Yeni Üyelik
2.
Bölüm

Bölüm 1

@flora

Güne baş ağrısı ile başlamak en berbat olanıydı. Son bir haftadır aynı şekilde süregelen bu ağrı artık doktora gitmem gerektiğini hatırlatıyordu bana. Yatağımdan zorlukla kalkıp, komidinin üzerindeki sürahiden su doldurduğum bardağı aldım. Hemen yanındaki ağrı kesici tabletinden bir tanesini çıkartıp ağzıma attım ve ardından bardaktaki suyu bitirdim. Lanet ağrı geçmek bilmiyordu.

 

Oturduğum yataktan kalkıp, ayaklarımı sürüyerek banyoya doğru yürüdüm. Duşa girersem geç kalacağımı bildiğimden, yalnızca yüzümü yıkamakla yetindim. Soğuk su biraz olsun kendime gelmemi sağlamıştı. Elimi yüzümü beyaz havluya kuruladıktan sonra gardırobumun başına ilerledim. Gözüme çarpan saat fazla vaktim olmadığını hatırlatıyordu.

 

Hızla siyah croplarımdan v yaka detaylı olanı çıkardım, altına da yine siyah kumaş pantolonlarımdan birini. Hızlıca giyinip saçlarımı çabucak taradım ve omuzlarıma dökülmesini sağladım. Ardından çok hafif makyajımla artık hazırdım.

 

Şarjdan çıkardığım telefonu çantama koyup odadan çıktım. Hızlı adımlarla mutfağa ilerleyip çabucak bir sandviç yaptım ve bir kere ısırıp tezgahın üzerine bırakarak siyah blazer ceketimi üzerime geçirdim. Apar topar tek bantlı topuklu ayakkabılarımı giyip, anahtarımı da alarak evden çıktım. Kapımın önünde bekleyen arabama doğru yürüyüp otomatik kapıları açtım ve koltuğuma yerleştim.

 

Hala yemeye devam ettiğim sandvicimi sol elime aldım ve anahtarı takıp kontağı çevirdim. Benim güzel kızım, her sabah olduğu gibi hiç sorun çıkarmadan çalışmıştı.

 

Şirketin önüne geldiğimde apar topar arabamdan indim ve anahtarı, arabayı parketmesi için, yanıma yaklaşan güvenlikçi Kenan abiye uzattım. Kısa bir teşekkürün ardından seri adımlarla asansöre yöneldim ve tam kapanacakken çantamı uzatıp kapanmasına engel oldum.

 

İçerdekilere kısa bir selam verip yeniden önüme döndüm ve çıkacağım katın düğmesine bastım. Asansörden inince beni karşılayan sakin bir patron beklediğim son şey bile değildi. Çabuk adımlarla yanına ilerledim ve selam verdim.

 

"Günaydın Murat Bey."

Murat Bey önce başını salladı hafifçe, ardınan karşılık verdi.

"Merhaba Funda."

Sonrasında gösteriş yaparcasına kolundaki pahalı saate bakıp devam etti.

"Toplantı yarım saat sonra başlayacak. Umarım hazırlanmışsındır?"

Murat Bey'in tehdit edercesine sorduğu bu soru üzerine hafifçe yutkunup başımı salladım. Patronum gerektiğinde cidden korkunç olabiliyordu.

 

"E evet Murat Bey. Emin olun bu toplantıdan yeni bir iş almış olarak çıkacağız."

Lanet olsun kekelemiştim. Sonrasında her ne kadar toparlasamda Murat Bey korktuğumu anlamıştı. Oysa bilmiyordu ki, benim tek korkum işsiz kalmaktı. Alaycı bir şekilde sırıtarak yüzüme baktı ve konuştu.

"O zaman Funda Hanım, yirmi dakika sonra toplantı odasında görüşmek üzere."

 

Sözlerini bitirince arkasını dönüp odasına doğru yürüdü. "O zomon Fondo Honom toplon..." Arkamdan gelen kıkırtıyı duyunca susup hızla arkama döndüm. Lanet yardımcım Esra bana gülüyordu resmen. Ters bakışlarımı görünce hemen sustu ve ciddileşti. Ardından elinde tuttuğu iki dosyayı bana doğru uzattı.

