Yeni Üyelik
16.
Bölüm

15. Sahip

@feyzaelmiratasdemi

Oy verip yorum yapmayı unutmayın lütfen.💚

Kuntay

Çatışma kızışmaya başlamıştı. Ne kadar çok kendimi korumaya çalışsamda aklım Almira'da olduğu için arkasına saklandığım kolondan çıkıp arada bir Almira'yı kontrol etmeye çalışıyordum ama bu it herifler kafama şarjörü boşalttıkları için bir türlü bakamıyordum.

"Kuntay, ne yapacağız? Köşeye şıkıştık."

Tarık önümde ki arabanın arkasında bize ateş edenlere karşılık vermeye çalışıyordu.

Bu sektörde bizim bilip bilmediğimiz çok fazla düşmanımız vardı. Bu yüzden yanımızda mutlaka silah taşıdık.

"Baş belası, buraya gel!"

Sesin geldiği yöne doğru döndüğümde Nazlı'nın adamların üzerine gittiğini Çetin'nin de onu durdurmaya çalıştığını gördüm.

"Bana baş belası deme, odun kafalı!"

Nazlı, yürek yemiş bir kızdı. Hiçbir tehlikeden korkmaz hemen üstünde giderdi.
Buket, karşımda ki kolona siper almıştı ve zor durumdaydı. Kızlar ne kadar alanlarında çok iyi olsalarda onların burada olması bizim dikkatımızı dağıtıyordu.

"Buket, Nazlı'yıda al Almira'nın yanına gidin."

Buket üstüne açılan kurşunlara arkasına dönüp bana baktı.

"Saçmalama, Kuntay. Sizi yanlız bırakmam."
"Aynen, öyle."
Nazlı son söylediklerinden sonra tam öne atılacaktıkı bir adamın ona nişan aldığını fark ettim.
"Nazlı, çekil ordan!"
Benim bağırışımla birlikte Çetin onun önüne geçti ve kolundan yaralandı.

"Çetin!"
Çetin, kan akan kolunu tutarak inliyordu.
"Çe-Çetin iyimisin?"
"He, güzelim iyiyim. Sen nasılsın?"
Çetin her zaman olduğu gibi ciddi ortamı bozuyordu. Bu adam ne olursa olsun ciddiyete gelemiyordu.
Nazlı tam elini kaldırıp Çetin'in kafasına vuracaktı ki elini geri indirip akan göz yaşları eşliğinde Çetin'e sarıldı.

Çetin'in yüzü buz kesmişti.
Nazl'ı, Çetin'den ayrıldıktan sonra dolmuş gözlerle ona baktı.
"Benim yüzümden yaralndın diye sana sarıldım. Başka bir şey düşünme."
Nazlı her zaman olduğu gibi Çetin'e laf vermemek için yalan söylüyordu.

Çetin tek kaşını kaldırarak, "Yani, o yüzden mi boynuma yapıştın?" diye sordu.

Nazlı ağlamakla beraber hıçkırmıştı.
"Evet. Hem boynuna falanda yapışmadım."

Allah'tan kurşun Çetin'in kolunu sıyırıp duvara saplanmıştı. Ama Çetin'in daha fazla böyle duramayacağı belliydi.
Sabahtan beri Nazlı'yı korumaya çalışıyordu. Şimdi de yaralanmıştı.

"Buket, hemen Nazlı ve Çetin'i alıp içeri girin."

"Ama..."
"Sakın itiraz etme!"

Buket'i sert bir dille uyarmıştım. Bize şunada yardımı olmuyordu. Onları buradan uzaklaştırması gerekiyordu.

Buket oflayarakta olsa Nazlı ve Çetin'i içeriye götürdü.

Tarık bana doğru dönüp, "Artık biz bizeyiz." diyip sırıttı.

Tarık'ın neyi kastettiğini anlamıştım. Biz ikimiz aralarındaki en iyi silah kullananlardık. Bu zamana kadar o kadar çok çatışmalara girmiştik ki sayamazdım bile.

Tarık, önünde ona nişan alan üç adamı nişan aldıktan sonra hepsini tek bir doğruluşuyla etkisiz hale getirdi.
Tarık'ın arkasından birinin geldiğini fark ettim. Ve hemen o yöne doğru dönüp adamı tam anlından vurdum.

Tarık arkasına düşen cesedi görünce gülümsedi. "Sana bir can borcu daha...
Canım kalmadı lan."
diyip yüzümü ekşitti.

Birbirimizin canını çok fazla kurtarmıştık. Bu neydi ki.
Tarık'a bir bakış attıktan sonra önümde çatışan Tuna ve Tolga Atabeyi gördüm.
Çok iyi silah kullanıyorlardı.

Bunun böyle olacağı belliydi. Onlar Arif Atabey'in torunları. Böyle usta silah kullanmaları normaldi.

"Öldürürün şu itleri."

Oğullarının yanında çatışan İsmet Bey 'in önünde iki tane ceset vardı. Demek ki babasından birşeyler öğrenmişti.

"Nerde o dangavallar. Hangi cehennemdeler."
"Kimden bahsediyorsun, Tuna."

Tuna ve Tolga bir yandan çatışırken bir yandan da birbirlerinin sırtına yaslanıp kendilerini kolluyorlardı.

"Burada kaç tane dangaval var abi."
demişti ki Tolga Atabey dönüp bize baktı.

Eğer bu pislik bana dangaval dediyse Almira'nın kuzeni olduğunu umursaman o konuşan ağazında ki dişleri tek tek söker ellerine veririm. Daha önce çok yaptım. Bir tane daha yapabilirim. Bana koymaz.

Tuna Atabey, abisinin bize baktığını fark edince bize imalı bir şekilde baktı. Ve daha sonra abisine dönüp, "Hayır, onlardan bahsetmiyorum. Mustafa ve Yağız dangavalından bahsediyorum." dedi.

O iki korkar herif nereye saklanmıştı acaba?
Onlara ihtiyacımız yoktu. İkisininde sadece masa başında ağır abi rolüne girebildiklerini herkes biliyordu. Cephede, süt dökmüş kediden farkları kalmazdı.

"Kuntay!"

Buket'in koşar adım dışarıya çıktığını fark ettim.
Bir adam Buket'i görünce ona doğru nişan aldı.
"Buket!" demiştik mi birisi ona nişan alan adamı etkisiz hale getirdi.
Bunu yapan kişiye döndüğümde Tolga Atabey olduğunu fark ettim.
Kafamla ona sağol işareti yaptıktan sonra hemen Buket'in yanına gittim.

Sinirlenmiştim.
"Buket, ne yaptığını sanıyorsun sen? Nasıl böyle dışarı çıkarsın?"

Buket'in korktuğunu fark ettim ama bu korku farklıydı.
"Kuntay, Al-Almira." dedikten sonra sustu. Çenesi titriyordu.

Almira'nın adını duyunca hemen içeriye daldım.
Yoktu.
Onu bıraktığım yerde yoktu.

"Buket, Almira nerede?"
"Bilmiyorum, Kuntay bilmiyorum. Geldiğimizde yoktu."

"Almira. Almira nerede?"

Tarık'la beraber Tuna, Tolga ve İsmet Atabey'de içeri girdi.
Tarık yanıma gelip, "Adamalar bir anda geri çekildi." dediğinde kendime olan öfkem artmıştı.

Bunların hepsi birer oyundu. Amaçları bizi oyalayıp Almira'yı ele geçirmekti.

Allah beni kahretsin. Nasıl bunu düşünemem? Nasıl böyle bir tuzağa düşerim? Onu nasıl onların ellerine bırakırım?

Öfkeden deliye dönmüştüm. Hızlı hızlı nefesler alıp veriyordum.

"Almira nerede, Miroğlu?"

Tolga Atabey'in sorusu beni delirtmişti.
Hemen yanına gidip yakasına yapıştım.
"Bilmiyorum lan, bilmiyorum. Ama onun kılına zarar gelsin, bu cehennemi herkesin başına yıkarım. Anladım mı beni?"

Bütün sinirimi ondan çıkarmaya hazırdım. Bağırıp duruyordum. Bir yandan Tuna bir yandan Tarık kollarımı Tolga'nın yakasından kurtarmaya çalışıyorlardı.

"Ne!"

Çetin'in bağırışıyla herkes ona döndü.

Çetin, Almira'yı bıraktığım koltukta oturmuş bir eliyle kanayan koluna baskı yaparken kanayan eliylede telefonu tutuyordu.

Çetin bir anda ayağa kalkıp yanımıza geldi. "Nazlı, Almira'yı bulmuş." dedi.

Nazlı burada değildi. Şimdi fark etmiştim. Demek ki Almira'yı bulamayınca hemen aramaya gitmişti. Bu kızların ani hareketleri bir gün beni öldürecekti.

Tolga Atabey'in ensesini bıraktım. Ve sinirli bir ses tonuyla konuştum.
"Nerede?"
"Otoparkta."

Duyduğum kelimeyle birlikte hemen otoparka doğru koşmaya başladım. Nasıl koştuğumun farkında bile değildim. Ciğerlerim isyan bayrağını çekip direnişe geçmişlerdi ama bu umrumda bile değildi.

Otoparka girdiğimde gördüğüm manzara kanımı dondurmuştu.

"Al-Almira!"

Almira yerde Nazlı'nın dizinin üstünde baygın bir şekilde yatıyordu. Onların biri önlerinde biri arkalarında iki tane ceset vardı.

Hemen kendimi toparlayıp yanlarına gittim. Eğilip Nazlı'nın dizinde olan Almira'nın başını kendi dizime yasladım.

Çok kormuştum. Yüzü bembeyazdı.
"Almira, Almira uyan güzelim. Hadi uyan."
Hemen yanımızda olup ağlayan Nazlı'ya baktım.
"Ne oldu burda?"

