Yeni Üyelik
8.
Bölüm

8. Bölüm

@floranincikolatasi

 

Bölüm-8

Faruk Uysal

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Gözümü açtığımda bembeyaz bir odadaydım. Biraz daha etrafa baktım. Bir yanımda Enes, diğer yanımda Eda vardı. Eda’nın olduğu tarafta Kerem duvara yaslanmıştı. Hepsi bana bakıyordu. Her yerim ağrıyordu.

“Ne oldu bana?”

“Seni bulduğumuzda baygındın.” dedi Eda. “Başın kanıyordu. Acilen buraya geldik.”

“Annem nerede Eda?”

“Ona henüz haber veremedik.”

“Neden?” diye sordum.

Tam cevap vermek üzereyken içeri doktor girdi.

“Uyanmışız küçük hanım.”

Şu “küçük hanım” kelimesinden nefret ediyordum.

“Serumun bittiğinde taburcu edeceğiz.” dedi. “Ama başına dikkat etmem lazım. Dikiş attığımız içinde üç gün su değdirme. Bir hafta sonra dikişlerini aldırmaya gel tamam mı?”

“Tamam.” sadece bunu söyleyebildim. Bana dikiş mi atılmıştı? Bu dünyada en çok korktuklarımdan biri dikişti. Doktor serumu kontrol edip odadan çıktı.

 

 

(Üç saat önce)

 

Eda Yalçınkaya…

 

Hep beraber kapısı kırık bir gece konduya ulaştık. Kerem yol boyunca çok düşünceli görünüyordu. Belkide bana öyle gelmiştir? Kapısı kırık kapıdan içeri girdik. İçerisi hiç ev gibi değildi. Dümdüz bir koridor vardı. Sekiz tanede demir kapı vardı.

“Gelin İdil burada.” Enes’in gösterdiği kapının yanına gittik.

“İdil, biz geldik!” diye bağırdım. “Kurtaracağız seni!”

Ama içeriden hiç ses gelmedi.

Kerem koridorun sonuna doğru ilerledi. Oradaki masadan bir şey alıp tekrar yanımıza geldi.

“Bu ne?” dedim merakla.

Bana cevap vermek yerine kağıdı açtı. Enes kağıdı çekip, sesli bir şekilde okumaya başladı.

“Arkadaşınızı çıkarmanın tek yolu, şifreyi çözebilmek. Eğer bu kağıdı bulduysanız daha kolay olacak. İlk önce arkadaşınızın bulunduğu kapının sağındaki kapıyı açmanız gerek. Fark ettiyseniz arkadaşınızın olduğu kapıda anahtar deliği gibi bir şey yok. Anlayacağınız şifreli bir kapı. Şifre girme yeri, arkadaşınızın bulunduğu odanın sağ tarafındaki odanın içinde. O odanın içinde bir duvarın tamamı cam. Yanında da şifre butonu var. Şifreyi girdikten sonra cam olan yer açılacak. Anladınız bence daha fazla uzatmaya gerek yok. Polise haber vermemişsinizdir umarım. Ha bu arada, şifreyi nasıl bulacağız diye düşünürseniz Kerem iyi bilir.”

“Orospu çocukları!” dedim öfkeyle.

“Kalıbını s*ktiklerim!” dedi Enes. Sonra Kerem’e döndü. “Ayrıca ne alaka sen? Nerden biliyorsun şifreyi?”

“Zeki olduğumdandır.” diye cevapladı Kerem.

“Adını nerden biliyorlar?” diye sorularına devam etti Enes.

“Sence bu saçma bir soru olmadı mı? Her şeyimizi biliyorlar. Sen buna mı takıldın?” diye öne atıldım.

“Arkadaşlar! Artık kapıya odaklanabilir miyiz?” dedi Kerem bağırarak.

