@flora
|
Seçkin Bey'in arkasından bakarken sıkıntıyla ofladım. Kapıyı kapatıp içeri geçtim ve hala masanın üzerinde duran kahve fincanlarını alarak mutfağa doğru ilerledim.
Neden benden böyle bir şey istiyordu bu adam? Ben ona nasıl ismiyle hitap edebilirdim ki? Fincanları makineye yerleştirip kendime bir kahve daha yaptım. Hiçbir şey düşünmek istemiyordum artık. Zihnimi boşaltmaya öyle çok ihtiyacım vardı ki. Peki bu mümkün müydü? Elbette değildi! Bu kadar sorun varken üzerine yenileri ekleniyordu ve ben bir türlü işin içinden çıkamıyordum.
Zihnimin yeniden Seçkin Bey'e kaymasına müsaade ettim. Simsiyah saçları, saçlarına uyum sağlayan zeytin siyahı gözleri, kemikli yüz hatlarıyla yakışıklı kelimesinin hakkını fazlasıyla veren bir adamdı. Kahvemden bir yudum alıp hafifçe iç geçirdim. Maziden zihnime dolmaya başlayan kareler gözlerimin yeniden sulanmasına sebep olmuştu.
Artık geçmişi düşünmeyi bırakmalıydım. Bunu biliyor ve dile getiriyordum ancak iş uygulamaya gelince o kadar kolay olmuyordu. Bu gerçekle idrak ettiğim bir şey vardı. Geçmiş asla geçmişte kalmıyor, bulduğu ilk fırsatta yeniden karşımıza çıkmaktan çekinmiyordu.
Kapıdan gelen sesin ardından hızla gözlerimden akan yaşları sildim. Fulya gelmiş olmalıydı. Az sonra mutfağın kapısında beliren kardeşimi gördüğümde yanılmadığımı anladım.
"Abla?"
Şaşkınlık yüklü ses tonuna karşılık soru dolu olduğunu bildiğim gözlerine bakmadan cevapladım.
"Efendim kuzu?"
Yanıma yaklaşıp çantasını masanın üzerine bıraktı. Ardından sandalyelerden birini çekip karşıma oturdu.
"Yurtdışında toplantı var demiştin? Bu kadar erken dönmen imkansız."
Zaman kazanmak istercesine elimdeki kahve fincanıyla dudaklarımı bir kez daha buluşturdum. Olanları henüz kendim bile sindirememişken Fulya'ya anlatmam imkansızdı. Fincanı önümdeki masaya bırakıp gözümün önüne gelen saçlarımı kulağımın arkasına sıkıştırdım. Söyleyeceklerimi kafamda tasarlayarak Fulya'nın sorusunu cevapladım.
"Evet kuzu toplantı vardı fakat..."
Fulya tek kaşını kaldırmış bana bakıyordu.
"Fakat?"
Derin bir nefes alıp geriye doğru yaslandım.
"Fakat iptal oldu kuzucuk."
Gözlerimi kısıp Fulya'nın gözlerine baktım.
"Hem sen hayırdır ya, gelmeme pek sevinmedin herhalde? Bu sorgular gibi tavırlar falan?"
Fulya'nın yeşile çalar ela gözleri hızla irileşti. Tam bağıracak diye beklerken birden oturduğu sandalyeye gömüldü. Ardından tatlı tatlı gülümseyerek dudaklarını araladı.
"Aa ayıpsın ablacığım sorgulama falan ne biçim sözler bunlar? Hem benim ne haddime biricik ablamı sorgulamak?"
Kahkaha atmamak için kendimi zor tutuyordum. Kesin yine bir şey isteyecekti fındık kurdu. Kaşlarımı kaldırıp sinsice gülümsedim.
"Dökül bakalım fındık kurdu, yine ne işin düştü?"
Bir an düşündü. Derin bir nefes aldı. Söyleyecek gibi dudaklarını araladı fakat konuşamadı. Onun bu halleri bende deli gibi gülme isteği uyandırırken kendimi daha fazla tutamayacağıma emindim.
"Abla akşam arkadaşlarla çıkabilir miyim? Oh be dünya varmış!"
Demek karın ağrısı buydu. Birden ciddileşen ruh halim ağır abla moduna çoktan girmişti bile.
"Tek kelime net cevap, hayır!"
Gözlerindeki hayal kırıklığını görebiliyordum ancak bu müsaade edebileceğim bir husus değildi. Sonuçta İstanbul'da yaşıyorduk ve sokakların ne halde olduğunu bilmeyen yoktu.
