Yeni Üyelik
3.
Bölüm

Bölüm 3: İLK GÜVEN

@floweraleyna

 

 

Merhaba, bir konuya açıklık getirmek istiyorum. Beren yaralı bir kız. Kalbi kırık, korkak bir kız. Korkak olmasının sebebi sürekli korkuyla büyümesi. Günümüzde de bu durum o kadar çok fakza ki... Kızlarımızı, kardeşlerimizi sevelim, koruyup kollayalım.

 

 

...

 

Bölüm şarkısı-Sezen Aksu: Küçüğüm

 

Yine Küçüğüm eşlik edecek bize.

 

İyi okumalar 🦋

 

...

 

Her şey kelebeğin kanat çırpması ile başladı...

 

Eğer bir hayvan olarak dünyaya gelmek isteseydim galiba kelebek olarak dünyaya gelmek isterdim. Alımlı, kanatları, zarif duruşu, ince yapısı..

 

Evi incelemeye başladım. Bulunduğum yer, yani kapının önü gayet sadeydi. Bir tane portmanto ve ayakkabılık vardı. Ayakkabılığı görünce ayakkabımı çıkardım ve oradan bir tane terlik giydim. Terlik de çok tatlıydı. Tüylü gibiydi ama rahatsız etmiyordu. Terliği giyer giymez buz gibi olan ayağım ısınıverdi. Ayaklarım uzun süre sonra ilk defa ısınmıştı. Evi dolaşmaya başladım.

 

Küçük, ince bir koridordan sonra ev genişliyordu. Duvarlar gri rengindeydi ve asil duruyordu. Girişteki duvarda tablolar vardı. Ünlü ressamların çizdiği resimler... Bir gazetede okumuştum. Oradan biliyorum.

 

Duvarların tam ortasından beyaz, ince bir şerit geçiyordu. O beyaz şerit girişe sportif bir hava katmıştı. Tavanda ise çok güzel desenli bir lamba vardı. Sanki bir kuş desenliydi. Ama hangi kuş olduğunu bilmiyordum. Hemen sol tarafimda bir kapı vardı. Karşımda ise duvar ile bitişik bir merdiven yukarı doğru çıkıyordu. Aşağıya doğru olan bir merdiven daha vardı. Orası ise çok karanlıktı.

 

Solumda duran odanın kapısını açtım. Kapı bile çok büyüktü. Sol tarafıma baktığımda beni boydan boya bir pencere karşıladı. Bu bence iyi değildi çünkü dışarıdakiler bizi rahatça görebilirdi. Pencerenin önünde bana dönük bir koltuk vardı. Koltuğun çaprazında da bir tane daha koltuk vardı. Bu koltuk ise duvara yaslanmıştı. İki tane de tekli koltuk pencerenin önündeki koltuğun karşısındaydı. Koltuklar da gri renkti. İçerisi çok kasvetliydi. Rahatsız edici türden kasvetli. Duvara yaslı olan koltuğun karşısındaki duvarda ise kocaman bir televizyon vardı. Asla bu kadar büyük televizyon hayal edemezdim. Televizyonun arkasındaki duvar taştı sanırım . Televizyonun üstünde, yanında da duvara monte edilmiş küçük bölümler vardı. O bölümlere ilerledim.

 

Küçük fotoğraf çerçeveleri vardı ve hepsi doluydu. Hatta bir bölümde hep oyuncak arabalar vardı. Küçük küçük ve her renk oyuncak arabalar. Küçük arabaların yanına ilerledim hevesle. Dokunmak için elimi uzattım ama cesaret edemedim. Ya sahibi kızarsa, ya bana vurursa? Evi incelemeye devam ettim.

 

Televizyonun altına ise televizyon kadar büyük bir dolap vardı. Dolabı açmamın yanlış olacağını düşünüp açmadım. Sonuçta bana ait değildi. Dolap ve duvara monte edilmiş küçük bölümler kahverengiydi. Çok güzel duruyorlardı.

 

Fotoğraf çerçevesine baktım. İki tane genç oğlanın çok mutlu gözüktüğü bir fotoğraftı. Bir diğerine baktım. Galiba aile fotoğrafıydı. Bir başka fotoğrafta da küçüklük halleri olmalıydı. İki kardeş olduğunu düşündüğüm küçük oğlan çocukları kendileri gibi küçük takım elbiseleri giymiş, fotoğraf çekinmişlerdi. Gayet sert duran bir adam vardı. Sanırım babalarıydı. Yanındaki kadın da anneleri olmalıydı. Ne kadar asil duruyordu öyle. Saçları, makyajı, duruşu, giydiği elbiseyi taşıması...