Nazlı kızaran gözlerle bana baktı. Nazlı kolay kolay ağlayan biri değildi. Onu böyle görmek öfkemi katlanamayacak bir boyuta çıkarıyordu.

"Almira'yı bulamayınca aramaya başladım. Daha sonra otoparktan silah sesi gelince hemen buraya geldim." dedikten sonra Almira'ya baktı.
"Yerde baygın bir şekilde yatıyordu." dedikten sonra önümüzdeki ve arkamızda ki cesetlere baktı.
"Bunlar da ölmüştü."

Nazlı silah sesi dediğini hatırlayınca hemen Almira'yı kontrol etmeye başladım.
Yaralanmış olabilir miydi?

Nazlı Almira'yı kontrol ettiğimi fark edince beni durdurdu.
"Merak etme. Yaralanmamış. Ben kontrol ettim. Sadece belinde hafif kızırıklıklar var. Düştüğü içindir."

Hafif kızarıklar mı?
Almira'nın kızaran sırtını görünce artık taşma noktasına gelmiştim.

Hayır, bu sadece bir kızarık olarak düşünülüp geçilip gidilmeyecekti.

Sevdiğim kadına bunu yapanı elime geçirinde sırtına yapacağım işkenceleri şimdiden düşünmeye başlamıştım bile.
Onun tek bir saç teline bile canını alamayacağım kişi yoktu.

Almira hâlâ baygın bir şekilde yatıyordu. Onu hemen kucağıma alıp kaldırdım.
Tam otoparktan çıkacakken. Atabey ailesi karşımda durdu. Almira'yı görünce herkes küçük dilini yuttu ve konuşamadı.

Tam onlara arkamı döndüp ilerlerken İsmet Bey beni durdurdu.
"Yeğenimi nereye götürdüğünü sanıyorsun sen, Miroğlu? Almira'yı bana ver."
Sesinde hem bir ciddiyet hem de bir çekingenlik vardı. Benden korkması gerektiğini çok iyi biliyordu.

Kollarını uzatmış benim olan şeyi benden istiyordu.

Yüzüme bu zamana kadar olabilecek en kötü yüz ifademi getirdim.
"Benim olan kişiyi benden hiç kimse alamaz, Atabey. Eğer onu benden almaya çalışırsan buradaki cesetlerin yanına seni de gönderirim ve bunu gözümü kırpmadan yaparım. Almira'nın dayısı olman umurumda bile değil. Benim olanı benden alamazsın."
Son cümlemi, üstüne basa basa söylemiştim.

Benim kim olduğumu ve Almira için tehtit oluşturmadığımı çok iyi biliyordu. Beni tanıyan bilirki bir kadına asla zarar vermem.

Seri adımlarla Almira'yı kucağımda otaparktan çıkardım ve hemen şirketin önünde duran arabama doğru gittim.
Tarık'ın yardımıyla Almira'yı yavaşça arabaya bindirdim ve hemen şoför koltuğuna geçip arabayı çalıştırdım.

Arabayı nasıl kullandığımı bilmiyordum. Keşke arabayı Tarık'a verseydim de o kullansaydı. Dikiz aynasından Almira'yı kontrol etsemde içim rahat değildi.
Ona dokunmam gerekiyordu.

Hastahaneye geldiğimizde hemen arabayı durdurup arabadan indim.
Arka koltukta yatan Almira'ya uzanıp onu kucağıma aldım.

Hastaneye kapısından kucağımda Almira'yla girince hemen bir kadın hemşire yanıma gelip Almira'nın neyi olduğunu sordu ve arkasından birilerine işaret verdi.
Diğer hemşireler sedye getirdi. Almira'yı yavaşcaya sedyeye bıraktıktan sonra gözlerimi ondan ayırmadan konuşmaya başladım.

"Belinde kızarıklıklar var. Bildiğim kadarıyla bir yerden düşmüş. Ve bilinci kapalı. Sebebini bilmiyorum."
Tek nefeste söylediklerim boğazımı acıtmıştı.
Hemşire Almira'nın yattığı sedyeyi üzerinde acil yazan odanın içine götürdükten sonra odanın kapısını kapattı.

Bakakaldım. Sadece baktım ve hiçbir şey yapamadım.

Onu koruyamadım. Yapamadım. Ona zarar vermelerine engel olamadım.
Onu...
Ellerimi kafamda birleştirdikten sonra sırtımı duvara yaslayıp yere oturdum.

İçimde şu anda ne bir öfke nede bir kin vardı. Tek düşündüğüm oydu. Ona olan endişem bütün hislerimi geri plana atıyordu.

"Nerede, yeğenim nerede?"
İsmet Atabey, ateş saçarak hastahaneye girmişti. Etrafına bakındıktan sonra beni gördüğünde hemen önüme gelip durdu.

"Almira nerede?"

Onu umursamıyordum. Suçlu olmasa da onunla uğraşacak durumda değildim. Kendi çaresine bakmalıydı.

Tarık, Çetin, Nazlı, Buket ile birlikte Tolga ve Tuna Atabey'de gelmişti.

Gözüm arkalarında duran Çetin'e dönmüştü. Üstündeki beyaz gömlek kan içindeydi ve yüzünden terler akıyordu.
Yüzü bembeyazdı ve bayılacak gibi duruyordu. O benim kardeşimdi. Onu böyle görmek içimde ki ateşi harlamıştı.

Çetin bir anda sendelediğinde oturduğum yerden hemen kalkıp yanına gittim. Çetin'e yaklaşmamla birlikte Çetin kollarıma yığıldı.

"Çetin!"
Çetin bayılınca Nazlı hemen yanıma gelip ağlamaya başladı. "Çetin, kendine gel. Bana bak, Çetin!"

Nazlı bir yandan ağlayıp Çetin'i sarsarken Buket'te onu sakinleştirmeye çalışıyordu.

"Doktor, doktor!" Tarık etrafına bağırarak doktor çağırıyordu.

Bir doktor geldi ve hemşireler yardımıyla Çetin'i sedyeye aldılar ve hemen ardından Çetin'i de Almira'nın alındığı odaya götürdüler.

Tek oda, iki can ve buna dayanması gereken bir kalp.

Sadece baktım. Öylece, amaçsızca sadece baktım. Yüzüme, kalbime, aklıma, sevgime, aşkıma kapanan kapıya öylece baktım.
Etrafımda olanları umursamıyordum, daha doğrusu umursayamıyordum.

Nazlı ve Buket'in ağlama sesleri. İsmet Bey'in oğullarına bağırıp yeğeninin acısını onlardan çıkarmaya çalışması. Doktorların birinin girip birinin çıktığı ve benim belkide tek bir salise bile olsa onun solgun yüzüne bakabilmem...

Bir el omuzumu tutup beni kendisine çekti. Tarık dolmuş gözlerle bana bakıyordu ve konuşmuyordu. Çünkü konuşmasının hiçbir faydasının olmayacağını biliyordu.

Donuk gözlerle ona baktım. "Tarık, ben de onun gibi yapsam olmaz mı?"
Tarık, gözlerime bakarak söyledikelerimi anlamaya çalışıyordu. Boşa çabalıyordu. Ben bile ne demek istediğimi bilmiyordum ki.

"Ben de onun gibi kendimi kapatsam ve dinlensem olmaz mı? Bende onun gibi uyandığımda herşeyi unutsam olmaz mı?" Gözlerim de akmamak için zar zor duran yaşlar artık dayanamıyordu.
"Unutsam olmaz mı? Unutmaya çok ihtiyacım var." Bu cümleleri kurmak kendime karşı vermiş olduğum bütün sözlere bir ihanetti.

"Sakın kendini küçültme, Kuntay. Kimse için gözyaşı dökme. Asla kendine acıma yoksa acınacak duruma düşersin. Asla kendinden vazgeçme yoksa insanların ilk vazgececeği kişi olursun."

Kendime daha küçük yaşlarda vermiş olduğum bu söylemesi kadar tutması da ağır olan sözler, zihnimde bir bir geçip bana kendisini hatırlatıyordu.

Tarık daha fazla dayanamayıp ağlamaya başlamıştı. Birbirimize sarılıp sessizce hem geçmişimiz hemde bugünümüz için ağladık. Aynı küçükken hep yaptığımız gibi.

On beş yıl önce...

"Kuntay, daha fazla dayanamıyorum. Bu çok ağır."
Tarık elindeki silahı önünde ki hedefe doğru kaldırmaya çalışıyordu ama silah çok ağır olduğu için bunu beceremiyordu.
Daha dokuz yaşındaydı. Bu kadar ağır bir silahı bu yaşta onun eline verirken babamların aklından ne geçiyordu.

"Ah! Tırnağım."

Nazlı, Tarık'ın yanında ki masadan bir silahı almaya çalışmıştı ama silahların hepsi bize göre ağır olduğu için bir türlü tutmayı beceremiyordu ki bu çok normaldi.

"Nazlı, amma naz yaptınya. Ne kadar nazlısın sen."

Çetin durmadan Nazlı'ya uğraşıyordu ama aslında neden böyle yaptığını çok iyi biliyordum.

Nazlı Çetin'in yanına gidip kafasına vurmuştu. "Nazlı benim adım ama sadece adım. Ben nazlı değilim." Çetin anormal bir şekilde tepki vermemişti. Hatta gülümsemişti.
Nazlı, Çetin'in vermiş olduğu tepkiyi anlamayınca omuz silkip atış sahasından uzaklaştı.
"Baş belası, nereye? Korktun mu yoksa?" Nazlı Çetin'in sorusuyla sinirli bir şekilde arkadını dönüp Çetin'e baktı.
"Bekle beni odun kafa. Birazdan korkak kimmiş sana göstericem."
Nazlı tekrar önüne dönüp eve doğru gitti.

Şuanda bizim evin bahçesindeydik. Yaklaşık bir yıldır burada farklı eğitimler alıyorduk. Şuana kadar sadece silah kullanma ve yakın dövüş eğitimleri almıştık. Ve tabiki bir eğitim daha. Ama bu aldığımız eğitim ilk ve son egitimdi. Ama son olurken bizden aldıklarıda olmuştu.

