@fevkalbeser
|
Tam üç gün. Koskoca üç gün geçti. Göğüs kafesim parçalanalı, yüreğim söküleli, nefesim kesileli tam üç gün, Bade'nin sesini duymayalı üç gün, Yüzünü görmeyeli üç gün. Dünyanın sonu gelsin diye dua etmeye başlayalı üç gün oldu. Sana aşık olduğumda seni tanımıyordum. Seni öpmemiştim aşık olduğumda. Sana dokunmamıştım bile. Kokunu duymamıştım. Seni tanımak, benim bu hayatta ki en büyük şansımdı. Hala da öyle. Peki beni yarım bırakmak sana yakışır mıydı? Bana ansızın veda etmek? Bana son kez mi baktın? Beni son kez olduğunu anladığın için mi koklaya koklaya öptün? Sahi sen anlamış mıydın başımıza gelecekleri? İçimde sıkıntı var derken herşeyin farkında mıydın? Bunu bana nasıl yaparsın Bade? Beni böylece nasıl bırakırsın. Beni bu acıyla nasıl sınarsın? Muğla'ya gelirken seni aramıyordum. Hiçkimseyi aramıyordum ben. Bu zamana kadar hiç kimsenin arayışında olmadım. Ansızın çıkıp geldin. Sen gelene kadar siyah beyaz olan hayatım, seninle birlikte renklendi. Yalnızca bizim anlayacağımız bir dil vardı aramızda. Doğrusuyla yanlışıyla. Seni merak ettim, sende beni. Dünya üzerin de aniden gelen, gelişen şeylerin en güzeli, en mükemmeliydin. Şimdiyse gitmekte ısrarcısın. Beni binbir türlü azaplarla tek başıma, çaresizce bırakmakta ısrarcısın. Buna hakkın var mı? Öyle bir ölüm ki; sadece bir kişiyi değil, tüm sevdiklerini de yanında götürür cinsten. Şimdiye kadar ölümü yakından tanımadım ben. Şimdiyse aklımın, kalbimin tam orta yerine bir yanardağ gibi alev püskürtüyor. Bir kez daha durursa kalbi geri dönemezmiş. Herşey pamuk ipliğine bağlıymış bu hayatta. Herşey en ummadığın anda olurmuş. Herşey en güzel yerinde bozulurmuş. Hayat bana ne kazandırdı çok iyi biliyorum. Şimdi ise kazandırdığı şeyi avuçlarımdan sinsi bir hırsız gibi geri almak istiyor... Bunları söylerken, hastane odasının bir köşesinde Bade'nin buz kesilmiş elini tutuyordum. Gözünden akan kanlı yaşlarla soluk benzine bakıyordum. Yoğun bakım odasıydı. Burası da aynı benim eşsiz sevgilim elleri kadar soğuktu. Üzerimde mavi, tedbir amaçlı giydikleri kıyafetler vardı. Ağzımda ki maske gözyaşlarımla birlikte sırılsıklam olmuştu. Saçım başım darma dağınık. Ama perişan haldeyim. O tıpkı bir melek gibi uyuyor karşımda. Nefesini bile duymak çok zor. Yaşanılan herşey gibi. Elini tutarken tekrar kayıp gitmesinden korkuyorum. Tam iki kez kaydı ellerimizden. Buna bir kez daha izin vermem. Beni bırakamazsın diye haykırdım yüzüne. Ben buna hazır değilim. Halim toz, duman. Ucu bucağı gözükmeyen sisler içinde kalmışım sanki. Bade'nin orda olduğunu biliyorum ama bir türlü yanına gidemiyor ona yetişemiyor gibiyim. Yakınımda ama dokunamıyor gibiyim. -Anıl bey, artık çıksanız iyi olur. Yoğun bakım da olduğumuzu biliyorsunuz. Bu kadar kalmanız doğru değil. Doktorun söylediklerini yine büyük dikkatle dinledim. Günlerdir aynı şeyleri söyleyip duruyordu zaten. Yavaşça eğilip Bade'nin elini öptüm. Geriye doğru bir kaç adım attım. Adımlarım gitmiyordu. Onu yalnız bırakmak istemiyordum. Yine de çıkmam gerektiğinin de farkındaydım. Kapıdan zorda olsa çıktım. Koridora doğru ilerledim. Mosmor olmuş gözlerimle etrafa bakındım. Ekrem bey ve Melisa dünyanın tüm yükünü kaldırmış gibi öylece oturuyorlardı koltukta. Ekrem bey sanki şu üç günde bin yaş almış gibiydi. Melisa'nın hali ise anlatılacak gibi değildi. İkisi de meraklı gözlerle