"Abla lütfen bak çok geç kalmam nolur izin versen?"
Kedi yavrusu bakışları yine üzerimdeydi. Sıkıntıyla ofladım.
"Hayır dedim ya Fulya neden uzatıyorsun? Hem daha yeni geldin sen, oturup adamakıllı konuşamadık bile."
Bakışları hala üzerimdeydi. Cadı biliyordu tabii bu bakışlara hayır diyemeyeceğimi.
"Bakmasana şöyle ya."
Hafifçe sırıttı.
"Nasıl bakıyormuşum ki?"
Sabırsızca konuştum
"Nasıl olacak kedi yavrusu gibi."
Oturduğu sandalyeden kalkıp yanıma geldi. Kollarını boynuma dolayıp yanağıma sulu öpücüklerinden birini kondurdu.
"Ablacığım ya lütfen izin ver gideyim. Arkadaşlar benim için bir sürü hazırlık yapmışlar, gitmezsem ayıp olur."
Başlamıştı yine diktiğim duvarları yıkmaya.
"Bana mı sormuşlar, hazırlamasalarmış."
Yanağıma konan diğer öpücükle alttan alttan Fulya'ya baktım.
"Hem kimmiş bakayım bu arkadaşlar? Ben tanıyor muyum? Madem o kadar hazırlık yapmışlar bende geleyim."
Kollarını hızla boynumdan çekip oturduğum sandalyenin önüne geçti ve ellerimi tuttu.
"Abla bizim çocuklar işte ya. Bizim lisedeki tayfa. Hani şu aileleri ile tek tek tanıştığın."
Kısa bir an duraksayıp düşündüm. Aileleriyle tanışmam tam bir fiyasko olmuştu. O günlerdeki rezilliğimi tekrar hafızamda canlandırmamak için konuyu geçiştirdim.
"Gece yarısından önce evde olacaksın Fulya..."
Sözlerim Fulya'nın yeniden boynuma dolanan kolları ve çığlığıyla yarıda kalmıştı.
"Ablaların hası, ablaların kraliçesi! Cansın abla varya can!"
Bu çocukça hallerine ne kadar gülmek istesemde yanaklarımı istila eden dudaklar yüzünden gülemedim. Kollarını boynumdan zorlukla ayırıp rahat bir nefes aldım. Ahtapot misali sarılıyordu insana.
"Daha söyleyeceklerim bitmedi Fulya hanım."
Karşımda hafifçe omzunu silkti
"İzin verdin sonuçta abla ya, gerisi mühim değil."
Sağ kaşımı havaya kaldırıp, o kadar da emin olma, içerikli bakışlarımı Fulya'yla buluşturdum.
"Gece yarısından önce evde olacaksın, bu bir. Saat başı arayıp rapor vereceksin, bu iki. Kesinlikle ve kesinlikle alkol içeren hiçbir şeye dokunmayacaksın, bu da üç. Eğer bu kurallardan birini bile ihlal edersen başına gelecekleri biliyorsun."
"Emredersiniz kraliçem."
Hazırola geçmiş benimle dalga geçiyordu bir de cadı.
"Şimdi, verdiğim karardan caymadan önce ortadan kaybolsan iyi edersin."
Sözlerimi bitirmemi bile beklemeden fırlayıp çıkmıştı mutfaktan. Hafif bir tebessümle arkasından bakıp kalmıştım. Hiç büyümeyecekti bu kız. Oturduğum sandalyeden kalkıp elimdeki boş kahve fincanını da makineye yerleştirdim. Ellerimi de yıkayıp mutfaktan çıkarak salona doğru yürüdüm. Zihnimi boşaltabilmem için oyalanacak bir şeylere ihtiyacım vardı. Aksi halde delireceğime emindim.
Televizyonun karşısındaki koltuğa oturarak kumandayı elime aldım. Kafa dağıtmanın en güzel yolu elbette televizyon izlemekten geçiyordu. Peki izleyebilmiş miydim? Tabii ki hayır!
"Abla!"
Kendi odasından bana sesini duyurabilmek için deli gibi bağıran Fulya buna en büyük sebepti. Oflayarak oturduğum koltuktan tekrar kalktım ve soluğu Fulya'nın odasında aldım.
"Kızım ne bağırıyorsun deli gibi? Gelipte söylesene ne söyleyeceksen."
Gördüğüm manzara tam olarak yatağın üzerine boşaltılmış bir dolaptan ibaretti.
"Ya abla giyecek hiçbir şeyim yok benim."
