@fevkalbeser
|
İkisi de birbirini düşünerek uykuya daldı bu gece. Bade, ah! Hayatının baharındayken yaşadığı talihsizlikler onu herşeyden korkan bi insana çevirdi. Bade, herkese uğursuzluk getireceğine inandırdı kendini. Kime dokunsa, kimi sevse, hep gidecekler diye düşünmekten hayatını zindana çevirdi. Oysa o kadar sevgi dolu ki bunu kimileri aptallık olarak adlandırıyor. Merhamet, sevgi, çok az insan bu meziyetleri layığıyla taşıyabilirdi. Bade bu nadir insanlardan biri işte. Yüreğini karartan şeyler bile ondan bu duyguları alamadı. Sadece ne kadar az insana dokunursa o kadar az zarar göreceği düşüncesi kapladı aklının her zerresini. Anıla olan bu temkinli tavrıda bu yüzden aslında. Eğer onu severse, bir kez kapılırsa bu rüzgara acıları tazelenecek. Hatta canı şimdiye kadar olduğundan daha çok yanacak. Uzak durmak zorunda. Bir öğretmen, bir arkadaş olarak hep yanında olur belki ama asla Aşık olamaz. Aklındaki şey hep bu. Ama bu hayat planlar ve sıkıcı bir kaç kurala göre yaşanmıyor. Kaderin de ne varsa yaşayarak öğrenecek. Anıl, aslında onun da hayatı hiç kolay değil. Yaşadığı şeyler onun da hayatından çok şey alıp götürdü. Hatta kendi hayatı artık onun değildi. Zorunda olduğu şeyler, istemeyerek yaptığı birçok şey var. Ama hayatı boyunca tek bir şeyden bu kadar emin. Bade. İlk defa başkaları için değilde kendi için yaşamak istedi. Evde ki hesap çarşıya uymasa da, herşeyin zamanı vardı ve o zaman geldiğinde önün de hiçbir engel kalmayacaktı. Sadece biraz sabır ve Bade'nin hayatına kimsenin girmemesi için biraz şansa ihtiyacı var. Bu sabah her zamankinden daha farklı sanki. Daha bi aydınlık. Sanki güneş bir başka güzel bugün. Anıl dün aldığı kararla birlikte içinde ki umut ışığıyla yatağından fırladı. Bugün kendisine bir iyilik yapacak ve huzur bulduğu yerlere gidecekti. Her zamankinden daha özenli hazırlandı. Dışarda kahvaltı edip sahilde biraz şiir kitapları karıştıracak. Şiir okumak, dinlemek, yazmak, ruha şifa, kalbe vefa, akla huzur... Küçüklükten beri hep istediği mesleğin içinde. Okuduğu ezber ettiği şiirleri yeni nesillere nakletmenin gururunu göğsünün hep bir köşesinde saklıyor. Gözlerimi açar açmaz aklıma dün Anıl hocayla yaşadıklarımız geldi. Gözlerimi açar açmaz aklıma gelmesi hiç hoşuma gitmese de bugün aklımı karıştıracak şeylerden uzak tutacağım kendimi. Biraz dinlenmek kendimle vakit geçirmek istiyorum. Telefonu elime aldığımda yine Selimden binbir türlü iltifat dolu mesaj vardı. Cevap vermek istiyor muyum onu bile bilemiyorum henüz. Ama iyi veya kötü bir cevap vermek zorundayım bunu çok iyi biliyorum. -Selim henüz karar verebilmiş değilim. İnan seni kırmak istemiyorum. Bu yüzden herşeyi etraflıca düşünmek istiyorum. Bugün biraz kendimle vakit geçireceğim. Yarın okul çıkışı buluşalım. Yüz yüze konuşuruz olur mu? -Yarın okuldan seni ben alabilir miyim? Doğru söylüyordu. Bugün artık bir karar vermek zorundayım. İyice düşünüp yarın okul çıkışı söylemeliyim. Akşama kadar hiçbir şey düşünmek istemiyorum. Deniz kenarında