@fevziceviz
|
Ben yere düşen Hope'u gördüğünde büyük bir endişeyle "HOPE!" diye bağırır.
Ben, Hope'u sallayarak uyandırmaya çalışır. "HOPE! HOPE UYAN! HOPE...!" Ama nafile, ne yaparsa yapsın uyanmıyordur.
Onu kucağına alır. Edişeli gözlerlerle ona bakarken "Seni kaybetmek istemiyorum." diyerek onu Ken'in yatağına götürür.
...
Hope'un rüyasında, Hope'un ağzından...
Burası neresi? Neredeyim ben? Ve buraya nasıl geldim?
Etrafına bakınır.
Burası çok tanıdık geliyor.
Bir kadın sesi gelir. "Hope, tatlım buraya gelir misin?"
Bu ses... Anne! Ben geçmişe mi gittim?
Kısık bir ses "Charmcaster" diye seslenir ama o bunu duymaz.
Hayır, geçmişe gitmedim ben. Ben bayılmıştım. Ama neden?
Bu sanırım bir rüya olmalı. Diğer yandan hiç rüya gibi durmuyor.
...
"Hope, ne kadar büyümüşsün!" der Hope'un annesi.
Annem beni görüyor mu? Bu bir rüya değil mi yani? Ah, kafam! Bir şey hatırladım sonunda. Ken'de hissettiğim şey... Bir şey ondan çıkıp bana ilerlemeye başlamıştı. Bir ruh... O zaman burası ruhlar alemi mi?
Ben farkında olmadan annem karşıma gelmişti. "Kızım, duyabiliyor musun beni?" diyordu.
Bir an düşünmeyi bıraktım ve duygularıma hakim olamayıp ona sarılmaya çalıştım.
"A-a-anne... Seni görmek... Seni tekrar görebileceğimi hiç düşünmemiştim. Şu an ne desem tarifi yok."
Sarılamıyordum. Bir şey... bir şey engel oluyordu bana.
"Neden..., neden dokunamıyorum sana? Düşündüğüm şey mi yoksa?"
Annem şefkatli ve mutlu gözlerle bana bakıyordu. "Demek ölmedin, çağırıldın buraya." dedi.
Evet, evet bir tür astral bir uykuya girmiş olmalıyım.
"Acaba Ben ne yapmıştır? Ne kadar paniklemiştir şimdi. Tutuyor mudur yine elimi?"
"Kim o şanslı çocuk?" dedi annem.
Eyvah! Bunu sesli söylemiş olamam!
"Evreni koruyan bir kahraman." dedim.
Annem güldü. "Ah demek defalarca başına iş açtığın çocuk. Hani şu yakışıklı, yeşil gözleri olan."
Yüzüm kızardı. "E-evet o. Ama sen nereden biliyorsun bunu? Lütfen 'yapmıyorum' de."
Annem sitem eder gibi konuştu. "Ama iki hafta önceki sözünü hiç hoş bulmadım. Şu kızıl saçlı kızın ne kadar iyi taklit yapabildiğini gördüm. Biraz haksızlık ettin sanırım."
Anneme ilk başta itiraz ettim. "Lütfen ama, o kadar fazla değil!" Sonrasında ilk söylediği şeye takıldım. "İki hafta mı dedin? Ama burada yarım saat ya geçti ya geçmedi."
Annem derin bir nefes verdi. "Üzgünüm, söylemeyi unuttum. Burada geçirdiğin bir saat oradaki bir aya eşit."
Hayır, ne, olamaz! "Bu kadar bekleyiş fazla ama! Burada daha fazla kalamam. Buradan buradan bir çıkış yolu var mı?"
Annem arkamda duran yüzü silik bir silüeti gösterdi. "Ne yani, beni buraya getiren o mu? Anne... sanırım vedalaşma zamanımız geldi. Hesaplamama göre yaklaşık iki ay sonra tekrar karşılaşabiliriz."
Anneme yaşlı gözlerle baktım. "Görüşürüz, seni çok özleyeceğim."
...
Dokunamamak canımı sıkmıştı. Öfkeli hâlde o silüete doğru gitmeye başladım. Yanına geldiğimde robot gibi sesiyle "Merhaba Charmcaster." dedi.
Büyüyle saldırmaya çalıştım. Dur ne! Büyü yapamıyor muyum?
"Burası ruhlar alemi, burada büyü yapmak yasak. Sadece tek bir yerde yapabilirsin. Orası da bir kapının bulunduğu yer." dedi o silik suratlı kadın.
"Neden çağırdın beni buraya!?" dedim.
Omzuma elini koydu. Hani ruhlara temas edemiyordum? "Nesin sen?"
"Lütfen konuşmayı bir kenara bırakalım. Eğer şanslıysak buradaki işimizi bir buçuk saatte bitireceğiz. Şu an yarı ruh durumundayım. Eğer onu yenmek için gereken şeyi yapmazsak ruhlar alemi de tehlikeye girecek. O yüzden bana güvenmelisin." dedi.
Kendini ne zannediyor bu? Bir lider falan mı? Daha ne olduğunu anlatmadan sonuca varmak istiyor.