Dudaklarını büzüp yatağın üzerine oturmuş boşalttığı dolabına bakıyordu. Önemsemezce omzumu silktim.
"İyi ya işte, giyecek kıyafetin yoksa sende gitmezsin olur biter."
Oflayarak oturduğu yatağın üzerinden kalktı, yanıma geldi.
"Abla diyorum ki senin şu gece kıyafetlerinden birini bana ödünç versen?"
Olumsuzca başımı salladım.
"Lütfen abla, söz nasıl aldıysam öyle getireceğim."
Yalvararak bakan gözlerine daha fazla dayanamadım ve arkamı dönüp kapıya doğru yürüdüm.
"Gel bakalım başımın belası gel."
Bir saatin sonunda hazırlanabilmişti Fulya. Karşıma geçip bir tur daha döndü ve umutla gözlerime baktı.
"Ee abla bir şey söylemeyecek misin, nasıl olmuşum?"
Saks mavisi, hemen dizlerinin üzerinde biten, klasik bir elbiseydi üzerindeki. Yakın bir arkadaşımın düğününde giymiş bir daha da kullanmamıştım. Yaptığı yerinde makyajla benden bile güzel olmuştu. Şüpheyle gözlerimi kısıp kolunu hafifçe çimdikledim. Tabii hemen basmıştı yaygarayı.
"Ahh! Abla ne yapıyorsun ya koparttın kolumu!"
"Bana bak fındık kurdu başka kim gelecek bakalım sizinle? Sen normalde bu kadar süslenmezdin."
Gözleri bir an dalar gibi olsa da çabucak toparlandı. Farketmediğimi sandığına emindim, aldırış etmedim.
"Abla ne çok soru sordun sende ya dedim ya işte bizimkiler."
Ben daha fazla üsteleyemeden orta sehpaya koyduğu küçük çantasını alıp kapıya doğru yürümüştü.
"Neyse ablacığım sana doyum olmaz. Ben artık çıkayım arkadaşlara ayıp olmasın."
🌼🌼🌼🌼🌼🌼🌼🌼🌼🌼🌼🌼
Genç kız arkadaşlarıyla beraber mekana girdiğinde olacaklardan habersiz tatlı bir heyecan içindeydi. Uzun zaman sonra kardeşi gibi gördüğü dostlarıyla bir araya gelmiş, hasret gidereceklerdi. Başta gece çıkma fikrine pek sıcak bakmamış olsada arkadaşları ikna etmeyi başarmıştı.
Geldikleri yer aslında Fulya'nın çok fazla tercih edeceği bir ortam değildi. Hatta öyle ki ablası Funda görse kıyameti koparırdı. Ancak Fulya bu bir defalık kaçamaktan bir zarar gelmeyeceğini düşünüyordu. Hatta daha çok temenni ediyordu.
Mavi loş ışıkların altında çılgınca dans eden insanlara baktı genç kız. İçinde anlamlandıramadığı bir sıkıntı baş göstermişti. Derin bir nefes alıp önündeki kokteylden bir yudum daha aldı. Ablasının sıkı tembihi üzerine alkol almayacaktı.
Daha önce öğrenim gördüğü İzmir'de birkaç defa alkol almış sonrasında derin bir suçluluk duymuştu. Ablasına bahsettiği zamansa bir daha tekrarlamama şartıyla Funda sesini çıkarmamıştı.
Oturduğu rahat sandalyede ayağıyla ritim tutmak yetiyordu ona. Arkadaşlarının hepsi deliler gibi dans ederken o sadece oturmayı tercih etmişti.
Telefonunun saatine bakıp gözlerini devirdi. Ablasına rapor verme saati gelmişti yine. Bu gürültüde konuşamayacağını bildiği için oturduğu sandalyeden kalkıp çıkış kapısına doğru yürüdü. Arkadaşlarını telaşa düşürmemek adına, kendisini iyice müziğin ritmine kaptırmış olan Sena'nın yanına ilerledi. Kolunu tutup dikkatini çektikten sonra hafifçe kulağına doğru eğilip bağırarak konuştu.
"Canım ben bir telefon görüşmesi yapıp geleceğim, merak etmeyin sakın!"
Sena anladığını belirtmek istercesine başını sallamakla yetinmişti. Genç kız dışarı çıktığında derin bir nefes aldı. O zaman farketmişti içerdeki havanın ne kadar bunaltıcı olduğunu. Ablasını arayıp izahat verdikten sonra biraz daha kapının önünde oyalandı. Yeniden içeri girmeye niyetlenmişti ki ismiyle seslenildiğini duyup arkasına döndü.
