik yaparım.
Şaşkınlıkla yüzüne baktım.
-
Kendi okulumuz derken?

-Kendi okullarımız işte.

-Ha birde okullarımız.
-Evet.
-Ne okulu bunlar.
-Hayat okulu Bade.

Dalga geçtiğini anladım. Gülümseyerek koluna vurdum.
-
Dalga geçme.

-Canım acıdı. Ne kadar ağır elin.
-Anıllll!

-Tamam tamam.
-Eee anlat ne demek istediğini.
-Babamın bir kaç özel okulu var.
-İstanbul'da mı?

-Evet.
-İlk okul mu?
-Orta okul ve lise.
-Eeee ne güzelmiş niye orda çalışmıyorsun?

-İstemiyorum çünkü. Ama iş başa düşerse çalışırım.
-Babanın okulu var hemde özel devlet okulunda çalışmak istiyorsun ilginç gerçekten.
-Neden devlet okulu kötü mü? Sende o güce sahipsin ama devlet okulunda okuyorsun.
-Ya ben farklı. Bulunduğumuz yerde özel okul yok hemde arkadaşlarım var.
-Sadece arkadaşların mı var?

-Aaaa evettttt birde sevgilim varrrr.
-Hatırlamana sevindim.
-Hiç unutmuyorum ki.
-Hıımm öyle mi.
-Evet sen de unutmuyorsun değil mi?

-Bir saniye bile.

İkimiz de gülümsedik. Hiçbirşey yapmasak bile sadece yan yana oturrken de mutlu ediyorduk birbirimizi. Anıl saçlarımdan öpüyordu. Bende sıkıca tuttuğum elini öptüm. Kafamı kurcalayan bir kaç soru vardı ama ortamı bozmak istemiyordum. Belki de sormaktan çekiniyordum. Anıl benimle ilgili çoğu şeyi biliyordu ama ben onunla ilgili çok az şey öğrenebilmiştim. Mesela ailesiyle ilgili neredeyse hiçbirşey bilmiyordum. Sahi kaç kardeşi vardı Anıl'ın ya da var mıydı bunu bile söylememişti. Bence sormamıştım gerçi. Anlatmaya pekte hevesli gözükmüyordu da. Zamanla öğrenirim biraz daha bekleyebilir bu soru işaretleri. Şu an sadece anın tadını çıkarıp, bu huzurlu kollarda uyumak istiyordum.
Düşüncelerimi ve soru işaretlerimi Anıl'ın çalan telefonunun melodisi savuşturmuştu. Yaslandığı yerden doğruldu. Bende onunla birlikte doğrulmuştum. Telefonun ekranına bakınca yüzü düşmüştü biraz. Morali nin bozulduğu her halinden belliydi. Hemen telefonu sessize alıp tekrar yaslandı beni de aynı şekilde göğsüne doğru çekti.
-
Neden açmadın? Kimdi arayan?

-Önemli biri değil canım. İstanbul'dan yakın bi arkadaşım. Ben ararım onu sonra.
-Pek sevmiyorsun arkadaşını galiba.
-Nerden çıktı?

-Eee telefona bakınca moralin bozuldu.
-Hahaha. Yok öyle bişey. Sana öyle gelmiştir.
-Bilmem belki de.
Hazzetmediği birinin aradığı belliydi. Ama üzerinde durmadım. Nedendir bilmem uyku bastırmaya başlamıştı birden. Gözlerim neredeyse kapanacak hale gelmişti. İçtiğim kahve bile kâr etmiyordu. Uykulu gözlerimle Anıl'a baktım.

-Birşey söyleyeceğim ama gülme.
-Neden güleyim bitanem söyle.
-O kadar uykum geldi ki, zor duruyorum ayakta.
-Tamam kalkalım sevgilim. Hem yorulmuşsundur. Yarında okul var.

-Tamam kalkalım. Ama kahven bitmemiş. Bitir önce. Biraz daha böyle oturmuş olurum bende.
-Nasıl istersen.

İyice yanaşıp dibine sokulmuştum. Hem üşümüştüm hemde uykumu burda almak istiyordum sanki. Başımı iyice omzuna yaslayıp. Gözlerimi birazcıkta olsa yummak istedim. Kısık ve insanı sarhoş edecek kadar güzel sesiyle daha önce hiç duymadığım kadar güzel satırlar okumaya başladı Anıl.

Hep böyle çocuksu mu bakar senin gözlerin? Hep böyle içinde uzak bir ışık mı yanar? Bakışlarında beni dinlendiren bir şey var; Kıyısındaymış gibi en sakin denizlerin... Bir yelkenliyim şimdi ben senin limanında Fırtınalardan geldim sende dinleniyorum. Bu huzur, bu sessizlik hiç bitmesin diyorum; En eşsiz dakikalar sürsün senin yaninda... Hiç yumma gözlerini, ışığın eksilmesin, Gündüzüm aydınlığım, ipek böceğim benim! Güz bahçemde açılmış o son çiçegim benim! Yorgun kalbim seninle elem nedir bilmesin; Ayırma gözlerimden çocuksu gözlerini, O sakin o yalansız, o kuytu gözlerini.

Ümit Yaşar Oğuzcan

Bu kadar şiiri, bu kadar kelimeyi hafızasına nasıl sığdırmıştı aklım almıyordu bir türlü. Sanki her satırda bana olan sevgisini haykırmak istiyordu. Sesi titreyerek, çenemden tutup kendisine çevirdi beni önce. Sonra;

-Hadi kalkalım artık sen uyu dinlen yarın okulda görüşürüz.
-Sen kalmayacak mısın?

-kalmak isterdim ama evde halletmem gereken bir kaç işim var. Hemen uyumayacağım yani. Dedim ya sınavlar yaklaşıyor. Onlarla ilgili.
-saat 11 oldu. Yorgun değil misin?

-İnan o kadar dinlendirdin ki beni. Üç gün uykusuz kalabilirim şu an.
-Peki. Israr etmiyorum o zaman. Ama sende çok bekleme yine.
-Tamam bitanem dedim ya işlerim bitince anca uyurum. Bir kaç saat sonra.

-Tamam bakalım. Hadi kalkalım.
Oturduğumuz yerden kalktık. Birlikte kapıya doğru yöneldik. Sadece bir kaç metre mesafede olacaktı ama yine de gitmesini hiç istemiyordum.
yüzüne burukça baktım. Anlamış olmalıydı. Kollarını açıp kocaman sarıldı bana. Bende ona sarılıp koklayarak öptüm boynunu. Ellerini belime dolayıp iyice kendine doğru çekti beni. Bir kaç dakika öylece bekledik. Sonra ellerimi boynundan çözerek yüzünü avuçlarımın arasına aldım. Sakallarının her birini ayrı ayrı sevdim. Ellerimi yüzünden çektim. Bu kezde o benim yüzümü avuçlarının arasına alarak alnıma küçük bir Buse kondurdu. Gözlerimin içine bakarak;

-İyi geceler sevgilim. Seni çok seviyorum.
-Bende seni seviyorum. İyi geceler.

Nazikçe kapının kolunu çevirerek açtı. Sessiz adımlarla kendi evinin kapısına doğru ilerledi. Anahtarı çevirip eşiği atladıktan sonra arkasını dönüp tekrar bana baktı. Gülümseyerek elini salladı. Bende elimi kaldırıp karşılık verdim. Kapıyı yavaşça kapatıp içeri geçtim. Hızlıca mutfakta ki dağınıklığı topladım. Battaniyeyi ve kahve fincanlarını almak için balkona yöneldim. Battaniyeyi katladım diğer elime de kahve fincanlarını almıştım ki gözüm masa da ki kitaba ilişti. Anıl kitabı burada unutmuştu. Elimdekileri içeri bırakıp tekrar balkona döndüm. Az evvel birlikte oturduğumuz yere oturdum tekrar. Kitabı elime alıp kokladım. Sanki Anıl'ın kokusu sinmişti. Her bir sayfasını ilk defa görüyormuş gibi inceledim önce. Sonra aklıma gelen fikirle oturduğum yerden kalktım.
Şalına dönüp masanın üzerinde ki şakayıklara baktım. Bir kaç antika eşyamızın olduğu dolabın içinden bulabildiğim en büyük vazoyu çıkardım. Tahmin ettiğim gibi bir türlü sığdıramamıştım. Diğer vazoyu da alıp ikiye ayırdım buketi. İki vazoya zorda olsa sığmışlardı. Aklıma yeni bir fikir gelmişti. Bu çiçekleri koridorda ki, konsolun ili kenarına koyup tam orta sına da Anıl'ın çizip çervelettiğim Resmi asacaktım. Ama bu saatte duvara çivi çakmak hiç doğru bir fikir değildi. Vazoları dediğim yere yerleştirip çerçeveyi de şimdilik tam ortasına bırakmıştım. Böyle bile çok güzel gözüküyorlardı. Şimdi ise sıra balkonda aklıma gelen fikirdeydi. Geri dönüp kitabı aldım. Sayfalarına uzaktan biraz parfümümden sıktım. İskelede çocukların verdiği, kuruttuğumgüllerden birini alıp kitabın arasına koydum. Mutfağa gidip porselen demliğe annecimden kalan tarifle bulabildiğim malzemelerle güzel bir bitki çayı yaptım. Güzel bir fincan, yanına küçük bir kaç arıştırmalık ve tabi ki hazırladığım kitabı koydum. Dış kapıya yöneldim. Sessizce kapıyı açıp Anıl'ın dairesine doğru ilerledim. Elimde ki tepsiyi eşiğin üzerine bıraktım. Hızlıca zile basıp eve döndüm kapıyı kapayıp, delikten Anıl'ın çıkmasını bekledim. Bir kaç saniye sonra kapı aralandı. Karşısında kimse yoktu. Gözleri hemen yerdeki tepsiyi buldu. Önce tepsiye sonra benim kapıma baktı. Gülümseyerek eğilip tepsiyi aldı. Şaşırmışa benziyordu. Bizden çıkalı bir saat olmuştu. Belki de uyuduğumu düşündüğü içindir. Tepsiyi tek eliyle tutarak diğer eliyle delikten izlediğimden emin bir şekilde öpücük gönderdi. Gülmüştüm bu hareketine. Basit bir çaydı belki ama bazılarını mutlu etmeye yetmişti belli ki. Kapısını kapatıp içeri girmişti bile. Bende hemen uyumak için üzerimi değiştirip yatağıma uzandım. Telfonumdan alarm kurup şarja taktım. Daha ne olduğunu anlamadan uyuya kalmıştım bile.