 

Odaya son kez göz gezdirdim ve odadan çıktım.

 

Şimdi tam karşımda duran odaya girdim. Burası da mutfaktı. Ne kadar ferah bir mutfağı var bu evin? Tüm günümü burada geçirebilirim. Her şey beyazdı. Buzdolabı, tezgah, bulaşık makinesi, tam ortada duran bar sandalyeleri ve masa. Harika burası.

 

Mutfaktan bahçeye açılan bir kapı vardı. Ve mutfağın da bir penceresi boydan boyaydı.

 

Buradan da çıktım. Hemen mutfağın yanındaki odaya girdim. Burası sanırım ardiye. Konserveler, kuru patlıcan, biber, baharatlar, un çuvalları ile birlikte oldukça kalabalık bir odaydı. Ayrıca her yer toz olmuştu. Ve çok düzensiz yerleştirilmişti. Bir ara buraya da bakmalıydım.

 

Bu odadan da çıktım ve karşımdaki yani oturma odasının yanındaki odaya girdim. Burada ise çamaşır makinası, kurutma makinası, ütü ve birsürü ütülenecek kıyafet vardı. Gömlek, pantolon çok fazlaydı.

 

Burası da beyaz döşenmişti. Normal boyutta penceresi vardı. Ayrıca perdenin arkasında küçük bir balkon gibi bir şey de gördüm. Galiba çamaşırları buraya asıyorlardı.

 

Buradan da çıktım. Odalar çok büyüktü. Benim eski odam buranın üçte biri kadardı.

Ayrıca her bir odada mutfak hariç ayağa yumuşacık gelen halılar vardı. Halıların üstünde bile uyuyabilirdim. O kadar yumuşaktı yani.

 

Merdivenlerin altında ise küçük bir kapı vardı. O kapıya bakmamın da yanlış olacağını düşündüm ve üst kata çıkmaya başladım.

 

Merdiven de gri renkteydi ve siyah işlemeli demir ile korkuluğu vardı. Korkuluğun tutacak yerinde ise kahverengi hakimdi. Hoş bir dokusu vardı.

 

Böyle böyle üst kata çıktım. Burada alt kattan daha fazla cam vardı. Dışarısı tamamen gözüküyordu. Küçük bir sehpa vardı duvarın önünde. O sehpanın üzerinde de aşağıda gördüğüm ve anneleri olduğunu düşündüğüm kadının fotoğrafı vardı.

 

Burada fazla oyalanmadım. Tam dört tane oda vardı. Aşağıdaki adamın tarif ettiği odaya girdim. Burası arka bahçeye bakıyordu ve çok güzeldi. Burada da kocaman pencereler vardı ama boydan boya değildi. Odada, evde bulunan kasvetli havanın aksine ferah bir hava hakimdi. Çünkü bu oda açık renkler ile döşenmişti. Oda bana göre saraydı. Benim odam çok daha küçüktü. Ama evimiz de küçüktü. Bu ev de kocaman benim odam da kocaman..

 

Odaya girince zaten hemen gözüme pencere çarpmıştı. Bu odada örümcek ağları yoktu. Ya da odanın kenarlarında karıncalar, böcekler gezmiyordu. Odanin içine üç adım attıktan sonra hemen yanımda kocaman beyaz bir dolap vardı. Dolabın iki adım önünde tek kişilik yatak vardı. Yatak da çok rahat gözüküyordu. Yatağın sağında ve bitişiğinde ise küçük bir komodin vardı. Üzerinde de küçük bir abajur vardı.

 

Yatağın hemen karşısında aynalı bir masa ve sandalye vardı. Aynalı masanın önünde ise çeşitli makyaj malzemeleri vardı.

 

Makyaj malzemeleri...

 

Kalbimin korku ile çarpmasına, elleriminse titremesine neden oldu. Makyaj malzemeleri yaraları geçirmek için vardı. Ve burada çok fazlaydı. Evdeki şiddeti burada da mı görecektim?

 

Vücudum buna dayanamazdı ki. Ölürdüm belki. Zaten evleneceğim adam benden önce üç kadını daha öldürmüş. Beni de öldürürdü. Kurtulurdum.

 

Aynalı masanın yaklaşık on karış yanında ve beş karış üstünde de güzel bir tablo vardı. Manzara resmiydi ve baktıkça insanın içi ferahlıyordu.