yürümek, biraz olsun ruhumu dinlendirmek istiyorum sadece. İkisi de birbirilerinden habersiz evlerinden çıktılar. İkisi de ruhunu dinlendirmek istiyordu. Ama ikisi de ilahi bir güç tarafından ruhlarının buluşturulacağından habersizdi. Küçük bir yolculuktan sonra taksiden inip koya( küçük boyutlu körfez.) doğru ilerledim. Burayı pek kimse bilmez. Sessiz sakin olur genelde. Tam kafa dinlemelik bi yer muhteşem bi manzarası var. Getirdiğim kitabı okuyup, telefonu mu sessize alıp, dünyayla alakanızı kesmek isteyeceğiniz kadar güzel. Dediğim gibi de yaptım. Gül ablaya ve Melisa'ya nerede olduğumu yazdığım kafa dinlemek istediğimi belirttiğim bi mesaj atarak telefonumu kapattım. Yere serdiğim havlumun üzerine oturdum. Çantamdan çıkardığım kitabımı ve içeceğimi alıp anın büyüsüne kapılmıştım artık. Üzerimdeki elbise çizilen resimde ki elbiseyle aynıydı kitabı okurken kafam yine oralara gidiyor ama izin vermemekte kararlıyım. Bugün sadece kendimle olmak istiyorum. Nerden bakarsanız bir saattir buradayım. Kitabı yarılamak üzereyim. Ruhum huzur buldu mu diye sorarsanız pek sanmıyorum. Ama az da olsa kafam boşalmıştı. Olduğum yerde bir kaç çocuklu aile dışında pek kimse yoktu. Gayet sakin ve sessizdi. Bir gün çok bunalırsan Denizin dibinden yosunlara takılmış gibi soluksuz ... Şiirimi tamamlamayan tanıdık ses, tanıdık bir koku kurcaladı aklımı. Devam ettirdi; Sakın unutma gökyüzüne bakmayı Gökyüzü senindir. Gökyüzü herkesindir. Zülfü livaneli. karşımda ki Anıl hocadan başkası değildi. Galiba hayal görüyorum. Yoksa kabus mu? Ne olduğunun farkında değilim. Hiçbirşey yokmuş sanki bu masumca bir buluşmaymış gibi sözlerini bitirip yanıma oturdu. - Beni takip ediyorsun galiba? - Evet dünya küçük. Muğla daha küçük desenize. O kadar koyun içinde, gelip benim olduğum yerde kafa dinelemek istemişsiniz. -Talihin ne demek olduğunu bilmiyor musun? -Neden gitmek istiyorsun o zaman? - Sizde ben de yalnız kalmak, kafa dinlemek için gelmişiz buraya madem, o zaman gerçekten yalnız kalmalıyız. Birlikte susmuştuk, peki birlikte yalnız kalabilir miyiz? Uzun uzun düşündüm bunu. İnsan kalabalıklar içindeyken bile yalnız değil miydi? Peki bizi birlikte yalnız kalma fikrine iten neydi? Kalmak istiyordum onunla. Beynimle kalbim arasında amansız bir savaş veriyordum. Kimse görmüyor belki ama ben yavaş yavaş korktuğum derinliğe dalıyordum. Ya bu deniz beni boğarsa? Ya boğulduğum, kalbimin boğulmak istediği yerden kurtulmak için çırpındığımda herşey çok geç olursa? Kalbim alevleniyor. Ellerim yanıyor. Yüzüne bile bakamıyorum. - Ne düşünüyorsun? -Bilmem. -Ben senin gözlerini sana soruyor muyum? -Bade. Cevap veremeyeceğimiz şeyleri konuşmayalım olmaz mı? -İstemezdim. Sözümü bitiremedim bile. Bırak düşünmeyi bunu sadece kelimelerle ifade etmek bile çok zormuş. -Eğer bu kaderinde varsa kaçamazsın. Hem biz şu an neden bu kadar derin bi sohbet ediyoruz? Ayağa kalktı elini uzattı elimden tutup kalkmam için. Yüzüne baktım yüzünde tatlı bi gülümsemeyle elini tutmamı bekliyordu. Tuttum. Elime