Tarık gelip koluma dokundu.
"Çetin neden hep Nazlı'yla uğraşıyor?"

Çetin'e uzun uzun baktım. Halinden baya memnun gibiydi.
Çetin'in neden böyle davrandığını düşününce aklıma o gelmişti.
Almira...

"Onunda bizi bırakıp gitmesinden korkuyor." dediğimde Tarık kafasını kaldırıp gözlerinin dolmasını engellemeye çalıştı.

Hepimiz onu çok özlüyorduk.
Ondan ayrılalı neredeyse bir yıl olmuştu. Onsuzluk hepimizi maffediyordu. Hiçbirimiz onu unutamamıştık ve unutmayacaktıkta.
Onlar kardeşlerini bende sahibimi bulacaktım.

"Kuntay, sana sahip olabilirmiyim." Almira'nın söylediklerini anlamamıştım.
"Ne sahibinden bahsediyorsun sen, Almira?" Almira benden iki yaş küçüktü. Tabiki bende o zamanlar da büyük değildim.
"Eğer sana sahip olursam benden gidemmessin. Buna izin vermem. Kalbimin sahipleri gitti. Sende gidersen kalbimin sahibi kalmaz o zaman kalp te kalmaz. Ve..." demişti ki küçük Almira elini kaldırıp kalbine koydu. "Almira'da kalmaz. Ben kalmam." Almira'nın daha beş yaşındayken bana kurmuş olduğu bu cümleler beni çok şaşırtmıştı. Kalbinin giden sahipleri diye bahsettiği kişilerin anne ve babası olduğu belliydi.
Elimi Almira'nın kalbinin üzerinde ki elinin üstüne koyup, "Merak etme Almira. Kalbinin sahibi olan ben kalbini bırakmam. Yani merak etme Almira hep olacak. Hep var olacak. Hem sende benim kalbimin yani benim sahibimsin. Ben senin kalbinin sahibiyim. Sende benim sahibim." dediğimde Almira bana sıkı bir şekilde sarılmıştı.

"Kalbimin sahibisin, Kuntay. Onu sakın yanlız bırakma. Yoksa çok korkar." dediğinde onun saçlarını okşayıp, "Merak etme, Almira. Kalbinin korkmasına asla izin vermem. Sende benim sahibimsin. Senden beni bırakma." dedikten sonra onu kendimden uzaklaştırıp yüzüne baktım. "Yoksa bende korkarım." dediğimde Almira bana bakarak gülümsedi. "Merak etme, Kuntay. Senin korkmana izin vermem."

Korkuyorum.
Çok korkuyorum, Almira.
Sahibim yanımda değil. Beni korkutan şeyler ailelerimizin bana ve arkadaşlarıma verdiği ve neden veridiklerini hâlâ tam olarak öğrenemediğimiz eğitimler değildi. Ben sahibi olduğum kalbin nerde olduğunu, nasıl olduğunu bilmediğim için korkuyorum.

Ya ona birşey olduysa?
Ya bana ihtiyacı varsa?

Evet, küçüğüm ama olsun. O benim yanımdayken asla zarar görmesine izin vermezdim ki. Onu canım pahasına korurdum.

Çetin, Almira'yı ölen kardeşi yerine koyuyordu. Çetin'in kardeşi daha iki yaşındayken trafik kazasında ölmüştü. O kazada annesinide kaybetmişti. Kazanın nasıl olduğunu bilmiyoruz ama sonuç olarak Çetin, daha küçük yaşta hem annesini hemde kız kardeşini kaybetmişti.

Çetin, Almira gidince tekrardan bir kardeşini kaybetmiş gibi hissetmişti.
Almira gidince uzun süre toparlanamadı. Tabi toparlanması için bizim dışımızda ona kimse yardımcı olmamıştı.

Almira'da bizimle birlikte bu eğitimleri almaya başlamıştı. Ama dedesi onu kötü etkilediği için onu bizden almıştı.

Bir keresinde işkence edilen bir adamı bize izletip nasıl bilgi almamız gerektiğini göstermişlerdi.
Almira'da o günün akşamı işkence sırasında gördüğü şeyleri kendi üzerinde denemeye kalkmıştı.
Çok korkunçtu. Almira mutfaktan aldığı bıcağı elindeki parmaklara yaklaştırmış onları kesecekti ve o bunu yaparken de ben orada olacaktım.

Daha küçük olduğumiz ve zor bir eğitim aldığımız için biz alışana kadar, Almira'nın dedesi ve Buket, Nazlı, Çetin ve Tarık'ın babasıda bizde kalıyorlardı.

O gün gece saat üç gibi mutfaktan gelen sesle uyanıp mutfağa gittiğimde olanları görmüştüm.
Almira'nın kendisine zarar vereceğini görünce hemen gidip elinden bıçağı alı ona bağıramya başlamıştım. Ama Almira ben onun elinden bıçağı alınca direkt bayılmıştı.

Arif Atabey bağırış seslerini duyunca gelip Almira'nın durumunu görmüştü.
Daha sonra Almira'yı alıp tam evden ayrılacakken beni kimseye gördüklerimi anlatmam konusunda uyardı. Ve götürdü.
Sahibimi götürdü. Ve ben onu bir daha hiç göremedim.

Babamlara bundan bahsetmesemde çocuklara tabi ki de anlatmıştım. Çetin, Nazlı'nın zorlandığını görünce onunda Almira gibi gitmesinden korkuyor. Bu yüzden olayları alaya alıp Nazlı da ondan gitmesin diye ciddi ortamı neşesiyle bozuyordu.
Olmayan, sahte neşesiyle.

Günümüz
Bir saat sonra

Arabanın arka koltuğunda oturmuş karşımda ki akıp giden yolu izliyordum. Aklımdan geçen işgence planları midemin bulanmasına sebep oluyordu. Bu zamana kadar çok fazla insana işkence etmiştim ve hiçbiri beni birazdan yapacaklarım kadar etkilememişti.
Adamlarıma karşı her zaman inisiyatifli davranır ve eğer hataları önemli değilse görmezden gelirdim. Ama söz konusu Almira'ysa karşımda kim olursa olsun gözüm görmezdi.

Biz, hastahane de Almira ve Çetin'den haber beklerken magazinciler hastahaneye gelmişlerdi. Almira'yla hakımda çıkan haberlerden sonra Almira'nın üzerine geleceklerini biliyorudum. Sonuçta aramızda Ferda diye bir fazlalık vardı. Onun bana karşı olan duygularını umursamazdım. Geçici olduğunu düşünürdüm ama o bana karşı olan duygularını takıntı haline getirdi. Normalde bir kadına asla dokunmam. Bu görevi Buket veya Nazlı'ya veririm ama eğer Almira'ya dokunacak olursa karşısında göreceği ilk kişi ben olurum.

Magazin dünyasındaki neredeyse herkes haberlerden sonra hem bizim hemde Almira'nın şirketinin önüne kamp kurmuşlardı. O gün şirkete gitmeden önce magazincileri şirketten uzaklaştırmıştım.
Ama hastahane olayı bir anda patlak verdiği için bunu önleyememiştim.

Almira'yı rahatsız edebilirler korkusuyla hepsini hastahaneden de uzaklaştırmıştım. Ama bu yapışkan magazinciler işlerine o kadar bağlılarki sırf bir kaç cümle için insanlar acılarından bile faydalanabiliyorlar. Onlar bu konuda tam olarak kızamam. Sonuçta onların işi bu ama herşeyin de bir sınırı var. Ve eğer onlar o sınırı aşıp sevdiklerimi üzerlerse ben onları üzmekten asla kaçınmam.

"Herkes, depoda."

Tarık, dikiz aynasından bana bakıp bilgi verdikten sonra kafamla onu onayladım.

Almira'yı ve Çetin'i hastahane odasında öylece bırakmak beni ne kadar mahfetsede başka bir seçeneğim yoktu. En son ikisininde durumunun iyi olduğunu söylemişlerdi. Çetin'in kanaması durmuştu ama kolunda ki liflerde ciddi bir yarallanmanın olduğunu söylemişlerdi. Bu yüzden bir süre daha hastahanede kalmalıymış. Almira'nın ise neden bayıldığı hâlâ bulunamadı. Belinde ki kızarıklarda düşmeye bağlı olmuş.

Onu biri kucağına almıştı. Benim akşam sefama biri dokunmuştu.

O benim akşam sefamdı. Küçükken bile o akşam sefasını çok severdi. Bir çok çiçeğin bir hikayesi vardı ama akşam sefasının yoktu. Kendisini akşam sefası gibi görürdü. Kendi hayatının akşam sefası gibi olduğunu düşünürdü. Tabi bunu sadece uyduruyordu. Bilmiyordu ki gelecekte akşam sefası gibi gündüzleri kendi kabuğuna çekilip geceleri ayın gökyüzünde gözükmesiylebbirlikte o da içinde ki kızı dışarı çıkaracaktı. İçinde kendisine ait olan güzelligini çıkarıp ayın karanlığıyla kirletecekti. O Almira'ydı. Ayı sarıp sarmalayan onu boğan kızıllık, karanlık. Ben ise Kuntay'dım. Barlak ve kutlu ay. Güçlü ve dayanıklı...
Peki, Almira'nın karanlığını kendi aydınlığımla aydınlatabilecek miydim. Onu Tutulmadan koruyabilecek miydim? Onu etraftaki tehlikelerden bile koruyamıyorken Tutulmadan koruyabilecek miydim?

Koruyamamıştım.
Benim dokunmaya dahi kıyamadığım tenine biri temas etmiş ve dokunduğu yeri yaralamıştı. Ona bunu yapan kişi ölmüş olabilir ama benim öfkem ölmedi. Ve her geçen dakika katlanarak yaşamaya devam ediyor.

