@fundaalinda
|
İnstagram| lindaabooks
Şimal'in hazırladığı hediyeler. ༗ Hilal şeklini alan güneş ışığı kilometrelerce uzaktaki ölü ağacı ortada ikiye böldü. Üst gövdesi yere düşen ağaç diğer kesilen ağaçların arasında duruyordu şimdi. “Ne bu şimdi?” dedi Yasemin huysuz homurdanmasıyla. “Basit bir kesme hareketini bile yapamıyor musun? Hastalığın senden güçlerini de mi aldı?” Cevap vermek yerine derin bir nefes alan Şimal odağını avuçlarında toplamaya ve daha büyük ve güçlü bir hilal şeklini oluşturmaya çalıştı ancak eline indirilen baston darbesiyle dikkati dağıldı, inledi acıyla. “Ne yapıyorsun? Tanrı aşkına!” “Bir de güneşi yaratıyormuş, peh! Sen bu gidişle değil bir insanı ağacı dahi öldüremezsin!” “Az önce yaptım!” “Ben bir şey görmedim.” diyen Yasemin başlarında dikilen hizmetlilere döndü. “Siz gördünüz mü? Yazık...Korkularından cevapta veremiyorlar.” “Yaşlı bunak.” “En azından genç yaşımda içim ölmemiş. Ona şükrediyorum.” “Lütfen kavga etmeyin güzel leydilerim.” Aralarına giren Elisa ikisine de güler yüzüyle baktı. Bir kolunu çoktan Şimal’in sol koluna dolamış ve bedenini yaslamıştı. “Dersiniz bittiyse sevgili Güneş Tanrıçası’yla işim var. Önemli işler...” “Şu aptal davet mi? Aman...Sonu hüsranla bitecek.” “Ölmek istiyor bu kadın.” dedi ağzının içinden Şimal. Fakat Yasemin’le göz göze geldiğinde söylediklerini duyduğunu anlamıştı. Yerine sinmek yerine dik dik bakmaya devam etti. “Ne kadar neşelisiniz bugün siz? Kıskanıyorum canım.” “Sizi daha fazla çekemem ben. Yapmam gerekenler var.” demiş ve arkasını dönmüştü Yasemin. Kavurucu bir sıcaklığı Yasemin’e doğru estiren Şimal üstüne dönen bakışların farkında olsa da karşılık vermeyip Elisa’nın yanında yürüdü. Birlikte sarayın içine girdiklerinde etrafta koşuşturan hizmetlilere çarpmamaya dikkat ederek odasına çıktılar. İçeriye girer girmez yatağındaki binbir çeşit elbiseleri görmüştü. “Siz yine abimle atıştınız mı ya? Çağın’dan çok siz çocuk gibisiniz.” “Tartışmadık.” deyip elbiselerin arasında elini gezdirmişti. Hepsinin rengi beyazdı ve üstlerindeki işlemelerde güneşin olduğu kadar karanlığın simgesi vardı. Aralarından en çok dikkat çekeni aldı. Balık modelindeki beyaz elbisenin göğüs kısmından başlayan altın güneş işlemelerinin arasına serpiştirilen siyah desenler yere doğru uzanan pelerinin arka kısmında doğru devam ediyordu. Omuz kısmının birkaç parmak aşağısında bitiyordu işlemeler ve bel kısmında ince bir kemer vardı. “Böyle küçük detaylara bayılıyorum. Abimin takımında da var.” dedikten sonra odanın bir köşesinde duran üstü kapalı duran askılığa gitmişti Elisa. Siyah kumaşı beklemeden indirdiğinde takım gözükmüştü. “Şunlara baksana. İkinizin bu kadar ince düşünceli olması çok güzel!” Kemer, takımın iç kısmı ve eldivenleri hariç takım beyazlardan oluşuyordu. Üstündeki çeşitli altın rengindeki takılar arasında tek siyah olan ceketinin aşağı kısmında takılı zincirli broşun özel taşıydı. Takımı Karanlıklar Tanrısı’nın üstünde hayal ettiğinde kalbi şaşıracağı bir hızda