 

Makyaj masasının yanına yaklaştım. Ve aynadan yüzüme baktım. Hemen bu yaraları geçirmem gerekiyordu.

 

Fondöteni ve kapatıcı kremi elime aldım ve işe başladım.

 

On beş dakikada yüzüm anca geçmişti. Çok dikkatli bakınca elmacık kemiğinin üzerindeki morluk biraz gözüküyordu. Ayrıca kaşımın ve dudağımın kenarındaki yara da tam anlamıyla kapanmamıştı.

 

Yüzümü bırakıp boynuma başladım. Boynumda da morluklar vardı. Bu yeni olmuştu. Bugün olmuştu. Son ana kadar bana zarar vermekten kaçınmıyorlardı.

 

Boynum ile de on dakika kadar uğraştıktan sonra kollarıma geçtim. Zaten kış ayındaydık. Uzun kollu giyinirdim. Yaza kadar da morluklar geçerdi. Sadece kemer izleri kalırdı. Onu da ceket giyerek kapatırdım.

 

Sadece bileklerimdeki morlukları kapattım. Sonra çekmeceleri karıştırmaya başladım. Toka bulmam gerekiyordu. Evde saçımı açık görmeyi istemezlerdi. Saçım hep örgülü olurdu. At kuyruğu da yapamazdım. Kısacası saçımın olmasından rahatsız oluyorlardı. Ben de çareyi örnekte bulmuştum.

 

Küçük çekmecelerin birinde toka buldum. Hemen saçımı örmeye başladım. Hızlı hızlı örüyordum.

 

Evde olsaydım belki bu gece evden kaçtığım için saçımı keserlerdi. Öldüresiye döverlerdi. Sonra hiçbir şey olmamış gibi devam ederlerdi. Ben de gece boyu ağrıdan kıvranırdım.

 

Kafamı iki yana sallayarak düşüncelerden ayrıldım. Artık evde değildim. Belki burada şiddet görmezdim. Ama o zaman neden makyaj malzemeleri vardı?

 

Kafam çok karışık. Ne düşünmem gerektiğini bilmiyorum.

 

Oturduğum sandalyeden kalktım. Yere oturdum. Yatağa oturursam kızabilirdi. Kızarsa sinirlenirdi. Sinirlenirse bana vururdu. Sonuçta yatağı bozmuş olurdum. Hem izin almadan yatağa yatmam uygun olmazdı.

 

Bacaklarımı kendime çektim. Başımı da bacaklarımın üstüne koyup kollarımı bacaklarıma doladım. Canım acıyordu. Belki uyursam geçerdi.

 

....

 

Karanlık bir yerdeydim. Korkuyla uzandığım yerden kalktım. Eve ne zaman gelmiştim? Kapı açıldı. İçeriye Metin abim girdi. Korkuyla çığlık atan küçük kızı gördüm. Bu kız buraya ne zaman gelmişti? En önemlisi bu kız kimdi?

 

" Abi yapma ne olur " küçük kızın yalvaran, korkak sesini duymam ile gözlerim doldu. Yere oturdu ve hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. İçim acıdı. Yardım etmek istedim küçüğe. Ama yanına yaklaşamadım. Sanki yere çivilenmiştim.

 

Metin abim gülüyordu. Sonra kahkaha atmaya başladı. Ellerim ile kulaklarımı kapadım. Sıkıca birbirine bastırdım.

 

Kahkahasını hala duyuyordum. Kesilmiyordu sesi. Elim ile kulağıma bastırdıkça daha fazla kahkaha sesi duyuyordum...

 

" Yenge "

 

Ne yengesi? Daha küçüğüm ben. Evlenmek istemiyorum. Daha çok küçüğüm.

 

" Yenge kendine gel. Rüya görüyorsun"

 

Duyduğum ses ile korkuyla sıçradım ve geriye kaçtım. Buraya gelmişti. Metin abim buraya gelmişti. Bu evdeydi. Bana da zarar verecekti. Acımayacaktı.

 

Düşüncelerim ağlamamı arttırmıştı. Hemen önümde ise birisi vardı. Tanımadığım birisi...

 

Korkuyla yüzüne baktım. Ama sonra hemen geri önüme baktım. Açıklamak ister gibi hızlıca konuştum. Belki kızmazdı ve beni karanlık odaya kapatmazdı.

