Yeni Üyelik
1.
Bölüm

1. Bölüm

@floranincikolatasi

 

-DERİN-

 

 

 

 

İNTİKAM MELEKLERİ 1

“imkansızların gerçekleşme hikayesi”

 

 

 

 

KEREM ENES

 

EDA İDİL

 

 

“Yolumu aydınlatmam gerek”

 

 

 

 

-Önsöz-

 

Ben Derin!

Bu benim ilk romanım. Olabildiğince iyi yazmaya, saçma olmamasına özen göstererek yazmaya çalıştım. Aslında ben bu kitabı ikinci kere yazıyorum. ‘Anlamadım’ dediğinizi duyar gibiyim. İlk kafamda böyle bir hikaye oluştuğunda hemen yazmaya çalıştım. Saçma oldu. Bende sildim. Noktalama işaretlerine özen göstermedim. İç ses yoktu. Kimin de düşündüğü ile alakalı kelimeler yoktu. Direkt bir konu vardı. Sadece konuşmalar ve olay anlatımı. Bende sildim ve bu kitabı daha kaliteli, daha heyecanlı, daha anlaşılır şekilde yazmaya başladım. Aslında bu kitabı bastırma gibi bir düşüncem yoktu. Sadece sıkıldığımda zaman öldürsün diye yazıyordum. Kim bilir? İlerleyen zamanlarda bastırırım belki…

 

Sana iyi okumalar.

 

 

 

-Giriş-

 

                                                       

 

Ben Eda Yalçınkaya. Hayatımı iki hafta önce kaybettim. En mutlu olduğum günleri, yaşanmış en güzel anılarımı…

Bundan iki hafta önce çok güzel bir hayatım olduğunu sanıyordum. Babam ölene kadar.

Babam öldüğünde her şey bitmişti benim için.

İçimden beni ayakta tutan parçayı söküp almışlardı sanki. İnsan en değer verdiği varlığı kaybedince böyle hissediyormuş demekki. Babam benim ayakta durmamı sağlayan insandı. Annem de öyleydi tabii. Bana her seferinde kötü olan şeylerin içinden çıkan güzel şeylerinde olduğunu fark ettirmişlerdi. Zor zamanlarımda ellerimi tutmuşlardı. Düştüğüm yerden tek başıma kalkabilmeyi öğretmişlerdi. Üstelik şu an tam yanımda olması gereken zamanda yoktu. Bunun nedeni hırs, öfke ve kıskançlık. Bu hırs, öfke ve kıskançlık bir araya gelmemesi gerek üç kelime. Ama maalesef babamın eski ortağı bu üç kelimenin birleşince yarattığı etkiyi fark edememişti. Etmek istememişti. İşte bu kelimeler birleşince ortaya sadece acı bir kayıp çıkmıştı.

 

      

(Günümüzden yıllar önce…)

 

Tuncay Yalçınkaya (Eda’nın babası) 19 yaşında. Çocukluk arkadaşı ile başarılı bir yere gelmek için gece gündüz çalışıyorlar. Bunca emeğin karşılığını alıp 4 yılın sonunda kendilerine bir şirket açıyorlar. Henüz ikiside bu şirketi açtıklarında 23 yaşındalar. Tuncay, şirkete iş başvurusunda gelen bir kadına aşık oluyor. Birbirlerini tanıdıktan bir yıl sonra evleniyorlar. Evlendikten iki yıl sonra da Eda doğuyor. Eda doğduktan iki sene sonra da Tuncay’ın ortağı (aynı zamanda çocukluk arkadaşı) aklınıza gelmeyecek kadar yüklü miktarda parasını kumarda kaybediyor. Borcunu ödemek için şirketin parasını kullanmak istiyor ancak Tuncay buna izin vermiyor. Bu sebeple aralarında tartışma çıkıyor. En sonunda Tuncay’ın ortağı mahkeme kararıyla borcunu ödeyemediği için cezaevine gönderiliyor. Oradan yıllar sonra çıkıp intikamını almak için planlar yapıyor. Onunda yıllarını verdiği şirketin sadece Tuncay’ın üzerinde olması öfkesine yenik düşmesine ve Tuncay’ı herkese trafikte sanki kazaymış gibi öldüğüne inandırmıştı. Polisler delil olmadığı için bir şeyler yapamıyordu.