Şimdi ise nereye mi gidiyorum?

Hastahane ikisi içinde güvenli bir yer değil. Ne kadar güvenliği son noktaya çıkarsamda yaptığım hiçbir şey bana yeterli gelmiyor.
Almira ve Çetin hastahaneden çıkana kadar hastahaneyi her bir noktadan kuşatmamız gerekiyor. Ve bu planları hastahanede ilerletmen çok zor bu yüzden örgütün karargahına gidiyorum.
Tutulma Örgütü.

Almira'nın gidişiyle başlayan ve onun varlığı ile yaşamına devam eden. Ve tek bir amaç için ayakta kalan örgüt.
Yaşamak için. Gerçek anlamda yaşamak için.

Bu örgütün ismi çok derin. Sadece ben ve çocukların bildiği bir derinlikte.
Ve tabiki abimin...

Karergaha tek bir yerden giriş yapılabiliyor. Etrafı kurak bir araziden ibaret olan bölgede gözden uzakta hiç kimsein fark eemeyeceği bir noktada gizli bir geçit vardı. Bu geçit yerin anlındaydı.

Önümde üstü tamaman toprak ve samanlarla kamufule edilmiş büyük kapı yavaşça açıldı. Tarık kapını önündeki mekanizmaya arabayı çektikten sonra araba yavaş bir şekilde yerin altına doğru çekildi. Yaklaşık bir iki dakika sonra araba önünde uzun bir yol olan alt geçitte durdu. Tarık arabayı o yolda on dakika kullandıktan sonra önümüze yaklaşık bir ton ağırlığında özel olarak güçlendirilmiş düntada sayılı sayıda bulunan kapı vardı. Tarık arabanın kapısını açıp indi ve demir kapının yanına gitti.

Bu kapının ardında örgüt binasını vardı. Bu kapı örgüt için büyük bir öneme sahipti bu yüzden güvenlik önlemleri bir o kadar fazlaydı.

Tarık kapının yanında ki ciyaza önce yüzünü, elini ve gözlerini tek tek yarattıktan sonra en son şifreyi girdi.
Kapı bütün kontrollerden sonra açıldı.

Tarık tekrar gelip şoför koltuğuna oturdu ve arabayı çalıştırdı ve bizi yeraltından çıkartacak olan diğer mekanizmaya arabayı park etti. Mekanizma bizi yukarıya çıkardığında ikimizde arabadan indik ve önümüzdeki binaya baktık.

"Buraya dısardan bakan kişi bir depo biz ise bir hayat görürüz." Tarık yanıma gelip söylediği sözlerden sonra yanımıza gelen adamlardan birine anahtarı verdi. Adam arabayı mekanizmada çıkarıp binanın arkasında ki yüz araç kapasiteli otaparka götürdü.

Örgüt binası dışarıdan bakıldığında terkedilmiş, eski, yıkık dökük bir bina görebilirler ama içine giren kişi bir daha çıkmak istemeye bilir. Zaten bu binaya örgüt dışında biri sağ girdiğinde bir daha aynı şekilde de çıkamaz ama neyse.

Tarık'la beraber örgüt binasının kapısına doğru yaklaştığımızda kapıda yine güvenlik önlemleri üst seviyedeydi. Tarık yine bütün şifreleri girdikten sonra kapı ardına kadar açıldı ve kapı açıldığında büyük şöhretli koridorun her iki yanında da bizi bekleyen örgüt üyeleri pür dikkat bana bakıyorlardı. Yavaş adımlarla ilerlediğimde herkes önümde saygıyla eğildi. Şu an hiçbir şey umrumda değildi. Aklımda sadece Almira ve Çetin vardı. O yüzden hızlı adımlarla binanın içerisine girip en üst kattaki büyük toplantı salonuna gitmek için asansöre bindim.

Tarık'ta benim yanıma geldiğinde beraber en üst katta çıktık. Asansörden indiğimizde yine örgüt için çalışan korumalar bizi selamladıktan sonra bize eşlik edip beraber büyük toplantı salonuna girdik.

En başındaki yerimi aldığımda diğer bütün örgüt üyeleri de salondaki yaklaşık otuz kişilik büyük toplantı masasına oturdular.
Hiç kimse konuşmuyordu. Zaten konuşmaları gerektiklerini biliyorlardı.
Ben veya Tarık konuşmadan hiç kimse söze atlamazdı. Herkes yerlerini aldığında Tarık konuşmaya başladı.

"Daha önceden de size bildirdiğimiz gibi Almira Atabey ve Çetin Mirza şu anda tehlikede. Kimliğini bilmediğimiz kişler tarafından saldırıya uğradık."

Tarık'ın söylediklerinden sonra örgüttekiler birbiriyle aralarında sesizce konuşmaya başladılar. Tarık tekrardan söze girdiğinde herkes susup Tarık'a odaklandı.

"Öncelikle bu kişilerin kim olduğunu araştırmalıyız. Ama ondan da önce, şu an Almira Atabey ve Çetin Mirza hastanede tedavi altında. Ne kadar korumaları üst seviyeye çıkarmış olsak da hala tehlike altındalar. Hastanede dört bir yandan kuşatacağız. Etrafındaki binalara da tetikçiler yerleştireceğiz.

Tarık önümdeki belgelerden birini alıp Metin Ökten'in, yani örgütünüzün üyelerinden birinin önüne koydu. Metin Ökten bizim silah işlerimizle uğraşan biriydi. Kendisi Tekin Ökten'in oğlu ve varisiydi. Tekin Ökten ise Ökten holdingin başkanıydı. Metin,"Büyük bir zevkle." dedikten sonra sırıtarak önündeki belgeleri karıştırmaya başladı. Daha sonra Tarık yanıma gelip diğer bir belgeyi alıp Öznur Çelik'in önüne bıraktı.
Öznur Çelik, Aras Çelik'in en büyük kızı ve Çelik şirketinin de varisi. O da bizim için çalışıyordu. Çelik şirketinin en büyük mal kaynağı ise hastaneleriydi. Onlara bağlı çok fazla hastane vardı.
Öznur, "Hastane güvenliğilede bende o zaman." dediğinde ben donuk bir yüz ifadesiyle karşıya bakıyordum.

Hiçbir şey tepki vermiyordum çünkü tepki verecek durumda değildim. Aklım hala hastanedeki canım dediğim kadında ve arkadaşımdaydı. Daha sonra Tarık tekrar yanıma gelip bir belgeyi daha alıp Fehim Açıkgöz'ün önüne bıraktı.

Fehim Açıkgöz, Arif Atabey'in koruması ve sağ kolu. O da benim için çalışıyordu. Benim yanımdaydı. Arif Atabey'in bilmediği bir şey vardı ki Fehim Açıkgöz yeraltı camiasının hakimlerinden biriydi. Ama işlerini o kadar gizli yürütürdü ki onu birinin tanıması imkansız gibi bir şeydi.

Fehim Açıkgöz elindeki belgeleri açmadan direk bana odaklandı. "Almira nasıl, iyi mi?" diye sordu. Fehim Açıkgöz, Almira'yı gerçekten de çok önemsiyordu. Ne kadar benim adımı Almira'nın yanında olsa bile onu gerçekten benimsemişti. Onu kız kardeş olarak görüyordu. Bunu biliyordum.
Onun için endişelendi aşikardı. Onun sorusuna cevap veren Tarık'tı.

"Durumu belirsiz. Şu an tedavi altında." dediğinde Fehim Açıkgöz'ün gözündeki o yanan alevleri görmüştüm.
Elini yumruk yapıp masaya vurdu. "Onları öldüreceğim." dediğinde herkesin kanı donmuştu. Korkutucu biriydi. Ne kadar Almira'ya bunu hissettirmesede gerçekte böyel biriydi.
Fehim Açıkgöz yeraltı dünyasının hakimiydi. Onun bu zamana kadar isteyip yapamadığı hiçbir şey olmamıştı. Eğer bir adamı öldüreceğim diyorsa mutlaka öldürüldü. Bir adam onun eline düşmektense kendi canına kıyması daha iyi olurdu.
Kadınlara asla dokunmazdı. Onlar için başka planları hep vardı.

Örgütte, Öznur, Metin ve Fehim haricinde de üyelerimiz vardı ve hepsinin ortak bir noktası vardı. Bu örgütün amacı kendi hayatlarını değiştirmek isteyen gerçek anlamda yaşamak isteyen insanların karşılarına sürülmüş olan yapmacık sahte hayattan kurtulup gerçek yaşımı bulmak için bu örgüte katılmışlardı. Bu örgüt Tutulma örgütüydü.

Tutulma değişim demekti. Yaşamak demekti. Evet, belki tutulmanın gerçek anlamı bu değildi ama bizim için anlamı buydu. Tutulma benim ve Almira'nın hayatını değiştirecekti. İyi veya kötü bilmiyorum ama ikimizin de hayatını bir tutulma değiştirecekti. Çünkü bana bunu abim söylemişti.
Tabi onada bir başkası...

İki yıl önce...

Ben Kiraz'la birlikte salondo oturmuş. Bugün ki fizik tedavisinin sonuçlarını konuşuyorduk. "Kuntay Abi, doktor güzel ilerlediğimi söyledi."
Kiraz gülücükler saçarak bana açıklmaya yapıyordu. "Böyle devam ederse bir yıla kalmaz ayağa kalkabilirmişim." Kiraz ellerini durmadan hareket ettirerek içinde ki heyecanı atmaya çalışıyordu.
Onun bu kadar mutlu olması bende tarifsiz hisler uyandırıyordu.

Biz Kiraz'la sohbet ederken Furkan içeri girdi. "Kuntay Bey, Kaner Bey sizi çağırıyor." dedi.

Normalde önemli bir şey olmadığı sürece beni ayağına çağırmazdı. Önemli olmalıydı ki Kiraz'ın olduğu bir yerde konuşmak istemiyordu.

