Oy vemeyi ve yorum yapmayı unutmayın lütfen. 🥰
Karşımda duran adam, benim hayatımda ki en önemli insan olan dedemin elinde olduğunu söylemişti.
O an dona kalmıştım. Bu adam kimdi? Dedemden ne istiyordu?
Çok sinirli ve öfkeliydim. Aramızda ki mesafeyi kısaltmak için yanına doğru yaklaştım ve öfkeli bir şekilde sordum.
"Sen kim oluyorsun da evimi bu hale getirebiliyorsun? Dedem nerede?"
Karşımda duran adam hiçbir şey söylemeden salonda dolanmaya başladı.
Dedemle benim fotoğrafımızın bulunduğu konsolun olduğu yerde durdu.
"Dedenle bazı meselelerimiz var. O yüzden bir süre benimle kalacak."
"Ne meselesi?
"Ne meselesi olduğu önemli değil. Önemli olan senin cevabın."
Adam uzun süre fotoğrafa baktıktan sonra tekrar mavi gözlerini bana dikti. " Senin vereceğin cevap dedenin kaderini belirleyecek."
Öfkem arttıkça aramızda ki mesafeyi daha da kısalttım. "Öncelikle bana adını söyle." Aramızda artık bir mesafe kalmamıştı. " Adımın ne önemi var?"
Adam burnunun dibine girince bir kaç adım kendimi geri çektim. Ondan uzaklaştığımı fark edince kolunu belime dolayıp beni kendine çekti.
Olanlar karşısında hareketsiz kalınca Fehim Bey arkamdan seslendi.
"Almira Hanım gidin buradan. Bırak Almira Hanımı!"
Ben, kendimi beni kollarıyla sıkıca saran bu adamdan kurtarmaya çalışınca adam kafasını arkasına doğru çevirip adamlarına işaret verdi.
Arkamızda duran adamlar bir anda Fehim Bey ve adamlarını dövmeye başladı.
"Yapma! Bırak onları."
"Eğer zarar görmelerini istemiyorsan kıpırdama."
Ben kıpırdadıkça adamlar, Fehim Bey ve adamlarını daha fazla dövmeye başladılar. Onlar daha fazla zarar görmesinler diye adını dahi bilmediğim ve bana bu yaşamış olduğum dakikaları cehenneme çevirmeye yemin etmiş adamın kollarından kurtulmaya çalışmadım.
"Adımı merak ediyordun dimi?"
Sinirli gözlerimi gözlerine diktim. "Evet, düşmanımın adını bilmek isterim."
"Demek düşmanın he." dedikten sonra beni kendisine daha fazla yapıştırdı, "İyi o zaman. Bu ismi sakın aklından çıkarma." dedikten sonra beni bıraktı.
Beni bırakır bırakmaz birkaç adım geriye gittim.
"Ben Kuntay Miroğlu, senin hayatını değiştirecek olan adamım."
Kuntay Miroğlu mu?
Bu ismi daha önce hiç duymamıştım.
"Sen kimsin Kuntay Miroğlu? Dedem nerede?"
Biraz sert bir şekilde, "Bu soruyu sormayı bırak artık." dedi.
Aynı sertlikle karşılık verdim, " Ne sorayım o zaman?"
Tekrardan bana doğru yaklaştı ve "Sen sorma ben sorarım." dedi. Aramızda ki mesafe gittikçe azalıyordu. İkimizin yüzleri arasında neredeyse on santimden az kalınca durdu.
" Benimle evlenir misin?"
O an dona kaldım ve ne hareket edebildim nede bir şey düşünüp konuşabildim. Kendime geldikten sonra aklımdan bir sürü sorular geçti.
Ne?
Ne diyor ya bu?
Ne saçmalıyor?
Sinirli bir şekilde, " Sen ne dediğinin farkında mısın? Deli misin ya sen?" diye sorduğumda yüzünde tek bir mimik dahi oynamamıştı.