Anıl Bade'nin getirdiği tepsiyi alıp içeri geçti. Masasının üzerinde ki bir kaç kağıdı ve bilgisayarını toplayıp çaydan bir fincan doldurdu. Yavaşça içerken bir yandan da kitaptan gelen kokuyla başı dönüyordu. Eline alıp sayfalarını açtı. Kokladığında Bade'nin kitaba bir kaç dokunuş yaptığını fark edip gülümsedi. İçinde ki kuru gülü eline alıp onu da kokladı. Kendi aldığı güllerden olduğundan adı gibi emindi. Verdiği hediyelere özenle bakılması onu mutlu etmişti. Sonra aklına Bade'den ona kalan bir kaç şeyi de almak için sandalyeden kalktı. Bade'nin kampa giderken otobüste aldığı toka, mutfağı toparladıkları gün düşürdüğü kalem. Hepsini bir araya topladı. Sonra kitaplığın em altında ki çekmeceden çıkardığı eski ahşap kutuyu çıkardı. Her birini büyük bir özenle içine yerleştirdi. Ne de olsa onun için her biri çok önemli şeylerdi. Sonra kitabı aldı eline. Kitaplığının en önemli parçası olacağı belliydi ama kitaplığa koyamayacağı kadar da önemliydi onun için. Onu da kutuya yerleştirdi. Gülü ise " Hasretinden Prangalar Eskittim" adlı şiirin olduğu sayfasına yerleştirmişti. Kutunun kapağını kapattı. Tekrar aynı çekmeyeceye koydu. Gelip oturduğu sandalyeye iyice yaslandı. Elinde ki fincandan bir kaç yudum daha aldı. Sırf Bade yaptığı için, içtiği bitki çayı değilde şarab-ı Kevser'miş gibi geliyordu. Yüzünde ki gülümsemeyi yine telefonuna gelen bir mesaj dağıtmıştı.
Bu kimdi ve neden her hareketiyle can sıkıyordu. Mesajı hiç okumadan cevap verdi Anıl.

-Seni aramadığım sürece beni aramamanı söylemiştim. İşlerim var sınav hazırlıyorum. Müsait değilim. Ben sana dönüş yaparım. Şimdi iyi geceler.

Kim olduğunu kendisi bile bilmiyordu belli ki. Ama canını sıkmaya yetiyordu. Canı sıkkın bir şekilde yatağına geçti. Kafasında dönen şeyleri bırakıp uykuya dalamıyordu bir türlü. Bade çoktan uyumuştu ama Anıl o kadar şanslı değildi. Döndü durdu yatakta. Sonunda kendisini teslim etti uykuya. Ama uykuda bile düşünüyordu. Ne düşündüğünü kendisi bile tasavvur edememişti daha.

Saatler saatleri kovalıyordu. Sabah olmasına az bir vakit vardı.
Sokaklar yavaş yavaş canlanmaya başlamıştı. Şehir çok güzeldi. Hele ki şu saatlerde sanki daha da güzeldi. Kuş cıvıltıları her bir yanı sarıyordu. Yeni haftanın başlangıcı. Yeni ayın başlangıcıydı. Artık Aralık gelmişti. Kış gelmişti ama henüz kar gelmemişti. Bade'nin doğum günü yaklaşıyordu. Artık yirmi bir yaşında kocaman bir genç kız olacaktı. 1 Ocak. Bade işte tam o gün doğmuştu. O gün koca taneli karlar yapmıştı. Muğla belki de hiç olmadığı kadar beyaza karışmıştı. Sabah saat on buçukta doğmuştu. Doğduğunda bile upuzun saçları vardı. Herkes şaşırmıştı. Annesi, babası. Annesi bütün mide bulantılarının sebebini çözmüştü. Rivayet o ki bebek saçlı olunca mide daha çok bulanıyormuş. Bade de epey zorlamıştı annesini. Tam on sene çocukları olmamıştı Anne ve Babasının. Bade koca bir hasretle birlikte gelmişti. Diğer ismini o yüzden Vuslat koymuşlardı belkide. Kardeşi olmamıştı maalesef. Ama çok güzel, kardeş kadar değerli arkadaşlıklar edinmişti. Sokaktaki esnaftan tutki, peçete satan çocuklara kadar herbirinin gönlünde ayrı bir yeri vardı. Ailesi sağ iken de vefatlarından sonra okulunda ki ve çevresinde ki yoksul insanlardan ellerini hiç çekmemişlerdi. Güçlerinin yettiği kadar hepsinin ihtiyaçlarını karşılamaya çalışmışlardı. Bade de bu geleneği devam ettirmeye çalışıyordu. Kendisi güzeldi ama yüreği kendisinde de güzeldi. Bu yaşına kadar hiçkimseye değil kötülük etmek, kalp bile kırmamıştı. Sınanmıştı belki ailesinin yokluğuyla ama yine de kalbinde ki merhameti kaybetmemişti.
Yaşının çok üstünde bir olgunluk gösteriyordu herşeye karşı. Tek başına yaşamayı öğrenmeye mecbur kalmıştı belki ama yine de üstesinden gelmeyi başarmıştı.
Başarmak zorundaydı.

Çalan alarmın sesiyle ürkerek uyandı Bade. Hiç uyanmak istemiyordu bu sabah. İki haftanın sonunda Bugün ilk defa erken uyanıyordu. Zorda olsa doğruldu yattağından. Hızlıca duşa girdi. Saçlarını uzun uğraşlar sonunda kurutup, yine dalga dalga yaptı. Kıyafetlerini giyindi. Yüzünde ki solgunluğu gidermek için yok denilecek kadar makyaj yapmıştı. Mutfağa gidip kendisine hızlıca kahvaltı hazırladı. İştahı iyice keislmişti şu günlerde. Hızlıca bir iki lokma atıştırdıktan sonra dişlerini tekrar fırçalayıp evden çıktı. İki kapıda aynı anda çarpmıştı. Anıl'da aynı anda kapısını çekmişti. Hala rüya gibiydi. Aynı evden çıkar gibi hissettiler kendilerini. Göz göze geldiler. Anıl Bade'ye yaklaşıp önüne düşen bir tutam saçını kulağının ardına sıkıştırdı. Eğilip yanağından öptü. Bade hemen aşağı katlara doğru bakıp Tekrar Anıl'ın gözlerine baktı. Parmak uçlarına basarak anca yetişebildiği yanağına küçük bir Buse kondurdu. Kısıkça bir sesle;

-Günaydın sevgilim.
-Günaydın. Göz kamaştırıyorsun yine.
-Sende öyle. Hava o kadar da sıcak değil niye kısa kollu tişört giyindin?

-Bilmem üşüyeceğimi düşünmüyorum.
-Öyle mi? Bayağı süslenmişiz hayırdır?
-Evet bugün özendim biraz. Bi randevum varda.
-Kimle?

-Üçüncü ders sevgilimle görüşmeyi planlıyorum. Olamaz mı?

Söylediği doğruydu. Üçüncü dersimiz edebiyattı. Gülümsedim.
-
Aaa doğruya bugün dersimiz var. Bu durumda benim için özenmiş oluyorsun.
-Ha şunu bileydin.
-Siyah yakışmış. İlk defa simsiyah giyindiğini gördüm.
-Çok sevdiğim bir renk değil zaten.
-Hmm sevdiğin renk neymiş?

-söylemiştim hatırlamıyor musun?

-Hatırlamıyorum.
-Şaka yapıyor olmalısın.
-Yoo çok ciddiyim. Kırmızı mıydı?

-Yok artık.
-Ne? Yeşili sevecek halin yok ya.

Yeşil rengi sevdiğini biliyordum. Sadece küçük bir şaka yapmak istemiştim. Sonunda o da şaka yaptığımı anlamıştı. Gülücüklerimiz binayı doldurmaya başlamıştı. Ve aşağıdan bir ses yükseldi;

-Bade, hadi gelmiyor musun okula? Birlikte çıkalım.

Bu Gül ablaydı. Sesimizi duymuş olmalıydı. Herşeyi kısık sesle konuşmuştuk. Eminim onları duymamıştı ama gğlücüklerimize şahit olmuştu belli ki. Ben önde Anıl arkada merdivenden indik aşağı doğru. Gül abla ayakkabılarını giyiniyordu. Kafasını kaldırıp ikimize birden baktı;

-Ooo Anıl hocam sizde mi oradaydınız. Bende diyorum bu kız sabah sabah niye gülüyor. Hayırdır neye gülüyordunuz?

