Yeni Üyelik
19.
Bölüm

19. Bölüm

@floranincikolatasi

 

Bölüm-19

“Tanışalı bir ay oldu.”

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

(Bir hafta sonra…)

 

“Yapma Allah’ın cezası!” dedi Enes.

“Siz bunu hak ettiniz!” dedi Selçuk.

“Asıl senin oğlun hak etti!” dedim titreyen sesimle. “Bu kadar vicdansız olma!”

“Faruk nerede! Seni ve onu geberteceğim!” diyordu hala Selçuk.

“Seni buna pişman ederim! Sakın öyle bir hata yapayım deme!” dedi Kerem korkuyla. Hazal’ın suratında ise tebessüm vardı.

“Yaparsın baba.” dedi Hazal. “Abimin acısını çıkar onlardan!”

 

(Olay yaşanmadan önce…)

 

Sabah gözlerimi açtığımda kedimi kollarımın arasında gördüm. Ama dün Kerem onunla uyumak istemişti. Odamdan çıkıp onun kapısının önüne geldim. Kapıyı tıklattım ama içeriden ses gelmedi.

“Kerem orda mısın? İçeri giriyorum!” yine ses gelmedi. Bende kapıyı açıp içeri girdim. İçeride yoktu. Hızla aşağıya inip mutfağa girdim. Buradada yoktu. Baştan aşağı tüm evi gezdim ama evde yoktu. Telefonumu alıp onu aradım.

Çalıyor… çalıyor… çalıyor… açmadı. Bir daha aradım ama yine açmadı. Nereye gitmişti?, Bana neden haber vermemişti? Ve neden telefonu açmıyordu?

“Kızım.” arkamdan gelen sesle irkildim.

“Anne?”

“Günaydın.” dedi.

“Günaydın.”

“Kerim’i arıyorsun herhalde.”

“Evet. Sen biliyor musun? Nerede?”

“Bugün ikiniz bir yerlere gidecekmişsiniz, oda hazırlık yapıyor.”

“Ne hazırlığı?”

“Bahçeye çık görürsün. Bende şimdi İdillere gidiyorum. Annesi çağırdı kahveye, görüşürüz.”

“Sen kahvaltı yaptın mı?”

“Evet. Saat kaç haberin var mı senin?”

O sırada duvardaki saate kaydı gözlerim. Saat öğlen birdi. Neden bu kadar çok uyumuştum?

“Tamam… neyse görüşürüz.” dedim.

“Görüşürüz.”

Hızla mutfağa girip sürmeli kapıyı kaydırdım. Bahçeye çıktım ama burada kimse yoktu. Eve girip dış kapıyı açtım ve ön bahçeye çıktım. Kerem görüş alanıma girmişti. Masanın üstünde kahvaltılıklar gözüküyordu. Bir tanede kırmızı kalpli uçan balon masanın ayağına bağlanmıştı. Bana arkası dönüktü. Ses çıkarmadan yanına doğru ilerledim. Tam arkasında durdum. Arkadan ellerimi uzatıp gözlerini kapattım. Korkudan yerinde sıçradı.

“Korkma.” dedim ellerimi gözlerinden indirirken.

“Sessiz sessiz gelinir mi?” dedi. O sırada başparmağı ile dişini ittirdi.

“Sanada günaydın.” dedim.

“Unutmuşum pardon. Günaydın.”

“Ee ne yapıyorsun burada?”

“Ne yapıyor gibi duruyorum.”

“Kahvaltı hazırlıyor gibi duruyorsun.”

“O zaman niye soruyorsun?”

“Bir nedeni var mı?”

“Neyin?”

“Buraya kahvaltı hazırlamanın.” dedim alaycı bir sesle.”

“Evet var. Ama sen bulacaksın sebebini.”

“Bugün tanışalı tam bir ay oldu.” dedim hevesle.

“Evet. Tam bir ay önce bugün kafede karşılaşmıştık ve lunaparka gitmiştik.”

“Üç Mart’ta tanışmıştık ve bugün üç Nisan. dedim. Kahvaltı yaparken bugünün planını oluşturuyorduk. Kerem’le Pierre Loti’ye gidecektik. Akşam olmadan geri dönüp ‘tanışalı bir ay oldu’ kutlamasını organize edecektik. Kutlamaya İdil ve Enes’te gelecekti.

