Yeni Üyelik
25.
Bölüm

Sensiz aşkı neyleyim.

@fevkalbeser

Bu gece saatler sanki saniyerler gibi geçmişti. Çoktan güneş doğmuş, ıssız sokaklar artık kalabalıklar içinde kalmıştı. Gözlerini ilk açan Bade olmuştu. Dün gece nasıl uyudularsa hala aynı şekilde uzanıyorlardı. Anıl'ın kolları arasında, tıpkı küçük bir çocuk gibi, fırtınalardan zorluklarla sıyrılmış küçük bir balıkçı teknesi gibi, yeni doğup annesinin sıcaklığında gözlerini yeni dünyaya açan kediler gibi, uyumuştu tüm gece. Anıl'ın dağılmış saçlarına baktı, yüzünde küçük bir tebessüm belirdi. Tüm dikkatiyle yüzünü inceliyordu. Sakalları arasında belli belirsiz küçük bir ben vardı. İlk defa görüyordu. Sakallarını eliyle okşamıştı. Yavaşça yorganı üzerinden açtı. Uyandırmak istemiyordu. Kafasını yastıktan kaldırmak istedi fakat saçlarının bir kısmı Anıl'ın kolunun altında kalmıştı. Ne kadar uyandırmak istemese de okula geç kalıyordu. Eliyle yavaşça çekmeye başladı saçlarını. O kadar uzunlar ki bir türlü sonu gelmiyordu. İçinden bu duruma kahkaha atmak geliyordu. Sonunda kendini de saçlarını da kurtardı. Saat 7.30 olmuştu. Hemen hazırlanıp okula gitmesi gerekiyordu. Hızlıca giysilerini ve kullanacağı eşyaları alıp odadan çıktı. Banyo da giyinip hazırlandı. Köşe de bekleyen içi boş bavula takıldı gözü. Bugün yolculuk vardı. Tamamen çıkmıştı aklından. Henüz hazırlanamamıştı da. Kısacık sürede nasıl hazırlanacağını düşünüyordu. Aklına son derse girmeyip eve gelerek hazırlanmak geldi. En iyisi erken gelmekti yoksa yetişemeyebilrdi. Anıl hala uyuyordu. Odaya geri döndü Yatağa oturup Anılı izlemeye başladı. Yüzünde her bakışında yeni keşfettiği şeyler vardı sanki. Sakalları uçsuz bucaksız bir orman gibiydi sanki. Elini Anıl'ın yüzüne doğru uzattı tam dokunmak üzereyken parmaklarını sıkarak geri çekti elini. Çünkü çok güzel uyuyordu ve onu uyandırmak istemiyordu. Arkasını dönüp yataktan kalmak üzereydi ki, Anıl kolundan tutup yanına uzanmasını sağladı. Gözleri küçük birer yıldız gibi parlıyordu. Elini Bade'nin saçları arasında dolaştırmaya başladı.

-Günaydın Güneşim.

Bu cümle Bade'nin hoşuna gitmişti. Kendi hayatı kapkaranlık olsa da başkasının hayatını güneş gibi aydınlatabildiği için mutlu olmuştu.

-Günaydın. Uyandırmak istememiştim aslında.

-Seni göremeden çıkacak mıydın?
-Çok güzel uyuyordun. Kıyamadım.


Anıl kocaman gülümsemeye başladı. Sevdiği kadının yanında uyanmıştı. Daha güzel olansa sevdiği kadın tarafından sevilmekti onun için. İçi içine sığmıyordu artık. Bir an bile ayrılmak istemiyordu yanından. Aklına birden akşama Bade'nin gideceği geldi. Yüzünü buruşturup Bade'ye sarıldı.

-Akşama yine ayrılık var. Aklıma geldi şimdi.
-Anıl iki gün sadece hem şöyle düşün; eğer biz şu an ki gibi yakın olmasaydık sadece sen beni özleyecektin. Ama şimdi bende seni özleyeceğim. Hıı ne dersin buna. Bence çok güzel birşey bu.
-Haklısın ama yine de içim buruk.

-Yapma böyle hadi kalkalım artıkben geç kalıyorum. Sen ben çıktıktan 10 dakika sonra çık olur mu? Dediğim gibi gören olursa kargo bıraktım falan dersin. Ben bir kaç kutu bırakacağım kapıya. İnandırıcı olması için.
-Hahaha. Herşeyi de düşünmüşsün. Biraz sakin ol. Merak etme kimseye görünmeden çıkmaya çalışacağım.
-Tamam bakalım. Hadi çıkıyorum ben şimdi. Sana kahvaltı hazırlamak isterdim ama biraz geç uyandım yetiştiremedim kusura bakma.
-Ben bu saatlerde kahvaltı etmiyorum zaten. Sabah ilk seni gördüm ya gözümde gönlümde doydu şükür.

Bade kibarca gülüp yataktan kalktı. Anıl da onunla birlikte. Bade bir an Anıl'ı boydan boya inceledi ve üzerinde babasının gecelikleri olduğunu ilk defa görmüşcesine duygulandı. Gözleri yine dolu dolu bakıyordu. Anıl Bade'nin elinden tutararak göğsüne bastırdı. Sımsıkı sarılarak;

-Sende bayağı sulu gözsün.
Dedi onu teselli etmek ister gibi olan ses tonuyla.
-
Öyle miyim gerçekten? Sıkıldın bu halimden öyle değil mi?
-Bade, güneşim, ben senin hiçbir halinden sıkılmam bu mümkün mü? Sadece seni neşelendirmeye çalışıyorum. Senin gözünden akan yaş sanki benim yüreğimden akan kan gibi canımı yakıyor çünkü.

-O zaman seninle bir anlaşma yapalım mı ?
-Hmmm bilmem anlaşmanın ne olduğuna bağlı.

-Şöyle; Bundan sonra bu ağlamaları biraz sınırlandıracağım. Yani öyle her aklıma gelen şeye ağlamayacağım. Yani en azından deneyeceğim.
-Bitanem emin ol annen ve baban da böyle olmasını isterlerdi. Ben her zaman sana ağlarken omuz olacağım söz veriyorum ama senin ağlamanı istemiyorum bir daha. Ben seni gülerken gördüm. İnan bana o kadar güzel gülüyorsun ki, kendini başka bir gözden görme şansın olsa yüzünden eksik etmezsin.
-Tamam anlaştık şimdi işte. Ama ben gitmeliyim artık gerçekten çok geciktim.
-Tamam dikkat et kendine. Akşam seni hava alanına ben bırakacağım. Gelip alırım.
-Bilmem ki belki Gül abla biz bırkalım diyebilir.
-Olmaz. Bade yapma lütfen. Melisa'yla gideceğim falan dersin olmaz mı?
-Tamam. Bakalım haberleşiriz yine.
-Haberleşelim.

Bade çantasını alarak kapıya doğru ilerledi. Anıl arkasından onu durdurmak istercesine adını tekrarladı;

-Bade.
-Efendim.
-Seni çok seviyorum.

Bade hiç tekrar kapıya doğru dönüp tebessüm ediyordu. Kapını kolunu çevirdi Anıl' a doğru dönerek;

-Bende seni çok seviyorum.

İkisi de büyük bir saadet içindelerdi. Bade yüzünde ki kocaman gülümsemeyle evden çıkıp okula doğru ilerlemeye başladı. Kalbide, aklıda sanki kilitli tutulmuş bin kelebek aynı anda serbest bırakılmış gibi kıpır kıpırdı. Yüzü kıpkırmızı olmuştu yine elleriyle yanaklarına dokundu. İlk gün ki gibi yine ateş gibi yanıyordu. Bu adam ona ne yapıyordu da bu hale geliyordu? Bir türlü bunu anlayamıyordu. Aşk, sevgi böyle birşeydi demek ki. Hep duyardı ama bir türlü inanmazdı. Şimdi tam anlamıyla aynı şeyleri yaşayıp inanmadığı günler için kendine gülüyordu. Gözleri kamaşıyordu Anıl'a bakarken. Adını sorsalar söyleyemeyecek hale geliyordu onun yanındayken. Daha okula girmeden telefonuna mesaj gelmişti. Yüzünde ki kocaman gülümseme yerini hafif bir kahkahaya bırakmıştı. Mesaj Anıl'dandı

-Gözlerimi açtığım da aklıma ilk gelen şey sendin. Bu sabah ise ilk gördüğüm senin güzel gözlerin oldu. Bir sabaha seninle uyanmak hayatımda ki en büyük şansımdı bundan eminim.

Anıl'ın mesajı çok güzeldi. Bir insan iki kelimeyle bu kadar mutlu edilebilir miydi? Edilirmiş. Şu an dünyanın en mutlu insanı olmuştu Bade. Bir kaç hafta öncesine kadar kalbini kapkara eden, yaşadığı kötü olaylar şimdi yerini, kalbini çiçek bahçesine çeviren güzel anılarla dolduruyordu. Belki de bütün bunlar bir rüyadan ibaretti. Uyanmaktan korkuyordu. Ama korkusunu yaşadığı güzel anların önüne geçirmeyecekti. Çok acı çekti şimdi ise mutlu olma zamanı...