 

"Ee Funda Hanım sunum yapacağınız dosyaları söylediğiniz gibi düzenledim." Uzattığı dosyalara uzanıp sertçe elinden çektim. Sinirimi en fazla bozan husus, rezil olduğum düşüncesiydi. Evet en olmayacak kişiye, şirketin ayaklı gazetesi Esra'ya, patronumun taklidini yaparken yakalanmıştım, aman ne güzel!

 

Esra'nın elindeki dosyaları aldıktan sonra aynı ters bakışlarla yanından geçtim ve toplantının yapılacağı odaya doğru yürüdüm.

 

Odada ki bütün hazırlıklarımı bitirdiğimde artık vakit de gelmişti. Hiç olmadığı kadar heyecan yapmıştım. Sanki ilk defa sunum yapacakmışım gibi. Önce derin bir nefes aldım, bir kaç saniye içimde tutup geri saldım. Bunu tekrar tekrar yapmak en iyi sakinleştirici oluyordu bana.

 

Şimdi Funda;

Bir, sakin oluyoruz.

İki, heyecanlanırsan işsiz kalırsın.

Ve üç, bu işi alıp Murat Bey'e kapak yapacaksın.

Kendi kendimi motive etmem tam bitmişti ki kapı açıldı. Allah'ım rezil acaktım yine! Murat Bey bana ezici bir bakış atıp yanındaki adama eliyle geçmesini işaret etti.

 

Bu adam anlaşma yapacağımız şirketin patronu olmalıydı. Oysa ben daha yaşlı birini görmeyi bekliyordum. Şirketin durumu, yaptığı işler, aldıkları ihaleler ortadaydı. Tecrübesi olmayan biri o kadar işin altından kalkamazdı. O esnada adamla göz göze geldik. Ciddiyetinden hiç bir şekilde taviz vermeyen zeytin siyahı gözler bir an gözlerimi esir alacak sandım. İçime doğru anlamlandıramadığım hafif bir ürperti süzüldü.

 

Hızla kahverengi gözlerimi karşımdaki adamın siyah irislerinden çektim ve yeniden önüme dönüp dosyalarla ilgileniyormuş gibi yapmaya başladım. Murat Bey genç işadamı Seçkin Bey'in koltuklardan birine oturmasını sağladıktan sonra kendisi de geçip, karşısına denk gelen koltuğa oturdu.

 

Onların peşinden içeriye giren şirket avukatları da kendi patronlarının yanına oturmuşlardı. Ve iki şirketin muhasebe müdürleri de. Tek sap ben kalmıştım galiba. Her iki şirketin de meslektaşları bir aradaydı. Fakat genel müdür yardımcısı yoktu. Çok fazla önemsemedim, çünkü benim bir eşim zaten olamazdı. Ben tek yaratılmıştım. Kimse benim gibi zeki, akıllı ve eşsiz olamazdı. Allah aşkına kim staj gördüğü şirkette genel müdür yardımcılığına kadar yükselebilirdi ki?

 

Murat Bey'in boğazını temizleme sesiyle, girdiğim egoist düşüncelerden sıyrıldım. Ardından gözlerim onay beklercesine Murat Bey'e takıldı. Hafifçe başını sallayarak başlamam için onay vermesinin ardından derin bir nefes aldım ve konuşmak için hazırlandım. Fakat tam o esnada açılan kapı bütün dikkatimi dağıtmıştı. Herkes gibi ben de, kızgınlıkla bakışlarımı kapıya çevirdim.

 

Bordo gömleği ve dizlerinin hemen üzerinde biten, siyah renkli kalem eteğiyle, esmer bir kız girmişti içeriye. Yüzüne yaptığı makyaj o kadar ağırdı ki, kızın gerçek teninin görünmediğine emindim.