atmıştı. Bakışlarını anında oradan çekti ve ellerine diktiğinde yüzüğünü hâlâ takmadığını fark etti. “Her şey önceden planlanmış gibi geliyor.” derken terasın kenarında duran karganın başı hafif kıpırdamıştı. Onun ne için orada durduğunun farkındaydı. “Artık ay ve güneş görmekten kusacağım.” “Güneş sensin ve ay da abim. Tabii ki her yerde göreceksiniz.” “Deli saçması!” “Ah.” diyen Elisa onları izleyen karganın farkında değildi. “Sen bugün kesinlikle kendinde değilsin. Hiç böyle şeyler söylemezdin.” “Artık söyleyesim geliyor.” “Sorun Karanlıklar Tanrısı mı? Sana karşı her daim nazik ama eğer kötü bir davranışta bulun-” “Şu kitaplar...Her şey yazıyor değil mi onlarda? Neredeler?” Tek kaşını merakla kaldırdı Elisa. “Evet ama neden ki? Hepsini okumamış mıydın zaten?” “Hepsini okumadım. Sadece abinin bilmem gerektiğini söylediği kitapları okudum.” “Eh, hepsi kütüphanede korunuyor. İstersen şimdi bakabilirsin.” “Çok iyi olur.” deyip anında kapıya yürüyen Şimal hızlı adımlarla aşağı kata ulaşmış ve sıkı güvenliklerle korunan kütüphaneye adımını atmıştı. Madem Karanlıklar Tanrısı ona istediği cevapları vermiyordu o halde kendisi bulurdu. Camdan yapılmış bir duvarın içinde duran kutsal kitapları en uçta gördüğünde güvenliği etkisiz hâle getirip okumadığı iki kitabı kucaklamıştı. Elisa oğlunun yemek saatinin yaklaştığını söyleyip gitmişti. Odasına geri döndüğünde seçtiği elbise dışında diğerleri kaldırılmıştı. Ortak kullandıkları masaya elindekileri bıraktıktan sonra ilkini eline alıp sayfaları karıştırmaya başladığında karganın yerinde olmadığını gördü. Buradaki görevi bitmiş olmalıydı. İlk kitapta sadece ikisinin varoluşu ve nedenlerinin üstünde durulmuştu. Sayfaların çoğunu resimler ve geçmişten geleceğe kadar uzanan rivayetler kaplıyordu. Ne yazık ki bazıları gerçekti ki bu can sıkıcı bir durumdu. Bu yüzden beklemede diğer kitaba geçtiğinde daha hızlı okumaya başladı. İstediği cevaplara ulaşamamıştı. Yavaştan kitabın son sayfalarına yaklaşırken bir sonraki geçişinde bütün bir kısmı kaplayan siyah ve karmaşık çizimle durmuştu. Diğer resimlerden oldukça farklı ve özeldi. Tıpkı onun saçındaki beyazlara sahip kadın resimde uzanır bir haldeyken üstünde duran erkek siyahlarla kaplıydı ki böyle bir pozun mantıklı tarafı öpüşüyor olmalarıydı. İçindeki gerginlikte diğer sayfaya geçtiğinde bir mühürle karşılaştı. İç içe geçmiş ay ve güneşin bir tarafını kara dumanlar diğer tarafını ise güneşin ışınlarıyla kaplamıştı. Altında yazılı olan cümleleri içinde beliren huzursuzlukla okudu. Karanlık ve aydınlık karşı karşıya geldiğinde birbirine karışır. Mutlu bir kader için ruhlar birleşmeli ve mutlak birleşim gerçekleşmelidir. Aksi takdirde ikisinden birisi diğerini yutmaya çalışacaktır. İçine çektiği nefesi geri veremedi Şimal. Sayfanın devamında birleşim için neyin gerektiği yazılıydı ki daha öncesinde bu kitapları okumadığı için kendini aptal hissediyordu. Sanmıştı ki...Sanmıştı ki mihrapta yapılan bir evlilik yemini ve gücüne ulaşması her