Yeni Üyelik
4.
Bölüm

Bölüm 3

@flora

Arabanın sarsıntıyla durduğunu hissettiğimde gözlerimi yavaşça araladım. Kendimi aptal gibi hissediyordum. Beni ölümün kıyısına kadar getiren birinin arabasında uyumak hangi akıl ve mantığa sığardı ki?

 

İçten içe kendime göz devirip camdan dışarı bakındım. Yeniden mezarlığın önüne gelmiştik. Korkuyla önümde oturan adama bakıp elimi yavaşça kapının mandalına götürdüm. Sonuç tabii ki başarısızlıktı. Seçkin Bey arkasını dönüp konuşmaya başlayana kadar elimi kapının mandalından çekmedim.

 

"Sana bir fırsat sundum küçük hanım. Umut ederim ki bu fırsatı iyi değerlendirirsin. Bugün yaşadıklarını unutacaksın. Ve ne senden ne de bir başkasından asla duymayacağım."

Dudaklarım alayla gerildiğinde ağzımdan çıkanlara hakim değildim.

"Polise gideceğime emin olabilirsiniz Seçkin Bey. "

Bunu hangi akla hizmet ederek söyledim bilmiyorum. Ama sanki çok komik bir şey söylemişim gibi güldü.

Güldü.

Ve güldü.

Ardından tekrar ciddileşip simsiyah irislerini gözlerime kilitledi. Sanki hipnoz olmuşcasına gözlerimi kaçıramadım. Tane tane, adeta her hecenin üzerine bastırarak söylediği tek kelime beynimde defalarca yankı bulmuştu.

 

"Gidemezsin!"

Bu tek kelimede ürkecek ne vardı bilmiyorum. Fakat tüylerimin diken diken olduğunu hissetmemin tek nedenini söyleyiş tarzına bağladım. Ön koltuktaki vücudunun yarısı bana dönüktü, elleriyle uzanıp elime dokundu. Sanki elektrik çarpmış gibi sıçramam ise kuşkusuz yeniden gülmesine sebepti.

"Gidemezsin küçük hanım. Çünkü hala korkuyorsun. Küçük kalbin korkuyla çarpıyor. Çok iyi biliyorsun ki eğer öyle bir şey yaparsan bu defa kurtuluşun olmaz."

 

Gözlerim korkuyla büyürken söylediklerini sindirmek istercesine bir kaç saniye bekledim. Söylediklerinde haklıydı fakat bu polise gideceğim gerçeğini değiştiremezdi.

Onlar birer katil ve azmettiriciydi. Seçkin Bey'in bu işin içinde olduğuna en az adım kadar emindim. Katillerin yeri şüphesiz ki cezaevleriydi. Ve onlar da hapsi boylamalıydı.

 

Söylediklerine cevap vermeyip öylece kapının kilidini açmasını bekledim.

"Bu suskunluğunu anlaştığımıza varsayıyorum küçük hanım!"

Bunlar ondan duyduğum son sözler olmuştu. Kilidin açıldığını farkettiğimde kendimi hızla dışarı attım. Arabam bıraktığım yerde duruyordu. Koşar adım yanına ilerledim ve hala yanımda bulunan çantamdan anahtarımı çıkartıp otomatik kapıyı açtım.

 

Koltuğuma çabucak yerleşip aracı çalıştırdım ve bulunduğum yerden hızla uzaklaştım...

 

🌼🌼🌼🌼🌼

 

O berbat günün üzerinden tam bir hafta geçmişti. Kafamda yaşadığım gelgitler tükenmek bilmediği gibi gün geçtikçe artıyordu. Yaşadıklarım tıpkı yazılan senaryolar gibi bilinçaltıma yerleşmiş her gece aynı şeyleri tekrar tekrar yaşamamı sağlıyordu. Polise gitmem gerekiyordu ancak hala deli gibi korkuyordum.

 

Bu bir haftalık süreç içerisinde hiç karşılaşmamış olmamız korkumun tükenmesini sağlamamıştı.

