Yeni Üyelik
21.
Bölüm

20. Kalp Külünden Doğmak

@feyzaelmiratasdemi

Bu bölümden itibaren Tutulma 2. Kitaba başlamış olacaksınız. Keyifli okumalar.

Yorum yapıp beğenmeyi unutmayın lütfen.

Güneş neden bu kadar parlak? Bizi yakıcılığıyla öldürmek için mi? Yoksa ben, herkesi yerle bir etmek için küllerinden yeniden doğan Almira Miroğlu'nun nasıl biri olduğunu herkese ışığıyla göstermek için mi?

Elimde ki dosyalara son kez gözden geçirdikten sonra asistanım Melis'e uzattım.

"Basın toplantısında, söylediğiniz bütün şirketlerin sahipleri ve varisleri bulunacaklar Almira Hanım."

Bulunmama gibi bir ihtimalleri yok.

Kafamı cama doğru döndürdüm. Araba rezidansların önünden bir bir geçtikten sonra ilerde ki büyük kalabalığa doğru ilerledi.

"Dur!"

Benim emrimle beraber şoför arabayı durdurdu.

"Almira Hanım daha..."

"İneceğim."

Melis şoföre işaret etti. Şoför arabadan inip kapımı açtı. Uzattığı elini tutarak arabadan indim.

Şirketin önünde ki kalabalık beni fark edince bana doğru koşmaya başladılar. Beni fark etmemeleri imkansızdı. Bu güne özel bir elbise diktirmiştim. Kırmızının en açık tonu olan elbisem yerlere sürünüyordu. Sol bacağındaki yırtmaç ise saten kumaşa güzel bir hava katıyordu. Askılı üstü ile derin sırt dekoltesi benim isteğim üzere yapılmıştı. Saçımı sıradan bir topuz yaptırmıştım. Makyajım ise abartısız ama bir o kadar da göz kamaştırıcıydı.

Gözümde ki güneş gözlükleriyle birlikte karşımda ki zavallılara bakıyordum.

Gülerek bana doğru yaklaşan magazincilerin yaşayacaklarından habersiz bir şekilde bana doğru gelmeleri acınası bir durumdu.

"Almira Hanım, bu ani toplantının sebebini öğrenebilir miyiz?"

"Almira Hanım, son zamanla da Atabey holdingin bu kadar büyümesi hakkında ne söyleyeceksiniz?"

"Almira Hanım Türkiye'nin en zengin iş adamları sizin davetinizle bu toplantıya geldi. Hepsini getirmeyi nasıl başardınız?"

Hiçbir şey söylemden öylece durdum. Etrafımda ki kalabalık artınca arkada beni korumakla yükümlü olan korumalara döndüm. Beni anlamışlardı. Hemen yanıma gelip bana yolu açtılar. Bütün gazeteciler ve muhabirler bana sorular sorup duruyordu ama ben hiçbirini takmadan ilerliyordum.

"Almira Hanım eşiniz Kuntay Miroğlu gelecek mi acaba? Evlendiğiniz günden sonra sizi hiç yan yana göremedik."

Muhabir sorduğu soruyla duraksadım. O adamın ismini bana duyurmayacaktı.

Güneş gözlüklerimi gözümden çıkarıp Melis'e verdim. Soru soran gazeteciye doğru dönüp alaycı bir tavırla gülümsedim.

"Daha yaratıcı sorular sormanızı tavsiye ederim. Evli bir çiftin her zaman yan yana görülmek gibi bir zorunluluğu var da ben mi bilmiyorum?" Sesli bir kahkaha attıktan hemen sonra ciddi bir yüz ifadesiyle. " Bütün Türkiye'nin maliyesini yönetmek zor oluyor biliyor musunuz? Özel hayat arka planda... hatta hiç olmuyor." diyerek karşımda ki kişiyi susturdum.

Adam söylediklerim karşısında afallamıştı. Bana cevap vermek gibi bir aptallıkta bulunacağını düşünmüştüm ama daha önce benim gazabıma maruz kalmış olan bir muhabir meslektaşını durdurup benden kurtardı.

Önüme dönüp ilerlemeye başladım.

Yaklaşık elli metre yürüdüm. Bu kadar havalı bir gün için havalı bir yürüyüş yapmam gerekiyordu. Beni tanımayan insanlar bile etrafımda ki bunca insanın beni takip etmesinden dolayı beni merak edip araştırmaya başlamışlardı bile. Şimdiden beni tanımaları onlar için en iyi şey olurdu. İlerde benimle ilgili duyacakları büyük olaylar karşısında şoka girmelerini istemezdim.

Kimi kandırıyorum? Yüzlerinde ki şaşkınlığı büyük bir zevkle izlerdim.

Şirketin önüne geldiğime şirketten bir düzine koruma çıkıp etrafımda ki magazincileri benden tamamen uzaklaştırdılar. Tam şirkete girecektim ki durdum.

Arkamı dönüp benden bir kaç kelime duyabilmek için bile yapamayacakları hiçbir şey olmayan insanlara baktım.

En önde her zaman olduğu gibi Blue magazin vardı. Benimle ve şirketle ilgili yaptıkları haberlerin haddi hesabı yoktu.

Beni bu kadar çok araştırıp haber yapan bir magazini ünlü yapmayacaktım da, kimi yapacaktım?

"Melis, bana magazinciyi getir."

Melis kimi çağırdığımı anlamıştı. Blue magazin muhabirini çağırdı. Adam kameramanla birlikte heyecanla benden bir şeyler öğrenebilmek için yaklaştı. Adama daha çok yaklaşması için elimle işaret ettim.

Bizim dışımızda kimsenin duyamayacağı bir ses tonunda konuşmaya başladım. "Bu akşam Hilton Garden Inn Otelde önemli bir konuğumu ağarlayacağım." dedikten sonra arkamı dönüp uzaklaştım.

Planın ilk aşaması tamamlanmıştı.

Şirkete adım atmamla beraber bütün çalışanlar sağ ve solda olmak üzere sıraya girdiler. Başta departman müdürleri olmak üzere hepsi benim karşımda sıraya girdiler.

Dedemin asistanı Ziya Bey bir adım öne çıkınca onu elimle durdurdum.

Hiç kimseyi umursamadan asansöre doğru ilerledim.

Herkes bana kocaman gözlerle bakarken benim aklımdan geçen şeylerle kafam dolu olduğu için kimseyi umursayamıyordum.

Asansöre Melis'le birlikte bindik. Küçük bir yerde şıkışık olmayı sevmediğim için korumalar diğer asansörle geleceklerdi.

En üst katta asansör durdu.

Asansörün açılmasıyla birlikte Tuna karşımda belirdi. Bittik bir yüz ifadesi vardı. "Almira, konuşmamız gerekiyor."

Benim bir olay çıkarmamdan endişeleniyordu. Endişesinde çok haklıydı.

O günden sonra...

O gün tekrar aklıma gelince ürperdim. Bir anda ciğerlerimin sıkıştığını hissettim.

Bir anda gözüm daldı." Bana bunu yaşatmak zorunda mıydın?"

O günden sonra tek sorduğum soru buydu. Her defasında sanki karşımda o varmışcasına bu soruyu soruyordum. Bu zamana kadar neredeyse tek yaptığım şey soru sormaktı ama o günden sonra bu lanet olası sorudan başka hiçbir soru sormadım, soramadım?

"Almira beni duyuyor musun?"

"Efendim?"

Tuna'nın bana seslenmesiyle irkildim. Yaşanan her şeyi bir kaç saniyede gözümün önünden geçirdim.

Hayır Almira bunu kendine yapma. Senden çok fazla zamanımı çaldı. Daha fazla zamanını çalmasına izin verme. Bunu kendine yapma.

Her zaman olduğu gibi yine kendime bu hatırlatmayı yaptım.

Gözümden akmak üzere olan yaşı durdurdum. Kendini gösterme zamanı geldi Almira. Bırak artık geçmişi. Bak önünde mutluluğun kapısı açık seni bekliyor.

Omuzlarımı dikleştirdim ve toplantı salonuna doğru ilerledim.

"Almira!" Tuna'nın kolumu tutup beni durdurmasıyla durdum. Bana doğru yaklaşıp," İstediğini yap." dedi.

Tuna'nın dediğini anlayamadığım için kaşlarım çatılmıştı. Bu ani karakter değişimim karşısında Tuna'nın çok sert bir tepkisi olmuştu. Bir şeylerin olduğunu farkındaydı ama üstelemiyordu. Bana her zaman eski Almira'yı istediğini söyleyip duruyordu. Eski benim asıl ben olduğunu, başka biriymişim gibi davranıpta kendimi yormamamı istedi bu zamana kadar. İlk def yapacaklarım karşısında karşımda değil de yanımda olacağını söylemesi beni şaşırtmıştı.

"Sana ne oldu hâlâ anlamış değilim. O adam," Dedikten sonra sustu. Kafasında bir şeyler kurduğu belliydi. Kulağıma doğru eğilip," Bunun sebebi o herif biliyorum ve bana hatta kimseye söylemiyorsun." dedikten sonra burukça gülümseyip elimi tuttu. "Bu kadar kendine yüklenme olur mu? Sen benim sadece kuzenim değilsin. Abimden bir farkın yok. Yani demek istediğim senide bir kardeşim olarak görüyorum."

Neden Tuna'nın bu cümleleri karşında içimde hiç bir his yoktu? Ben bu kadar mı duygusuzlaşmıştım? Ben bu kadar mı yok olmuştum?

"Her zaman arkanda olduğumu bil. Ben seni asla bırakmam."

Tuna'nın son söylediğine karşılık istemsizce güldüm.

Biride bana aynı şeyleri söylemişti...

"Sağol Tuna."

"Almira Hanım bizi bekliyorlar." Melis'in hatırlatmasıyla birlikte Tuna'nın yanında salona doğru ilerledim.

Tuna omzuma dokunup," Bol şans. Ben buradayım." dedikten sonra önden salona giriş yaptı.

