Yeni Üyelik
18.
Bölüm

18. Bölüm

@floranincikolatasi

 

Bölüm-18

“Sen hiç bana ‘sana aşığım’ demedin.”

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Ne kadar uyuduğumu bilmiyordum. Gözlerimi açtığımda hava karanlıktı. Telefonun ekranını açıp saate baktım. 03.23’tü. Uyumaya çalıştım fakat uykum yoktu. Yatağımdan kalkıp odamdan çıktım. Kerem’in kapısını yavaşça açıp içeri girdim. Beni şaşırtan bir manzarayla karşılaştım. Kerem, Kereda’ya sarılmış uyuyordu. Beni kıskandığı hayvanla sarılıp uyuması çok garipti. Yavaşça yanına gidip yatağına oturdum. Bir süre yüzünü inceledim. Sonra eğilip dudağını öptüm. Başımı kaldırıp yüzüne bakmayı sürdürdüm.

“İyi ki uyumuyordum.” dedi Kerem. Uyumuyor muydu? Hızla yerimden sıçradım. Korkmuştum.

“Sen uyumuyor muydun?” dedim şaşkınlıkla.

“Uyuyordum ama uyandım.”

“Ne zaman uyandın?”

“Kapımı açınca. İyi ki uyandım. Yoksa beni öptüğünü hissedemezdim.” kapıdan bu kadar ses çıkmamıştı ki! Nasıl uyanmıştı?

“Özür dilerim.”

“Ne için özür diliyorsun?” dedim.

“Bana sarıldığında sana sarılmadığım için… kendini kötü hissettin. Gördüm.”

“Bir kedi için yaptıklarına bak!” dedim. “Şimdi ise kediyle sarılıp uyuyorsun. Senden hiçbir şey anlamadım.”

“Sen gittikten sonra kediyle anlaştık.”

İkimizde güldük. Sonra doğrulup sırtını yatak başlığına verdi.

“Yanıma otursana.” dedi. Kalkıp diğer yanına oturdum. Yorganı ile dizlerimi örttüm. Bir süre hiç konuşmadık. Bu sessizlikten rahatsız olmuştum.

“Susacak mıyız?” dedi.

“Bilmem.”

“Sen hiç bana ‘sana aşığım’ demedin.” dedi.

“Dedim.”

“Demedin.”

“Sen ‘neyi’ diye sordun, bende ‘seni sevdiğimi’ demiştim.”

“Sevmek ve aşık olmak farklı duygular.”

“Nasıl yani?”

“Odandaki bütün eşyaları seviyorsun, Kereda’yı seviyorsun, evini seviyorsun, kitaplarını seviyorsun, İdil’i seviyorsun… ama aşk öyle değil işte.”

“Ona bakarsan sende demedin.” dedim alıngan bir tavırla.

“Eda.”

“Efendim.”

“Ben sana aşığım.”

Durup yüzüne sırıtarak baktım. Oda bana öyle baktı.

“Bende sana aşığım.”

Bugün ilk defa birbirimize aşık olduğumuzu kanıtladık. Biz meğer daha önce sadece birbirimiz seviyorduk. Ama şimdi aşığız işte. Aşık olduğumuz halde “seviyorum” dedik. İkisininde anlamları farklıymış oysaki. Biz eşyalarımızı, arkadaşlarımızı, anne babalarımızı, ailemizi, okulumuzu, evimizi… seviyorduk. Bunun adı sevgiydi. Ama aşk başkaydı. Kerem’in dediği gibi.

“Uykun var mı?“ diye sordu.

“Hayır yok. Neden sordun?”

“Film izleyelim mi?”

“Ne filmi?”

“Film filmi.”

“Olur. Ben cips ve kola alıp geliyorum mutfaktan.”

“Tamam.”

Mutfağa inip dolapları karıştırmaya başladım. En sonunda büyük kaseye cipsi boşalttım. Kola için iki bardak aldım. Hızlıca tepsiye koyup merdivenleri çıkmaya başladım. O sırada gözlerimin karardığını hissettim. Durup tepsiyi basamaklardan birine koymak için eğildiğimde başım döndü ve merdivenlerden yuvarlanmaya başladım. Çok basamak çıkmamıştım. Sertçe yere çarptığımda gözlerim kapanıyordu…

 

Kerem Uysal…

 

Eda mutfağa gittikten beş dakika sonra bir gürültü oldu. Çok yüksek sesli değildi ama duyabiliyordum. Yataktan kalkıp odadan çıktım. Etrafa bakmaya başladım. Burada bir şey yoktu. Merdivenlerin başına geldiğimde Eda’nın yerde yattığını gördüm. Merdivenleri koşarak inip Eda’yı kucağıma alıp odasına çıkardım. Ne olmuştu burada böyle?

“Kerem?” sesi o kadar halsiz çıkıyordu ki içim acıdı.

“Ne oldu Eda? İyi misin?”

“Başım döndü sadece. İyiyim.”

“Emin misin? Hastaneye…” derken sözümü kesti.

“Gerek yok.”

“Ama böyle içim rahat etmez.”

“O zaman yanımda kal.” dedi halsiz sesiyle.