Daha fazla soru sormama izin vermeden parmağını kaldırıp dudaklarıma koydu. Bu hareketinden sonra elini sert bir şekilde ittim. Sırıtarak, "Ben deliyim ama sana deliyim?" dedi.
Bu vermiş olduğu cevap beni sinir etmişti.
Aramızda ki mesafeyi açıp geriye uzaklaştım.
Normalde bir insan başka bir insana böyle bir şey söylediğinde kalbi hoplasa da benim için sadece soğuk bir duyguydu.
"Sen şuan saçmalıyorsun. Artık sinirleniyorum."
"Demek sinirleniyorsun."
Yüzünü yüzüme doğru yaklaştırdı.
"Sinirlenince çok güzel oluyorsun."
Takatim kalmamıştı artık. Bu kadar labali konuşması sinirimi tavana çıkartıyordu. Hemen cebimden telefonu çıkardım. "Şimdi polisi arıyorum bakalım ne yapacaksın?”
Belini konsola yasladı ve sinsi bir gülüş attı.
"Yerinde olsam o telefonu kapatırdım."
Telefonu tam kulağıma götürdüğüm de yerinden doğrulup bana doğru adım attı.
"Eğer polisi ararsan bir daha dedeni göremesin."
Artık kendimde değildim. Sinirle telefonu koltuğa fırlattım.
"Sen kimsin Kuntay Miroğlu? Dedemden ve benden ne istiyorsun? Senin amacın ne?"
Kuntay Miroğlu elini cebine koyup omuzlarını dikleştirdi.
"Ben senin kaderinim." Dedikten sonra çok sinir bozucu bir gülüş attı.
Artık daha fazla kendimi tutamadım ve yanağına sert bir tokat attım. Sanki bunu bekliyormuş gibi tekrar o sinir bozucu gülüşünü attıktan sonra adamlarına doğru yöneldi.
Hâlâ Fehim Bey ve adamları aynı pozisyonda bekliyorlardı. Adamlarına birkaç şey söyledikten sonra adamları, Fehim Bey ve adamlarını kollarından sıkıca tutup kaldırıp dış kapıya doğru sürüklemeye başladılar.
Fehim Bey kolundan sıkıca tutan adamı aldırmadan zorda olsa arkasına dönüp, "Almira Hanım özür dilerim. Sizi ve dedenizi koruyamadım." dedi.
Fehim Beyin söylediklerinden sonra göz yaşlarıma hakim olamadım. Tek yapabildiğim şey Fehim Bey ve adamlarının acılar içinde giderken onları izlemekti.
Tam bu sırada Kuntay Miroğlu yanıma gelip durdu.
"Adamların bir süre benim misafirim olacak."
Onun her zaman atmış olduğu o sinir bozucu gülüşü bu defa ben attım." Misafirleri çok seviyorsun galiba. Bu kadar çok misafir aldığına göre."
Benim gülüşüme karşılık aynı gülüşü kendi de attı.
"Evet çok severim ama merak etme, yakında seni de misafir olarak alacağım."
O kadar çok kendini beğenmiş ve o kadar çok yüzsüzdü ki hala benimle böyle konuşabiliyordu.
"Sana tam yirmi dört saat veriyorum. Yirmi dört saat sonra cevabını duymak için burada olucam." dedikten sonra kapıya doğru yöneldi ve durdu.
"Unutma hiç kimseye bu olanlardan bahsetmeyeceksin yoksa..."
Sözünü bitirmesine izin vermeden, "Yoksa ne?"
"Dedeni bir daha göremezsin."
Kapıya doğru gidip dışarı çıktı.
Daha fazla kendimi tutamadım ve dizlerimin üzerine çöktüm. Ben ne yapacaktım şimdi dedemi o adamın elinden nasıl kurtulacaktım?
Ben kiminle uğraşıyordum?
Bu adamın derdi neydi?
Ne yapacaktım? Tek başımaydım, ne yapabilirdim ki?