Ayağa kalkıp Kiraz'ın yanına gidip anlından öptükten sonra salondan çıktım. Salondan çıktıktan sonra uzunerdivenlerden çıkıp koridorun sonunda ki abimin odasına gittim. Kapı açıktı. Abim benim geldiğimi görünce, "Gel, Kuntay. Kapıyı kapat." dediğinde içeriye girip kapıyı ardımdan kapattım.

Abimin yüzü çok donuktu. Bana bakıp gülümsemeye çalışsada numaradan yaptığı çok belliydi.

Bana oturmam için çalışma masasının yanında ki koltuğa gösterdi.
Koltuğa geçip oturduğunda ona masasına yaslanmıştı.

Ciddi bir ses tonuyla. "Kuntay sana birazdan birşeyler anlatıcam. Ve senden ricam ben izin vermeden sözümü kesme." Abimin benimle böyle ciddi konuşması beni germişti. Abim hep ciddi biriydi ama yanlız kaldığımızda çok naif birine dönüşürdü.

Ben, Kiraz ve abim beraber birlikte bir aile olarak büyüdük. Sevgiden yoksun bir şekilde. Biz birbirimizi sevdik. Biz birbirimize sevginin ne olduğunu öğrettik. Abim bana ve Kiraz'a karşı çok hassastı. Bizim bizden başka kimsemiz olmadığı için bizi her zaman koruyup kollardı.
Zorunda kalmadığı sürece benimle ve Kiraz'la ciddi bir şekilde konuşmazdı.
Bu konuşmanın beni mutlu etmeyeceği belliydi.

Başımı tamam anlamında salladıktan sonra abim konuşmaya başladı.

"On dokuz yıl önce. Sen daha dört yaşındayken. Bir kaza oldu." dediğinde sertçe yutkunmuştum. Ne kazası bu?

"O gün babamın ofisine girmiştım. Ben o zamanlarda altı yedi yaslarındaydım çocuktum. Annem yine Kiraz'a kiraz yedirmeye çalışıyordu."

Kiraz'ın, kiraza karşı bir tranvası var. Kiraz daha doğmadan önce annem Kiraz'a hamileyken canı kiraz istemiş. Ve o sırada babam toplantıdaymış. Annemin o kadar çok canı kiraz istemiş ki fakat o gün evde babamın iş arkadaşlara toplantısı olduğu için hiç kimse yokmuş. Hatta babam o gün bizi bile dışarı göndermişti. Annem hamile olduğu için dışarı gidemeyeceğinden dolayı evdeydi. Canı o kadar çok kiraz istemiş ki daha fazla dayanamamış ve babam toplantıdayken yanına gitmiş.

Annem hamile haliyle toplantıya girdiğinde babam çok öfkelenmiş. Annemden o zamanlarda utanıyormuş. Çünkü annem Kiraz'a hamile olduğu için kilo almış ve yüzünde de sivilceler oluşuyormuş. Babam o zamanlarda annem hamileyken onu yanına yakıştırmıyormuş.

Annem toplantı salonuna girdiği zamandan bütün adamlar anneme bakmışlar.
Annemi babam beğenmese de annem hamileyken çok çekici bir kadın oluyormuş. Yani Fatma teyze böyle söylüyordu. Bütün adamlar annemi gözleriyle izlediği zamanda babam çok öfkelenmiş ve toplantıyı hemen orada bitirip annemi odasına çıkarmış.
Anneme odada bas bas bağırmış. Neden toplantı odasına geldiğini falan sormuş. Annem de canın çok fazla kiraz istediğini söylediğinde babam çok öfkelenmiş.

Daha sonra adamlarından birine dışarıdan yaklaşık on kilo kiraz istemiş ve adamı o kadar kilo kirazı getirdiğinde anneme zorla hepsini yedirtmiş. Anneme de orada travma oluşmuş.

Bir kiraz istemişti ama babam o sinirle bütün kirazları anneme zar zorla yedirtmiş annem de ondan sonra kirazlardan nefret etmeye başlamıştı .O gün annem gece boyunca ağrılar çekmiş. Sancılara dayanılmaz boyuttaymış. Fatma teyze o gün evde bir şey unuttuğu için geri gelmek zorunda kalmış. O zaman bu olanlara şahit olmuş.
Ben de on dokuz yaşına geldiğimde Kiraz da daha 15 yaşlarındayken annem bir gün Kiraz'a sinirlendiğinde ona kiraz yemeği zorlamıştı ama daha Kiraz anne karnındayken yaşamış olduğu bu sıkıntılı olaydan dolayı kendi bilinçaltına da işlemiş ve bu yüzden Kiraz doğduğundan beri kirazlara karşı bir travması oluşmuş.

Ben de bunu annem, Kiraz'a öfkelendiği zamanda ona Kiraz yedirmeye çalıştığında fark etmiştim. Daha sonra bir psikologla görüştürdüğümde olanları anlamıştım.

Bir gün bütün cesaretimi toplayıp annemin karşısına geçip Kiraz'a neden Kiraz ismini verdiğini sormuştum. Madem Kiraz'dan bu kadar nefret ediyordu neden kızına Kiraz ismini vermişti ki? O günü asla unutamam.

Annem elinde kahvesini içerken bana pişmiş bir eda ile bakıp, "O günü unutmamak için." deliğinden dona kalmıştım. Biri kadın yaşamış olduğu kötü anıyı kızına yükler miydi? Her Kiraz'a baktığında o günü mü hatırlıyordu? Bu nasıl iğrenç bir şeydi böyle?
Annem her Kiraz onu üzdüğünde veya istemediği bir şey yaptığında bu travmasını kullanıp ona zorla Kiraz yedirmeye çalışıyordu.

Abimin dediğine göre on dokuz yıl önce ben küçükken annem tekrar Kiraz'a zorla kiraz yedirmiş. Daha o kadar küçükken böyle bir travma yaşamıştı.
Ben ne kadar çok geç fark etmiştim ama bu travmasını?

"Kiraz daha o zaman da travma geçirmişti. Çok kötüydü. Eli ayağı titriyordu. Tekerlekli sandalyesinde iken bir anda devrilmişti."

Annem Kiraz doğduğunda ondan nefret ediyordu. Çünkü Kiraz aynı annemin kopyasıydı. Ona baktığında kendine, kendine baktığında da babamı görüyordu. O yüzden ondan nefret ediyordu. Daha küçücük bir çocukken annem sinir krizi geçirmişti. Ve Kiraz'ı kucağından yere bırakmıştı. Kiraz daha birkaç aylık olduğu için o düşmenin şiddetiyle bacaklarından yara almıştı ve daha bebekken bacaklarını aldığı hasardan dolayı şu anda yürüyemiyordu.
Tekerlekli sandalye mahkum kalmıştı.

Çok fazla doktora gitmiştik. Yurt dışına gidip yurt dışından doktorlar getirmiştik. Ama daha çok küçük yaşta yeni doğmuş bir bebek böyle bir hasar aldığından dolayı maalesef ki bacaklarının bir türlü iyileşemiyordu.

Daha sonra Rusya'dan bir doktor getirmiştik. Kendisi alanında çok iyiydi. Eğer düzenli bir fizik tedavi uygularsak Kiraz'ın iyileşme ihtimali çok düşük de olsa da bir ihtimalin olduğunu söylemişti.
Kiraza, ilk başta bunu sormuştum. Eğer istemiyorsan yapmayacağını söylemiştim. Ama Kiraz bir umut yürüyebilirim diye bu fizik tedavileri kabul etmişti ve şu anda fizik tedavileri uyguluyordu. Annem ve babam da buna ne kadar karşı çıksa da çok umursamadıkları için engel olmamışlardı.
Neden karşı çıktıklarını anlamasamda ve bence anlamaya gerek yok.

"Kirazı o halde görünce dayanamadım. Hemen babamın odasına gittim ve çekmecesinden silahını aldım.
Silahı aldıkatan sonra hemen odadan çıkıp Kiraz'ın yanına gittim.
Kiraz'ın başında durmuş ona bağıran anneme silahı doğrulttum. Annem beni görünce çok şaşırmıştı. Daha sonra farkında olmadığım bir şekilde babam arkamdan gelip silah elimden aldı.
Bana çok sert bir tokat attı. O tokatın sertliğiyle yere düşmüştüm.
Kafamı çevirip babama baktığımda bana o kadar öfkeli bakıyordu ki o öfkesi beni korkutmuştu. Ve bir anda silahı kaldırıp bana doğrulttu. O an öleceğimi düşündüm. Küçücük halimle bir anda korkup ayağa kalktım ve kaçtım.
Kapıyı açıp koşar adım dışarı çıktım. Hiçbir şey düşünmeden sadece koşuyordum. Ne kadar koştuğumu hatırlamıyorum ama bir süre sonra caddeye çıktığımı anlamıştım."

Abim konuşurken bir anda gözlerinin dolduğunu fark etmiştim. Nefesini düzenledi ve konuşmasına kaldığı yerden devam etti.
"Etraftan korna sesleri gelip duruyordu. O korkuyla bir anda kendimi caddeye attığımda bir arabanın hızlıca bana yaklaştığını fark ettim. Daha sonra ise biri bana sıkıca sarılıp kendisini bana siper etti."

Abim son söylediklerinden sonra kafasının öne eğip yüzüme bakamadı.

"Lema Miroğlu." dedikten sonra kafasını kaldırıp dolmuş gözlerle bana baktı.
"Beni kendisine siper edip beni kurtardı."
Dediğinde dona kalmıştım. Lema Miroğlu, Almira'nın annesiydi. Ama benim bildiğim kadarıyla Almira'nın annesi Almira doğduktan sonra ölmüştü.

Nasıl abimi kurtarmış olabilirdi ki? Abim yedi sekiz yaşlarındayken Almira daha iki yaşındaydı. O zaman da annesinin ölmüş olması gerekiyordu.

Abim ne dediğinin farkında mıydı?

