Yeni Üyelik
2.
Bölüm

2. Bölüm

@floranincikolatasi

 

Bölüm-2

İlk karşılaşma

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Sabah İdil’in beni bahçede beklediğini gördüm. Koşar adımlarla yanına gidip sıkıca sarıldık. İdil saçını düzleştirmemişti. Şok geçiriyordum.

“İdil! Saçını düzleşt…” sözümü yarıda kesip kendi cümlesini kurdu.

“Evet düzleştirmedim. Sen öyle deyince aynanın karşısına geçtim. Dakikalarca saçıma baktım. Bende nasıl durduğuna baktım. Fena gözükmüyordu. Annem bana düzleştirici almaktan yorulmuştu ama ben düzleştirmeden yorulmamıştım. Sonra fark ettim ki biraz değişiklikte bir sorun olmaz. Sabah evden çıkarken annem bana öyle bir baktı ki. Gözlerini alamadı. Aslında bana diyecekti ‘saçını neden düzleştirmedin?’ diye ama diyemedi. Unuttuğumu sandı, hatırlatmak istemedi.”

Sohbet ede ede okula gelmiştik. İçeri adım attığımda sanki yıllardır gelmiyormuşum gibi özlemiştim. Her ne kadar önceden okula gelmemek için bahane uydursamda en çok eğlendiğim yer burasıydı. Okulu kim buldu diye sitem ederken, şu an burada yatıp kalkmak istiyordum. -her ne kadar sevmesem bile-

Normal bir şekilde sınıfa girdiğimde herkes bana “sınıfa yabancılar girmez”, “sen bizim sınıftan mıydın?”, “hiç gelmeseydin.”, gibi cümleler kurmuşlardı fakat aldırış etmeden yerime, yani duvar kenarı üçüncü sırama İdil’le beraber oturduk. Masamı bile özlemiştim. Bu masa hem yatak, yemek masası, çalışma masası, dedikodu masası ve oyun masası olabiliyordu.

Günüm her zamanki gibi geçmişti. Hazal bana bir ara laf sokmaya falan çalışıyordu ama ben onu kafama takmadım. Taksaydım, şu an eve giden yolda değilde hastaneye giden yolda olurdu. Daha büyük sorunlarım vardı. Onuda sorunlarıma dahil edecek kapasitem doluydu şu an. Kafamız dağılır diye İdil’le genellikle her okul çıkışı geldiğimiz Reva kafeye geldik. Yine her yer sarı beyazdı. Buranın açık renklerde olması motivasyonumuzu arttırıyordu. Bugün biraz fazla doluydu. Etrafa bakıp boş masa bulmaya çalışıyorduk. En sonunda cam kenarında dört kişilik bir masaya oturduk. Her zamanki kahvemizi ve tatlımızı sipariş verdik. Siparişlerimiz gelince İdil’le sohbet etmeye başladık. Sonra bir çocuk geldi yanımıza. Siyah saçlı kahverengi gözlü bir çocuktu. Bizim yaşlarda duruyordu.

“Selam! Bir sandalyeniz boşsa alabilir miyim?”

Doğrudan İdil’e bakıp söylüyordu. İdil’de ona bakıyor hiç bir şey söylemiyordu. O sırada arkasında duran kişiye kaydı gözlerim. Sarışındı ve ela gözlere sahipti. Sanırım bizden sandalye isteyen çocuğun arkadaşıydı. Yalan yok yakışıklılardı.

“Alabilirsin.” İdil’den cevap gelmeyince ben cevapladım.

“Teşekkür ederim. Adınız neydi?” dedi siyah saçlı olan.

Adımızı soruyordu. Ne alakaydı şimdi?

“İdil.”

Hemen cevaplamıştı. Bu kızın bu kadar heyecanlanması normal miydi?”

“Sen?” dedi sarışın olan çocuk beni işaret ederek.

“Eda. Neden soruyordunuz ismimizi?”

“Tanışmak için. Rahatsız olduysanız gidebiliriz. Kusura bakmayın.”

“Kusura bakmadık.” başımı İdil’e çevirdim. Benim adımada konuşuyordu. İlk defa İdil’e sinir olmuştum.

“Peki sen rahatsız mısın?” dedi. Ela gözleri tam olarak benim gözlerimin içine bakıyordu.

“Yok değilim.” dedim gözlerimi başka yöne çevirerek.

-Ne, değil misin? Saçmalama Eda.

-susar mısın iç ses?

İç sesimle yakında kavga edecektim. Her söylediğime karışmak zorunda mıydı?

“Peki rahatsız değilseniz burada oturabilir miyiz?” derken tekrar göz göze geldik sarışın çocukla.

“Çünkü masalarda yer yok. Tek kişilik bir masa vardı bir tek. O yüzden sandalye arıyorduk. Masada tek kişilik olduğu içinde biraz küçük o yüzden dedik.”

“Oturun.” dedim fazla kibar olmayan bir sesle.

Sarışın olan benim yanıma, İdil’in yanınada siyah saçlı olan oturdu. Onlarda sipariş verdikten sonra kısa çaplı bir sohbete girdik.

“Ben Enes bu arada.” dedi siyah saçlı olan.