Bir anda aklıma Yulya teyzem geldi. Peki o neredeydi? Çiftlikte ben, dedem, Yulya teyzem, Fehim Bey ve adamlarından başka kimse kalmıyordu. Dedem, Fehim Bey ve adamları Kuntay'ın elinde ise Yulya teyzem neredeydi?
Önce mutfağa gittim. Mutfak dağılmıştı. Her yer her yerdeydi. Dolaplarda ki her şey yerlere atılmıştı. Bu manzara içimde ki korkuyu katlanarak arttırıyordu. Sağa sola baktım ama Yulya teyzem mutfakta değildi.
Daha sonra Yulya teyzemin müştemilata olabileceği aklıma geldi. Bunca sese rağmen dışarı çıkmadıysa evde değildi, o halde kesin müştemilataydı.
Hemen Yulya teyzemin kalmış olduğu müştemilata gittim. Müştemilat iki artı birdi. Hemen yulya teyzemin kaldığı odanın oraya doğru ilerleyip odanın kapısını içimde Yulya teyzemin odada olması ümidiyle kapının kolunu tutup açtım. İçeri girdiğimde Yulya teyzem yatağının arkasına sinmiş ellerini başına koymuş yerde oturuyordu.
Hemen yanına gittim,"Yulya Teyze iyi misin?" Çok korktuğu belliydi. Kollarından tutup onu yatağa çıkardım. Ona rahatlaması için yatağın yanında duran komidinin üzerindeki bir bardak suyu uzattım. Bir bardak suyu içti ve konuşmaya başladı.
"Almira, canım kızım şu an şokta olduğunu biliyorum, ben de öyleyim. Deden bu olaylar yaşanmadan önce benimle konuştu." Dedikten sonra derin bir nefes alıp konuşmaya devam etti.
"Kuntay Miroğlu çok tehlikeli biri. Eğer onun istediklerini yapmazsak deden, bize zarar verebileceğini söyledi."
Yulya teyzem konuşmaya devam ederken gözlerim her zaman olduğu gibi beni dinlemedi ve içindeki biriktirdiği suları serbest bıraktı "Kuntay Miroğlu Arif Bey'i kaçırdı değil mi?" Sesi öyle kötü çıkmıştı ki gözlerimden akan yaşlar daha da hızlandı.
"Evet."
Tek söylediğim bu oldu. Yulya teyzem bir anda ellerimi tutup beni sarstı. "Almira o adam dedeni bırakmak için senden bir şey istedi mi?" Yulya Teyzeme ne diyecektim şimdi.
"Eğer bir şey istediyse söyle. Ne isterse yapalım. O adam çok tehlikeli. Arif Bey bir şey yapabilir."
Yulya teyzemin söyledikleri beni daha da korkutmuştu.
Ben ne yapacaktım şimdi?
Dedemin kaderi gerçekten de benim cevabıma bağlıydı. Kuntay Miroğlu'nun teklifini Yulya teyzeme söylersen buna izin vermezdi sonuçta konu dedem dahi olsa ikisi de her zaman benim hayatımı düşünürlerdi. Dedem birçok defa sırf benim hayatım için kendi hayatından vazgeçmişti.
Yulya teyzemi endişelendirmemek için gerçekleri tam olarak söylemedim.
"Bir şey söylemedi ama sen merak etme ben halledeceğim.
" Nasıl halledeceksin? Dayınlara haber verelim."
"Olmaz!"
Sesim çok gür çıkmıştı. Yulya teyzem verdiğim tepkiye çok şaşırmıştı. Şüphelenmemesi için, " Dayımları bilmiyor musun? Onlar durumu daha da çıkmaza sokarlar. Sen merak etme her şeyi ben halledeceğim."
Kuntay yarın cevabımı almaya gelecekti ve o geldiğinde Yulya teyzemin burada olmaması gerekiyordu.