Derin bir nefes aldım. Üstüme son kez bakıp çeki düzen verdim. Bu halime gülümsedim. Birazdan içerde kıyameti koparacak biri olarak kıyafetime önem vermem komik bir durumdu.

"Galiba Nazlı'yla fazla takılıyorum."

Aklıma onlar gelince kendimi daha güçlü hissettim. Ve o adımı atıp salona giriş yaptım. Korumalar benden önce gelmişlerdi. İçeriye girmemle birlikte salonda ki magazinciler bana doğru ilerleyince korumalar etrafımı sardı. Korumalar eşliğinde salonda ki sahneye doğru ilerledim.

Sahneye vardığımda korumlar magazincileri benden uzaklaştırıp önümü açtılar.

Bu toplantı salonu normal bir salon değildi. Bu salonu normalde çok kullanmazdık. Bir davet salonu gibiydi.

Yüzlerce insanın bir arada buluna bileceği bir büyüklüğe sahipti. Salonun bir ucunda ki sahnede önemli konuşmaların yapılması için özel olarak yapılmıştı.

Sahneye çıkıp yerimi aldığımda karşımda ki kalabalığa baktım.

Magazinciler dışında Türkiye de ki bütün iş insanları ve onların varisleri buradaydı.

Salonda ki insanlara göz gezdirdim. Kimse beni umursamıyordu. Buradaki bir çok iş insanı benden yaşça büyük ve tecrübeliydi. Normalde kendilerinden aşağıda gördükleri insanların ayağına kadar gelmeleri imkansızdı ama şu son zamanlarda dedem, ben ve onun hakkında çıkan dedikodular onlarında lehine dönebileceklerini çok iyi bildikleri için buraya gelmişlerdi.

Beni kâle almayaraktan hayatlarının hatalarını yapıyorlardı.

Sahnede ki kürsüye doğru ilerledim. "Sizleri böyle mutlu görmek beni memnun etti."

Kurmuş olduğum cümle karşısında herkesin yeni odağı ben olmuştum.

"Birazdan her şeylerini kaybettiklerini öğrenecek olan sizler için bu gülüşler şaşırtıcı." Hepsinin gözlerinde ki soru işaretleri beni içten içe heyecanlandırıyordu.

Herkes masalarına geçip ellerinde ki içeceklerini yudumluyordu. Birçoğu bu kız ne saçmalıyor diye düşünürken benimle ilgili son zamanlarda yapmış olduğum şeyleri öğrenen hatta bir zat şahit olan insanlar ise şimdiden korkudan titremeye başlamıştı.

"İzninizle kendimi tanıtayım. Zaten hepiniz biliyorsunuz ama yeni durumunu da tanımak istersiniz diye düşündüm." Omuzlarımı dikleştirip gözlerimi kıstım. Zamanında dedemi ve beni yerle bir etmeye çalışan herkesin topuğuna sıkma vakti gelip geçiyordu.

"Ben Almira Miroğlu." Miroğlu'nu vurgulayarak söylemiştim. Bu soyadı bana her şeyi yaptırabilecek bir güç veriyordu. Hayır, soy isminin vermiş olduğu otorite değil, bana kattığı ruhsal güç. Bu güçle alt edemeyeceğim kimse yoktu.

"Atabey ve Miroğlu şirketlerinin ve," dedikten sonra mikrofona doğru eğildim. "Burada ki bütün şirketlerin yüzde elli birlik hissesinin sahibiyim."

Herkes kocaman gözlerle bana bakarken daha önceden ayarlamasını istediğim belgeler her bir şirket sahibine dağıtıldı.

"Ne demek oluyor bu?"

Abacıoğlu şirketinin sahibi Burak Abacıoğlu sinirle ayağa kalkıp sahneye doğru bir adım attı.

"İsterseniz avukatlarınızla görüşebilirsiniz. Hepsi kanunlara uygun. Türkiye'de ki bütün şirketlerde ki tek söz sahibi ben," Dedikten sonra hafif sırıtıp başımı dik bir konuma getirdim" Almira Miroğlu."

Herkes ayağa kalktı. Salon da bir kaos ortamı oluştu. Bazıları telefonuna sarılıp birileriyle konuşurken bazıları da benim üzerime doğu yürümeye başladı.

"Herkese iyi günler."

İşte oyun bitti.

Kazanan, Almira Miroğlu.

Korumalar eşliğinde salondan çıkmaya çalıştım Bütün şirket sahipleri üzerime yürüyüp bana zarar vermeye çalışıyordu. Zor da olsa salondan çıktım. Salonun girişinde Tunay'la karşılaştım. Bana çok soğuk bir şekilde bakıyordu. Yanıma yaklaşıp kulağıma doğru eğildi. "İntikamın hayırlı olsun." Yüzünü yüzüme hizaladı. Bir anda kötücül bir gülüş attı. Bu gülüşü hoşuma gitmişti. Tuna neler çektiğimi ve bunu neden yaptığımı çok iyi biliyordu.

"Emeklerinin karşılığını aldın kuzen, tebrikler." Başımı sallamakla yetindim.

"Ben şirkete geçiyorum." Dedikten sonra elini ensesine atıp ovaladı. "Sonuçta birinin Almira Miroğlu'nun patlatmış olduğu bombanın kalıntılarını toplaması gerekiyor, öyle değil mi?"

"Benim patlattığım bombaların kalıntıları o kadar kolay toparlanmaz ama." Tuna'nın omzuna dokunduktan sonra içten bir gülümsemeyle yanından uzaklaştım. Tuna'nın arkamdan "İşte benim kuzenim." dediğini duymuştum.

Korumalarla birlikte asansöre bindik. Şirketin girişine geldiğimizde magazincilerin bir çoğunun da kapı da nöbet tuttuğunu fark ettim.

"Melis, korumalarla birlikte beni bura da bekle."

Melis ileride ki kalabalığı görünce duraksadı. "Almira hanım emin misiniz?"

"Evet, eminim." Tam kalabalığa doğru ilerleyecekken korumalardan biri önüme geçti. "Almira Hanım kusura bakmayın ama..."

Korumaya hafif tebessüm ettim. Karşımda durduğu için mahcuptu ama Fehim Bey beni onlara emanet etmişti. Fehim Bey'in sözünü çiğnemeyeceklerini iyi biliyordum. Bu yüzden beni yalnız o kalabalığa göndermek istemiyordu.

"Beni bura da bekleyin. Merak etmeyin bir şey olmayacak." Koruma ne kadar tedirgin olsa da benim sözümü çiğnemez, çiğneyemezdi. Korumayı ve Melis'i arkamda bırakıp kalabalığa doğru ilerledim.

Magazinciler beni görünce yanıma doğru yaklaşmaya başladılar.

Blue Magazin hala buradaydı. Blue magazin muhabirini elimle işaret edip yanıma çağırdım. Adam meraklı gözlerle otuz iki diş sırıtarak yanıma geldi.

"O genel yayın yönetmenine söyle," dedikten sonra sesimin tonunu yükselttim. "Eğer bir daha benimle ilgili asılsız iddealar da bulunup şerefime bir laf etmeye çalışırsa ben de onun karısını kaç kadınla aldattığını belgeleriyle birlikte herkese söylerim."

Blue Magazin muhabiri ve kameramanı ağazı açık bir şekilde dona kalırken diğer magazinciler benden duymuş oldukları bu bilgiyi kanallarına sunuyorlardı.

Yüzümü astım, "Aa galiba söylemiş bulundum." dedikten sonra kafamı kaldırıp alaycı bir gülüş takındım.

Benim şerefimi sorgulamadan önce kendisine bakmalıydı. Benimle uğrasmaması gerektiğini bilmeliydi. Bilmemesi onun hatası.

Bugün bütün kanallarda bu kanıtlar yayınlanacaktı. Genel yayın yönetmeninin eşiyle daha önce görüşmüştüm. Kadının rızası dahilinde bu işi yapacaktım. Sonuçta malesef ki bu durum kadınında başını ağratabilirdi. Ama kanıdın hiç bir kabahati olmadığı için ona ihanet eden kocasının mahfoluşunu oda izlemek istiyordu. Bir kadına yardım etmek beni mutlu etmişti.

Bu zamana kadar ben ve hayatım konusunda kumar oynayıp duran bu Magazini de unutmuş değildim. O genel yayın yönetmeni beni yerle bir etmeye çalışırken ben onu etmiştim.

Blue Magazin Genel yayın yönetmeninin benimle alıp veremediği ne bilmiyorum ama bu umurumda bile değildi. Bana bulaşmaması gerekiyordu.

Elini kaldırıp beni bekleyen korumaları çağırdım. Korumalar eşliğinde şirketten çıkıp beni bekleyen arabaya bindim. Melis'in yanıma binmesiyle birlikte araç o mahşer günü gibi olan kalabalıktan korumalar eşliğinde çıktı.

"Akşam istediğiniz gibi otelin restorantı kapatıldı. Hiçbir misafir de isteğiniz üzerine mağdur edilmeyecek. Bütün çalışanlar Atabey Holdingin mutfağında ki aşçılar ve sizin seçmiş olduğunuz garsonlar dan ibaret."

Dikkatli bir şekilde Melis'i dinlerken çalan telefonumla birlikte dikkatim telefonuma dönmüştü. Telefonuma baktığımda arayan kişinin Çetin olduğunu fark ettim. Olanları duymuş olmaları muhtemeldi. Zaten şu son zamanlarda benden çok fazla şüpheleniyorlardı. Böyle bir olayın kopması da onların içinde ki şüpheleri katlamış olmalıydı. Şuan da Çetin'le konuşabilecek bir durumda değildim. Ona ne demem gerektiğini bilmiyordum.

"Serkan Bey ile olan randevum kaçta?"

Melis telefonundan programa baktı. "İki saat sonra."