                                                          

2 Mart 2024

 

Onun öldüğü gün çıkmıyor aklımdan. Annemle alışverişe gitmiştik. Bir mağazaya girdiğimizde annemin telefonu çaldı. Açıp kulağına götürdüğünde bende ona bakıyordum. Yüzünde dehşet dolu bir ifade vardı. Elinden kayıp düştü telefon. Ben ona ne olduğu sorarken annem birden bayıldı. Sonra yerdeki telefonu alıp kulağıma götürdüm. Ne olduğunu sordum. Biri bana babamın öldüğünü söyledi. Dalga geçiyorlar sandım. Yerde yatan anneme baktım. Mağazada olan herkes annemin başında toplanmış ayıltmaya çalışıyorlardı. Ben olanlara anlam veremiyorum. Telefondaki kişi bize şaka yapıyor sanıyordum. Güldüm. Kahkahalara boğuldum. Gülerek yere oturdum. Sonra gerçekten de telefondaki kişinin doğru söylediğini anladım. Arkada ambulans ve polis arabasının sirenlerinin seslerini duymaya başladım. Herkes çığlık çığlığa adam ölmüş gibi cümleler kullanıyorlardı. Telefonu yere fırlatıp sinir krizleri geçirmeye başladım. Ortalığı yıktım. Bağıra çağıra yüzümü tırnaklarımla çizmeye başladım. Saçlarımı yolmaya çalıştım. İnsanların çoğu bana deli gözüyle bakıp videoya alırken, bazı diğer insanlar beni sakinleştirmeye çalışıyordu.

Neden onun bir kızı ve eşi olduğunu düşünen olmadı? Neden onun bir annesi babası olduğunu düşünen olmadı? Neden onun kardeşlerinin olduğunu düşünen olmadı? Neden onun akrabalarını düşünen olmadı? Neden? Neden? Neden? Neden onun bir ailesi olduğunu düşünen olmadı?

Çok mutsuzdum. Babam olmadan nasıl yaşayacağım hakkında en ufak bir fikrim yoktu.

Ama yaşıyordum.

Evde nereye başımı çevirirsem çevireyim, babamla olan anlılarım geliyor aklıma. Bir kişi baba desin, saatlerce ağlayabilirim. Babam bana bir kere bile elini kaldırmamıştı. Bana bir kez olsun sesini yükseltmemişti. Şımarık falan değildim. Ben babama ‘bana para ver’ demedim. ‘Bana şunu al’ da demedim. Babam her zaman bende önce davranırdı. Neye ne zaman ihtiyacım olduğunu bilirdi.

Ben ne yapacaktım peki? O olmadan ne yapacaktım? Kalbim parçalanmış bir vazo gibiydi. Bantla yapıştırılmıştı parçalar. Eskisi gibi sağlam ve güçlü değildi. Dokunsam sanki tekrar parçalara ayrılacaktı.

Ruhum bir yapboz gibiydi. Sanki yapbozu tamamlayacak en önemli parça kayıptı. Eskisi gibi olmayacaktı artık.

Acı…

Beni, tek bir kelime olarak anlatacaksam bu “acı” olurdu.

 

 

 

 

 

 

 

Bölüm-1

“Akıllı olun”

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

3 Mart 2024

(Günümüz)

 

Her zamanki gibi akşam olmuş ve bahçemdeki salıncağımda oturuyordum. Genellikle kitap okurdum. Bu sefer yanımda kitap yoktu. Düşüncelerim vardı. Daha çok onlara kafa yormak istiyordum.

Okula babamın öldüğü günden beri hiç gitmemiştim. Bana babamı hatırlatacak çok şey vardı. Herkes bana onunla alakalı şeyler soracaktı. Ama artık 11. Sınıf olacaktım. Daha ne kadar kaçacaktım bu durumdan? Biran önce okula dönmem gerekiyordu. Bunun farkındaydım. Açıkçası arkadaşlarımıda özlemiştim. Özellikle İdil’i. Sadece sınıftan bir yakın arkadaşım vardı. Oda İdil. Diğerleriyle az çok sohbet ederdik, vakit geçirirdik. Sınıfça kimse ayrım yapmazdı. Tabii herkesin bir yakın arkadaşı vardı. Ama bu ayrım yapacağımız anlamına gelmiyordu. Okulun en dayanışçı sınıfı olabilirdik. Tek sorun dalga geçme huylarımızın olmasıydı. Hepimizin vardı. Bu yüzden kimse şikayet etmiyordu. Dalga olmazsa nasıl eğlenirdik bilmiyorum. Ama artık en yakın zamanda dönmem gerekiyordu. Sanırım yarın dönüyorum.

Telefonum çaldığı sırada birden irkildim. Ben sessiz ortamda bir şeyler düşünürken aniden ses gelince böyle oluyordum.

