Yeni Üyelik
3.
Bölüm

3. Bölüm

@floranincikolatasi

 

Bölüm-3

Ben seninle binmem

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

“Çok korkuyorsun.”

“Hayır ne alakası var.” dediği anda tekrar gondol en yukarı çıktı. Gözlerini sımsıkı kapatmıştı. Belimdeki kolunu daha sıkmıştı.

Gondol, yavaş yavaş durmaya başladı. Tamamen durduğunda gondoldan indik.

“Hani basit bir teneke yığınıydı?” dedim gülerek.

“Zaten öyle.” hala yalan söylüyordu.

“O yüzden mi belime sarıldın sıkı sıkı?”

“Sen korkarsın diye.”

“Ben korktuğum için mi kendi gözlerini kapattın?”

“Sen beni mi izledin?”

“Korktuysan niye söylemiyorsun? Bunda ne var bu kadar utanılacak?” dedim kahkaha atarken.

“Hadi gelin çarpışan arabalara binelim.” yine İdil’i takip ettik.

“Arabalara teker teker mi binelim, yoksa ikili ikili mi?” diye sordu Enes.

“Fark etmez.” dedim.

“Fark eder.” dedi İdil.

“Hadi bir karar verin.” dedi Kerem. “Araba kalmayacak şimdi. Boşuna beklemeyelim.”

“Korkarsan söyle bak.” dedim gülerek.

“Çok komik.” dedi Kerem dalgalı bir sesle.

“Ben İdil’le biniyorum.” diyerek mavi arabaya doğru ilerledi Enes. “İdil gelsene.”

“Ben seninle binmem.” diyerek kırmızı arabaya gitti Kerem. Bende yeşil arabaya bindim. Kerem’le farklı arabalarda olmamız daha iyi olmuştu. Böylelikle ona çarpabilecektim.

Arabalar hareke etmeye başlamıştı. Arkamdan Enes’ler geliyordu. Arabayı İdil kullanıyordu. Enes’te ona talimat veriyordu. Onlardan kaçmaya çalışırken yandan Kerem’in geldiğini gördüm. Hızla gelip bana çarptı, ben yana savrulurken İdil’de Kerem’e çarptı. Kerem’de geriye savruldu. Bu durumu fırsat bilip o tarafa sürdüm arabayı. Arkası bana dönüktü. Arkasından çarptığımda öne doğru gitti. Başını çevirip bana bakıyordu. Benimde gülmekten karnım ağrıyacaktı. Hala onun arabasının arkasındaydım. Tekrar öne doğru gidip arabanın arkasına tekrar çarptım. Tekrar savruldu. Benim kahkahalarım atarken yandan İdil bana çarptı bende Kerem’in yanına savruldum. Kerem arabasını başka yöne çevirmiş gidiyordu. Ben ona bakarken İdil’le çarpıştığını gördüm. Onları izlerken arkamdan biri çarptı. Başımı arkama çevirip kimin bana çarptığını görmeye çalıştım. Sarı bir arabada oturan benim yaşlarımda iki erkek çarpmıştı. Onlar gülerken bende arabamı onlara doğru sürüp çarptım. O sırada bana da biri çarptı. Sarı arabadakilerle yan yana olduğum için beraber savrulduk. Bize çarpan Kerem’di. Yüzünde değişik bir ifade vardı. Bir bana bir onlara bakıyordu.

Babam geldi aklıma. Onunlada lunaparka gelip her şeye binmeye çalışırdık. Ne çok güzel günümüz vardı. Bu düşünceler kafamı rahat bırakmazken nerede olduğumu fark ettim. Unutmuştum bir an çarpışan arabalarda olduğumu. En son Kerem bana çarpmıştı. Ben de ona çarpacaktım ki arabalar durdu. Herkes iniyordu. Oysa ben daha kemerimi çıkartamamıştım. Açmaya çalışıyordum ama olmuyordu. Sonra o sarı arabadaki çocukların yanıma geldiğini gördüm.

“Çıkartamadın mı?” dedi bir tanesi.

“Hayır çıkmıyor.” dedim.

“Bekle ben yardım edeyim.” dedi ve yanıma oturup kemeri çıkartmaya başladı.

“Yalnız güzel çarptın.” dedi kemerimi çıkartmaya çalışırken.

