Yeni Üyelik
13.
Bölüm

13. Bölüm

@floranincikolatasi

 

Bölüm-13

Hiç bir evlat babasına bela okumazdı ama

ben… okudum.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

“Bırak Eda’yı!” dedim. “Sizin burada ne işiniz var siktiğimin piçi?”

“Bak ağır laflar kullanma. Buraya bizi baban gönderdi vahşi kurtçuk.”

Eda aniden yüzünü bana çevirdi.

“Ne demek baban gönderdi?”

Cevap vermedim. Veremezdim de zaten. Ama illaki bu durumu ona açıklamak zorunda kalacaktım. Şu an bunu düşünemezdim.

“Eda yoksa sen bilmiyor musun?” dedi o piç.

“Kerem! Ne demek baban gönderdi? Cevap ver.”

“Sana bu durumu sonra açıklayacağım tamam mı Eda?”

“Zaten öğreneceksin, daha doğrusu onu göreceksin.” dedi yine o piç.

“Kerem ne oluyor? Bana anlat çabuk!”

“Eh yeter! Yürüyün dışarı. Hadi çabuk.”

Annem o pisliklerden birinin kucağında, Eda ile benim başımda silah, ellerimiz arkadan bağlı bir şekilde siyah büyük arabalara bindirildik. Eda’nın hangi arabada olduğunu bilmiyordum. Arabalar henüz hareket etmemişti. Peki şimdi ne yapacaktım? Eda’ya bunu nasıl açıklayacaktım? Sanırım ayrılmıştık. Daha suratıma bakacağını sanmıyordum. Bizden nefret edecekti. Ama ben yinede onun peşini bırakamazdım. Ben ona aşıktım, eninde sonunda barışmanın bir yolunu bulacaktım. En fazla bu yolda üzülür ama yinede peşinden koşacaktım. Babam ama, ben ona artık baba demek istemiyordum. Çünkü ona baba demem için zerre çabalamamıştı. Bir baba oğluna, eski aşkına ve oğlunun sevgilisinin başına silah dayatır mıydı? Bizi ölümle tehdit eder miydi ve kaçırtır mıydı? Mıydı da mıydı… bunları yapacak kadar seviyesiz, karaktersiz ve vicdansız olabilir miydi?”

Hiç bir evlat babasına bela okumazdı ama ben… okudum.

 

İdil Bozkurt…

 

Eda ile aramızın açıldığını düşünüyordum. Artık eskisi gibi değildik. Her gün okulda yan yanaydık, çıkışta biryerlere giderdik, buda yetmezmiş gibi eve geldiğimizde saatlerce telefonda konuşurduk. Onu özlemiştim. Eskisi gibi olmayı… Enes’le sevgili olduğumuzu bile söylememiştim. Şu an Eneslerin evinde, salonda oturmuş uno oynuyorduk.

“Aptal mısın, ben kırmızı attıktan sonra niye yeşil atıyorsun?” dedim. Yine şike yapıyordu.

“Pardon görmemişim.” aptalı oynuyordu.

“Neyi görmüyorsun? Ben oynamıyorum.”

“Çocuk gibi mızmızlanma.”

“Sende çocuk gibi şike yapma!” her oynadığımız oyunda illa beni kızdıracak bir şey buluyordu.

“İdil…”

“İdil ne? Sen oyunu sadece kazanmak için oynuyorsun! Oyun eğlenmek için oynanır.”

“Uno yüzünden girdiğin triplere bak.”

“Uno için değil, sen her zaman ne oynarsak oynayalım şike yapıyorsun.”

Enes bana cevap vermek için dudaklarını aralamıştıki kapı çalmaya başladı. Enes salondan çıkıp dış kapının yanına gidip kapıyı açtı.

“Selam gençler.” dedi tanımadığım bir ses. Bende hemen kapının yanına ilerledim. Gördüğüm manzara karşısında şok geçirdim. İki adam ellerindeki silahı bize doğur tutuyordu.

“Ne oluyor, siz kimsiniz?” diye sordu Enes.

“Bizi Faruk Uysal gönderdi. Şimdi düşün önümüze!”