 

" Ben sadece odaları geziyordum. Aşağıdaki adam buranın bana ait olduğunu söyledi. Başka hiçbir yere girmedim. Sadece mutfak, oturma odası, kiler ve ütü odası gibi bir yerdi. Özür dilerim. Siz olmadan girmemeliydim. "

 

Konuşmamın ardından ağlamaya devam ettim. Genç adam ise bana yaklaştı. Önümde diz çöktü ve elimi tuttu.

 

" Yenge ne özürü Allah aşkına. Asıl ben özür dilerim. İzinsiz odana girdim. Bu ev artık senin yenge. Çok mu kötü rüya gördün? "

 

Başımı olumlu anlamda salladım. Bana yenge diyordu ve o fotoğraf çerçevelerinden birinde gördüğüm çocuktu. Elimi elinden çektim. Zira ufacık elimi sıksa bile canım acıyordu.

 

" Tamam yenge geçti. Gel aşağı inelim. " kafamı yine olumlu anlamda salladım. Karşı çıkarsam da ben zararlı çıkabilirdim. Yavaşça ayağa kalktım. O önden ben arkadan aşağı indik. Merdivenlerden inerken konuştu.

 

" Neden yatağında yatmadın? "

 

Oturma odasına geçtik ve oturduk. Sorusu ise cevapsız kaldı. Ne söyleyebilirim ki.

 

" Tanışamadık. Ben Bora. Sen ise benim biricik yengemsin. Ne kadar tatlı bir yengem var" ellerini havaya kaldırdı ve dua eder gibi bir hal aldı . " Allah'ım, ben senden bir yenge istedim. Taş değil. Şu güzelliğe bak. Maşallah."

 

Üzerime gelmemesi beni rahatlamıştı. Sözleri ile de utanmıştım. Birisi ilk defa benim hakkımda böyle konuşuyordu.

 

" Ee yenge hazır abim gelmeden anlatsana, nasıl tanıştınız. Abim sarışın sevmezdi. Yani yanlış anlama ama şimdiye kadarki tüm sevgilileri esmerdi ve kendini beğenmişti. Nasıl çaldın bizimkinin gönlünü? Ah hayır, yanlış soru. Bizim buzdolabı senin gönlünü nasıl çaldı? Kesin bu işte bir iş var. Çünkü senin abime bakma ihtimalin yüzde sıfır. "

 

Göz kırparak kurduğu cümle karşısında nasıl cevap vereceğimi bilemedim. Önüme döndüm ve düşünmeye başladım. Yanlış bir şey söylemek istemiyordum. Onun için aklıma gelen ilk şeyi söyledim.

 

" Abin gelsin, beraber anlatalım."

 

Kaşları havada beni dinledi. Sonra alkışlamaya başladı. Bu hareketine şaşkınca bakarken aynı zamanda tedirgindim.

 

" Yenge, aynı abim gibi konuştun. Bu arada sen abimi her şeyi ile kabul ettin değil mi? Gerçi evlisiniz artık bu soruyu sormam saçma ama. Sahi ya evli demişken, siz bir haftadır evlisiniz değil mi? Ne çabuk geçti bak. Yengi bir ara fotoğraf çekinelim ya. Herkes seni merak ediyor. "

 

Neyi ile? Korkuyorum. Abisi psikopat da onu mu söylüyor? Yoksa katil mi? Belki de ruh hastası. Benim acı çekmemden memnun olacak. Belki de bana dokunurdu. Ben bir kere daha kaldıramam. Yapamam. Yaşayamam. Ayrıca ben bir haftadır evli olduğumu yeni öğreniyordum. Çok acizim. Karşı çıkamadım. Dik durup istemiyorum diyemedim. Onlara karşı çıkamadım.

 

" Yenge iyi misin? " Daldığım düşüncelerden çıkıp kafamı olumlu anlamda salladım. Gözlerine bakamıyordum. Abimin dediklerinden sonra...

 

Beni para için satın aldılar. Gururumu daha ne kadar ayaklarım altına alırım bılmiyorum ama gerçekten eziliyorum.

 

" Yenge bir yüzüme bak ya. Nur cemalini göreyim. " ses tonu yumuşaktı. Zarar gelmezdi umarım. Ama ya beni denemek için öyle söylüyorsa? Ya yüzüne baktığımda kızgın yüzüyle karşılaşırsam. Ya beni abisine şikayet ederse?