Yanına geçip sırtımı yatağın başlığına yaslayıp oturdum. Oda başını karnımın üzerine koyup gözlerini kapattı.

“Sorun yok değil mi?” dedim.

“Hayır yok. Sadece yanımda kal.”

“Tamam buradayım, gitmeyeceğim…”

“Kerem.”

“Efendim.”

“Bana hasta olduğumda bir masal anlatıyordun. Yarıda kalmıştı, devam etsene.”

“Ne anlatıyordum ki?”

“Birgün bir erkek, kafede bir kızla karşılaşmış. Masalar dolu olduğu için onun yanına gitmek zorunda hissetmiş.. En son burada kalmıştın ve devamını anlatmamıştın.”

“Ezberledin mi?” dedim, başını salladı.

“Hadi anlat.”

“Tamam. Masasından kalkıp kızın yanına oturmuş. “Neden oturdun?” demiş kız. Oda ona garipser gibi bakmış. “Rahatsız olduysan gidebilirim.” demiş erkek ona…” konuşmayı sonlandırdım.

“Devam etsene.”

“İyi geceler Eda.”

“Sonra anlatacaksın değil mi?”

“Evet.”

“O günde böyle yapmıştın.”

“Evet.” dedim gülerek.

“İyi geceler Kerem.”

Ve sonra uyku bedenimi ele geçirdi…

 

“Sen kimsin? Burası neresi?” dedim titreyen sesimle. “Eda beni seviyor seni değil.” diyordu karanlıktan gelen bir ses. “Kimsin sen?” diye bağırdım ama ses gelmedi. Yavaş yavaş gözüme bir tanıdık yüz ilişti. Mertti bu. “Eda senden nefret edecek!” diyordu. “Neden ama? Neden benden nefret edecek?” dedim ağlayarak. “Sen ona ne yaptın farkında mısın? Sen onu üzdüğünde ben yanındaydım onun. Artık o beni seviyor.” dedi ve elindeki silahı bana doğrultup tetiğe bastı.

 

Bağırarak uyandım. Benim sesimle Eda’da sıçramıştı. Nefes nefeseydim.

“Kerem! Ne oldu? Rüya mı gördün?”

Bir kaç saniye sonra ancak konuşabildim.

“Mert beni silahla vuruyordu.”

“Tamam geçti bitti.” deyip iki elini yanaklarıma koydu. “Sakin ol.”

“Tamam sakinim.” dedim. O sırada kalbim deli gibi çarpıyordu. Neden böyle bir rüya görmüştümki? Eda bana elindeki su dolu bardağı uzattı.

“İç.”

Bardağı alıp tüm suyu kafama diktim.

“Teşekkür ederim.” dedim.

“Hadi gel, kahvaltıya inelim.”

“Geliyorum.”

Beraber kahvaltımızı yapıyorduk. Gördüğüm rüyayı unutup Eda ile koyu sohbete daldık.

“Bugün okul yok. Bir şeyler yapalım mı?” diye sordu Eda.

“Olur. Nereye gidelim?”

“Eğer İdil ve Enes’te gelmek isterse beraber karar veririz.”

“Onlarda mı gelecek?”

“Evet, bugün dördümüz buluşalım. Yarın ikimiz bireylerle gideriz. Olmaz mı?”

“Olur olur. Böyle daha mantıklı.” dedim. Cebimden telefonu çıkarıp Enes’e mesaj yazdığım sırada Eda’da İdil’e mesaj yazıyordu.

 

 

Eda Yalçınkaya…

 

Yaklaşık iki saat sonra kapının önündeydik. Hazırlanmıştık ve onları bekliyorduk.

“Selam!”

“Selam!”

İdil’le Enes bize bize selam verdikten sonra bizde onları selamladık. Beraber yürümeye başladık.

“Nereye gideceğiz?” diye sordu Enes.

“Ben, hep beraber karar veririz diye düşünmüştüm.” dedim.

“O zaman herkes fikrini söylesin. En mantıklı olanı seçelim.” dedi Kerem. Başımız onaylar gibi salladıktan sonra düşünmeye başladık.

“Alışveriş merkezinde gezeriz, yemek yeriz ve oyun alanına gideriz.” dedi İdil.

“Restoranda yemek yeriz sonra lunaparka gideriz.” dedi Enes.

“Sinema izleriz sonra yemek yeriz.” dedim.

“Taksime gideriz, gezeriz ve Galatala kulesinde yemek yeriz.” dedi Kerem. Enes, İdil ve ben birbirimize baktıktan sonra Kerem’e döndük.

“Taksim!” diye bağırdık üçümüz aynı anda. Sonra kendimizi bir takside bulduk. Kerem önde, biz üçümüz arkada oturuyorduk. Nihayet taksiden inip, meydanda dolaşmaya başladık. Kiliseye girdik, meydanda biraz daha tur attık, mağazalarda dolaştık ve Galata’nın önünde durduk.

“Hadi girelim.”

Beraber merdivenlerden çıkıp içeri girdik.

“Asansöre binelim.” dedi İdil.

