Yeni Üyelik
14.
Bölüm

14. Bölüm

@floranincikolatasi

 

Bölüm-14

“Memnun oldum, bende Faruk Uysal”

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

İki katlı bir villanın bahçesinde yan yana dizildik. Buraya yürürken etrafa göz attım fakat koskoca bir ormanın ortasındaydık. Etrafta ne bir ev yada market gibi yerler yoktu. Kaçmaya çalışsak kaybolurduk. Zaten kaçamazdık. Burada en az seksen silahlı adam vardı.

Gözüme bir yüz çarptı. Villadan, önde takım elbiseli bir adam, yanlarında ise bir kaç silahlı adam dışarı çıktı ve gelip tam karşımda durdu.

“Eda sen misin?” dedi takım elbiseli adam.

“E-evet.”

“Memnun oldum, bende Faruk Uysal.”

Başımın döndüğünü hissediyordum. Aniden gözlerim kararmaya başladı. Midem bulandı, bayılmam an meselesiydi. Kendimi yerin soğukluğunda hissetim. Etrafımda bağıranların kim olduğunu ayırt etmek zor değildi. Sonra kulağıma kahkaha sesleri geldi. Kapanmak üzere olan gözlerim, en son bana yaklaşan ayakları gördü.

 

Gözlerimi açtığımda bir odanın içindeydim. Bu oda bana biryeri hatırlattı. El kadar pencere, bomboş oda ve bir duvarın ful camdan olması…

“Ne-neredeyim ben?”

“Eda!”

İdil ve ben bu boş odanın içindeydik. Cama vurma sesleri gelince başımı sesin geldiği yere çevirdim. Kerem ve Enes. Onlarda o odanın içindeydi ve Kerem cama vuruyordu. Tekrar başımı İdil’e çevirdim. Kerem bana ne olduğunu anlatmamıştı. Faruk denen o pislik gerçekten onun babası mıydı… ?

“İdil ne oldu bize, neden buradayız?”

“Sen bayıldıktan sonra villanın içine girdik. Burayı görünce travmam oluştu. O kaçırıldığım yere çok benziyor bu oda. Bayağıdır buradayız ve alışmış sayılırım.”

“Buradan ne zaman çıkacağımızı söylediler mi?”

“Hiç çıkamayacakmışız.”

“Ne demek hiç çıkamayacağız?”

“Öyle dedi o Faruk piçi.”

“Okul ne olcak?”

“Bizi okula bırakıp çıkışta tekrar buraya geleceğimizi söylediler.”

“Gerçekten mi?”

“Kızım manyak mısın sen? Tabii ki şaka yapıyorum.”

Annem… o ne yapıyordur acaba? Ağlamak istiyordum ama güçlü olmak zorundaydım. Kerem’i çok seviyordum fakat bana açıklama yapana kadar konuşmak istemiyordum. Konuşabileceğimizi zannetmiyordum çünkü buradan çıkamayacaktık.

“Acıktım ben.” dedi İdil.

“Sen demesen acıktığımı fark edemezdim.”

“İllaki buradan çıkacağız biliyorsun değil mi?”

“Bilmiyorum İdil. Hiç bir şey bilmiyorum.”

 

Pencereden baktığımda sadece karanlık bir orman vardı. Giderek daha çok acıkıyorduk. Aynı zamandan suyada ihtiyacımız vardı. Çok susamıştık. Yerde oturmuş öylece bekliyorduk. Kapı açılınca İdil ayağa kalktı. Masa, sandalye, minder, yemek tepsisi ile adamlar içeri girdi. Eşyaları ortaya koyup çıktılar. Bizde İdil’le eşyaları yerleştirdik. Kerem ve Enes ilk yemekleri yiyip öyle eşyaları yerleştiriyorlardı. Bizde masaya oturup öyle yedik. Sonrada minderlerin üzerine oturup uyumaya çalıştık.

 

       

Kerem Uysal…

 

Buradan çıktığım ilk gün şu soyadımdan kurtulacağım. Annemin soyadıyla değiştireceğim. Babamın hala böyle saçma bir şey yapmasını aklım almıyor. Ve ben hala ona baba diyorum.

Faruk, Faruk, Faruk, Faruk… böyle hitap etmem lazım.

“Sen bana şu konuyu detaylı anlat bakalım.” dedi Enes.

“Ne konusu?”

“Faruk denen it senin neyin oluyor?”

“Baştan anlatıyorum o benim babam…” diye başladım tüm her şeyi anlattım.

“Nasıl yani Eda’nın babasının katili senin baban mı?”

“Maalesef.”

“O zaman İdil’i kaçıranda senin baban. Şu an burada olmamızın sebebi de senin baban!” diye bağırdı.

“Ne bağırıyorsun oğlum! Babamı kendime ben mi seçtim?”

“Durdurabilirdin!”

“Onun suratını yıllardır görmedim nasıl durdurabilirdim? Kendine gel! Evet benim babam böyle bir adam ne yapabilirim?”

“Ağlayacağım şimdi. Bana niye daha önceden söylemedin?”

“Utandım!” dedim. “Benim babam pisliğin biri, benim babam katil, benim babam hapiste diyemedim işte! Utandım, onun benim babam olmasından utandım!”

 

Faruk Uysal…

 

“Mert, bana Kerem’i getir.”

“Tamam Faruk bey.”

 

Yaklaşık iki dakika sonra kapı çaldı.