Ama yüzüne bakmazsan da sinirlenenilirdi. Mecburen hafifçe kafamı kaldırdım. Sonra biraz daha. Ve yüzüne baktım. Bana şaşkınca bakarken ben yüzümdeki yaraları iyi saklayamamış mıyım, kötü bir şey mi dedim diye düşünüyordum. Bu düşüncem tamamen gerilmeme neden olurken kendimi ağlamamak için zor tutuyordum.

 

" Yenge " dedi hayretler içerisinde. Hemen gözlerimi kaçırdım çünkü çok derin bakıyordu. Bakışlarından korktum. Nefret yoktu, kin yoktu, gözlerinde ateş çıkacak gibi de değildi ama ben de birisinin bana böyle bakmasına alışık değildim.

 

" Yenge senin gözlerin çok güzel. Okyanus mavisi mübarek. " Dedi ve ellerini tekrar havaya kaldırdı. Dua eder gibi bir hal aldı.

 

" Allah'ım, abim senin sevgili kulunmuş. Bana da yengem kadar güzellikte bir yâr nasip et. Amin"

 

Ve avuç içlerini yüzüne değdirdi.

 

Kurduğu cümle karşısında hafifçe tebessüm ettim. Gözlerim güzeldi, bunun farkındayım ama evdekiler gözlerimi de sevmezdi. Evdeyken gözlerinin içine bakamazdım. Baktığım anlar ise nadir olurdu.

 

" Teşekkür ederim. "

 

Dedim kısık sesle. Güldüğünü hissettim. Şu an evde değildim. Abilerim ve babam yoktu. Metin abim içkili bir şekilde gelemezdi. Mete abim moralimi bozamazdı. Babam akşamları bana vuramazdı. Onlar artık yoktu. Artık benim ailem değillerdi. Benim yeni bir ailem olmuştu. Evlenmiştim. Bora ile arkadaş olur muyduk ki? O beni korur muydu? Tüm abiler kötüdür. Bora da beni abisine karşı korur muydu?

 

Ya o da abisinden şiddet görüyorsa. Yavaşça vücuduna baktım. Ama o güçlüydü. Abisine karşı çıkardı. Ben karşı çıkamamıştım. Hem küçüktüm, hem korumasızdım.

 

Düşüncelerim ile yavaşça gözlerimi Bora' nın yüzüne çıkardım. Bir yerden başlamak gerekiyordu değil mi? Artık onlar yoktu. Evlendiğim adam izin verirse belki evde bile gönlümce dolaşabilirdim.

 

Tüm içime kaçmış sesimi topladım ve derin bir nefes aldım. Bana soru sorulmadan cevap vermezdim hiç. Şimdi ise bir ilk yapıyordum. Ben soru soracaktım. Belki kızardı ama olsun.

 

" Aç mısın? "

 

Anında bana baktı ve kafasını salladı. Sonra oturduğu tek kişilik koltukta iyice yayıldı.

 

" Yenge aç mısın mı? Aç olmak bende yok, benim kitabımda yok. Aç olmak da neymiş hem? Ne kadar basit bir cümle? Ben aç değil, kurt gibi açım. "

 

Büyük bir itina ile dinlemiştim. Bazı yerleri anlamamıştım ama en sonunda aç olduğunu pardon kurt gibi aç olduğunu anlamıştım. Gülümsedim. Gülünce yanaklarım gerildi, gözlerimin kenarı kısıldı, dudağımı sanki bir güç iki farklı yöne çekiyormuş gibi hissettim. Oysaki ben gülmeyeli çok uzun zaman olmuştu. Çoğunlukla sessiz kalırdım.

 

" Ben yemek hazırlayayım o zaman." Ayağa kalktım. Benimle beraber Bora da ayağa kalktı. Bazen ani hareket ediyordu ve ben hareketlerinden korkuyordum ama inanmak istiyorum. Bana zarar vermeyeceğine inanmak istiyorum. Hakaret etmeyeceğine, saçımı çekip kesmeyeceğine inanmak istiyorum.

 

Ayağa kalkınca fark ettim. Boyu benden epey uzundu. Kumral gibi saçları vardı. Ve saçlarına uygun kahverengi göz rengi. Yapılıydı. Bu benim korkmamı sağlıyordu. Çünkü abilerim ve babam yapı itibari ile zayıflardı. Zayıf olmalarına rağmen elleri çok ağırdı. Eğer Bora da kötü birisiyse ve bana zarar vermeye, şiddet uygulamaya kalkarsa kesin öldürürdü. Duruşu bile güçlüydü.