bana baktılar. Yanlarına doğru ilerledim. Karşılarında ki boş koltuğa oturdum. Yüzlerine bakamıyordum. Çünkü söyleyecek tek bir kelime bile iyi birşey yoktu heybemde. Melisa gelip yanıma oturdu. -Nasıl? -Melisa konuşma böyle. Ben biliyorum. Bade çok güçlüdür. Neler atlatmış baksana bunu da atlatacak. -Öyle bişey olmayacak. Az önce onunla konuşurken gözünden yaş geldi biliyor musun? Beni duydu. Benimle birlikte o da ağladı. Biliyorum geri dönecek çok yakında. -Doğru mu bu? Yani ağladı mı? Melisa gözünden akan bir kaç damla yaşla yanımdan kalktı. Bir eli belinde diğerini alnına götürdü. Ekrem bey hala duruyordu öylece. Kafasını bile kaldırmıyordu. Öylece yeri seyrediyordu. Yerimden usulca kalktım. Gidip yanında ki koltuğa oturdum. -Hayır lütfen öyle düşünmeyin. Sizin hiçbir suçunuz yok. Kimse bilemezdi böyle olacağını. Bazı şeyler ancak olacağına varıyor Ekrem bey. Melisa karşımızda ki koltuklara oturup hiddetle lafa girdi; -O baş belası kızın yüzünden hepsi. Koskoca şehirde benim kardeşimden başka kimse yokmuydu sığınacak. -Hak etmedi ama Bade bir kadının hayatını kurtardı kendi hayatı pahasına. Eminim kendiyle ömrü boyunca bu kadar gurur duymayacaktır. -Benim cesur yürekli torunum. Gözünü bile kırpmamış kızı tuttuğu gibi eve getirmek için yola koyulmuş. Hain sırtından vurmuş onu. -Sen nasıl üç gündür buradasın? Ekrem amca, Gül abla, öğrendi mi herkes? -Gül sordu. -Melisa ben deli gibi Bade'yi aradım o gün. Beni aramış ama Allah kahretsin ki ben açamadım o an. Sonra hemen geri döndüm. Belki on kez üst üste aradım. İçime bi ateş düşmüştü zaten. Daha badenin aramasını görmeden kalbim kasılıyordu fark etmiştim. Bade de cevap vermeyince iyice büyüdü içimde ki alev. Sonra telefonu açtı. Deli gibi bağırdım ona cevap vermediği için. Hiç sesi çıkmıyordu. Ama arkasından o kadar ses geliyordu ki. Kalabalık bir yerde zannettim önce. Nerdesin demeye kalmadan Bade söze girmişti. " Hasretinden prangalar eskittim, beni unutma, ben seni unutamazdım" dedi. -Daha sonra sesi kesildi Bade'nin. Yanında ki kız aldı Telefonu, hızlıca özet geçti olayı. Ambulans gelmişti o arada. Telefonu kapattılar. Olduğum yere çöktüm. Ne yapacağımı ne hissedeceğimi bilemedim ama sırtıma bir hançer saplanmıştı bile. Nefesim kesiliyordu. Boğazımı sıkan, gözlerimi karartan gerçekle yüzleştim o an. Hiçbirşeyi, hiçkimseyi düşünmeden arabaya atladım. 8 saate yakın sürüyor yol normalde, ama ben 4 saat olmadan gelmiştim. Nasıl geldiğimi bile bilmiyorum. Nerelerden geçtim, hangi yolu takip ettim hiçbir fikrim yoktu. Hem ağlıyor hem hala telefona bakıyordum. Belki şakadır diye ama çalmadı. Sonra tekrar aradım Bade'yi. Bu kez telefonu bir kadın açtı. Sanırım yanlarında çalışan hanımefendiymiş. Hangi hastane olduğunu öğrendim. Geldiğim de ortalık yangın yeriydi. Ekrem bey bir köşe de yarı baygındı. Benimle konuşan hanımefendi aynı şekilde. -Peki Gül ablaya ne söyledin buraya gelirken Bade'nin yanında da gördü seni? -Ben geldiğimde Bade hala ameliyattaydı. Ekrem bey diğerleri yüzüme bakıyorlardı. Kim olduğumu, ne olduğumu anlamaya çalışıyor gibilerdi. Ekrem beye yaklaştım sadece Öldü mü? diyebildim. Öldü mü? Ölümün ne kadar acı olduğunu yeni zuhur edebilmiştim. "Ameliyatta kalbi durmuş geri getirmişler bilmiyoruz" dedi. Koskoca adam hıçkırıklarla ağlıyordu karşımda. Ayaklarının önüne çökmüştüm. Yavaşça doğrulup kendimi