"Fulya Korkmaz?"
Karşısında, siyah takım elbisesinin içinde, ne kadar yaşlı dursada dinçliğini kaybetmediği her halinden belli olan bir adam vardı. Genç kızın kaşları şaşkınlıkla havalanmış sonrasında konuşmak için dudaklarını aralamıştı.
"Evet benim. Fakat sizi tanıyamadım?"
Karşısındaki adamın dudaklarında gayri ihtiyari bir tebessüm belirmişti. Delici bakışlarını genç kızın yüzünden ayırmadan yeniden konuştu.
"Annene ne kadar da çok benziyorsun."
Duyduğu bu cümlenin ardından Fulya'nın kaşları birden çatılmıştı. O arada esen hafif rüzgarın etkisiyle mi yoksa karşısındaki, tanımadığı adamın yaydığı enerjiyle mi olduğu bilinmez bir ürperti geçmişti genç hızın üzerinden. Kollarını önünde bağlayıp sinirle aldığı nefesin ardından yeniden konuştu.
"Kim olduğunu bilmediğim bir adamla daha fazla meşgul olacak değilim. Size iyi geceler."
Genç kız tam arkasını dönüp yürüyecekti ki duyduğu isimle olduğu yerde adeta çivilenmiş gibi kaldı.
"Ben Haldun Korkmaz."
Genç kızın dudaklarından mırıltı halinde birkaç kelime döküldü.
"Korkmaz mı?"
🌼🌼🌼🌼🌼🌼🌼🌼🌼🌼🌼
Kapıdan gelen anahtar sesiyle oturduğum koltuktan hızla kalktım. Gözlerim yeniden duvardaki saatle buluştuğunda kendime bir kere daha sakin olmam gerektiğini hatırlatarak kapıya doğru yürüdüm. Gelen Fulya'dan başkası değildi.
"Umarım telefonlarıma bakmayışın ve geç kalışın için güzel bir sebebin vardır Fulya hanım!"
Saat gece yarısını geçmekle kalmamış iki otuzu gösteriyordu. Çantasını bırakıp, hiçbir cevap vermeden yanımdan geçerek salondaki koltuklardan birine oturdu. Burnuma gelen koku sabrımın son demlerini yaşadığımın habercisiydi. Hızla peşinden gidip karşısına dikildim.
"Sen alkol mü aldın Fulya?"
Kızarmış gözleri, dağılmış saçları ve perişan haliyle boş boş gözlerime bakmaktan başka bir şey yapmıyordu. Daha fazla sabredemeyip sesimi yükselttim.
"Fulya bana cevap ver!"
Gözlerinden akan iki damla yaşı görmem vicdan azabı çekmeme sebebiyet vermişti. Fakat ben onun kötülüğünü istemiyordum ki. Yalnızca onu dışardan gelecek zararlara karşı korumaya çalışıyordum. Tabii anne ve babam yokken ne kadar başarabilirsem. Yavaşça geçip yanına oturdum ve ellini ellerimin arasına aldım. Hızla ellerini benden uzaklaştırıp tıslar gibi konuştu.
"Dokunma bana!"
Fakat yaptığı hareket bardağı taşıran son damla olmuştu. Yaşadığım şaşkınlık hızla yerini öfkeye bırakmış, ağzımdan çıkan sözcükler karşımdaki insanda belki de bir daha onarılamayacak yaralar açılmasına sebep olmuştu.
"Fulya derhal kendine gel! Ne yaptığını sanıyorsun sen? Telefonlarıma bakmayıp, bu saate kadar geciktiğin yetmiyormuş gibi birde alkol almışsın! Beni istemediğim şeyleri yapmak zorunda bırakma!"
Ben daha ne olduğunu anlayamadan Fulya hızla yanımdan kalkıp bağırmaya başlamıştı.
"Bana neden yalan söyledin? Hani birbirimizden hiçbir şey saklayıp gizlemeyecektik?"
Ağzım şaşkınlıkla açılmış, Fulya'nın ne dediğini anlamaya çalışıyordum.
"Ne yalanı Fulya, sen neden bahsediyorsun?"
Gözlerinden akan yaşları elinin tersiyle sildi. Akan makyajı daha da perişan görünmesine sebep olmuştu.
"Ben bu gece amcam olduğunu iddia eden biriyle tanıştım abla! Senin bana söyleme gereği bile duymadığın amcamla tanıştım!"
Kendisini şiddetli bir şekilde hissettiren baş ağrısıyla beraber kulaklarım da uğuldamaya başlamıştı. Lanet olası adam boş durmamış Fulya'nın da karşısına çıkmıştı.
