@ftmnryl48
|
Merhabaaa seversinizzz umarımmm kendimi denemek amaçlı yazıyorum m hatalarımı söyleyin lütfenn en küçük hatayı bile söyleseniz mutlu olurummm
06/02/2003 11.46 Küçük kız, gözlerini yeni oyuncağından çekemiyordu. En sevdiği çizgi film karakteri, gözlerinin önünde dans ediyordu. Oysa annesine onların yanına gitmek istediğini söylediğinde, annesi onların gerçek olmadığını söylemişti. Elini korkarak oyuncağa uzattığında sert plastiğin dokusunu parmak uçlarında hissetmeyi beklemiyordu. Annesi yalan söylemişti ona. Bunu fark ettiğinde, sesli söyleme ihtiyacı duymuştu:
"Annem bana yalan söylemiş."
Kendi söylediği cümleyi işittiğinde şaşkınlığı artmıştı. "Duyuyorsam gerçektir," diye düşündü. Beyni, her söylenenin doğru olamayacağını henüz fark etmemişti.
Oyuncağı eline aldığında, uzaktan gelen tanıdık sesi duyunca oyuncağı sakince yere bıraktı. Her ne kadar annesine kızgın da olsada oyuncağa değer veriyordu, ona zarar veremezdi. Ağaç evin tahtadan merdivenlerini hızlıca inmeye çalıştı; merdivenler elini çiziyordu ama umursamadı. İndiğinde, bahçe kapısından giren bisiklete ve direksiyona odaklanmış arkadaşını gördüğünde şaşırdı. Yaklaşık iki haftadır onu görmüyordu. Anın heyecanıyla üzerine atlamak için yanına koşmaya başladı.
"Efil, hayır, sakın!" Yalçın, çoktan ne yapacağını anlamıştı. Bisikletle düşmesinler diye bisikleti durdurdu. Bisikletten indiğinde, Efil yanına ulaşmıştı. Önce sıkıca sarıldı, annesinin sabah ona yaptığı gibi. Onu mutlu edeceğine inanıyordu. Sonra yanağını öptü. Yalçın, sulu öpücüğüne güldü, sarılışına karşılık verdi.
"Ağaç eve çıkalım. Annemin bir arkadaşı geldi, hatta bir değil, kocaman sayılar kadar arkadaşları geldi biliyor musun? Saklambaçta senin saydığın sayılardan daha çoktular," dedi Efil heyecanla.
Yalçın güldü. Ağaç eve tırmandıktan sonra Efil koşmaya başladı. Yalçın, Efil burada koşunca hep korkuyordu, ama kızınca Efil küsüyordu, susuyordu; bu yüzden sessizce onun yanına gitti. Efil, oyuncağı ilk açtığında annesinin arkadaşı, figürün altındaki düğmeye basmıştı. Oyuncağı ters çevirince beklediği gibi olmadı; iki düğme vardı, hangisine basacaktı? Kırmızı olana bastığında, oyuncağın bacakları hareket etmişti ama şarkı çalmamıştı. Az önce kendisi oynarken çok sevdiği çizgi filmin başlangıç müziği çalıyordu ama şimdi çalmamıştı. Dudaklarını büzdüğünde Yalçın, neyin yanlış olduğunu anlamamıştı. Oyuncak güzeldi işte, sorun neydi?
"Çok güzelmiş," diyerek onu sakinleştirmeye çalıştı Yalçın. Efil ise birkaç saniye sonra ağlayacağını belli eden sesiyle konuştu:
"Ama şarkı çalmıyor."
Yalçın, herhalde siyah düğmeye basınca şarkı başlayacak diye düşündü. 'Ver, bir de ben bakayım," dedi. Oyuncağı eline alıp siyah düğmeye bastığında, bir deprem etkisinde sarsıntı yaşandı. Ağaç yana doğru devrildi, ağaç ev parçalara ayrıldı; iki küçük çocuk savruldu.
06/04/2003 11.54
İtfaiye yoldaydı. Komşular evden uzak durmaya çalışırken bazıları bahçe hortumlarıyla yangına su tutuyorlardı. Kimse arka bahçeye gidemediği için oradaki iki küçük çocuktan kimsenin haberi yoktu. Efil’in annesi ile beraber evde olduğu düşünülüyordu; Yalçın’ın orada olduğunu ise kimse tahmin etmiyordu. Ta ki Yalçın’ın çocukluğundan beri ona bakan ablası gelene kadar. Neredeyse herkes ona sakin olmasını söylese de o yerinde duramıyordu; evin bahçesine girmek istiyordu. Kendilerince yardımsever olanlar onu tutmaya çalışıyor, sözleriyle sakinleşeceğine inanıyorlardı. Oysa ablasının tek isteği kardeşini bulmaktı. İçinden, "Yarabbim, onu bana bırak," diye yalvarıyordu. Gözyaşları konuşmasını engelliyor, nefesi kesiliyordu; kardeşini görmek istiyordu.