 

Kız gülümseyerek siyah gözlü şirket sahibine baktı önce ve ardından bir bir göz gezdirdi herkesin üzerinde.

"Afedersiniz biraz geciktim galiba?" Sonra beni yeni farketmiş gibi yüzüme baktı. Bakışları aşağılayıcı ve küçümserdi. Şeytan diyordu ki, git yol saçını ver eline, ama aklım mantığını da yanına alarak iç sesimi bastırdı. Yol sonra da Murat Bey seni yolsun.

 

Beynimden yükselen sesleri susturup, meydan okuyan bakışlarımla karşımdaki kadını süzdüm ben de. Yüzünde hafif bir şaşkınlık belirdi önce,ardından hemen toparlanıp patronunun sağ tarafındaki koltuğa oturdu. Şimdi yeniden bütün bakışların üzerimde toplandığını hissediyordum. Derin bir nefes çektim ciğerlerime ve toparlanıp konuşmaya başladım...

 

Murat Bey'in yüzündeki memnun ifade içten içe iyi iş çıkardığımı söylerken, yarım saat hiç durmaksızın konuşmuş olmanın verdiği rahatsızlık boğazımda kendisini belli ediyordu. Kısa bir an duraksayıp önümdeki su bardağına uzandım ve alıp ağzıma götürdüm. O an da gözlerim genç patron ve yardımcısına kaymıştı. Gördüklerim karşısında gözlerim şaşkınlıkla açılırken, ağzımdaki suyu püskürtmemek için yutmam boğazımda kalmasına sebep olmuştu.

 

Bunun sonucu gelen öksürme refleksiyle, genç patron Seçkin Bey'inkiler dahil bütün gözler üzerimde toplanmıştı. Ağzımı kapattığım peçeteye karşı hala öksürürken Murat Bey'in yönelttiği soruyu cevaplamak mecburiyetinde hissediyordum. "Funda Hanım iyi misiniz?" Biraz daha rahatlayan boğazımın etkisiyle, peçeteyi ağzımdan çekip hafifçe tebessüm etmeye çalıştım ve başımı salladım. "İyiyim efendim, teşekkürler."

 

~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~

 

İki saat süren toplantı sona erene kadar bir daha bakmamıştım o ikisine. Kız zaten adamın içine düşecek gibiydi. Yaklaştıkça yaklaşmış, Seçkin Bey'in neredeyse kucağına oturmuştu. O an gözlerimin önüne geldikçe kafayı yiyecek gibi oluyordum. Oturduğum koltuktan kalkıp odamın içinde turlamaya başladım. Hadi kız edepsiz de, patron hazretleri de hiç halinden şikayetçiymiş gibi durmuyordu. Ayıptı yahu ayıp! O kadar insanın içinde kucak kucağa oturulur muydu hiç?

 

Bir an olduğum yerde durdum. Bana ne oluyordu böyle? O ikisinin edepsizliği beni neden bu kadar ilgilendiriyordu sanki? Bana neydi canım onlardan? Yavaşça, biraz da rahatlamış olarak kalktığım koltuğuma yeniden oturdum.

 

İşi almıştık, hem de benim sayemde. Biraz bunun keyfini sürmek en tabii hakkımdı. Koltuğumda arkama yaslanıp ellerimi iki taraftan sarkıttım. Murat Bey'in yüzünün halini hiç unutmayacağıma emindim. Her daim başarılı olmama rağmen, adam ilk defa beni takdir etmişti yahu, sevinmek hakkımdı. Yüzümdeki kocaman sırıtmayla masanın üzerindeki telefonumu alıp ekran kilidini açtım. Rehbere girip aradığım numarayı buldum ve ekranı kaydırıp kulağıma götürdüm. Bakalım bizim kuzucuk neler yapıyormuş?

 

Telefon uzun uzun çaldıktan sonra nihayetinde açılmıştı. Artık alışmıştım onun bu hallerine. Çantasının derinliklerinde kaybolan bir telefona sahipti ne de olsa.