 

Ben de güçlü durmak isterdim. Daha küçücükken görmeye başladığım şiddet yüzünden en ufak bir hareketten bile irkilmek istemezdim. Ben de okumak, meslek sahibi olmak isterdim. Ben de eve girdiğimde sıcacık sobanın yanına oturmak isterdim. Buz gibi duvarın dibine değil. Ben de sevilmek isterdim. Belki de sevmek. Ama gel gör ki ben sevmekten, sevilmekten bile korkar oldum.

 

Beraber mutfağa girdik. Bora etrafa göz gezdirdi ve buzdolabının kapağını açtı.

 

" Yenge ev alışverişine çıksak iyi olacak. Üç yumurta, tereyağı ve ekmek, soda kalmış. Dolap boş. "

 

Kafamı salladım. Ama üç yumurta, tereyağı, ekmek, soda ve biraz baharatla güzel bir atıştırmalık yapabilirdim. Önüme bakarak konuştum.

 

" Evde baharat varsa, atıştırmalık birşeyler yapabilirim. " sesim az çıkıyordu. Korkak çıkıyordu. Çaresiz bile çıkıyordu. Ama belli edemiyordum. Şimdi yatağa yatıp, yaralarım ağrıdığı için hüngür hüngür ağlamak istiyordum. Her hareket ettiğimde eğildiğimde, yürüdüğümde... canım acıyordu.

 

" İstediğin baharat olsun yengem. Hemen getiriyorum." dedi ve mutfaktan çıktı. Ben de dolaptan üç yumurta çıkardım. Tezgahın üzerine koydum. Ekmeği ve tereyağını da çıkardım ve tezgaha koydum. Elinde baharatlar ile gelen Bora ya göz ucu ile baktım. Getirdiği baharatları tezgahın üzerine koydu. Ben de kesme tahtasını ve ekmek kesme bıçağını aldım ve ekmekleri fazla ince olmayacak şekilde kesmeye başladım.

 

Zaten iki ekmek vardı. Onlar da bayattı. Daha sonra yumurtaları derin bir kaba kırdım. Biraz tuz, nane, kekik, kırmızı biber, pul biber ve toz biber ekledikten sonra en son sodayı da içine ekledim, kestiğim ekmekleri yumurtalı harca batırdım.

 

" Fırın tepsisini verir misin? " Bora hemen fırın tepsisini bana verdi ve yerine geçerek beni dikkatlice izlemeye devam etti. Ben de yumurtalı ekmekleri fırın tepsisine güzelce dizdim. Ardından tereyağını biraz keserek üstlerine azar azar koydum. Güzel lezzet verirdi. En son da tepsiyi fırına verdim ve derecesini ayarladım.

 

Evde yemek olmadığı zamanlar abilerime yapardım. Ağlayarak yapardım. Çünkü evde malzeme olmamasının sebebini bende bulurlardı. Tüm parayı aldığımı düşünürlerdi.

 

" Oh oh ellerine sağlık yengem. Eminim harika olur. Abim niye eve baktırmamış ya. Yenge biliyor musun? Bu ev annem ve babamın eviydi. Biz birkaç şeyi değiştirdik ve burayı sizin eviniz yaptık. Odan nasıl, beğendin mi? Peki kıyafetlerin? Hepsini abim seçti. Benim zevkim abimin zevkinden daha iyi aslında ama bir kereliğine abime izin verdim."

 

Dedi ve gülümsedi. Neredeyse nefes almadan konuşmuştu. Ona konuştuğu için kızmıyorlar mıydı? Bana da izin verir miydi ki? Ben de böyle konuşabilir mıydım? Hem burası ailesinin eviydi. Acaba onlar neredeydi?

 

Cevabını bilmek istediğim o kadar çok soru vardı ki. Hem sormaya çekiniyordum, hem de alacağım tepkiden korkuyordum.

 

Biraz durakladı. Ardından düşünceli sesi ile konuştu.

" Sahi, siz evlisiniz. Neden aynı odada kalmıyorsunuz? Abim canını mı sıkıyor?

 

İşte şimdi kapana kısılmıştım. Ne desem yalan olacaktı. Gerçeği bılmiyordu. Benim söylemem ise kötü olurdu.

 

Cevaplamak istediğim o kadar çok soru vardı ki.

 

Fırından enfes kokular gelince elimde mutfak bezi ile fırına doğru ilerledim.

" Bunlar yanmasın."