Anıl Bade'nin çıkışından sonra toparlanıp kıyafetlerini değiştirdi. Salona geçip eve şöyle bir göz gezdirdi. Akşam fark etmediği bir çok detayı fark etmişti. Salonda evin diğer bölümleri de aşırı derece de temiz ve düzenliydi. Buna şaşırmıştı aslında. Bade'nin sürekli ders çalıştığını kendine ve evine vakit ayıramadığını düşünüyordu çünkü. Fakat yanıldığını görüyordu. İçinden; " Dersleri gayet iyi, kendisi de bakımlı hemde evi gayet düzenli. Gerçekten nasıl başarıyor hepsini yapmayı. Acaba yardımcısı falan mı var?" Diye geçiriyordu. Aslında hiç ilgisi yoktu. Bade küçüklüğünden beri alışkanlıkları olan biriydi. Belli planlar çerçevesinde ilerleyince hepsini yapmak hiçte zor gelmiyordu ona. Anıl biraz daha gezindi. Mutfağa geçmişti gözü buzdolabının üzerine yapıştırılmış fotoğraflara kaydı bir an. Yaklaşıp detaylıca inceledi hepsini. Annesi, babası, Melisa, bütün sevdikleri oradaydı. Bade'nin küçüklükten kalma bir kaç fotoğrafı da vardı. "Saçları küçükken de çok uzunmuş" diyerek gülümsedi. Kocaman gözleri, upuzun kirpikleri, sanki özenerek yaratılmış gibiydi. Aralarında birde yaşlı bir adam fotoğrafı vardı. Bu dedesi olmalıydı. Bade'yle lunaparkta çekilmiş bir fotoğraftı bu. Baktığı diğer fotoğrafta kendine hakim olamayıp gülmeye başlamıştı. Bade gözüne kocaman gözlükleri takmış öylece poz veriyordu. Bu onu güldürmüştü. Fotoğraflara bakmayı bırakarak bir bardak su içti ve evden çıkmak için harekete geçti. Sessizce kapıyı çekip çıktı evden. Gözü bir an akşam Bade'nin bahsettiği karşı daireye ilişti. Gerçekten kiralık gibi gözüküyordu. Serserice gülerek yavaş adımlarla aşağı doğru indi. Binadan kimseye görünmeden çıkmayı başarmıştı. Arka sokağa park ettiği arabasının yanına giderek evine doğru yol aldı.

Bade ilk dersi atlatmıştı. Ama aklı hem Anıl da hem de Akşam ki yolculuktaydı. İçini küçük bir huzursuzluk kaplamıştı. Anlam veremiyordu. Ama Anıl'dan ayrılacağı için olduğunu düşündü. Son derse girmeme konusunda kararlıydı. Zilin çalmasıyla aklında ki düşünceler savruldu. Aklına Anıl'ın evden çıkıp çıkamadığı geldi. Hemen mesaj attı;

-Çıkabildin mi sağsağlim?

Cevap gecikmemişti;

-Çıktım canım merak etme. Sen ne yapıyorsun? Yoruldun mu?
-İyi bende merak etmiştim. Aynı işte okul ders falan bildiğin şeyler yani:)

-Bilmem mi? Ee konuştun mu Gül hanımla?

-Yok henüz değil. Son derse kalmayacağım izin için giderim birazdan. Hazırlanmam gerek yoksa yetişemem.

-Tamam bitanem haber ver bana.
-Tamadır.

Konuşmanın ardından yeni ders başlıyordu bile. Bir iki ders derken sondan bir önce ki derse gelmişlerdi bile. Zil çalar çalmaz Gül'ün yanına doğru ilerledi. Odasında bir kaç dosya ile uğraşıyordu Gül. Odasının kapısını tıklatıp içeri girdi;

-Merhaba Gül hocam nasılsınız?

-Aa Bade hoşgeldin güzelim. İyiyim sen nasılsı ? Bugün yolculuk var değil mi?

-Evet hocam. Ben sizden küçük bir rica da daha buluşacaktım, acaba son derse girmesem olur mu? Zaten müzik dersi. Ben dün çok yorgundum hazırlanamadım da bavulumu hazırlamam gerekiyor. Yetişemeyeceğim yoksa.

-Olur. Tamam girme son derse ben hocana söylerim yok yazmaz seni.
-Çok teşekkür ederim sağolun.
-Rica ederim güzelim. Akşam ben Talha abinle birlikte bırakırım seni Havaalanına. Taksiyle falan uğraşma.
-Çok teşekkür ederim ama biz Melisa'yla buluşacağız öncesinde yani muhtemelen birlikte gideriz. Size zahmet vermeyeyim.
-Ne zahmeti. Tabi ki Melisa'yla buluşacaksan sorun yok ama aksilik olursa bana haber ver.
-Tamam yani tabi ki veririm haber.
-Aslında şu arabanı kullanmayı reddetmesen çok güzel olacak ama.
-Hocam. Gül abla; biliyorsun içine binince fena oluyorum. Kaza anı geliyor aklıma hemen. Başkasının sürdüğü arabaya binince öyle olmuyor ama ben kullanacağım zaman sanki tekrar aynı anı yaşayacakmış gibi oluyorum.
-Evet biliyorum. İnanıyorum birgün yeniceksin bu korkunu. Sen benden bile iyi araba kullanıyordun. Kıskanıyordum seni. Ahahah

Bade hafifçe gülümsedi. İzin almış olmanın verdiği rahatlıkla odadan çıkmak için izin istedi ve sınıfına geri döndü. Bu dersten sonra gidecekti. Ders sonlarına doğru yaklaşmıştı ama kendini verememişti pek. Aklına yine kaza olduğu an yaşadıkları gelmişti. Kafasında hala o çığlıklar, uğultular, ambulans sirenleri...

Bade bu düşüncelerle boğulurken Anıl ondan ayrılmanın ne kadar acı vereceğini tasavvur etmek dahi istemiyordu. Uzandığı yatağından kalktı. Kocaman ve içinde nadide eserler olan kitaplığının yanına doğru ilerledi. Kendine yaptığı kahveyi küçük sehpasının üzerine bırakarak rast gele bir kitap seçip okumaya başladı. Okuduğu çok güzel bir şiir kitabıydı. İçinden seçtiği bir şiiri sesli bir şekilde okumaya başladı;

Ne zaman seni düşünsem
Bir ceylan su içmeye iner
Çayırları büyürken görürüm.

Her akşam seninle
Yeşil bir zeytin tanesi
Bir parça mavi deniz
Alır beni.

Seni düşündükçe
Gül dikiyorum elimin değdiği yere
Atlara su veriyorum
Daha bir seviyorum dağları

İlhan Berk

Okuduğu şiir içini ısıtmıştı. Hep şöyle düşünüyordu önceden; "İnsanlar nasıl büyük aşklar yaşıyorda dillerinden, kalplerinden, ellerinde ki kalemlerden bu denli dokunaklı nağmeler çıkıyor" Şimdi anlıyordu. Bade ona tam da şu an okuduğu şiir gibi hissettiriyordu. Demek ki dokunaklı şiir yazmanın ilk kuralı duyguları en derininde hissetmekti. Belki de hissetmek isteyipte hissedememekti. Bazen aşkını yaşayacak fırsatı bulamamakta insanı şair yapabilirdi.
Bu güzel şiirleri yazan üstadlar iyi ki varlar. İnsanın yaşadığı duyguları Nirvana'ya çıkarıyor yazdıkları her bir satır.


Bade okuldan aceleyle çıktı. Hızlı hızlı yürümeye başladı. Bir an önce eve gidip bavulunu hazırlamak istiyordu. Melisayı arayarak eve gelmesini istedi. Konuşarak ilerliyordu. Yol bir türlü bitmiyordu sanki. İnsanın acelesi olduğu zaman bütün herşey tam tersini yapmak zorunda mıydı? Bir iki söylenmişti ama sonunda eve varmıştı artık. Eve girmesinin ardından iki dakika geçmemişti Melisa gelmişti. Kapıyı açıp direk kendi odasına geçtiler. Bir yandan bavulunu toplayıp bir yandan da sohbet ediyorlardı.
Melisa'nın gözü bir an Anıl'ın çıkarıp katladığı kenarda ki pijamalara takıldı.

