Yeni Üyelik
12.
Bölüm

Bölüm 11

@flora

Aşk! Üç harften oluşan, derin anlamları olan, bazen hayatın en mutlu insanı olmanızı sağlarken bazen ise hayata veda etme isteği uyandıran o meşum kelime. Ne yazık ki meşum diyorum çünkü bana başka bir şey getirmedi. İlk aşık olduğumda ilk okul üçüncü sınıftaydım ve taşındıkları da kahrolmuştum. İkinci lise zamanlarımdaydı ve en yakın arkadaşımın ihanetiyle ayrılmak zorunda kalmıştım. Üçüncüsü ise bundan bir kaç yıl önce üniversite zamanlarımdaydı ancak ben onu hatırlamak bile istemiyordum.

 

Peki ya şimdi? Aynı yaşanmışlıkları göz önünde bulundurarak tekrar aşka yelken açabilir miydim? Yeniden sevebilir miydim? Kalbimin kırılacağını bile bile tekrar bu adımı atabilir miydim? Ben ki Funda Korkmaz'dım. Bir çok şeye direnmiş ve tek başıma mücadele ederek bu günlerime gelmiştim. Ancak cesaretim bu kadardı. Aşka yeniden cesaret edip inanacak gücü kendimde bulamıyordum. Evet Fulya'nın tanıştırdığı bir kaç kişi olmuş ve hepsiyle de ilk buluşmaya gitmiştim. Ancak bu kadardı, bundan bir adım ötesi daha yoktu. Hepsine mutlaka bir bahane uydurarak uzak durmuştum. Fakat şimdi? Yeniden hislerimden haberdar değilmiş gibi davranabilir miydim? Yeniden birine güvenip aynı yolda beraber yürüyebilir miydim?

 

Makyajımın bozulmasına aldırmayarak avuçlarıma doldurduğum serin suyu yüzüme çarptım. Bütün bunların dahası vardı. Seçkin Bey -daha yalnızken bile ismiyle anamıyordum- bu aşka karşılık verir miydi? Beraber bir kaç olay yaşamış olmamız ve onun bana söyledikleri bir aşk belirtisi değildi. Yalnızca kafamı karıştırmaya yarayan, faydasız ve güven vermeyen sözcüklerdi. Yüzümü kağıt havluya kurularken aynadaki yansımama baktım. Peki ben böyle bir adama aşık olma cesaretini nerede bulmuştum?

 

Aşka ayıracak ne vaktim ne de gücüm vardı. Yüzümü kuruladığım havluyu çöpe atarak çantamdan makyaj malzemelerini çıkardım. Yeniden hafif bir makyaj yapmaya başladım. Elimdeki maskarayı gözlerime doğru götürdüğümde zihnimde Seçkin Bey'in sözcükleri yankılandı.

 

'Gözlerin çok güzel...'

 

Belirgince yutkunarak kendime hayali bir tokat attım. Hızlı hızlı maskaramı sürmeye devam ederken bir yandan da kendimi yatıştırmaya çalışıyordum.

 

Bundan sonra Seçkin Bey ile baş başa aynı ortamda bulunmak yoktu!

Gözlerine bakmak yoktu!

Hatta yakışıklı yüzüne bakmakta yoktu!

İş harici kendisiyle hiçbir şekilde irtibat kurmak yoktu!

Tıpkı şimdi olduğu gibi karşıma çıkarsa oradan hızla uzaklaşılacaktı!

 

Makyaj malzemelerimi yeniden çantama koyarak aynadaki yansımama son defa baktım. Sağ elimi sıkıca yumruk yaparak kendimi teskin ettim.

 

"Sen Funda Korkmaz'sın! Bunu da atlatır ve yoluna bakarsın! Hadi kızım göreyim seni!"

 

Ayağımdaki topuklulardan çıkan sesler özgüvenimin yeniden yerine gelmesini sağlamıştı. Kapıyı açarak lavobadan çıktım ve başımı dikleştirdim. Ancak tam o esnada karşılaştığım beden kaskatı kesilmemi sağlamıştı.

