@fevkalbeser
|
Dönüşümüzün ardından bir hafta geçmişti. Kontrole gittiğim doktor enfeksiyon riski olduğunu düşündüğü için okula dönmeme izin vermemişti bir türlü. Ne kadar ısrar etsemde Nuh diyor peygamber demiyordu. El mecbur istirahat etmeye devam ediyordum. Yarın okula gidecektim günler sonra. Sanki ilk okula yeni başlayan 1. Sınıf öğrencileri gibi heyecanlıydım. Artık kendimi çok çok iyi hissediyorum. Yaramda acımıyordu artık. Çünkü yaralarımı sevgiyle iyileştiren biri vardı hayatım. Onunla söylediği gibi hayatımda biri yok aslında. Hayatım olmuş biri var. Hemde artık iki adım kadar yakın bana. Kapıyı her açışımda onun ayakkabılarını karşımda görüyorum. Kendimi sonsuz bir güven içinde hissettiyor bana bu görüntü. Bir kaç yıl önceye kadar babamın evde oluşu gibi güvendeyim sanki. Velhasıl bana bir babanın evladına hissettirdiği güveni ve sevgiyi hissettiren bir adamla birlikteyim. Çok şükür. Birazdan bana gelecek. En sevdiği yemek tavuk soteymiş meğer. Elimden geldiği lezzetli yapmaya çalıştım. Beğeneceğini umuyorum. Güzel bir masa hazırladım. Simsiyah masa örtüsü, üzerinde bordo servislikler. Tam ortada iki tane bordo mum. Mis gibi kokluyorlar. Onlar yandıkça ben alevleri yüreğimde hissediyorum. Masa'nın kenarına ona aldığım, hediye etmek istediğim kitap duruyor. Kaç gün geçti bir türlü vermek nasip olmamıştı. Gözümün önünde durması en iyisi olacaktı. Üzerinde, bazı sayfalarında, kan lekeleri var. Ama yine de harika bir hediye olduğunu düşünüyorum. "Hasretinden Prangalar Eskittim." Evet kitap bu. Vurulmadan önce kitapçıdan aldığım kitap. Üzerine dökülen her bir damlam da Anıl'ı seviyordum. Kitabım okuduğum her satırında da. Kapı'nın hafifçe tıklatıldığını duydum. Anıl gelmiş olmalıydı. Balkondan içeri girdim. Rüzgardan dağılan saçlarımı hızlıca düzelterek kapıya yöneldim. Yine derin bir nefes alarak kapıyı açtım. Kocaman bir şakayık buketi karşıladı beni. Pembe tonlarda bir sürü şakayık. Anıl'nı gövdesini büsbütün kapatacak kadar çoklardı. Yavaşça buketi aşağıya doğru indirdi. Önce gözleri sonra da bütün yüzü açığa çıkmıştı. Yüzünde ki kocaman gülümsemeyle; -Çok beklettim mi? Diye sordu. Ellerimi şaşkınlıkla götürdüğüm ağzımdan çektim. -Evet çok beklettiniz beyefendi. Ağaç oldum burada. Bunlar benim için mi? -Eee içeri davet etmeyecek misin? -Ayy haklısın gel lütfen. Şaşırdım birden böyle görünce. -Boşuna o çiçekleri koklama. Salona doğru ilerledim. Sofraya tekrar göz gezdirdim. Hiçbir eksiklik yoktu. Sadece yemek servisi yapmam gerekiyordu. Anıl masa'nın yanına ilerledi. Şaşkınlıkla bakıyordu. Kafasını bana doğru çevirdi. Ben ise çiçekleri nazikçe orta sehpanın üzerine bırakıyordum. -Sevgilim sen neler yapmışsın böyle? -Ne yapmışım? -Neden bu kadar zahmet ettin? Kendini yormaman gerekiyor. -Bu gece "Kendine iyi bakmalısın, kendini yorma, dinlenmen lazım" gibi cümleler duymak istemiyorum. -Çünkü sıkıldım gerçekten. Ben gayet iyiyim. Siz beni hasta edeceksiniz. -Biliyorum beni düşündüğünü ama lütfen. Gerçekten çok sıkıldım bu cümlelerden. Yavaş Adımlarla yanıma kadar gelmişti. Elleriyle iki kolumuda tutup gözlerimin içine baktı. -Neden bu kadar soğuksun. Çok üşümüşsün. -Hava artık balkona çıkılacak kadar sıcak değil. En azından üzerine bir hırka alabilirsin. -Yine aynı elbiseyi giymişsin. -Gitti. İlk gün gibi her görüşümde çok hoşuma gidiyorsunuz küçükhanım. Birlikte el ele masaya geçtik. Yemek servisini yapıp karşı sandalyesine oturdum. -Hadi hadi soğutma. Biliyorum beni çok seviyorsun. -Çok iyi biliyorum. Eee dedim ya bir kere bende sana karşı boş değilim. -Nasıl yani? -Evet baksana tüm cümlelerin bir kadını etkilemeye yetecek kadar şairane. Bir iki çatal aldığı tabaktan kafasını kaldırıp yine şaşkın şaşkın yüzüme bakmaya başladı. Gözlerini kapatıp ağzında ki lokmayı yavaş yavaş çiğnemeye başladı. -Ne beğenmedin mi? Tuzlu mu olmuş? Gözlerini açıp yüzüme baktı. Dudakları yavaşça kıvrıldı. Gözleri ışık ışık bana bakıyordu. Sanki bana değilde içimde ki kendi suretine bakıyordu. -Hayatımda daha önce bu kadar lezzetli bir yemek yemedim. Eline sağlık. -İşten yorgun gelmişim. Kapıyı bana hayatımın şansı dediğim kadın açmış. Herşeyden herkesten uzak, bütün imkansızlıklar hallolmuş. Huzur kokan evimden içeri girip karımın elinden dünyanın en iyi tavuk sotesini yiyormuşum gibi hissettim. -Hmm. Bu bir evlenme teklifi mi? -Provası diyelim. -Ne oldu yanlış birşey mi söyledim? -Yok hayır. Oturduğu sandalyeden yavaşça kalktı. Yanıma gelip dizlerimin önüne çöktü. Ellerimi tutup yüzüme baktı. Suratında ki masum çocukça bir ifadeyle; -Bade seni üzecek bişey yapmam. İnan bana. Bu mutluluğun bozulmaması için elimden geleni yapacağım. Kendini böyle şeylerle üzme artık. -Olurda bir gün bu mutluluğum bozulacak olursa, bilmiyorum işte mesela benden