-Bade, bu pijamalar ne alaka?
Bade soru karşısında kocaman yutkundu. Sonra gülümseyerek;

-Anıl'a giydirecek birşeyler bulamadım. Birtek onlar olur diye düşündüm.
Melisa duyduğu cümle karşısında yüzünü hayretle Bade'ye çevirdi;

-Ne demek Anıl giydi? Anıl giydi derken?
-Anıl dün gece buradaydı. Bana kocaman bir resim çizip getirmiş senden sonra. Oturduk sohbet faln derken gitmesini istemedim. Burda kaldı.
-Ha sen ciddisin.
-Evet ciddiyim.
-Kızım sana ne oluyor böyle beni her geçen gün daha büyük şaşkınlıklara sürüklüyorsun. Demek Anıl'la kaldınız gece. İnanmıyorum.
-Neden kötü bişey mi yapmışım sence?
-Hayır kötü değil ama senden beklemezdim yani. O kadar aşık oldun demek ki.
-Çok aşığım Melisa. Bilmiyorum. İfade edecek kelime bulamıyorum belki de ama çok aşığım.
-Yaaaaaa. Çok mutlusun belli halinden. Anıl'da böyle düşünüyordur eminim. Çok mutlu olun inşallah.
-İnşallah. Ama sabah okula gittiğimden beri içimde büyük bir sıkıntı var sebebi belirsiz. Kalbim sıkışıyor. Neden acaba?

-Bence Anıl'dan ayrılacağın için. Yani başka ne olabilir ki?
-Aslında ben de öyle düşündüm ama bilemiyorum. Hayırlara çıksın.
-Kötü düşünme hayatım. Çok seviyorsun ya göremeyeceksin iki gün olsa da o yüzden.

Bade'nin içinde ki hasret sancısından daha farklı bir sıkıntıydı. Kendisi de dahil kimsenin ne olduğunu anlayamayacağı büyük bir sıkıntıydı. Hala devam ediyordu yüreğini sıkıştırmaya. Ama Melisa'nında söyledikleriyle birlikte umursamaması gerektiğini düşündü. Bavulunu hazırlamıştı. Dışardan söyledikleri yemekler gelmişti. Birlikte yemeklerini yediler. Melisayı tembihlemeyi unutmamıştı. Birlikte havaalanına gitmişlerdi. Soran olursa öyle söyleyecekti. Uçak saati yaklaşıyordu sadece iki saat kalmıştı. Anıl'dan gelen mesajla ufak tefek dağınıklığı toplamaya başladı. 15 dakikaya geleceğini yazmıştı mesajda. Melisa'yla aşağı inecekti. Arka sokakta bekliyordu Anıl. Birlikte arka sokağa doğru ilerlemeye başladılar. Melisa Anıl'ın yanına kadar gitmek istemedi. Rahatsız olabileceğini düşünerek Bade'yi sokağın başında uğurladı. İkisinin de gözünden bir kaç damla yaş akmıştı bile. İnsanın kardeşinden ayrılması kolay olmuyordu neticede.
Sarılıp ayrıldılar birbirlerinden. Bade yavaş adımlarla Anıl'a doğru ilerledi. Üzerinde rahat edebileceği bir eşofman takımı ve trençkot vardı. Saçlarını at kuyruğu yapmış, üstüne de güzel bir şapka takmıştı. Anıl il defa onu bu kadar spor giyinmiş şekilde görüyordu. Hoşuna gitmişti. Bade bavulunu arabanın önünde bırakarak koştu Anıl'a doğru. Sımsıkı sarıldı. Konusunu içine çekerek boynundan öptü bir kaç kez. Anıl hiç beklemediği bir muamele görüyordu. Şaşırmıştı aslında. O da Bade'yi çok özlemişti şimdiden ama Bade de farklı birşey vardı sanki;

-İyi misin?
-İyiyim neden?

-Bilmem sordum sadece.
-Öptüğüm için mi sordun?
-Hayırda böyle sanki gidip geri gelemeyecekmiş gibi sarılıyorsun ve bu beni çok korkutuyor.
-Ahaha ne ilgisi var özlemiş olamaz mıyım?
-Bende seni çok özledim. Bana öyle geldi demek ki.
-Ee hadi gidelim artık.
-Tamam. Gidelim ama hiçte gitmek istemiyorum.
-Hadi Anılllll.
Bavulu bagaja yerleştirip arabaya bindiler. Yola çıkmışlardı artık. Bade'ye Gül hocadan mesaj gelmişti, gidip gitmediğini merak etmişti. Onun içini ferahlatacak cevabı vermişti Bade. Telefonunu sessize alıp Anıla doğru dönük bir şekilde oturuyordu araba da. Yüzünü izliyordu. Gözlerini, dudaklarını, sakallarını... Doymuyordu bir türlü izlemeye. Anıl Bade'ye dönüp onu sinirlendirmek istercesine;

-Sen bayağı aşıksın bana. Haberin olsun.
-Öyle mi? Nereden anladın?
-Benim seni seyrettiğim gibi seyrediyorsun.
-O zaman sen de bana karşı boş değilsin.
-Ben sana karşı taşıyorum da sesim çıkmıyor.
-Nereden buluyorsun bu sözleri? Her seferinde yüzümü güldürüyorsun böyle.
-Ben bulmuyorum. O an kalbim söylememi istiyor bende emir kuluyum.
-Anıl.
-Efendim?
-Ben sana çok aşık oldum. İçimde bir sıkıntı var. Sanırım senden ayrılacağım için.
-O sıkıntı bende de var dün geceden beri. Çünkü bende sana çok aşığım, bende senden bir saniye bile ayrılmak istemiyorum.

Tatlı bir kaç atışmadan sonra ayrılık durağına gelmişlerdi bile. Arabayı havaalanının otoparkına park edip içeri girdiler. Bir kaç işlemden sonra uçağın henüz gelmediğini öğrenip kahve almak için kafeteryaya doğru ilerlediler. Anıl etrafta bir kaç kişinin Bade'ye baktığını fark etti. Bu çok rahatsız edici bir durumdu. Başka göz değsin istemiyordu yüzüne. Bavulu diğer eline alarak Bade'nin elini tuttu sımsıkı. Bade önce etrafa baktı tedirgin biçimde. Ama Anıl hiç umursamıyordu.

-Elimi neden tuttun?

-Sevgilim değil misin? Tutmamam için sebep mi var.
Bade yine gülümsedi aslında anlamıştı ama hoşuna gidiyordu kıskanılmak.
-
Sevgilinim değil mi?
-Evet öylesin. Sen benim en sevgilimsin. Göz bebeğimsin. Başka soru?

-Yok bu kadar yeterli Sevgilim.

Anıl duyduğu sözcükle bir an durup Bade'ye baktı. Yüzünde ki tebessümle birlikte Bade'nin tuttuğu elini öptü. Bir daha, bir daha.
Tam herşey bu kadar güzelken bu ayrılık olacak işmiydi? İki gün de olsa onlar için yıllardan farkı yoktu. İki güne dayanamayan bu aşıklar yıllara hiç dayanabilirler mi? Sudan çıkmış balık gibi olmazlar mı? Elbette.
Sımsıkı tuttukları elleri uçağın gelişine dair hiç ayrılmadı. Anıl öpmeye doyamadı, Bade Anıl'ı izlemeye...

Uçağın geldiğine dair anons verildi. Bade yavaşça oturdukları koltuklardan ayağa kalktı. Anıl gözleri dolu dolu bakıyordu. Birazdan uçak sadece Bade'yi değil hayatının şansını da götürecekti. Aşkını, İçinde büyüttüğü sevdasını...

Bade Anıl'a yaklaşarak;

-Ben gelene kadar sakın kendine ızdırap çektirme tamam mı?

-Bu mümkün mü?

-Anıl, sadece beni özlemeni istiyorum. Çünkü ben öyle yapacağım. Pazartesi akşam yine beni bu koltuklarda bekle tamam mı?
-Bakalım pazartesi kaç yıl sürecek?
-Sadece iki gün. İki. Hem ben senden birşey isteyeceğim.
-İste ömrümün baharı, ne istersen.
-Bana yine şakayık alır mısın?
-Kamyonla ayaklarının önüne dökerim.
-Abartma. Sadece bir demet olsun yeter.

-Bade ben kötü oluyorum.
-Gitmem gerekiyor. Uçak beni alamdan gidecek yoksa.
-Keşke!

Bade sıkıca Anıl'ın boynuna sarıldı. Koklayarak öpüyordu yine boynunu. Cennet kokusu dedikleri bu olsa gerek diye geçiriyordu içinden. Gözleri dolmaya başlamıştı. Neredeyse ağlayacak kıvama gelmişti ama ağlarsa Anıl daha kötü hissedecekti kendini. Ayrıldı sarıldığı bedeninden. Gözlerinin içine baktı Anıl.