 

Kural bir; aynı ortamda başbaşa kalmak yok!

 

Seçkin Bey'i görmezden gelerek yanından geçip gitmek için iki adım attım.

 

"Funda?"

 

Sesi kulaklarıma dolduğunda acıyla inlememek için kendimi tuttum. Yüzüme hafif bir tebessüm kondurarak Seçkin Bey'e döndüm.

 

Kural iki; gözlerine hatta yüzüne bakmak yok!

 

Gözlerimi kaçırarak hafifçe başımı eğdim. Yine midemdeki kelebekler harekete geçmiş, kalbimi delicesine çarptırıyorlardı.

 

"Buyrun Seçkin Bey."

 

Kekelemeden ve sesim titremeden konuşabildiğim için Allah'a şükrettim. Atılan iki çabuk adımla yanıma yaklaştığında geriye doğru gitmemek için kendimi zor tuttum. Kokusu burnumdan içeri dolduğunda, göz kapaklarımı kapanmamaları için ikna etmeye çalışıyordum. Bu, beni rahatsız eden parfümü gibi bir koku değildi. Tam aksine sanki bu kokudan uzaklaştığım an nefes alamayacağımı hissettim.

 

"Artık kaçıp gittiğini düşünmeye başlamıştım."

 

Ses tonu hafifçe gülümsediğini ele veriyordu. O an, koyduğum kuralları unutmak gibi bir aptallık yaparak başımı kaldırdım ve gözlerine baktım.

 

"Ka kaçmadım."

 

Lanet olsun! Yine olmuştu işte! Bu adam yüzünden kendimden nefret etmeye başlayacaktım artık. Ancak bakışlarımı kömür karası irislerden çekemedim. Tıpkı hipnoz olmuşçasına bakışlarında esir kaldım. Simsiyah gözleri ışıltıyla parlıyordu. Bu tam olarak nasıl bir şeydi ki; gözleri bir yandan gece gibi karayken, bir yandan yıldızlar gibi ışıldıyordu? Yutkunmamak için ne kadar dirensemde daha fazla başarılı olamayıp seslice yutkundum. Başı yüzüme doğru yaklaşırken gözlerim sonuna kadar açılmıştı.

 

Dudaklarında beliren muzip tebessümle beraber ağzını kulağıma doğru yaklaştırarak, kalbime eziyet edercesine şu üç kelimeyi söyledi.

 

"Elbisen çok yakışmış."

 

Yumuşacık ses tonu gözlerimin istemsizce kapanmasını sağlarken kendime bir defa daha lanet ettim. Şimdiden, koyduğum bütün kuralları çiğnemiştim. Gözlerimi çabucak açtığımda Seçkin Bey'in arkasını dönmüş gidiyor olduğunu farkettim. Dizlerim titrerken kendime tutunacak bir yer aradım ancak bulamadım. Hızla yere çömeldiğimde nefeslerimi düzene sokmaya çalışıyordum.

 

Bu tam olarak neydi şimdi?

 

Bir kaç dakika aynı şekilde durarak kendime biraz zaman tanıdım. Tamamen kendime geldiğime emin olduğumda çömeldiğim yerden kalkarak derin bir soluk aldım. Ne yapacağımı bilmiyordum ancak bildiğim tek şey bu kulüpten hemen ayrılmak istediğimdi. Olabildiğince çabuk adımlarla dans salonuna yeniden girdiğimde gözlerimle etrafı taradım. En son oturduğumuz masaya baktığımda Seçkin Bey'in orada da olmadığını görmek biraz olsun rahatlamamı sağlamıştı.

 

Sakin adımlarla Yavuz'un yanına doğru yürüdüm. Masaya geldiğimde hafifçe mırıldandım.

 

"Selam"

 

Çalan müzik durmuştu ve içeride çok fazla gürültü yoktu. Başını sallayarak selamımı aldıktan sonra konuştu.

 

"Artık gittiğini düşünmeye başlamıştım."

 

Bakışlarında gördüğüm ciddiyet beni ürpertirken bunu pek belli etmemeye çalıştım.