Beynimi kurt gibi kemiren vicdanım her nefes alışımda boğazımda bir şeylerin düğümlenmesine sebep oluyordu. Gözlerimi her kapatmamda beliren mezarlık ve omuzlarına kadar gömülü olan adam sol yanıma ağır bir baskı uyguluyordu.

Ben bu değildim, olmamalıydım. Kanunsuz işlerden ve yasalara aykırı davrananlardan şimdiye kadar uzak durmuştum. Pek nadir zamanlarda karşılaştığım ufak tefek olaylarda ise örnek bir vatandaş olup şikayetlerimi gerekli mercilere ulaştırmıştım.

 

Ve şu an da yapmam gereken yalnızca buydu. Gömülen adamı düşündüm tekrar. Eminim bir ailesi vardı. Belki onu seven bir karısı, hatta çocukları vardı. Ya da her akşam eve gelene kadar pencerenin kenarında yolunu gözleyen bir annesi...

 

Kim öyle bir ölümü hak ederdi ki? Vicdanı yerinde olan hangi insan başka bir insanı diri diri gömerdi? İnsanlık bunun neresindeydi Allah aşkına?

 

Düşüncelerim öfkemin geri gelip korkumu yenmesini sağlamıştı yeniden. Hışımla oturduğum koltuktan kalktım ve ofisin kapısına yöneldim. Önce Murat Beyle konuşacak ve bu ortaklıktan vazgeçmesi için elimden geleni yapacaktım. Şirketinin geleceğini ne kadar düşünse de vicdanının daha ağır basmasını ümit ediyordum.

 

Hızlı adımlarım bütün çalışanların dönüp bana bakmasını sağlasada önemsemeyip soluğu Murat Bey'in odasının kapısında almıştım. Kendimi motive etmeye çalışırcasına derin bir nefes aldım. Sonrasında parmaklarımı yumruk yapıp hafifçe odanın kapısına tıkladım. İçerden gelen komutun ardından kapıyı aralayıp içeriye girdim.

 

"Murat bey sizinle konuşmam gereken önemli bir konu var."

Sözlerimi bitirdiğimde odanın içinde bulunan diğer insanları farketmiştim. Gözlerim anında siyah irisleri bulduğunda hafifçe yutkundum ve cesaretimi ispatlamaya çalışırcasına çenemi dikleştirdim. Seçkin Bey bu tavrım karşısında başını hafifçe önüne eğdi ve belli belirsiz gülümsedi. Murat Bey'in merakla havalanan kaşları sözlerimi devam ettirmemi beklerken konuştum. "Özel olarak görüşebilir miyiz?" Bana içten içe kızdığına emindim. Fakat anlatacaklarımı öğrendikten sonra ki tavrını kestiremiyordum.

 

Beni baştan savmak istercesine elini kaldırıp salladı. "Daha sonra Funda, zaten şu an da önemli bir görüşme içerisindeyim." Beni terslercesine söylediği bu sözlere itiraz etmek istedim, fırsat tanımadı.

"Daha sonra dedim Funda, bizi yalnız bırak."

 

Bu adamın benimle sorunu neydi hala anlayabilmiş değildim. Odadan çıkmak için hamle yaptığımda öfkeme yenik düşerek yeniden onunla gözgöze geldim. O an hissettiğim şey yalnızca boşluktu. Tıpkı hipnoz etmek istercesine gözlerimden ayırmadığı gözleri oldukça etkili görünüyordu. Oysa siyah göz renginin olmadığını bir yerlerde okuduğuma emindim.

 

Gözlerimi zorlukla karşımdaki büyülü irislerden çekip, arkamı dönerek odadan çıktım. Geriye yapacak tek bir şey kalıyordu, o da karakola gidip bütün olan biteni anlatmak. Evet bunu yapmalıydım. Bunu yapmalı ve işlenen hiçbir suçun cezasız kalmadığını ona göstermeliydim.

 

Adımlarım yeniden odama yöneldiğinde çabucak çantamı alıp çıktım. Asansörün gelmesini beklerken bir taraftan da karakolda polislere ne diyeceğimi düşünüyordum. Umarım bana inanırlardı. Asansörün sesini duyduğumda içine girdiğim düşüncelerden sıyrılıp içeri girdim. Zemin katın düğmesine basıp beklemeye başladım.