sıkılırsan, ayrılmak istersen bunu beni incitmeden yap olur mu? Üzülmekten çok korkuyorum. -Anlaştık sevgilim. Hadi yemeğimizi yiyelim sonra elinden güzel bir kahve içelim olmaz mı? -Olmaz mı. Olur tabi ki. Tekrar ayağa kalktı. Alnımdan öpüp yerine geçti. Yemeği sessizce yemeye başladık. Gözü bir an masanın kenarında duran kitaba takıldı. Önce kitaba sonra bana baktı. -O nedir? -Kitap. -Kim aldı? Elimle kitaba doğru uzanıp elime aldım. Sardığım hediye paketinden çıkardım. Adını görünce gözleri tekrar gözlerimi buldu. Uzattığım kitabı eline alarak içini karıştırmaya başladı. Beğenmiş olmalı ki yüzünde tebessümle bana doğru döndü; -Çok teşekkür ederim. Çok incesin. -İlk defa okuyacağım zaten. -E okudum dedin ya. -Daha önce okumuştum. Şimdi ise yazılan her bir satırı hissederek, kendim yazmış gibi gözümün önünde senin yüzünle birlikte okuyacağım bu ikisi çok farklı. -Evet. Ben vurulmadan hemen önce almıştım o kitabı. İçini açıp ilk şiirden bir kaç satır okudum hatta. İşte sonra seni aradım sana da okumak için. Sen açmayınca gidip bir banka oturup aramanı bekledim sonrasını biliyorsun işte. Bir iki adım olan mesafemizi kapattım. Burnumu burnuna dokundurdum. Öpeceğimi düşünerek gözlerini kapatmıştı. Sonra eğilip kulağına fısıldadım; -Çok beklersin. Gözlerini hayal kırıklığı ile açarak gülümsemeye başladı. -Yapma şunu. Çok üzdün şu an. -Bade'ye kavuştuk. Bakalım Vuslat'a ne zaman ereceğiz. -Battaniye? -Sana sarılmayı tercih ederim. -O zaman sen bana sarılırsın bende battaniyeye. Masanın kenarında ki kitabı alarak balkona doğru geçti. Bende kahveleri yapmaya başladım. Kahveler hazır olana kadar odama gidip üzerimi değiştirdim. Rahat bir o kadar da kalın birşeyler geçirdim üzerime. Saçlarımı toplamak istiyordum rahat edebilmek için. Hızlıca at kuyruğu yapıp odadan çıktım. Anıl hala balkondaydı. Balkon kapısına biraz yanaşarak onu seyrettim bir kaç dakika. Elinde ki kitabın sayfalarını nazikçe çevirerek okuyordu. Ellerimle hırkayı kollarımın arasına sıkıştırıp kollarımı da önümde bağladım. Başımı sağ tarafıma yatırdım biraz kitabı derin nefesler alarak koklayan Anıl'ı izliyordum hala. Üzerinde ki lekeler hiç umrunda bile değildi. Sırf o lekeler yüzünden vermekten vazgeçiyordum az daha. Hiç umursamıyordu onları. Kahve makinesinden gelen seslerle birlikte dikkatim dağıldı. Hemen fincanlara doldurup, kalınca bir battaniyeyle birlikte balkona çıktım. Kitabı kapatarak masaya bıraktı. Kahveleri servis edip yanına kıvrıldım. Sırtımı göğsüne yasladım. Başımı da omzuna koydum. Battaniyeyi üzerimize örterek serin havayı tamamen saf dışı bırakmıştım. Kahve fincanlarını elimize aldık. Tıpkı kalplerimiz gibi sıcacıktı. Neredeyse on dakika boyunca hiçbirşey konuşmadan öylece oturduk. Sessizliği bozan Anıl oldu. -Yarın okula geliyorsun değil mi? -Evet. Sonunda. -Öyle gerçekten. -Her zaman. -Efendim? -Bu eve taşınarak iyi bişey mi yaptın sence? -Neden? Her istediğimiz de görüyoruz birbirimizi. Kötü bişey mi bu? -Kötü değil tabi ki ama biri görür diye de korkmuyor değilim. -Gözümün nuru korkma. Birşey olacağı yok. Hem olursa olsun. -Kendi okullarımız işte. -Ha birde okullarımız. Dalga geçtiğini anladım. Gülümseyerek koluna vurdum. -Canım acıdı. Ne kadar ağır elin. -Tamam tamam. -Evet. -İstemiyorum çünkü. Ama iş başa düşerse çalışırım. -Aaaa evettttt birde sevgilim varrrr. -Bir saniye bile. -Önemli biri değil canım. İstanbul'dan yakın bi arkadaşım. Ben ararım onu sonra. -Eee telefona bakınca moralin bozuldu. -Birşey söyleyeceğim ama gülme. -Tamam kalkalım. Ama kahven bitmemiş. Bitir önce. Biraz daha böyle oturmuş olurum bende. İyice yanaşıp dibine sokulmuştum. Hem üşümüştüm hemde uykumu burda almak istiyordum sanki. Başımı iyice omzuna yaslayıp. Gözlerimi birazcıkta olsa yummak istedim. Kısık ve insanı sarhoş edecek kadar güzel sesiyle daha önce hiç duymadığım kadar güzel satırlar okumaya başladı Anıl. Hep böyle çocuksu mu bakar senin gözlerin? Hep böyle içinde uzak bir ışık mı yanar? Bakışlarında beni dinlendiren bir şey var; Kıyısındaymış gibi en sakin denizlerin... Bir yelkenliyim şimdi ben senin limanında Fırtınalardan geldim sende dinleniyorum. Bu huzur, bu sessizlik hiç bitmesin diyorum; En eşsiz dakikalar sürsün senin yaninda... Hiç yumma gözlerini, ışığın eksilmesin, Gündüzüm aydınlığım, ipek böceğim benim! Güz bahçemde açılmış o son çiçegim benim! Yorgun kalbim seninle elem nedir bilmesin; Ayırma gözlerimden çocuksu gözlerini, O sakin o yalansız, o kuytu gözlerini. Ümit Yaşar Oğuzcan Bu kadar şiiri, bu kadar kelimeyi hafızasına nasıl sığdırmıştı aklım almıyordu bir türlü. Sanki her satırda bana olan sevgisini haykırmak istiyordu. Sesi titreyerek, çenemden tutup kendisine çevirdi beni önce. Sonra; -Hadi kalkalım artık sen uyu dinlen yarın okulda görüşürüz. -kalmak