Tam abime bunu soracakken konuşmama izin vermedi.

"Bekle Kuntay. Daha konuşmam bitmedi." diye beni uyardı.
"Gözlerimi zar zor açtığımda ise Lema Atabey'in kucağında olduğumu fark ettim. Beni korumuştu ama kendisini koruyamamıştı." dedikten sonra gözlerinden birkaç damla yaş aktı. "Orada, benim canımı kurtardı ama kendi canını feda etti." dediğinde sesi titremişti.

Anlayamıyordum. Nasıl olurdu bu? Almira'nın annesi o doğduktan sonra ölmemiş miydi? Almira iki yaşına kadar hayatta mıydı yani?

"O anın şokuyla bayılmışım. Kendime geldiğimde ise hastanedeydim ve yanımda Fatma Teyze vardı. Fatma Teyze yaşlı gözlerle bana bakıyordu. O an konuşamamıştım. Dilim tutulmuştu ve en son hatırladıklarım beni mahvetmişti. Lema Atabey beni kurtarmak adına kendi canından olmuştu." dedikten sonra yaslandığı masadan uzaklaşıp yatağının karşısındaki önünde perde çekili olan boş duvara gitti.

O duvarda ne olduğunu hep merak etmişimdir. Abimin işlerle ilgili gizli bilgilerinin olduğunu düşündüğümden dolayı ve bana hiçbir zaman göstermediğinden dolayı sorgulamamıştım. Perdenin önüne geçip durdu.
"Lema Atabey'e bir can borcum var. Ve o can borcunu da Almira'yı koruyarak ödeyeceğim." dediğinde tedirgin olmuştum.
Almira'nın ismini duymak bile beni direkt ayağa kaldırmıştı. Almira'yı en son beş yaşındayken görmüştüm. Dedesi bizden götürdükten sonra onu ne kadar arasam da bulamamıştım. Yoksa abim onu bulmuş muydu?

"Lema Atabey ölmeden önce bir mektup bırakmış. Bu mektubu en yakın arkadaşına bırakmış ve kızı reşit olduğunu ona vermesini istemiş. Fakat Arif Atabey onu o kadar gizli tutuyordu ki arkadaşı Almira'nın yerini bir türlü bulamamış. Bende Lema Atabey ve Almira'yı araştırırken arkadaşa da ulaştım ve zor da olsa annesinin Almira'ya bir mektup bıraktığını öğrendim. Kadından o mektubu aldım ve o mektubu Almira'ya ulaştırmak istedim ama ona bir türlü bulamadığım için dayanamayıp mektubu açıp okudum. Bu yaptığımın çok yanlış olduğunu biliyordum ama Almira ile ilgili tek bir ipucu dahi eğer bu mektupta varsa onu okumalıyım diye düşünüp okudum."

Nefes almadan dinliyordum. Söz konusu Almira'ydı. Nasılnnefes alabilirdim ki? Tek bir kelimeyi bile duymamak beni mahvederdi.

"Mektupta bir Ay tutulmasından bahsediyordu. Lema Atabey'e göre bir tutulma yaşanacaktı ve bu tutulma Almira'nın ve onunla beraber bir kişinin de hayatını değiştirecekti." dedikten sonra dönüp bana baktı. "Senin."

Benim mi? Benim ve Almira'nın hayatını değişik olan bir tutulma mı?

"Leman Atabey'e göre bu tutulma hem senin hem de Almira'nın hayatını değiştirecekmiş. Ama bu tutulma iyi mi yoksa kötü mü sonuçlanacak o da bilmiyor. Bu tutulma yaşanmadan önce Almira'nın kendisini koruması gerektiğini ve senin yanından ayrılmaması gerektiğini yazmış."

Lema Miroğlu yani Almira'nın annesinin benim ve Almira hakkında kurmuş olduğu bu cümleler beni çok korkutmuştu?

"İlk başta bunu okuduğumda saçma bulmuştum. Bir tutulma nasıl ikinizin de hayatını değiştirebilirdi ki? Bu çok saçmaydı. Ama bir kadının ölmeden önce yazmış olduğu bu cümleler benim kafamı çok karıştırmıştı. Lema Atabey'in delirdiğini düşündüm. İlk başlarda bu bir saçmalıktı. Çünkü bir doğa olayı nasıl iki insanda hayatını değiştirebilirdi ki?" dedikten sonra önünde duran perdeyi iki eliyle tutup açtı.

Karşımda gördüğüm manzara beni bozguna uğratmıştı. Bir sürü sistematik hesaplamalar vardı. Ayın bütün evrelerinin hangi zamanda hangi saatte hangi şekillere girdiği, ayın hangi zamanlarda ne zaman tutulduğu ile ilgili aklınıza gelebilecek bütün her şeyin hesaplamaları bu duvarda asılıydı.

"Söyledikleri gerçek veya değil bilmiyorum ama sonuç olarak ona bir can borcum vardı. Eğer Almira'nın ve senin hayatını değişecekse ve bu değişme saçma sapan bir nedene dahi bağlanacaksa her ikinize de bir can borcum var o yüzden sizi korumak adına bu tutulmanın çıkaracağı sonuçları önlemeliydim."

Abim son söyledillerinden sonra perdeden uzaklaşıp yanıma geldi. Ellerini kaldırıp omzuma koydu. "Bak Kuntay. Çok sorun olduğunu biliyorum ve bu anlattıklarım sana saçma da gelebilir ki bana hala saçma geliyor ama ölmeden önce bir kadının kızına bırakmış olduğu son şey bu. Bu Tutulma. Evet, hala çok saçma gelebilir kulağa ama bu saçmalığın peşinden gitmek zorundayız. Eğer gerçekten varsa? Ya gerçekten bir tutulma olduğu zaman her ikinizin hayatı değişirse?"

Böyle bir şey gerçekten olabilir miydi? Bir doğa olayı insanların hayatını değiştirebilir miydi?

"Onu buldum, Kuntay."

Abimin bir anda gözlerinin içi parladı.

"Onu buldum. Almira'yı buldum."

Ne?
Almira'yı bulmuş muydu?
Kalp atışlarım gitgide hızlanıyordu. Abim sahibi olduğum kalbi bulduğunu söylüyordu. Kalbimin sahibini bulduğunu söylüyordu. Ona nerede olduğunu sormamıştım çünkü bana eninde sonunda söyleyeceğini zaten biliyordum.

Derin bir nefes aldıktan sonra, "Bundan sonra onu senin koruman gerekiyor, Kuntay. Bu bir yıl içerisinde ben onu uzaktan da olsa korumaya çalıştım. Bundan sonra görev sende."
Onu korumaya çalıştım cümlesini kurduğunda tedirgin olmuştum.

Almira'yı neden korumamız gerekiyordu ki?

Bir dakika bir yıl mı?
Abim Almira'yı bir yıl önce bulmuş muydu?
Peki neden bana söylememişti.

Tamam, bir tutunma yaşanacağını ve bu tutulmanın da hayatının değişeceğini biliyorduk ama şu anda bir tehlikede miydi?

Bir dakika bir yıl mı?
Abim Almira'yı bir yıl önce bulmuş muydu?
Peki neden bana söylememişti.

Abim gözlerimden sormuş olduğum soruları anlamış olmalıydı ki içimden geçen sorulara cevap verdi.
"Sana neden haber vermediğimi sorduğunu biliyorum. Eğer sana söyleseydim direk onu yanına almak isteyecektir. Ve ben ne yaparsam yapayım sana engel olamayacağımı biliyordum. Bu yüzden sana söylemedim.
Onunla o zamanda yan yana gelmen ikiniz içinde sıkıntılı olabilirdi."

Abim söylediklerinde haklıydı. Almira'yı bulmuşken yanımdan ayırmazdım.

"O zaman nasıl tehlikelerle karşı karşıya olduğumuzu bilmediğimiz için sizi görüştüremezdim." dedikten sonra gözlerimin içine daha derin baktı.
"Almira, Arif Atabey'in varisi, Kuntay. Şu anda resmi olarak olmayabilir ama günü geldiğinde onu varisi yapacak ve düşmanları artacak. Zaten dedesini biliyorsun. Geçmişte yapmış olduğu anlaşmalardan ve işlerden dolayı peşinde çok fazla düşmanı var. Dedesinin düşmanları onunda düşmanı olacak. O yüzden başı hep tehlikede olacak." Kurduğu her bir cümlede sesi dahada kötü çıkıyordu.

Almira'nın tehlikede olma düşüncesi bile beni kahrediyordu.

"Ona bundan sonra sen koruyacaksın." dedikten sonra ellerini omzumdan indirdi ve benden uzaklaştı.
"Artık bu tutulmayı sen takip edeceksin, Kuntay. Almira'yı sen koruyacaksın." dedi. Ve daha sonra tekrardan bana yaklaşıp sıkıca sarıldı. Kulağıma eğilip, "Benim gitmem gerekiyor. Benim yerime sen geçeceksin. Kendini, Kiraz'ı, Almira'yı, bütün sevdiklerimizi ve bizim için değerli olan herkesi bundan sonra sen koruyacaksın." dedikten sonra benden ayrıldı.

Artık daha fazla dayanamadım. "Abi, ne diyorsun sen? Neden ben koruyacakmışım? Korumak sorun değil. Ama neden ayrılacakmış gibi konuşuyorsun?"

Gerçekten de öyle konuşmuştu. Sanki gidecek ve bir daha geri gelmeyecekmiş gibi konuşuyordu. Bana yalandan tebessüm ederek,
"Seni sevdiğimi ve sana güvendiğimi sakın unutma kardeşim." dedi.

Tam konuşacakken Furkan içeri girdi. Yüzünde büyük bir telaş vardı. "Kaner Bey. Bir anda girdiğim için özür dilerim ama babanız sizi acilen yanına çağırıyor." dedi.