“Siz çarpmasaydınız bende size çarpmazdım.”

“Amaç çarpışmak. Belliki tek gelmişsin. Sıkıcı olmuyor mu? Biz daha buralardayız, istersen bizimle gelebilirsin.”

Tam hayır diyecektim ama Kerem’in yüzünde anlayamadığım bir öfkeyle bize yaklaştığını gördüm.

Hayır gülmemeliyim. Gülmemeliyim.

Suratı aşırı komikti, kendimi zor tutuyordum. İçimde gülmemek için verdiğim çok ağır bir savaş vardı.

“Ne oluyor burada.” diye sordu Kerem.

“Sana ne! İşine baksan sen.” dedi yanımda oturup kemeri çıkartmaya çalışan çocuk.

“Kalk ordan!” dedi Kerem bağırarak.

Yanımda oturan çocuk hemen ayağa kalktı ve Kerem’e bir yumruk attı. Kerem’in burnundan kan gelmeye başladı.

“Kerem!” dedim. Ama kemerim hala bağlıydı. Yanına gidemedim. “Ne yaptığınızı sanıyorsunuz siz! Gider misiniz.”

Tam o sırada Kerem’de ona yumruk attı. O çocuk yere düşünce, Kerem ona doğru eğilmiş, suratına yumruk atmaya devam ediyordu. Diğer çocukta Kerem’in arkasından ensesine sopaya benzer bir şeyle vurdu. Bende çığlık atmaya, yardım istemeye başladım. Kerem bayılmıştı. Ben bağırınca herkes bize doğru bakmaya başladı. Çocuklarda hemen koşup uzaklaştılar. Herkes bizim etrafımızda toplanmıştı. Bir görevli gelip beni bu kemerden kurtardı. Hemen Kerem’in yanına eğildim. Bir teyze elindeki pet şişeyi Kerem’in suratına boşalttı. Kerem gözlerini açmaya çalışıyordu. Beni görünce hemen doğruldu.

“Eda iyi misin?”

“Bende kötü olacak bir durum yok. Asıl sen iyi misin?”

“İyiyim. Nerede orospu çocukları?”

“Kaçtılar.”

“Şerefsizler. İdil ve Enes nerede?”

Sahi onlar neredeydi? Bu kargaşada onları tamamen unutmuştum.

“Bilmiyorum.”

Kerem benim için kavga etmişti. Bundan niye bu kadar mutlu olduğumu anlayamamıştım. Bir an, ona doğru eğildim ve sarıldım. Kerem ne olduğunu anlayamıyor gibiydi. Ben sarıldıktan bir kaç saniye sonra oda bana sarıldı. Ayrıldığımızda yüzümüzde hafif bir tebessüm vardı.

“Yüzünde benim kanım var.” dedi gülerek.

“Ne?”

 

(Bir saat sonra)

 

“Tamam işte, iyim demiştim. Ne diye geldik buraya?”

Enes ve İdil’i bulunca durumu onlara da anlattık. Hep beraber hastaneye gelmiştik. Ensesine sert cisimle vurulduğu için gelmemiz gerekti.

“Olsun oğlum. En azından kötü bir şey olup olmadığını öğrendik. Ağrıyor mu hala?” dedi Enes hastaneden çıkarken.

“Kocaman morarmış herhalde ağrır.” dedim Kerem cevaplamadan.

“Taksi bulsak iyi olur yürüyemem böyle.”

Yaklaşık yarım saattir taksi bekliyorduk. Ama gelen yoktu. Gelse bile dolu geliyordu. Ayakta dikilmekten çok yorulmuştuk. Aslında İdil’le benim evim bu hastaneye yakındı. Hatta baya yakındı.

“Şey… taksinin geleceği yok. İsterseniz bizim eve gidelim. Hem buraya aşırı yakın. Otururuz biraz. Sonrada Semih abi sizi bırakır eve olur mu?”

“Semih kim?” dedi Kerem.

“Şoför.” diye cevap verdim.

Hep beraber bizim evin yolunu tuttuk. Anneme bu durumla alakalı bir mesaj göndermiştim. Eve beş dakika da gelmiştik.

“Bakın! Şurası da benim evim.” diyerek yan tarafı gösterdi İdil.