“Bende Kerem.”

İdil’le Enes sohbet ederken, Kerem’le ben konuşmuyorduk. Daha çok ben konuşmuyordum. Bana sorular sormaya çalışıyordu ama biraz çekinerek soruyordu.

“Kitap okumayı sever misin?”

“Severim. Hatta günüm neredeyse kitap okumakla geçer.”

“Ne tarz kitaplar okursun?”

Cevap verecektim ki garson onların siparişlerini getirmişti. Siparişleri masaya bırakıp gittikten sonra bana soru sormaya devam ediyordu Kerem.

“En sevdiğin filmler ne peki?”

“Yeşilçam olabilir. Onun dışında romantik komedi, ve bazı yabancı filmleri de izlerim.”

“Ben direkt sinema-dizi izlemem. Tek izleyince güzel olmuyor. Eğer yanımda çok sevdiğim biri varsa beraber izleyebilirdik.”

İyi çocuklara benziyorlardı. Beraber masadan kalkıp kafeden çıktık. İdil ve Enes sürekli sohbet edip şakalaşıyorlardı. Kerem’de benle sohbet etmeye, beni tanımaya çalışıyordu fakat ben mesafeli davranıyordum. Daha bir kaç saat önce yanımıza gelen bu çocuklara kendimi tanıtamazdım. İdil bu konuda benim gibi düşünmediği çok belliydi. Ona ben karışamazdım. Normalde böyle yapan biri değildi. Onlar sohbet etmeye devam ederken ben sadece susuyordum. Kerem’in sorduğu sorulara kısa geçiştirmeli cevaplar veriyordum.

“Peki nelerden hoşlanıyorsun. Şey gibi mesela hangi renkleri…” derken sözünü kesitim.

“Bana soru sormasan mı artık?”

“Neden?”

“Hala bana soru soruyorsun.”

“Ama neden olduğunu bilmem gerekmez mi?”

“Yapma şunu! Hala soruyorsun.”

“Peki öyle olsun.” dedi ve koluma girdi.

“Ne yapıyorsun?” dedim kaşlarımı kaldırarak.

“Bana soru sormasan mı artık?”

“Neden?”

“Yapma şunu! Hala soruyorsun.”

Beni taklit etmişti. Kısa bir empati oyunu oynatmıştı bana. Evet ona açıklamam gerekiyordu.

“Peki! Sen kazandın.”

“Her zaman.”

“Vazgeçeceğim şimdi.”

“Tamam tamam. Söyle hadi.”

“Açık konuşacağım. Seni az önce gördüm. Sadece ismini bildiğim birine kendimi tanıtamam. Ben İdil gibi değilim.”

“Haklısın ama bundan pişman olmazsın.”

“Belkide.”

Cevap vermedi. Vermezse vermesin umrumdamıydı? Hayır değildi.

“Kerem ve Eda! Biz İdil’le diyoruz ki lunaparka mı gitsek?”

“Yok gerek yok. İdil artık eve gidelim mi?”

“Gidelim, ben gitmeyelim demedim. Ama lunaparktan sonra gideriz.”

Ben ne olduğunu, ne ara lunaparka geldiğimizi anlamamıştım. Gidip jeton aldıktan sonra, neye bineceğimizi merak ediyordum. Çünkü ben ne dersem diyeyim İdil kesinlikle kabul etmeyecekti. Tamamen İdil neye binelim derse ona binecektik. Etrafa göz attığımda buradaki her şey okeydi benim için. Binemeyeceğim bir şey yoktu. Babamın beni lunaparka getirdiği günleri düşünmemeye çalıştım.

“Hadi gelin ilk gondola biniyoruz.”

Hepimiz gondola yöneldik.

“Korkuyor musun?” diye sordu Kerem.

“Ne münasebet. Hiç korkmam. Sen korkuyor musun?”

“Ne korkacağım bu basit teneke yığınından?” dalgalı konuşurken çok komik gözüktü. Kendimi tutamadım gülmeye başladım.

“Neden gülüyorsun?”

“Yok bir şey.”

“Var bir şey.”

İdil’in sesiyle birden gülmem kesildi, bizi çağırıyordu.

Gondola binip tüm cesaretimizle en arkaya oturmuştuk. Yavaş yavaş hareket etmeye başlamıştı. Başımı yanımda oturan Kerem’e çevirdiğimde yüz ifadesi çok komikti. Sanırım korkuyordu.

“Ne o! Hani korkmuyordun?”

“Kim söyledi korktuğumu?”

“Yüz ifaden.”

“Hayır onunla alakası yok.”

“Aynen kesin öyledir.”

Gondol en yukarı çıktığında, Kerem birden belimi tuttu. Ben başımı ona çevirdiğimde, ne kadar korktuğunu o zaman anladım. Zaten korktuğunu biliyordum ama bu kadar korkacağını tahmin etmemiştim. İdil’le Enes kollarını yukarıya kaldırmış çığlık atıyorlardı. Kerem’e tekrar baktığımda korkusu giderek artıyordu. Onu böyle görünce üzülmüştüm. Belime sardığı kolunu tuttum. Göz göze geldiğimizde içimde bir şeyler kıpırdandı sanki.

Loading...
0%