"Tamam o zaman. Beni Yiğit'in evine bırak daha sonra da sen şirkete geç. Şirket sayipleri hisselerini hukuki olmayan yollardan hilleyle aldığıma dair söylentileri yaymaya başlamışlardır bile. Her şeyin yasal olduğunu. Yani, limited şirketlerde hisse devri için uyulacak ilk kural olan paylarını devredecek ortak ile bu payları devralacak kişinin noter huzurunda Hisse Devir Sözleşmesi imzaladığımızı ve hisse devrinin şirket genel kurulunda görüşülmesi ve buna dair genel kurul kararı alınmasına gerek kalmadan tek bir kişinin yetkisiyle hisseleri aldığımı belgelerle ispatla."

Melis başını sallamakla yetindi ama arabaya bindiğinden beri sormak istediği bir şeyin olduğunu anlamıştım.

"Sor Melis."

Melis kafasını çevirip bana şaşkın bir şekilde baktı. "Neyi sorayım Almira Hanım?"

Melis tecrübesiz bir asistandı ama işini çok iyi yapıyordu. Onun geçmişini öğrenince tecrübesine bakmadan işe aldım.

Maddi sıkıntısı olan bir ailenin en küçük çocuğu olarak gelmiş bu dünyaya. Derslerinde her zaman çok başarılıymış. Üniversiteyi birincilikle bitirmiş olmasına rağmen iyi bir aileden gelmediğinden dolayı bir çok şirket onu çalışanı olarak almak istememiş. Her bir çalışma alanında artık tek işe alınma şartı torpil olduğu için ve Melis gibi işini en iyi bir şekilde yapabilecek olup bağlantısı olmadığı için işsiz kalan çalışanlar olduğundan ötürü bu duruma son vermek istiyordum.

Bütün şirketlerin artık tek söz sahibi ben olduğum için bu konuda istediğim her şeyi yapabilecek güce sahiptim.

Melis bana döndü ve konuşmaya başladı. "Normalde bir şirketin hisse senetlerini alabilmek için işlemler ve devir sözleşmeleri noterden yapılır. Notere gidilip hisse devir ve temlik sözleşmesi düzenlenip onaylanır. Hisse de devrenin geçerli olması için de ortakların en az dörtte üçünün şirket hisselerin en az dörtte üçünün sahip olduğunu belgelemeleri gerekmektedir ki bunların hepsinden önce şirketteki hisse sahiplerinin hepsinin en az dörtte üçünün onayının olması gerekmektedir. Birçok şirketin sahibi sizi tanımıyor ki tanısalar da vermezlerdi. Nasıl bu kadar çok hisseyi bir anda alabildiniz? Ben bunu anlayamadım işte."

Melis gerçekten çok bilgili bir asistandı. Bu tarz konularda bu kadar bilgili olması benim için avantajtı.

Melis'in kafa karışıklığına içtenlikle gülümsedim. "Şu anda Türkiye'deki herkes senin bu sormuş olduğun sorunun aynısını soruyor." dedikten sonra önüme dönüp ellerimi bacaklarım üzerine birleştirdim.

"Farkettiysen eğer şirket sahiplerinin varislerin hiçbiri laf söylemedi."

Melis önüne dönüp düşünmeye başladı. "Evet haklısınız. Hepsi olduğu yerde durup olanları izlemekten başka hiçbir şey yapmadı. Babaları veya dedeleri öne çıkıp bağırıp çağırırken onlar sadece susup durdu."

Melis'e yandan bir bakış attım. "Çünkü bu hisseleri almam da onların da payı vardı. Olacakları önceden biliyorlardı."

Melis şaşkın bir şekilde bana bakmaya başladı. "Nasıl yani?"

"Bütün şirketlerin varislerinin hepsi ya babaları yüzünden ya babaları sayesinde ya da dedeleri ya amcaları ya da dayıları sayesinde o şirketlerin varisleri olmuş durumdaydılar. Fakat birçoğu varis olmak istemiyordu. Türkiye'deki birçok şirketin sahibi varislerine bayağı zulüm ediyor. Sırf daha fazla para kazanabilsinler diye yapmadıkları hile yoktu ve birçok genç iş adamı da yani varisler de bunu yapmak istemiyorlardı. Bu kadar zaman içerisinde hepsiyle tek tek görüşüp konuştum. Bütün planlarımı onlara da anlattım. Yüzde elli birlik kısmı benimken geri kalan yüzde kırk dokuzluk kısmı ise şirket sahiplerinin varislerine kalacaktı."

Melis duydukları karşısında gözleri kocaman olmuş bir şekilde bana bakıyordu. "Peki neden bunu kabul ettiler? Yani sonuçta neden akrabaları dururken sizinle iş birliği yapsınlar ki?"

Gülümsemem artmıştı. "Çünkü bana akrabalarından daha fazla güveniyorlardı ve bana ihtiyaçları olduklarına çok iyi biliyorlardı. Ne kadar şirketlerin varisleri olsalar da sadece başta bir yönetim olsun diye kendilerinin orada oturduğunu söyleyip, aslında herkesin söz sahibi olduğunu söyleyip, bütün gücü tek eline alıp tek söz sahibi olmak istiyordu birçok şirketin sahibi. Aslında bütün işi varislere yaptırıyorlardı. 'Gelecekte ben öldükten sonra veya bana bir şey olursa bu şirket sana kalacak. O yüzden senin çalışman gerekiyor.' diyerekten çocuklarını, akrabalarını yorup duruyorlardı ve asla emeklerinin karşılığını vermiyorlardı. Aslında şirket sahipleri ve varisleri arasında çok uzun zamandır büyük bir savaş vardı. Sadece varislerine bu savaştan karlı çıkmalarının daha kısa bir süre içerisinde gerçekleşebilmesi için iyi bir teklife bulundum."dedikten sonra vücudumu Melis'e doğru döndüm.

"Onlar da seve seve kabul ettiler. İçten içe bütün hisseleri tek tek kendi ellerine topladılar. Ee bütün hisseler sadece tek bir kişi elinde olunca ayriyeten bir kurul toplantısı yapma ya veya başka belgelere imza atmaya gerek kalmıyordu. Tek bir kişi sayesinde şirketin yüzde elli birlik hissesinin tek başıma alabildim."

Melis derin bir nefes verdi. Bir anda söylemiş olduklarım ve yapmış olduğum planlar onu büyülemiş gibiydi.

"Peki..." Melis tekrardan soru sormak istemişti ama daha fazla soru sormak istemediği için çekindiğini fark etmiştim. Hep böyleydi. Çok fazla soru sorduğu zaman da rahatsız olacağımı düşündüğü için soru sormaktan çekiniyordu.

"Sor Melis."

Tekrardan heyecanlı bir şekilde bana baktı. " O kadar hisseyi ellerini aldıktan sonra neden size verdiler ki? Yani o kadar hisseleri almışlar, tek başına idare edebilirlerdi."

"Edemezlerdi."

Melis şaşırmıştı. "Çünkü tek başlarına kalacaklardı. Tek başlarına arkalarında hiçbir güç yokken ve o kadar düşmanları varken ellerinden hisselerini gizlice almış olduğu o kadar iş adamı varken tek başına bir şirket yönetmek onlar için çok zor olacaktı. Ben onlara güven, mutluluk ve bol kazanç teklif ettim. Hem yüzde elli birlik hisseleri bende olursa eğer hiç kimseyle muhatap olmaları gerekmeyecekti. Tek muhatap kaynakları ben olacaktım. Bir işleri veya bir sıkıntılar oldukları zamanda veya herhangi başka bir şey yapmak istedikleri zaman da bana geleceklerdi."

"Peki size nasıl güvendiler?"

Bir anda gözlerimin içi parladı. Güven kelimesi benim için çok anlamlıydı. Kafamı dışarıya doğru uzattım. "Çünkü benden başka seçenekleri yoktu. Kendi öz ailelerine ve yakınlarındaki insanlara güvenmemeleri gerektiğini çok iyi biliyorlardı. Yerin dibine gerip oradan tekrardan küllerinden doğan beni biliyorlardı. Onlar da benim gibilerdi.
Bana baktıklarında kendilerini gördüler. Yıkılıp, yıkıldığı yerden tekrardan doğan bir kadına güvenmek, yakınlarına güvenmekten daha cazip geldi."

Tekrardan Melis'e döndüm. "O yüzden bana koşulsuz inanıp güvendiler."

Melis söylediklerim karşısında hayrete kapılmıştı. Bana hayranlıkla bakıyordu. Şahsen ben de şu son zamanlarda yapmış olduğum şeylerden sonra kendime hayranlık duymuyorum desem yalan olurdu.

Yaklaşık yarım saat sonra Yiğit'in kalmış olduğu evin önüne geldik.

"Korumalar da seninle beraber gelsin Melis."

"Ama..."

"İtiraz istemiyorum Melis."

Şu son yaşanan olaylardan sonra başıma bir şey gelmesinden korkuyordu. Ee tabii korkmakta çok haklıydı. Türkiye'deki bütün şirketleri karşıma almış bir durumdayken güvende olduğum pek söylenemezdi. Sonuçta aralarında yeraltı camiasından da ileri gelen insanlar vardı.

Hak, hukuk ve adalet asla dinlemezlerdi. Birinin canını almak isterlerse tek bir emirlerine bakardı. Bu yüzden yanımda koruma gezdirmem gerekiyordu ama bugün olmazdı. Bugün benim için önemli bir gündü ve korumalar benim yanımda olursa eğer kafamı toplayamazdım ve planlarımı sağlıklı bir şekilde gerçekleştiremezdim.

"Hadi Melis, fazla vakit kaybettik. Korumalarla beraber git. Beni de merak etme."

Melis istemese de kafasını sağladı. Korumalardan biri gelip kapımı açtı. Arabadan indikten sonra Fehim Bey'in sağ kolu olan korumaya baktım.

"Fehim Bey'e söyle dedemin etrafındaki korumaların sayısını arttırsın. Bugün pek güvende değiliz. Dayımlar zaten olanları biliyor ama onlar da güvenliklerini arttırsınlar."
Koruma başını sağladıktan sonra araca bindi.

Bizim evin hemen çaprazında ki ev Yiğitlerin eviydi. Annesi ve babası yurt dışında olduğu için yalnız kalıyordu.