"Kuzucuk naber bakalım?" Fulya'nın heyecanlı sesini duymak günün en güzel anıydı aslında. "Ablaa!" Dedi yine her zaman ki gibi a harfini uzatarak. "İyiyim, arkadaşlarla oturuyoruz. Sen ne yapıyorsun?"

 

Oturduğum koltukta yeniden arkama yaslandım. "Ben de iyiyim kuzucuk, hem de çok iyiyim. Senin bu zeki, akıllı, mükemmel ablan büyük iş başardı bu gün. Yani, ablan star bebeğim." Fulya'nın yüzünü buruşturduğunu tahmin edebiliyordum. Ki bu tahminimde yanılmadığımı da telefonun ucunda cırıldayan sesiyle ispatlamış oluyordu. "Of abla, yapmasana şunu lütfen!" yüksek sesli bir kahkaha attım. "Peki peki tamam." Sonra Fulya sürdürdü sözlerini. "Bu arada kıymetli ablacığım, senin zeki, akıllı ve mükemmel olma sebebin benim. Benim ablam olduğun için bu özelliklere sahipsin, bil istedim."

 

Yok artık! Bu kız kendini beğenmişlikte beni bile geçmişti. "Bir de ablacığım, eve çikolata ve cips depolamaya başlasan iyi edersin. Malum vizeler bitiyor ve haftaya yanındayım." İşte bu en güzel haberdi, sevinçle fırladım yerimden. "Tamam kuzum, istediğin onlar olsun, sen gel yeter ki." Kısa bir sessizlik olmuştu telefonun diğer ucunda. Biliyordum işte, yine ağlatacaktı bu kız beni. "Ablaa!" Gözlerim dolmaya başlamıştı bile. "Efendim kuzu?" Fulya'nın da sesi titriyordu şimdi. "Ben seni çok özledim." Dolan gözlerimden birer damla yaş firar etti. Ses tonumu düz tutmaya çalışarak konuştum. "Ben de seni özlefim kuzucuk."

 

Derin bir nefes aldı, biliyordum onun da ağladığını. Kimsemiz yoktu ki bizim, birbirimizden başka. Üç sene olmuştu biz bize kalalı. "Abla şimdi derse girmem lazım, konuşuruz yine." Sanki görüyormuş gibi başımı salladım hafifçe. "Tamam kuzucuk iyi dersler, öptüm kocaman." Karşıdan duyduğum öpücük sesinin ardından kapatmıştım telefonu. Masanın üzerine bıraktım, fırlatırcasına. Kalkıp cama doğru ilerledim, gri gökyüzüne çevirdim bakışlarımı. Gözyaşlarım sessizce süzülüyordu yanaklarımdan, önemsemedim makyajımın bozulmasını.

 

Dakikalarca sessiz sessiz, içten içe sürdürdüm ağlamamı. Oysa çok değil, üç sene öncesine kadar nasıl da mutluyduk. Annem vardı, babam başımızdaydı, kardeşim oturduğumuz semtin okuluna gidiyordu, hep bir aradaydık. Ama şimdi?

Şimdi ise yanan bir kağıdın külleri gibi savrulmuştuk etrafa. Geçirdiğimiz trafik kazası en hazin sonumuz olmuştu bizim...

 

Yanağıma doğru süzülen gözyaşlarımı sildim elimin tersiyle. Ardından masanın üzerinde duran çantamı alıp kapıya doğru yürüdüm, lavobaya gitmek için. Uzanıp kapıyı açtım ve ardımdan tekrar kapattım. Lavaboya doğru ilerlerken mesai arkadaşlarımın bana olan bakışlarını görmezden gelmeye çalışıyordum. İçeri girince kapıyı kapatıp lavobanın başına ilerledim ve çantamı gri mermer taşın kenarına koydum. Uzanıp lüks musluğu açtım ve buz gibi akan suyun avuçlarıma dolmasını sağladım.