 

Otoparka indiğimde hızlı adımlarla arabamın yanına ilerleyecekken gördüğüm suret olduğum yerde bir kaç saniye kalmamı ve zorlukla yutkunmamı sağlamıştı. Emin olmak istercesine gözlerimi kısıp tekrar baktım.

 

Evet bu o adamdı. Mezarlıkta beni yakalayan, sonra da başıma silah dayayan...

O anları hatırlamanın bana iyi gelmeyeceğini farkettiğimde iş işten geçmişti. Aldığım karardan artık daha da emindim. Çabucak arabama bindim ve kontağı çalıştırıp hızla otoparktan çıktım. Neyse ki karakol fazla uzak sayılmazdı...

 

Karakolun bahçesine girip aracımı parkettiğimde, yapacağım işin huzuru kadar endişesi de içimde barınıyordu. Derin bir nefes alarak anahtarı çıkartıp çantama attım. Kapıyı açarak aşağıya indim, yavaş adımlarla binanın içine girdim. Kapının önünde nöbet tutan memurları es geçerek masabaşında oturan polislerin yanına ilerledim. Beni farketmeleri için boğazımı temizlediğimde soru dolu bakışları hemen gözlerimi bulmuştu.

 

"Buyrun?"

Ne kadar heyecanımı bastırmaya çalışarak konuşmaya çabalasamda sesim titremişti.

"Ben bir ihbarda bulunacaktım."

"Tabii sizi dinliyoruz." Gayet rahat tavırları sinirimi bozsa da fazla aldırış etmedim. Sonuçta onlar sürekli bu tür olayların içindelerdi. Akşama kadar kaç tane vakaya gidiyorladı Allah bilir. "Mümkünse komiserinizle görüşebilir miyim?" Gözümün önüne gelen saçlarımı kulağımın arkasına itekleyip yeniden konuştum. "Bu biraz karışık bir konu."

 

Karşımdaki polisin anlayışla kafasını sallaması bu tür durumlarla fazla karşılaştığını gösteriyordu. "Siz şöyle oturun ben kendisine haber vereyim." Memura kısa bir teşekkür edip gösterdiği sandalyelere doğru ilerleyip oturdum. Polis memuru sabit telefonu açıp bir şeyler söyledi ve ardından telefonu kapattı. Bakışları yeniden beni bulduğunda merakla ayağa kalktım.

 

"Komiserim sizi bekliyor, soldan ilk kapı."

Hızlıca başımı sallayıp gösterdiği odaya ilerledim. Kapıya hafifçe tıklayıp verilen komutun ardından içeri girerek komiserin masasına doğru ilerledim. Heyecanla atan kalbimin sesi çoktan kulaklarıma ulaşmıştı.

 

Komiser kırklı yaşlarının sonunda bir görüntüye sahipti. Bıkkın ve yorgun bakışları gözlerimi bulduğunda hafifçe yutkundum.

"Şey merhaba."

Yalnızca başını sallamakla yetinen komiser sabırsızlıkla sözlerimin devamını bekliyordu. Heyecanımı bastırmaya çalışırcasına, biraz da söyleyeceklerimi toparlayabilme düşüncesiyle derin bir nefes alıp yeniden konuşmaya başladım.

 

"Ben size bir ihbarda bulunmak istiyorum. Fakat inanın bunu nasıl anlatacağım konusunda hiçbir fikrim yok. Hatta şimdiye kadar neden gelmediğimi de sorabilirsiniz ancak tehdit altındaydım."

 

Komiserin birden çatılan kaşları ve ciddileşen gözleri doğru yolda ilerlediğimin göstergesiydi.

 

"Ne ihbarı ne tehdidi kızım anlat bakalım. Ama önce gel otur şuraya."

 

Gösterdiği sandalyeye geçip oturduktan sonra yeniden konuşmak için dudaklarımı aralamıştım ki kapı çaldı. Susmayı tercih edip bakışlarımı kapıdan giren, biraz önceki polis memuruna çevirdim. Hemen arkasında gördüğüm suret ise gözlerimin korkuyla büyümesine yetmişti.