isterdim ama evde halletmem gereken bir kaç işim var. Hemen uyumayacağım yani. Dedim ya sınavlar yaklaşıyor. Onlarla ilgili. -İnan o kadar dinlendirdin ki beni. Üç gün uykusuz kalabilirim şu an. -Tamam bakalım. Hadi kalkalım. -İyi geceler sevgilim. Seni çok seviyorum. Anıl Bade'nin getirdiği tepsiyi alıp içeri geçti. Masasının üzerinde ki bir kaç kağıdı ve bilgisayarını toplayıp çaydan bir fincan doldurdu. Yavaşça içerken bir yandan da kitaptan gelen kokuyla başı dönüyordu. Eline alıp sayfalarını açtı. Kokladığında Bade'nin kitaba bir kaç dokunuş yaptığını fark edip gülümsedi. İçinde ki kuru gülü eline alıp onu da kokladı. Kendi aldığı güllerden olduğundan adı gibi emindi. Verdiği hediyelere özenle bakılması onu mutlu etmişti. Sonra aklına Bade'den ona kalan bir kaç şeyi de almak için sandalyeden kalktı. Bade'nin kampa giderken otobüste aldığı toka, mutfağı toparladıkları gün düşürdüğü kalem. Hepsini bir araya topladı. Sonra kitaplığın em altında ki çekmeceden çıkardığı eski ahşap kutuyu çıkardı. Her birini büyük bir özenle içine yerleştirdi. Ne de olsa onun için her biri çok önemli şeylerdi. Sonra kitabı aldı eline. Kitaplığının en önemli parçası olacağı belliydi ama kitaplığa koyamayacağı kadar da önemliydi onun için. Onu da kutuya yerleştirdi. Gülü ise " Hasretinden Prangalar Eskittim" adlı şiirin olduğu sayfasına yerleştirmişti. Kutunun kapağını kapattı. Tekrar aynı çekmeyeceye koydu. Gelip oturduğu sandalyeye iyice yaslandı. Elinde ki fincandan bir kaç yudum daha aldı. Sırf Bade yaptığı için, içtiği bitki çayı değilde şarab-ı Kevser'miş gibi geliyordu. Yüzünde ki gülümsemeyi yine telefonuna gelen bir mesaj dağıtmıştı. -Seni aramadığım sürece beni aramamanı söylemiştim. İşlerim var sınav hazırlıyorum. Müsait değilim. Ben sana dönüş yaparım. Şimdi iyi geceler. Kim olduğunu kendisi bile bilmiyordu belli ki. Ama canını sıkmaya yetiyordu. Canı sıkkın bir şekilde yatağına geçti. Kafasında dönen şeyleri bırakıp uykuya dalamıyordu bir türlü. Bade çoktan uyumuştu ama Anıl o kadar şanslı değildi. Döndü durdu yatakta. Sonunda kendisini teslim etti uykuya. Ama uykuda bile düşünüyordu. Ne düşündüğünü kendisi bile tasavvur edememişti daha. Çalan alarmın sesiyle ürkerek uyandı Bade. Hiç uyanmak istemiyordu bu sabah. İki haftanın sonunda Bugün ilk defa erken uyanıyordu. Zorda olsa doğruldu yattağından. Hızlıca duşa girdi. Saçlarını uzun uğraşlar sonunda kurutup, yine dalga dalga yaptı. Kıyafetlerini giyindi. Yüzünde ki solgunluğu gidermek için yok denilecek kadar makyaj yapmıştı. Mutfağa gidip kendisine hızlıca kahvaltı hazırladı. İştahı iyice keislmişti şu günlerde. Hızlıca bir iki lokma atıştırdıktan sonra dişlerini tekrar fırçalayıp evden çıktı. İki kapıda aynı anda çarpmıştı. Anıl'da aynı anda kapısını çekmişti. Hala rüya gibiydi. Aynı evden çıkar gibi hissettiler kendilerini. Göz göze geldiler. Anıl Bade'ye yaklaşıp önüne düşen bir tutam saçını kulağının ardına sıkıştırdı. Eğilip yanağından öptü. Bade hemen aşağı katlara doğru bakıp Tekrar Anıl'ın gözlerine baktı. Parmak uçlarına basarak anca yetişebildiği yanağına küçük bir Buse kondurdu. Kısıkça bir sesle; -Günaydın sevgilim. -Bilmem üşüyeceğimi düşünmüyorum. -Üçüncü ders sevgilimle görüşmeyi planlıyorum. Olamaz mı? -söylemiştim hatırlamıyor musun? -Hatırlamıyorum. -Yok artık. Yeşil rengi sevdiğini biliyordum. Sadece küçük bir şaka yapmak istemiştim. Sonunda o da şaka yaptığımı anlamıştı. Gülücüklerimiz binayı doldurmaya başlamıştı. Ve aşağıdan bir ses yükseldi; -Bade, hadi gelmiyor musun okula? Birlikte çıkalım. Bu Gül ablaydı. Sesimizi duymuş olmalıydı. Herşeyi kısık sesle konuşmuştuk. Eminim onları duymamıştı ama gğlücüklerimize şahit olmuştu belli ki. Ben önde Anıl arkada merdivenden indik aşağı doğru. Gül abla ayakkabılarını giyiniyordu. Kafasını kaldırıp ikimize birden baktı; -Ooo Anıl hocam sizde mi oradaydınız. Bende diyorum bu kız sabah sabah niye gülüyor. Hayırdır neye gülüyordunuz? Anıl'la birbirimize baktık ne diyeceğimi bilemedim o an. Yüzümüze bakan Gül abla cevap bekliyordu. Söze Anıl girdi; -Bade bir rüya görmüşte onu anlattı hocam. Ona gülüyorduk. -Gül abla rüyamda ben prensesmişim. Saçlarımı kuleden aşağı sarkıtıp prensimi bekliyormuşum. Sonra bi bakmışım aşağı doğru yemyeşil bir dev saçlarımdan yukarı doğru tırmanıyor. Anıl hocayı kapı da görünce o deve benzettim de ona gülüyordum. -Hahahaha. Bade herhalde gece üstün açılmış. Bu nasıl rüya. Anıl şok içinde anlattıklarımı dinliyordu. Gül ablayla gülüşerek onu arkamızda bırakıp binadan çıkmıştık. Arkamızdan yetişip -Gül hocam birlikte gidelim isterseniz. Birlikte arabay bindik Gül abla ve ben arkaya oturmuştuk. Sanki hiç ön koltuğuna oturmamışım gibi arka da çekingen oturuyordum. kafamı sağa sıla çevirerek