“Saçalama! Merdivenlerden çıkacağız.” diyerek karşılık verdim.

Tüm katları gezdik. İçerisi müze gibiydi aynı. En sonunda en yukarı çıkıştık ve İstanbul’u ayaklarımızın altına aldık.

“Her yer görünüyor.” dedi Enes.

Restorandın olduğu kata inip yemeğimizi yedik. Galata’dan çıkıp meydana geri döndük.

“Şimdi ne yapacağız?” diye sordum. Hava kararmaya başlamıştı. Ne ara bu kadar saat geçmişti?

“Kahve içmeye gidelim.” dedi İdil.

“Hangi yere girelim?” diye sordu Kerem.

“Aslında burada daha önce geldiğim bir yer vardı. Oldukça güzeldi. Oraya gidelim.” dedim. Beraber yürümeye başladık. Yaklaşık yirmi dakika sonra mekana gelmiştik. Üst kata çıkıp oturduk.

“Hoş geldiniz, ne alırsınız?”

“Türk kahvesi alalım.” dedim ve ekledim. “Dört fincan.”

“Bir dilim çikolatalı pasta istiyorum.” dedi İdil.

“Ben bir dilim tiramisu istiyorum.” dedi Enes.

“Bende profiterol alayım.” dedim.

“Banada künefe.” dedi Kerem. Garsonda dahil hepimiz gülmeye başladık.

“Üstünde dondurma mı olsun kaymak mı?” dedi garson. Gülmesi durmuştu. Biz hala gülüyorduk.

“Dondurma olsun.”

“Başka bir isteğiniz var mıydı?”

“Yok.” dedi İdil garsona.

“Ne gülüyorsunuz ya? Bir şey mi dedim? Alt tarafı künefe istedim.”

“Kan-kanka… türk kahvesiyle… künefe mi yenir? diyordu Enes. Gülmekten zar zor konuşuyordu.

“Niye yenmesin?” dedi Kerem.

“Peynirli tatlı ve türk kahvesi.” diyerek daha fazla gülmeye başladı Enes.

“Hayır bunda ne var anlamdım?” diye söylendi Kerem.

Yaklaşık beş dakika sonra siparişlerimiz gelmişti. Kerem bir yudum kahvesinden içtikten sonra tatlısından bir çatal aldı. Enes tekrar gülmeye başladı.

“Kerem, künefenin peynirinden alıp kahvenin içine batır. Öyle daha iyi olur.” dedi Enes.

“Ben sana bir batırırım şimdi! Görürsün o zaman.” Kerem ve Enes’in kavgası çok komikti.

 

“Bak şunu görüyor musun Kerem. Künefeciler senin bir tarafına fincanı sokuyorlar.” komik olsun diye Enes bize fal bakıyordu.

“Dikkat et de o fincanlar senin bir tarafına girmesin.” dedi Kerem. Gülmekten karnımız çatlayacaktı.

“Sıra sende İdil. Ver bakayım fincanı.” İdil ters çevirdiği finacı kaldırıp Enes’e uzattı.

“Bak şurada dünya yakışıklısı bir genç var. Adıda e harfiyle başlıyor.” dedi Enes.

“Nerede o dünya yakışıklısı? Ben orada bok suratlı birinden başka kimseyi göremiyorum.” dedi Kerem. İdil’le ufak bir kahkaha attık.

“Sen körsün demekki. Neyse işte, e harfli kişisi senin çok yakınında. Şu an belkide yanında oturuyor.” diyerek devam etti. Sıra benim fincanıma gelmişti.

“Eda, senin peşinde dolanan biri var. O peşinde dolanan beyinsizin baş harfi k. Bu k harfli beyinsiz bir gün…”

“O k harfli kişi dikkat et de seni boğmasın.” dedi Kerem Enes’e. Ardından elini Enes’in boğazına götürüp hafifçe sıkmaya başladı.

“Hayvan bırak beni.” dedi zar zor Enes. Etrafta oturan herkes bizi izliyordu. İdil’le bende gülmekten yerlerde yuvarlanıyorduk.

 

Yaklaşık yarım saat yok katettikten sonra Kerem, ben ve İdil taksiden indik. Enes’te sitesine doğru yola devam etti.

“Görüşürüz.” diyip sarıldık İdil’le. İdil evinin bahçesine girmişti. Bizde Kerem’le bir kaç adımdan sonra kendi evimizin bahçesine girdik.

“Saat kaç oldu?” deyip telefonu çantamdan çıkardım. Ekrana açıp saate baktım. Ne ara bu kadar zaman geçmişti. Evden öğlen onikide çıkmıştık ve şu an saat akşam dokuzdu. Dokuz ne ara geçmişti?

“Ne ara bu kadar zaman geçti?” dedim kapıyı açarken.

“Yemek yedik, kahve içtik, siz İdil’le bir sürü mağazaya girdiniz, yürüdük, Galata’yı gezdik…”

İçeri girip üst kata çıktık.

“Kereda nerede?” dedim. “En son senin odandaydı.”

“Bugün yine benle kalsın.” dedi Kerem.

“Peki. İyi geceler.”

“Sanada.”

Loading...
0%