Kahvaltımızı yapıp hazırlanmaya başladık. Ben üstüme beyaz askılı bluz, altımada diz kapaklarımın olduğu yer yırtık, açık mavi kot pantolonumu geçirdim. Beyaz spor ayakkabımı giyip mavi kot ceketimi üzerime geçirdim. Saçlarımı düzleştirip açık bıraktım. Hafif bir makyaj yaptıktan sonra beyaz çantamı alıp bahçeye indim. Kerem çoktan aşağı inmiş beni bekliyordu. Oda üzerine beyaz tişört, altına mavi kot pantolon giymişti. Üzerindede mavi kot ceketi vardı. Neredeyse aynı giyinmiştik.

“Nihayet.” dedi. “Beklemekten ağaç oldum. Biraz daha bekleseydim meyve salacaktım.”

“Ben kızım. Her zaman bekleten taraf olacağım. Sende bekleyen taraf olacaksın, alış buna.”

“Bu arada çok güzelsin.”

“Sağol. Sende çok çirkinsin.”

“Çirkin, öylemi?”

“Şaka ya! ÇOK YAKIŞIKLISIN.” diye bağırdım. İkimizde gülerek bahçeden çıktık. Taksi gelince hemen binip gideceğimiz yeri söyledik.

“Sen odanda hazırlanırken beni bahçede mi gördün?” dedi Kerem.

“Anlamadım niye?”

“Benim giyindiğim gibi giyinmişsinde, o yüzden dedim.”

“Ne alaka? Ayrıca benim camım ön bahçenin olduğu tarafta değilki. Arka bahçenin olduğu tarafta. Sen beni ön bahçede bekliyordun.”

 

Bir saat sonra taksiden indik. Kapıdan içeri girip teleferik sırası beklemeye başladık.

“Hafta sonu diye çok kalabalık. Bu kadar insanın Pierre Loti’ye çıkmasını mı bekleyeceğiz.” dedi Kerem sıranın en arkasına geçerken.

“Yapacak bir şey yok.” dedim.

“Güneşte tam tepemizde.” diye söylenmeye başladı.

“Sıra ilerlesin birazdan içeri gireceğiz.” dedim.

Yarım saat sonra ancak içeri girebilmiştik. En azından güneşte sıra beklemeyecektik.

Yirmi dakika kadar sonra en öndeydik. Bizim bineceğimiz teleferiğin gelmesini bekliyorduk. Geldiğinde teleferiğe binip oturduk ve yukarı çıkmaya başladık. Gittikçe yükseliyorduk. Teleferiğin camından dışarıyı görebiliyorduk. Arabaların, insanların ve mezarlığın üzerinden geçtik. Bir kaç dakika sonra indik. Merdivenlerden çıkıp deniz manzaralı bir masa bulup oturduk. Deniz biraz uzakta ve aşağıdaydı. Galata Kulesi buradan biraz görünüyordu. Yiyecek bir şeyler sipariş verdik.

“Buraya en son babamla gelmiştim.” dedim.

“Ne zaman?”

“Geçen sene.”

“Ben gelmeyeli baya oldu.” dedi Kerem.

Siparişlerimiz geldikten sonra yemeye başladık. Yemeğimiz bitince biraz yürüdük. Ardından aşağı inmek için tekrar teleferik sırası bekledik. Sıra fazla yoktu. Hemen binmiştik.

“Daha alışveriş yapacağız.” dedim.

“Ne alacağız?”

“Pasta, süsler, aburcubur, içeçek…”

Taksi bulup eve yakın bir marketin önünde indik. Marketten içecek ve aburcubur aldıktan sonra pastaneye gittik. Pastamızı alıp kırtasiye gibi bir yere daha girdik. Oradanda parti malzemeleri alıp eve doğru yürümeye başladık.

“Çok yoruldum.” dedim.

“Bende.”

Eve girip pastayı buzdolabına koydum. Kerem’de bahçeyi süslüyordu. İçeçek ve yiyecekleri bahçedeki masaya koydum. İşlerimizi hallettikten sonra yukarı çıkıp üstümüzü değiştirdik.

Ben açık yeşil, askılı kısa bir elbise giydim. Makyajımı tazeleyip aşağı indim. Kerem çoktan hazırlanmış süsleri düzeltiyordu. Hava kararmış, bahçedeki ışıklandırmalar yanmıştı.