gülümsüyordum. Anıl dikiz aynasından bana bakıyordu. O da gülümsüyordu benim gibi. Gül abla telefonunda ki bir kaç fotoğrafı açıp bana gösterdi. Bunlar gelinlik fotoğraflarıydı. Gözlerimi kocaman açıp; -Bensiz gidip seçtin mi yoksa? -Hayır ya. Seçmedim daha nasıllar sence. Kafam da oturan bir model yok. Bunlardan bir kaçını beğendim. Gösteriyorum işte. Beğendin mi? -Ayyy hepsi çok güzel. Ben daha heyecanlıyım. Sen nasıl böyle duruyorsun. Anıl hemen söze karışarak; -Hayırdır niye öyle hayretle telefona bakıyorsunuz. -Amin. Hiç fark etmeden okulun bahçesine gelmiştik bile. Arabayı park ettikten sonra indik arabadan. Hep birlikte okula girdik. Beni gören herkes hızlı adımlarla yanıma gelmeye başladılar. Belli ki bir sürü soru soracaklardı. Bazıları acır gibi bakıyorlardı. Etrafımı dolduran sınıf arkadaşlarım ve bir kaçta tanımadığım kişi tarafından soru yağmuruna tutumuştum bile. Hep bir ağızdan konuşuyorlardı. Gül abla ve Anıl ise kenarda bizi izliyorlardı. -Canın acıyor mu hala? -Kurşun içinde mi hala? -Bade vurulmak nasıl bi duygu? -Çok korktun mu? -Niye seni vurdular? Ve bunun gibi bir sürü soru daha. Bazı sorular çok şaçma, bazı sorular cevap verilebilecek cinsten bile değil. Hepsinin yüzüne tek tek baktım. Kızacağımı düşündükleri için hepsi birden susmuştu. Ben ise gülümsedim ve nazik bir ses tonuyla; -Arkadaşlar hepsine birden nasıl cevap verebilirim. Biraz sakin olun lütfen. Çok iyiyim merak etmeyin. Canım acımıyor artık iyileşti yaram. Kurşun içinde değil. Ameliyatla çıkarmışlar. Vurulmanın bi duygusu yok bilmiyorum yani. Evet çok korktum ama geçti sonra. İnanın beni niye vurduklarına ben bile henüz vakıf değilim. Beni düşündüğünüzü biliyorum ama gerçekten iyiyim. Okula da döndüm artık merak etmenize gerek yok. Bu kadar özlediğinizi bilsem daha önce gelirdim sizi ziyarete. -Bade bir kere yarana bakabilir miyim, Hiç kurşun yarası görmedim. O an gözüm Anıl'a kaydı. Kıpkırmızı olmuş vaziyetten Özgüre bakıyordu. Bu soru sinirlendirmişti belli ki onu. Hemen yanıma doğru geldi. Gül abla ise hala olan biteni seyrediyordu. Anıl; -Yok artık. Yaraya bakmak ne demek özgür? Bazen ne soracağınızı şaşırıyorsunuz gerçekten. -Tamam hocam kızmayın. Bakmamakta olur. Gül abla hemen yanımıza gelerek; -Çocuklar hadi soru sormayı bırakıp sınıflarınıza geçin artık. Bade 'ye tekrar hatırlatmanız hiç hoş olmaz zor günler geçirdi biliyorsunuz. Bir kaçı "haklısınız hocam" diyerek yanımızdan uzaklaşmaya başladılar. Yakın iki sınıf arkadaşım Olan Ebru ve Sude, birde Özgür hala yanımda bekliyorlardı. Gül abla bana bakıp gülümseyerek yukarı çıkmıştı. Anıl ise hala yanımda bekliyordu. Ellerini arkada birleştirmişti. Acaba şu an kendisini yakın korumam olarak görüyor olabilir miydi? Birde simsiyah giyinmiş. Yakışıklı korumam benim. -Hocam sınavlar başlıyor. Dün ben sorduğumda söylememişti. İşine olan saygısı beni daha da çok etkilemişti. Belki başkası olsa soruları bile söyleyebilirdi. Ama konulardan bile bahsetmedi bana. Gerçekten helal olsun. Anıl koridorda koşturan bir kaç öğrenciye bağırdı. Nöbetçi öğretmenin gelmesiyle birlikte o da yavaşça yukarı doğru yürümeye başladı. Bana doğru dönüp; -Hadi iyi derler hepsinize görüşürüz. Dikkat et kendine Bade. -Hala inanamıyorum. Sen vuruldun ha. -Ben bugün burada otursam olur mu? -Olurda neden? -Baştan anlaşalım, derste sakın beni rahatsız edecek şekilde konuşma olur mu? Malum kaynatmaya çalışıyorsun her dersi. Hoca'nın gelmesiyle sınıftaki sesler kesilmişti. Günaydın dedikten sonra masasına geçti. Defteri doldurup bana baktı. Biraz benimle sohbet etti öncelikle. Nasıl olduğumu, yaramın durumunu ve son olarakta herhangi bir durumda kendisine haber verebileceğimi söyledi nezaketen. Tatlı bir kadındı. Ama biraz sinirli bir hocamızdı. -Hocam bi kere yarasına bakalım dedim göstermek istemedi. Çok merak ettik ya. -Özgür, oğlum kız sırtını açıp niye sana göstersin. Saçma saçma konuşma. Hem ne yarası geçmiş gitmiş işte Allah Şükür. Saçmala -Sırtında mı kız senin yaran? -Sen nerede sanıyordun? -Ne biliyim kolunda faln sanıyordum. -Maalesef kolumda değil Özgür. Bütün sınıf hoca da dahil kahkaha atmaya başlamıştık. Hocanın susmamız için yaptığı hareketi görünce hepimiz ağızlarımızı kapatıp derse geçtik. Daha bir hevesli dinliyordum dersi. Özlemişim sanırım. Birinci ders bitti. İkinci derste sonunda Edebiyat dersine gelmişti sıra. Teneffüslerde dışarı çıkmadım hiç. Bu yüzden Anıl'ı görmemiştim. Zilin çalmasıyla birlikte Anıl kapıda belirdi. Elinde ki kâğıtlarla birlikte masanın önüne gelip selam verdikten sonra oturdu. Özgür'ün yanıma oturmasına şaşırmıştı. Defteri doldururken gözü sürekli bizim üzerimizdeydi. Önümde ki defteri inceliyordum ben. Özgür ise yine arka sıralara laf atmakla meşguldü. Anıl defteri kapatıp Getirdiği kâğıtları