-Daha şimdiden özledim ben seni.
-Bende. Artık gerçekten gitmeliyim.
-Bade seni çok seviyorum. Beni çok bekletme olur mu?
-Merak etme bu kez çok bekletmeyeceğim. Bende seni çok seviyorum sevgilim.
Bavulunu sürükleyerek gözlerinden arkasını döndüğü andan itibaren tutamadığı iki damla gözyaşını silerek ilerlemeye başladı. Arkasında koca bir dünya bırakmış gibi hissediyordu. Elleri bu kez her zamankinden daha fazla yanıyordu. Bu kez yakan aşk değil hasret ateşiydi. Arkasından koşarak gelen Anıl'ın sesini duydu

-Bade.
Anıl koşarak peşinden gelmişti. Bade kendine doğru çevirerek yine sımsıkı sarıldı. Dudağının kenarına küçük bir öpücük kondurdu. Eliyle Bade'nin gözünden akan yaşları sildi. Alnından öptü. Ellerini tuttu. Gözlerinin içine baktı. Bade eliyle Anıl'ın yanağına dokundu. Tebessüm ederek;

-Son kez sarılmak istedin herhalde.

-Ne demek son kez?
-Yani işte gitmeden önce son kez. Az önce ki yetmemiş belli.
-Evet. İçimde ki duyguları durduramıyorum. Daha gitmeden kalbime bi ağrı girdi Bade.
Eliyle Anıl'ın kalbine dokundu.

-Burası benim evim. Ben gelene kadar evime iyi bak olur mu?
-Senin evine kurban olurum. Evin bana emanet. Sende Allah'a emanet ol.

Bade bu kez hızlı adımlarla ilerlemeye başladı. Artık son ansalar yapılıyordu çünkü. Gerçekten gidemeyecekti yoksa. Biletini gösterdi. Uçağın içine geçti, koltuğuna oturup camdan dışarıyı seyretmeye başladı. Bir an elinde ki boşluğu hissetti. Bavulunu teslim ettiğini unutmuştu. Aklı iyice uçup gitmişti sanki. Anıl da sadece yüreği değil aklı da kalmıştı besbelli. Uzun zamandır birinden ayrıldığı için bu denli büyük hüzün çökmemişti yüzüne. Şimdi ise yüzünde buruk, hüzünlü bir ifade takınıyordu. Burnunda Anıl'ın kokusu vardı. Derin derin nefes aldı. Bildiği tek şey iki gün sonra kavuşacaklarıydı. Dedesinin yanında mutsuz görünmek istemiyordu. Bu yüzden yüzünde ki hüzün iyi saklamalıydı. Hem birlikte gezeceklerdi. Telefonunda bir kaç gezilecek yer araştırdı İstanbul içinde. Çok fazla gezememişti. Bu kez gezecekti. Artık tarihi yerlere olan merakı iyice artmıştı. Hoşuna giden mekanları not aldı. Uçak kalkmak üzereydi. Telefonu kapatıp yolculuğuna başladı...

Anıl Bade'nin arkasından yüreğinde ki sancıyla bakakalmıştı. Aşk denilen şey hem bu kadar mutlu edip hem nasıl bu kadar acı verebiliyordu. Her duygu böyle en doruklarda mı yaşanıyordu aşık olunca. Bunları bu yaşında daha yeni öğreniyordu. 26 yaşındaydı ama Bade'ye kırk yıldır hasret çekiyordu sanki. Aklıyla kalbi arasında amansız bir savaş başlamıştı yine;
Kalbi: Ben kendimi birinin avucunda hunharca sıkılıyormuş gibi hissediyorum diyordu.
beyni ise: Sadece iki gün ayrı kalacaksınız. Bu kadarcık süre de kocaman özlemlerde neyin nesi diye haykırıyordu.
Her ikisi de haklıydı. Sanırım Anıl kötü bir hakimdi. Kimi dinlese ona inanıyordu.
Baden'nin kalkan uçağına baktı dışarda. Şimdi gerçekten Güneşi olmuştu Bade. Bulutların arasından parıl parıl parlıyordu sanki. Yüreği iki günlük bir seyahata çıkmıştı. Bade'nin cümlesi geldi aklına " Artık seni de özleyecek biri var " doğruydu bu özlem artık tek kişilik değildi. Seviyordu. Seviliyordu. Özlediği gibi özleniyordu. Bu yüreğine su serpiyordu. Hızlı adımlarıyla aracına binip ilk gelen şarkının sesini açtı. İnsan mutluyken melodiyi üzgünken sözleri duyarmış. Gerçekten de öyleydi. Okuduğu şiir gibi dinlediği şarkıda yüreğini yakan ateşi harlıyordu sanki.

Aradan tam bir saat geçmişti. Bade inmek için hazırlanıyordu. Anıl ise ilk buluştukları yer olan iskeleye gitmiş oturuyordu. Serin rüzgar yüzüne vuruyor, dalgalar limanı değil de sanki Anıl'ın kalbimi aşındırıyordu. Bade'ye attığı mesaja hala cevap gelmemişti. Demek ki hala inmemişti uçaktan. Yıldızları izlemeye başladı. Sanki sevdiği kadın tıpkı yıldızlar gibi ondan kilometrelerce uzaktaydı. İçinde ki boşluktan gelen uğultular bir türlü susmuyordu...

Bade uçaktan inmişti. Bavulu teslim alarak çıkışa doğru ilerledi. Çıkışta elinde kocaman papatyalarla dedesi ve en yakın yardımcısı konumunda ki Sefer beyle birlikte bekliyorlardı.
Bade onları görür görmez hızlı adımlarla ilerleyip bavulu kenara bırakarak Dedainin elini öptü. Dedesi içinde ki kocaman özlemle Bade'ye sıkıca sarıldı. Saçlarını okşadı. Hayatta ki tek ailesi kolları arasındaydı artık. Dedesinin de Bade'nin de gözleri dolmuştu.

-Hoşgeldin evimin gülü. Cennet bahçem.
-Hoşbulduk dedecim.
-Hoşgeldiniz Bade hanım.
-Sefer abi kaç kez söyledim bana Hanım deme diye

Bade Sefere de içtenlikle sarıldı. Yorgunluğu gözlerinden okunuyordu ama belli etmek istemiyordu.
-
Hadi kızım evimize gidelim. Yorulmuşsundur. Bugün güzel bir uyku çek yarın uzun uzun dertleşiriz olur mu?
-Tamam dedecim gidelim hadi.
Bade'nin aklına yine gece nasıl uyuyacağı gelmişti. Orası da kendi eviydi ama Anne ve babasının yatağından başka yerde uyku tutmuyordu. Belki bu sayede bu alışkanlığını unuturdu. Arabaya binip evlerine doğru ilerlediler. Evleri deniz görür konumdaydı. İçi kocamandı. Bade bu kadar büyük evde dedesinin tek başına ne yaptığını hiç anlayamıyordu. İçeri girdiler. Dedemin yanında ev işlerini ve yemekleri yapan Şükran teyze kalıyordu. Yılların emekçisiydi. Yıllardır bu evde çalışıyordu. Kapıyı o açtı. Gözlerinden akan yaşlarla boynuma sarıldı. Sımsıkı sarılıyor hemde ağlıyordu.
-
Vuslat. Benim kendi gibi gönlü de güzel kızım hoşgeldin evine.
-Hoşbulduk şükran teyzecim nasılsın?
-İyiyim güzel yavrum sen nasılsın? Kapıda kaldınız içeri geçin. Buyrun.
-Şükran yemekler ne alemde kızımın em sevdiklerini yaptın değil mi?
-Hepsi hazır beyim ağzınıza layık. Hemen hazır ederim sofrayı siz dinlenin.

Bade telefonun ekranına baktı. Anıl çoktan bir sürü mesaj atıp aramıştı.

-Dedecim ben üzerimi değiştirip geliyorum.
-Rahat et yavrum nasıl istersen.
Bade hızlıca kendine ayrılan odaya geçip Anıl'ı aradı.
-
Anıl ben de ve geldim çoktan kusura bakma dedemi falan görünce haber vermeyi unuttum.
-Bade aklım çıktı kaç kez aradım mesaj attım.
-Haklısın kusura bakma lütfen. İyiyim merak etme. Evdeyiz yemek falan yiyeceğiz. Sonra da uyurum hemen çok yorgunum zaten.
-Tamam sevgilim. Dikkat et kendine. Eğer uyuyamazsan gece ara beni olur mu birlikte uyumayız.
-Çok düşüncelisin teşekkür ederim. Ama kıyamam sana hem uyurum sonuçta burası da benim evim.
-Haklısın ama ara yine de sen. Görüntülü konuşalım. Ben seni daha şimdiden çok özledim.
-2 saat oldu ayrılalı.
-Olabilir. Aramızda kilometreler olduğunu düşündükçe deliriyorum.
-Ben gelene kadar delirme sakın. Bak gecenin biri bitti bile öyle düşün. Şimdi kapatmam gerek. Yine konuşuruz olur mu?