sanki bir bebeğe dokunur gibi nazik dokunuyordu. Ayağa kalktım eşyalarımı olduğu yerde bıraktım. -Bu şekilde yürümenin ne anlamı var? -Nasıl yani? -Hadi çıkarın ayakkabılarınızı. söylenerek ayakkabılarını çıkardı. -Bade o kadar sıcak değil. Üşüteceksin. -Siz gelin o kadar soğuk değil. Ne demek istediğimi anlamıştı elimi suya daldırıp alabildiğim kadar su aldım elimin önüne. -Bade sakın. Dur yapma. Gerçekten üşüyeceğiz. -İntikamı kötü olur bende seni uyarıyorum. Sözünü bitirmeden belki beş, altı kez elimle üzerine su fırlattım. Hiç birşey yapmadan bu küçük eylemin bitmesini bekledi. Hiçbir yere kaçmadı. Gözleri gülüyordu. Benim de öyle. -Şimdi sana yapacaklarım için özür dilerim. Bu kezde ben sözümü bitirmeden o üstüme doğru yürümeye başladı. Küçük adımlarla geriye doğru kaçıyordum. Yüzümüzde hiç olmadığı kadar büyük gülümsemeler vardı. -Durun dizime kadar suya girdim. Demeye kalmadan kendimi serin suların içinde buldum. Tamamen suya gömülmüştüm artık ve doğru söylüyordu su çok soğuktu. Bu insanlar nasıl girebiliyor bu suya anlam veremiyorum. Delirmiş olmalılar. Belimde bir sıcaklık hissettim. Bu onun Eliydi. Beni suyun içinden çekti. Bedenimi tamamen kendi bedenine yaslamıştı bile gözlerimi elimle sildim. Islaktım. O da ıslanmış. Üzerinde ki beyaz gömlek bütün adelelerini ortaya çıkarmıştı. Saçı dağılmıştı. Çok yakışıklıydı. Belimi tutan elleri yanıyordu sanki. Gözlerim dudaklarına kayıyordu. Onun gözleri benim gözlerime bakıyordu. Gözlerimi yukarı kaldırdım. Saçım açılmıştı. Elleriyle yüzümde ki saçları kulağımın arkasına doğru itti. Yüzümden akan deniz suyunu elinin tersiyle sildi. Göğsüm göğsüyle birlikte her nefes alışverişimizde birbirine değiyordu. Nefesini dudaklarımda hissediyorum. Gittikçe daha sıkı sarılıyor belime, bir eli de saçlarımın altından boynuma yerleşmiş bir şekilde beni iyice kendine çekiyor. İyice yakınlaşıyor. Karşı koyamıyorum. Gözleri kapalı. Sanki hep bu anı hayal etmiş gibi. Kalplerimiz göğüs kafemizi parçalayacak gibi atıyor. Dudakları iyice dudaklarıma yaklaştı artık sıcaklıklarını hissedebiliyorum. Bu yanlış. Olmamalı. Durdurmak istemiyorum ama durdurmalıyım. Gözlerimi kapattım. Neredeyse birbirine değmek üzere olan dudaklarımı aralayarak; -Çok üşüdüm. dedim cılız bir sesle. Sesimi duymasıyla gözlerini araladı. İstemediğimi anlamış gibi bakıyordu bana. Hemen kendini bu şehvet dolu andan kurtarmak istercesine uzaklaştı. Sadece elimi tutuyordu artık. -Hadi çıkalım şuradan. Yedek bişey var mı yanında. Eli elimde çıktık sudan. Eşyalarımızın olduğu yere doğru ilerledik. Ayakkabılarımız da ıslanmıştı. Nasıl giyeceğiz bilmiyorum. -Ayakkabılarımızda ıslandı nasıl giyeceğiz? -Giymeyeceğiz. -Bu şekilde taksiye binemem. -Bende seni bu şekilde taksiye bindiremem. Havluyu omuzlarıma doğru bıraktı. Eşyalarımı çantama doldurdu. -Aşk ve Gurur'u ilk kez mi okuyorsun. -Çok şey kaybetmişsin. Kafasını elinde tuttuğun kitaptan kaldırarak yüzüme baktı. -Belki de. Hadi gidelim artık. Ben bırakırım seni. -Bade. Senin bagajda mı