Anıl'la birbirimize baktık ne diyeceğimi bilemedim o an. Yüzümüze bakan Gül abla cevap bekliyordu. Söze Anıl girdi;

-Bade bir rüya görmüşte onu anlattı hocam. Ona gülüyorduk.
-Ahahah ne rüyası bu kadar komik? Bade?

-Gül abla rüyamda ben prensesmişim. Saçlarımı kuleden aşağı sarkıtıp prensimi bekliyormuşum. Sonra bi bakmışım aşağı doğru yemyeşil bir dev saçlarımdan yukarı doğru tırmanıyor. Anıl hocayı kapı da görünce o deve benzettim de ona gülüyordum.

-Hahahaha. Bade herhalde gece üstün açılmış. Bu nasıl rüya.
-Kabus.
-Bence de. Ee hadi çıkalım.

Anıl şok içinde anlattıklarımı dinliyordu. Gül ablayla gülüşerek onu arkamızda bırakıp binadan çıkmıştık. Arkamızdan yetişip

-Gül hocam birlikte gidelim isterseniz.
-Arabayla mı hocam?
-Evet. Aynı yere gidiyoruz. Yorulmayın diye söylüyorum ama siz bilirsiniz.
-Olur aslında hocam gelelim bizde.

Birlikte arabay bindik Gül abla ve ben arkaya oturmuştuk. Sanki hiç ön koltuğuna oturmamışım gibi arka da çekingen oturuyordum. kafamı sağa sıla çevirerek gülümsüyordum. Anıl dikiz aynasından bana bakıyordu. O da gülümsüyordu benim gibi. Gül abla telefonunda ki bir kaç fotoğrafı açıp bana gösterdi. Bunlar gelinlik fotoğraflarıydı. Gözlerimi kocaman açıp;

-Bensiz gidip seçtin mi yoksa?

-Hayır ya. Seçmedim daha nasıllar sence. Kafam da oturan bir model yok. Bunlardan bir kaçını beğendim. Gösteriyorum işte. Beğendin mi?

-Ayyy hepsi çok güzel. Ben daha heyecanlıyım. Sen nasıl böyle duruyorsun.

Anıl hemen söze karışarak;

-Hayırdır niye öyle hayretle telefona bakıyorsunuz.
-Gelinlik seçiyoruz hocam. Eee düğün yaklaşıyor. Bakmak lazım.
-Anladım. Hayırlı olsun tekrar hocam. Umarım çok mutlu olursunuz.
-Sağolun hocam. Darısı başınıza.
Anıl tekrar bana baktı aynadan. Büyük bir içtenlikle;

-Amin.
-Eee Gül abla Talha abi baktı mı damatlık faln.
-Yok kız. Ben hemen ilk baktığımı alırım diyor. Erkek olmak böyle biley heralde.
-Bence duvağının ucunda isimlerinizi yazdıralım. Upuzun bir duvak yaptıralım sana.
-Bilmiyorum ki öyle mi diyorsun.
-Kesinlikle.
-Bade sen anlıyorsun bu işlerden herhalde.
-Evet Anıl hocam. Biraz merakım var bu işlere.
-Allah Allah.
-Sorma Anıl hocam. Bade çok ilgili böyle şeylere.
-Hiçte belli değil.
-Yok ilgi değilde yani ne biliyim hoşuma gidiyor bakmak faln.
-Öyle olsun bakalım.

Hiç fark etmeden okulun bahçesine gelmiştik bile. Arabayı park ettikten sonra indik arabadan. Hep birlikte okula girdik. Beni gören herkes hızlı adımlarla yanıma gelmeye başladılar. Belli ki bir sürü soru soracaklardı. Bazıları acır gibi bakıyorlardı. Etrafımı dolduran sınıf arkadaşlarım ve bir kaçta tanımadığım kişi tarafından soru yağmuruna tutumuştum bile. Hep bir ağızdan konuşuyorlardı. Gül abla ve Anıl ise kenarda bizi izliyorlardı.
-
Bade nasıl oldun?

-Canın acıyor mu hala?

-Kurşun içinde mi hala?

-Bade vurulmak nasıl bi duygu?

-Çok korktun mu?

-Niye seni vurdular?

Ve bunun gibi bir sürü soru daha. Bazı sorular çok şaçma, bazı sorular cevap verilebilecek cinsten bile değil. Hepsinin yüzüne tek tek baktım. Kızacağımı düşündükleri için hepsi birden susmuştu. Ben ise gülümsedim ve nazik bir ses tonuyla;

-Arkadaşlar hepsine birden nasıl cevap verebilirim. Biraz sakin olun lütfen.

Çok iyiyim merak etmeyin. Canım acımıyor artık iyileşti yaram. Kurşun içinde değil. Ameliyatla çıkarmışlar. Vurulmanın bi duygusu yok bilmiyorum yani. Evet çok korktum ama geçti sonra. İnanın beni niye vurduklarına ben bile henüz vakıf değilim. Beni düşündüğünüzü biliyorum ama gerçekten iyiyim. Okula da döndüm artık merak etmenize gerek yok. Bu kadar özlediğinizi bilsem daha önce gelirdim sizi ziyarete.
Sözlerimin ardından hepsi birden gülmeye başladılar. Ve en can alıcı soruyu Sınıfımda ki bir diğer arkadaşım olan Özgür sormuştu. Hani şu gitar çalan çocuk;

-Bade bir kere yarana bakabilir miyim, Hiç kurşun yarası görmedim.

O an gözüm Anıl'a kaydı. Kıpkırmızı olmuş vaziyetten Özgüre bakıyordu. Bu soru sinirlendirmişti belli ki onu. Hemen yanıma doğru geldi. Gül abla ise hala olan biteni seyrediyordu. Anıl;

-Yok artık. Yaraya bakmak ne demek özgür? Bazen ne soracağınızı şaşırıyorsunuz gerçekten.
-Hocam merak ediyoruz baksak ne olacak ki?
-Özgür.
Anıl'ın tehtitkar ses tonu Özgürü korkutmuş olacak ki;

-Tamam hocam kızmayın. Bakmamakta olur.

Gül abla hemen yanımıza gelerek;

-Çocuklar hadi soru sormayı bırakıp sınıflarınıza geçin artık. Bade 'ye tekrar hatırlatmanız hiç hoş olmaz zor günler geçirdi biliyorsunuz.

Bir kaçı "haklısınız hocam" diyerek yanımızdan uzaklaşmaya başladılar. Yakın iki sınıf arkadaşım Olan Ebru ve Sude, birde Özgür hala yanımda bekliyorlardı. Gül abla bana bakıp gülümseyerek yukarı çıkmıştı. Anıl ise hala yanımda bekliyordu. Ellerini arkada birleştirmişti. Acaba şu an kendisini yakın korumam olarak görüyor olabilir miydi? Birde simsiyah giyinmiş. Yakışıklı korumam benim.
Yüzüne baktım. O hala Özgüre bakıyordu. Deli bu adam ya. Çocuk masumca birşey sordu bu kadar kıskanacak ne var. Özgür yine söze girdi;

-Hocam sınavlar başlıyor.
-Evet Özgürcüm.
-Hocam çok zor sorular sormayın lütfen. Zaten o kadar çok konu var ki hangisine çalışacağımı şaşırdım.
-Bilemiyorum artık. Çıkacak konuları söyledim size.
- Öyle mi ben bilmiyorum ama.
-Sana söylemeyi unutmuşum Bade. Ama bilmediğin biley yok merak etme.

Dün ben sorduğumda söylememişti. İşine olan saygısı beni daha da çok etkilemişti. Belki başkası olsa soruları bile söyleyebilirdi. Ama konulardan bile bahsetmedi bana. Gerçekten helal olsun.

Anıl koridorda koşturan bir kaç öğrenciye bağırdı. Nöbetçi öğretmenin gelmesiyle birlikte o da yavaşça yukarı doğru yürümeye başladı. Bana doğru dönüp;

-Hadi iyi derler hepsinize görüşürüz. Dikkat et kendine Bade.
-Tamam hocam merak etmeyin.
Kızlar ve Özgürle birlikte sınıfımıza doğru yürümeye başladık. Özgür hala bana şaşkınlıkla bakıyordu.

-Hala inanamıyorum. Sen vuruldun ha.
-Özgür çok komiksin. Ama haklısında şaşırmakta.
-Kızım manyak gibi ne milletin önüne atlıyorsun. Valla korktuk senin için.
-Tam olarak öyle olmadı ama neyse gerçekten kapatalım mı konuyu.
-Evet özgür rahat bırak kızı. Dedi Sude.

Sınıfa geçip yerlerimize oturduk. Özgür oturduğu yerden kalkıp yanıma geldi.

-Ben bugün burada otursam olur mu?

-Olurda neden?
-Bilmem en ön sıraya canım sıkılıyor artık arkalarda.
-İyi peki bakalım otur.
-Gelmiş öğretmen masasının önüne oturmuş. Sınıfın en iyi yeriymiş burası ya. Valla biliyorsun bu işi.

-Baştan anlaşalım, derste sakın beni rahatsız edecek şekilde konuşma olur mu? Malum kaynatmaya çalışıyorsun her dersi.
-Tamam tamam. Söz seninle birlikte belki bende biraz ders çalışırım.
-Hadi bakalım göreceğiz.

Hoca'nın gelmesiyle sınıftaki sesler kesilmişti. Günaydın dedikten sonra masasına geçti. Defteri doldurup bana baktı. Biraz benimle sohbet etti öncelikle. Nasıl olduğumu, yaramın durumunu ve son olarakta herhangi bir durumda kendisine haber verebileceğimi söyledi nezaketen. Tatlı bir kadındı. Ama biraz sinirli bir hocamızdı.
Özgür yine saçma isteğinde diretiyordu;

-Hocam bi kere yarasına bakalım dedim göstermek istemedi. Çok merak ettik ya.