eline alarak ayağa kalktı. -Hocam ön sıraya oturdum fark ettiyseniz. -Hocam Bade'nin dersleri iyi onunla oturursam belki bana da bulaşır diye düşündüm. Özgür ayaklanıp kâğıtları herkese dağıttı. Anıl tekrar sandalyesine geçti. Ellerini önünde birleştirerek sınıfı izliyordu. Önüme gelen testi çözmeye başladım hemen. Sanırım Anıl'ı düşünmediğim tek saatler ders çalıştığım saatlerdi. Yanımda olması bile konsantre olmama engel olamıyordu. Ben okumayı, ders çalışmayı çok seviyordum. Hala da öyle. Yirmi soruluk bir testti on dakika da çözdüm bütün soruları. Kalemimi kâğıdın üzerine bırakıp geriye yaslandım. Herkes testi çözüyordu. Anıl'ın gözü önümde ki teste takıldı. Gözüyle çözmem için işaret verdi. Bende kağıdı ona uzatıp bittiğini gösterdim. Kısa süre de bitirmeme şaşırmıştı. Elimde ki kağıdı alıp kontrol eder gibi baktı herbir soruya. Sonra kalemini eline alıp kâğıdın en altına bişeyler yazmaya başladı. Özgür ise o arada koluma vurup önünde ki soruyu gösteriyordu. -Kanka şuna bak bi cevap hangisi olacak. Bütün şıklar birbiriyle aynı. Kalemi elinden alıp kağıdı ortaya doğru çektim. Soru üzerinden göstererek anlatmaya başladım. Anıl bizi izliyordu, Özgür gerçekten dinliyordu beni. Cevabı ortaya çıkardıktan sonra özgüre baktım. -Anladın mı? -Valla anladım. -Anıl hoca anlatınca hiç anlamamıştım. Şimdi şıp diye anladım. Sen daha iyi anlatıyorsun. -Hepsi doğru. Tekrar gurur duydum seninle. Yüzüne bakıp gülümsedim. Çantamdan kitabımı çıkarıp diğerleri bitirene kadar okumak istiyordum. Kaldığım sayfayı bulup okumaya başladım. Özgür sürekli beni dürtüyor soruların cevaplarını istiyordu. Komik çocuk olsa da Anıl hiç gülmüyordu. Öğretmen masasından ayağa kalktı. Özgür'ün yanına kadar geldi. Sınıfa doğru dönerek; -Zil çalmasına beş dakika kaldı. Bitmedi mi hala? Bitmedi diye sesler yankılanıyordu. -Diğer ders çözmeye başlayacağım. Bitiremeyenler teneffüste bitirsin. Özgür -Efendim hocam? -Ben de geliyorum seninle. -Yanlış anlamayın ama siz niye götürmüyorsunuz? -Bilmem senin götürmeni istedi canım. -Bade yanlış anlamazsan bişey soracaktım sana. -Sor tabi. -Hani senin yakın bir arkadaşın varya Melisa. -Ali Eren. Biz sohbet ederken arkamızdan yaklaşan haykırma sesleriyle irkildik. Daha kafamızı çevirip bakmaya fırsat olmadan top oynayan çocuklardan birinin bize hızlıca çarpmasıyla Ebru bir tarafa ben bir tarafa savrulduk. Çocuk yere düşmüştü. Bizim ise elimizde ki kahveler üzerimize boşalmıştı. Sırtımda ağrımıştı çarpmanın etkisiyle. Herkes bağrışıyordu. Yere düşen çocuk ağlamaya başlamıştı. Anıl ve diğer hocalar koşarak yanımıza geldiler. Anıl önce yerdeki çocukla ilgilendi. Bir yeri kırılmamıştı ama bacakları kanıyordu. Diğer hocalar çocukla ilgilenirken Anıl telaşla ayağa kalkıp yanıma geldi; -İyi misin? Bileyin var mı? Ebru ya da bakarak konuşmaya başladı bu kez. Anıl hemen kolumdan tutup sırtımı çevirdi. Ağrı vardı ama kanayacağını sanmıyordum. Sonuçta yara bile kapanmıştı neredeyse. Anıl'ı konuşmasını bekliyordum. İyice inceledi sırtımı. -Yok kan lekesi değil bu. Ne lekesi olduğunu anlayamadım. -Başka ne yapabiliriz Ebru? Önemli mi kıyafetimiz. Boşver. -İyi misin ağrın oldu mu? -Yok hocam. İyiiym. Hep birlikte testi sesli bir şekilde çözdük. Anıl'ın dersinin ardından Matematik dersi vardı. Beş altı yedi derken son dersete bitmişti. Üzerimde ki lekeli kıyafetlerden bir an önce kurtulmak istiyordum. Hızlıca okuldan çıkıp eve doğru yürümeye başladım. Melisa'yla dışarı çıkmak istiyordum. Belki bir kaç alışveriş yapardık birlikte. Telefonumu çıkarıp aradım. Bir saat sonra dışarda buluşmak için sözleştik. Eve girip hemen duş aldım. Üzerimi giyinip saçlarımı kuruttum. Saçımın ortasına yeşil bir bandana yerleştirip geri kalanını yan tarafımda toplayıp ördüm. Hafif bir makyaj yaptım. Bej tonlarında triko elbisemi giymiştim. Diz kapağımın altına kadar uzanıyordu elbisenin boyu. Bandanayla aynı renk olan çantamı çarpmaz şekilde taktım. Beyaz spor ayakkabıyla birlikte harika bir kombin yapmıştım. Kulaklarıma da orta boy halka küpe. Harika oldu. -Ne yapıyorsun dur. -Ne süslenmesi, yok öyle bişey. -Çabuk gel. Bugünde ben sana yemek yapacağım. Birlikte yeriz. Hem daha evi bir kez bile görmedin. Gelir görürsün. -Tamam bakalım. Alnımdan öperek ellerini belinden çekti. Bende onu yanağından öptüm. Sonra hızlı adımlarla aşağı indim. Melisa'nın yanına gidene kadar da dedemi arayıp konuşmuştum. Bugün yoğunluktan kendisi arayamamış. Yol boyunca sohbet ettik. Nihayet Melisa'nın yanına varmıştım. Bu kızı her gördüğümde mutluluk hormanu salgılamam normal mi? Çok seviyorum sanırım. Tabi ki o da beni çok seviyor bundan da eminim. Arkadaşım çok güzel bir kızdı. Omuzlarına kadar olan kıvırcık simsiyah saçları vardı. Melek gibi bir yüzü vardı. Dışardan her ne kadar soğuk