Peki bu kapıyı nasıl açacaktık? Bunun bir anahtar girişi vardı. İlk önce anahtarı bulmamız gerekiyordu. Biraz etrafa bakındım. Bir kapının üzerinde anahtar vardı. O kapının yanına gidip anahtarı çektim. Sonrada bizim açmamız gerek kapıya soktum. Çevirdim ve kapı açıldı. İkiside bana şaşkın bakışlar atıyordu. Hiç vakit kaybetmeden içeri daldık. Bomboş bir odaydı. Yanında ise kocaman bir camdan duvar vardı. Bir dakika…

“İdil!” diye bağırdım cama yumruk atarak. Yerde yatıyordu. Başından kanlar akıyordu.

“İdil!” dedi Enes. “Kerem, çabuk şu şifreyi gir!”

Kerem hemen şifre kutucuğunun yanına gitti. Bir kaç başarısız denemeden sonra cam duvar yukarı doğru hareket etmeye başladı. Koşup İdil’in yanına eğildim.

“Hastaneye gitmemiz gerek.” dedim. Ellerim titriyordu.

“Yaklaşık üç kilometre ötede bir hastane görmüştüm. Oraya gidelim. Çabuk!” derken İdil’i kucağına alıp kaldırdı Enes. Hemen oradan çıkıp hastaneye doğru koşmaya başladık.

 

(Şimdiki zaman)

 

İdil’in serumu bittikten sonra evine doğru yola çıktık.

“Anneme bu durumu nasıl açıklayacağız?”

“Bilmiyorum İdil.” diye cevapladım. “Yada her şeyi söyleyeceğiz.”

“Evet, yapabileceğimiz bir şey yok şu anda.” dedi Enes. Sesi hala titriyordu.

“Kim bilir ailelerimiz ne durumdadır?” dedim.

“Bilmiyorum, bilmekte istemiyorum!”

Kerem neden böyle söylemişti? Ailesiyle arasımı bozuktu acaba? Ona bu durumu şu an soramazdım. Daha önemli sorunlarımız vardı.

 

 

(Faruk Uysal…)

 

 

“Şimdi ne yapacağız efendim?”

Gecekondunun içindeki kameralardan onları izlemiştim. Arkadaşlarını kanlar içinde odadan çıkarmışlardı. Kerem’i yıllar sonra orada ilk defa görmüştüm. En son cezaevine beni ziyarete gelmişti. Sonrada gözlerimin içine bakarak benden nefret ettiğini söylemişti. Büyümüştü. Ne kadar konuşmak istesemde benle konuşmak istemiyordu. İnat konusunda aynı annesiydi. Şimdi ise ofisimdeki odamın içinde, masamda oturmuş başımda duran sağ kolum Hasan’ın sorularına cevap veriyordum.

“Aklımda yine bir plan var.” dedim.

“Ne var aklınızda, ne yapacağız?” dedi Hasan.

“Onları derinden korkutacak bir plan.”

“Peki bu uygulayacağınız planda oğlunuz Kerem var mı?”

“Elbette, babasıyla görüşmemek, ona nefret ettiğini söylemek nasılmış görsün.” dedim nefretle. Artık sanki benim oğlum değilmiş gibi davranacaktım ona. Çünkü oda bana öyle davranıyordu, babası değilmişim gibi.

“Uygulayacağınız plandaki isimler tam olarak kimler?”

“Eda, İdil, Enes, Kerem ve Mert.”

“Mert mi?”

“Evet Mert. Bu planda işime yarayacak.”

“Planımız nedir?”

“Çok yakında öğrenirsin.” dedim ve oturduğum masadan kalkıp odamdan çıktım.

 

Zeynep Bozkurt…

 

İdil eve geleli iki saat kadar olmuştu. Kızımı öyle görünce şok geçirmiştim. Eda bana durumu anlatınca daha çok deldirmiştim. O pislik herif benim kızımı çok korkutmuştu. Neyseki arkadaşları onu bulup bana getirmişlerdi. Polise gidemezdim. Bize daha çok zarar verebilirlerdi. İçimdeki korku çok çok büyümüş, zirveye çıkmıştı.