Faruk Uysal mı? Ama bu adam Eda’nın babasının katili. Yine korkmaya başlamıştım. Bize ne yapacaklardı yine? Bizimle uğraşmaktan sıkılmamışlar mıydı? Daha ne kadar sürecekti bu durum? Polislere şikayet edemiyorduk çünkü zararlı yine biz çıkacaktık. Bize zarar verebilirlerdi.

“Faruk kim lan!” diye bağırdı Enes.

“Senin arkadaşının babası, bilmiyor musun yoksa?” dedi adamlardan biri. Yani Eda’nın babasının katili Enes’in arkadaşlarının babalarından biri mi? Yok artık. Kafam çorba olmuştu. İçinde olduğumuz durum çok karışıktı.

“Hangi arkadaşımın babasıymış o herif?”

“Kerem’in.”

Enes’le aynı anda birbirimize baktık. Ne saçmalıyordu bu adamlar?

“Kerem’in babasının adı Çetin bir kere!” dedi Enes. Nasıl yani? Bu duruma daha fazla katlanamayacaktım. Aklımdan milyonlarca soru geçiyordu.

“Çetin mi?” diyerek güldü adam.

“Her neyse! Düşün önümüze yoksa sıkarız kafanıza.”

Başımızda silah, ellerimiz arkadan bağlı bir şekilde sitenin otoparkına indik. Siyah büyük arabalara bindirildik. Arabaya biner binmez Eda’yı gördüm.

 

Enes Yılmazer…

 

İdil’le ayrı arabalara bindirilmiştik. Ben Kerem’in annesini arabada görünce şok olmuştum. Kadın baygın halde arabada yatıyordu. Başımızda da bir adam vardı. İdil, ben ve Pera abla ne alakaydık? Eğer Pera abla buradaysa Kerem’de mi buradaydı? Peki Eda… o neredeydi? Hiç bir şey bilmiyordum. Kerem’in babasını hiç görmemiştim. Adının Çetin olduğunu söylemişti Kerem bana. Ne oluyordu hiç bilmiyordum. Her şey çok karışıktı.

“Enes?” Pera abla uyanmış, bana meraklı gözlerle bakıyordu.

“Konuşmak yok! Kapayın çenenizi.” dedi başımızda duran adam.

Beynini siktiğim.

“Kim bu Faruk?” dedim.

“Kapa çeneni sıkarım kafana!”

Orospu çocuğu.

 

Eda Yalçınkaya…

 

“Eda?”

İdil buradaydı. Arabaya binip yanıma oturdu. Arkasından da Mert binip karşımıza oturdu.

“İdil?”

“Susun! Konuşmak yok.” dedi Mert.

“Sizin olmayan aklınızı sik…” diyemeden alnıma silahı dayadı.

“Ya şimdi susarsın, yada ömür boyu konuşamazsın… hangisi?”

“Piç kurusu!” dediğim anda İdil dirseğiyle koluma vurup kulağıma eğildi.

“Kızım başımıza ne gelecekse senin şu çeneni tutamamandan gelecek.”

Cevap vermedim. Mert alnımdaki silahı yavaş yavaş çekiyordu. Eliyle “gözüm üstünüzde” işareti yapıp başını başka yöne çevirdi.

 

Yaklaşık iki saat kadar- benim tahminim- yol katettikten sonra araba durdu. Kapı açılınca Mert arabadan indi. Kapı tekrar kapandı. Biz bir süre daha arabada kaldıktan sonra tekrar açıldı.

“İnin.”

“Çok kibarsınız, pek sevgili adam kaçıran bey.” dedi İdil. İkimizde arabadan indik. İnerken etrafa göz attım. Önümüzdeki arabadan Enes ve Pera hanım iniyordu. Arka taraftanda yalnızca Kerem iniyordu. Bir kaç saniye Kerem’le göz göze geldik. Ben pek umursamadan önüme dönüp başımıza silah dayayan adamın adımlarını takip ettim. Bize ne olacağı hakkında en ufak bir fikrim yoktu. Bu Faruk denen piç bizimle daha ne kadar uğraşacaktı. Her saniye ondan daha fazla nefret etmem için çabalıyordu. Giderek öfkem artıyordu. Polise gidip şikayetçi olmadığımız için kendimi parçalayacaktım neredeyse!

Loading...
0%