"Bana neler olup bittiğini anlatmanı istiyorum hemen!" dedim sertçe.
Elini başına koydu. "Tabi ya, özür dilerim, hemen anlatıyorum."
Çok alaycı bir ifadesi vardı. Gerçekten bu işte bir bit yeniği var gibi hissediyorum. Bunun arkasında kimliğini söylemeyi geçiştirmesinin de bir etkisin olduğu yadsınamaz belki de.
"Bekliyorum anlatmanı." dedim.
Söze girdi. "Nasıl anlatsam bilmiyorum. O şeytan gülüşlü kız, o taklitçi... buraya açılan büyülü bir kapının kilidini kaldırmak üzere."
Duraksadığında anlamsızca yüzüne bakıp sordum. "Peki bunun benimle ne alakası var?"
"Bunu dünyadan canlı bir büyücü durdurabilir. Eğer o kapı açılırsa geçmişte yaşamış olan tüm güçlü büyücülerin güçleri de onun tarafından emilmiş olacak. İşin tamamen seninle alakalı kısmına gelecek olursak, dünyada bunu yapabilecek olan tek güçlü kişi sensin." dediğinde olayları biraz anlamış gibi oldum ama hâlâ anlamadığım bir nokta vardı: o yabancı kimdi?
...
Onu takip etmemi söylediğinde hiç tereddüt etmeden yanında gidiyordum. Bir yandan ona hâlâ güvenemezken diğer yandan davranışları bana uzun zamandır tanımış olduğum birini hatırlatıyor gibiydi. Belki de yüzünü görememem bu yüzdendir. Kim bilir...
Bir anda büyü enerjisi çok yoğun bir yere geldik. Ah, sanırım burada büyü yapamıyorum ama onu hissedebiliyorum.
"İşte kapı burası!" dedi yavaş yavaş açılan kapıyı göstererek.
"Bu kapı açılıyor şu an. Hemen engellemem için yolunu söyle!" dedim.
"Kitabımız..." dedi. Sonra bir an ağzından yanlış bir şey kaçırmış gibi bana bakmaya başladı.
Annemle konuşurken söylediği şey kafamda yankılanmaya başladı. "...ne kadar iyi taklit yapabildiğini gördüm." Taklit...
"Artık yüzünü gizlemene gerek yok Gwen. Senin gerçek Gwen olduğunu biliyorum."
...
Uzun bir sessizliğin ardından söze girdim. "Sonra konuşuruz, önceliğimiz kapıyı kapatmak şu an. Şimdi bana nasıl kapatacağımı söyle!"
"Archamada" dedi. "Dört yüzüncü sayfayı hatırlıyor musun?"
Sayfayı hatırladığımda ne yapmam gerektiğini anlamıştım.
Kapıya doğru döndüğümde Gwen'in siyah saçlı versiyonunu gördüm kapının aralığından. Tabi ya, Sunny! (Sani)
Kapının açılmasını yavaşlatmak ve açılışını geriye sarmak için gerekli sözü söylemeye başladım.
"Tempus tardum, porta claudere lente!"
Kapının açılışı yavaşlamaya başlar.
"Tempus Tardum, Porta Claudere Lente!"
Kapının açılışı tamamen durur.
"TEMPUS TARDUM, PORTA CLAUDERE LENTE!"
Kapının açılışı tersine döner ve kapanmaya başlar. Gwen hayranlıkla Hope'u izliyordur. Sahte Gwen (Sunny) ise lanet okuyarak kapanan kapının arkasında kalır.
"Evet!" Kapıyı kapatmayı başarmıştım. Sırada dışarıdan bir daha açılmaması için kabıyı mühürlemeliydim.
Kapıya yaklaştığımda elimi üzerine koydum ve mühürlemek için gerekli sözleri söylemeye başladım.
"Sigillum aeternum, porta animarum clausura."
Kapıda elimin şekli oluştu. Kapıyı benden başka kimse açamazdı artık.
Bir an bu dünyadan gitmeye başladığımı hissettim. Gwen'in de aynı durumda olduğunu gördüm.
"Neler oluyor Gwen?"
Bana şu sözü söyledi: "Buradaki görevimiz bitti. Şimdi beni iyi dinle. Birazdan aynı yerde uyanacağız. Orada tüm olan biteni anlatacağız sana."
...
Gerçek dünya, Hope bayıldıktan 1 ay 23 gün sonrası...
Hope gözlerini açmaya başlamıştı. Elini birinin tuttuğunu hissediyordu. "Ben... Ben, sen misin?"
Ben mutlulukla Hope'a bakıyordu. "Geri dönmene çok sevindim, başaracağını biliyordum."
Gözleri birbirlerininkine kilitlendiğinde sanki zaman ikisi için durmuştu. Kalpleri birbirlerine bağlanmak istercesine çarpıyordu.
Bir an bir ses bu romantik an'ı bozdu. "Öhöm, öhöm... Bunun yeri ve zamanı değil çocuklar!"
Hope gelen sese doğru döndüğünde büyük bir şok yaşadı.
"AMCA!"
|
0% |