"Ben anlatacaktım."
Sesim her ne kadar mırıltı halinde çıkmış olsada Fulya duymuştu.
"Ne zaman anlatacaktın abla? Söylesene ben bir amcam olduğunu ne zaman öğrenecektim?"
"Bilmediğin şeyler var"
diye hafifçe mırıldandım. Beni ya duymadı ya da duymamazlığa geldi emin değildim. Kan çanağına dönmüş gözlerini gözlerimden ayırmadan konuşmasına devam etti. Artık bağırmıyor sesi fısıltı halinde çıkıyordu.
"Sen bana yalan söyledin. Ben sana sordum, toplantıya neden gitmedin dedim. Sen ise bana yalan söyledin. Bir amcamız olduğunu benden gizledin."
İkimizde hıçkırıklara boğulmuştuk. Bir süre ne o ne de ben konuşamadık. Odada yalnızca iç çekişlerimiz duyuluyordu. Fulya yeniden konuşmaya başladığında aynı sessizlikle onu dinledim.
"Biliyor musun bana ilk söylediği şey anneme olan benzerliğim oldu."
Hiçbir şey diyemedim. O adamın aslında kötü biri olduğunu söyleyemedim. Amcanızım diyen adamın aslında düşmanımız olduğunu haykıramadım. Nasıl söyleyebilirdim ki? Bir hayal kırıklığı daha yaşamasına nasıl müsaade edebilirdim? Söyleyemesem bile denemeliydim. Fulya'yı o adamdan uzak tutmam gerekiyordu. Ve tutacaktım da.
Başımı dikleştirip gözlerimden akan yaşları sildim. Kendime çeki düzen verip Fulya ile adam akıllı konuşmam gerekiyordu. Boğazımı temizledim ve bakışlarımı karşımdaki koltuğa adeta yığılan Fulya'ya çevirdim.
"Şimdi sözlerimi kesmeden beni dinlemeni istiyorum Fulya."
Nihayet dikkatini çekebildiğimde oyalanmadan sözlerimi sürdürdüm.
"O adam sana ne söyledi veya ne anlattı bilmiyorum. Ancak bildiğim tek şey o adamın güvenilir biri olmadığı."
Soru sorarcasına gözlerime baktığında elimi kaldırıp ona engel oldum.
"Sadece dinle."
Bütün olan biteni ona anlattığımda ağzı şaşkınlıkla aralanmıştı.
"Ve sen bütün bunları bana anlatma gereği bile duymadın değil mi abla?"
Sıkıntıyla oflayıp önüme gelen saçları geriye doğru iteledim.
"Endişelenip korkmanı istemedim. Fakat..."
Sözlerimi bölen Fulya'nın acı çekiyormuşçasına çıkan sitemkâr sesi olmuştu.
"Her şeyi sen biliyorsun değil mi abla? Benim için neyin iyi veya kötü olduğunu, kimlerle arkadaşlık edip etmeyeceğimi..."
Aldığı nefesi oflayarak geri verdi.
"Abla anlamıyor musun yoruldum artık! Senin sürekli bir şeylerime karışıp durmandan, sürekli hayatıma müdahale etmenden bıktım. Artık hayatıma karışmaktan vazgeç ve beni rahat bırak!"
Oturduğu koltuktan hızla kalkıp odadan çıkmıştı. Boğazıma yeniden yerleşen yumru nefes almamı kısıtlıyordu. Çok ağır konuşmuştu bu defa. Hiç yapmadığını yapmış kalbimi parçalara ayırmıştı.
Ben çok kötü bir ablaydım. Kardeşime, can parçama iyi bir ablalık yapamamıştım. Oysa ben onu kısıtlamak için yapmamıştım hiçbir şeyi. Ben anne ve babamdan sonra Fulya'yı da kaybetmekten korktuğum için böyle davranıyordum.
Alamadığı m nefeslerden dolayı ciğerlerim yanmaya başlamıştı. Oturduğum koltuktan kalkmak istedim. Kalkmak ve çekmecede duran ilacımı almak istedim. Fakat buna bile halim yoktu. Zihnim yavaş yavaş bulanmaya başlamış, beni karanlığın kollarına çekiyordu. Daha fazla direnmeyi boşverip kendimi karanlığın kollarına bıraktım...
Herkese merhaba. Umarım severek okuduğunuz bir bölüm olmuştur. Bölüm hakkındaki düşüncelerinizi benimle paylaşırsanız çok mutlu olurum... |
0% |