Yeni Üyelik
21.
Bölüm

21. Bölüm

@floranincikolatasi

Bölüm-21

Eda’nın katlanılmaz tripleri

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

“Kerem, bu söylediklerimi ciddiye almış olamazsın!” dedim sol gözümden akan yaşı hızla silerek. “Ben sana defol git derken odamdan git anlamında dedim. Öncesinde beni rahat bırakmanı söylemiştim. Bu söylediklerimden ‘hayatımdan git yada evimden git’ demiş olmuyorum. Neden beni anlamak istemiyorsun? Sinirliydim. Kızgın olması gerek kişi benim.”

“Hayır, ben seni anlıyorum. Sadece sana zarar mı veriyorum? Sen üzmek dünyada isteyeceğim son şey. Bunu sakın unutma.”

“Gidemezsin! Beni burada tek başıma bırakamazsın. Beni terk edemezsin.” dedim ağlayarak. Bu yaşadıklarımızın sebebi o değildi ki! O şerefsizler yüzünden Kerem beni bırakıp gidiyordu.

“Beni terk edersen bir daha suratımı göremezsin, sesimi duyamazsın, yaşayıp yaşamadığımı bile bilemezsin… sen herkesi yarı yolda bırakıp giden aptalın tekisin!”

“Ben sana zarar vermekten başka ne işe yaradım? Şimdi başımızda daha büyük bir tehlike var. Benden olabildiğince uzak durmalısın.”

“Ne sanıyorsun? Sen bu evden ve benden gidince bu Selçuk denen hıyar bana zarar vermekten vazgeçeceğinimi!”

“Eda…”

“Sen asıl şu an yanımda olman gerekirken, çıkıp gidecek misin?”

“Ben… ne yapacağımı bilmiyorum! Kafam allak bullak. Belki seni bırakırsam sana zarar vermiş olmam diye düşündüm.”

“Sen asıl beni bırakırsan bana daha çok zarar vermiş olacağını hiç düşünmedin mi?”

Cevap vermedi. Sustu ve sadece mavi gözlerimi izledi.

“Hani asla beni bırakmayacaktın? Bana söz vermiştin!” dedim ondan cevap gelmeyince.

“Hadi gel, daha çok işimiz var.” dedi.

“Ne?”

“Valizleri boşaltmakta bana yardım etmeyecek misin yoksa?” dedi masum bakışlarla. Ona sinirliydim ama kıramıyordum işte. Oda saçmaladığının farkındaydı. Biraz trip atacaktım fakat bu masum bakan ela gözlere karşı koyamıyordum.

“Sen o ela gözlerine dua et.” dedim işaret parmağımla gözünü işaret ederek. “Yoksa hapı yutmuştun.”

“Neden öyle dedin ki?”

“Çünkü ‘Eda’nın katlanılmaz tripleri’ ile tanışacaktın. Ki bunu sana önermiyorum.” dedim. Sonra kulağına yaklaşıp fısıldadım. “Hiç istemezsin. Pişman olursun.”

“Bak korktum şimdi.” dedi gülerek. “Hayal bile edemiyorum.”

 

Valizleri boşaltıp yerlerine yerleştirmiştik. Çantasında benim ona verdiğim peluş oyuncağım da vardı. Saat yedi gibi tüm işimiz bitmiş balkonunda oturuyorduk. Gün doğmuştu. Kereda benim kucağımdaydı. Başımıza büyük bir tehlike gelecekti ve biz oturmuş dışarıyı izliyorduk. Hayat ne garip.

“Polise şikayet edemeyiz değil mi?” diye sordum. Halbuki cevabını zaten biliyordum.

“Edemeyiz. Onların nasıl bir insan olduklarını henüz bilmiyorsun.”

“Burada oturup bekleyecek miyiz?”

“Başka seçenek var mı?”

“Buralardan defolup gidebiliriz mesela?”

“Onlar şu an bizi takip ediyorlardır. Kaçamayız.”

“Ölmeyi mi bekleyeceğiz!”

Ölmeyi beklemek.

Ne garip bir cümleydi?

“Eda, lütfen daha fazla böyle konuşup üzme beni. Kimseye zarar gelmeyecek. Ben seni koruyacağım.”

“Senin gücün onlara yeter mi sence?”

“Yettireceğim. Her şeyin bir çözüm yolu vardır. Merak etme.”

“Sağol ya! Beni çok rahatlattın. Hiç merak etmem.” diye dalga geçtim. “Çözüm bulmak zorundayız.”