Çok yorulmuştum. Derin bir nefes alıp ciğerlerimi temiz havayla doldurdum. Kollarımı birbirine doladım. Şalımı yanıma almayı unutmuştum. Hava sıcak olsa da rüzgar esiyordu. Üzerimde abartılı olan bir abiyeyle evin önünde duruyordum. Aklıma gelen şeyle eve girmekten vazgeçtim. Telefondan Yiğit'te evin karşısında ki parka gelmesi için mesaj attım.

Yiğit mesajımı görünce parka doğru ilerlemeye başladım.

Parkta kimse yoktu. Parkın girişinde ki banklardan birin oturup beklemeye başladım.

İnsan zihninin en boş olduğu zaman bir insanı beklediği zamandır. O an beyninizde sadece o insanı bekleme görevi olduğu için ondan öncesini ve ondan sonrasını düşünmez. Bir bekleyiş içinde olduğu için başka düşüncelerle beynini doldurmaz. İşte o zaman insan kendi içine döner. İşte o zaman insanın en sağlıklı bir şekilde düşüne bildiği zamandır. Ne geçmişte ki ne de gelecekte ki olumsuz veya olumlu düşüncelerle kendini yormaz. Sadece o ana odaklanır. Bekleyişinin sonucunda neler yaşayacağını anacak beklediği kişi geldiğinde öğrenebileceği için boşu boşuna bunu düşünerek kendini uğraştırmaz.

Bunu daha önce dedemi şirket çıkışında beklerken yaşamıştım. O an kendimi çok huzurlu hissetmiştim. Şu an en çok ihtiyacım olan his buydu. Bu yüzden Yiğit'in evine gitmek yerine parka gelip yalnız kalıp onu beklemek istedim.

"Daha ne kadar bu pozisyonda beklemem gerekiyor."

Duyduğum sesle birlikte kafamı kaldırıp karşımda ki kişiye baktım. Yiğit kollarını iki yana açmış bana bakıyordu.

Ona bakınca gülümsedim. Ayağa kalkıp kendimi kollarının arasına bıraktım. Tekrar aynısı olmuştu. Zihnimde yine ona sarılınca aynı anılar oluşmuştu. Her zaman olduğu gibi yine ondan bu durumumu saklamaya çalıştım. Ona sarıldığım zamanda hem huzuru hem de kederi ayna anda yaşıyordum. Ve bu durum benim çok fazla sinirlerimi bozuyordu.

"Kolların çok soğuk."

Yiğit beni kendisinden uzaklaştırdı. Elinde ki şalı nazik bir şeklide omuzlarıma bıraktı. "Melis şalını almadığını söyledi." Şalı düzelttikten sonra ellerimi tutup gözlerimin içine bakmaya başladı. Sadece baktı. Tek kelime etmeden öylece baktı.

"Teşekkür ederim Yiğit."

"Ne için teşekkür ediyorsun Almira."

İçten bir gülümsemeyle, "Benimle birlikte sustuğun için." Yiğit'te benim gibi gülümsemeye başladı.

"Sessizlik güzel şey ama, " Elimden tutup beni banka oturttu. Yanında bir kaç tane poşet getirmişti. "Yemek yemen gerekiyor." Yüzümü astım. "Yiğit iştahım yo," Yiğit parmağını kaldırıp dudaklarımın üzerine koydu. "İtraz istemiyorum. Kaç aydır doğru düzgün yemek yemiyorsun. Daha kaç defa hastaneye yatmayı planlıyorsun acaba. Bu yemekler yenecek o kadar. "Biraz sinirlenmişti.

İştahım hiç yoktu. Her yemek gördüğümde midem bulanıyordu. Ölmemek için yemek yiyorum diyebilirim.

Yiğit poşetlerdeki yemekler çıkartım önüme koyduğunda dona kaldım. "En sevdiğin yemekleri yaptırdım. Bunları yememezlik yapmazsın herhalde."

Gözlerim dolmuştu. Tevenk sarması, Tırşik, Meyir çorbası...

Bu yemekler onun, ben doğru düzgün yemek yemiyorum diye yaptırdığı yemeklerdi.

Bu defa yapamadım. Anılar bir bir zihnimde canlanınca göz yaşlarımı tutamadım.

"Bunlar," Yiğit ağladığımı fark edince telaşa kapıldı. "Ne oldu Almira, neden ağlıyorsun?"

Yaşlı gözlerle ona baktım. "Ben yemek yemiyorum diye bana bu yemekleri yaptırmıştı."

Sadece Yiğit'in yanında bütün kalkanlarımı istemsizce indiriyordum. Beynim ne kadar çok güçlü durup dimdik durmaya çalışsa da kalbim hala olanları hazmedemiyordu.

"Beş ay oldu Yiğit, beş." Ağlamam artmıştı. Yiğit'in sinirlendiğini fark ettim. O andan beri yanımda olan tek kişi Yiğit'ti. Neler yaşadığımı ondan daha iyi kimse bilemezdi.

Kendimi toparlamaya çalıştım.
"Randevu aldım. Bir saat sonra Serkan Bey'le görüşeceğim." Yiğit burukça gülümsedi.

Gözlerimi Yiğit'ten kaçırdım "Bu zamana kadar tek hedefim intikam almaktı. Zor zamanlarımızda dedemi ve beni yok etmek isteyen herkesten intikam almak. Eğer intikam alırsam artık huzurlu olabileceğimi düşündüm." Bakışlarımı tekrar Yiğit'te çevirdim. "İntikamımı aldım ama ben hiç huzurlu değilim Yiğit." Ağzımdan küçük bir hıçkırık kaçtı.

Ellerimle oynamaya başladım. Gözlerim sağ avuç içimde ki ize kaydı. O gün o kadının basmış olduğu avuç içimde bir iz oluşmuştu. Bu izin ölene kadar benimle birlikte olacak olması beni mahvediyordu. Bu izden kurtulmak için gitmediğim doktor kalmamıştı ama yapabilecekleri hiçbir şeyin olmadıklarını söylediler. O gün elimde ki dokular çok kötü zarar görmüş. Şu an elimi kullanabiliyor olmamın bile mucize olduğunu söylemişlerdi.

Gözyaşlarım sel olup akıyordu. Bütün bedenimi Yiğit'te çevirdim. "Ne yaparsam yapayım, neyle uğraşırsam uğraşayım bir türlü unutamıyorum." Nefes almakta zorlanmaya başlamıştım. "O an aklıma geldikçe delirecek gibi oluyorum. Ben bunları hak etmedim. Hak etmediğim bir şeyi yaşamak çok acı bir şey miş Yiğit. Amacı paraysa başka şekilde alabilirdi. Niye böyle iğrenç bir yola başvurdu ya neden? Benim duygularımla oynadı. beni kendisine inandırdı. Beni o..."

Devamını getiremedim. Çünkü konu Yiğit'in abisine dayanıyordu. Onun yanında bunları konuşmak aslında onun da çok fazla üzüyordu, bunu biliyorum. Sonuçta o beni Yiğit'in abisinin eline bırakmıştı. Yiğit o günden sonra hep kendisini suçladı. Abisinin yapmış olduğu hataları hepsini kendisi yapmış gibi kendisini suçladı. Kendisini yiyip bitirdi. Uzun bir süre bana bakamadı. O gün abisinin tehditti yüzünden gitmeseydi bunların başıma gelmeyeceğini düşünüyordu. Ama onunda elinden gelen hiçbir şey yoktu. Maalesef ki yaşanması gerekiyordu ve yaşandı.

Yiğit kafasını çevirdi. Ellerini yumruk yapıp sıkmaya başladı. Çenesi seğiriyordu. Herkesin yanında korkusuz ve güçlü olan kadın onun yanında küçük bir kız çocuğuna dönüşüyordu. "Almira..."

"Bunu çok fazla konuştuk Yiğit."

Yiğit'ti kendime doğru çevirdim. Abisiyle olan meseleyi çok fazla konuşmuştuk. Kendisini suçlamasını istemiyordum. O adamın Yiğit'in abisi olması Yiğit'in suçu değildi. Bu mesele yüzünden aramızın açılmasını istemiyordum Ona ihtiyacım vardı.

Yiğit'in bana karşı olan duygularını biliyordum. O gün Yiğit'in bana karşı olan duygularını öğrendikten sonra bu konu hakkında Yiğit'le hiç konuşmadım. Bu konuları konuşacak durumda değildim. Eğer konuşursam benden gitmesinden korkuyordum. Onun hislerine karşılık verebilecek bir durumda değildim. Ne hissettiğimi bilmiyordum. Bazen hislerim ve düşüncelerim beni o kadar çok şaşırtıyordu ki bu kişinin gerçekten ben olup olmadığını anlayamıyordum.

O günden sonra bambaşka birine dönüşmüştüm. Yanlış kararlar almaktan ölesiye korkan birine dönüşmüştüm. Karlarım sonucunda tekrar aynı şeyleri yaşamaya yetecek gücüm yoktu, olmayacaktı da.

Ona ümit vermeden yanımda olmasını sağlamaya çalışıyordum. Ona ihtiyacım vardı. Eğer bu yaptığım bencilikse evet ben bencildim. Ama başka çarem yoktu.

Derin bir nefes alıp ayağa kalktım. "Makyajım akmış mı?" Yiğit sorduğum soru karşısında kaşlarını çatıp şaşkın bir şekilde bana bakmaya başladı. Yüzümü inceledi. "Yanağına biraz siyah boya akmış ama." Yiğit'in söylediğiyle birlikte gülmeye başladım. Yiğit benim güldüğümü görünce o da gülmeye başladı. Aklıma gelen şeyle sırıttım.

"Şu an aynı Çetin ve Nazlı gibi olduk. Nazlı da her Çetin'e makyajla ilgili bir şey sorsa renklerden cevap veriyor."

Yiğit onların ismini duyunca omuzları düştü. Yiğit onlara güvenmiyordu.