-Tamam ömrümün baharı, dikkat et kendine. Sen bana lazımsın.
-Öptüm görüşürüz.
Telefonu kapatıp üzerini değiştirdi. Odaya göz gezdirdiğinde bura'nın anne ve babasının geldiklerin de kaldıkları oda olduğunu fark etti. Dedesi de uyuyamadığını bildiği için böyle düşünmüş olmalıydı. Böyle ufak düşünceler gerçekten insanı çok mutlu ediyor. Bade yüzünde ki koca gülümsemeyle odadan çıkıp salona doğru ilerledi. Dedesi koltukta oturuyordu. Geçip hemen yanına oturdu. Bol sohbetli kahkahalı bir gece geçirdiler. Yemeklerden sonra kahveler içildi. Dedesi dikkatlice Bade'nin yüzüne bakıyordu.
-Ne oldu dedecim niye öyle bakıyorsun?

-Sende bişey var.
-Anlamadım nasıl bişey?

-Bilemiyorum. Gözlerinin içi ne zamandır ilk defa böyle parlıyor. Bilmem gereken bişey var mı?
Bade dedesinin sözleri karşısında hem utanmış hem de çok şaşırmıştı. Anlamışmıydı yoksa. Şu an dedesiyle paylaşmak için çok erkendi. Hem nasıl anlatacaktı utanıyordu. Adeta kıpkırmızı olmuştu yüzü.
-
Yok dedecim ne olacak ki. Seni gördüm mutluyum o yüzden herhalde.
-Öyle mi dersin?

-Öyle tontonum.
Bade hep tontonum diye severdi dedesini. Ama iki yıldır ağzından bir kez bile duymamıştı o kelimeyi ta ki şu dakikaya kadar. Dedesinin gözleri doldu birden. Küçük bir çocuk gibi yaşlar süzülmeye başladı gözlerinden. Bade dedesine kocaman sarıldı.
-
Yapma ama tontonum benim. Ağla diyemi geldim ben oralardan buralara. Bak şimdi bende ağlarım. O zaman sen bile susturamazsın.
-Aman aman sakın ağlama. Gözünden düşen tek damlaya dünyayı yakarım benim güzel yavrum. Tamam öyle duygulandım sadece.
-Hadi artık uyuyalım olur mu? Yarın nereleri gezdireceksin bakalım bana?

-Nereleri istersen. Sen söyle istediğin herşeyi yapmakta özgürsün.
-Tamam o zaman ben bir kaç tarihi yer görmek istiyorum olmaz mı?
-Olur benim gül yüzlüm. Sen nasıl istersen.
-Tamam o zaman ben odama geçiyorum sende uyu artık saat epey geç oldu. Sabah görüşürüz tontonum.
-Tamam yavrum iyi geceler.
-Ha bu arada bana verdiğin oda da gözümden kaçmadı.
-Verdiğin oda ne demek yavrum bu ev hepsi senin. Neyim varsa hepsi senin.
-Ben birşey istemiyorum dedecim. Sende beni bırakma yeter.
Bade'nin sözleri yine dedesini üzmüştü. Yüzüne buruk bir ifadeyle baktı. Bu genç yaşta ne acılar yaşadı da yine de kalbinde ki güzelliği zerre kaybetmemiş diye geçirdi içinden. Salondan çıkmak üzere olan Bade'ye tekrar iyi uykular diledi.

Bade uzandığı yatağında Anıl'ı düşünüyordu yine. telefonuna baktı. Gül ve Melisa mesaj atmışlardı. Onlara iyi olduğuna dair mesajlar attıktan sonra Anıl dan mesaj gelmediğini fark etti. Saat gece yarısını çoktan geçmişti. Uyuduğunu düşündü. Arayıp rahatsız etmek istemiyordu. Sağına doğru döndü. Dün gece sağına baktığında dünyanın em eşsiz manzarasını izleyebiliyordu. Şimdi ise elini attığı taraf buz gibiydi. Yastığı karnına doğru çekti. Çok geçmeden derin bir uykuya dalmıştı bile.

Sabah saçlarını okşayan bir çift elin sıcaklığıyla açtı gözlerini. Karşısında tıpkı bir anne sıcaklığıyla onu uyandırmaya çalışan Şükran teyzeyi gördü. Gözleri hüzünlü bakıyordu Bade'ye. Bebekliğinden beri bu evdeydi. Koşun oynayışlarına şahit olmuştu. Şen şakrak bir kız çocuğuydu. Şimdi ise dünyanın dertlerini sırtlanmış koca bir kız olmuştu. Herkes Bade derken o Vuslat diyordu. Bade'ye olan sevgisinden ilk doğan torununa Vuslat ismini vermişti. Ağzı baştan beri öyle alışmıştı bir kere.

-Şükran teyze günaydın. Birşey mi oldu?

-Hayır bitanem. Kahvaltı hazır. Acıkmışsındır hadi güzel bir kahvaltı et. Akşam da pek birşey yemedin.

-Saat kaç olmuş ya?
-11

-Ooo çok geç olmuş niye uyandırmadınız beni?
-Bebekler gibi uyumuştun. Kıyamadı kimse. Dinlendin hem fena mı?
-Hemen kalkıyorum.
-Tamam bekliyoruz aşağıda.

Bade Şükran teyze çıkar çıkmaz telefonuna baktı hemen. Anıl'dan mesaj gelmişti.

-Günaydın ömrümün baharı. Uyanda artık benimde karanlığım aydınlığa kavuşsun.

Yüzü güldü mesaj karşısında.
-Günaydın sevgilim. Yeni uyandım çok yorulmuşum herhalde.
Hemen yatağından fırladı üzerini değiştirip kahvaltı sofrasına oturdu. Dedesiyle yine bol kahkahalı dakikalar geçiriyorlardı. Kahvaltıdan sonra Gezmeye gitmek için hazırlanmaya başladı. Anıl hala mesajına cevap vermemişti. Bade tekrar yazdı;

-Biz bi kaç tarihi mekan gezeceğiz. Senin de işlerin var sanırım. Dedemle birlikte olacağım bilgin olsun.
Bu mesajına cevap hemen gelmişti.
-
Bitanem mesajını gördğm fakat gerçekten önemli bir kaç işim var. Yoksa hemen cevap verirdim biliyorsun. Seni seviyorum kendine dikkat et. Müsait olunca ara beni sesini duyayım.
-Akşama doğru döneriz. Gelince ararım sevgilim.
-Tamam bitanem. Lütfen kendine dikkat et.
-Tamam sende dikkat et kolay gelsin.
-Teşekkür ederim.
Bade telefonu kenara bırakarak hazırlanmaya devam etti. Hava henüz çok soğuk değildi. Yanında getirdiği kahverengi triko midi boy elbisesini giydi. Rahat bir spor ayakkabı giydi. Saçlarını herzaman kinden farklı olarak yan tarafından toplayı ördü. Küçük bir çanta alarak odadan çıktı. Dedesi Bade'yi görür görmez Şükran teyzeye dönerek;

-Şükran hanım görüyor musun benim torunumun güzelliğini.
-Maşallah. Allah nazarlardan korusun. Bahtında kendin gibi güzel olsun inşallah.
-Hadi ama utandırmayın beni. Çıkalım mı dedecim?
-Hadi çıkalım yavrum. Gel gir bakalım dedenin koluna. Seninle övünerek gezmek istiyorum.
-Tabi ki efendim benim için büyük şeref.
Şükran teyzeyle vedalaşıp çıktılar evden. Gerçekten de sabahtan akşama kadar hiç durmadan oradan oraya gezmişlerdi. Çoktan karanlık çökmüştü şehre. Artık adım atacak halleri kalmamıştı. Bade görmek istediği yerleri görmüştü. Büyülenmişti adeta. Gezdikleri heryer buram buram tarih kokuyordu. İstanbul güzel şehir. Fakat kalabalık insanı gerçekten korkutuyor. Burada yaşayabilir mi bilmiyordu Bade. Muğla'da kalabalıktı ama tüm alışkanlıkları orada olduğu için o kadar da korkunç gelmiyordu gözüne.
Dedesiyle birlikte arabaya bindiler. Eve doğru yol almaya başladılar. Anıl tek bir mesaj atmamıştı bu saate kadar. Aramamıştı da. Bade unutulduğunu düşündü. Bugün cumartesiydi. Bu kadar uzun sürecek ne işi olabilirdi ki? Telefonuna büyük bir merak ve hüzünlü bakıyordu. Aklından binbir türlü şey geçiyordu. Düşünceleri dedesinin imalı cümlesiyle dağıldı;

-Haber beklediğin birileri var galiba?
-Yok dedecim öyle bakınıyorum sadece.
-Bana öyle geliyor desene.
-Tontonum sen biraz şüpheci mi olmuşsun yoksa bana mı öyle geliyor?