 

"Gitmemiştim ancak şimdi gidiyorum. Acil bir işim çıktı, böyle olduğu için üzgünüm."

 

Aslında gitmek zorunda olduğundan ziyade Yavuz'u bu duruma soktuğum için üzgündüm. O oturduğu koltuktan ayağa kalkarken Fulya ve Sena da yanımıza gelmişlerdi. Yavuz elini uzattığında ona karşılık verdim.

 

"Daha sessiz ve sakin bir ortamda seninle yeniden görüşmeyi çok isterim Funda."

 

Hafif tebessümümün ardından başımı salladım.

 

"Seni boş yere umutlandırmak istemem Yavuz ancak iki arkadaş olarak buluşmak istersen buna hayır demem."

 

Yüzünde beliren sıcak tebessüm bulaşıcıydı.

 

Az sonra eve dönmek üzere arabaya bindiğimizde Fulya'da ben de sessizdik. Fulya'nın bana olan öfke dolu bakışlarını görmesemde hissedebiliyordum. Sonunda bakışlarının yetmeyeceğini anladığında sessizliği böldü.

 

"Evet sevgili ablacığım, bu defa Yavuz abi de bulduğun kusur nedir? Rica etsem beni aydınlatır mısın?"

 

Tersleyen yüz ifademle yan yan Fulya'ya baktım.

 

"Tipim değildi."

 

Baştan savma verdiğim bu cevap, pek sevgili kardeşim Fulya'yı tatmin etmemişti.

 

"Hah! Gerçekten o kadar ikna oldum ki, anlatamam!"

 

Bu defa onun ters bakışları benim üzerimdeydi.

 

"Off Fulya, istemiyorum anla işte artık."

 

Sol bacağını altına alıp yeniden bana dönerek konuştuğunda, artık bu konudan sıkıldığımı hissediyordum. Her defasında sorulan aynı sorular ve her defasında verilen aynı cevaplar. Ancak bu defa belki bir başkalık olabilirdi.

Gözlerimin önüne Seçkin Bey'in siyah irisleri geldiğinde başımı iki yana salladım. Fulya konuşmaya devam ediyordu.

 

"Abla beni neden anlamak istemiyorsun? Ben okula döndükten sonra, senin burada yalnız hissetmeni istemiyorum."

 

Kırmızı ışığın yandığını gördüğümde frene hafifçe dokunarak arabayı durdurdum. Fulya'nın söylediklerinin, duygusal yanımı ortaya çıkartmasına engel olarak konuştum.

 

"Fulya, insanlar bir başlarına kaldıklarında yalnız hissetmezler. İnsanlar sevecek ve sevilecek kimseleri kalmadığında yalnız hissederler. En azından bu benim için öyle. Uzakta olsa da sen hep yanımdasın. Annemiz ve babamız çok uzakta olsalar da emin ol onlar bizi hiç yalnız bırakmıyorlar. Lütfen artık benim için endişelenme."

 

Uzanıp bana sarıldığında gözlerinin dolu dolu olduğunu hissedebiliyordum. Arkamızdan çalan kornalar yeşil ışığın yandığını haber verirken, Fulya'da yeniden koltuğuna yerleşmişti. Yeniden gaza basarken ortamdaki dramatik havayı dağıtmak adına bir kaç şey söylemek istedim. Ancak dudaklarımdan dökülen kelimeler tamamen isteğim dışında çıkmıştı.

 

"Hem benim kalbim zaten bir başkası için atıyor."

 

"Ne!"

 

Tam olarak ne söylediğimi Fulya'nın attığı çığlıktan sonra kavramıştım.

 

"Sen bunu bana daha önce nasıl söylemezsin?"

 

İşte yeniden başlıyorduk. Oturduğumuz semte geldiğimizde Fulya hâlâ bana söylenmeye devam ediyordu. Ve arabayı park ederken de... Sonunda eve girdiğimizde daha fazla dayanamadım. Küçük cadıyı çıldırtmak için sanırım yeterli bir süreydi.