"Yiğit onlara hâlâ mı güvenmiyorsun?" Yiğit ciddi bir duruş takındı.

"Onları test bile ettik Yiğit."

"Yine de,"

"Yine de si yok Yiğit." Telefonumu çıkarıp makyajımı kontrol ettim. Yiğit bana bir mendil uzattı. Mendille yanağıma akan rimeli sildikten sonra tekrar Yiğit'te baktım. "Benim artık gitmem gerekiyor." dedikten sonra elimi uzattım. Yiğit aval aval elime bakmaya başladı.

"Ne?"

Yiğit'in bu şaşkın bakışları istemeden de olsa gülmeme sebep olmuştu.

"Bertuğ Miroğlu'nun dosyası."

Yiğit, söylediğimle birlikte ne istediğimi anlamıştı. Cebinden bir flaş bellek çıkarıp avuçlarıma bıraktı.

"Ben artık gideyim." Tam arkamı dönüp gidecekken Yiğit'in benim için endişelenmesini istemediğim için dönüp onu mutlu etmek istedim.

"Karşında Türkiye de ki bütün şirketlerin yüzde elli birlik hissesinin sahibi var. Ve bu hisse sahibi, "dedikten sonra parmağımı kaldırıp başıma koydum. "Onun gücünü ve tabi ki," dedikten sonra kendimi gösterdim "aurasına zarar verecek olan her şeyden kurtulmaya gidiyorum." dedikten sonra arkamı dönüp elimi kaldırıp salladım. "Haydi ben gittim."

Yiğit'in arkamdan gülme seslerini duydum. "Ben bıraksaydım aura sahibi." Hemen arkamı dönüp gözlerimi kısarak baktım. Alaya alan bir yüz ifadesiyle. "Kusura bakmayın Yiğit Bey ama benim gibi biriyle yan yana olmak için öncelikle randevu almanız gerekiyor." dedim.

Yiğit öylemi dercesine bana bakmaya başladı. " Ama siz benimle görüşmek için randevu almanıza gerek yok, öyle mi?"

Kollarımı birleştirip omuzlarımı kaldırıp indirdim. "Tabi ki." Yiğit sesli bir şekilde gülmeye başladı. Onu mutlu etmek beni de mutlu etmişti. "Dikkatli git."

İçten bir şekilde gülümseyip başımı salladım.

Parktan çıktıktan sonra daha öncesinde beni alması için çağırdığım araca bindim. Yaklaşık on dakika sonra Serkan Bey'in kliniğinin önüne geldim. Araçtan inmeden önce şoför den istediğim güneş gözlüğü ve şapkayı taktım. Elimde uzun bir paltoyla araçtan indikten sonra paltoyu da giyindim. Şuan bütün Türkiye beni konuşurken bir de psikoloğa gittiğim öğrenilirse büyük bir skandal olurdu. Ne kadar psikolojik destek almak normal bir şey olsa da benim gibi bir konuma sahip olan biri için normal karşılanacak bir durum değildi.

Derin bir nefes alıp kliniğin kapısından içeriye birdim. Burası küçük bir klinikti. Resepsiyona gidip randevum olduğunu söyleyip söylemek arasında kararsız kaldım. Ya resepsiyonda ki kişi beni tanıyorsa? Ya benim burada olduğumu basına sızdırır sa?

Ünlü olmak böyle bir şey miydi? Her bir adımınızın sonuçlarını önceden düşünerek hareket etmek... Bu korkunç bir şeydi. Bir yere giderken bile birileri görür korkusu çok başka bir şeydi. Bu hayatı ben seçmiştim, evet. Ama yine de...

"Şimdiden endişelenmeye başlamışsınız."

Arkamda duyduğum sesle irkildim. Arkamdan bir adam yavaş adımlarla karşıma geçti. "Bu hayatı istemiyorsunuz," dedikten sonra kafasını benimle aynı hizaya gelecek bir biçimde eğdi, "Öyle değil mi?"

Adama şaşkın gözlerle bakmaya başladım. Adam duruşunu düzeltip elini uzattı. "Serkan Doğan. Sizde küllerinden doğan o kadın olmalısınız." Serkan Bey'in son söyledikleriyle kaşlarım çatıldı. Benimle bu kadar samimi konuşmasından rahatsız olduğumu söyleyebilirim. Şu son zamanlarda insanları benden uzak tutan bir güç varmış gibi hissediyorum.

Yeni insanlarla tanışıp sosyalleşmek Almira Atabey'in en zevk aldığı şeydi ama...

"Almira Miroğ'lu insanlardan hoşlanmıyor. Hatta yeni tanıdığı bir çok insandan hiçbir mevzusu olmamasına rağmen nefret ediyor."

"Bu da neydi şimdi?"

Serkan Bey kahkaha atarak gülmeye başladı. Aklımdan geçenleri nereden bilmişti.

"Sizinle tekrardan karşılaşmak ne güzel."

Daha önce Serkan Bey'le karşılaştığımızı hatırlamıyorum.

"Biz daha önce sizinle karşılaştık mı?"

Serkan Bey elini çenesine koyup düşünmeye başladı. "Tabi ben sizi bir kaç defa Yiğit'in yanında görmüştüm ama siz beni görmemiştiniz. O zaman buna tek taraflı karşılaşma diyelim."

Serkan Bey'in bana içi gidermiş gibi bakması sinirlerimi bozmuştu. Neydi şimdi bu samimiyet? Ben kendimi bu adama nasıl açacaktım? Kendimi hiç rahat hissetmemiştim. Rahat olmadığım bir yerde duramazdım.

"Ben kendimi hazır hissetmiyorum. En iyisi gideyim."

Tam arkamı dönüp gidecekken bir el beni durdurdu.

"Benden mi yoksa eşinden mi kaçıyor Almira Atabe" dedikten sonra kolumu bıraktı. Kafamı arkama doğru çevirip Serkan Beye baktım. "Pardon Almira Miroğlu mu demeliydim?"

Serkan Bey'in az önceki halinden eser yoktu. Bir anda ciddileşmişti.

"Beni bu kadar iyi tanımanız beni korkutuyor."

İçimden geçenleri bir yabancınım direk söylemek beni şaşırtmıştı.

"Sizi zorlamak istemem ama o günden kurtulmak istiyorsanız yardımıma ihtiyacınız var."

İçimde bir ürperme dalgası yayıldı. Hangi günden bahsediyordu? Aklıma gelen şey olamazdı öyle değil mi?

Serkan Bey bana doğru yaklaştı. Etrafta kimse yoktu. Resepsiyonda ki kadında gitmişti.

"Terk edildiğin günün acısını izin ver iyileştirmene yardımcı olayım."

Serkan Bey'in söyledikleriyle gözlerim kocaman açıldı. Nereden biliyordu bunu? Acaba Yiğit mi anlatmıştı? O gün yaşananları orada olanlar haricinde bir tek Yiğit biliyordu. Yiğit söylemiş olmalıydı. Ama bana sormadan bunları anlatması beni sinirlendirmişti. Benim için bu kadar hassas olan bir konuyu bana danışmadan anlatmaması gerekiyordu.

Gözlerinde gördüğüm bu ifadede neydi böyle? İstemesem bana yardım etmek için yalvaracak bir hali vardı. Neden bana bu kadar çok yardım etmek istiyordu? Benimle ilgili kafasında nasıl bir plan vardı.

"Beni o günden kurtarabileceğinize inanıyor musunuz?"

Serkan Bey'in bir anda gözlerinin içi parladı. Kabul ettiğimi düşünmüştü. Galiba etmiştim de. Nedenini bilmiyorum ama ilk başta beni kendisinden soğutan bu adama karşı içimde tarif edemediğim bir duygu vardı.

"Geleceği bilemem, kimse bilemez ama inanıyorum."

İstemsizce gülümsedim. Bir anda kendimi hafiflemiş gibi hissetmiştim. Normalde bu adamı Yiğit önermese benim gibi Türkiye'nin gündemine bomba gibi düşen bir kadınla ilgili bir şeyler öğrenip bunları sızdırmak istediği için benimle konuşmak istediğini düşünürdüm ama arada Yiğit vardı. O böyle bir şey yapmazdı. Benimle ilgili bilgileri verirken de benim iyiliğim için yaptığını biliyordum.

Benim iyiliğim için yapmıştı dimi?
İnsanlara özellikle de sizin için değerli olan insanlara güven konusunda emin olamamak...

Bu adamla konuşmam konusunda çok ısrarcı olmuştu. Serkan Bey'i ilk başlarda çok merak etmiştim. Neredeyse bir aydır Yiğit görüşmem için beni zorluyordu ama ben ilk defa gerçekten bir yardıma ihtiyacım olduğunu hissettiğim için Serkan Bey ile konuşmayı kabul etmiştim.

Kaybedecek o kadar çok şeyim varken bir o kadar da yokmuş gibiydi. Eğer bir şeylerden kurtulmak istiyorsam acı çekmem gerektiğini maalesef ki en kötü bir şekilde öğrenmiştim. O günden kurtulabilmek için de bunu yapmalıydım.

"Yapalım şunu."

Ciddi bir şekilde söylediklerimden sonra Serkan Bey'in gülüşü arttı. "Buyurun o zaman. Odama geçelim." Serkan Bey önden ben arkasından odasına doğru ilerledik. Odasına geldiğimizde Serkan Bey önden girmem için yol verdi. İçeriye girdiğimde beni sade bir oda karşıladı. Duvarda bir kaç tane diploma dışında bazı fotoğraflar vardı. Bir anda kendimi fotoğraflara doğru ilerlerken buldum. Karşımda ki fotoğrafa uzun uzun baktım. Normalde kimsenin özel hayatıyla ilgilenmezdim. Karşımda ki kişi bundan rahatsız olabilirdi. Ama duvara asılan resimlere bakmaktan kendimi alıkoyamadım.