-Yok canım ne şüphesi. Hem ben kızımdan şüphe etmem. O zaten ne olursa bana anlatır öyle değil mi?
-Öyle tabi ki. İnan anlatılacak birşey olduğu sürece senden asla saklamam.
-Biliyorum güzel yavrum.
Eve gelmişlerdi bile hızlıca odasına çıkıp güzel bir duş aldı Bade. Üzerini değiştirip güzel kokuları geldiği mutfağa doğru ilerledi. Şükran teyze yine döktürmüştü. Bade mutfak tezgahında salata yapan Şükran teyzenin arkasından sarıldı.
-
Benim hamarat Şükran teyzem neler yaptın sen yine?

-Aman deli kız korkuttun beni. acıkmışsınızdır dedim ne geldiyse aklıma yaptım işte bişeyler.
-Ellerine sağlık hepsi nefis görünüyor. Yardım ediyim bende sana.
-Yok yavrum olur mu öyle şey ben hazırlarım bitti zaten bişey kalmadı. 10 dakikaya hazır olur.
-Peki madem. Ben seni yalnız bırakayım. Ama ihtiyaç olursa seslen olur mu?

-Olur yavrum sağol.
-Sende sağol. Kolay gelsin.
Bade içerde fotoğraf albümlerini karıştıran dedesine doğru ilerleyip yanına oturdu.
-
Neler yapıyorsunuz bakalım?

-Küçüklük fotoğraflarına bakıyordum yavrum. Ne de çabuk geçmiş yıllar. Kocam hanımefendi oldun şimdi. Sanki daha dün doğmuş gibisin.
-İki aya sonra 21 yaşında olacağım dedecim. Eşşek kadar oldum artık. Ahahah

-Sahi sen ocakta 21 oluyorsun değil mi?

-Evet artık karşında koca bir kız var.
-Zaman acımasız. Okul nasıl bu arada.
-Çok iyi dedecim. Eksiklerimi hızla kapatıyorum merak etme.
-Peki üniversite için ne düşünüyorsun?
-Bilmem ki hiç düşünmedim daha önce. Yani zevk alacağım bir iş yapmak isterim tabi ki ama karar vermiş değilim henüz.
-Olmaz öyle bir hedefin olsun ki ona göre hangi yoldan ilerleyeceğini bil. Mesela en zevk aldığın şey ne?
-Şarkı söylemek sanırım. Enstrüman çalmak. Henüz pek çalabildiğim bişey yok ama istiyorum yani.
-O zaman konservatuvar okuyabilirsin.
-Bilmem ki olabilir.
-Ben ne okursan oku arkandayım. Yeter ki istediğin işi yap tamam mı?
-Tamam tontonum. İçimden ne gelirse o işi yapacağım. Söz veriyorum.
-Söyle o zaman doğum gününde ne istiyorsun?
-Hiçbirşey istemiyorum dedecim varlığın yeter. Hem sen benim önümde ki 100 doğum günümü de tek seferde kutladın ya unuttun mu?
-O ne demek?
-Araba hediye ettin ya bana. Daha ne isteyeceğim senden.
-Kızım o doğum günün için değildi ki. Belki mutlu olursun diye almıştık onu Seferle. Ama bir kez bile kullanmamışsın daha.
-Kışların çok anlaşılan.
-Yani gözbebebiğmi emanet ettiklerim haberdar ediyorlar arasıra.
-Dedecim kullanacağım söz veriyorum ama biraz zamana ihtiyacım var sadece.
-Tamam güzel yavrum sen nasıl istersen. Bade?
-Efendim tontonum.

-Keşke hiç gitmesen be kızım. Ben sen oaradayken hiç rahat değişim. Hep gözümün önünde ol istiyorum.
-Dedecim, beni ne kadar sevdiğini biliyorum. Çünkü bende seni çok seviyorum. Ama benim bütün dünyam orası. Ben oradan çok fazla çıkmadım ki biliyorsun. 10 yaşımdan beri oradayım. Şimdi buraya gelipte yeniden bir düzen kurmak benim için çok zor. İnan ki çok mutluyum. Çok rahatım. Hiç merak etme beni.
-Yavrum öyle de yine de insan merak etmeden duramıyor işte.
-Hergğn konuşuruz. Her istediğinde gelirsin bende gelirim yine. Hem buraya taşınsam ne olacak ki? Bir kaç ay sonra üniversite için nereye gideceğim belli değil. Yani yine ayrılacağız. O yüzden can sıkmaya hiç gerek yok. İnan bana. Daha doğrusu güven bana.

-Güveniyorum tabi ki kızım. İnan sana güvenim sonsuz olmasa bir dakika yalnız bırakmam.
-Tekrar söylüyorum lütfen beni merak edip o güzel yüreğini üzme. Ben artık çocuk değilim. Hem ben senin torununum bana ne olabilir.
Dedesi küçük bir tebessüm etti. Şükran teyze sofra hazır diye bağırınca hep birlikte sofraya oturdular. Yemeklerini yerken Bade yine telefonuna bakıyordu. Hala Anıl'dan ses çıkmamıştı. İyice canı sıkılmaya başlamıştı bu duruma. Dedesi Bade'nin sıkıntısını az çok anlamıştı ama hiç renk vermiyordu. Kendisini rahat hissettiği zaman konuşacağından emindi. Konuyu değiştirmek için sorular sormaya devam ediyordu;

-Kızım okulda bu senede yardımcı olmak istediğin öğrenciler var mı?

-Aslında var dede. Bende gitmeden konuşmak istiyordum bu konuyu seninle. Kışlık kıyafet ve bot ihtiyacı oldukça fazla. Karşılayabilir miyiz?
-Tabi yavrum sen iste yeter ki. Herkes emrine amade.
-Sağol dedecim. Ama yine kimse sen ve ben olduğumu bilmesin olur mu? İstanbul'dan bir hayırsever olarak bilsinler.
-Bu sene de Gül'le konuş bakalım ne lazım ne kadar lazım. Ona göre başlayalım alımlara.
-Tamam dedecim. Ben gidince Gül ablayla konuşacağım. Bir tek o biliyor zaten başka bilen yok.
-Kızım bilseler ne olacak? Kötü bişey mi bu?

-Dedecim hayırda şimdi okula da geri döndüm. O kıyafetleri giyen çocuklar yüzüme minnetle baksın istemem. Kendi sınıfımda olan arkadaşlarımda var hem istemiyorum gerçekten.
-Tamam sen nasıl istersen meleğim.
-Hadi birazda sizler anlatın hep ben anlattım.
Bu sohbet böyle saatlerce sürüp gitti. Gece yarısını gösteriyordu saatler Dedesi koltukta uyuyakalmıştı. Yavaşça uyandırıp yatağına gitmesi için ısrar etti. Herkes yatmıştı. Denizi gören balkona çıktı elinde ki kahveyle birlikte gecenin sessizliğini dinliyordu. Telefonuna baktı Anıl hala mesaj atmamıştı. Artık dayanamıyordu. Ne olduğunu anlamıştı. Sabahtan beri hangi iş bu kader uzun sürerdi ki? Ya da ne işiydi bu? Aklında ki sorulara yanıt almak istercesine aradı Anıl'ı bir kaç kez çaldırdı ama açan olmamıştı. Kapattı telefonu. Gözleri dolmaya başladı. Anıl bu kadar habersiz bırakmazdı. Biliyordu. Telefonu çaldı birden. Arayan Anıldı. Açmak istemedi çünkü çok sinirlenmişti. Ama yine de merakına yendik düşerek açtı telefonu

-Anıl saatlerdir nerelerdesin sen? Ne bir mesaj attın ne aradın. Ne oluyor?

-Sakin ol sevgilim. Çok haklısın özür dilerim affet beni. İnan sabahtan beri yemek yemeye bile fırsatım olmadı. Çok yoğundum.
-Öyle mi? Bu kadar önemli ne işin var söyle bakalım.
-Söyleyemem sürpriz.
-Kızmaya başlıyorum ama.
-Kızma bitanem. Gerçekten işim olmasa arardım biliyorsun. Sen neler yaptın anlat bakalım.
-Meraktan öldüm ne yapacağım. Sabahtan beri gözüm telefonda.
-Sevgilim peki sen neden aramadın? Hem müsait olunca sen arayacaktın ya öyle konuşmuştuk.
-Öyle de sen hiç mesaj bile atmayınca insanın aklına binbirtğrlü şey geliyor. Bende anca müsait oldum zaten.
-Tamam o zaman şöyle yapalım, sen bugün neler yaptığını anlat birde beni affet olur mu. Haklısın ben hatalıyım gerçekten.
-Anıl birşey varsa söyle lütfen.
-Sevgilim gerçekten önemli birşey yok hem gelince görürsün sürpriz dedim ya.
-İyi bakalım.
Aralarında ki konuşma saatlere yayılmıştı. Bade neler yaptığını anlattı. Anıl güzel cümlelerle gönlünü almaya çalıştı. Birbirlerini ne kadar çok sevdiklerini söyleyip durdular kapatana kadar. İkisi de özlemişti birbirini. Gülüşmeler aşk dolu sözler hava da uçuşuyordu adeta. Artık geç olduğunu fark ettiler Anıl önce davranarak;