Şu anda tek güvenebileceğim insan Yiğit'ti. Hemen telefonumu alıp Yiğit'i aradım. Telefon uzun süre çalmasına rağmen açılmadı. Üst üste aramama rağmen cevap gelmedi. Yiğit'in neden telefonumu açmadığını düşünmeye vaktim yoktu. Eninde sonunda öğrenirdim neden açmadığını. O an aklıma Manisa Kırkağaç'ta ki ev geldi "Yulya teyze senin hemen Kırkağaç'ta ki eve gitmen gerek. Buralar biraz karışık. Sakın neden diye sorma. Sen gittikten hemen sonra ben de geleceğim merak etme."
Yuya teyzem sırf beni soru yağmuruna tutmasın diye böyle söylemiştim.
Yulya teyzemin bizden başka ailesi yoktu, o yüzden onu korumak şu an bana düşüyordu.
“Yulya teyze, sen eşyalarını topla ben hemen bilet işini ayarlıyorum."
Odadan çıkıp kapıyı kapattıktan sonra girişte duran sandalyenin üzerine oturdum. Ben ne yapacaktım şimdi? Bir yandan dedem, Fehmi Bey ve adamları, bir yandan benim hayatım. Onları asla o adamın eline bırakamazdım.
Bütün gücümü toplayıp oturduğum yerden kalktım. Gözyaşlarım silip bahçedeki çardağa geçip oturdum. Bir yandan bugün olanlara sindirmeye çalışırken bir yandan da bilet işini hallediyordum.
Normalde sindirilmesi zor olan bu olayları düşünüp bir çare bulmaya hatta üzülüp ağlamaya bile vaktim yoktu. Eğer şu an zamanı umursamaz ve kendimden geçip bu yaşanan duruma kendimi kaptırırsam, korumam gereken insanları koruyamayacaktım.
Zaman her zaman olduğu gibi hızlı bir şekilde akmaya devam ediyordu. Kuntay Miroğlu'nun teklifini kabul edemezdim ama dedemi de onun eline bırakamazdım.
Kuntay, aralarında bir mesele olduğunu, o yüzden dedemi kaçırdığını söylemişti. Belki aralarındaki meseleyi öğrenebilirdim diye dedemin çalışma odasına gittim.
Evde tek dağılmamış oda dedemin çalışma odasıydı. Bu çok garipti. Sonuçta çok fazla olmasa da şirketle ilgili önemli bilgiler vardı bu odada. Neden bu odaya dokunmamışlardı?
Acaba asıl dertleri şirket değil miydi?
Bu zamana kadar amaçlarının şirket olduğunu düşünmüştüm. Normalde dedem çok iyi biridir. İşle ilgili bir şey değilse eğer dedem kimseyle kavga etmezdi. Kuntay Miroğlu'nun şirket dışında ne derdi olabilirdi?
Aklımdan Kuntay Miroğlu'nun amacının ne olduğunu düşünmeye devam ederken dedemin koltuğuna geçip oturdum.
Bir dakika!
Eğer bu adamın derdi şirketse neden benimle evlenmek istiyor ki?
Hayır bu çok saçma. Bu işte başka bir iş var. Kuntay'ın tek derdinin şirket olduğunu düşünmüyorum.
Hatta belki de derdi şirket bile değildir.
Peki ne o zaman?
Uzun bir süre kendime bu soruları sorduktan sonra telefonuma bir mesaj geldi. Yulya teyzem için ayarladığım bilet hazırdı. Yulya teyzemin daha fazla burada olmaması gerekiyordu. Dedemin çekmecesinden Kırkağaç'ta ki evin anahtarını alıp bahçeye doğru yol aldım.
Bahçeye çıktığımda Yulya teyzem gözü yaşlı bir şekilde beni bekliyordu. Sendeleyerek onun yanına gittim. Ellerini yüzüme getirdi ve gözlerinden haberim dahi olmadan akan yaşı sildi.
"Kızım kendine çok yükleniyorsun.
Bu yaşadıkların bir insanın kaldırabileceği türde şeyler değil. Yapma bunu kendine. Bırak sana yardım edeyim."