 

"Abla kime soruyorum iki saattir ya söylesene!"

 

Dayanamayıp gözlerimi devirdim.

 

"Cidden helal olsun sana. Sorduğun soruya cevap alana kadar hiç susmuyorsun."

 

Bir şey daha söyleyecek olduğunda elimle ağzını kapattım.

 

"Tamam, tamam anlatacağım. Ancak önce bir müsade et şu üzerimdekileri çıkartayım."

 

Elim hâlâ ağzında olduğundan yalnızca başını salladı ve onaylamak istercesine tuhaf sesler çıkardı. Elimi ağzından çekip arkamı dönerek odama yöneldim. Aklıma gelen fikirle yeniden Fulya'ya döndüğümde sinirli sinirli bana bakmaya devam ediyordu. Yüzüne bakarak sırıttım.

 

"Sen de bu arada bize kahve yapabilirsin mesela."

 

İtiraz etmeye hazırlandığını fark ettiğimde ondan önce konuştum.

 

"Kahve yapmazsan bende anlatmam."

 

Tekrardan odama yürüyüp gittiğimde arkamdan gelen bağırtılarını duyabiliyordum. Sanırım ne kadar acımasız bir abla olduğumdan söz ediyordu.

 

Kısa süre içerisinde ikimiz de pijama takımlarımızı giymiş halde mutfak masasında kahvelerimizi içiyorduk. Mutfak masası bizim dertleşme ve paylaşma yerimizdi. Annemden kalma bir alışkanlıktı bu. O mutfakta yemek hazırlarken biz de masanın önünde duran sandalyede oturur, o gün olup biten yaşadığımız her şeyi anneme anlatırdık. Bizi dinler, ara ara konuşmamıza dahil olurdu. Zihnimin yine geçmişin tozlu sayfalarını aralamaya başladığını fark ettiğimde hafifçe silkindim. Fulya gözlerimin içine bakıyor bir an önce olup bitenleri anlatmamı bekliyordu.

 

"Artık bir yerden anlatmaya başlasan mı abla?"

 

Derin bir soluk aldım. O anda aklıma gelenler kalbime bir hançer batırılmışcasına acı verdi.

 

"Neyini anlatayım ki Fulya, hiçbir zaman gerçekleşmeyecek olmasını mı?"

 

Fulya'nın gözlerini devirişini görmezden gelerek dik dik yüzüne baktım.

 

"Yine girdin depresif hallere. Niye gerçekleşmesin abla, o ünlü bir fabrikatörün oğlu sen de fakir aile kızı mısın?"

 

Anlamaz gözlerle bakmaya devam ettim. Bu kız ne diyordu Allah aşkına?

 

"Ay abla bunu da mı anlamadın? Yeşilçam klişeleri yahu, sen vallahi aşık olmuşsun, hadi hayırlısı."

 

Yavaşça kafasını iteledim.

 

"Zevzek zevzek konuşma be! Platonik olmasından bahsediyoruz şurada. Ayrıca ben tövbe billah ettim, aşka ilişkiye biliyorsun."

 

"Ayh içimi şişirdin, cidden yeter. Kim, bari onu söyle."

 

Kim, güzel soruydu tabii. Kime aşık oldum? Zihnimi yeniden Seçkin Arslanoğlu'nun görüntüsü doldurmuştu. Önce simsiyah gözleri ardından yakışıklı yüzü. Sonra...

 

"Heey daldın gittin hülyalı hülyalı, sana diyorum!"

 

Fulya elini kaldırmış gözümün önünde sallayıp duruyordu. Şaşkınca önce eline sonra ona baktım. Fincanımı ileriye doğru iterek kollarımı masaya koydum. İnleyerek başımı kollarımın üzerine bıraktığımda Fulya halime gülüyordu.

 

"Ben ne halt edeceğim şimdi?"

 

"Önce kim olduğunu söyle de abla, hani ben meraktan ölmeden! Sonra da ne halt edeceğini düşünürüz."