 

Yüzüme çarptığım avuç avuç suyla birlikte sıkıntılarım da akıp gidiyordu sanki. Kağıt havluyla yüzümü kuruladım ve yeniden hafif bir makyaj yaparak çantamı da alıp dışarı çıktım. Adımlarımın hedefi bu defa Murat Bey'in odasıydı. Kapıyı iki defa tıklattım ve tanıdığım sesin "gir" komutunu duyunca içeri girdim. Murat Bey koyu kahve tonlarına sahip odasında keyifle çayını yudumluyordu. Keyifliydi çünkü bugün yaptığı anlaşma ile şirketinin geleceğini büyük ölçüde garanti altına almıştı. Beni görünce koltuğunda gerinerek arkasına yaslandı.

 

"Murat Bey biraz erken çıkacağım müsadenizle." Kocaman gülümseyerek yüzüme baktı. "Tabii Funda'cığım çıkabilirsin." Ciddi ifademde hafifçe başımı salladım ve odadan çıktım. Düşüncesiz adam, insan bir sorar ne oldu diye! Tabii işleri yolunda, keyfi yerinde niye sorsun ki! Sinirli adımlarla ilerleyip asansöre bindim ve otoparka indim. Görevliden anahtarımı alıp kırmızı Mini Cooper'ımın yanına ilerledim, kapısını açık yerleştim.

 

Arabamı hızla otoparkın çıkışına doğru sürerken aklımda tek bir adres vardı. Mezarlığın önüne geldiğimde arabamı boş bir alana parkettim. Ardından yolda gördüğüm çiçekçiden aldığım papatya ve karanfil buketlerini de bıraktığım koltuğun üzerinden aldım.

 

Annem en çok papatyaları severdi, babam ise koyu kırmızı karanfilleri. Arabamdan inip mezarlığın büyük kapısından içeri girdim. Ezbere bildiğim yoldan ilerleyerek, hayatımın en değerli iki insanının yattığı mezarların başında durdum. "Anne, baba." Ağlamamak için derin bir kaç nefes çektim içime gözlerimi gökyüzüne çevirdim. Gri bulutlar birazdan bastıracak yağmurun habercileriydi hiç şüphesiz. Buket yapılmış papatyaları ayırdım ilk önce. Bir bir dizdim onları annemin üzerini örten, gözlerimin rengindeki toprağa. Ardından karanfilleri ayırdım tek tek, özenle dizdim ilk aşkımın, canım babamın mezarına.

 

Ayaklarının uzandığı tarafa geçip oturdum sonrasında. Biliyordum, görüyordu onlar beni. Kocaman gülümsedim bunlar aklımda dolanırken. İstediğim tek şey mutlu olduğumu sanmalarıydı. Yüzündeki tebessüm ile, hiç konuşmadan dakikalarca oturdum orada. Hafiften kararmaya başlayan hava artık kalkmam gerektiğini hatırlatırken istemeyerek kalktım ayağa. Ufak birer buse kondurdum mezar taşlarına. Sonra kısık sesiyle mırıldandım "Hoşçakalın". Oysa sessizliğimle ortak olmuştum onların konuşmalarına.

 

Mezarlığın çıkışına doğru yürürken duyduğum sesler, olduğum yerde mıhlanıp kalmamı sağlamıştı. Aklım, içimde kabaran merak duygusunu bastırmaya yetmediğinden sesin geldiği tarafa doğru ilerledim. Bir mezar taşının arkasına gizlenerek karşımdaki adamları izlemeye başladım. Fakat gördüklerim hemen oradan çıkıp polisi aramam gerektiğini söylüyordu.

 

Beş kişi vardı orada. Bir tanesi omuzlarına kadar gömüldüğü mezarın içindeydi. İçimde kabaran korku çığ gibi büyürken, çantamdaki telefonu zorlukla bulabilmiştim. Ellerim titreyerek ekranı açtım. Hemen polisi aramam gerekiyordu, aksi takdirde bu manyaklar adamı canlı canlı gömeceklerdi. Tam tuşları çevirecekken ensemde hissettiğim soğukluk korkuyla yutkunmamı ve olduğum yerde donup kalmamı sağlamıştı...

Loading...
0%