-Özgür, oğlum kız sırtını açıp niye sana göstersin. Saçma saçma konuşma. Hem ne yarası geçmiş gitmiş işte Allah Şükür. Saçmala

-Sırtında mı kız senin yaran?

-Sen nerede sanıyordun?

-Ne biliyim kolunda faln sanıyordum.

-Maalesef kolumda değil Özgür.
-Anaaa kızı sırtından vurmuş şerefsizler.

Bütün sınıf hoca da dahil kahkaha atmaya başlamıştık. Hocanın susmamız için yaptığı hareketi görünce hepimiz ağızlarımızı kapatıp derse geçtik. Daha bir hevesli dinliyordum dersi. Özlemişim sanırım. Birinci ders bitti. İkinci derste sonunda Edebiyat dersine gelmişti sıra. Teneffüslerde dışarı çıkmadım hiç. Bu yüzden Anıl'ı görmemiştim. Zilin çalmasıyla birlikte Anıl kapıda belirdi. Elinde ki kâğıtlarla birlikte masanın önüne gelip selam verdikten sonra oturdu. Özgür'ün yanıma oturmasına şaşırmıştı. Defteri doldururken gözü sürekli bizim üzerimizdeydi. Önümde ki defteri inceliyordum ben. Özgür ise yine arka sıralara laf atmakla meşguldü. Anıl defteri kapatıp Getirdiği kâğıtları eline alarak ayağa kalktı.
-
Sınav öncesi çözmeniz için test getirdim size. Bu ders çözün diğer ders birlikte cevaplandırrız. Özgür al bakalım dağıt arkadaşlarına.

-Hocam ön sıraya oturdum fark ettiyseniz.
-Evet fark ettim. Neye borçluyuz bunu?

-Hocam Bade'nin dersleri iyi onunla oturursam belki bana da bulaşır diye düşündüm.
-Öyle mi? Aman ne güzel. Hadi dağıt kâğıtları da sonra sende çözmeye başla.

Özgür ayaklanıp kâğıtları herkese dağıttı. Anıl tekrar sandalyesine geçti. Ellerini önünde birleştirerek sınıfı izliyordu. Önüme gelen testi çözmeye başladım hemen. Sanırım Anıl'ı düşünmediğim tek saatler ders çalıştığım saatlerdi. Yanımda olması bile konsantre olmama engel olamıyordu. Ben okumayı, ders çalışmayı çok seviyordum. Hala da öyle. Yirmi soruluk bir testti on dakika da çözdüm bütün soruları. Kalemimi kâğıdın üzerine bırakıp geriye yaslandım. Herkes testi çözüyordu. Anıl'ın gözü önümde ki teste takıldı. Gözüyle çözmem için işaret verdi. Bende kağıdı ona uzatıp bittiğini gösterdim. Kısa süre de bitirmeme şaşırmıştı. Elimde ki kağıdı alıp kontrol eder gibi baktı herbir soruya. Sonra kalemini eline alıp kâğıdın en altına bişeyler yazmaya başladı. Özgür ise o arada koluma vurup önünde ki soruyu gösteriyordu.

-Kanka şuna bak bi cevap hangisi olacak. Bütün şıklar birbiriyle aynı.
-Aynı değil Özgür biri bariz belli. İyi bak.
-Ya hadi söyle işte. Ya da anlat.

Kalemi elinden alıp kağıdı ortaya doğru çektim. Soru üzerinden göstererek anlatmaya başladım. Anıl bizi izliyordu, Özgür gerçekten dinliyordu beni. Cevabı ortaya çıkardıktan sonra özgüre baktım.

-Anladın mı?

-Valla anladım.
Kulağıma doğru eğilip fısıldadı;

-Anıl hoca anlatınca hiç anlamamıştım. Şimdi şıp diye anladım. Sen daha iyi anlatıyorsun.
Anıl yine kıpkırmızı olmuştu. Öfkeyle bakıyordu bize. Kendisi özgürden uzaklaştırdım. Özgüre sadece gülümseyerek cevap verdim. Diğer soruları çözmek için önüne döndü. Anıl ise bana kağıdı geri uzatmıştı. Yüzüne hiç bakmadan aldım kağıdı. Küçük bir not yazmıştı altına;

-Hepsi doğru. Tekrar gurur duydum seninle.

Yüzüne bakıp gülümsedim. Çantamdan kitabımı çıkarıp diğerleri bitirene kadar okumak istiyordum. Kaldığım sayfayı bulup okumaya başladım. Özgür sürekli beni dürtüyor soruların cevaplarını istiyordu. Komik çocuk olsa da Anıl hiç gülmüyordu. Öğretmen masasından ayağa kalktı. Özgür'ün yanına kadar geldi. Sınıfa doğru dönerek;

-Zil çalmasına beş dakika kaldı. Bitmedi mi hala?

Bitmedi diye sesler yankılanıyordu.

-Diğer ders çözmeye başlayacağım. Bitiremeyenler teneffüste bitirsin. Özgür

-Efendim hocam?
-Sen benim kitaplarımı dolabıma götürüyorsun.
-Hocam siz nereye?

-Ben de geliyorum seninle.

-Yanlış anlamayın ama siz niye götürmüyorsunuz?

-Bilmem senin götürmeni istedi canım.
-Olur hocam ben götürürüm. Öğretmenler odasını merak ediyordum zaten. Şimdiye kadar içeri girmek nasip olmadı.
-Çok espritüelsin.
-Hocam nolur bana öyle anlayamadığım kelimeler kullanmayın.
-Hadi Özgür hadi.
Özgür'ün omzuna vura vura çıktılar sınıftan. Bende yerimden kalkıp kantine gitmek için sınıftan çıktım. Ebru da benimle birlikte gelmişti. Kahve alıp Bahçeye çıktık birlikte. Havanın güneşli olmasını fırsat bilen herkes bahçedeydi. Anıl da bir kaç öğretmenle birlikte bahçedeydi. Çay içiyorlardı banka oturmuş. Biz de Ebruyla birlikte Sohbet ederek geziniyorduk. Top oynayan bir grup dokuzuncu sınıf çocukları vardı. Onların yanından hızlıca geçip gitmiştik. Ebru bana dönerek;

-Bade yanlış anlamazsan bişey soracaktım sana.

-Sor tabi.

-Hani senin yakın bir arkadaşın varya Melisa.
-Evet.
-Biliyor musun benim abim onu seviyormuş.
-Aaaa senin abin kim ? Tanıyor muyum ben.
-Yok sen tanımıyorsun da o seni tanıyor.
-Nerden tanıyor?
-Babandan dolayı tanıyor seni.
-Öyle mi ? Nasıl yani?
-Senin baban müsteşarmış ya, benim abimde polis. Bi yerden tanışıyorlarmış ama tam olarak bilmiyorum. Hatta Melisayı da senin yanında görmüş. Çok beğenmiş ama konuşmaya fırsat bulamıyor bir türlü. Çekiniyor galiba.
-Niye çekiniyor ki. Gelip konuşsun.
-Belki sevgili falan vardır diye düşünmüş sanırım.
-Yok merak etmesin sevgilisi.
-Öyle mi ? Vallahi çok rahatladım. Akşam söyleyeceğim kendisine hemen.
-İsmi nedir abinin?

-Ali Eren.
-Ali Eren. Yani Ebru dediğim gibi bence çekinmesine gerek yok hani ben Melisa adına birşey söyleyemem ama.
-Tamam. Yalnız sen şimdilik Melisa'ya birşey söyleme olur mu? Abin bana kızar. Kendisi söylemeden başkasından duysun istemez.
-Tamam söylemem biley merak etme.

Biz sohbet ederken arkamızdan yaklaşan haykırma sesleriyle irkildik. Daha kafamızı çevirip bakmaya fırsat olmadan top oynayan çocuklardan birinin bize hızlıca çarpmasıyla Ebru bir tarafa ben bir tarafa savrulduk. Çocuk yere düşmüştü. Bizim ise elimizde ki kahveler üzerimize boşalmıştı. Sırtımda ağrımıştı çarpmanın etkisiyle. Herkes bağrışıyordu. Yere düşen çocuk ağlamaya başlamıştı. Anıl ve diğer hocalar koşarak yanımıza geldiler. Anıl önce yerdeki çocukla ilgilendi. Bir yeri kırılmamıştı ama bacakları kanıyordu. Diğer hocalar çocukla ilgilenirken Anıl telaşla ayağa kalkıp yanıma geldi;

-İyi misin? Bileyin var mı?
-Yok, yok iyiyim.
-Emin misin?
-Evet eminim. Merak etmeyin hocam.
-Kahve dökülmüş heryerinize yandınız mı?

Ebru ya da bakarak konuşmaya başladı bu kez.
-
Çok sıcak değildi hocam yanmadık. Ama. Bade senin sırtın mı kanıyor?
-Bilmiyorum sırtım mı kanıyor? O Ne demek Ebru?
-Sırtında kan lekesi gibi bişey var. Yeni mi oldu?

Anıl hemen kolumdan tutup sırtımı çevirdi. Ağrı vardı ama kanayacağını sanmıyordum. Sonuçta yara bile kapanmıştı neredeyse. Anıl'ı konuşmasını bekliyordum. İyice inceledi sırtımı.