 

Başımı kaldırıp yeniden Fulya'nın yüzüne baktım. Hâlâ söyleyip söylememe konusunda kararsızlığı devam ederken, Seçkin Arslanoğlu ismi dudaklarımdan döküldü. Bu aşık haller bana hiç yaramamıştı a dostlar.

 

"Ne? Oha!"

 

Kahvesini tek yudumda bitirip tekrar konuştu. Hiç mi ağzı yanmıyordu bu kızın?

 

"Abla sen şunu başından anlatsana ya!"

 

Kulüpte olup biten her şeyi anlatırken hiç konuşmadan, ağzı açık bir halde dinlemişti. Hemde hiç konuşmadan inanabiliyor musunuz, hiç yorum yapmadan! Şaşırmam normaldi tabii ki, sonuçta Fulya'dan bahsediyoruz.

Anlatacaklarım bittiğinde ağzını kapatmış peşinden tekrar açarak konuşmuştu.

 

"Vay be, Seçkin enişteme bak sen."

 

"Yuh Fulya!"

 

Bu iki kelime bir an da ağzımdan firar etmişti. Ben daha düşüncelerimde bile ismiyle anma cesareti gösteremezken, Fulya hanım açık seçik enişte diyordu.

 

"Yok enişte falan. Aşkımdan ölsem bile olmaz o iş."

 

Bu söylediklerime en çokta kendimi ikna etmeye çalışıyordum. Derin bir solukla kendimi yeniden toparladığımda bu defa ciddi bir konuşmaya hazırdım.

 

"Fulya açık konuşacağım; bütün bunları sana anlatmış olmam, Seçkin Bey'e aşık olmuş olmam -ne kadar zorlasam da yalnızca ismiyle anamıyordum- ne yazık ki bu aşkın peşinden gideceğim anlamına gelmiyor. Son olanlardan sonra aynı şeyleri tekrar yaşamaya pek niyetim yok."

 

Fulya'nın kırgın bakışlarını gördüğümde elimden gelen bir şey yoktu.

 

"Abla neden böyle düşünüyorsun ki, sonuçta hepsi aynı olacak diye bir kural yok."

 

Biraz da acı barındıran buruk bir tebessümle cevap verdim;

 

"Şimdiye kadarkilerin hepsi bana acıdan başka bir şey vermedi. Bu defa aynı acıları çeken ben olmayacağım."

 

Fulya'nın bir şey söylemesini beklemeden oturduğum sandalyeden kalkarak fincanları aldım. Onları makineye yerleştirirken Fulya'nın bakışlarını üzerimde hissediyordum. Bir şeyler söylemek istiyor ancak cesaret edemiyordu. İşimi bitirdiğimde yeniden konuştum.

 

"Bu konuyu burada kapatırsak çok sevinirim Fulya, lütfen bu ricamı kırma."

 

Başını önüne eğmiş hali içimi parçalasada elimden bir şey gelmezdi. Yaşanacak olan hayat benimdi ve ben böyle olmasına karar vermiştim. Fulya'ya 'iyi geceler' diyerek odama yöneldim. Bu gece uzun süreceğe benziyordu. Özellikle beynim ve kalbim için...

 

Çalan alarmın sesiyle yataktan fırlamam ve yere yuvarlanmam aynı an da olmuştu. Gözlerim anında açılırken kulağıma dolan sesin alarmım olmadığını anlamam uzun sürmedi. Kim sabah alarmına Ajdar şarkısı koyardı ki? İnleyerek düştüğüm yerden kalktım ve kapıya doğru yürüdüm. Kapıyı açtığım an burnumdan içeri süzülerek giren kokular Ajdar'ı da şarkısını da unutturmuştu.

Evet Ajdar dinlemeyi çok seven bir kızkardeşe sahiptim ve bu berbat bir durumdu. Çoğu sabahlar Ajdar şarkılarıyla güne merhaba diyordunuz ve bu hiç iyi bir sabah selamlaması olmuyordu. Ancak aynı kızkardeş mükemmel yemekler yapabilen biriyse ki öyleydi, bu artısı bütün eksileri götürebiliyordu.