görünse de içi kıpır kıpır çok neşeli bir kızdı. Hemen arkasından yaklaşıp kulağına eğildim; -Çok güzelsiniz hanımefendi tanışabilir miyiz? -Ahhhh çokkk acıdı manyak mısın sen? -Kaşındın ama. -Bilmem önce oturalım mı yoksa bir kaç mağazaya bakalım mı? Birlikte bir kaç mağaza dolaştık. İkimizin de zevki çok farklıydı. Benim beğendiklerimi O, onun beğendiklerini ben beğenemiyordum bir türlü. Ufak tefek anlaşmazlıklar yaşıyorduk aramızda. Aklım hala Ebruyla konuştuklarımızdaydı. Melisa'ya söylemeli miydim? Yoksa olacakları kenardan izlemeli miydim? Gerçekten bilmiyorum. Doğrusu beklemek olacaktı sanırım. En azından Abisi herşeyi kendisi anlatmalı. Bu onun hakkıydı. Birşey söylememeye karar verdim. Bir kaç parça bileyler almıştık sonunda. Mağazadan çıkıp aynı cadde deki diğer mağazalara doğru ilerledik. Küçük bir butiğin vitrinin de ki elbiseye takıldı gözüm. Yeşil, dirseğe kadar olan kolları, diz altına kadar uzanan eteği, ve diz üzerine gelecek kadar yırtmacı olan harika bir elbiseydi. Yeşilin belki de en güzel tonu olabilir. Anıl yeşili çok seviyor. Eminim bu elbiseye bayılırdı. Tabi içinde ben olduğum sürece. Önünden geçmek üzere olduğumuz butiğe geri dönüp hemen içeri girmiştim. Hiç vakit kaybetmeden elbisenin Otuz altı bedenini rica ederek deneme kabinine girdim. Elbise sanki üzerime göre dikilmiş gibiydi. Boyu, belime yerleşme noktasına kadar herşeyi mükemmeldi. Ömrümde ilk defa bir elbiseye aşık olmuştum. Kabinden çıkıp Melisa'ya doğru yürüdüm. Beni görür görmez gözleri fal taşı gibi açıldı. Dudaklarını büzerek ıslık çalmaya başladı. -Kızım bu nasıl güzellik böyle. Harika olmuş. Tekrar kabine dönüp kendi kıyafetlerimi giyindim. Hızlıca kasaya ilerleyip ödemeyi yaptım. Kendimi çok güzel hissetmiştim elbisenin içinde. Kesinlikle içime sinen bir alışveriş olmuştu. Ama elbise de küçük bir eksik vardı. Bir aksesuarla tamamlanması gerekiyordu. Kare yakası vardı. Bu yüzden de en iyi aksesuar fulâr olabilirdi. Hemen gördüğüm ilk bujiteriye girdim. Burda olması muhtemeldi. Elbisenin rengine en yakın tonda ki fulârı aldım. İçinde birazcıkta bej rengi vardı. Kesinlikle dünyanın en iyi kombinini yaptığımı düşünüyorum. Bu akşam Anıl'a yemeğe giderken giyebilirdim elbiseyi. Aklıma gelen bu fikirle gitmeye daha çok heves etmiştim. Melisa da alışverişini tamamlayınca birer kahve alıp her zaman geldiğimiz sahile gelmiştik. banklardan birine oturduk. İşlerimizi halletmiştik, şimdi sıra birazcık muhabbet etmeye gelmişti. Melisa sahile doğru derince bir nefes almıştı. Belli ki bir sıkıntısı vardı. Nefes alışından anlamıştım. -Ne oldu? -Yok bişey bebeğim içim daralmış. -Şu üniversite işine canım çok sıkılıyor. -Çok çalışıyorum ama istediğim bölüm gelir mi bilmiyorum. Stres içindeyim daha şimdiden. -Kızım ne kadar çalıştığımı görüyorlar. Bende bir bahtsızlık var herhalde. Bir türlü olmuyor. -Dedim bile. Ahahha -Aman Badeee. -Kim bilir belki seni daha çok sever birbirlerine. -Hmm aklında bir aday mı var? -Yok canım dedim ya his sadece. -Örnek veriyorum. -Bilmem olabilir. Ayy biliyo musun burda da bir kaç polis gördüm Maşllah yani Allah bağışlasın hepsi taş gibi. İkimizde gülüşerek birbirimize baktık. Sonra Melisa tekrar söze girdi; -Eee sen anlat sen hangi bölümü okumak istiyorsun? -İkisi de bana göre değil. Birinin çalışma saatleri çok fazla, diğeri desen tamamen vicdanen yapılması gereken bir iş hemde soğuk kanlılık gerektiriyor. Bende yok o maalesef. -Rüya gibi. Şimdi mesafe de yok. Korkuyorum ama yine de harika bir rüyadaymışım sanki. Uyanmaktan korkuyorum. -Bir dur bakalım. Hemen öyle şeyler düşünmüyorum . -Sus sus. -Hemde nasıl. Sanki onu görünce kalbim yerinden çıkacakmış gibi oluyor. Elim ayağım birbirine dolaşıyor. Birde böyle arada şiir falan okuyor. Kendimi zor tutuyorum gerçekten. -Asla öyle düşünme. Boşver bu senin hayatın. Emin ol doğrusu da bu. -Beni arasa Melisaylardayım derim olur mu? -Ayy inşallah gelmez. Gelirse de bakkala indi şimdi dersin. Haber verirsin gelirim hemen. Otueduğumuz yerden kalkıp eve doğru yürümeye başladık. Saat 7 olmuştu bile. Nasıl geçtiğini bir türlü fark etmemişiz saatin. Hemen eve gelip üzerimi değiştirdim. Aldığım elbiseyi ütüleyip giyindim. Saçlarımı her zaman ki gibi dalgalı yapıp salmıştım. Boynuma fuları güzelce dolayıp fiyonk yapmıştım. Dudağıma belli belirsiz ruj sürdüm, yanağıma yine pembe tonlarda biraz allık. Aynaya baktığımda mükemmel görünüyordum. Belki de bana öyle geliyordur bilmiyorum. Elim boş gitmek istemediğim için evin yan tarafında ki pastaneden tatlı almıştım. Onu da güzelce servis tabağına hazırlayıp evden sessizce çıkıp kapıyı kapadım. Ev terliklerimle birlikte Anıl'ın kapısına koşmuştum. Yavaşça tıklatıp açılmasını bekledim. Çok geçmeden kapı açılmıştı. Anıl da tıpkı Melisa gibi gözlerini