-Sevgilim artık uyuyalım mı? Bir an önce günler geçsin istiyorum. Seni çok özledim hemen gel istiyorum.
-Tamam bende çok yorgunum zaten. Uyuyalım. Bende seni çok özledim. Bir daha beni habersiz bırakma.
-Tamam ömrümün baharı. Bırakmam. Hadi iyi geceler. Mis kokulu saçlarından öpüyorum. İyi uykular.
-İyi geceler. Bende seni öpüyorum.
Konuşma burada son bulmuştu. Anılın sürprizini ne kadar merak etse de konunun üzerinde fazla durmamıştı. Gidince görecekti nasıl olsa. Sesini duyunca bile içi rahatlamıştı. Yatağına uzanıp dedesiyle konuştuklarını düşündü biraz. Düşünceler arasında uykuya dalmıştı. Anıl'da çok yorulmuştu bugün o da hiç farkına varmadan uykuya dalmıştı. Yürekleri gerçekten de özlemle doluydu. Yarın gece ayrı şehirlerde uyuyacakları son geceydi. Hasret yüreklerini yorsa da vuslata ereceklerini bilmek biraz olsun teskin ediyordu onları.
Bu haller hep sevdadan. İnsanın sevdiği, yanında olmak istediği, dokunmak, öpmek istediği insandan uzak olunca yüreğine hançer saplanırmış. Bunu öğrenmiş oldular. İnsanın başına en olmadık zaman da dünyanın derdini kederini unutturacak kadar güzel şeyler gelebiliyor. Peki ya yarım kalmışlık? Onun çaresi var mı şu dünya da? Yarın kalan nice aşklar var kimbilir. Yarım kalmak sadece fiziksel olmuyor. Başına gelince anlıyor insan.

Sabah yine büyük bir enerjiyle uyandı Bade. Saat 9 olmuştu. Bugün ne yapacakları hakkında pek bir fikri yoktu. Hızlıca yatağından çıkıp giyindi. Şükran teyze kahvaltıyı yeni hazırlamaya başlamıştı daha. Hemen elinde ki kahvaltı tabaklarını aldı.
-
Evet Şükran hanım günaydın. Bugün kahvaltıyı ben hazırlayacağım size. Lütfen oturup musunuz?

-Ay kızım olur mu öyle şey?

-Çokta güzel olur. Hadi bakalım. Lütfen oturun siz şöyle. Herşeyi kendi ellerimle yapacağım. Hem bak bakalım öğrenmişmişim birşeyler. Bak yarın öbürgün evlenirim, kimse sana bişey öğretmedi mi diye söylenirler bana.

-Kız sana kim söylenebilir. Benim gibi elli taneyi çıkarırsın cebinden deli kız. Hem biz seni veremeyiz kimselere. Sen evimizin gülüsün bizim.
-Ayyy verin beni. Yani olurda aşık olursam bizi ayrı düşürmeyin Ahaha.
-Vuslat yoksa öyle bişey mi var ? Aşık olduğum biri mi var?

-Yok Şükran teyze öylesine söylüyorum. Yok ama olabilir öyle değil mi?

-Kimmiş bakalım o hergele?
Dedesiydi bu cümleyi kuran. Bade elinde ki bardakları heyecandan yere düşürdü. Dedesine doğru baktı. Sonra Şükran teyzeyle göz göze gelip kahkaha attılar.
-
Kimse değil dedecim öyle sohbet ediyoruz şakalaşıyoruz aramızda.
-Seni hiçkimselere veremem. Sen benim tek ailemsin. Ha eğer iç güveydi gelirim derse belki.
-Hahahaha dedecim alemsin. Merak etme gitmeye niyetim yok henüz. Hadi bakalım siz geçin içeri kahvaltıyı ben hazırlayacağım bugün bakalım beğenecek misiniz?

-Kızım dur şu cam kırıklarını toplayalım önce heryerimiz kesilecek yoksa.
-Haklısın Şükran teyze ben toplarım sen merak etme.
-Dur kesme elini ben bir süpürge alıp geliyorum.
Şükran teyze mutfaktan çıkınca Bade büyük cam kırıklarını toplamak için yere doğru eğildi. Bir kaç parça toplar toplamaz sivri camlardan biri yüzük parmağının ucuna battı. Kan akmıyordu. Baloncuk gibi şişiyordu sadece etrafına dağılmıyordu. Küçüklükten beri annesinden duyduğu o cümle geldi aklına "Kan akmaması iyi bişey değil, uğursuzluk getirirmiş."
Bade elindeki akmayıpta kendi içinde şişmeye başlayan kan damlasına bakıyordu. Aklına gelen cümleyle birlikte uçağa bindiği gün içinde olan rahatsız edici iç sıkılması yine zuhur etmişti. Hemen ayağa kalkıp elini yıkadı. Kimseye göstermeden kanı durdurmaya çalıştı. Küçük bir kesikti uzun sürmedi. Güzelce kahvaltı hazırladı. Hepbirlikte masaya geçip kahvaltılarını etmeye başladılar. O an Anıl'dan kocaman harflerle günaydın mesajı gelmişti;

-Hasret bağrımı yaksa da şükür bugünde seni severek uyandım. Günaydın güneşim.
Bade telefona bakıp gülümsedi, bir an herkesin kendisine bakıp tebessüm ettiğini hissetti kafasını kaldırdığında gerçekten de herkes yüzünde ki ufak tefek tebessümlerle onu izliyordu. Ne diyeceğini bilemedi;

-Melisa dan gelmiş komik bişey yazmışta ona gülüyordum.
-Gözlerin parlayacak kadar komik bişey yazmış herhalde.
-Aman dede sende iki gündür Şam edip durdun. Ahaha

-Yok canım ne ilgisi var?
-Neyse sen bırak onu bunu bugün ne yapıyoru?
-Yine gitmek istediğin yerler varsa oralara gidebiliriz.
Tam o sırada Sefer abi telaşla içeri girdi;

-Efendim işçiler arasında fena bir anlaşmazlık çıkmış. İşi durdurmuş kavgaya turuşmuşlar. Gidip baksak iyi olacak.
-Bak kızım gördün mü koca koca adamları ayırmak için koca yolları aşmam gerekecek.

-Önemli değil dedecim. Sen git lütfen. Hem ben biraz alışveriş yapacaktım. Sen gelene kadar onu hallederim. Sonra yine birlikte çıkarız olur mu? Hem yarın geceye kadar da vaktimiz var.
-Gitmem gerekmiyor gerçekten kalabilirim.
-Hayır hayır. Lütfen sen işini aksatma ben çok uzaklaşmam buralarda bişeyler bakarım sonra gelince buluşur gezeriz yine.
-Tamam güzel kızım kusura bakma.
-Estağfurullah tontonum. Üzme kendini.
Dedesi aceleyle evden çıktı. Bade sofrayı toplamaya yardım ettikten sonra odasına hazırlanmaya çıktı. Beyaz güzel bir elbise getirmişti yanında ilk defa giyecekti. Midi boy elbisesini giydi. Öndeki saçlarının uçları arkadan birleştirerek kocaman kurdele şeklinde ki tokasıyla tutturdu. Rahat bir ayakkabı giyip evden çıktı. Anıl'ı arayacaktı hemen. Bir iki kez çalan telefon açılmıştı. Yol boyunca -mağazaya girene kadar- konuştular. Bade mağazaya girince kapatmak zorunda kaldı rahat alışverişini yapabilmek için. Bir kaç kıyafet alıp mağazadan çıktı. Mağazanın yan tarafında ki kitapçının vitrininde gözüne çarpan kitabı içeri girip incelemek istedi. "Ahmed Arif- Hasretinden Prangalar Eskittim" bu kitap tam olarak Anıla olan şu an ki hislerini anlatıyor gibiydi. Hemen aldı kitabı. Anıl'a ilk hediyesi olacaktı. Elinde tuttuğu kitapla birlikte çıktı kitapçıdan. İçini açıp bir kaç satır okumaya başladı.

Seni, anlatabilmek seni.
İyi çocuklara, kahramanlara.
Seni anlatabilmek seni,
Namussuza, halden bilmeze,
Kahpe yalana.

Ard-arda kaç zemheri,
Kurt uyur, kuş uyur, zindan uyurdu.
Dışarda gürül-gürül akan bir dünya...
Bir ben uyumadım,
Kaç leylim bahar,
Hasretinden prangalar eskittim.
Saçlarına kan gülleri takayım,
Bir o yana
Bir bu yana...