“Gir.”

“Ne istiyorsun? Ben senin suratını görmek zorunda değilim.”

“Kerem! Beni dinle.”

“Ne saçmalayacaksın?”

“Benimle düzgün konuş.”

“Sen düzgün konuşulacak biri değilsin!”

“Buradan çıkmak istiyorsan…”

“Ya ben senin öz oğlun değil miyim, buraya hapsettiğin insanlar benim yakınlarım değil mi? Bir insan bunu öz oğluna nasıl yapar ya? Nasıl bu kadar karaktersiz olabiliyorsun? Kendine gel Faruk bey!”

“Faruk bey öyle mi, Sen babana bey mi diyorsun?”

“Doğru, sana ‘bey’ kelimesi ağır gelir. En iyisi…”

“Yeter ulan!” dedim ve suratına tokatı indirdim. Başı, tokatın etkisiyle yan tarafa savruldu. Tekrar yüzünü bana çevirip anlam veremediğim bir ifadeyle yüzüme baktı.

“Bizi hemen serbest bırakacaksın!”

“Bırakmayacağım!”

“Geleceğimiz söz konusu! Ve sen okula gitmemize engel oluyorsun. Bizim okulda yokluğumuzu fark edip ailelerimize soracaklar. Bunu hiç mi düşünmedin?”

“Tabii ki düşündüm! Müdürleriniz sağ olsun, para lafını duyunca işim zor olmadı.”

“Senden nefret ediyorum Faruk Uysal! Bu tokatın kat ve katını sen hak ediyorsun. Okulda hep seni bana sorduklarında öldü demiştim. Gerçekten ölmüşsün. Sen artık benim için yoksun.”

Daha fazla söylediklerine katlanamıyordum. Şuracıkta gebertesim vardı. Belimdeki silahı çekip ona doğru doğrulttum. Tek isteğim korkmasıydı.

“Sana baba demeye utanıyorum! Bir baba, öz oğluna silah kaldırır mı? Yılllarca ben utandım ama sen hala utanmadın kendinden. Bir baba öz oğluna bunları yapar mı denilen her şeyi yaptın bana. Sana sadece son kez bir şey söyleyeceğim. Allah senin belanı versin.”

“Çık lan dışarı. Mert! Al şu şerefsizi başımdan.”

Mert hızla odaya dalıp Kerem’in kolundan sürüklemeye başladı. Kerem ise hala bana bir şeyler demeye çalışıyordu.

“Eda’nın olduğu odaya gitmek istiyorum. Sadece beş dakika.”

“Mert, beş dakika dediği yere götür.”

“Tamam Faruk bey.”

İstediğimi alana kadar durmayacaktım. Benim sözüm dinlenecek ve gelip özür dileyeceklerdi.

 

 

Eda Yalçınkaya…

 

“Sence Kerem nereye gitti?” dedi İdil.

“Bilmem.” diyerek omuz silktim. “Umrumda değil. Ne hali varsa gör…” derken kapı açılma sesiyle cümlem yarıda kaldı.

Kerem… Onun burada ne işi vardı?

“Sadece beş dakika, süren başladı.” dedi Mert. Ardından kapı tekrar kapandı.

“Senin bu…”

“Eda lütfen sadece beni dinle. Zaman kısıtlı. Faruk Uysal benim babam. Senin babanı öldürdüğünü ben o lokantada öğrendim. Senin bize babanı anlattığın gün.”

“Peki bana bunu o gün niye söylemedin?”

“Ben kimseye söylemedim Eda. Enes bile daha yeni öğrendi. Ben utandım. Çok utandım. Kimseye söylemedim. Bir tek annemle ben biliyorduk. Polise falanda gidemedik. Tıpkı sizin gidemediğiniz gibi. Beni affedebilecek misin?”

O kadar çaresiz gözlerle bakıyordu ki? Aslında onun bir suçu yoktu. Ben onun yerinde olsam belki bende söyleyemezdim. Hem zaten ben onu çok seviyordum. Daha fazla üzülmesine dayanamazdım. Bana bu durumu anlatmak için kendini parçaladığı çok belliydi. Onu anlayabiliyordum.

“Seni çok özledim.” dedim ve boynuna atladım. Bir kaç saniye sarıldıktan sonra tekrar ayrıldık.

“Bu tekrar…”

“Evet bu tekrar sevgiliyiz demek oluyor.” diyerek sözünü tamamladım. Ardından yanağına öpücük kondurdum.

“Seni kaybettiğimi zannettiğimde ne durumda olduğumu bilmiyorsun.”

“Anlaşılan saatlerdir bu durumu nasıl anlatacağını düşünüyordun. Peki baban ne diyor?”

“Süre doldu! Yürü.”

Kerem bana minnettar bakışlar atarak odadan çıkıp yan odaya geçti. Elimi camın üzerine yerleştirdim. Oda elini benim elimin üzerine gelecek şekilde cama yerleştirdi. Ellerimizin değmesini engelleyen tek şey aradaki camdı…

“İşler yoluna girdiğine göre artık…” İdil konuşurken silah patlama sesi duyuldu. Ses çok yakından gelmişti. O an anladık ki ses dışarıdan geliyordu. İdil’le pencereye koşup dışarıyı görmeye çalıştık. Gördüğümüz manzara karşısında büyük bir şok geçirdik.

Bu… bu nasıl oldu?

Loading...
0%