 

Lavobaya gidip işlerimi hallettikten sonra kokuları takip ederek mutfağa doğru ilerledim. O esnada fırından çıkardığı bir tepsi poğaça ağzımın sulanmasına sebep olmuştu. Artık çalan şarkıyı bile duymuyordum.

 

"Günaydın küçük cadı."

 

Önce baygın bakışlarını yüzüme çevirdi ardından kocaman gülümsedi.

 

"Günaydın, kardeşlerin en mükemmeline sahip olan ablası."

 

Hafifçe kıkırdadım.

 

"Yaptığın poğaçaları yiyene kadar sana hak veriyorum."

 

Fulya kahvaltıyı hazırlamaya devam ederken ben de odama gidip üzerimi giyinmiştim. Adımlarım yeniden mutfağa geldiğinde Fulya'nın hazırladığı kahvaltı masasına geçip oturdum. Gözlerim bileğimdeki saati bulduğunda biraz daha oyalanırsam işe geç kalacağımı farkettim. Lokmalarımı hızlı hızlı çiğnerken bir taraftan da Fulya'ya sorular soruyordum.

 

"Dışarı çıkacak mısın bugün?"

 

Hiç gecikmeden cevapladı.

 

"Bilmiyorum ama belki Sena'yla buluşuruz."

 

Çayından bir yudum alarak konuşmasını sürdürdü.

 

"Malum, dün bir takım buluşmalar oldu ve biz hâlâ durum değerlendirmesi yapmadık."

 

Oturduğum sandalyede arkama yaslandım ve bakışlarımı Fulya'nın yüzünde sabitledim.

 

"Umarım bu konu daha fazla uzamaz."

 

Dişlerini göstererek sırıttı.

 

"Yok ablacığım için rahat olsun, Yavuz abi meselesi bitti gitti."

 

Tek kaşımı kaldırarak hafifçe başımı salladım.

 

"Güzel."

 

Bir süredir kafama takılan bir soru vardı ancak bir türlü Fulya'ya bunu sorma cesareti gösterememiştim. Fakat cevabını delicesine merak ettiğim bu soru içimi bir kurt gibi kemirmeye devam ediyordu.

Ciğerlerimi derin bir solukla doldurup, hâlâ önündeki poğaçasını yiyen Fulya'ya baktım.

 

"Fulya"

 

İsmiyle seslendiğimi duyduğunda başını kaldırıp yüzüme baktı.

 

"Bir sorun mu var abla?"

 

İçimdeki tedirginliğin yüzüme yansıdığının farkındaydım.

 

"Sana bir şey sormak istiyorum."

 

O da yemeği bırakıp benim gibi arkasına yaslandı.

 

"Abla sorsana, niye boş yere heyecan yaptırıyorsun?"

 

Bu defa gülmedim. Bakışlarım Fulya'nın gözlerindeyken o da ciddileşti.

 

"Amcamız olduğunu söyleyen adam, yeniden karşına çıktı mı?"

 

Yerinde huzursuzca kıpırdanmaya başlamıştı.

 

"Yalnızca bir kere."

 

Yüzüne bakmaya devam ettim.

 

"Sen hastaneden çıktıktan sonraydı. Sena'yla buluştuğumuz kafeye geldi."

 

Hayal kırıklığı içinde yüzüne bakmaya devam ettim.

 

"Bunu bana neden anlatmadın?"

 

Ses tonum acı doluydu. Bakışlarımız yeniden karşılaştığında hissettiklerimi anladığını biliyordum.

 

"Gerek duymadım abla, canını sıkmaya değmez diye düşündüm. Zaten o gün de hiç konuşmadan ayrıldım oradan."

 

Hafifçe başımı sallayarak oturduğum sandalyeden kalktım.

 

"Abla valla bu kadar..."

 

"Tamam Fulya anladım. Hem sana kızmıyorum ama lütfen tekrarı halinde benim de haberim olsun."

 

Benim peşimden o da oturduğu sandalyeden kalktı. Yanıma gelip boynuma sarıldığında karşılık verdim.