 

Fırının kapağındaki camdan bakmaya çalıştım. Sanırım olmuştu. Fırının kapağını açtım ve çıplak gözlerim ile de fırının içine baktım. Evet, olmuştu. İkiye katladığım mutfak bezi ile sıcak fırın tepsisini tuttum ve kendime çekerek dışarıya çıkardım. Elim hafifçe yanmaya başlayınca da tezgahın üzerine koydum. Ardından fırını kapattım ve ben de tepsiye baktım.

 

" Aah yenge ah. Desene ben kilo alacağım. Sen beni böyle beslersen varya ohoo. Abim çok şanslı. "

 

Dedi tepsiye bakarak. Gülümsedim. Birilerini mutlu etmek beni de mutlu ediyordu. Galiba konunun üstünde durmak istememişti. Rahatladım. Burnuma burcu burcu kokan ekmeğe baktım. Sahi, en son ne zaman yemek yemiştim?

 

Gülümseyerek konuştum. " Şimdiden afiyet bal şeker olsun. " Bana baktı ve gülümsedi.

" Sen yemeyecek misin? "

Hemen kafamı iki yana salladım. Ben yiyemezdim.

" Yok yok ben yemem. "

 

Dedim ve üst dolapları karıştırmaya başladım. Kolumu her havaya kaldırdığımda canımdan can gidiyordu. Sanki aynı acıyı tekrar yaşıyormuşum gibi hissediyordum. Bunu dışarıya gösteremezdim. İnsanlar kötüydü. Eğer hassas noktamı bulurlarsa canımı acıtmaktan çekinmezlerdi.

 

Ayrıca dolap çok farklı açılıyordu. İki defa tıklaman yeterliydi. Kendisi otomatik olarak açılıyordu. Tuhaf.

 

En köşede duran dolapta servis tabağı buldum. Onu aldım ve yumurtalı ekmekleri servis etmeye başladım. Ardından mutfakta bulunan bar masası tipi masaya koydum. Bir çatal, bir de bıçak çıkardım.

 

" Sıcak sıcak ye. Soğumasın. "

 

Hemen bar sandalyelerinden birine oturdu ve tabağı kendine çekti. Çatalı ve bıçağı görmezden gelerek elleri ile yemeye başladı. Ben de her zamanki gibi izlemeye.

 

Bora önündeki tabağı hızlıca bitirince biraz daha koydum. Çok iştahlı yiyordu. En son bir tepsiyi bitirdi. Tabi benim de canım çok istiyordu. Çok acıkmıştım ama aç olduğumu söylemeye korkuyordum.

 

" Yengem ellerine sağlık. Ömrümde hiç bu kadar lezzetli atıştırmalık yemedim. Bayıldım." dedi sandalyede geriye yaslanarak. Gülümsedim sadece.

 

Bora' nın telefonu çalınca elini cebine attı ve ekrana baktı. Sonra bana döndü. " Kocan arıyor." Vücudumu korku dalgası sararken ne yapacağımı bilemedim. Belki de bana kızacaktı. Vuracaktı, dokunacaktı. Saçlarımı kesecekti. Saçlarımın kesilmesine dayanamam ki. Onları çok seviyorum.

 

Yanlış bir şey mi söyledim diye düşünmeye başladım. Ellerim titremeye başlarken abimin dedikleri aklıma geldi. ' Hayatına giren üç kadını da öldürmüş. Seni mi öldürmeyecek?'

 

Telefonu kapattı. " Evet yenge, tanıştığıma çok memnun oldum. Sık sık buraya gelirim seni yalnız bırakmam merak etme. Ha bir de kocan tarafından kovuldum. Hadi bana müsade. "

 

Dedi ve ayağa kalktı. Gülümsedim ama içten bir gülümseme değildi. Korkuyordum. Çok korkuyordum. Gözlerimin dolmasına engel olamıyordum.

 

Kapıya kadar yolcu ettim. Arabasına bindi ve gitti. Ben de kapıyı kapattım ve derin bir nefes aldım. Geliyordu. Yutkundum. Hemen ortalığı toplamam gerekiyordu. Dağınık görürse kızabilirdi. Evde öyleydi.

 

Mutfağa gittim hızlıca. Pencereyi açtım ve mutfaktaki yumurtalı ekmek kokusunun çıkmasını sağladım. Tepsiyi yıkadım. Tabağı da makinaya koydum. Masayı da sildim. Geriye gidip mutfağa baktım.

