@flymiamibro2
|
Aradan tam iki gün geçmişti. Cerbeus'un içindeki öfke hala kabarmaya devam ediyordu. Yine, okuldan eve yürüyordu. Adımları sertti, içindeki kin onu hep daha güçlü kılıyordu. Ama gerçek güç bu değildi. Eve geldiğinde, Kenta'nın büyülerle, ya da Diana'nın tablosuna bakmakla meşgul olduğunu düşündü. Fakat değildi, Kenta evin içinde değildi. Kenta, Luminara'da bir sorun sürece hep evde olurdu. Evde olmadığına göre, Luminara'da bir sorun vardı. Cerbeus'un keskin bakışları daha da keskinleşti. Camdan evin içine, bir kağıt parçası giriverdi. Tam Cerbeus'un ayağına düşmüştü. Bir şeyler yanlış gidiyordu. Eğildi, eğildi ve kağıt parçasını aldı. Çok küçüktü, derslerde öğretmenlere çaktırmadan atılan yazışma kağıtlarına benziyordu. Katlanan kağıt parçasını açtı, açtığında kocaman bir gazete kağıdına dönüştü. Yazılanları okumaya başladı. "Karanlığın Cadısı ve Güneş Adam, birlikte Luminara'dan ayrılırken görüntülendiler." Cerbeus'un dudakları sıkıca kenetlenmişti. Gazeteyi iki eliyle kavramış, sayfanın köşelerini bükerek, daha iyi anlamak istercesine sayfayı çekiyordu. Şaşkınlık ve öfke arasında kaybolmuştu. "Karanlığın Cadısı ve Güneş Adam, adanın sınırlarından birlikte ayrılırken görüntülendiler. Bu ikili, zıt kutupların buluşması olarak yorumlanıyor.." Cerbeus'un kalp atışı hızlanmış, nefesi düzensizleşmişti. Gazete sayfasını öyle bir sıkı tuttu ki, elleri beyazladı. "Seni.. seni aptal adam!" diye bağırdı. Parmaklarının ucunda bir titreme hissetti. Sanki bir güç, dışarı çıkmak için can atıyordu. Elindeki gazete havaya fırladı, tüm sayfaları çırpınarak açıldı. Duvardaki resimler aniden kayboldu, sandalyeler devrildi, masa örtüsü savruldu, o an, o an Cerbeus bir fırtına başlatmıştı. Kontrolünü kaybetmişti. Fakat öfkesinin büyüsü, sadece Cerbeus'u etkilemedi. Tüm Luminara, şu an bir fırtınanın ortasındaydı. "Buna izin veremem." Dışarıdan, rüzgarın sesi bir çığlık gibi yükseldi. Öfkesi, evin sınırlarını açarak yayıldı. Gökyüzü karardı, ağaçlar köklerinden söküldü, binaların camları çatladı, ışıklar yanıp sönmeye başladı. Cerbeus'un içindeki kötü ruh uyanmıştı. İçinden, siyah, saydam bir ruh çıktı ve cama doğru yönelerek gözden kayboldu. Luminara Krallığı ve diğer tüm güçlü büyücü ve cadılar, bu fırtınayı durdurmaya çalışıyorlardı. Fakat Cerbeus'un öfkesi, durduralacak gibi değildi. O 14 yaşında olabilirdi ama babası, Güneş Adam'dı. Tüm gücü buradan alıyordu.. Tüm bu kaos yaşanırken, Arita ve Taro, Çiçekli Vadide'lerdi. Çiçekli Vadi, kutsal bir yerdi. Bir gölet vardı, ortasında bir köprü uzanıyordu. Su, çiğdemin, gülün ve uçuk yeşilin ve adlandırılmamış diğer tüm renklerin huzur verici gölgelerini barındırıyordu. Gölün başındaki bataklıktan, kurbağaların korosundan tatlı şarkılar yükseliyordu. Çiçekli Vadi, öyle özel bir yerdi ki, tüm Luminara yıkılsa Çiçekli Vadi'ye hiçbir şey olmazdı. Çünkü Çiçekli Vadi, tüm sihir dünyasının Tanrısı olan Tanrı Leroy tarafından yaratılmıştı. Arita, kolunda uyuyan kedisi Taro ile bağdaş kurmuş oturuyordu. Nazik sesi ile bir şarkı mırıldanıyordu, rahatlatıcı, tatlı sesine karşılık küçük periler Arita'nın başına toplanmıştı. Kavalını kaybetmiş olsada, sesi hala etkiliydi. Çevresi, altın sarı ışıklarla aydınlanmıştı. Işık dalgaları genişledi, çevreye parıltılar saçtı. Gökyüzü renk değiştirmişti, altın turuncu ve pembe tonlarına bürünmüştü. Sanki Arita'nın güzel sesi, Çiçekli Vadi'yi dansa kaldırmış gibiydi. Periler, Arita'nın şarkısına kendilerini kaptırmışlardı.Gülümseyerek, ellerini kenetlemişlerdi, onun sesi ile büyülenmişlerdi. Arita, şarkı söylemeyi bıraktığı an, tüm periler onu alkışladılar. Taro, kolundan çekildi. Ufak bir miyavlama bırakıp, insan formuna döndü. Yüzünde hafif ciddi bir ifade vardı. "Bir şeyler," bekledi. "Bir şeyler yanlış gidiyor." Arita, periler tarafından aldığı ilgiye karşılık yanaklarının saçları kadar kırmızı olduğunu gizlemeye çalışmakla meşguldü. Taro'nun söylediğini duymamıştı bile. Taro, gözlerini devirdi. "Dünyadan Arita Sato'ya." dedi, sesini biraz yükseltmişti. Arita, başını kaldırdı ve şaşkın gözleri ile Taro'ya baktı. "Ha?" Taro'nun yüz ifadesi, her saniye daha da ciddileşiyordu. "Çığlık sesleri duyuyorum." Arita ayağa kalktı. Ayağa kalktığı an, periler ondan uzaklaştı. Taro'ya biraz yaklaştı. Taro'ya yaklaştığı an, yeniden boyunun çok kısa olduğunu bir daha hatırladı. 14 yaşında bir oğlan olup, boyununun çok kısa olması onu hep üzüyordu- ama şu an odaklanması gereken bu değildi. Taro, kararlı bir bakışla Arita'yı kendine doğru çekti. Soğuk elleri, Arita'nın bedenine yapışıyordu. Taro'nun bakışlarında anlık bir donukluk yaratmıştı. Yüz kasları gerilmişti, çenesi kasılmıştı. Arita, ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. Kaşları kalkmıştı, iri gözleri ile Taro'ya baktı. "Neler oluyor?" "Arita, bu çığlık büyükannenin." diye açıkladı. "Onu duyuyorum." Arita bir anlığına duraksadı. Gözleri yere sabitlenmişti, bakışları korku ve şok ile doluydu. Fakat, şaşırmasına pek zaman kalmadan- Taro, işaret parmağını Arita'ya doğru yöneltti. Parmağının ucundan kırmızı kıvılcımlar çıktı, ve bu kıvılcımlar Arita'nın vücudunun aniden hızla koşmasına neden oldu. Taro ile birlikte, Çiçekli Vadiden koşarak çıkmışlardı. |
0% |