kocaman açmış bana bakıyordu. Bu kadar hazırlanacağımı düşünmemişti belkide. Oysa kendisi de hazırlanmıştı. Tesadüf o ki üzerine yeşil bir tişört, altına da açık renkli bir pantolon giymişti. Bende ona şaşkınlıkla baktım. Hala dışardaydım. Beni içeri almayacaktı sanırım. Elini uzatıp elimi tuttu. Beni içeri doğru çekti. Kapıyı kapatıp beni kapıya yasladı. Nefesi hızlanmıştı. Benimde öyle. Yakınlaşmamızın etkisiyle göğsümüz kocaman şişip iniyordu. Gözlerimin içine bakıyordu. Ellerim yine yanıyordu benim. Ellerime ne oluyorsa bir türlü anlamadım gitti. Alev almışlardı sanki. Gitgide yaklaşıyordu. Gözleri dudaklarıma kaymıştı. Neredeyse birbirine değmek üzereydi. Gözlerimi kapatıp kendimi olacaklara teslim etmiştim. Birden gülmeye başladığını duydum. Gözlerimi açtığımda benden uzaklaşmış. Tam ortamızda duran bana yaklaşmasını engelleyen elimde tuttuğum tatlı tabağına bakıyordu. Onun elimde olduğunu tamamen unutmuştum. Elimle gözlerimi kapatıp bende gülmeye başladım. Anıl tabağa bakıp hayıflanıyordu belli; -Bir tabak Tatlı bir insanı ancak bu kadar sinirlendirebilirdi. Söylediğim cümlenin sonunun farklı yerlere gittiğini fark edip hemen çenemi kapamıştım. Sözüm yarıda kesilmişti. -Eee yine? -Bişey yok. Yine abarttın diyecektim. -Ayyy hadi bana evi gezdir. Kapıda mı bekleyeceğiz böyle? -Tamam gel hadi. Aman tabağını unutma amannn. Elimden tutmuştu. Salona doğru ilerledik. Burası daha büyüktü diğer evinden. Ferah az eşyası olan bir salondu. Köşe koltuk devasa kitaplık. Küçük bir sehpa ve son olarakta yemek masası. Salonun büyüklüğü eşyaları küçültmüştü sanki. Yine olabildiğince temiz ve düzenliydi. Gözlerim harika kokular gelen yemek masasına kaydı. Elimden tutup tekrar peşinden sürüklemeye başladı beni. Mutfağa gelmiştik. Mutfakta gayet düzenli ve tertipliydi. Buzdolabına kaydı gözlerim. Gözlerimi hayretle açtım. Elini bırakıp açıkta kalan ağzımla birlikte dolaba doğru yaklaştım. Hayretle kafamı Anıl'a çevirdim. Hala ağzım yarı açık haldeydi. Buzdolabının üzerinde sosyal medya da olan bütün fotoğraflarımın küçük halleri vardı. Magnet şeklinde duruyorlardı öylece. Elimle bir kaç tanesini toplayıp inceledim. Anıl mutfak masasına oturup beni izliyordu. -Ne yapmışım. Sevdiğim kadının fotoğraflarını her baktığım yerde görmek istemem suç mu? -Söyle ömrümün baharı. -Ben seni çok seviyorum. Çok aşığım sana. -Burada da görmeni istediğim biley var. Yanlış anlama o yüzden getirdim seni odaya. -Gir bakalım. -Ne eee görmüyor musun? -Görmüyorum. Aşkından gözüm kör mü oldu sahiden? -Ahahah Bade gerçekten beni mest ediyorsun. Biraz daha bakın. -Asla. Gel yanıma. -Açabilirsin. Anılın naif sesiyle açtım gözlerimi. Oda da loş bir ışık hakimdi. Yine şaşkınlıkla etrafıma bakıyordum. Pek bişey gözükmüyordu. Gözlerim derhal tavana doğru kaydı. Elimle ağzımı kapattım. Koca tavanda benim resmim vardı. Nasıl yaptığını anlayamadım. Ama loş ışıklar arasında kocaman sadece omuzlarımdan yukarısı gözüken bir resmim. Saçlarımın her teli belli. Kirpiklerimin her tanesi özenle çizilmiş. Dudaklarım. Burnum. Herşey. Sanki aynaya bakıyordum. Hayretle Anıla döndüm yine. Tavanı izliyordu büyük bir zevkle. -Aslında resmini çizmedim. -Deli misin bayıldım. Bayıldım da olmaz bunu kaldırman lazım. Anıl arkasına gizlediği kumandayı çıkardı. Ufak bişeydi. Birkaç tuşa bastı. Resim kayboldu o an. Işığı açtı tekrar. Tavana baktım hiçbirşey yoktu. Ben delirdim mi acaba? Kafayı yediğim kesin. -İnek aldı dağa kaçtı. Eliyle belimi kavradı. Kendine doğru çekti beni. Aramızda ki mesafeyi tek hareketiyle sıfıra indirmişti. Kollarımı boynuna doladım. Alnını yine alnıma dayadı. -Zaten delirmedik mi? -Delirdik sanırım. Yaptığımız herşey delilik. Şu an burada olmam bile delilik. Senin yanında, kollarında. -Hmm -Bende korkuyorum. -Evet. Hala aynı şekilde duruyorsun. Kokusunu içime çekiyordum hala. Gözlerimiz kapalı sadece yüreğimizin sesini dinliyorduk. İçimden yine ona dünyanın en güzel aşk şarkılarını haykırmak geliyordu. Kısık ve titreyen sesimle aklıma gelen ilk şarkıyı söylemeye başladım; Bana öyle bakma, anlayacaklar. Bana öyle yaklaşma, bana öyle dokunma. Olduğumuz yerde sadece duruyorduk. Gözlerimi açıp Anıl'a baktım. Alnımı alnından ayırdım. Elini tutum. Salona doğru yürüdüm. -Çok acıktım. Hadi yemeğimizi yiyelim olur mu? Anıl mutfakta hazırladığı yemekleri servis etmeye başladı. Bende kalkıp ona yardım ettim. Birlikte güzel vakit geçiriyorduk. Yemeğimizi yedik, kahvemizi içtik, herşeyden, her meseleden bahsediyorduk birbirimize. Sayısız kahkaha, sayısız tebessüm, sonsuz sevgiyle geçti tüm gece. Koltuğa uzanmıştık. Üzerimize küçük bir battaniye örtmüştük. Saatin epey geç olduğunu fark ettim. Uzandığım göğsünden doğruldum; -Ben gideyim artık. Saat çok geç olmuş. Yarın okul var malum. Uyanamayacağız. Birlikte