“Öyle mi? O zaman okula giderken seni almaya gelirim artık.” dedi Enes gülerek.

“Siz hangi okula gidiyordunuz?” diye sordu Kerem bana bakarak.

“Feria Koleji, siz nereye gidiyorsunuz?”

“Batı Bilim koleji.” diye yanıtladı Enes.

“O zaman nasıl bırakacaksın İdil’i?” diye sordum merakla Enes’e.

Enes ve Kerem bir birlerine göz kırptılar. Biz İdil’le anlam veremeyerek bakışırken, annemin sesiyle irkildim.

“Çocuklar! Niye içeri girmiyorsunuz?”

Harbiden, biz niye içeri girmeden bahçe kapısının önünde bekliyorduk?

“Geliyoruz anne.”

Hepimiz anneme selam verdikten eve girip benim salonuma çıktık. Annemle babam, arkadaşlarımla rahat rahat oturabilmem için odamın yanındaki odaya benim için salon yaptırmıştı. Tamamen mobilyalar benim seçimindi. Aslında bu evde tamamen bana ait olan yeri tamamen ben tasarlamıştım. Salonumu, odamı, odamın içindeki balkonu ve lavaboyu, arka bahçeyi ve oyun odasını. Salonuma geldiğimizde Enes’le İdil ikili koltuğa, ben ve Kerem tekli koltuklara oturmuştuk. Enes’le İdil sohbetlerine devam ediyorlardı. Bir kaç dakika sonra Kerem dudaklarını araladı.

“Artık gidelim biz.”

“Daha yeni girdiniz içeri. Rahatsız olmayın. Bunda rahatsız olunacak bir şey yok.” dedim.

“Saat geç oldu Eda.”

“Olursa olsun. Gece üçtede gitseniz beştede gitseniz hiçbir sorun olmaz. Ne gibi bir sorun olmasını bekliyorsunuz anlamadım.”

Sonra Enes bana döndü.

“Burada boş boş oturup ne yapacağız Eda? Gidelim işte biz.” diye ısrar etti Enes. İdil bir şey diyemiyordu. Kendi evinde olsaydı eminim gitmemeleri için baskı yapardı.

“Bizde boş boş oturmayız.” dedim.

“Nasıl yani?” diye sordu Kerem.

“İdil gelsene benimle.” İdil’le oturduğumuz yerden kalkıp salondan çıktık. Odamdan monopoly oyunumu aldım. Sonra mutfağa inip cipsi bir kaseye boşalttım. Dört tane bardak, birde büyük bir kola şişesi alıp yukarı çıktık.

“Sizin için kötü oldu. Biz bu oyunda çok iyiyiz haberiniz olsun.” dedi Enes. Kerem’le kendisini işaret ediyordu.

“Onu göreceğiz.” dedi İdil. Elindeki bardakları ve kola şişesini masaya bırakıyordu.

“E hadi! Ne oturuyorsunuz hala? Gelsenize masaya.” diyerek çağırdım onları. “İlla davet mi edeceğiz sizi?”

“Geldik.” dediler aynı anda.

 

“Hayır dört geldi. Sen beş ilerledin.” Neredeyse bir saattir oynuyorduk. Bu oyunda ilk defa bu kadar eğleniyordum. Enes her seferinde piyonunu attığı zara göre daha fazla oynatıyordu. İdil’de her seferinde onu uyarıyordu.

“Hayır dört oynadım zaten.”

“Bak.” dedi eliyle İstanbul’u göstererek. “Az önce buradaydın. Şimdi de Kars’a geldin.” İdil eliyle İstanbul’un olduğu kareden dört kare ilerledi ve Kars’ın yanındaki Ağrı’da durdu. “Bak buraya geliyorsun. Neden her seferinde fazla oynuyorsun? Seni uyarmaktan sıkıldım.”

“Arada yanlış sayabiliyorum ne var bunda?”

“Arada mı? Sıra sana her geldiğinde yapıyorsun bunu.”

Yaklaşık bir saat daha devam ettik. Sonra oyunu sonlandırdık. İlk defa bu kadar gülmüştüm bu oyunda. Hatta annem bana bir ara mesaj atmıştı. Böyle eğlenmemden mutlu olduğunu yazmıştı. Seslerimizi duymuş olmalıydı.

Loading...
0%