Evin patlamasıyla oluşan sarsıntıdan bütün mahalle sallanmıştı; bu yüzden herkes şok içindeydi. Çoğu kişi kendi evinde olup biteni anlamaya çalışırken, yakındaki evlerde olanlar korkuyla dışarı çıkmışlardı. Herkes tedirgin ve korku doluydu; sakin kalan kimse yoktu. Herkes kendi yakınlarını düşünüyordu. Yakınları yanında olanlar, olmayanlar için dualar ediyorlardı. Ön bahçe kıyamet öncesi gibiyken, arka bahçede olaylar daha farklıydı.
Yalçın’ı henüz bir aylıkken terk eden annesi buradaydı. Ekiplerden üçü evin içine girmişti; yanabilirlerdi ama kimin umurundaydı? İlerideki boş arazide de iki ekip vardı; küçük iki çocuğu taşıyıp getirmişlerdi. Efil’i, onun için özel hazırlanan, dışarıdan lüks bir araç gibi gözüken küçük ambulansa yerleştirdiler. Onun yaşama ihtimalini göz ardı edemezlerdi, hatta onun yaşaması için çabalayacaklardı. İntikam, öldürmekle bitmezdi.
Efil araca yerleştiğinde, araba hareket etti; aylar öncesinde hazırlanmış gizli tünelden gidecekti. Tüm delillerin ve tüm izlerin kaybolması gerekiyordu. Bunun için Yalçın’ın da bu dünyadan silinmesi gerekiyordu. Görevli ekip onu alacağı sırada, Yalçın’ın annesi onlara emri verdi:
"O çocuk bizimle birliğe gelecek, hatta hemen şimdi Darrell şubesine götürülmesi için aracı hazırlayın.'
Ekiptekiler duraksadı; emri yerine getirmeleri gerekip gerekmediğinden emin olamadılar. Arkalarında kadının kocasını gördüklerinde harekete geçtiler. Kadın sinirlense de kocası önüne geçtiğinde, ona gerçek sanılabilecek bir aşkla baktı.
İtfaiye geldiğinde ekipler ortadan kaybolmuştu. Yıkılmış duvarların arasından çıkan yangın söndürülmüştü; ancak Efile ve annesine dair yalnızca birkaç eşya kalmıştı. Annesinin ailesi cenaze işlemlerinin başlatılması için buraya geliyordu. Yalçın’ın ablası bayılmıştı; mahallede Yalçın yoktu ve ileride bisikleti bulunmuştu. Yalçın’ın da duvarlar arasında olduğu düşünülüyordu. "Ah, vah!" diyenler çoktu.
Tezkere Birliği Ana Şube
"Sana diyorum, onu bırakmam; bir daha burada bizimle kalacak." Yıllar önce söylemek istemediği sözleri bugün hür iradesiyle dile getiriyordu. "Ne oldu oğlum? Daha kendi ayaklarıyla birliğe geri dönmek isteyen sen değil miydin? Zehra, bir gün oğlun için çabalayacağını hiç düşünmemiştim."
Zehra sustu ama kalbi parçalanmıştı.
"Hiç öyle bakma! Senin bu konuda konuşmaya hakkın yok. Oğlunu terk eden sensin, kimse seni zorlamadı. Bugün onu bu iğrenç sistemin içine kendi ellerinle sokmana izin vermem."
Zehra bu sefer kendini tutmadı; gözünü hırs bürüdü. Oğlunu koruma değil, gururunu koruma hırsıydı bu.
"Bir alven olmadığını herkese söylerim, duyururum hatta kanıtlarım."
Adam sinirlendi; sesini yükseltmek istemese de bu kadının onu anlamadığı belliydi."İstediğini söyle; kimse yerimden edemez beni, kimsenin gücü buna yetmez. Sen benim hakkımda birkaç şey biliyor olabilirsin ama ben sadece senin değil, birliğin hakkında da birçok bilgiye sahibim. Öldüremezler bile beni; çünkü onların öğrenmek isteyip de öğrenemediği bilgilerin hepsi bende."