bahçeye attım sonra. İçimde ki tüm duygular birbirine karışmıştı. Ağladım, ağladım, ağladım. Elime telefonu alıp Gül'e mesaj attım. Hocam ben İstanbuldayım Annem çok rahatsızlanmış. Görmem gerekiyor ne zaman geleceğim konusunda birşey diyemiyorum iyileşmesi gerekiyor anca öyle dönebilirim dedim. Yalan söyledim. İçimde ki aşkımı haykıramadım. Acımı açıklayamadım. Başka birşey söylemek gelmedi aklıma. Mesajımın ardından hemen beni aradı Gül. Açtığımda hıçkırıklarla ağlıyordu. Bade'yi öğrenmiş. Bana söyledi. Ne olduğunu bilmiyordu. Ona da hastanenin ismini sordum anlaşılmaması için hemen yanına gideceğimi söyledim. İşte böyle Melisa burda olan sadece bedenim aklımda kalbimde o buz gibi yoğun bakım odasında. Ben Bade olmadan ne yaparım. Nasıl dayanırım? İkimiz de olduğumuz yerde ağlamaya ve soğumuş olan kahvelerimizden yudumlamaya devam ettik. Bizi ayakta tutan tek şey günlerdir boğazımızdan geçen tek şey kahveydi. Hem uyumamak hemde en azından gerekli olan şeker ihtiyacını karşılamak için içiyorduk.
Saat öğleden sonra beş buçuğu gösteriyordu. Bir günün daha sonuna gelmiştik. Bugünde güzel haberler alamamıştık. Bade hala uyuyordu. En ufak bir gelişme bile yoktu durumunda. Oturduğumuz bank sanki dikenli bir sopa gibi batıyordu bize. Bir anda Melisa’nın kalkışını hissettim. Hızlıca hastanenin kapısına doğru ilerliyordu. Emine ve ailesi hastaneden çıkıyorlardı. Melisa’nın onlara doğru ilerdiğini fark edince yine kötü sözler söylemesinden korkarak fırladım yerimden. Melisa ailenin önüne geçmişti bile. -Ben az önce ki tavrımdan dolayı hepinizden özür dilerim. Biz çok acı çekiyoruz ve ağzımdan çıkan hiçbirşeyi isteyerek söylemedim sizi kırdıysam özür dilerim. Affedin beni. -Olur mu öyle şey kızım. Biz kusura bakacak konumda değiliz sizlerin karşısında. Sizin arkadaşınız benim kızımın hayatını kurtardı. Eğer bu durumdaysa bizim yüzümüzden. Asıl sizler bizim kusurumuza bakmayın. Affedin bizleri. Ben babasıyım, bu hanım da annesi. Ben hepimiz adına sizlerden özür diliyorum. -Lütfen beyfendi özür dileyecek bir durum yok. Evet acı çekiyoruz ama bizim gibi bu acıyı çekmiş nice aile var. Umarım bizim Bademiz son olur. Bir daha kimse bu acıya dayanmak zorunda kalmaz. Ben tekrar çok özür dilerim sizlerden. Emine özellikle senden. Melisa’nın sözleri üzerine Emine büyük bir mahcubiyetle kollarını Melisa’ya doğru yöneltti. Sarıldırlar sıkıca. Benim yine gözlerim dolmaya başlıyordu. Kuruduğu saat yoktu şu günlerde ama şu an daha çok acı hissediyordum sanki iliklerime kadar. Hızlıca söze girdim; -O pislik layığını buldu mu? -Adalete teslim oldu itiraf etti suçunu. Bizde gereken ifadeyi verdik. Uzun yıllar içerde yatacağı kesinleşti. Hem kendi hayatını hemde bizlerin hayatını cehenneme çevirdi. Ama şükürler olsun ki cezasını çekecek. Sizlerde inşallah bir an önce eşinize kavuşursunuz. Allah yardımcınız olsun. Babasının son sözü nedendir bilmem günler sonra ilk kez yüzünü gülümsetti. Hafifçe tebessüm etmiştim. EŞİ kelimsiydi yüzümü gülümseten. Beni Bade’nin eşi sanmışlardı. Bu öyle büyük bir ömür ki benim için tarifi imkansız. Melisa’yla göz göze geldik o an. O da benim gibi gülümsemişti. Ama bizimki acının tatlı bir tebessümüydü sadece. Tekrar beyefendiye doğru döndürdüm yüzümü; -Teşekkür ederiz. Sağolun. Olurda durumla alakalı gelişme olursa lütfen bize ulaşın. -Hiç merak etmeyin elbette.