 

"Başkomiserim Seçkin Bey geldi." Koltuğunda oturan başkomiserin yüzünde beliren anlamlandıramadığım tebessümün ardından ayağa kalkması kafamın tamamen karışmasından başka bir işe yaramıyordu.

 

Hele de yaptığı son hareket resmen ağzımı açıp kalakalmamı sağladı. Evet evet yanlış görmediğime en az adım kadar eminim.

Başkomiser, biraz önce ihbar edeceğim adama evlat diyerek sarıldı.

 

Her ne kadar içimden ne oluyor ya diye bağırmak istesemde sessizliğimi korudum. Neden sonra komiser beni hatırlamış olacaktı ki bana döndü. Yüzündeki mahçup ifade özür diler gibiydi.

"Kızım kusura bakma..."

Gözlerim karşımdaki siyah gözlerle buluştuğundan beri ben komiseri duymuyordum bile. Karşımda bana bakan irisler bir kaç defa korkuyla yutkunmamı sağlarken alamadığım nefesler kalbimin sıkışmasına neden oluyordu.

 

Tesadüf müydü bu karşılaşma? Yoksa buraya geleceğimi mi biliyordu?

 

"Hanımefendi iyi misiniz?"

Gözlerimi Seçkin beyin bana öldürecekmiş gibi bakan gözlerinden çekip, yanıma ne zaman geldiğini anlayamadığım memura çevirdim. Ne diyordu bu adam?

 

Hala ayakta duran başkomisere bakıp oturduğum sandalyeden kalktım ve adeta kaçarcasına kapıya doğru yürüdüm.

 

"Komiserim kusura bakmayın ben daha sonra sizi ziyarete gelirim." Kimsenin konuşmasını beklemeden kendimi odadan dışarıya attım.

 

Karakoldan çıktığımda derin bir nefes aldım ve hızla gidip arabamın ön koltuğuna yerleştim. Komiser, Seçkin beyin yakın arkadaşı olmalıydı ve bu da demek oluyordu ki ben ne anlatırsam anlatayım inanılmayacak.

Daha ben arabayı çalıştırmadan yan kapı açılmış ve Seçkin bey bozuntusu tıpkı kendi arabasına biniyormuşcasına takındığı rahat tavırla koltuğa yerleşmişti. Korkuyla bakışlarımı ona çevirdiğimde alaycı gülümsemesi dudaklarındaki yerini çoktan almıştı. Birden kuruyan boğazım zorlukla yutkunabilmemi sağladı.

"Beni öldürecek misin?"

 

Sorumun ardından bakışlarındaki alaycı tavır yavaş yavaş kaybolarak yerini tekrardan ciddiyete bırakmıştı.

"Cidden oradan bakınca katil gibi mi duruyorum?"

Ne saçmalıyordu bu adam böyle? Dudaklarımı hafifçe gerdirip dalga geçercesine konuştum.

 

"Aslında hiç öyle durmuyorsunuz fakat ben katil olduğunuzu biliyorum. Ve şunu da söylemeliyim ki artık sizden korkmuyorum. Beni öldürebilirsiniz."

 

Söylediklerim karşısında ben bile şaşkına dönerken Seçkin beyin hiç değişmeyen yüz hatları daha çok gerilmemi sağlıyordu.

"Çalıştır arabayı."

Boş boş yüzüne bakmaya devam ettim.

"Sana söylüyorum çalıştır şu arabayı!"

Bağırır gibi çıkan ses tonuyla oturduğum koltuktan sıçrasamda belli etmemeye çalışarak arabamı çalıştırdım. Bu defa beni öldüreceğine emindim. Ah aptal kafam kendim istemiştim bunu.

"Ne nereye gidiyoruz?"

Ne kadar çabalasamda kekelememe engel olamamıştım. Lanet olası konuşma zorluğu her paniklememde beni buluyordu.

"Çok konuşma yalnızca sür."

 

Neydi bu şimdi? Aptal herif ne zannediyordu ki kendini? "Sağa dön." Dediğini yaparak direksiyonu çevirdim. Biraz daha ilerlediğimde arabayı kenara çekmemi söylemişti.