 

Düzenli gözüküyordu. Girişteki aynaya koştum ve kendime baktım. Yüzüme baktım. Herhangi bir yara dikkatli bakılmadıkça gözükmüyordu. Saçım örülüydü.

 

Belki tekrar sert kemer darbelerini vücudumda hissederdim. Kabuk tutmaya yüz tutmuş yaralarıma yeni yaralar eklenirdi. Saçımı belki tamamen keserdi. Belki de bana dokunurdu. Bir daha yaşamak istemiyorum.

 

Korkuyorum.

 

...

 

Zaman...

 

Saniyeler dakikaları, dakikalar saatleri kovalarken yaptığım tek şey oturmaktı.

Hepimizin yaptığı şey aslında bu değil miydi?

 

Uyanırız, kahvaltı yaparız ve otururuz. Bir döngüye girmiştir hayatımız. Biz ise bu döngüyü bozamayız. Kural gibidir. Gece uyumayıp gündüz uyursan tuhaf karşılanırsın. Ama gece boyu uyuyup, gündüz uyanık kalırsan normal karşılanırsın.

 

Zamanın geçmesini engelleme şansım olsaydı dokuz yaşında iken zamanın durmasını isterdim. Yine yetimhanede, yirmi üç Nisan gösterisine hazırlanırken heyecanlanmam, arkadaşlarıma bakıp gülümsemem, ya da birbirimizin saçını yapmamız, beraber ödevler yapmamız...

 

Ne günlerdi.

 

Tekrar saate baktım. Henüz yirmi dakika geçmişti. Hala o gelmemişti. Ben evin içinde durmadan bir oraya bir buraya giderken olabildiğince stresliydim. Tırnaklarımı elimin üzerine batırıyor, geri çekiyordum.

 

Belki burada durmamdan hoşlanmazdı, belki odama çıkmalıydım. Ama ya odama çıktığımda beni yanlış anlarsa ve karanlık odaya kapatırsa? İşte o zaman aklı dengem olmayabilirdi. Holde bulunan ve aşağı inen merdivene baktım. Korkum kat ve kat arttı. Oraya kapatabilirdi beni. Karanlık gözüküyordu. Çok karanlık...

 

Hemen oturma odasına geri döndüm. Koltuğun birine oturdum ve tırnağımı etime batırmaya devam ettim.

 

Beni düşüncelerden ayıran dışarıda duran arabaydı. Derin bir nefes aldım ve gözlerimin dolmasına engel olamadım. Ne yapacaktım şimdi? Hava da kararıyordu. Karanlık. Karanlık oda.

 

Arabadan indi. Boyu çok uzundu. Bora'dan bile uzundu. Ve Bora'dan daha yapılıydı. Eğer bana vurursa ölmekten beter olurdum.

 

İstemsizce titreyen ellerimi giydiğim tişörtün eteklerine götürdüm ve sıkmaya başladım.

 

Arabadan bir kız daha indi. Merakla izlemeye başladım. Bu kız kim ki?

 

Giydiği dar kot pantolon ve sarı kazağı ile çok güzel bir kızdı. Esmerdi ve oldukça alımlı gözüküyordu. Ben ise o kızın yanında çocuk gibi duracağıma emindim. Zaten çocuk değil miydim?

 

Giydiği kalın ve uzun topuklu ayakkabı ile nasıl yürüdüğünü düşünmeden edemedim. Saçları dalgalı ve siyahtı. Uzun bacakları bir yana fiziği çok güzeldi.

 

İkisi de kapıya doğru geldiler. Kısa süre sonra kapı çaldı. Hemen üstüme başıma çeki düzen verdim ve kapıyı yavaşça açtım.

 

Önce kıza baktım. Arkasındaki adama bakmaya cesaret bile edemedim. Bakışlarım hemen önüme düşerken kızın sesini duydum. İğneleyici ve küçük düşürücüydü.

 

' Hayatım, eve yeni hizmetçi aldığını söylememiştin? ' hizmetçiyi vurgulayarak söylemişti. Gözlerim doldu. Ben hizmetçi değilim ki.

Sahi, kimdim ben?

 

 

 

 

 

...

 

 

Hepiniz hoşgeldiniz 💐

 

Bölüm nasıldı?

 

Sizce kurgu nasıl ilerliyor? Yorumlarınızı alabilir miyim?

Ah Beren... Beren' e söylemek istediğiniz bir şey varsa buraya yazabilirsiniz?

 

Bora acaba nasıl birisi çıkacak?

 

Hoşçakalın 🦋

Loading...
0%