“Bunları düşünmek istemiyorum. Düşündükçe geriliyorum çünkü.” dedi hüzünlü bir sesle.

“Neyi düşünelim peki?”

“Mesela seni ne kadar çok sevdiğimi.” dedi sırıtarak.

“Ben ondan pek emin değilim.” dedim kollarımı birleştirerek.

“O niyeymiş?”

“Çünkü sen beni terk ediyordun. Ve belkide ben uyanmasaydım sen şu an yoktun!”

Ses çıkarmadan bir süre beni izledi. Kaşları çatıktı. Yüzünde en ufak bir mimik yoktu. Sadece kaşlarını çatmış beni izliyordu. Bende dışarıya bakıyordum. “Konuşmayacak mısın?” dedim dışarıyı izlerken.

“Özür dilerim. Seni sevmediğimi mi düşünüyorsun?”

“Söylediklerine göre konuşuyorum. Bitsin dedin ve valizlerini toplayıp gidiyordun.”

“Ama yapamadım işte.”

“Ama ben uyanmasaydım yapardın işte!”

“O zaman iyi ki uyanmışsın.”

“Tamam!” dedim sinirle.

“Tamam.”

Sustuk. Tek kelime etmedik. Uykum yavaş yavaş geri geliyordu. Sabah beşte kalıp yediye kadar valizlere uğraşmak beni epey yormuştu. Göz kapaklarım kapanmakta direniyordu…

 

“Günaydın.”

Gözlerimi açtığımda Kerem’in yatağındaydım. En son balkondaydım, hangi buraya gelmiştim?

“Günaydın. Balkondaydım en son?”

“Senin uyuduğunu fark ettim. Buraya getirdim.”

“Sen uyumadın mı? Gözlerin kıpkırmızı olmuş.”

“Uyumadım evet. Proje ödevim vardı, onunla uğraştım.”

“Saat kaç?”

“On.”

Kalkıp yanına gittim. Sandalyesine oturmuş ödev yapıyordu. Sanki başını yastığa koyduğu anda, anında uyuyacakmış gibi bir hali vardı.

“Sen dinlensene, bende bahçeye kahvaltı hazırlatayım, sonra gelir seni uyandırırım.”

“Tamam. Yoksa uykusuzluktan öleceğim.”

Yanağından öpüp odasından çıktım. Enes ve İdil’i kahvaltıya davet ettim. Aşağıya inip Tülay ablaya bahçeye kahvaltı hazırlamasını istedim.

 

Bir saat sonra İdil ve Enes gelmişlerdi. Kahvaltı hazırdı. Kerem’i uyandırmak üzere yukarı çıktım.

“Kerem.” dedim koluna dokunarak.

“Hı?”

“Kahvaltı hazır, Enesleri de çağırdım. Seni bekliyoruz.”

“Beş saat daha.”

“Beş dakikadır o. Saat değil.” dedim gülerken. Hala gözleri kapalıydı.

“Kerem hadi. Sonra yine uyursun.”

Sonra tamamen gözlerini açtı. Eğilip yanağını öptüm.

“Günaydın.” dedim ve kolunu çekiştirmeye başladım. Kalkmıyordu. Koridordaki balkona çıkıp Enes’e seslendim. Dakikalar sonra Enes, elinde bir buçuk litrelik su şişesi ile Kerem’in odasındaydı. Kapağını açıp tüm suyu Kerem’in yüzüne boşalttı. Kerem yerinden sıçrayarak kalktı ve ne olduğunu anlamaya çalıştı.

“Ne oluyor lan?”

“Sen kimsin aşağıda aç olan arkadaşlarını bekletirsin ulan?” diyip boş şişeyle Kerem’in kafasına vurmaya başladı.

“Dur oğlum… lan… ebeni…” Kerem, başına aldığı pet şişe darbeleriden korunmak için odasındaki banyoya koşup kapıyı kilitledi.

“Orospu! Gel buraya.” diye kapıyı zorluyordu Enes. Benimde gülmekten karnım çatlatayacaktı.

 

Enes ve Kerem’in kovalamacası bitmiş, kahvaltı yapıyorduk. Onlarada Selçuk denen pislikten bahsettik. Ne yapacağımızı bilmiyorduk.

“Eda’nın başına açmadığım bela kalmadı.” dedi Kerem. O sırada çeri domatesi ağzına atıyordu.

“Ne yapacağız? Bir plan yapmamız gerekiyor biliyorsunuz değil mi? Sizi yalnız bırakamayız.” dedi İdil. Enes’te başını evet anlamında salladı.

Loading...
0%