Yulya teyzem o anki durumumu çok iyi özetlemişti. Normalde bu kadar sakin kalıp çıldırmamam bir mucizeydi. Ama maalesef ki ben istemesem de bu ailenin en sağlam direği gibiydim.
Annesiz ve babasız büyümem bana bu yetileri kazandırmıştı.
Ne kadar çok dedem tarafından prensesi gibi yetiştirilsem de her zaman bir yanım eksikti.
"Sen beni merak etme Yulya teyze. Zaten büyütülecek bir mesele değil. Aralarındaki meseleyi buldum ve çözeceğim merak etme. Hem uzun zamandır hep birlikte Kırkağaç'a gitmek istiyorduk. Şimdi sen bizden önce git ve bizim için oraya hazırla olur mu?
Biz de en yakın zamanda yanına geleceğiz."
Yulya teyzemin daha fazla üzülmesini istemiyordum. Daha yeni bir tedavi sürecine girmişti. Bu olaylar yüzünden sağlığının etkilenmesini istemiyordum.
Hemen bir taksi çağırdım. Taksi geldikten sonra Yulya teyzemi taksiye kadar eşlik ettim. Taksiyle Yulya teyzemi gönderirken arkasına dönüp sanki bir evladını arkasına bırakıp gidiyormuş gibi baktı ve taksiye binmeden önce bana sımsıkı sarıldı.
"Almira, canım yavrum. Unutma, ben seni ne kadar Yulya teyzen olsam da bir yandan annen sayılırım. Bunu sakın unutma. Her ne olursa olsun senin yanında olurum."
Saçlarımı okşayıp beni kendisinden uzaklaştırdı.
" Ben biliyorum?"
Biliyorum... Ne biliyordu? Yoksa Kuntay'ın söylediklerini mi duymuştu?
"Neyi biliyorsun Yulya teyze."
" Beni bu olaylar uzak tutmak istediğin ve bu yüzden beni buradan gönderdiğini biliyorum."
Derin bir nefes verdikten sonra, "Sakın unutma, bu dünyada hiçbir şeyi yapmak için zorunlu tutulamazsın. Canın ne isterse onu yapmakta özgürsün. Evet şuan çok zor bir durumun içerisindesin ama adımlarını dikkatli at. Bu hayat senin. Bu kısa zamanlık dünya hayatını mutlu bir şekilde yaşa. Bana söz ver."
Klasik, yine istemeden ağlamaya başladım. Gözyaşlarımı silip cevap verdim.
"Söz."
Yulya teyzeme son kez sarıldıktan sonra onu taksiye bindirip bu cehennem ortamından uzaklaştırdım.
Yulya teyzemi gönderdikten sonra eve gidip sakin bir şekilde düşünmeye başladım.
Eve girdiğimde evin hali beni o kadar çok sinirlendirmişti ki girişte duran antika vazoya elime alıp yere fırlattım.
Bu vazo dedemin çok sevdiği bir vazoydu. Bu vazodan dünyada sadece iki tane vardı. Vazonun parçalandığını görünce ayaklarım beni daha fazla taşıyamadı ve yere düştüm. Yerdeki kırılan parçaları toplamaya çalıştım. Bir, iki, üç derken normal olarak elim kestim ama elim hiç acımamıştı. Çünkü kalbimdeki acı daha büyüktü. Elimdeki yarayla birlikte salona geçip oturdum.
Şu an hiçbir çözüm yolu bulamıyordum. Kimseden yardım da isteyemezdim bu çok tehlikeliydi.
Tek tabancaydım ve asıl korktuğum şey o tabancayla kendime vurmaktı.
Yirmi dört saat sonra…
Tek yaptığım şey salonda oturup boş boş karşımda ki duvara bakmaktı. Vakit gelmişti. Kuntay Miroğlu'nun verdiği sürede dolmuştu.
Tam vakit dolduğunda villanın bahçesinden bir araba sesi geldi.