-Yok kan lekesi değil bu. Ne lekesi olduğunu anlayamadım.
-Neyse önemi yok ne olduğunun. Teşekkür ederim hocam iyiyim ben sağolun. Ama çocuk kötü. Çok ağlıyor.
-Dizleri sıyrılmış. Önemli bişeyi yok onunda.
-Üstümüz başımız mahvolmuş Bade. Ne yapacağız.
-Yapacak bişey yok. Kurur heralde.
-Akşama kadar böyle mi dolaşacağız?

-Başka ne yapabiliriz Ebru? Önemli mi kıyafetimiz. Boşver.
-Herkes bize bakıyor. Rezillik.
-Ya baksınlar ne olacak. Kahve lekesi ne var bunda.
Bade'nin umursamayışı Anıl'ın hoşuna girmişti. Alt tarafı basit bir kıyafet ne olacaktı ki. Abartmamıştı. Ve kendinden önce yerde ağlayan çocuğu düşünüyordu.
Anıl ve bir erkek hoca daha çocuğu kucaklayıp Arabaya oturttular. Diğer hoca çocuğu hızlıca hastaneye götürdü. Bahçe'nin kalabalığı dağılmıştı bile. Bizde Ebruyla birlikte sınıfa çıktık. Gerçekten de halimizi gören şaşkınlıkla bize bakıyorlardı. Olayı görenler diğerlerine anlatmaya başladılar. Geçip yerlerimize oturduk ardından Anıl da gelmişti sınıfa. Masaya geçip yüzüme baktı;

-İyi misin ağrın oldu mu?

-Yok hocam. İyiiym.
-Tamam başlayalım. Çıkarın bakalım testlerinizi.

Hep birlikte testi sesli bir şekilde çözdük. Anıl'ın dersinin ardından Matematik dersi vardı. Beş altı yedi derken son dersete bitmişti. Üzerimde ki lekeli kıyafetlerden bir an önce kurtulmak istiyordum. Hızlıca okuldan çıkıp eve doğru yürümeye başladım. Melisa'yla dışarı çıkmak istiyordum. Belki bir kaç alışveriş yapardık birlikte. Telefonumu çıkarıp aradım. Bir saat sonra dışarda buluşmak için sözleştik. Eve girip hemen duş aldım. Üzerimi giyinip saçlarımı kuruttum. Saçımın ortasına yeşil bir bandana yerleştirip geri kalanını yan tarafımda toplayıp ördüm. Hafif bir makyaj yaptım. Bej tonlarında triko elbisemi giymiştim. Diz kapağımın altına kadar uzanıyordu elbisenin boyu. Bandanayla aynı renk olan çantamı çarpmaz şekilde taktım. Beyaz spor ayakkabıyla birlikte harika bir kombin yapmıştım. Kulaklarıma da orta boy halka küpe. Harika oldu.
Bulaşık ve çamaşır makinesini çalıştırıp evden çıktım. Kapıyı kilitliyordum ki, Belimi saran bir çift kolla birlikte ürperdim. Anahtar elimden düştü. Hızlıca arkamı döndüğümde Anıl'ın gülümseyen yüzünü gördüm. Bu adamın hiç korkusu yok muydu? Birileri görür diye benim ödüm kopuyor, Bu adamsa ortalık yerde belime sarılıyor.

-Ne yapıyorsun dur.
-Ne var sarılıyorum işte.
-Bak yakalanacağız sonunda birine. Hiç mi korkun yok.
-Vallahi yok galiba ya.
-Anıl.
-Hem sen nereye böyle süslenmişsin?

-Ne süslenmesi, yok öyle bişey.
-Belli oluyor gerçekten. Nereye bakalım.
-Melisa'yla dışarı çıkıyoruz. Alışveriş yaparız belki.


Hala belimde olan elleriyle beni iyice kendine doğru çekti.
-
Niye bu kadar güzelsin? Üstüne birde süsleniyorsun.
-Güzel falan değilim hadi bırak beni gideyim.
-Bırakamam seni.
-Hadi Anıl geciktim. Melisa aşağıda bekliyor.
-Hiçkimse yok aşağıda.
-Evet yalan söyledim. Ahhaha

-Çabuk gel. Bugünde ben sana yemek yapacağım. Birlikte yeriz. Hem daha evi bir kez bile görmedin. Gelir görürsün.
-Hmmm beni evine mi davet ediyorsun yani?
-Evet. Evim şenlensin olmaz mı?
-Olur. Gelirim yani. Bi kaç saate dönmüş oluruz. Tamam mı?

-Tamam bakalım.

Alnımdan öperek ellerini belinden çekti. Bende onu yanağından öptüm. Sonra hızlı adımlarla aşağı indim. Melisa'nın yanına gidene kadar da dedemi arayıp konuşmuştum. Bugün yoğunluktan kendisi arayamamış. Yol boyunca sohbet ettik. Nihayet Melisa'nın yanına varmıştım. Bu kızı her gördüğümde mutluluk hormanu salgılamam normal mi? Çok seviyorum sanırım. Tabi ki o da beni çok seviyor bundan da eminim. Arkadaşım çok güzel bir kızdı. Omuzlarına kadar olan kıvırcık simsiyah saçları vardı. Melek gibi bir yüzü vardı. Dışardan her ne kadar soğuk görünse de içi kıpır kıpır çok neşeli bir kızdı. Hemen arkasından yaklaşıp kulağına eğildim;

-Çok güzelsiniz hanımefendi tanışabilir miyiz?
Sesimle onu korkutmuştum. Kocaman bir çığlık attmıştı. Etraftaki insanlar bize bakmaya başladı. Beni görünce gözlerini kapatıp eliyle kalbini tuttu. Gözlerini açıp kahkaha atan bana bakmıştı. Eliyle omzuma sıkı bir şaplak attı.

-Ahhhh çokkk acıdı manyak mısın sen?
-Asıl sen manyaksın. İnsan öyle korkutulur mu?
-Abarttın biraz. Kolum kırıldı galiba acile gidelim hadi.
-Ahahaha. Asıl sen abarttın şimdi. Ödüm patladı kızım.
-Tamam tamam kusura bakma. Öyle bi içimden geldi. Tutamadım kendimi.
-İyi B*K yedin.
-A A A A hiç yakışıyor mu ağzına?

-Kaşındın ama.
-Tamam canım arkadaşım. Haklısın. Hadi ne yapıyoruz şimdi?

-Bilmem önce oturalım mı yoksa bir kaç mağazaya bakalım mı?
-Yok bence önce bakınalım sonra otururuz.
-Tamam bana fark etmez.

Birlikte bir kaç mağaza dolaştık. İkimizin de zevki çok farklıydı. Benim beğendiklerimi O, onun beğendiklerini ben beğenemiyordum bir türlü. Ufak tefek anlaşmazlıklar yaşıyorduk aramızda. Aklım hala Ebruyla konuştuklarımızdaydı. Melisa'ya söylemeli miydim? Yoksa olacakları kenardan izlemeli miydim? Gerçekten bilmiyorum. Doğrusu beklemek olacaktı sanırım. En azından Abisi herşeyi kendisi anlatmalı. Bu onun hakkıydı. Birşey söylememeye karar verdim. Bir kaç parça bileyler almıştık sonunda. Mağazadan çıkıp aynı cadde deki diğer mağazalara doğru ilerledik. Küçük bir butiğin vitrinin de ki elbiseye takıldı gözüm. Yeşil, dirseğe kadar olan kolları, diz altına kadar uzanan eteği, ve diz üzerine gelecek kadar yırtmacı olan harika bir elbiseydi. Yeşilin belki de en güzel tonu olabilir. Anıl yeşili çok seviyor. Eminim bu elbiseye bayılırdı. Tabi içinde ben olduğum sürece. Önünden geçmek üzere olduğumuz butiğe geri dönüp hemen içeri girmiştim. Hiç vakit kaybetmeden elbisenin Otuz altı bedenini rica ederek deneme kabinine girdim. Elbise sanki üzerime göre dikilmiş gibiydi. Boyu, belime yerleşme noktasına kadar herşeyi mükemmeldi. Ömrümde ilk defa bir elbiseye aşık olmuştum. Kabinden çıkıp Melisa'ya doğru yürüdüm. Beni görür görmez gözleri fal taşı gibi açıldı. Dudaklarını büzerek ıslık çalmaya başladı.

-Kızım bu nasıl güzellik böyle. Harika olmuş.
-Yakışmış mı gerçekten? Bende çok beğendim.
-Yemin ederim harika olmuş. Ben bayıldıysam malum kişi aklını kaybeder.
-Öyle mi diyorsun.
-Dedim valla.
-Alıyorum o zaman.
-Hemen al hemen.

Tekrar kabine dönüp kendi kıyafetlerimi giyindim. Hızlıca kasaya ilerleyip ödemeyi yaptım. Kendimi çok güzel hissetmiştim elbisenin içinde. Kesinlikle içime sinen bir alışveriş olmuştu. Ama elbise de küçük bir eksik vardı. Bir aksesuarla tamamlanması gerekiyordu. Kare yakası vardı. Bu yüzden de en iyi aksesuar fulâr olabilirdi. Hemen gördüğüm ilk bujiteriye girdim. Burda olması muhtemeldi. Elbisenin rengine en yakın tonda ki fulârı aldım. İçinde birazcıkta bej rengi vardı. Kesinlikle dünyanın en iyi kombinini yaptığımı düşünüyorum. Bu akşam Anıl'a yemeğe giderken giyebilirdim elbiseyi. Aklıma gelen bu fikirle gitmeye daha çok heves etmiştim.