Aile hızlı adımlarla uzaklaştı yanımızdan. Melisa yüzüme bakarak bir kez daha tebessüm etti;
-Sen de pek meraklıymışsın Bade’nin eşi olmaya hiç ikiletmedin. -Bilmem hoşuma gitti. Başkasının ağzından duymak daha çok memnun ediyormuş insanı. -Sahi sen sevgilisi olduğunu söylemedin mi Ekrem amcaya? -Hiçbirşey söylemedim. O da sormadı. Hadi içeri gidelim artık. Çok uzak kaldık Bade’den. -Sen çok iyi yürekli bir adamsın. Tıpkı benim arkadaşım gibi. Umarım birgün az önce tebessüm ettiğin şey gerçek olur. Acıyla gülümsedim tekrar. -Umarım. Hızlıca Yoğun bakıma doğru ilerledik. Ekrem bey olduğu yerde oturmaya devam ediyordu. İlk gün gelip gördüğüm hanımefendi tekrar gelmişti. Şükran hanım. Çok tatlı iyi niyetli bir kadındı. Bade’yi de çok seviyordu belli. Oturduğu yerden kalkarak bize doğru yaklaştı. -Nasılsınız? -bildiğiniz gibi Şükran hanım siz nasılsınız? -Kötüyüm oğlum nasıl olacağım. Vuslatım içerde öylece yatarken ben nasıl olacağım ki? -Ekrem bey çok yorgun Şükran hanım. Gitmemekte ısrar ediyor ama sağlığından endişe ediyorum. Ağzına tek lokma bile koymadı. -Biliyorum evladım ama bende ikna edemem ki onu. İnatçıdır kendisi. Bade’nin gözünü açtığını görmeden şurdan şuraya gitmez. -Bir kez daha konuşmayı deneyeceğim belki işe yarar. -Siz bilirsiniz.
Ne söyleyeceğimi bilemeyerek yürümeye başladım. Yaşlı ve güçsüzdü. Bade’nin tek dayanağıydı bu hayatta ki. Zarar gelmesini asla istemem. Bana emanetti Bade uyanana kadar. Gelip yanına oturdum. Hala kendini suçluyordu gözlerinden belliydi.