“Daha iyimsin kızım?”

“Anne bu soruyu bana daha ne kadar soracaksın?”

“Senin için çok korkuyorum. Ne yapabilirim?”

“Mesela bu soruyu sürekli tekrarlamazsan daha iyi olur.”

“Peki, ben odama gidiyorum. Bir şey olursa hemen bana seslen.”

“Olur seslenirim.”

İdil’in odasından çıkıp kendi odama gittim. Biraz dinlenmemiz bize iyi gelecekti.

 

         

Kerem Uysal…

 

“Oğlum ben ne yapayım?”

“Sana o adamla konuş bizim peşimizi bıraksın diyorum!” sinirden delirecektim. Annemi yarım saattir babamı araması için ikna etmeye çalışıyordum. Ben onunla konuşamazdım. Onun sesini duyamazdım. Buna tahammül edemezdim. Bu yüzden annemin konuşması gerekiyordu. Aslında onunda konuşmasını istemiyordum fakat birilerinin onunla konuşup uyarması gerekiyordu.

“Ben o adamın sesini duymak zorunda değilim. Çok istiyorsan sen ara!”

Evin içinde bağıra bağıra konuşuyorduk.

“Anne, niye anlamıyorsun?”

“Aramam diyorum!”

“Ama araman gerekiyor diyorum.”

“Olmaz, anlamıyor musun?”

“Asıl sen anlamıyorsun.”

“Ben odama çıkıyorum.”

Annem oturduğu koltuktan kalkmaya çalışınca kolundan tutup aşağıya çekince tekrar koltuğa oturdu.

“Aramayacağım.” dedi. Hala inat ediyordu.

“Anne, sana bir şey söylersem babamı arar mısın peki?”

“Neymiş o?”

“Eda’dan hoşlanıyorum. Oldu mu?” dedim tek nefeste.

“Ne? Umarım aynı Eda’dan bahsetmiyoruzdur.”

“Babamın öldürdüğü adamın kızı.”

“Ay,” dedi bir elini alnına koyarak. “Bana bir fenalık geldi.”

“Numara yapma!”

“Oğlum, başka birini bulamadın mı?”

“Anne!”

“Güzel mi?”

“Anne!”

“O seni seviyor mu?”

“Anne, arayacak mısın?”

“Of! Nedir senden çektiğim?”

“Eda için ve oğlun için.”

“Eda… onu bana gösterecek misin?”

“Görüp ne yapacaksın?”

“Görmem lazım. Nasılmış incelemem gerek.”

“İstersen olay yeri inceleme ekiplerini çağıralım onlar daha detaylı inceler.”

Annem ufak bir kahkaha attı.

“Peki kız biliyor mu?”

“Bir tek Allah, sen ve ben biliyoruz.”

“Yarın göreceğim.”

“Arayacak mısın?”

“Tamam, arayacağım o pislik adamı. Ama yarın göreceğim.”

Eğilip yanağına öpücük verdim.

“İşte benim annem.” diye bağırdım.

Annem ayağındaki toz pembe peluş terliği çıkarıp kafama fırlattı.

“Ah.”

“Şımarma! Yersin kafana terliği.”

Klasik anne terliği diyebilir miyiz? Bence diyebiliriz. Bu hali beni çok güldürüyordu.

“Tamam ya!” dedim. “En son kafama terlik fırlattığında yedi yaşındaydım.”

“Hatırlıyorum, komşunun kızını kaçırmaya çalışmıştın.”

“Hatırlatma lütfen.” dedim. Niyeyse çok utanmıştım bir an. Ayrıca o kızı o yaşımda neden kaçırdığımıda anlamamıştım. Bisikletle yedi yaşımda kız kaçırmaya çalışan bir gerizekalıydım ben.

Loading...
0%