Yeni Üyelik
4.
Bölüm

4. Bölüm

@ftmnr.0

Dostoyevski'nin ;"Eğer kirli bir ırmağı içine alıyorsan, bozulmadan kalabilmen için deniz olmalısın." Dediği yerdeydim. Karşımda kirli bir ırmak görüyor fakat beynimi kemiren düşünceleri temiz tutmaya çalışıyordum. Ben Armina,adımın anlamı güçlü demek. Fakat ben neden güçlü hissedemiyorum ?

Büyüdüğüm mahallenin en sevdiğim köşesini dönerken boş boş etrafa bakıyorum. Yaşadıklarımı,duyduklarımı hazmetmeye çalışıyorum. O toplantı odasında olanları beynimden söküp atmak ve eski hayatıma devam etmek istiyorum. Çünkü ben isminin anlamını taşıyan bir kadın olmadığımı biliyorum. Mahalledekiler bana selam veriyor,bişeyler anlatmak için önümü kesiyor ama durmuyorum,yürüyorum.

Yürüyorum,yürüyorum,yürüyorum...

Bacaklarımın artık zayıf düştüğü bir andayım. O çok sevdiğim kiraz ağacının dibine çöküyorum. Olanları düşünüyorum,duyduklarımı ve duymak istemediğim şeyleri. Annemi ve babamı...

Tam bu sırada çocukluğumdan beri yanımdan bir kez olsun ayrılmayan Gökay yanıma çöküyor. Ona hep sülük derdim bu yüzden. Sadece sarılıyor ve susuyor. Düşüncelerimden arınmaya çalışıyorum,herşeyin saçma bir rüya olmasını diliyor fakat bulanan midem ve dönen başımı hissettikçe bunun gerçeklerden ibaret olduğunu fark ediyorum. Gökay sıkıca sarılıyor,birşey sormuyor sadece sarılıyor. Her zaman olduğu gibi sadece beni anlamaya ve desteklemeye çalışıyor.

Narin hanımın yani annemin anlattıkları geçiyor beynimden. Babamla tanıştıkları ve kör kütük aşık oluşunu,ama aslında babamın bilerek kendi intikamı için annemle evlenişini anımsıyorum. O zamanlar annem istihbaratta beşinci yılındaymış ve Ferit beyle çalışıyorlarmış. Ferit beyin dediğine göre anneme ne söylerse söylesin babama olan şüphelerini kanıtlayamadığı için vazgeçirememiş. İşin kötü yanıysa babamın bir terör üyesi oluşundan ziyade kişisel bir intikam meselesi oluşuymuş.

Annem mesleğe başladığı ikinci yılında, yirmi yedi yaşındaki Reyhan isimli bir terör üyesini öldürmüş. Zaten asıl hikayenin başlangıç noktası burası olmuş. Reyhan, Arif denilen adamın yani öz babamın biricik aşkıymış. Ferit beyin ve Narin hanımın anlattıklarına göre Reyhan'ın ölümüyle birlikte Arif bir intikam yemini etmiş. Ve ne yazık ki bu yeminin sonucu ben olmuşum. Arif'in asıl amacı Narin hanımı acı çektirerek tuzağa düşürmekken beni öğrendiği zaman annem elinden kaçmış. Fakat Narin hanıma ilettiği son notta yazılanlar benim bir cami avlusuna bırakılmamın ve bu hayatı yaşamamın başlangıcı olmuş.

-O piçi kimden yaptın bilmiyorum Narin ama bildiğim tek şey benim Reyhanımı nasıl aldıysan senin o piçinide öyle alacağım...

O zamana kadar sevgiyle karıcığım.-

Hissedemiyordum. Kimsesizliğime alışmışken rutin hayatımın ortasına düşen bu bombayı kabullenemiyor kendimi inandıramıyordum. İnsan görmediği annesini bir anda nasıl kabullenebilirdi ki ? Anlatılanların hepsi doğru olabilirdi,kendisi beni bırakmak zorunda kalmış ve çevremde bilmediğim fakat aslında en başından beri herşeyi bilen mahalle ahalisi de olabilirdi fakat bu benim onu hemen kabullenebileceğim anlamına gelmiyordu.

"Kalbim,"dedim Gökay'a "kalbim hiç bu kadar kırgın hissetmemişti sülük." Ne olduğunu bilmiyordu,bilmiyorum belki de biliyordu. Fakat tek kelime etmedi,kollarını daha sıkı sardı. Odama kadar giren birileri vardı. Anlatılanlara göre adının Reha olduğunu öğrendiğim adam,o gece bana saldırmamış tam tersi kopardığı düğmeme yerleştirilen bir takip cihazını etkisiz hale getirmiş. Ben taciz edildiğimi düşünürken aslında kurtarıldığını bile bilmeyen zavallının tekiymişim.

Ne yazık...Hayatım boyunca terk edildiğimi düşünmüş ve bu şekilde kabul etmeye çalışarak geçirmiştim tüm yaşlarımı. Fakat tek bir günde aslında öyle olmadığını anlatmışlardı. Sanki herşey anlatınca düzelecekmiş gibi... Sanki ben artık kimsesiz değilim deyip mutlu olacakmışım gibi...