Melisa da alışverişini tamamlayınca birer kahve alıp her zaman geldiğimiz sahile gelmiştik. banklardan birine oturduk. İşlerimizi halletmiştik, şimdi sıra birazcık muhabbet etmeye gelmişti. Melisa sahile doğru derince bir nefes almıştı. Belli ki bir sıkıntısı vardı. Nefes alışından anlamıştım.

-Ne oldu?

-Yok bişey bebeğim içim daralmış.
-Yok yok belli bişey var. Ne oldu?

-Şu üniversite işine canım çok sıkılıyor.
-Neden?

-Çok çalışıyorum ama istediğim bölüm gelir mi bilmiyorum. Stres içindeyim daha şimdiden.
-Başaracağından şüphem yok.
-Senin yokta bizimkilerin var. Bu sene de olmaz diye tedirginler. Onların gerginliği beni de geriyor.
-Dünyanın sonu değil ya. Bu sene olmazsa seneye olur. Niye o kadar takılıyorlar ki?

-Kızım ne kadar çalıştığımı görüyorlar. Bende bir bahtsızlık var herhalde. Bir türlü olmuyor.
-Sıkma canını olacak gerçekten bak çok inanıyorum sana.
-İnşallah.
-Düşünsene bundan iki sene sonra senden Avukat Melisa Özkan diye bahsedecekler. Harika bi duygu değil mi? Neşelen biraz hadi.
-Tek dileğim bu şimdilik. Kafa kalmadı çalışmaktan artık. Hayal bile kuramayacak kadar dolu kafam.
-Hayır bak tekrar ediyorum motivasyon olsun sana. Avukat Melisa Özkan, AVUKAT MELİSA ÖZKAN... söylemesi bile harika. Canım arkadaşım. Bize bi avukat lazım gerçekten. O sen olacaksın.
-Öyle mi diyorsun?

-Dedim bile. Ahahha

-Aman Badeee.
-Hem üniversiteyi hemde hayatının aşkını bulursun belki bu sene hiç belli olmaz.
-Hahaha hayatımın aşkı nerden çıktı.
-Bilmem. Öyle bi his sadece.
-Ayy senin ki gibi olmayacaksa hiç olmasın valla. Anıl ne kadar güzel seviyor seni. Maşallah.

-Kim bilir belki seni daha çok sever birbirlerine.

-Hmm aklında bir aday mı var?

-Yok canım dedim ya his sadece.
-Ya filmlerde oluyor ya hani Karı koca, biri avukat diğeri savcı. Çok hoş gelmiyor mu kulağa. Mesela şöyle düşün: Savcı....... ve eşi Avukat Melisa Özkan. Ayyy batılıdan güzelliğinden.
-İlla savcı mı olmak zorunda?

-Örnek veriyorum.
-Bence şu daha iyi değil mi? Polis..... yakaladığı zanlıyı eşi Avukat Melisa Özkan'ın da yardımıyla parmaklıklar ardına gönderdiler. Bu daha harika.
-Polis diyorsun.
-Evet neden olmasın?

-Bilmem olabilir. Ayy biliyo musun burda da bir kaç polis gördüm Maşllah yani Allah bağışlasın hepsi taş gibi.
-Öyle mi? Kimler ki acaba?
-Nerden biliyim kızım. Bazen devriye de faln görüyorum. Volta atıyorlar öyle.
-Hmmm bakalım hayat. Neler getireceği belli olmaz.

İkimizde gülüşerek birbirimize baktık. Sonra Melisa tekrar söze girdi;

-Eee sen anlat sen hangi bölümü okumak istiyorsun?
-Tam olarak karar vermedim ama sanırım konservatuar okuyacağım.
-Aaa hiç söylememiştin şimdiye kadar. Ben farklı bişey düşünüyorsun sanıyordum.
-Ne gibi?
-Ne biliyim mesela Sendr hukuk istersin ya da biraz daha kendini zorlarsan tıp belki?

-İkisi de bana göre değil. Birinin çalışma saatleri çok fazla, diğeri desen tamamen vicdanen yapılması gereken bir iş hemde soğuk kanlılık gerektiriyor. Bende yok o maalesef.
-Yaparsın sen ya. İyice düşün derim.
-Neden konservatuvar kötü bir bölüm mü sence?
-Hayır ondan değil, hani hep hedeflerimizi yüksek tutup olmadığı takdirde diğer seçeneklere bakacaktıya.
-Melisa ben şarkı söylerken kendimi çok mutlu hissediyorum. Sevdiğim işi yapmak, çok para getiren bir iş yapmaktan daha cazip geliyor.
-Haklısın aslında.
-Yani son anda kararım değişmezse şimdilik hedefim bu. Hem öğretmen olurum, öğrencilerim olur. Ne biliyim birilerinin hayatına dokunmak hoşuma gidiyor.
-Canın ne istiyorsa onu yap bitanem. Ben her zaman arkandayım biliyorsun.
-Bende senin arkandayım. Aynı şekilde.
-Biliyorum. İyi ki varsın.
-Sende canımın içi.
-Eee Anıl'la nasıl gidiyor?

-Rüya gibi. Şimdi mesafe de yok. Korkuyorum ama yine de harika bir rüyadaymışım sanki. Uyanmaktan korkuyorum.
-Hiç sanmıyorum. O adam senden ölse vazgeçmez. Yani canını verir seni bırakmaz. Öyle geliyor bana.
-Bana da öyle söyledi. Seni asla bırakmam diyor. Ama zaman ne gösterir bilemeyiz.
-İkiniz de öğretmen öyle mi? Güzel valla. Birde aynı okulda olursanız tadından yenmez. Sen şarkı söylersin o şiir okur. Ahahhaa

-Bir dur bakalım. Hemen öyle şeyler düşünmüyorum .
-Eee elbiseyi ne zaman giyeceksin?
-Bu akşam yemeğe davet etti.
-Vayy bee dün o sen de bugün sen onda hayat size güzel valla.
-Ay nolur öyle deme yakalanacağız diye ödüm kopuyor.
-Korkma başına gelir valla. Ahahhaa

-Sus sus.
-Çok seviyorsun demi?

-Hemde nasıl. Sanki onu görünce kalbim yerinden çıkacakmış gibi oluyor. Elim ayağım birbirine dolaşıyor. Birde böyle arada şiir falan okuyor. Kendimi zor tutuyorum gerçekten.
-Amannnn Amannn tut kendini. Sakın yanlış biley yapayım deme emi? Yani anladın ne demek istediğimi. Biliyorum yapmazsın ama yine de arkadaşın olarak uyarmak istiyorum.
-Merak etme. Öyle bişey olması mümkün değil şu an. Yani biliyorsun benim o tarz şeylere olan yaklaşımımı. Ben evlilik birliği içinde olmasını tercih ediyorum. Bazıları buna eski kafalılık diyebilir umrumda bile değil.

-Asla öyle düşünme. Boşver bu senin hayatın. Emin ol doğrusu da bu.
-Evet.
-Bade Annem bir sürü mesaj atmış kalkalım mı?
-Kalkalım canım benimde eve gitmem gerekiyor zaten. Hazırlanıcam anca.
-Tamam ee Gül abla gelirse faln ne olacak?

-Beni arasa Melisaylardayım derim olur mu?
-Olur ama inşallah bize gelmez. Ahahah

-Ayy inşallah gelmez. Gelirse de bakkala indi şimdi dersin. Haber verirsin gelirim hemen.
-Tamam canım o zaman. Annemlere ben uydururum bileyler merak etme.
-Tamamdır.

Otueduğumuz yerden kalkıp eve doğru yürümeye başladık. Saat 7 olmuştu bile. Nasıl geçtiğini bir türlü fark etmemişiz saatin. Hemen eve gelip üzerimi değiştirdim. Aldığım elbiseyi ütüleyip giyindim. Saçlarımı her zaman ki gibi dalgalı yapıp salmıştım. Boynuma fuları güzelce dolayıp fiyonk yapmıştım. Dudağıma belli belirsiz ruj sürdüm, yanağıma yine pembe tonlarda biraz allık. Aynaya baktığımda mükemmel görünüyordum. Belki de bana öyle geliyordur bilmiyorum. Elim boş gitmek istemediğim için evin yan tarafında ki pastaneden tatlı almıştım. Onu da güzelce servis tabağına hazırlayıp evden sessizce çıkıp kapıyı kapadım. Ev terliklerimle birlikte Anıl'ın kapısına koşmuştum. Yavaşça tıklatıp açılmasını bekledim. Çok geçmeden kapı açılmıştı. Anıl da tıpkı Melisa gibi gözlerini kocaman açmış bana bakıyordu. Bu kadar hazırlanacağımı düşünmemişti belkide. Oysa kendisi de hazırlanmıştı. Tesadüf o ki üzerine yeşil bir tişört, altına da açık renkli bir pantolon giymişti. Bende ona şaşkınlıkla baktım. Hala dışardaydım. Beni içeri almayacaktı sanırım. Elini uzatıp elimi tuttu. Beni içeri doğru çekti. Kapıyı kapatıp beni kapıya yasladı. Nefesi hızlanmıştı. Benimde öyle. Yakınlaşmamızın etkisiyle göğsümüz kocaman şişip iniyordu. Gözlerimin içine bakıyordu. Ellerim yine yanıyordu benim. Ellerime ne oluyorsa bir türlü anlamadım gitti. Alev almışlardı sanki. Gitgide yaklaşıyordu. Gözleri dudaklarıma kaymıştı. Neredeyse birbirine değmek üzereydi. Gözlerimi kapatıp kendimi olacaklara teslim etmiştim. Birden gülmeye başladığını duydum. Gözlerimi açtığımda benden uzaklaşmış. Tam ortamızda duran bana yaklaşmasını engelleyen elimde tuttuğum tatlı tabağına bakıyordu. Onun elimde olduğunu tamamen unutmuştum. Elimle gözlerimi kapatıp bende gülmeye başladım. Anıl tabağa bakıp hayıflanıyordu belli;

-Bir tabak Tatlı bir insanı ancak bu kadar sinirlendirebilirdi.
-Sanırım haklısın.
-Sanır mısın? Haklıyım tabi ki. Şu tabağın yaptığına bak. Delirtti beni akşam akşam.
-Aman Anıl. Abartma. Bişey olmaz yine...