-Ekrem bey iyi misiniz? -Yavrum iyi olana kadar bana iyi olmak haram. -Ekrem bey lütfen biraz dinlenin artık en azından bir iki saat. Çok yorgun ve bitkin görünüyorsunuz. -Benim gözümü bir saniye bile kapatamam. Yalnız bırakamam kızımı. O içerde uzanmış öylece yatarken ben kendimi düşünemem. -Peki Bade uyanınca sizi böyle görürse ne cevap vereceksiniz? Yüzüme anlamsız bir ifadeyle baktı. -Ahh bir uyansa benim evimin gülü o güzel gözlerini bir açsa. Daha ne isterim şu yalan dünyadan. Allahım benim ömrümden al ona ver diye dua ediyorum günlerdir. -Ekrem bey ben buradayım. Biz buradayız. Lütfen eve gidip bu gece evinizde güzelce dinlenin sabah yine gelirsiniz. Olmaz mı? Tekrar kafasını kaldırdı. Bu kez yüzüme binlerce soru soracak gibi bakıyordu ama dilinden tek bir soru döküldü? -Sen kimsin evladım? Günlerdir buradasın. Bir dakika bile ayrılmadın Bade’nin başından. Gözlerin ağlamaktan kan çanağı gibi olmuş. Bana diyorsun ama sende günlerdir ne uyku biliyorsun ne yeme içme. Sen kimsin sahi? Ne cevap vereceğimi bilemedim bu soru karşısında. Aslında cevap açıktı ama vereceği tepkiyi o an anlayamıyordum. Ne söylesem, nasıl anlatsam? Sevgilisiyim demek doğru mu? Peki ya daha doğrusu mu söylemek gerekiyor? Sevgiliden de öte. O benim canım. Canım ne ki bütün hayatım. Bütün derdim. Hayatımın şansı, hayatımın aşkı, ömrümün baharı. Bunları söylemek ayıp mı? Neden ayıp olsun. Ama asıl engelin ne olduğunu anlamam çok sürmedi. Bunların yanı sıra ben onun öğretmeniyim diyebilecek miyim asıl? Asıl itiraf etmem gerekeni söyleyebilecek miyim? Bilmiyorum. Yüzüme büyük bir merakla bakan bu yaşlı adama ne söyleyeceğimi bilmiyorum. Ağzımı açıp söze bir yerlerden başlamam gerekiyor.
-Ekrem bey ben… Daha sözümü bitirmeden söze girdi; -Benim kızımı sessiz sessiz gülümseten, ansızın yazdığı tek cümlesiyle havalara uçuran, telefonuna binlerce kez bakmasına sebep olan hergele sensin öyle değil mi? Sesinde bariz bir baba şefkati vardı. Anlamıştı, Ama benden duymak istemişti belli ki. Söyledikleri beni mutlu etmişti. İçimde küçük bir ışık yandığını hissetmiştim. Melisa da kenarda bizi dinliyordu Şükran hanımla. Onlarda benim gibi hem şaşkın hemde ufakta olsa mutlu olmuşlardı. Yüzümü yere eğmiştim. Belki utanmıştım belki de hala ne diyeceğim konusunda kararsız olduğum için.
-Eğme kafanı. Yüzüme bak. Sevgi utanılacak birşey değil oğlum. Geldiğinde yüzünde ki korkuyu gördüğüm an anladım kim olduğunu. Alnın açık başın dik söyle sevdiğini. Bade de seni seviyor olmalı. -Eminim seviyordur. -Yazdığın ufak mesaja bile çocuk gibi mutlu oluyorsa seviyordur. Hissetmiştim. Hatta sordum biliyor musun? Hayatında biri mi var kızım dedim. Utandı zaar hiçbirşey söylemedi. Sabah kahvaltı masasındayken yine sen yazdın muhtemelen kahkaha attı biliyor musun? Sorduğumda Melisa komik birşey atmış dedi. Son kez duymuşum meğer kahkahasını nereden bilebilirim. Adamcağız yine çocuk gibi ağlamaya başladı karşımda. O kadar zor ki üzülüyorum ama elimden en ufak birşey gelmiyor. İçim de koca bir volkan patlamış ama ben bir bardak su alıp yetişemiyorum ne kendi yangınıma ne de bir başkasının. Şükran hanım yanımıza yaklaştı.
-Ekrem Abi hadi biz gidelim. Duş alıp biraz uyu bak Anıl oğlumuz burda. Melisa da öyle. Sabah erkenden geliriz. Doğru söylüyor Bade seni böyle görsün ister misin?
-İster miyim istemem tabiii. -Ee hadi o zaman. Gidelim güzelce karnını doyur. Düşündü alıp biraz uyu. Sonra yine geliriz. Benim de aklım burda ama bu seferde Bade iyileşecek sen hasta olacaksın. Nasıl bakacağız yavrumuza sonra? -Tamam ama Anıl, numaramı kaydet. En ufak bir gelişmede hemen beni ara. Melisa sende öyle. Tamam mı? -Tabi ki efendim hiç merak etmeyin. Melisa da tamam maksadıyla salladı başını. Şükran hanım zar zor yürüyen Ekrem beyin koluna girdi. Ağır adımlarla gözden kayboldular. İçim biraz olsun rahatlamıştı. En azından içinizden biri uyku yüzü görecekti. Melisa elini yüzünü yıkayıp geldi tekrar. Koltuğa oturup yüzüme baktı;
-Biliyor musun geleceği gün bavulunu toplarken sana ne kadar aşık olduğunu anlatıyordu Bade.