 

"Abla bu hayatta üzmekten ve kaybetmekten korktuğum tek insan sensin. Bu yüzden, senin üzülmemen adına ne gerekiyorsa yapacağım..."

 

Fulya ile aramızda geçen konuşmanın beynimde sürekli yankıları eşliğinde çalıştığım şirkete gelmiştim. Aracımı park alanına çektiğimde zihnim hâlâ aynı konuyla meşguldü. Fulya'nın doğruyu söylediğine emindim. Anlayamadığım şey amcam olacak adamın neden tekrar tekrar karşımıza çıkıyor oluşuydu. Arabamdan inip otoparkın çıkışına doğru yürüdüm. Şirket binasının kapısından girip asansöre doğru yöneldim.

Asansörün kapısı kapanmak üzereyken son anda yetişerek, çantamı ileriye doğru uzattım ve sürgülü kapının yeniden açılmasını sağladım. Ancak asansörün içindekileri fark ettiğimde bu yaptığıma çoktan pişman olmuştum. Önce Seçkin Bey ardından Baran ile kesişen gözlerimiz arkama bakmadan kaçma isteği uyandırırken yutkundum.

 

"Gelmeyeceksen biz gidelim Funda."

 

Seçkin Bey'in kulağıma dolan sesiyle kendime geldim ve istemeyerekte olsa asansöre bindim. Kendimi aptal gibi hissediyordum. Asansörün kapısı önünde beklemek yerine neden hareket etmediysem sanki! Of Allah'ım of! Bu adam bende denge falan bırakmamıştı. Hızla kendime koyduğum kuralları hatırlamaya çalıştım. Neyse ki yalnız değildik ve Baran'da buradaydı. Delicesine çarpan kalbime mukayyet olmaya çalışarak, yavaşça derin soluklar aldım. Seçkin Bey'in yanımda olmadığına kendimi ikna etmeye çalışırken tam olarak acınası haldeydim. Asansör yavaşça durduğunda bulunduğumuz kata baktım. Henüz üçüncü katta olmamıza rağmen, Baran asansörün açılan kapısından çıktı. Asansör yeniden yukarıya çıkmaya başladığında, kendimi zorda olsa sakinleştirmeyi başardım. Hemen yanı başımda duyduğum hafif, erkeksi kıkırtıyla beraber şaşkınca Seçkin Bey'e baktım. Kaşlarını kaldırmış öylece bana bakıyordu.

 

"İki yabancı gibiyiz Funda, selam sabah yok mu?"

 

"Patronumun ortağı olmanız, iki yakın arkadaş gibi davranacağımız anlamına mı geliyor?"

 

Aslında söylediklerinde yanlış bir şey yoktu. Ancak neden böyle ters bir cevap verdiğimi bilmiyordum. Sebepsizce sinirlerim gerilmişti. Bakışları aniden ciddileşirken belirgince yutkundum.

 

"Seninle arkadaş olmak gibi bir derdim yok, olamazda."

 

Duraksadı ve sanki tepkimi anlamak istercesine gözlerini kıstı. Ben ise ağzından çıkan sözcüklerin bir bir kalbime saplanışına şahit olmuştum. Arkadaş bile olamayacak bir seviyedeyken, ben ona hangi cesaretle aşık olmuştum ki? Akmaya hazırlanan göz yaş

larıma zorlukla hakim olmaya çalıştım.

Seçkin Bey dilini hafifçe dudaklarında gezdirdiğinde bakışları hâlâ yüzümde geziniyordu.

 

"Seninle başka planlarım var, yakınlık evet ama arkadaşlık hayır"

 

Sözcüklerinin ardından, durduğunu henüz farkettiğim asansörden indi. Bense olduğum yerde öylece kalakaldım...

 

Yeni bir bölümden daha herkese merhabalar. Umarım severek okuduğunuz bir bölüm olmuştur. Lütfen düşüncelerinizi benimle paylaşmayı unutmayın. Beğeni ve yorumlarınızı bekliyorum...

Loading...
0%