Söylediğim cümlenin sonunun farklı yerlere gittiğini fark edip hemen çenemi kapamıştım. Sözüm yarıda kesilmişti.

-Eee yine?

-Bişey yok. Yine abarttın diyecektim.
-Sahi mi?

-Ayyy hadi bana evi gezdir. Kapıda mı bekleyeceğiz böyle?

-Tamam gel hadi. Aman tabağını unutma amannn.

Elimden tutmuştu. Salona doğru ilerledik. Burası daha büyüktü diğer evinden. Ferah az eşyası olan bir salondu. Köşe koltuk devasa kitaplık. Küçük bir sehpa ve son olarakta yemek masası. Salonun büyüklüğü eşyaları küçültmüştü sanki. Yine olabildiğince temiz ve düzenliydi. Gözlerim harika kokular gelen yemek masasına kaydı. Elimden tutup tekrar peşinden sürüklemeye başladı beni. Mutfağa gelmiştik. Mutfakta gayet düzenli ve tertipliydi. Buzdolabına kaydı gözlerim. Gözlerimi hayretle açtım. Elini bırakıp açıkta kalan ağzımla birlikte dolaba doğru yaklaştım. Hayretle kafamı Anıl'a çevirdim. Hala ağzım yarı açık haldeydi. Buzdolabının üzerinde sosyal medya da olan bütün fotoğraflarımın küçük halleri vardı. Magnet şeklinde duruyorlardı öylece. Elimle bir kaç tanesini toplayıp inceledim. Anıl mutfak masasına oturup beni izliyordu.
-
İnanamıyorum. Sen bunları hangi ara... Bende ki de soru işte. Gerçekten şaşkınım şu an. Anıl ne yaptın sen?

-Ne yapmışım. Sevdiğim kadının fotoğraflarını her baktığım yerde görmek istemem suç mu?
-Ya sen tam bir şapşalsın.
-Şapşal.
-Evet kıca bir şapşalsın.
Gözlerimden istemsizce bir kaç damla yaş süzülmeye başladı. Elimle akan damlaları sildim. Anıl oturduğu yerden kalkıp yanıma geldi.
-
Ağlama niye ağladın şimdi. Mutlu olman gerekiyordu.
-Şapşal mutluluktan ağlıyorum işte.
Kollarını açarak sarıldı bana. Ben nasıl hissedeceğimi bilemiyorum. Çok seviyorum Allahım. Her zerresine aşığım. Bu belki de hayatımda yaşadığım en yoğun duygu. Görüyorum ki karşılıklı da. Bu beni daha da mutlu ediyor. Bundan üç ay önce mutluluktan ağlayacağın günler çok yakında deselerdi inanmazdım. Dalga geçerdim. Ama şimdi inanamayacağım şeyleri yaşatan bir adam var hayatımda. Hayatım olmuş birisi.
Elleriyle beni yasladığı göğsünden ayırdı. Gözlerime baktı. Gözyaşlarımı sildi.
-
İncileri dökme Gözümün nuru. Bak kıyamıyorum. Bak bende ağlamaya başlarsam o zaman veryansın edersin karışmam.
-Anıl.

-Söyle ömrümün baharı.

-Ben seni çok seviyorum. Çok aşığım sana.
-Asıl ben sana aşığım. Seni çok seviyorum.
Tekrar sıkıca sarıldık birbirimize. Elimde ki magnetleri buzdolabına yapıştırdım tekrar. Elimden tutup bu kezde yatak odasına götürdü beni.

-Burada da görmeni istediğim biley var. Yanlış anlama o yüzden getirdim seni odaya.
-Neymiş o?

-Gir bakalım.
Odadan heyecanla içeri girdim. Sağa sola bakındım ama gözüme çarpan herhangi bişey yoktu. Tekrar Anıl'a doğru döndüm.
-
Eee hani?

-Ne eee görmüyor musun?

-Görmüyorum. Aşkından gözüm kör mü oldu sahiden?

-Ahahah Bade gerçekten beni mest ediyorsun. Biraz daha bakın.
-Anıl hiçbirşey yok oda da dalga mı geçiyorsun yoksa?

-Asla. Gel yanıma.
Hızlıca yanına gittim elimi tuttu.
-
Şimdi omzuma yaslan, gözlerini kapat ben aç diyene kadar da açma tamam mı?
-korkutma beni.
-Güven bana.
-Güveniyorum.
-O zaman dediklerimi yap sevgilim.
Gözlerimi kapatıp omzuna yaslandım. Kendimi tamamen ona bırakmıştım. Elimi sıkıca tuttu. Bir an ışıkların kapandığını hissettim. Gözlerim hala kapalıydı.

-Açabilirsin.

Anılın naif sesiyle açtım gözlerimi. Oda da loş bir ışık hakimdi. Yine şaşkınlıkla etrafıma bakıyordum. Pek bişey gözükmüyordu. Gözlerim derhal tavana doğru kaydı. Elimle ağzımı kapattım. Koca tavanda benim resmim vardı. Nasıl yaptığını anlayamadım. Ama loş ışıklar arasında kocaman sadece omuzlarımdan yukarısı gözüken bir resmim. Saçlarımın her teli belli. Kirpiklerimin her tanesi özenle çizilmiş. Dudaklarım. Burnum. Herşey. Sanki aynaya bakıyordum. Hayretle Anıla döndüm yine. Tavanı izliyordu büyük bir zevkle.
-
Anıl bunu nasıl yaptın? Tavana resmimi nasıl çizdin?

-Aslında resmini çizmedim.
-Çizmişsin işte.
-Hayır çizmedim. Sadece küçük bir lazer gösterisi gibi düşün.
-Ya herşey nasıl aynı olabilir lazerle cidden anlayamıyorum.
-Bade anlamana gerek yok beğendin mi?

-Deli misin bayıldım. Bayıldım da olmaz bunu kaldırman lazım.
-O niyeymiş. Anlamadım.
-Anıl koca tavanda benim suretim var. Biri gelip görse nolacak. Ne biliyim öğretmen arkadaşlarından biri odaya girseler aniden.

Anıl arkasına gizlediği kumandayı çıkardı. Ufak bişeydi. Birkaç tuşa bastı. Resim kayboldu o an. Işığı açtı tekrar. Tavana baktım hiçbirşey yoktu. Ben delirdim mi acaba? Kafayı yediğim kesin.
-
Sakin ol bunu benden başka kimse göremez. Hem kimse benim yatak odama girmezse prensip sahibi adamız.
-Nereye gitti resim?

-İnek aldı dağa kaçtı.
Dalga geçtiğini anlayarak koluna vurdum.
-
Dalga geçme be adam. Zaten akıl bırakmadın. İyice deli moduna geçeceğim birazdan.

Eliyle belimi kavradı. Kendine doğru çekti beni. Aramızda ki mesafeyi tek hareketiyle sıfıra indirmişti. Kollarımı boynuna doladım. Alnını yine alnıma dayadı.

-Zaten delirmedik mi?

-Delirdik sanırım. Yaptığımız herşey delilik. Şu an burada olmam bile delilik. Senin yanında, kollarında.
-Ben bu deliliği kırk akıla değişmem ama.
-Her dakika daha da bağlanıyoruz birbirimize. Bu beni korkutuyor. Biliyorum söz verdim böyle şeyler konuşmayacaktık ama elimde değil.
-Bade inanmayacaksın ama sana biley söylemem lazım.

-Hmm

-Bende korkuyorum.
-Neyden kokuyorsun?
-Bende sensiz yapamam artık. Birgün beni sevmekten vazgeçersin diye korkuyorum. Yanımda olmak istemezsin diye korkuyorum. Sana söylüyordum ama sanırım bende aynı sebeplerden çok korkuyorum.
-Şşşştt konuşma lütfen. Bu böyle olmuyordu. Ben korkuyordum sen ise beni teskin ediyordun.
- Benimde biraz teskin edilmeye ihtiyacım var belki de.
-Öyle mi diyorsun?

-Evet.

Hala aynı şekilde duruyorsun. Kokusunu içime çekiyordum hala. Gözlerimiz kapalı sadece yüreğimizin sesini dinliyorduk. İçimden yine ona dünyanın en güzel aşk şarkılarını haykırmak geliyordu. Kısık ve titreyen sesimle aklıma gelen ilk şarkıyı söylemeye başladım;

Bana öyle bakma, anlayacaklar.
İkimize karşı bu dünya, bizi anlamayacaklar.

Bana öyle yaklaşma, bana öyle dokunma.
İkimize karşı bu dünya, bizi anlamayacaklar....

Olduğumuz yerde sadece duruyorduk. Gözlerimi açıp Anıl'a baktım. Alnımı alnından ayırdım. Elini tutum. Salona doğru yürüdüm.

-Çok acıktım. Hadi yemeğimizi yiyelim olur mu?
-Tamam bitanem. Geç sen ben geliyorum.