“Eda.”

Arkamızdan gelen sesle yönümüzü o tarafa çevirdik. İdil ve Enes gelmişlerdi. İdil’de askılı, siyah uzun bir elbise giymişti.

“Hoşgeldiniz!” dedik.

“Hoş bulduk.”

“Yalnız burası şahane olmuş.” dedi İdil etrafa bakarken.”

Biraz oturup sohbet ettik. Sonra pastayı getirip hep berber mumları üfledik. Aldıklarımızdan yiyip içtik. Getirdiğim hoparlördende hoş bir müzik çalıyordu. Kerem ve Enes aynı anda ayağa kalktılar. Kerem bana elini uzatmış dansa davet ediyordu. Aynı şekilde Enes’te İdil’i davet ediyordu. Elini tutup ayağa kalktım. Ellerimi boynuna doladım. Oda ellerini belime doladı. Yavaş yavaş hareket ediyorduk.

“Eda.”

“Efendim.”

“Seni çok seviyorum.”

“Bende seni çok seviyorum Kerem.”

Ardından dudaklarımız birleşti…

 

Enes Yılmazer…

 

Ellerimi Enes’in boynuna doladığım sırada o çoktan belime çoktan dolamıştı.

“İyi ki etraf kalabalık değil.” dedi İdil.

“Niye öyle dedinki?”

“Düzgün dans edemiyorsun çünkü.”

“Ben mi düzgün dans edemiyorum?” diye sordum şaşkınlıkla. “Adımlarıma ayak uyduramayan sensin.”

“Tamam. Düzgün dans edemiyorum ve suçu sana attım, kabul ediyorum.” diye güldü İdil.

“Olsun. Yinede senle dans etmek güzel… yamuk yumuk hararet etsen bile.” dedim ve eğilip dudağını öptüm.

 

Eda Yalçınkaya…

 

Dansımız bitmiş sohbete devam ediyorduk. Bugün çok güzel vakit geçirmiştik. Kerem ayağa kalkıp aldığımız havai fişekleri getirdi.

“Tanışalı bir ay oldu!” diye bağırarak tek tek havai fişekleri fırlattık gökyüzüne…

 

“Çok güzle bir gündü.” dedim Kerem’e. Saat gece biri geçiyordu. İdiller daha yeni gitmişti ve biz benim odamdaki balkonda oturuyorduk.

“Evet, yanımda çok güzel bir kız vardı. O olduğu sürece her zaman günüm güzel geçiyor.” dedi Kerem gözlerimin içine bakarak.

“Kerem, o kafede karşılaşmasaydık sence şu an ne yapıyorduk?”

“İllaki karşılaşırdık çünkü Enes’le o kafeye sıklıkla giderdik.”

“Biz her gün gidiyorduk fakat hiç sizi görmedik.” dedim. Bunca zamandır hep aynı ortamdaydık fakat onlar nasıl dikkatimi çekmemişti?

“Biz aslında… sizi her gittiğimizde görüyorduk. Sonra fark ettik ki oraya sizi izlemeye gidiyoruz.”

“Nasıl yani?”

“Şöyle yani, her gün karşınıza çıkacak cesareti arıyorduk fakat bulamıyorduk. En sonunda o gün kafe dolu olunca sizin yanınıza gelecek cesareti ancak o zaman bulduk.”

“Yani siz…” dedim ama devamında ne söyleyeceğimi bilemediğim için sustum.

“Biz hep sizi izliyorduk ve karşınıza çıkacak cesareti bulamıyorduk. O gün çıkmasaydık bile illaki bir gün gelecektik yanınıza.”

“Neden biz?” diye sordum.

“Sohbetin güzeldi, gülüşün güzeldi… kısaca her şeyinle çok güzeldin. Enes içinde İdil öyleydi. Sizi bazen takip ederdik. Manyak değiliz. Sadece tanışmak için uğraşıyorduk.”

Bizi zaten önceden tanıyorlarmış meğer. O gün tesadüf değilmiş. Biz zaten onlarla bir şekilde yine tanışacakmışız. Bu duyduklarım beni biraz şaşırtmıştı. Böyle bir şey beklemiyordum…

Loading...
0%