Evimiz Adıyaman merkezdeydi. Buradaki villalar yan yana olmasına rağmen bizim evimiz arazisi çok büyük olduğu için evde bir olay olduğunda diğer insanların duyması çok zor oluyordu.
Hala ne yapacağıma karar verememiştim.
Bedenen ve ruhen o kadar çok yorulmuştum ki kendimi istemesem de benim için yazılmış olan adaletsiz kaderin kollarına bırakmıştım.
Birkaç dakika sonra karşıma biri geçip durdu. Başımı kaldırdığımda karşıda duran kişi oydu fakat yüzüme değil elime bakıyordu. Elimdeki yarayı fark etmiş olacaktı ki elini elime doğru yaklaştırdı. Elimi kaçırmaya çalışınca zorla elimi tuttu.
"Ne yapıyorsun? Bırak elimi."
"Ne oldu eline?"
"Bu seni ilgilendirmez."
Arkasına dönüp adamlarına seslendi. "İlk yardım çantasını getirin."
Adamı ilk yardım çantasına getirdikten sonra karşımdaki sehpaya geçirip oturdu.
İlk yardım çantasını açıp içerisinden pamuk çıkartıp yavaş bir şekilde yaramı temizlemeye başladı.
Ne kadar çok bana dokunmasını istemezsen de şu an yardıma ihtiyacım vardı. Yarayı temizledikten sonra bandajla sardı. Elimdeki kesik hallolunca oturduğu yerden kalktı ve kıyafetlerini düzeltti.
" Evet bir karar verebildin mi?"
Daha karar verememiştim. Çünkü ortada verilebilecek bir karar yoktu. Bana benimle evlenir misin dememişti. Direkt emretmişti. Sonuçta kesin olan bir şey vardı ki eğer teklifini kabul etmezsem ve onu kızdırırsam dedeme bir daha bana göstermezdi.
"Sen bana bir seçenek sunmadın ki direkt emir verdin."
Çok ciddi ama bir o kadar da nazik bir şekilde cevap verdi.
"Şunu iyi bil ki ben bu hayatta hiçbir şey için seni zorlamam. Ben sana bir seçenek sundum. İster kabul et ister etme."
Oturduğum yerden kalkıp karşısına dikildim.
"Peki şu soruma cevap ver." Ciddi bir şekilde,
"Eğer kabul etmezsem ne yaparsın?" diye sordum.
Sanki bu soruyu beklememiş gibiydi.
"Dedeni bir daha göremezsin."
" Hem seçiminde özgürsün diyorsun hem de kabul etmezsem dedenin bir daha göremeyeceğini söylüyorsun. Söylediklerine çelişiyorsun."
" Hayır söylediklerimle çelişmiyorum. Sonuçta istediğin kararı vermekte özgürsün."
Dedikten sonra eğilip yüzünü yüzüme yaklaştırdı.
"Sadece sonuçlarını seçmekte özgür değilsin. Hem sen merak etme. Ben senin için en güzel sonuçları seçerim." dedikten sonra benden bir adım uzaklaştı. Bu vermiş olduğu cevap beni daha da sinirlendirmişti. Sırf ne kadar ileri gidebileceğini öğrenebilmek için onunla uğraşmak istedim.
"Peki o zaman. Madem seçimimde özgürüm o zaman teklifini kabul etmiyorum."
Bu verdiğim cevap karşısında şaşırdığı belliydi. Ciddi duruşunu bozmadan karşımda duruyordu. Birkaç dakika yüzüme baktıktan sonra dedemden başka hiç kimsenin oturmadığı koltuğa geçip oturdu.
"OTURMA ORAYA!" diye sinirli bir şekilde bağırdım.
Şaşkın bir şekilde, "Neden oturmayayım?" diye sordu.
"Orası dedemin koltuğu. Dedemden başka hiç kimse o koltukta oturamaz."
Bu sözlerimden sonra nispet yapar gibi dedemin koltuğuna yayılarak oturdu.
"Ne kadar burası dedenin yeri de olsa artık buraya oturamayacak. Sonuçta sen dedenin bir daha evine geri dönmesini istemiyorsun."