Anıl mutfakta hazırladığı yemekleri servis etmeye başladı. Bende kalkıp ona yardım ettim. Birlikte güzel vakit geçiriyorduk. Yemeğimizi yedik, kahvemizi içtik, herşeyden, her meseleden bahsediyorduk birbirimize. Sayısız kahkaha, sayısız tebessüm, sonsuz sevgiyle geçti tüm gece. Koltuğa uzanmıştık. Üzerimize küçük bir battaniye örtmüştük. Saatin epey geç olduğunu fark ettim. Uzandığım göğsünden doğruldum;

-Ben gideyim artık. Saat çok geç olmuş. Yarın okul var malum. Uyanamayacağız.
-Ya nasıl gidiyorsun şimdi sen. İçinden geliyorum hakikaten.
-Sevgilim gelmiyor ama gitmem gerek. Bak bugün derste çalışamadım. En azından biraz kitap okur uyurum.
-Gitme.
-Hayır gitmem lazım.
-Birlikte uyuruz.
-Anıl bak kendimizi kötü alıştırıyoruz. Her gece birlikte uyuyamayız.
-Bitanem ısrar etmiyorum. Ama gitmem dersen kollarım hep açık.
-Gidiyorum Anıl. Hadi gel yolcu et beni.
-Peki madem. Demek ki kandıramıyoruz.

Birlikte kapıya doğru ilerledik. Kapının kulpunu çevirmeme fırsat vermeden yine kolumdan tutup kapıyla kendi arasında bırakmıştı beni. Gözlerime bakıyordu. Bir elini kapıya yasladı. Diğer eliyle saçlarımı düzeltti. Baş parmağını kaşlarımın kenarından dudağıma doğru indirdi. Yüzün ateş gibi olmuştu yine. Kalbim güm güm atıyordu. Eğildikçe eğildi. Dudağımın kenarına küçük bir öpücük kondurdu. Dudağımdan çektiği eliyle boynumda ki fuları çözdü birden. Eline aldığı fuları arkasına sakladı. Benden uzaklaşarak;

-Madem sen gidiyorsun. En azından bu bende kalsın.
-Ne yapacaksın?

-Kokunda boğulurum belki.
-Niye boğulasın. Deli deli şeyler söyleme.
-Bu her boğulmaya benzemiyor ama.
-vallahi sen delisin. Tamam hadi ben gidiyorum. Tabağım Sendr onu unutmam haberin olsun.
-Hay ben o tabağı bak yine aklıma getirdin.
-Anılll.
-Tamam ömrümün baharı. İyi geceler. Güzel rüyalar gör. Yarın görüşürüz.
-Tamam iyi geceler. Seni seviyorum.
-Ben daha çok.

Hızlıca kapıdan çıkıp kendi evime girdim. Yoksa koparmayacaktım. O kadar yorgunum ki bunu Anıl'ın yanından ayrılınca fark ediyorum hep. Bu adam da dinlendirici bişeyler olmalı. Az önce kendimi kuş gibi hissediyordum şimdi ise koca bir fili sırtlamış gibiyim. Hemen üzerimi değiştirip yatağa atlamıştım resmen. Uyku beni aynı dakika ele geçirmişti.

Hangi ara sabah oldu bir türlü anlamadım. Hiç uyumamış gibi yorgundum. Saat 7.5 olmuştu bile. Hızlıca kalkıp hazırlandım. Mutlu olmam gerekiyordu ama bugün pek modumda değildim. Bir kaç biley atıştırıp evden çıktım hızlıca. Anıl'ın kapısı açılmamıştı bugün. Ben ise geç kalmak üzereydim. Koşar adım okula doğru ilerliyordum. İlk derse zar zor yetişmiştim. Üzerimde kırk yıllık uykusuzlukla dik durmaya çalışıyordum. Zil çalmıştı. Kantine inip en azından uykumun açılması için bi kahve almak istiyordum. Anıl'ı görmemiştim henüz hem onu da görmüş olurdum. Kahvemi alıp bahçeye çıktım. Etrafa göz gezdirdim ama göremiyordum bir türlü. acaba bişey mi oldu diye endişelenmeye başlamıştım. Ders zilinin ardından hızlıca sınıfa çıktım. Telefonumu elime alıp Anıl'a mesaj attım;

-Nerelerdesin sevgilim. Göremedim seni?

Telefonun ekranı birden bire karardı. Tabi yaa dün dalgınlıkla şarja takmayı unutmuştum. Yapacak birşey yoktu. Nasıl olsa diğer teneffüs görürüm diye düşündüm. Ama düşüncelerim boşa çıkmıştı. Gün boyu bir kez bile görememiştim. İyice endişelenmeye başlamıştım. Son derse girmiştik ama hala yoktu okulda. Acaba hasta falan mı diye düşünüyordum. Bir an önce eve gitmek istiyordum. Dersin yarısında uyumuşum hatırlamıyorum bile. Çalan zilin melodisiyle gözlerimi araladım. Hızlıca eşyalarımı toplayıp okuldan ayrıldım eve doğru yürürken Gül abla ve Talha abi arabayla yanımda durdular;

-Eve mi gidiyorsun Bade?

-Evet Gül abla. Nasılsın Talha abi?

-İyiyim güzelim sen nasılsın?

-İyiylm bende Teşekkğr ederim. Siz nereye böyle?

-Biz düğün için halledilmesi gereken bir kaç önemli işi halledeceğiz. İstersen seni eve bırakalım.
Bir an önce eve gitmek istediğim için hiç ikiletmedim.
-
Olur. Eğer zahmet vermeyeceksem tabi.
-Ne zahmeti gel. Zaten geçeceğiz oradan.


Arabaya binip uzaklaştık okuldan.
-
Bade akşam Melisayı da alıp bize gelin olur mu?
-Geliriz tabi de ne oldu ki?

-Birşey olduğu yokta sizlere danışmam gereken bir kaç konu var. Siz benim Nedimem değil misiniz?

-Tabi ki geliriz. Memnuniyetle.

Beni evin önünde indirip yollarına devam ettiler. Hızlıca eve girip üzerimi değiştirdim. Muhtemelen hastalandığı için gelmemişti okula diye düşünerek en kolay çorbalardan birini yaptım. Tepsiye yerleştirdim. Kaşık ve peçeteyi de unutmadım tabi ki. Özenle hazırladığım tepsiyle birlikte evden çıktım kapıyı kapatıp son kez saçlarımı düzelttim. Kapıyı hafifçe tıkladım. Duymuyordu sanırım. Bu kez zile bastım. Yine açmıyordu. Evde değil demek ki diye düşünüp arkamı döndüm eve girip arayacaktım. Daha Bir adım atmadan açılan kapının sesiyle gülümsedim. Yüzümde ki kocaman gülümsemeyle Anıl'a doğru döndüm.
Dur. Ben yanlış kapıyı çaldım sanırım. Ya da hala uykudayım. Kapıyı açan Anıl değil ki. Sarı saçlı yeşil gözlü incecik bir kız duruyor kapıda. Tebessümle bana bakıyor. Baştan aşağı baktım. Üzerinde kısacık penye bir şort ve göbeği göğsünün altına kadar açık bir büstiyer vardı.
Dur. Sakın. Yapma lütfen.
Kalbim durdu sanırım. Tüm vücudum uyuştu. Ellerim titremeye başladı. Kafamdan aşağı neden kaynar sular dökülüyor. Niye kalbimi söküp üzerine basıyorlar şu anda. Bacaklarım size ne oluyor. Niye gövdemi taşımakta zorlanıyorsunuz? Dur bi dakika neden gözlerim kararmaya başladı?

Karşımda duran bu kadında kim? O da benim kim olduğumu merak ediyor heralde.

-İyi misiniz?

Benim dilim lâl mi oldu. Ağzımı çift dikişmi yapmışlar açılmıyor bir türlü. Gözlerim kayboluyor sanki. Karşımda ki kadın hala bana tebessüm ediyor. Kafasını İçeri doğru uzattı;

-Hayatım misafirin var sanırım.

Hayatım mı? Hayat kim? Kimin hayatı? Allahım yardım et. Elini bana uzattı;

-Merhaba bu arada ben Hüma. Siz kimsiniz?

Elimde dumanı üstünde olan sıcacık çorba var. Tepsiye baktım önce sonra yine karşımda duran kadına baktım. Ellerimde ki titreme şiddetini arttırdı. Bacaklarımda eşlik ediyor. Elimde ki tepsi neden bir anda yüz kilo oldu.

Bade karşısında gördüğü bu güzel ve genç hanımı izliyordu. Hüma ise titremeye başlayan Bade'yi. Acısından gözleri kanlanmaya başlamıştı. Sanki yüreğine balyozla vuruyorlardı. Elinde ki tepsi artık bedenine ağır geliyordu. Taşıyamacaktı. Öyle de oldu. Koca binayı inleten bir patırtıyla düştü tepsi elinden. Sıcacık çorba bir çok yerine gelmişti. Yanmıştı ama bedeni değil sadece. yanan aslında yüreğiydi. Bedenindeki yanığı unutturdu. Elleri yine yanıyordu. Yanakları, saçları alev almıştı. Gözleri eriyip önüne dökülecekti neredeyse. O halde bile gözü hala Anıl'ı arıyordu. İçeri doğru baktı. Hatta içeri girmeyi düşündü. Ama bacakları kesilmişti sanki. İlerleyemiyordu.

Ah Hüma. Ah.

Gördünüz mü, bakın insan deli gibi koşmak istediği yere adım bile atamıyormuş bazen.

 

 

 

 

Loading...
0%