Ben hala kimsesiz hissediyordum.

Gökay yani benim deyimimle sülük beni sımsıkı sararken yavaşça ayağa kaldırdı. Mehpare annemin evine doğru yavaş adımlarla ilerlemeye başladık fakat artık kendimi oraya da ait hissetmiyordum. Ben nereye ait olduğumu bilmeyen ordan oraya savrulan bir yaprak gibi hissediyordum. Sanıyorum ki mahallede bir ajan var. Odama kadar girip eşyalarımı karıştıran ve pantolonuma cihaz yerleştirebilen bir ajan. Kim olduğunu tahmin bile edemiyordum çünkü Mehpare annem mahallenin en sevilen kişisi olduğundan ötürü gün içinde eve girip çıkanın haddi hesabı olmazdı.

Fakat odama kadar girebildiğine göre oldukça yakınımızdan birilerinin olduğu belli. Bu olanları öğrendikten sonra Reha denen uyuzdan özür dilemek zorunda kalmış ve biraz utanmıştım. Sonuçta adamı taciz gibi birşeyle suçlamış ve psikolojik olarak üstüne gitmeye devam etmiştim. Kendini açıklamaya çalıştığında bile dinlememiş,Ferit bey anlatana kadar ölümcül bakışlar atarak düşmanım bellemiştim. Fakat ben o odandan çıkıp gittiğimde peşimden gelen o olmuş ve beni mahalleye bırakmıştı.

Bırakırken bana hala öldürücü bakışlar atmasına rağmen,"Kendine dikkat et,bişey olursa ara beni."deyip bana numarasının yazılı olduğu bir kağıt vermişti.

Reha Özbey... sanıyorum yanlış anladığım bir centilmenle karşı karşıyaydım.

Eve geldiğimizde ufak bahçenin ortasında bulunan bahçe takımında telaşlı bir şekilde,oturmuş,gözü etrafı tarayıp duran Mehpare annemi gördüm. Gözlerimiz kesiştiğinde o endişenin ardındaki siniri görüyor,popoma yiyeceğim oklavaları şimdiden hissedebiliyordum.

Yerinden kalktığında dolu gözleriyle,"Armina'm,"dedi."Aklımı mı yedireceksin sen bana kuzum ? Neredeydin,bu halin ne böyle ?"

"Ufak bir kaza geçirdim Pare'm,endişelenme."dediğimde endişesi kaybolup öfkesi ortaya çıktı. Oturduğu bahçe koltuğunun altından tahminlerimde yanılmadığımı görerek oklavayı yememek için eve doğru kaçıştım.

"Sultanım,bir dinle ya hu ! Birşeyim yok işte,indir hadi o oklavayı." Yüzümü şu yaşadıklarıma rağmen güldürebilecek tek insan Mehpare annemdi. Yine öfkesi bir saman alevi olmuş oklavayı kenara savurup hızla sarılmıştı. Sarılmasına rağmen kafama sağlam bir şamar yemem kaçınılmaz olmuş,aynı zamanda o güzel gözlerinden inciler dökülmeye başlamıştı.

"Yeter artık,"dedim yüzünü avuçlarımın arasına alarak."Bak buradayım işte. Gayet iyiyim ben. O güzel kurabiyelerinden yapsana bana."bilirdim ki onu oyalayacak ve mutlu edecek tek şey mutfakla uğraşmaktı. İlgisinin benden dağılması için kolundan çekiştirerek mutfağa götürdüm ve duvarın dibindeki masanın sandalyesine kuruldum.

Mehpare annem unu,yağı ve gerekli diğer malzemeleri çıkarırken ben onu boş gözlerle izlemeye başladım. "Mahalleye bi adamla gelmişsin,"diye söze girdiğinde şaşırmadım. Mehpare annemin seveni çoktu malum,uçan kuştan anında haberi olurdu. "Sevgilinle olduğunu söyleseydin kızmazdım meleğim. Neden bana sevgilin olduğunu söylemedin ?" Gerçekleri anlatacak takatim de yüreğimde yoktu. Nasıl olsundu ki ? Ne diyecektim kadıncağıza ben gerçek annemi buldum mu ? Asla ona kırılacağı birşeyi anlatamazdım. Zaten takatim de yoktu.

Sorduğu soruyu duymazdan geldim."Ben yokken neler yaptın sultanım ? Şu Handan kurusu evleniyormuş sonunda." Diyerek en sevdiği şeye yani dedikoduya giriş yaptım.

"Ay sorma Armina ! Bi havalar bi cakalar yapıyor görme yani. Otuz beş yaşında koca bulunca ateşinden ne yapacağını şaşırdı karı. " abarta abarta konuşup heyecanlanması tebessüm etmeme sebep oldu. "Birde diyor ki,"dedi ve Handan'ın ağzını taklit etmeye başladı. "Mehpare teyzeciğim diyor,"elini abartıyla saçına götürüp arkaya doğru savurdu."darısı artık Armina'nın başına olsun. Malum benden sonra sıra onda." Dudaklarını büzerek gözlerini devirdi. Bu hareketi kahkaha atmama sebep oldu.