Yüzüne baktım. İçimde yine kopan bişeyler hissettim. Bana aşık olduğunu anlatmış. Benim için ne büyük saadet ama. Peki bu aşk bu kadarcıkmıydı. Daha yaşanacak onca şey varken şimdi gitmenin sırasımıydı. Meraklı gözlerle Melisa’ya bakmaya devam ettim. -“Sonumuz ne olur bilmiyorum ama çok aşığım” demişti. Yüzü gülüyordu. Sen onun karanlık dünyasını aydınlattın Anıl. Onu hiç bırakma olur mu? O sensiz yaşayamaz artık. Görüyorum sende onsuz. Ben kendi arkaşlığımı geçtim. Yeter ki siz kavuşun. Bana yeter.
-Sen çok iyi bir arkadaşsın. Eminim Bade tüm gücünü seninle olan arkadaşlığından almıştır. Umarım sende bende kaybetmeyiz onu.
Melisa’nın sözlerinin ardından yoğun bakım odasının kapısına yöneldim. Her istediğimiz zaman giremiyorduk ama tüm imkanlarımla ısrar edip içeri girecektim. Doktor yoktu. Ama yoğun bakım hemşiresi oradaydı. Dolu gözlerimle kadının yüzüne baktım. Yalvarır derece de beş dakika bile olsa içeri girmek istediğimi söyledim. -Bey efendi biliyorum merak içindesiniz ama içeri alamam sizi. Enfeksiyon riski yüksek. Hastanın iyiliği için anlayışınızı bekliyorum. -Sadece beş dakika lütfen. Ben günlerdir onu bekliyorum. Onu görmezsem bu gece sabah olmayacak benim için. Heryer kapkaranlık. İzin verin beş dakika aydınlığa kavuşayım. Kadının gözleri doldu. Yüzüme acır bir ifadeyle bakıyordu. İkna olmuştu sanırım. Eline aldığı bir kaç parça giysiyi verdi. -Giyinin bunları sadece beş dakika. Lütfen uzun tutmayın olur mu. Doğru değil aslında ama sevginiz gözlerinizden okunuyor. Kıyamadım. -Çok teşekkür ederim sadece beş dakika. Hızlıca verdiği kıyafetleri giydim. Saçımı başımı düzeltip Boneyi kafama geçirdim. Açılan kapının ardında onun gül yüzünü gördüm. Sahiden karanlık çöken gözlerime yüzünde ki nuru vuruyordu. Bıraktığım gibi yatıyordu hala. Yanında ki sandalyeye oturdum. Elini tuttum. Öptüm. Bu kez elleri o kadar soğuk değildi. Odayı da ısıtmış gibilerdi. Avuç içlerini öptüm. Yüzüne bu acının verdiği tebessümle değil gerçekten mutlulukla baktım. Çünkü yüzü hala gözlerimin önündeydi. Elleri elimdeydi. Tıpkı karşımda beni dinliyormuş gibi konuşmaya başladım onunla. -Ömrümün baharı. Gözümün nuru. Melisa’ya söylediğin şeyi duydum. İnan bende seninle aynı fikirdeyim. Sonumuz ne olur bilmiyorum ama bende sana çok aşığım Bade. Sensiz bir anı bile düşünemiyorum. Seni gördüğüm o günden beri aklımdan bir saniye bile çıkmadın. Canım çıktı belki ama sen çıkmadın. Gözümden bir kaç damla yaş aktı. Sözlerime devam ettim ağlamaklı sesimle; -Hem sen beni bırakmazsın değil mi? Bizi bırakmazsın. Bizim daha çok yolumuz var sevgilim. Bizim seninle yürüyeceğimiz çok yol var. Daha en başındayız. Bizi daha baştayken terk etme nolur. Beni sensiz bırakma beni nefessiz bırakma. Hem ben daha kendimi sana tam olarak tanıtmadım bile. Mesela en sevdiğim renk? En sevdiğim rengi söylemedim sana hiç. Ben en çok yeşil rengi seviyorum. Mesela yemeklerden Mantıyı. Şiir seviyorum. Şiir gibi bakan seni seviyorum en çok. Yeni alınmış kitap konusunu, yağmur yapmaya başladığında ki toprak kokusunu. Bade, bizim