Ahmed Arif

Çok güzel dizelerdi. İçinden tekrar Anıl'ı aramak gelmişti. Şiirin en beğendiği dizelerini okuyacaktı ona. Sahile doğru yürüdü Anıl'ı aramıştı ama açmamıştı yine Anıl. Tekrar döner düşüncesiyle bankın birine oturdu. Elinde ki kitabı karıştırıyordu hala. Birden yanına hiç tanımadığı genç bir kız oturdu. Ne olduğunu anlayamadan boynuna sarılan kıza şaşkın şaşkın bakmaya başlamıştı. Çıkaramamış mıydı acaba. Tanımadığını dile getirecekti ki sarılan kız kulağına dehşet dolu şu cümleleri fısıldadı.

-Abla Allah rızası için tanımadığını belli etme. Eski erkek arkadaşım sabahtan beri peşimde. Seni arkadaşım sanarsa gider belki. Çok korkuyorum inan ki lütfen yardım et bana.

Badr duyduğu cümleler karşısında buz kesmişti. Ellerini kızın sırtına dolayarak dediğini yaptı. Başka da çaresi yoktu zaten. Gencecik bir kız. Korktuğu başına gelsin istemiyordu.
Kız Badenin' de ona sarıldığını hissedince derin bir nefes aldı. Bade yalanını daha da inandırıcı kılmak için arkadaşı numarası yapacaktı.

-Nerede kaldın kaç saattir seni bekliyorum burda.
-Kusura bakma canım uğramam gereken bir kaç yer vardı.

Gözleri etrafı seyrediyordu. Ne yapacağını bilmiyordu. İçinde ki ses ona kızı koruması gerektiğini düşünüyordu. Ama kimi kimden ne için koruduğu hakkında en ufak bir fikri bile yoktu. Karşıdan yine aynı yaşlarda genç bir çocuk onlara doğru yaklaşıyordu. Yanında kız aceleyle Bade'ye

-Abla bişey yapacak diye çok korkuyorum. Dedi.
Çocuk iyice yaklaşmıştı. Birden Bade'nin yanında ki kıza doğru yaklaşarak;

-Sabahtan beri nereye kaçtığını sanıyorsun. Bulamam mı seni sanıyordun.
-Allah aşkına gider misin lütfen bak arkadaşımla buluştum rahat bırak bizi. Nolursun.
-Ne arkadaşı be kalk yürü hadi.

Kızı bileğinden zorla tutarak kaldırmaya çalışıyordu. Bade gördükleri karşısında şaşkınlığını gizlemeye çalışarak ayağa kalktı. Kızın bileğinden tutan elini ittirerek

-Sen kimsin ne yapmaya çalışıyorsun. Gelmek istemiyor görmüyor musun?

-Asıl sen kimsin be? Çekil git şurdan başıma bela olma.
-Kendine gel. Nasıl insansın sen istemiyor seni belli ki. Neyi zorluyorsun hemen çekil git şurdan yoksa polis çağıracağım.
Badenin omzundan ittirerek küstahça konuşmaya devam etti.
-
Bak kızım çekil git şurdan dedim sana bu benim sevgilim sana ne oluyor lan?
-Ya ne sevgilisi kız tir tir titriyor görmüyor musun? Ne yapmak için götüreceksin gelmek istemiyor. Bence hemen buradan gitsen çok iyi olur.

Yoldan geçen bir kaç kişi sadece durup olanları izliyorlardı. Kimsenin aklına yardım etmek gelmemişti sanırım. İçimde ki korku git gide büyüyordu. Bir yanda da çalan telefonuma bakıyorumdum. Anıl hissetmiş gibi durmadan arıyordu sanki. Çocuk tekrar kızın elinden tutmuş götürmeye çalışıyordu. Çantamı ve telefonumu alıp diğer eşyalarımı olduğu gibi bıraktım orada. Hızlıca kızı elinden kaptığım gibi hızlı adımlarla yürümeye başladık. Yolda polisi arayıp eve götürecektim. Ev çok yakındaydı. Bu işi hemen halletmem gerekiyordu. Kız kollarımın arasında tir tir titriyordu. Çocuk arkamızdan bağırmaya başlamıştı. Biz hızlı adımlarla ilerlerken bir el silah sesi duyduk. Titreyerek kızın sağını solunu kontrol ettim yarası yoktu. Arka mı dönüp çocuğun koşarak kaçtığını gördüm. Ben yine kızın sapına soluna bakmaya devam ediyordum. Hüngür hüngür ağlayarak

-Abla abla iyi misin. Abla iyi misin.
-Ben iyiyim asıl sen iyi misin?

-Abla nolur yorma kendini. Abla nolur benim yüzümden sakın sana bişey olmasın.
Yine çalan telefonuma daldı kulaklarım. Kolumu uzatıp çantadan telefonumu almak istedim ama kolumu kaldırdığım an tüm vücudumu saran feci bir sızıyla olduğum yere oturdum. Gözlerim bembeyaz elbiseme takıldı o an. Elbisem arkasından önüne doğru kırpkırmızı olmuştu. Vücudum tir tir titremeye başladı o an. Sırtımdan vücudumun heryerine yayılan acı neredeyse felç edecek derecedeydi. Gözlerim kararmaya başlıyordu. Olduğum yere oturdum öylece. Kız hala başucumda ağlıyordu. Bende ağzımı açıp tek kelime edemiyordum. Elime aldığım çalan telefonuma baktım. Anıl hala aramaya devam ediyordu. Sevgilisinin acısını hissetmişti herhalde deli gibi aradığına göre. Ben yarın Muğla'ya sevdiğim adama dönecektim. Peki ya şimdi nereye döneceğim? Ağrım iyice artmaya başlamıştı. Artık hiçbiryerimi hissetmiyordum. Sadece gözlerim açıktı ama görmüyordum bile. Saçlarından ayakkabılarıma kadar heryerim kan olmuştu. Hissediyordum. Vücudumda dolanıyordu ılık ılık damarlarımdan akan kan. Aklıma o an sadece Anıl geliyordu. Belki de ölüyordum ben. Sahi ölüm böyle bişey miydi. Çok acı vericiymiş gerçekten. Annem ve babam da bu kadar acı çekmiş midir. Onların canı da benim ki gibi yanmış mıydı?
Herşeyi bir kenara bıraktım artık. Ben galiba cennetteki anneme ve babama kavuşuyordum. Bunu hissediyorum. Canımın damarlarımdan yavaş yavaş çekildiğini hissediyorum. En kötüsü daha şiirin en beğendiğim mısrasını okuyamadım Anıl'a çok heves etmiştim. Keşke ilk aradığımda açsaydı telefonu. Belki de dün gece son konuşmamızdı. Elimde hala çalmaya devam eden telefonu son kalan gücümle açıp kulağıma götürdüm. Anıl delirmiş halde bana bağırıyprdu.
--
Bade birşey oldu sandım niye açmıyorsun şu telefonu. Deli oldum şurda belki elli kere aradım. Dur bi dakika o sesler ne? Bade nerdesin sen. Bade cevap versene?

Sesimde titreme acı ve ağrılarla son kez gücümü toplayıp Anıla şunları söyledim;

-Hasretinden prangalar eskittim.. seni çok sevdim. O kadar çok sevmişim ki Son nefesim de bile seninle konuşmak nasipmiş.

Anılın haykırırcasına bağırışları arasında gözlerimi yumdum. İnsanlar başıma toplanmıştı. En nefret ettiğim ses olan Ambulans sireni..

Herşeyin bittiğini hissediyorum. İçimizde yaşadığımız, yaşayamadığımız herşeyi yanımda götürüyorum. Eğer bu uykudan uyanmazsam bilmesini istediğim tek şey; İki yıl boyunca çektiğim acıları unutmadım ama iki yılın acısını iki hafta da telafi edecek kadar büyük bir sevgiyle karşılaştım şu dünyada. Ben seni unutamazdım, dilerim ki sende beni hep hatırla...

Bade gözlerini tatlı gelen uykuya teslim etti. Etrafta bağrış çağrış çığlıklar. Ağlamalar ambulans sesi . Duymak isteyeceğiniz en son ne kadar ses varsa hepsi bir aradaydı.
Ne için peki? Hiç..

Kocaman bir HİÇ için nice canlar böyle koparıldı hayattan. Nice evlere ateş düştü, nice yüreklere. Nice aşklar sevdalar yarım kaldı. Nice anne, baba evlat acısıyla imtihan oldu.
Kadınlar. Kadınlarımız.

Prenseste olsanız, evinizde hanım da olsanız, çocukta olsanız, topraktan çamur yapıp oynayacak yaşta çocukta olsanız. Toprağın üstü değil Altını layık gören herkes birgün bedelini öder umarım. Tüm şehit edilen kadınlarımızı, tüm acı çeken, tüm canını bir HİÇ uğruna teslim eden kadınlarımızı saygı ve rahmetle Anıyorum Başımız Sağolsun....

 

Loading...
0%