"Evde kalmış karı gelmiş benim gül gibi kızıma laf atıyo kendi kuş beyniyle. Bende ne dedim biliyor musun ?" Merakla başımı iki yana salladım." Benim Arminam elini sallamadan tüm mahalleyi peşine kuyruk ediyor. Çirkinler derdine yansın dedim."bir kahkaha atarak devam etti. "İyi demişim demi kızım ? Vallahi billâhi suratı mor oldu,oh olsun çok iyi dedim." Onu onayladığımda kahkahalarımız ve mutfaktan çıkan mis kokular eşliğinde günümüzü geçirdik.

 

 

                                🌾

 

 

Dükkanı açıp genel temizliği yaptıktan sonra kendime bir çay söyleyecektim ki mahallenin kahvesinin kapalı olduğu aklıma geldi. Geçen ay ne yazık ki kahvenin sahibi İlyas amca ani bir kalp kriziyle bu dünyadan göçmüştü. İki erkek evladıda okuyup meslek sahibi olduklarından kahvehaneyi kiraya çıkarmış fakat hala işletecek birini bulamamışlardı.

Ufak bana yeten bir fotoğrafçı dükkanım vardı. Bazen kameramı boynuma asıp doğa fotoğrafları çekmeye gider,bazende anlaşmalı olduğum dergilerin çekimi yapardım. Ama genel olarak vesikalık ve aile fotoğrafları çekmek en sevdiğim kısımdı. İşlerimi halletmiş dükkanın önüne sandalyemi atıp bir sigara yakmak için çakmağımı çıkardığım sırada mahallenin süslü kızlarının konuşmalarına kulak kesildim.

"Ayol vallahi çok yakışıklı ! Nereden bulmuş bizim mahalleyi bu adam ?"Ağzının suyunu akıta akıta anlattığına göre yine birilerine aşık olmuş belli ki bunlar. Zaten iki güne bir birilerine aşık olur sonra unuturlardı. Artık alışmıştım gençlerin bu hallerine.
"Kızım salak mısın o sana bakar mı ? Bende olan fizik ve güzellikle ben bile dikkatini çekemedim." Kendini beğenmiş tavırlarıyla Ayşeydi bu konuşan. Daha yirmisine yeni basmış bir toydu fakat kendine olan özgüveni gözler yaşartırdı. Devam etti Ayşecik,"aman zaten kahveciyle ne işim olur benim. Zengin koca lazım bana." Demek ki kahveyi işletecek birisi çıkmıştı.

Sigaram bitip içeri geçtiğimde ilerde çaprazımda kalan kahvehanenin dolmaya başladığını da görebiliyordum. Mahallenin fukarası Abidin dükkana giriş yaparken bende ona vereceğim parayı hazırladım. Fukara dediysem de parası vardı. Vardı lakin Abidin elli kuruş severdi. Kendince koleksiyon yaparmış öyle derdi. Asıl mesele bundan yedi sene önce olmuştu aslında. Bu Abidinin çok sevdiği bir kız vardı aşağı mahalleden. Öyle böyle derken bunlar evlendi fakat evlendikten üç gün sonra evde çıkan bir yangınla eşi Gülizar yanarak can verdi. O günden beri mahallenin delisi lakabıyla ün saldı Abidin. Garip aklını yedi sevdiğini kaybettikten sonra.

"Armina gelmiş. Ver paramı ver !" Gülerek elimdeki bozukları ona uzattım.

"Al bakalım Abidin abi. Az harca he ! Hemen bitirme paralarını." Dediğimde elimdeki paraları kaptığı gibi fırladı. Kapının orda durdu bana döndü.

"Armina güzel. Kahveci güzel. Kahveci seni sordu. Yakışır." Dediğinde gözüm yine kahvehaneye kaydı.
Neymiş bu kahveci herkesin dilinde ? Abidin dükkandan çıkıp hoplaya zıplaya giderken bilgisayardaki işime geri döndüm.

Aradan saatler geçtiğinde bütün işlerim bitmiş teslim edilecek vesikalık ve fotoğrafları kenara gruplandırmıştım. Kapının zili şıngırdadığında kafamı kaldırıp kimin geldiğine baktım. Elinde çay tepsisi tutan bir çocuk önüme demli bir çay bırakıp üç tane de küp şeker bıraktı.

"Abla beni ustam yolladı,"üç şekerli içtiğimi nereden biliyordu pek anlamadım. "Taciz olarak anlamasın,bugün çaylar müesseseden dedi." Şaşkın gözlerle çocuğa baktığımda o da biraz çekingen ama haylaz olduğunu belli eden bir tavırla arkasını dönüp dükkandan çıktı. Gözlerim çocuğu takip etmeyi bırakmadı. Ta ki kahvenin önünde elleri cebinde,sırtını kahvenin camına yaslamış,dudağının kenarı yavaşça yukarı doğru kalkmış alayla gülen Reha'yı görene kadar.

Belli ki mahallenin dilinden düşmeyen yakışıklı kahvecimiz Rehaymış.

 

Loading...
0%