konuşacak o kadar çok şeyimiz var ki sen bunların hiçbirini merak etmiyor musun? Hem benim sana anlatmam gereken çok daha önemli şeyler var. Şu an değil belki ama hele bi iyileş işte o zaman anlatacağım. Belki bana kızarsın, belki küsersin bilmiyorum ama anlatmam gereken çok önemli şeyler var Bade sana. Konuşacak, paylaşacak çok şeyimiz var. Tekrar elini öptüm yüzüne bakıyordum ilk defa görmüşçesine. Hayranlıkla. -Bu haldeyken bile yüzün solmuşken bile bu denli güzel olmazsın Bade. Aklımı başımdan alacak kadar güzel olmazsın. Sen benim başıma gelen en güzel şeysin. Benim neyim yoksa yerine sen varsın. Tekrar bilsem bunca acıyı çekeceğimi, bilsem kalbimin cayır cayır yanacağını, yine seni isterim. Bu dünya da iki kere iç çektiysem biri sanadır. Lütfen bana üçüncü kez iç çektirme. Ben sana sarıldım. Öptüm seni. Sımsıkı sarılarak uyudum sana. Ben bundan sonra o kadar güzel uyuyamam. Beni kimse böyle ağlatmadı şu yaşıma kadar. Hepsi helal-i hoş olsun. Sana değer herşey. Yalnız bir ricam var senden, uyanınca mısrasını okuduğun şiiri tamamla olur mu? Senin sesinden şiir dinlemek ne demek benim için inan bilemezsin. Şimdi ağlıyorum belki ama denizler gibi derin gözlerinle bana bir kez bak bütün acılarım o an bitecek söz veriyorum sana. Yeter ki dön bana. Anıl kafasını Badenin elinin üzerine yasladı büyük bir özlemle. Gözlerinden akan bir kaç damla yaşla birlikte son kez Badeye şu cümleyi kurdu; -Ömrümün baharı bu kez senin için ben okuyacağım o şiiri. Son birlikte okuyacağız tamam mı? Diyerek şiiri sesli bir şekilde okumaya başladı hala Bade’nin eline yaslanmış haldeydi.
Seni, anlatabilmek seni. İyi çocuklara, kahramanlara. Seni anlatabilmek seni, Namussuza, halden bilmeze, Kahpe yalana.
Ard-arda kaç zemheri, Kurt uyur, kuş uyur, zindan uyurdu. Dışarda gürül-gürül akan bir dünya... Bir ben uyumadım, Kaç leylim bahar… (Ahmed Arif) Son dizeleri okuyacaktı. Tam olarak Bade’nin okuduğu dizeye gelmişti ki cılız ve titreyen sesiyle Gözlerini aralayan, diğer eliyle ağzında ki oksijen maskesini çıkaran Bade şiire eşlik etti;
Hasretinden prangalar eskittim. Saçlarına kan gülleri takayım, Bir o yana Bir bu yana...
Anıl rüyadaymış gibi kaldırdı kafasını. Dili tutulmuş gibi bakıyordu karşısında ki güzel kadına. Gözlerinden binlerce damla aynı anda dökülüyordu. Ama bu kez mutluluktan. Günlerdir ilk defa mutluluktan ağlıyordu. Bade gözlerine bakıyordu. Yavaşça elini kaldırmaya çalıştı Anıl’ın gözyaşlarını sildi.
-Özür dilerim. Yine çok beklettim seni.
Beklemişti Anıl. Deli gibi bu anı beklemişti. İçinde ki dehşet veren hislerden kurtulmak için beklemişti. Acısı göğsünü delmişti ama o vazgeçmedi bekledi. Dakikalarca, saatlerce, günlerce. Kavuşmak için bekledi. Sesini duymak gözlerine bakmak için bekledi. Sonunda beklediği an geldi. Yüreği şimdi de cayır cayır yanıyordu ama bu kez mutluluktan kendine hakim olamayışından. Sevdiğin yanında olmayınca hergün zulüm insana, bir bakış bir dokunuş şifa insana…
Yorum ve oylarınızı eksik etmeyin sevgili okurlarım. Beğenmeniz dileği ile... <3
|
0% |