Karşımda ki resimde küçük çocuklar vardı. İki tane erkek çocuk, ortalarında bir kız çocuğuyla kameraya poz veriyorlardı. Onları görünce gülümsememe engel olamadım. Yanda ki resim ise daha büyüktü. Beş tane erkek çocuk ve dört tane kız çocuk vardı. Hepsi kameraya poz veriyordu ama çok komik bir şekilde. Bir erkek sarı saçlı kısın saçını çekiyordu, kız da saçını çeken çocuğun kafasına vuruyordu. Yanların da ki bir kız onlara bakarak gülerken onun yanında ki aralarında en büyük olduğunu anladığım erkek çocuk kolunu kızın omzuna atmış poz veriyordu. Diğer tarafta sandalye de oturan bir kız çocuğu vardı, kız çocuğunun yanına eğilmiş oturan bir çocuk vardı. Kız ağlıyordu, çocukta onun göz yaşlarını siliyordu. En solda ise uzun boylu bir erkek diğer çocuklara bakıp bir eliyle yüzünü kapatıyordu. Sanki orda ki çocuklardan utanıyormuş gibi bir hâli vardı.

Gözlerim son iki çocuğa ilişti. Bütün o çocukların arasında parlıyorlardı. İkisinin de vücudu kameraya dönüktü ama bakışları... İkisi de birbirine bakarak gülümsüyordu. Saki o an orada değillermiş gibi sanki onlardan başka orada hiç kimse yokmuş gibi birbirlerine bakıp gülümsüyorlardı. O iki küçük çocuğu görünce içimde bir kıpırdama oldu.

"Benim ailem."

Arkamda duyduğum sesle korkumdan yerimde sıçradım.

"Sizi korkuttum mu?"

Arkama dönüp baktığımda Serkan Bey'le göz göze geldim. "Yok, dalmışım sadece."

Serkan Bey yanıma gelip benimle birlikte fotoğraflara bakmaya başladı. "Bu çocukların hepsi benim ailem." Ailem derken içi giderek söylemişti. "Hâlâ aileniz mi peki?" Sorduğum soru karşısında hem ben hem de Serkan Bey afalladı. Neden böyle bir soru sorduğumu anlamamıştım.

"Ben hariç... Onlar bir aile." Bunu söylerken sesi titremişti. Yüzünün yavaş yavaş düşüşünü izledim. Ama hemen kendisini toparladı. "Belki daha sonra sizde beni dinlersiniz ama," dedikten sonra odasında ki koltuğu gösterdi. "Öncelik sizin." Başımı sallayıp Serkan Bey'in gösterdiği yere geçip oturdum. Serkan Bey'de karşımda ki koltuğa geçip oturdu. Yan tarafından defter ve kalem alıp, "Şimdi bana kurtulmak istediğiniz o anıları anlatır mısınız?" diyerek konuya girmek istediğini belli etti.

Sertçe yutkundum. Anlatmak çok zordu. Aklıma gelen şeyle kaşlarım çatıldı. "Siz zaten bilmiyor musunuz?" O gün ki olaylardan kurtulmak isteyip istemediğimi sormuştu. Yani o günü biliyordu.

"Sizden dinlemek istiyorum."

Bu benim için hiç kolay değildi. Ben her zaman o anılarımdan kaçtım. Her aklıma geldiğine kendimi işlere gömdüm. O olayları unutmak için her şeyi yaptım. Onlar bir avcı ben ise bir avdım. O anılar beni kovalayıp her bir an da karşıma çıktıkça ben hep bir avın yaptığı gibi kaçtım, kaçmak zorunda kaldım. Yapabilecek başka hiçbir şeyim yoktu.

"Almira anlat. Anlatmazsan kurtulmalısın. Seni yumuşatmak için öyle afilli cümleler söyleyip seni yatıştırmaya çalışmayacağım. Çünkü bu zamana kadar bunu sen kendine yeterince yaptın. Ve sonuç... Bir işe yaradı mı? Hayır."

"Düğün günü,"

Bir anda konuşmaya başladım. Sanki bütün cümleler boğazıma gelmişti ve çıkmak için boğazımı yırtıyormuş gibi hissettim. Serkan Bey konuşmaya başladığımı görünce arkasına yaslanıp beni dinlemeye başladı.

"O gün benim sonunda sonsuz bir mutluluğa ulaşacağımı düşündüğüm gün olmuştu. Sevdiğim adam," Gözlerim dolmuştu. Onunla ilgili bu kadar anlamlı bir cümleyi kurmak kalbimin sızlamasına sebep oldu. Serkan Bey duraksadığımı fark edince, "Evet, " diyerek konuşmamı devam ettirmemi istedi. Derin bir nefes alarak devam ettim.

"O gün çok güzel başlamıştı. Çok güzel bir gün geçiriyordum. " Çok fazla detaya giremeyeceğimi fark ettim. O günün güzelliği sonradan yaşadıklarımla kirleniyordu. Konuyu uzatmadan sadete gelmek istedim.

"Düğün bitip herkes gittikten sonra bir yere gideceğimizi söyledi. Nereye diye sordum ama söylemedi. "

O gün gözümde canlanınca kalbim acımaya başladı. "Uzun bir yolculuktan sonra bir deponun önünde durdu. Bana hiçbir şey söylemeden bir anda araçtan indi. O an içimde tarifsiz bir korku oluşmuştu. "Gözlerimden yavaş yavaş yaşlar akmaya başlamıştı. Ellerimle oynamaya başladım. O gün aklıma geldikçe çok kötü oluyordum. İlk defa o olayları tekrardan yaşıyormuş gibi hissettim. Tekrardan ölüyormuş gibi...

"O arabadan inince ben de arabadan indim. Depoya doğuru ilerlemeye başladı. Deponun kapısı açıldı ve içeriye girdi ve bir anda gözden kayboldu. Deponun içerisi karanlık olduğu için nereye gittiğini anlayamadım. Ona seslendim ama,"

Hıçkırdım.

"Cevap vermedi. Onun arkasından ilerledim ve tam deponun önünde durdum."

Sesli bir şekilde ağlamamak için kendimi zor tutuyordum. Göz yaşlarıma engel olmak için tavana bakmak bir işe yaramıyordu. Bunu söyleyip söylememek karşısına çok karamsar davrandım. Serkan Bey'e eksik bir şey anlatmak istemiyorum çünkü eksik bir şey anlatırsam tedavinin iyi sonuç vermeyeceğini biliyordum. Her şeyi bilmesi gerekiyordu ki bana yardım etsin.

Serkan Bey söyleyeceklerimi bekliyordu. " İki yıl önce bana tecavüz etmeye çalışan kişi karşımda belirdi."

Bakışlarımı Serkan Bey'den kaçırdım. Benim bir suçum yoktu. Bunda utanacak veya çekinecek bir şey de yoktu ama yine de böyle bir şey yaşamış olmak beni mahfediyordu.

"Karşımda o adamı görünce ne yapacağımı bilemedim. Onu görünce sandeleyip yere düştüm. Beni omuzlarımdan tutup kendisine çekti. Ne kadar kurtulmaya çalışsam da bir işe yaramadı. Aklımda hep o vardı..."

Bakışlarımı tekrardan Serkan Bey'e çevirdim. "Neredeydi ya neredeydi? Beni bırakıp nereye gitmişti?" ağlıyordum ve buna asla engel olamıyordum. Kendi sorduğum sorunun cevabını o an keşke bilmeseydim.

Ağlamak istemiyordum. O adam için tek bir gözyaşı dahi dökmek istemiyorum ama ağlıyordum işte.

"Beni bir sandalyeye oturttu ve karşımda ki ekrana bir şey yansıttı." O an aklıma geldikçe delirecek gibi oluyordum. Ben o evlendiğim adamla aslında ilk başta bir anlaşma üzerine evlenmiştim. Bir gün okul çıkışı evime gittiğimde dedemin kaçırıldığını öğrenmiştim. Dedemin hayatta kalması için onunla anlaşmalı bir evlilik yapmam gerektiğini söylemişti. Tabii daha sonrasında bana bunu dedemin iyiliği için, beni korumak istediği için o an numara yaptığını söyledi ama yine de dedemin ve benim iyiliğim için onunla anlaşmalı bir evlilik yapmam gerektiğini söyledi. Daha sonra ben...ona...aşık oldum."

Kafamı yere doğru eğdim. Suçu bir anlıkta olsa kendimde buldum. Ona aşık olmamalıydım.

Gülmeye başladım. Sinirlerim bozulmuştu. " Ona inandım ama meğersem sırf param için beni yanımda tutuyormuş."

Bu gerçeği tekrardan yüzüme tokat gibi vurarak söylemek canımı acıtmıştı. Ona söylediklerimi aklıma geldi. Gerçekten her şey para için miydi?

"Ekranda dedem vardı, yanında iki tane adam vardı ve... ve..." devamını getiremedim. Derin bir nefes aldım. "Dedeme vuruyorlardı. Dedem o haliyle bile beni kurtarmaya çalışıyordu. Ben bunca zorluğa bunca yalana bunca acıya sırf dedem için katlanmışken en sonunda mutlu olacağımı sonunda kurtulduğumu, huzura kavuştuğumu düşündüğüm gün dedemi o halde görmek ölümden farksızdı."

O gün gerçekten ölmeyi çok istedim.

Konuşmakta çok zorlanıyordum
ama nedense bir yandan da bir rahatlamada hissediyordum. Beş aydır içimde saklayıp biriktirdiğim bütün duyguların hepsini ortaya dökmek beni az da olsa hafiflemiş gibi hissettiriyordu.

"Daha sonra dedemi alıp götürdüler. Ben hiçbir şey yapamadım. O zaman bile tekrardan onun ismini haykırdım ve," Yüzümdeki gözyaşlarını silip ciddi bir şekilde Serkan Bey'e baktım.

"Bir anda ortaya çıktı ve karşıma geçti. Bana," O kadınla yaptıklarını anlatmaya yüzüm yoktu. Benimle ilgili bir şey değildi ama yine de anlatamadım işte. Kendimi kirlenmiş gibi hissettim. Bu yüzden o kadınla ilgili hiçbir şey söyleyemedim. Canları cehennemeydi.