Furkan'ın söylediklerinden sonra abim daha da fazla güldü. Bana bakıp, "Zamanı geldi." dedikten sonra Furkan'la beraber dışarı çıktı.

Bende odadan çıkmadan önce abimin hazırlamış olduğu o duvardaki analizlere baktıktan sonra koşar adım dışarı çıktım. Ben dışarı çıktığımda abim çoktan dış kapıyı açmıştı ama çıkmadı arkasını dönüp salonda Fatma Teyzeyle sohbet eden Kiraz'a baktı. Usun uzun baktı. İçi gidermişçesine baktı. Daha sonra gözündem tek damla yaş aktı. Akan yaşı eliyle sildikten sonra dışarı çıkıp kapıyı arkasından kapattı.

Bu bir veda mıydı yoksa?

Tam onun arkasından gidecekken Furkan beni durdurdu.
"Kuntay Bey, lütfen gitmeyin. Kaner Bey'in kesin emri var." Onu ne kadar yolumdan çekmeye çalışsam da önümden çekilmiyordu.
Ağabeyimin bir bildiği vardır diyerekten Furkan'ı daha fazla zorlamadım ve Kiraz'ın yanına gittim.

Kiraz'ın yanına gittiğimde Kiraz tekrardan bana bugünki tedavisini anlatmaya başlayınca Fatma teyze bizim için atıştırmalıklar hazırlamak için mutfağa gitmişti. Yaklaşık yarım saat biz Kiraz'la konuşurken bir anda bir silah sesi duyuldu.
O silah sesi gelip tam kalbimin ortasından beni vurmuş gibiydi. İlk başta dona kalsam da hemen cama geçip silah sesinin nereden geldiğini anlamaya çalıştım.
Tam olarak ne olduğunu göremiyordum. Tek görebildiğim şey babamın elinde bir silah olduğunu ve karşısına hedef aldığını görmüştüm. Ama hedef aldığı şeyin ne olduğunu görememiştim.

Çok korkmuştum. Koşarak dışarı çıkmıştım. Furkan beni engellemeye çalışsa da onu kenara itip dışarı çıktım.

Keşke çıkmasaydım. Yada keşke daha önce çıksaydım.

Dışarı çıktığımda gördüğüm manzara kanımı doldurmuştu. Hareket dahi edemiyordum. Dona kalmıştım.

Abim...
Abim kanlar içerisinde havuzdaydı.
Ve onu bu hale getiren de babam olacak şerefsizin ta kendisiydi.
Ne yapacağımı bilemiyordum. Kıpırdayamıyordum. Ne yapabilirdim ki?

Düşünemiyordum. Yağmur yağmaya başladı. Düşen her bir damla beni ıslatıp üşütmektense tenime deyip beni cayır cayır yakıyordu.

Beni kendime getiren şey ise Kiraz'ın çığlığıydı. Kiraz'ın attığı çığlıktan sonra dönüp Kiraz'a baktım. Kiraz'da benim baktığım noktaya bakıyordu. Abimizin kanlı vücudunun yüzdüğü havuza.

Hemen abimi vuran babamızın yanına gidip öfkeli gözlerle ona baktım. Yüzüne yumruğumu geçirdim. Babam doğrulduğunda gülüyordu.
Evet, gülüyordu.

Tam yakasına yapışıp onu dövecekken. Tekrar Kiraz'ın çığlığıyla kendime geldim ve havuza baktım. Abimin kanı bütün havuzu doldurmuştu. Havuz kan gölüne dönmüştü.

Hemen havuza atladım ve abimin kanlarla kaplı olan vücuduna dokundum. Vücudu buz gibiydi.

Bu kadar kısa sürede vücudu buz keser miydi bir insanın?
Onunkini kesmişti.

Ellerim titriyordu. Gözlerimden akan yaşlar durmuyordu. Ne yapacağımı bilemiyordum. Yavaş bir şekilde abime dokundum.
Uyanmıyordu. Onu ne kadar sarsarsam sarsayım kendine gelmiyordu.

"Abi, abi!" diye bağırıyordum ama asla kendine gelmiyordu.
Tek bir yaşam belirtisi bile yoktu. Zar zor da olsa titreyen ellerimle onu tutup havuzdan çıkardım.
Her yeri kandı. Bütün vücudundan kanlar akıyordu.

O gün hayat, benim için durmuştu. Abimin cansız bedenini o havuzdan çıkarmıştım ve abimi beni kardeşimi bu hale getiren kişi babamız olacak olan o şerefsizdi. Havuzdan çıktığımda ise yanıma Kiraz ve Fatma teyze gelmişti. Babam olacak o katil ve arkadaşları yoktu. Tek başımaydım. Kiraz ve ben tek başımıza abimizin cesedine bakıyorduk.

O gün ben ölmüştüm. O gün Kuntay ölmüştü. O gün sadece Kaner değil Kuntay ve Kiraz'da ölmüştü. Biz üçümüz birdik. Üç ayrı kişi, üç ayrı beden ama tek ruhtu. Biz ruhumuzun bir parçasını kaybetmiştik. Ruhumuz parçalara ayrılmıştı. Bir daha birleşememek üzere.

Günümüz...

Tarık, bütün herkese görevlerini dağıttıktan sonra toplantıyı bitirdi. Benim toplantıda bulunma amacım ise örgüttekilerin durumun ciddiyetini kavramasıydı. Normalde bir toplantı yaptığımız zamanda her zaman başlarında ben olurdum. Çünkü ben olmadığım zaman da grubun içerisinde sıkıntılar olabiliyordu.

Hepimiz birbirimizden bağımsız iş yapmazdık. Birbirimize güvenirdik. Örgüt içerisinde sıkıntılar olmazdı. Fakat başları olan ben aralarında olmadığım zamanda tedirgin olduklarını biliyordum. Nedenini tam olarak bilmiyorum ama hepsi benden güç alıyordu diyebilirim.
Beni bile güçlendiremeyen bir güç onları güçlendiriyordu.

Onlardan güç isteyeceksem ilk önce onlara güç vermeliydim. O yüzden sevdiğim insanları hastanede bırakıp bu toplantıya gelmiştim. Kendim tek başıma onları koruyacak güce malesef ki sahip dehildim. Bertuğ Miroğlu yüzünden.
Ne kadar onun soy ismini taşımak kendime olan gururumu zedelese de bu soyadını benim ve sevdiklerimin geleceği için sonuna kadar kullanacaktım. Bu soy adını temizleyecektim. Bu soy adını ben ona verecektim. Onu gibi tertemiz bir kadına bu kirli soy ismini veremezdim. Bu soy ismi temizlenecekti.

Toplantı bittiği zaman daha fazla burada duramadım. Tarık'a, "Hemen gidiyoruz." dediğimde Tarık çoktan ayaklanmıştı bile.
Tarık'la beraber hemen örgüt binasından çıkıp arabaya bindik. Araba yine aynı yollardan geçtikten sonra ana yola girdi. Hastane ile örgüt binasının arası bir saat de olsa bana bir ömür gibi gelmişti. Almira'dan uzak kaldığım her bir dakika bana bin dakikaya eş değerdi.

Hastahanein önüne geldiğimizde Tarık'ın arabayı durdurmasını beklemeden arabadan indim.
"Kuntay, bekle."
Ne kadar Tarık arkamdan seslensede onu duymuyordum.

Ben onu on alt yıl bekledim. Bir dakika daha bekleyecek gücü kendimde bulamıyordum.

Hastahaneye girdiğimde bizden kimsenin olmadığı fark ettim. Etrafa bakındığımda Tuna Miroğlu'nun elinde kahvelerle geldiğini gördüm. Beni görünce ilk duraksadı ama daha sonra yanıma gelip, "Almira'yı ve..." dedikten sonra yüzünü eksitti, "O arkadaşını normal odaya aldılar." dediğinde tam arkamı dönüp kaldıkları odayı bulmaya gidecekken,
"Dur!" deyip beni durdurdu.
"Bu yüz ifadesiylemi onun karşısına çıkacaksın?"

Tuna'nın ne demek istediğini o an anlayamadım. Arkamda bir noktayı işaret ettiğinde arkamı dönüp arkamdaki büyük aynaya baktım.

Yüzümde bir katilin yüz ifadesi vardı. İçimdeki bütün öfke yüzümede yansımıştı. Yüzüm sinirden kaskatı kesilmiş gibiydi. Bu yüz ifadem beni bile korkutmuşken onuda korkutanilirdi.
Bunu asla istemezdim.
Onun benden korkarken görmek beni paramparça ederdi.
Gerçi ben onun gözlerine her baktığımda paramparça oluyorum ama neyse.
Ben yüzümde ki bu ifadeyi düzeltmeye çalışırken Tuna arkama geçti.

"Bu sahip meseleside ne?"

Arkamı dönüp onu sorgularmışcasına baktım.
"Ne sahibinden bahsediyorsun sen?"
Tuna ciddi bir şekilde benimle konuşmaya çalışıyordu ama benden korkması gerektiğini oda iyi biliyordu bu yüzden ağazından çıkacak olan her bir kelimeyi düşünerek konuşmaya çalışıyordu.

"Almira, sayıklayıp durdu."
"Ne dedi."

Tuna biraz düşündü. Kaşlarını çatarak sanki Almira'nın söylediklerini anlamaya çalışıyordu.

"Sahip, sahibim, kalbimin sahibi deyip duruyor."

Tuna'nın söyledikleri kalp atışımı arttırmıştı.
Hatırlıyormuydu?
Beni, bizi hatırlıyormuydu?

Hemen düşüncelerimden kurtulup kendime geldim. "Odaları nerede?" dediğimde Tuna, "Beni takip et." dedi.

Tuna önüme geçip yürümeye başladı.
Tam onun arkasından gidecekken duraksamak zorunda kaldım.

Almira hatırlamayamı başlamıştı. O zamanları, geçmişini hatırlıyormuydu.
Hayır...
Hayır, Almira hatırlamay.
Yapamassın, dayanamassın. Sen hâlâ o küçük kız çocuğuzun.