Kuntay Miroğlu karşısında gittikçe aciz bir duruma düşüyordum.
Bu adamın derdi neydi?
Neden benimle evlenmek istiyordu?
Başka çarem yoktu. Aklımdaki bu soruların cevaplarını kendi çabamla bulamayacaktım. Belki bir ümit bana bu soruların cevabını kendisi verirdi. Oturduğu koltuğun yanındaki berjele geçip oturdum ve gözlerimi ona dikip bana dönmesini bekledim.
Bana dönüp baktıktan sonra,
"Sormak istediğin bir şey mi var?"
dedi.
"Bir şey değil iki şey."
Yine o sinir bozucu gülüşünü attı. Artık her bu gülüşü attığında onu boğazlamak istiyordum. Ama sakin olmam lazımdı. Sonuç olarak onu şu anda kızdıramazdım.
"Sen ne istiyorsan sorabilirsin. Benim vaktim bol ama dedenin o kadar vakti var mı bilemiyorum."
Neden böyle bir şey söylemişti?
Yoksa dedeme bir yere mi kapatmıştı?
Ya da hastanelik mi etmişti?
"Ne demek dedenin vakti var mı bilmiyorum?"
"Soracağın iki sorudan ilkini sormuş oldun."
"Hani istediğim kadar soru sorabilirdim?"
Tekrar yüzünü yüzüme yaklaştırdı.
Bu adam neden bu kadar çok yüzünü bana yaklaştırıyordu ki?
Ne yani kendini yakışıklı mı sanıyordu.
Biraz yakışıklı olabilir ama biraz.
Yüzünü yüzüme yaklaştırdığın da ona aşık olacağımı falan mı sanıyordu.
Sevimsiz şey. Ne kadar yakışıklı olursan ol asla senin gibi kötü bir adamı sevmem ben.
"Sadece benim karım olursan istediğin kadar soru sorabilirsin."
Onu sinirlendirmenin tam zamanıydı. Yüzümü üzgün bir hale sokup numara yapmaya başladım.
"Yani başkalarının karısı olursam soru soramaz mıyım?"
Şaşkın ve sinirli bir şekilde bana baktı.
"Nasıl yani?"
Onu sinirlenmesi beni mutlu etmişti." Ben seninle evlendikten sonra başka birisiyle de evlenmek istiyorum. Bütün ömrümü senin gibi biriyle geçiremem."
Sinirlendiği belliydi ama bunu göstermemeye çalışıyordu. Yerinden doğrulup sanki karşı atağa geçecekmiş gibi bir hale büründü.
"Yoksa evlenmek istediğin birisi, Yiğit Koryürek mi?"
Söylediği isim kalp atışlarımı hızlandırmıştı.
Ne?
Kuntay Yiğit'i nereden biliyordu?
Yoksa Kuntay Yiğit'e bir şey mi yapmıştı?
O yüzden mi telefonumu açmamıştı?
"Sen Yiğit Koryüreği nereden tanıyorsun?"
Ayağa kalktı ve bahçeye açılan kapının önüne geçip durdu.
"O adamı gerçekten seviyor musun?"
Kalbim delicesine atıyordu.
Nereden biliyordu benim Yiğit'e olanı hislerimi?
Beni nasıl bu kadar yakından tanıyabiliyordu?
Onunla Yiğit için kavga etmek istemiyordum. Yiğit'in nerede olduğunu eninde sonunda öğrenirdim. Ona zarar vediğini düşünmüyordum. Çünkü burada dedem dururken ona bulaşacağını sanmam. Hem Yiğit'e zarar verecek olsa bana bunu sormazdı direk böyle bir şeyin olduğunu söyleyip beni zorlaya bilirdi. Yiğit'i koz olarak da kullanabilirdi, sırf teklifini kabul edeyim diye.
Şuan da asıl önemli olan bundan sonra bana ve dedeme ne olacağı idi.