kapıya doğru ilerledik. Kapının kulpunu çevirmeme fırsat vermeden yine kolumdan tutup kapıyla kendi arasında bırakmıştı beni. Gözlerime bakıyordu. Bir elini kapıya yasladı. Diğer eliyle saçlarımı düzeltti. Baş parmağını kaşlarımın kenarından dudağıma doğru indirdi. Yüzün ateş gibi olmuştu yine. Kalbim güm güm atıyordu. Eğildikçe eğildi. Dudağımın kenarına küçük bir öpücük kondurdu. Dudağımdan çektiği eliyle boynumda ki fuları çözdü birden. Eline aldığı fuları arkasına sakladı. Benden uzaklaşarak; -Madem sen gidiyorsun. En azından bu bende kalsın. -Kokunda boğulurum belki. Hızlıca kapıdan çıkıp kendi evime girdim. Yoksa koparmayacaktım. O kadar yorgunum ki bunu Anıl'ın yanından ayrılınca fark ediyorum hep. Bu adam da dinlendirici bişeyler olmalı. Az önce kendimi kuş gibi hissediyordum şimdi ise koca bir fili sırtlamış gibiyim. Hemen üzerimi değiştirip yatağa atlamıştım resmen. Uyku beni aynı dakika ele geçirmişti. Hangi ara sabah oldu bir türlü anlamadım. Hiç uyumamış gibi yorgundum. Saat 7.5 olmuştu bile. Hızlıca kalkıp hazırlandım. Mutlu olmam gerekiyordu ama bugün pek modumda değildim. Bir kaç biley atıştırıp evden çıktım hızlıca. Anıl'ın kapısı açılmamıştı bugün. Ben ise geç kalmak üzereydim. Koşar adım okula doğru ilerliyordum. İlk derse zar zor yetişmiştim. Üzerimde kırk yıllık uykusuzlukla dik durmaya çalışıyordum. Zil çalmıştı. Kantine inip en azından uykumun açılması için bi kahve almak istiyordum. Anıl'ı görmemiştim henüz hem onu da görmüş olurdum. Kahvemi alıp bahçeye çıktım. Etrafa göz gezdirdim ama göremiyordum bir türlü. acaba bişey mi oldu diye endişelenmeye başlamıştım. Ders zilinin ardından hızlıca sınıfa çıktım. Telefonumu elime alıp Anıl'a mesaj attım; -Nerelerdesin sevgilim. Göremedim seni? Telefonun ekranı birden bire karardı. Tabi yaa dün dalgınlıkla şarja takmayı unutmuştum. Yapacak birşey yoktu. Nasıl olsa diğer teneffüs görürüm diye düşündüm. Ama düşüncelerim boşa çıkmıştı. Gün boyu bir kez bile görememiştim. İyice endişelenmeye başlamıştım. Son derse girmiştik ama hala yoktu okulda. Acaba hasta falan mı diye düşünüyordum. Bir an önce eve gitmek istiyordum. Dersin yarısında uyumuşum hatırlamıyorum bile. Çalan zilin melodisiyle gözlerimi araladım. Hızlıca eşyalarımı toplayıp okuldan ayrıldım eve doğru yürürken Gül abla ve Talha abi arabayla yanımda durdular; -Eve mi gidiyorsun Bade? -Evet Gül abla. Nasılsın Talha abi? -İyiyim güzelim sen nasılsın? -İyiylm bende Teşekkğr ederim. Siz nereye böyle? -Biz düğün için halledilmesi gereken bir kaç önemli işi halledeceğiz. İstersen seni eve bırakalım. -Birşey olduğu yokta sizlere danışmam gereken bir kaç konu var. Siz benim Nedimem değil misiniz? -Tabi ki geliriz. Memnuniyetle. Beni evin önünde indirip yollarına devam ettiler. Hızlıca eve girip üzerimi değiştirdim. Muhtemelen hastalandığı için gelmemişti okula diye düşünerek en kolay çorbalardan birini yaptım. Tepsiye yerleştirdim. Kaşık ve peçeteyi de unutmadım tabi ki. Özenle hazırladığım tepsiyle birlikte evden çıktım kapıyı kapatıp son kez saçlarımı düzelttim. Kapıyı hafifçe tıkladım. Duymuyordu sanırım. Bu kez zile bastım. Yine açmıyordu. Evde değil demek ki diye düşünüp arkamı döndüm eve girip arayacaktım. Daha Bir adım atmadan açılan kapının sesiyle gülümsedim. Yüzümde ki kocaman gülümsemeyle Anıl'a doğru döndüm. Karşımda duran bu kadında kim? O da benim kim olduğumu merak ediyor heralde. -İyi misiniz? Benim dilim lâl mi oldu. Ağzımı çift dikişmi yapmışlar açılmıyor bir türlü. Gözlerim kayboluyor sanki. Karşımda ki kadın hala bana tebessüm ediyor. Kafasını İçeri doğru uzattı; -Hayatım misafirin var sanırım. Hayatım mı? Hayat kim? Kimin hayatı? Allahım yardım et. Elini bana uzattı; -Merhaba bu arada ben Hüma. Siz kimsiniz? Elimde dumanı üstünde olan sıcacık çorba var. Tepsiye baktım önce sonra yine karşımda duran kadına baktım. Ellerimde ki titreme şiddetini arttırdı. Bacaklarımda eşlik ediyor. Elimde ki tepsi neden bir anda yüz kilo oldu. Bade karşısında gördüğü bu güzel ve genç hanımı izliyordu. Hüma ise titremeye başlayan Bade'yi. Acısından gözleri kanlanmaya başlamıştı. Sanki yüreğine balyozla vuruyorlardı. Elinde ki tepsi artık bedenine ağır geliyordu. Taşıyamacaktı. Öyle de oldu. Koca binayı inleten bir patırtıyla düştü tepsi elinden. Sıcacık çorba bir çok yerine gelmişti. Yanmıştı ama bedeni değil sadece. yanan aslında yüreğiydi. Bedenindeki yanığı unutturdu. Elleri yine yanıyordu. Yanakları, saçları alev almıştı. Gözleri eriyip önüne dökülecekti neredeyse. O halde bile gözü hala Anıl'ı arıyordu. İçeri doğru baktı. Hatta içeri girmeyi düşündü. Ama bacakları kesilmişti sanki. İlerleyemiyordu. Ah Hüma. Ah. Gördünüz mü, bakın insan deli gibi koşmak istediği yere adım bile atamıyormuş bazen.
|
0% |