"Karşıma gelip bana her şeyin bir oyun olduğunu, sırf param için beni yanında tuttuğunu, o adamın yanında olabileyim diye beni sonunda ona teslim edebilmek için beni yanında tutmuş." Tekrar gülmeye başladım. Karman çorman duyguların içerisindeydim.

Serkan Bey beni dinlemeye devam ediyordu. Söylediklerim karşısında hep aynı ruh halinde olması da beni şaşırtmıştı. Galiba psikologların işi buydu. Psikolog olduğu için çok fazla garipsemedim.

Konuşmakta gerçekten çok zorlanıyordum. Serkan Bey su uzattı. Elindeki suyu alıp içtim. Az da olsa beni rahatlatmıştı. Tekrardan derin bir nefes alıp konuşmaya devam ettim.

"O adam eğer onunla bir anlaşma yapıp onun yanında kalırsam dedeme hiçbir zarar vermeyeceğini söyledi. Ben de sırf dedemin iyiliği için bunu kabul ettim ama kendimi ona teslim etmedim. Asla böyle bir şeyi düşünmedim. Anlaşmasını kabul ettiğimi söylediğimde adamlarına dedemi bırakmasını söyledi. Dedemin serbest kaldığını duyunca bir fırsatını bulup onun silahını aldım ve kendime nişan aldım."

Serkan Bey'in gözleri kocaman oldu. Böyle bir şeyi duymayı beklemiyor gibiydi. Tekrardan gülmeye başladım. "Gerçekten kendimi vuracaktım. O adamın olmaktansa kendimi öldürmeyi tercih ediyordum. Fakat," dedikten sonra uzaklara bakıp daldım.

"Onları görünce hiçbir şey yapamadım." Serkan Bey hiç vakit kaybetmeden, "Kimleri?" diye sorunca donuk gözler ona baktım.

"Hayatımı zindana çeviren o adam ve beni aldattığı kadın."

Ne kadar da acı bir cümleydi bu öyle değil mi? Peki bide bunu yaşamış olmak...

"İkisi el ele tutuşup karşıma geçince hiçbir şey yapamadım. Bir anda sandeleyip yere düştüm. Yere düştüğümde kız gelip avuç içime bastı."

Avuç içi kelimesi beni mahfediyordu. Bir zamanlar iyileştirmek için öpmüş oldu avuç içlerim onun yüzünden tekrardan yara almıştı. Yenilgi içinde kurmuş olduğum cümle beni yıkıp geçmişti.

"Daha sonrasında tam olarak ne oldu hatırlayamıyorum. Hayal meyal de olsa en son hatırladığım bir kelime ve bir silah sesiydi. Kelimeyi tam olarak kimin kurduğuna veya ne söylediğini hatırlamıyorum ama bir silah sesi duyduğuma emindim. O silah sesinden sonra zaten gözlerimi açtığımda kendimi hastanede buldum." Tekrardan derin bir nefes alıp bütün yüzümü mahfedip makyajımı büyük bir ihtimalle akıtan gözyaşlarımı sildim.

"O gün silah sesinden sonra tekrardan gözlerimi açtığımda kendimi hastanede buldum. Yanımda ise Yiğit vardı. Yiğit bana abisinin arkasına adam taktığını, zorda olsa bizi bulduğunu söyledi. Abisinin bazı planları olduğunu biliyormuş ama bunu yapabileceğini aklının ucundan bile geçirmemiş. Karşıma çıkamayacağını düşünmüş ama çıktı işte. Bir anda benim ortadan kaybolduğunu fark edince adamına söylemiş. Adamı da bizim yerimizi bulup söylemiş."

"Yiğit'in abisi mi?" Serkan Bey'e bu gerçeği söylememiştim. "O adam Yamaç Koryürek, Yiğit'in abisi."

Serkan Bey tek kaşını kaldırıp bana baktı. "Peki Yiğit'in abisinin olmasını bilmene rağmen Yiğit'in yanında olmak seni üzmüyor mu?"

"Hayır." Net bir şekilde söyledim bunu. "Abisinin yapmış olduğu cezayı ona yükleyemem sonuçta." Serkan Bey tebessüm etti.

"Yiğit geldiğinde abisinin kanlar içerisinde yerde yattığını benim de onun yanına baygın bir şekilde olduğumu söyledi. O an ki telaşla beni hastaneye yetişmek için uğraşmış. Polislere haber vermiş fakat polisler depoya gittiğinde Yamaç'ın orada olmadığını fark etmişler."

O günden sonra Yamaç'ın nerede olduğunu çok fazla araştırdım ama bulamadım. Ondan intikam almayı çok ama çok istedim ama ne yaparsam yapayım Yamaç Koryürek'i bir türlü bulamadım. O günden sonra bir anda ortadan kaybolmuştu aynı şekilde o adamda. O adamı araştırmamıştım ama onunla ilgili tek bir haber bile yoktu. O ve onun yanındaki kadın da o günden sonra kaybolmuş gibilerdi. Aslında onların ne durumda olduğu umrunda bile değildi.

Serkan Bey hafif yerinde doğrulup bana doğru eğildi. "Neden ismini söylemiyorsun?" Duymuş olduğum soru karşısında bir kaç saniyede olsa duraksadım. O adamın ismini söylemek istemiyordum.

Bakışlarımı kaçırdım. Yüzümü sanki bir şeyden midem bulanıyormuş gibisinden bir ifade takındım. "O adamın adını ağzıma dahi alıp kendimi kirletmek istemiyorum. Onunla ilgili bir şeyler düşündüğümde bile kendimi kirlenmiş gibi hissediyorum. Bu yüzden onun ismini duyunca bile çok sinirleniyorum."

Serkan Bey'in bir anda yüzünün düştüğünü fark ettim. '"Neden yüzünüz düştü Serkan Bey?" Hemen kendini toparladı. "Bu kadar çok acı çekmiş olmanız beni bayağı bir üzdü Almira Hanım." İstemsizce gülümsedim. "Kader, yapacak bir şey yok. Yaşamam gerekiyordu ve yaşadım. Peki şimdi siz bana söyleyin," Ellerimi bacaklarımda birleştirdim.

"Serkan Bey, benim bu anılardan kurtulmak için ne yapmam gerekiyor? Etrafımdaki herkes onunla ilgili bana sorular sorup duruyor ve maalesef hala resmi olarak onunla evli göründüğüm için ister istemez her zaman etrafımda o da varmış gibi hissediyorum. Ondan kurtulmanın bir yolu yok mu? Mutlu olmak istiyorum ama onunla ilgili tek bir şey duyunca bile altüst oluyorum."

Serkan Bey hiç beklemediğim bir şey söyledi.

"Olayların yani anılarının üzerine gitmen gerekiyor Almira."

Serkan Bey'in söylediğini anlayamadım. "Nasıl yani?"

"Yani demek istediğim: Bu zamana kadar hep o anılardan kaçmaya çalıştın. Her kocanın ismini duyunca kaçtın ve duymak istemedin ama senin de fark ettiğin gibi bir işe yaramadı. Şimdi şöyle bir şey yapacağız." dedikten sonra masasından bir defter ve kalem alıp bana uzattı. Defteri ve kalemi Serkan Bey'in elinden aldım. " Öncelikle bir anıyı unutmak demek o anının artık sana acı vermiyor olması demektir. Bizim hedefimizde işte bu olacak."

Serkan Bey'in sözleriyle birlikte gülümsedim. "Şimdi sana bir ödev vereceğim Almira. Öncelikle senden bu deftere neyi unutmak istiyorsan yazmanı istiyorum. Olay neydi, hangi zamanda yaşandı ve o olayın olduğu yerde kimler vardı? Bunları yazmanı istiyorum. Daha sonra ise duygusal olarak o olayı yaşarken neler hissettiğini yazmanı istiyorum. Hatta o depoda aldığın kokuyu bile yaz. Hissettiğin her şeyi. Bunların hepsini yazdıktan sonra istediğin bir zamanda o kağıdı yak. Ama,"

Elinde ki defterden bir sayfa koparıp buruşturdu. "Bu kağıdı yakarken bu kağıda yazdığın her şeyin de yok olduğunu düşünmeni istiyorum. Bizim bunları yapmamızda ki asıl amaç bu. O kağıt yandığında o kağıtta yazdığın her şeyin de zihninde gitmesine izin ver. Önceliğimiz bu olacak."

Serkan Bey'in söyledikleri kafama yatmıştı. Ama daha önce araştırdığım bir yöntemi de sormak istiyordum. "Ben daha önce ilaçla yada bilinç altıyla da bu duygulardan kurtulduğunu duymuştum. Biz de bunları deneyecek miyiz?"

Serkan Bey'in yüzü düştü. Sanki bir şey söylemek istiyordu ama söyleyemiyordu. "Şuan bu yolla gitmemiz inanın ki sizin için daha sağlıklı olacak."

Serkan Bey bir psikologtu. Bir bildiği vardır diyerekten sorgulamadım.

Telefonumun çalmasıyla dikkatimi telefona verdim. Mahcup bir yüz ifadesiyle, "Kusura bakmayın sessize aldığımı sanıyorum." diye savunmamı yaptığımda Serkan Bey, "Sorun yok. Zaten bitirdik." dediğinde başımı salladım.

Telefonuma baktığımda arayan kişinin Melis olduğunu fark ettim. Buradan çıkınca onunla konuşabilirdim. Ayağa kalkıp Serkan Bey'e elimi uzattım. "Her şey için teşekkür ederim. Ha bu arada,"

"Merak etmeyin. Bu odada konuşulanlar burada kalır. Şu an ki durumunuzu Türkiye'de duymayan kalmadı. Böyle bir durumdayken sizinle ilgili bilgileri siz yanımda yokken zihnimden bile geçirmemeye çalışacağımdan emin olabilirsiniz." Serkan Bey'in beni hemen anlamış olması ve vermiş olduğu tepki beni memnun etmişti. O zaman bir sonra ki seansımıza kadar hoşça kalın."