 

“Köftem kişisi arıyor”

 

İdil arıyordu. Simsiyah saçları ve masmavi gözleri vardı. Göz rengimiz aynıydı. İdil’in saçında hiç değişik bir model görmemiştim. Her seferinde saçları dümdüzdü. Nereye giderse gitsin hiç toplamazdı. Sadece düz ve bağlanmamış bir saç. Markete bile gitse, mutlaka saçlarını düzleştirirdi. Hiç saçını düzleştirirken bile görmemiştim. Açık konuşmak gerekirse mal bir arkadaşım vardı. Ben onun aksine kumral saçlarımı genellikle toplardım. Öyle bir takıntım yoktu. Bazen düzleştirir serbest bırakırdım, bazen dalgalı yapardım, toplardım, örerdim…

Onunla az çok konuşmuştuk. Normalde her gün okulda ve okul çıkışlarında görüşmemize rağmen birde sanki hiç görüşmüyormuşuz gibi eve gelince saatlerce telefonda konuşurduk. Bir süre yalnız kalmamın bana iyi geleceğini söylemişti. O yüzden fazla aramıyordu. Gününün neredeyse tamamını benle geçirmesine rağmen bensiz ne yapmıştı bu zamana kadar?

Çağrısını kabul ettim.

“Alo İdil.”

“Eda! Naber tatlım?” sesi endişe ve neşeyle karışıktı.

“İyiyim sen?”

“Bende iyiyim. Ne yapıyorsun diye merak etmiştim. Daha iyi misin?”

“İyim merak etme.”

“Özledim be kanka.”

“Yarın geliyorum.”

Sanırım anlık bir şok geçirdi. Bir kaç saniye cevap vermedi.

“Ne?” diye bağırdı. “şaka yapmıyorsun değil mi? Geliyorsun yani? Sayın Feria Koleji öğrencisi Eda Yalçınkaya reklamlardan sonra aramıza tekrar dönüş yaptı.”

Kahkaha attım. Babamdan sonra ilk defa gülmüş olabilirdim.

“Aptal.”

Oda kahkaha attı. Az önce İdil’in mal olduğunu düşünmüş olabilirdim. Ama bende ondan farksızdım.

“Seni yarın evden almaya geliyorum.”

“Tamam almaya gelirsin ama ben yürüyemem. Biliyorsun Semih abi beni götürüp getiriyor.”

Semih abi evimizin şoförüydü. Siyah saçlı kahverengi gözleri vardı. 26 yaşındaydı. Aynı zamanda evimizde çalışan hizmetçimiz Tülay ablanın abisiydi. Oda onun gibi siyah saçlı kahverengi gözlüydü. O kadar benziyorlardıki birbirlerine! Bir gün “biz kardeş değilmişiz” deseler hayatta inanmazdım.

“Ne var kızım. Sizde şoför varda bizde yok mu sanki? Fazla uzak değil okul sende biliyorsun.”

“Ama yürümek istemiyorum.”

“Eda! Bak beni oraya getirtme bu saatte. Zaten evlerimiz yan yana iki dakikaya orda olabilirim hatırlatırım.” Özellikle ‘hatırlatırım’ kelimesini vurgulayarak söylemişti.

“Yani saçın düzse iki dakikaya gelebilirsin. Ama düz değilse yarım saati bulur.”

“Eda! Geliyor musun, gelmiyor musun?”

Saçı düz değildi. Düz oldaydı muhakkak gelirdi. Hemen evine gidip elimde kamerayla odasına baskın yapasım gelmişti. Sahi, ne olur ki gitsem?

“Tamam çok ısrar ettin madem.”

“Heh işte! Yola gel biraz.”

“Ee anlat bakalım okulda neler oldu?”

Aslında iki haftalık süreçte pek bir şey olmasını beklemiyordum.

“İrem okuldan atıldı, sınıfa Hazal diye bir kız geldi, Berk matematikten 35 aldı.”

İdil motor gibi sıralarken bir an Berk’in matematikten 35 aldığını duyunca ani bir şok geçirdim.

“Yalan atma Berk matematikten 35 almış olamaz.”

Bu imkansız bir olaydı. Buna inanmam mümkün değildi. “Kanka İsmail YK ile sevgili oldum” demesiyle “Berk matematikten 35 aldı” demesi aynı şeyleri bağdaştırıyordu. Nasıl İsmail YK ile İdil’in sevgili olması imkansızken bu da aynı onun gibi imkansızdı.

“Lan vallahi yalan değil. Hoca bile Berk’in kağıdını yirmi kere baştan okudu acaba yanlış saymış olabilir miyim diye. Bütün sınıf şok geçirdi.”

Derin bir nefes aldım.

“Peki. Her ne kadar inanmak zor olsa da başka çarem kalmadı.”

“Dimi dimi? Bende de öyle oldu işte.”

“Hazal geldi dedin?”

“Evet. Aşırı gıcık kanka ya!”

“Demek yarın uzun bir aradan sonra ilk kavga geliyor.”

Cidden kavga etmeyi de bu kadar özlemiş olamam ya. Tabii hiç biri babamı özlediğim kadar değildi. Yine aklıma gelince gözlerim doldu.