götürmemi istersin. Yoksa sessizce yanım da ki koltuğa oturmayı mı tercih edersin. Hiç bişey konuşmadan arabaya kadar geldik. Eşyalarımı bagaja koyup elinde bi su şişesiyle yanıma geldi. -Sen otur. -Bununla ayaklarımızda ki kumu temizleyelim. Sözünü bitirmeden olduğu yere çömeldi. Elindeki suyu ayaklarıma büyük bir özenle dökmeye başladı. Sonra kendi ayaklarına döktü. -Üşüyor musun hala? -Hayır. Geçti. -Sizin yüzünüzden düştüm bu kez. -Evet. Tıpkı bi güvercin gibisin. Öyle masum, öyle ürkek. -8 yaşından beri hiç kesmedim. Canım babam. Biz konuşmaya dalmışken evin önüne gelmiştik bile çoktan. Yol nasıl bitti hiçbir fikrim yok. Arabadan inmeden; -Teşekkür ederim. Hem getirdiğiniz için hemde sohbetiniz için. İkimizde arabadan indik. Kapıya kadar bana eşlik etti. Koluyla koluma dokundu; -Çok üşümüşsün hemen kurulan yoksa hasta olacaksın. -Evet şimdi tam anlamıyla Sırılsıklamım. -Bugün zamanı var dediğiniz konuşma vardıya. Zamanına ne kadar kaldı? Gözlerimizin içine bakarak gülümsüyorduk. İçten ve çok samimiydi bugün ki gülüşlerimiz. İkimizin de gözlerinde aynı parıltı vardı. Birden arkadan birinin seslenmesiyle bölündü bakışmalarımız. -Bade. Nerdesin güzelim sen sabahtan beri burda seni bekliyorum. Sese doğru döndüğümde ellerinde güllerle Selim bize doğru yaklaşıyordu. Anıl hocaya döndüğümde şaşkınlık ve merakla yaklaşan kişinin kim olduğunu sorgularcasına bakan gözlerini gördüm. -Beyefendi kim Bitanem? Bitanem mi? Ne yapıyorsun sen Selim? Neler söylüyorsun? -Merhaba ben Selim. Bade'nin erkek arkadaşı. Siz? Selim iyice saçmalamıştı. Erkek arkadaş nerden çıktı. Şaşkınlığımı üzerimden atamıyordum. Hiçbirşey söylemiyordum. Anıl hocaya baktığımda, gözlerinde şimşekler çakarak bana bakıyordu. Gözleri dolmuştu. Dokunsam ağlayacak bi hali vardı. Kalbime bi ağrı saplandı. Selim beni içinden çıkamayacağım bir duruma sokmuştu. Eli hava da kalmıştı. Anıl hoca elini uzatmayı bırak Selimin yüzüne bile bakmadan aracına doğru hızlı adımlarla yürüdü. Ne düşündüğünü anlıyordum. Anıl sanki arabayı değilde araba Anılı kullanıyordu. Gözlerinden yaşlar damlıyordu tutamıyordu. Böyle olacağını biliyormuş gibi direksiyona vura vura bağırıyordu. Sesinde ki acı ellerinin acısından daha büyüktü. Kocaman adam çocuk gibi ağlıyordu. "Ah dağ gibi durup dal gibi kırılan kalbim" bu dize tam da şu an ki durum için yazılmıştı belliydi. Yüreğine hançer saplanmıştı. Bade'nin Prenses saçları tıpkı yağlı urgan gibi dolanmıştı boynuna. Yavaşça ölüyordu. Nereye gittiğini bilmiyordu. Son sürat kullanıyordu arabayı. Kendini Badeyi ilk gördüğü yerde buldu. İlk gördüğü yerde başlayan şeyi yine ilk gördüğü yere bırakmaya mı gelmişti yoksa. Bu o kadar kolaymıydı. Bu o kadar kolay mıydı bilmiyorum ama Anıl'ın yüreğine düşen ateş nicelerine neler yazdırmıştı.
"Yitirmiş tılsımını ilk sevmelerin, Yitirmiş öpücükleri, Payı yok, apansız inen akşamdan, Bir kadeh, bir cigara, dalıp gidene, Seni anlatabilsem seni... Yokluğun, Cehennemin öbür adıdır Üşüyorum, kapama gözlerini... Ahmed Arif."
|
0% |