Serkan Bey'le el sıkıştıktan sonra odasından çıktım. Klinikten çıktıktan sonra Melis'i aradım. İlk çalışında telefon açıldı. "Almira Hanım misafiriniz mekana giriş yapmış."

Güzel. İşte şimdi intikam zamanıydı.

"Her şey hazır. Sizin için bir araç gönderdim, bir kaç dakikaya kliniğin önünde olur. Bu arada,"

Yine Melis ve bitmek bilmeyen soruları.

"Sor Melis."

Melis'in telefonun diğer ucundan gülme sesini duydum. "Neden yanınızda her zaman sizi istediğiniz yere götürecek bir şoför bulundurmuyor sunuz? Her seferinde araç beklemek zorunda kalıyorsunuz."

Beklemenin benim için anlamını söylemiştim değil mi?

"Beklemeyi seviyorum. Sen beni bırak ta şirkette şuan neler oluyor ondan haber ver."

Telefonda arkadan çok fazla ses geliyordu. Bir sıkıntı çıkmasından endişeliydim. "Merak etmeyin Almira Hanım her şey yolunda. Şirkette ki herkes toplantıyı konuşuyor. Çok büyük bir ses getirdiniz. Her şey yasal olduğu için hiç kimse hiçbir şey yapamadı. Daha öncesinden ayarlamış olduğunuz avukat ekibimiz ise bize zorluk çıkarmak isteyen Şirket sahip, " demişti ki duraksadı. Kıkırdayarak, "Pardon eski sahipleri diyecektim çünkü şu anda resmi olarak sizsiniz." Melis'in hatırlatmasıyla gülümsedim. "Bütün herkesi susturdular. Hiçbir şey yapamadılar."

Beni gülümseten şey maddi kazançlar değil manevi kazançlardı. Belki de onlar gibi benimde onları yerle bir etmiş olmam beni onlardan farklı kılmıyordu ama bu beni mutlu ediyordu.

Galiba içimde küçük bir sadiscik yatıyordu. Beni ve dedemi mahvetmeye çalışan kişilerin maffoluşlarını izlemek bana zevk veriyordu.

Bir araç tam önümde durdu. Araçtan inen şoför karşıma geçip bana selam verdi. "Melis, şoför geldi. Sen şirkette kalıp olayları yakından takip et. Tuna da orada zaten. Bende misafirimi ağarlayayım." Sön cümlemi üstüne basarak söylemiştim.

Telefonu kapattıktan sonra araca bindim. Şoföre restorana gitmeden önce bir mağazaya uğrayacağımızı söyledim. Yaklaşık bir on dakika sonra araç küçük bir butiğin önünde durdu.

"Beni bekle. Yarım saate dönerim." Şoför başıyla tamam dedikten sonra araçtan indim. Bu sefer işimi hemen bitirmek istediğim için şoförü göndermedim. Kendimle baş başa kaldığım nadir zamanlardan birini de o adam için harcamak beni sinirlendirmişti. Ama ben bunu misliye ondan alacağım için sorun yoktu.

Butiğin önüne gelmemle birlikte butik sahibi olan Ayfer Hanım yanıma geldi. Sevecen bir ses tonuyla, "Hoş geldiniz Almira Hanım." dedi. "Hoş buldum Ayfer Hanım, hazır mı?"

"Evet evet hazır. Lütfen içeri buyurun." Önden butiğe girdim. Butiğin ortasında benim için özel olarak tasarlanmış takımı görünce dudağımın kenarı yana doğru kıvrıldı. Ayfer Hanım mankenin yanına geçip, "Sizin istediğiniz gibi tasarlandı Almira Hanım." dedi.

Takıma baştan aşağıya baktıkça bu akşam olacakları düşündükçe gülüşüme engel olamadım. "Ee deneyeyim o zaman."

Ayfer Hanım hemen mankenin üzerinde ki takımı çıkardı ve kabine doğru ilerledi. Kabine takımı bıraktıktan sonra çıktı. Ayfer Hanım kabinden çıkınca kabine girdim ve takımı giymeye başladım. Takımı giyindikten sonra kabinden çıktım.

Ayfer Hanım beni görünce ağızı kocaman açıldı. "Göz kamaştırıyorsunuz Almira Hanım." Bunu beni belki de pohpohlamak için söylemişti ama gerçek buydu. Aynada gördüğüm kendimle gurur duydum.

"Elinize sağlık Ayfer Hanım. Çok güzel olmuş."

Ayfer Hanım gülümseyerek, "Beğenmenize sevindim." dedi.

Aynada tekrar kendime baktım.

Üstümde karnımın bir tık altına kadar gelen bir üst vardı. Saten üst bitiş noktasında zikzaklı bir modelde kesilmişti. Uçlarında mavi elmaslar vardı. Üstümde ise yine saten kısa blazer bir ceket vardı. Ceketin yakasında ismimin anlamı olan bir kırmızı ay vardı. Kolları ise yine üstümdeki saten üstün uçlarında ki gibi zikzaklı bir bitiş vardı.

Altımda ise üstümdekilerle tezat bir şekilde akrilik siyah renkte bir kapri vardı. Kaprinin üst kısmı ise belimi çevreleyecek bir şekilde bir gümüş kemer ve kemerin tam ortasında mavi bir elmas vardı. Bu elmasların hepsi gerçekti.

Kendime son kez baktıktan sonra. Butikten çıktım. Aynada kendime bakarken saçım ve makyajımın bozulduğunu fark ettim. Fazla vaktim yoktu. Aslında vardı ama içimde ki intikam ateşi bu vakti kısıltlıyordu.

Elimde Ayfer Hanımın verdiği içinde elbisemin olduğu paketle birlikte araca geçtin. "Gidelim." Şoför aracı çalıştırınca bende arabanın kapı kısmında ki gözde bulunan makyaj çantasını çıkardım. Her araçta mutlaka bulunduruyordum. Normalde makyaj yapmak çok benlik değildi ama artık benlik olmalıydı.

Ön koltuğun arkasına bağlı olan aynadan yüzüme baktım. Rimelim tahmin ettiğim gibi akmıştı. Rujum ise silinmişti. Makyaj çantasından rimeli çıkarıp tazeledim. Daha sonra bordo rujumu da sürdükten sonra hafif bir allıkla makyajımı tamamladım. Topuz olan saçımı bozup saç tellerimi özgür bıraktım. Makyaj çantasının içinde ki küçük tarakla birlikte saçlarımı düzelttikten sonra hazırdım.

Bir anda aklıma gelen şeyle sesli güldüm. Gülüşüm karşısında şoför dikiz aynasından bana baktı ama onu takmadan gülüşümü arttırdım.

"Türkiye'de ki bütün şirketlerin yüzde elli birlik hissesinin sahibiyim ama arabada makyajımı yapıp saçımı düzeltmeye çalışıyorum. Normalde bunları emrim altında çalışan profesyonellerin yapması gerekmez miydi? Ama doğru ya, ben herkes gibi değilim. Beni ben yapanda bu değil miydi zaten?" Bulunmuş olduğum duruma sesli bir şekilde dile getirdikten sonra kendi halime şaşırdım.

Camı açıp kafamı dışarı uzattım. Rüzgardan savrulan saçlarım yüzüme çarptıkça içim bir hoş oluyordu. Sanki saçlarım bani koruyan kalkanlarım gibiydi. Onlar her yüzüme çarpıp bana kendilerini hatırlattıklarında mutlu oluyordum. Bir kaç dakika da olsa bu dünyadan kopmak istedim. Sadece rüzgarı hissetmek ve bu anın büyüsünü dibine kadar yaşamak istedim.

Araba bir anda durdu. Arabanın durmasıyla ne zaman kapattığımı anlamadığım gözlerimi açtım. Dışarıya baktığımda geldiğimizi fark ettim.

Zaman gerçekten de çok hızlı geçiyordu. Özelliklede huzur dolu bir anda...

Şoförün kapımı açmasıyla arabadan indim. Karşımda ki otele baktım Buranın restorant kısmını özel olarak kapattırmıştım. Normalde bütün oteli kapattıracaktım ama son dakika aklıma gelen bir intikam planı olduğundan ötürü kalan misafirleri zor duruma sokmamak için restoran kısmını kapattırmıştım.

Kapıda sıra halinde beni bekleyen çalışanları görünce onlara gülümsemek istedim ama ciddi bir duruş sergilemem gerektiğini anımsayınca omuzlarımı dikleştirip ciddi bir yüz ifadesiyle restoranın girişine doğru ilerledim.

"Almira Hanım hoş geldiniz, şeref verdiniz. "Restoranın sahibi Ümit Bey girişte beni karşıladı.

"Sağ olun. Misafirim içeride mi?" Ümit Bey söylediğimle birlikte yüzü buz kesti. İçeride olacaklardan korkuyor gibiydi, korkmalıydı da.

Sesi titreyerek, "Evet, yarım saattir sizi bekliyor." dedi.

Kesin bekletmem onu zinirlendirmişti. Bunu bilerek yapmıştım.

Hiç vakit kaybetmeden içeriye girdim. Arkamdan çalışanlarla birlikte Ümit Bey'de girdi. Kocaman restoranın ortasında ki masa da oturan kişiyi bulmam zor olmamıştı.

Masaya doğru ilerledim. Masa da elimde ki gazeteye bakan adam topuklu ayakkabılarımın sesini duyunca başını hafif yana doğru çevirdikten sonra tekrar önüne dönüp gazetesini okumaya devam etti. Tam masanın karşısına geçince durdum.

Beni takmadan gazetesini okuyan adamı görünce tek kaşımı kaldırdım, dudaklarım alaycı bir yüz ifadesiyle kıvrıldı. Beni takmayarak üstünlüğünü korumaya çalışıyordu.

"Kendinizi gizlemenize gerek yok."

Garsonlardan biri gelip sandalyemi çekti. Sandalyeye oturduktan sonra kollarımı masada birleştirip karşımda ki kişi ye odaklandım.

"Görüşmeyeli uzun zaman oldu Bertuğ Bey."

 

Loading...
0%