Zehra susmadı, inatçıydı ve susmayacaktı. "O, benimle kalsın. Söz veriyorum, onu koruyacağım... Gerçekten koruyacağım."
Emre buna karşı çıktı; izin vermeyecekti. Yine de Zehra direttikçe diretiyor, durmuyordu. En sonunda Emre, onu can evinden vurmayı başardı:
"Belki sana bir şey olmaz ama kızını öldürürsem ne yapacaksın? O zaman beni öldürür müsün?" Alayla güldü.
Zehra soğukkanlı bir şekilde yanıt verdi: "Kimin umurunda? Çocuğum yanımda olmadıktan sonra..."
Oğlunu umursuyormuş gibi konuşuyordu, bu Emre'nin dayanamayacağı bir şeydi. Ancak elinden bir şey gelmiyordu; kızını bu kadından korumak zor olurdu. Bu uğraşa gireceğine güvenli yolu seçmeye karar verdi. O gün birliğin içinde yaşanan ilk bencillik örneği değildi; fakat Emre için bir ilkti. Kendi için yapmadığını kızı için yapıyordu.
Artık Efil, Efil değildi; Yalçın da Yalçın değildi. Hafızaları silinmiş, bu azaptan kurtulmuşlardı; hiçbir şeyi öğrenmeden...
Günümüz Belgi KARYAN (efil) Birlik işlerinden yorulduğum için bir kafede, önümdeki çay soğurken dışarıyı izliyordum. Bir yandan da kulağımdaki kulaklıkta bugünün özetini dinliyordum. Kaçtığımı sanarken bile kaçamıyordum yani. “İran’daki üç binamız saldırıya uğradı. Can kaybı beklenenden az; 25 kişi öldü, 8 kişi kayıp. Bölge liderinden açıklama bekleniyor, liderler ceza alması gerektiği fikrinde…” Alzem piçi durmayacaktı, bundan emindim. Bu son saldırısı olacak; bir diğerine izin vermeyeceğim.
Ben intikam hayali kurarken Aren bir diğer sorunu belirtiyordu. Vaktimi boşa harcarken, artık gitmem gerektiği bilinci zihnimdeydi. Bunun için bir süre içten bir yas tutacağım. Hesabı ödeyip arabama ilerledim. Arabaya bindiğimde içerideki çikolata kokusunu hissetmek canımı acıttı. Arabayı her zaman gittiğim ormana sürdüm. Ağaçları görmek iyi hissettiriyordu. Camı açabildim, fakat güvenliğim için burada arabadan inemezdim. Her ne kadar sahaya inmeme babam izin verse de ormana gelmemi yasaklamıştı, ama söz dinlemezdim tabii. Gözlerimi kapattım, başımı direksiyona dayadığımda çikolata kokusunu tekrar hissettim. Kafamı kaldırıp koltuğa yaslandığımda yine çikolata kokusu... Bu arabayla onu ölüme götürdüğüm gün… Tabii ki hemen arabadan kokusunun çıkmasını bekleyemezdim. Her neyse, suçlu ben değilim. Tabii ki bendim, yardım istedi ama etmedim. Ben de yalvardım ona; "Etme" dedim. O etti. İnfaz emrinin çıkacağını bile bile yaptıysa, benim suçum yoktu; onun suçuydu.
Vicdanımı susturmuştum ama kötü hissediyordum. Nasıl geçeceğine dair bir fikrim yoktu. Sanırım bir süre benimle kalacaktı. Geçmiş olsun şimdiden.
Arabayı garaja park edip yukarıya çıktım. Odama geçtiğimde uyumak istedim. Pencereyi açıp koltuğa geçtim. Kendimi düşüncelerimden soyutlayıp gözlerimi kapattım.
Rüyamda bana saldıran bir çikolata paketi gördükten sonra tekrardan hayattayım… Şükür. Lan, ben ne yaşıyorum! Hain piç öldü, üzerime kaldı. Neyse, geçer inşallah. Birliğin spor salonunda şınav çekerken düşündüklerim ne harika ama… Uff, ben ne halt ediyorum ya! Geçmesi lazım. Gideyim de bir dedemin kapısını çalayım.
Ayağa kalktıktan sonra süreyi durdurdum. Giyinme odasından çıktıktan sonra odama geçtim, eşyalarımı bırakıp dedişime gitmek için yola koyuldum. Oraya vardıktan sonra, birbirimize silah çekeceğimiz dedişimden bahsediyorum. Hadi bismillah Lütfen fikrinizi belirtin gözünüze takılan eksiği belirtinmm
|
0% |