 

Karakoldan fazla uzaklaşmamıştık. Geldiğimiz yer 15 dakikalık bir mesafedeydi. İyi de buraya neden gelmiştik ki? Soru sorarcasına Seçkin beyin yüzüne baktığımda zeytin siyahı gözleriyle yeniden buluşmuştu gözlerim. O anda vücuduma yayılan bir ürperti elektrik akımına kapılmış gibi hissettiriyordu. Bir şey dememe fırsat tanımadan gözlerini gözlerimden ayırdı ve sahil kenarında simit satan adamı gösterdi.

 

"Tanıdık geliyor mu?"

Ses tonu ifadesizdi. Gösterdiği adama baktığımda hafızamı fazla zorlamama gerek kalmamıştı. Şaşkınlığım ağzımın bir karış açılmasını sağlarken ben ne diyeceğimi bilmiyordum.

"Ama. Bu. Bu nasıl olur? Onu gömmüşlerdi."

 

"Yalnızca gördüklerinle yetinmeyi bırakmalısın küçük hanım." Tekrar ona döndüğümde gözlerine bakamıyordum. "Artık neler olduğunu anlatacak mısınız?"

Merakla bekleyen zihnim iyice karmaşık bir hal almıştı.

"Hayır. Yalnızca şunu bilmen kâfi, sandığın gibi önüne geleni öldüren pislik herifin teki değilim."

 

Ne demeye çalışıyordu şimdi bu adam? Aklı sıra bana laf soktuğunu falan mı sanıyordu. Oturduğum koltukta arkama yaslanıp sesli bir kahkaha attım.

 

"Seçkin Bey sizin amacınız ne? Önce beni tehdit ediyorsunuz sonra katil olmadığınızı söylüyorsunuz."

 

Keskin gözleri anında gözlerimi bulduğunda yeniden sessizliğe gömülmem çokta uzun sürmemişti. Bu gözlerde anlamlandıramadığım, beni kendisine çeken bir şeyler vardı. Zorlukla aldığım nefesimi geri bıraktım ve gözlerimi gözlerinden kaçırdım. O an da Seçkin Bey'de gördüğüm şey -eğer ki bir yanılsama değilse- şaşkınlıktı. Fakat bu gördüğüm saniye bile olamayacak kadar kısa sürmüştü.

 

Biraz önce ne olduğu konusunda herhangi bir bilgiye sahip değildim. Tıpkı büyülenmiş hatta hipnoz olmuş gibi takılıp kalmıştım o siyah irislere. Dikkatimi toplamaya çalışırcasına derin bir soluk alıp oturduğum koltukta dikleştim.

 

"Bana bir açıklama yapmayacaksanız artık buradan gidebilir miyiz?"

 

Artık Seçkin Bey'in yüzüne değil hala simitleriyle uğraşan adama bakıyordum. Yanımda oturan adamın süregelen sessizliği cesaretimin yerine gelmesini sağlarken sözlerimi sürdürdüm.

"Bu arada şunu da söylemeden edemeyeceğim. Sizin yüzünüzden bir haftadır doğru düzgün uyku uyuyamıyorum. Çektiğim vicdan azabından kahroluyorum..."

 

"Artık sus!"

Duyduğum bu öfkeli ses tonu susmamı değil aksine sinirle bağırmamı sağlamıştı.

"İnin arabamdan!"

Hiçbir kıpırtı olmadığını farkettiğimde yeniden bağırdım.

"Size söylüyorum, derhal inin arabamdan!"

 

Tıpkı söylediklerimi duymuyormuş gibi oturduğu koltuğa daha da yerleşmişti. Başını

koltuğa yasladı ve yüzüme bile bakmadan dudaklarını kıpırdattı.

 

"Senin sayende uykusuz kaldım. Ceza olarak beni evime bırakacaksın baş belası."

 

Yeni bölümden herkese merhabalar. Umarım severek okuduğunuz bir bölüm olmuştur.

Bölüm hakkındaki düşüncelerinizi benimle paylaşın lütfen.

Bir sonraki bölümde görüşmek üzere...

​​

Loading...
0%