Vücudumdaki son enerjiyi de ayaklarıma verip yerimden kalktım ve Kuntay Miroğlu'nun yanına gittim.
Yanına geldiğimi anlayınca kafasını bana doğru çevirdi.
"Sana sormak istediğin bir soru var."
Bütün vücudunu bana doğru dönüp yüzünü yüzüme kilitledi. "
"Bu senin soracağın son soru unutma." Onaylar bir şekilde başımı sağladıktan sonra adamlarının dışarıda beklemeleri için emir verdi.
Adamlar dışarı çıktıktan sonra, "Sor bakalım ne soracaksan." dedi.
Derin bir nefes alıp tüm gücümü topladım.
"Neden benimle evlenmek istiyorsun?"
Sanki bu soruyu çok uzun zamandır bekliyormuş gibiydi.
"Bu soruyu daha ilk başta sorman gerekmez miydi?"
Haklıydı. Kuntay'ın derdini tam olarak bilmesem de istediği şey benimle evlenmekti. Benimle neden evlenmek istediğini bilseydim belki de şimdiye bu kadar acı çekmezdim.
Cevap veremeyeceğimi anlayınca beni konuşmam için zorlamadı.
"Seninle neden evlenmek istiyorum biliyor musun?"
- Bilmiyorum ki soruyorum dimi.- dedikten sonra kafasını bahçeye doğru çevirip uzun uzun baktı.
"Hani sen bana ilk buraya geldiğimde kim olduğunu sormuştun ve ben de sana senin hayatını değişecek olan kişiyim demiştim." Tekrar kafasını bana doğru çevirip gözlerini gözlerime dikti.
"Sen de benim hayatımı değişecek olan kişisin. O yüzden senin yanımdan ayıramam."
Kuntay Miroğlu her yerdeydi. Bir sarmaşık gibi hayatımı sarmıştı ve içindeki zehiri hayatıma damla damla akıtıyordu. Ne kadar çok ondan kaçmak istesem de ne kadar çabalasam da hiçbir şekilde kaçamıyordum. Beni bir şekilde sarmalayıp bütün zehrini bedenime salgılıyordu.
Sevdiklerim elindeydi. Ne kadar kurtulmak istesem de sevdiklerime bulaştırmış olduğu zehirli sarmaşıklar beni de o sarmaşıklarla beraber kendisine çekiyordu.
Kuntay Miroğlu'yla uzun süre birbirimize bakakaldık .
Zaman durdu, Kuntay Miroğlu durdu, ben durdum ama ikimizin de yan yana olduğumuz her an için acı çekecek olan kalplerimiz durmamıştı ve atmaya devam ediyorlardı.
Bundan sonraki hayatım nasıl olacaktı tahmin dahi edemiyorum ama emin olduğum bir şey vardı ki o da Kuntay Miroğlu'nun bundan sonraki hayatımda olacağı idi.
Bana iyi mi yoksa kötü mü geleceğini bilemiyorum.
Beni bu dünyanın cennetine mi yoksa cehennemine mi çekmeye çalışıyordu bilemiyorum.
Benimle gerçekten evlenmek istiyor mu yoksa beni kullanıyor mu bilemiyorum.
En önemlisi de dedem iyi mi bilemiyorum.
Bu kadar çok bilinmezliğin içinde hayatta kalmaya çalışan ruhum, her geçen dakika yeni bilinmezlikler eklendikçe bedenimden kopup kendisini bu bataklıktan kurtarmak için bedenimle savaşıyordu.
Bu gidişle savaşı kazanan ruhum kaybeden ise bedenim olacaktı.
Peki, soruyorum size, bir insan ruhu olmadan yaşayabilir mi?
Sadece mantığını ve aklını kullanarak yaşayabilir mi?
Bir insan duyguları olmadan yaşayabilir mi?
Peki, ben, Almira Atabey, gerçekten böyle bir bedende yaşayabilir miyim?
Lütfen oy verip yorum yapmayı unutmayın.🥰