İdil’le yaklaşık yarım saat kadar daha sohbet ettikten sonra konuşmamızı sonlandırdık. Hızlı adımlarla bahçemden çıkıp sağa doğru ilerledim. Bizim evin hemen yanındayı onların evi. Bahçelerinin kapısını açıp evlerinin olduğu kapıya ilerledim. Kapıyı çaldım. Yasemin abla açmıştı kapıyı. İdillerin evinde çalışıyordu. Kızıl saçlı ela gözlüydü.

“Eda hoşgeldin.”

“Hoş buldum! Ee şey İdil’e acil bir şey göstermem gerekiyor. Girebilir miyim?”

“Tabii ki. Gel bakalım.”

İçeri girer giremez merdivenlere yönelip hızla yukarı çıktım. İdil’in kapısının önüne geldiğimde telefonumu çıkarıp video almaya başladım. İçeri baskın yapar gibi girdim. İdil yatağının içinde oturuyordu. Sırtını başlığa dayamış, elinde telefon bana şaşkın şaşkın bakıyordu. Bense şok geçiriyordum. İdil’in saçı düz değildi. İlk defa onu böyle görüyordum. Saçı kıvırcıktı ve tepeden ev topuzu yapmıştı.

“Eda?”

“İdil ben… şey…”

“Hoşgeldin.” dedi yerinden kalkıp bana sarılırken. “Özlemişim be!”

“Bende özledim.”

Şimdi ne diyecektim? “Saçın düz değildi o yüzden bakmaya geldim” mi diyecektim şimdi?

“Bir sorun mu var Eda?”

“Kanka sen olsan sende öyle yapardın.” dedim. Topuz yaptığı tokayı çektim ve saçı açıldı. İdil’in ilk defa saçını toplu görmüştüm. Şimdi ise kıvırcık saçını açık bir şekilde görüyordum.

“Ne yapıyorsun Eda?”

“Çok güzel.”

“Ney güzel?”

“Saçın. Saçın çok güzel. Her gün yakıyorsun bu saçı.”

İdil’i tanıyamıyordum resmen. Saçı çok güzel duruyordu. Düzleştirecek bir taraf göremiyordum. Saçı düzkende güzeldi fakat böyle bir takıntısı olması gereken bir saç kesinlikle değildi.

“Sen… sen o yüzden mi geldin?”

“İdil sen olsan sende benim gibi yapardın. Hatta çoktan yapmıştın.”

“Kızım sende benim gibi malsın!”

“Evet. Biz malız. Üçümüz. Sen… ben… ve saçın.

“Saçım niye mal.”

“Her seferinde yakıyorsun. Saçında buna bir tepki göstermiyor. Baksana hiç yıpranmamış. Tepki gösterseydi yapmayı bırakırdın.”

Ve ikimizde kahkahalara gömüldük.

 

Eve geleli baya olmuştu. Saat 23.38 di. Normalde bu saatlerde uyurdum fakat uykum yoktu. Bende bilgisayarımdan film açtım ve izlemeye başladım.

Filmin kırk üçüncü dakikasındaydım. Filmi durdurup mutfağa indim. Cips ve kolayı aramaya başladım.

Birden bir gürültü koptu.

Başımı sesin geldiği yere çevirdiğimde mutfaktaki bahçeye açılan cam sürmeli kapının parçalandığını gördüm. Tamamen kırılmıştı. Yerde bir sürü cam parçaları vardı. Kendi kendine kırılmadığına göre bunu biri yapmış olmalıydı. Şaşkınlıkla yerde duran cam parçalarına bakıyordum. O sırada merdivenden bağıra çağıra inen annemi gördüm. Koşarak mutfağa girdi. Arkasından Semih abi onun arkasından Tülay abla girdi mutfağa. Üçüde bana şaşkın gözlerle bakıyorlardı.

“Kızım! Ne oldu burada?” annem aşırı endişeliydi.

“Anne ben mutfağa yemek için bişeyler almaya gelmiştim, o sırada cam parçalandı. Bende ne olduğunu anlamadım.”

Semih abi parçalanan camın yanına doğru ilerledi. Yerden eline beyaz bir şey aldı. Bu beyaz şey taşa sarılmış bir kağıttı. Cam kapı bu taşla kırılmış olmalıydı. Annem Semih abinin yanına gidip elindeki kağıdı aldı. Bende yanına gittim.

 

AKILLI OLUN!

 

Kağıda kocaman harflerle yazılmıştı. Anneme baktığımda gözünden yaşlar akmaya başlamıştı. Kim? Hangi haysiyetsiz, karaktersiz bunu yapabiliyordu? Başka kim olacaktı ki?Hem suçu kendileri işleyip birde bizi tehdit edemezlerdi. Buna hakları yoktu. Biz bu işin peşini bırakmadığımız sürece onlarda bizim peşimizi bırakmayacaktı. Biz onların peşini bırakmayacaktık. Bunun hesabını vereceklerdi.

Loading...
0%