-Kuntay, ne saçmalıyorsun sen? Ne güzel hatırlasın işte? Seni, sizi hatırlaması sana karşı olan tavırlarını değiştirir. Seni sevmeye başlar.
-Hayır, olmaz. Onun beni hatırlamasından daha önemli bir konu var.
-Neymiş o?
-Almira....
Almira, bütün gücünü bu zamana kadar dedesinden aldı. Onun gücü olmadan geçmişi onu yaralar. Ona zarar verir ve ben bunun karşısında onu koruyamam.
Olmaz! Onu koruyamamak kendimi öldürmekle eş değer benim içim. Onun asal zarar görmesine izin vermem.
-Ama Kuntay bu süreçte sen üzülen taraf olacaksın.
-Kalbimin sahibinin mutlu olması benim hayat kaynağım iç ses. Asıl o mutsuz olursa ben yaşayamam.
-Mutsuz bir şekilde yaşamak istiyorsun yani?
-Hayır, ben onun mutlu olmasını istiyorum.

Düsüncelerimden kurtulup Tuna'nın peşinden gittim. Bir kapının önünde durduktan sonra yarım açık olan kapıdan içeri girdi.
Kapıdan içeriye doğru baktığımda Almira'nın sesyenin üzerinde uyuduğunu gördüm.

O gülüyor muydu?

Her bir gülüşü için canımı vereceğim kadının, uykusunda bile bu kadar güzel gülmesi şaka mı?

Banada acı be kızım. Ben sana nasıl karşı koyucam? Nasıl sana bu kadar yakınken bir o kadar da uzak olucam?
Nasıl seninle sahte bir evlilik yapıcam?
Nasıl seni seviyormuşum gibi numara yapıcam?

Hayır, yapmıycam. Çünkü ben seni gerçekten seviyorum. Bu konuda numara yapmama gerek yok. Zaten isteselerde yapamam.

Bir el beni omuzumdan tutup içeri itti. Beni iten Tarık'tı Benim içeri girmemle birlikte. Odadaki herkes bana baktı.

Buket benim geldiğimi görünce oturduğu sandalyeden kalkıp yanıma
geldi.
"Doktor durumunun iyi olduğunu söyeldi. Uyanınca neden bayıldığını örenebilirmişiz." dediğinde ben hala uyuyan güzele bakıyordum.

Hayır, bu kadar güzel olma, lütfen. Dayanamam.

"Herkes dışarı çıkabilir mi lütfen."
Tarık'ın neyi amaçladığını biliyordum.

İsmet Atabey oturduğu koltuktan kalkıp Tarık'ın karşısına geçti.
"Neden çıkacakmışız?"

Kolay kolay çıkmayacakları kesindi.
"Sizinle önemli bir konu konuşmam gerek."

Tarık zeki biriydi. Laf oyunlarıyla bir insanı kolay etkisi altına alıp onu kukla gibi oynata bilirdi.

İsmet Atabey ve oğullarının bilmediği çok şey vardı. Ve onlarda en az Almira gibi cevaplara aç insanlarsa Tarık'ın kuklası olmak için adım atacaklardı.

İsmet Atabeyin bana baktığının farkındaydım.
"Sen burda mı kalacaksın?"
Sesi çok soğuk çıkmıştı. Beni sorgulamaktan çekiniyordu.
Çekinmeliydide. Beni sadece sektörden tanıyordu.
Sinirlendiğimde isteyipte yapamayacağım hiçbir şeyi olmadığını kendisi çok iyi biliyordu.

Bu sektörde bir ismim vardı. Bu sektörde olan veya olmayan. Benimle tanışan veya tanımayan herkesin benden korkması gerekirdi. Ve bunu herkes bilirdi.
Bunu bilmeleri için yaptıklarıma şahit olmalarına gerek yoktu.
Şahit olanlar olanları çok güzel canlandırarak anlatmıslardı zaten.

Ben sevdiklerimin yanında ve sakinken normal bir insan gibiyimdir. Ama eğer sevdiklerime bir şey olursa veya ben öfkelenirsem cehennemi arzulayacak şeyler olur. Ve bunları yaparken büyük bir zevk alırım.

Ben bir psikopat mıyım?
Evet.
Hepimiz öyle değil miyiz zaten?

"Çıkın!"

İçimde ki öfke dinmemişti. Onların bir suçu olmasa bile beni Almira'dan uzak tutmaya çalıştıkları için bile onları öldürebilirdim.

Tuna ve Tolga Atabey babalarına bakıp ne cevap vereceğini bekliyorlardı.
İsmet Atabey, hiçbir şey söylemeden dışarı çıkınca oğullarıda hemen onun arkasından çıktılar.

Buket tam çıkacakken onu durdurdum.
"Çetin nasıl?"
"İyi, merak etme. Nazlı yanında." dedikten sonra Almira'ya baktı.
"Sen onunla ilgilen. Bence seni istiyor." derken imalı bir şekilde bana bakmıştı.

Buket ve Tarık'ta odadan çıkınca onunla yanlız kalmıştım.

Yavaş adımlarla yanına gittim ve yanında ki sandalyeye oturup onu izlemeye başladım.
Çok güzeldi. Bu kadar güzel olması ona yasaklanmalıydı.
Keşke sadece bana güzel olsaydı.
Baskasının gözünde benim gözümdeki kadar güzel olmasaydı.
Zaten olamazdı ki.
Benim gözümdeki güzelliği kimse Almira'ya bakınca göremezdi.

Ben onun gözlerine bakınca sadece gözlerini değil kalbinide görüyorum. Ama keşke ruhunu da görebilseydim.
Görebilseydim eğer ona yardımcı olabilirdim. Üstünde ki yükleri alabilirdim.
Altında ezileceğimi bilmeme rağmen yüklerini seve seve ondan alırdım.

O benim çocukluğum, sahibim, hayatım, geçmişim ve geleceğim ve en önemlisi de aşkım.

Neden gülüyordu ki?

Anlamadım bir şekilde gülüyordu. Yüzünde muzip bir gülümseme vardı. Onun gülüşü benide güldürüyordu.

Ama, hayır. Dayanamam ki!
Yapma be kızım. Yakma beni.
Geri dönüşü olmayan o yola girersem düşerim. Seni koruyamam. Sana yenilirsem Kuntay'ın bu güçlü halide yenilir ve sana teslim olur.
Ama sen şuanda hem kendini hemde beni ayakta tutacak güce sahip değilsin.

Ayağa kalktım ve yüzümü Almira'nın yüzüne yaklaştırdım. Ben ona yaklaştıkça gülüşü artıyordu. Ve bu da içimde bastırdığım arzularımı zorluyordu.

Elimi saçlarına götürdüm. Elimi saçlarının içine daldırıp orada oyalandım.
"Neden anlayamıyorum seni?"
Sonra aklıma gelen gerçek Almira'nın saçlarının içinde olan ellerimi durdurmuştu.
"Galiba anlıyorum ama..." Sertçe yutkunmuştum.
"Anladığım şey doğru olmasa olur mu?"

Hep o adamı düşünüyordu.
Yiğit Koryürek.
O adamı sevdiğini biliyordum.
Almira'nın karşısına çıkmadan önce Almira'nın o adam için yağmurun altında saaatlerce bekleyip hastahanelik olduğuna şahit olmuştum.
Havuz başında onu anmıştı.
Odada kriz geçirirken beni o sanmıştı.
Bana bakınca onu mu görüyordu?

Neden bu gerçekler kabimi bu kadar çok acıtıyordu?

-Bu da sorumu Kuntay?
-Değil. Cevabını bildiğim bir şey bu. Soru değil.

Onu seviyordu.

İçimdeki istekleri bastırıp elimi Almira'nın saçlarından çektim. Tam ondan uzaklaşacakken Almira'nın söylediği iki kelime durmama sebep oldu. Doğru mu duydum diye bekledim ama Almira konuşmadı.

Kendime daha fazla acı vermek istemediğim için doğruldum. Tam arkamı dönüp gidecekken Almira yaşam enerjimi bana geri vermişti.

"Ka-Kabimin sahibi."

Hayır, yanlış duyamamıştım.
Almira, kalbimin sahibi demişti.

Peki bunu bana mı demişti?

Normalde baygınken Yiğit'in ismini sayıklardı.

Lütfen, deme Almira. O adamın ismini söyleme.

Ağzını hafif araladı. Kalbim yerinden çıkacakmış gibi hızlı atıyordu. Zaman benim için durmuştu. Tek odak noktam Almira'nın dudakları ve o dudaklarının arasından çıkacak o kelimeydi.

"Kuntay..."

Zaman durdu. Ben durdum ama ikimizinde yanyana olduğumuz her an acı çeken kalplerimiz durmamış atmaya devam ediyordu. Bundan sonra ne olur bilmiyorum ama Almira'nın benden gitmesine asla izin vermeyeceğini biliyordum.

Almira benim ismimi söyelmişti. Bunun benim için anlamını kelimelerle ifade etmek çok zordu.

Kalbimin sahibi kalbimi koruyacağına onu yanlız bırakıp korkutmayacağına söz vermişti. Ve sözünü tutmuştu.

Evet, korkmuştum ama artık korkmuyordum.
Daha doğrusu bize ne yapacaksın?
Almira benim. O benim. Artık onsuz yapamam.

Benden gitmek istersen ne yaparım bilmiyorum ama kusuru bakma Almira, sen istese de seni bırakamam.

Bu benim için bir başlangıçtı. Onu bu zorlu yolda her zaman koruyup kollayacak. Her zaman yanında olacaktım. Kimsenin onu üzüp onu incitmesine izin vermeyecektim.

Ben Kuntay Miroğlu, sen kalbimin ve benim sahibim olan Almira Atabey, kendimi sana teslim ediyorum. Bakalım bana ne yapacaksın?

Loading...
0%