şeyi iyiye götürecek ve sorun kalmayacaktı. Odasının kapısı aniden açıldığında Karanlıklar Tanrısı’yla göz göze geldi. Gri irislerindeki şimşekler onu gördüğünde yerini dinginliğe bırakmıştı. Kitapları okumasını engellemek istemişti ve duruma bakılırsa geç kalmıştı. O gün sorduğu soruyu hatırladı Şimal. Önceliğinin ülkesi olduğunu söylemişti eşi ama yalandan ibaretti. Asıl saklamak istediği aralarındaki bağın birleşimiydi. Aptal...Koca bir aptal. Hayal kırıklığı ve üzüntüsü koca bir yumru olup göğsünün ortasına konmuştu. Kapının kapanma sesiyle bakışlarını ondan çekti Şimal. Sessizlik şu an en iyisi gibi görünüyordu ama Karanlıklar Tanrısı onunla aynı fikirde değildi ki yanına gelmiş ve bakışlarını rahatsız edici bir şekilde yüzüne dikmişti. “Bilmek içini rahattı mı?” “Bana saygı ve güven içinde bir evlilik olacağını söylemiştin.” dedi Şimal kırık ses tonuyla. “Sözlerine inanmam doğru muydu? Bana bundan neden bahsetmedin?” Soğuk ve düz bir sesle yanıt verdi Karanlıklar Tanrısı. “Kabul etmeyebilirdin.” “Tabii ki de kabul etmeyecektim! Böyle bir şeyin ne kadar imkansız olduğunu bilirken nasıl onaylamamı beklersin?” Üzüntü yerini derin bir öfkeye bıraktığında ayağa kalkmış ve yüzüne bakmıştı hırsla. “İki aydır yaptığımız ne varsa çöp oldu! Hepsi boşuna bir uğraştan ibaretmiş.” “Aramızdaki bağı birleştirmeden de...” “Sen nasıl duracaksın peki? İçindeki o arzu dinecek mi sanki? Bana kendin söyledin...Dengelenmen için bana ihtiyacın olduğunu söyledin!” “Ama bu asla gerçekleşmeyecek değil mi? Seni tanıyorum.” dedi sakin tavrını korumak için ellerini yumruk yapan Karanlıklar Tanrısı. “Geçen sürede seni çok iyi tanıdım Şimal. O vampirle olan ilişkinden sonra bir daha asla yapamayacağının farkındayım ki senden asla öyle bir beklentim olmadı şu zamana kadar. En başında da söylediğim gibi tek isteğim ülkemin refaha kavuşması.” “Bu saçma şey gerçekleşmedikçe hiçbir şey düzelmeyecek!” Kırgın bakışlarını ondan çevirdi. “Bana yalan söyledin.” “Gerçekten eşim olmak istiyor musun?” Bir anda ortaya attığı soruya cevap almak için bekleyen Karanlıklar Tanrısı koca bir sessizlikle karşılaştığında dudakları bilmişlik hissiyle alaylı bir tebessüme kucak açmıştı. “Ben de öyle düşünüyordum. Böyle bir şey olamayacağı için umut ettim ve evlenmemizi istedim. Yanımda olursa en azından bu karanlığı biraz düzeltebilirsin sandım. En kötü ihtimalde benimle savaşabilirdin.” “Her şeyi en ince ayrıntısına kadar planlamışsın zaten.” “Şimal...” “Söylediğin gibi olsun.” diye sözünü kesti Güneş Tanrıçası. Diğerlerine karşı takındığı ruh halini şimdi ona örmüştü. “Gerekirse seninle savaşırım Karanlıklar Tanrısı. Ülkesinin refahını düşünen birisine karşı koyacak değilim. Bu aptal evlilikte olduğu gibi devam eder. Ta ki sen ölene kadar.” Ellerini arkada birleştiren Karanlıklar Tanrısı karısının yeni tavrını süzdü. “Öldüğümde özgürlüğüne kavuşursun. Zaten pek uzun süreceğini sanmıyorum.” “Çok güzel.” İnadından konuşmayı sürdüren Şimal biraz sonra giden adamla odada tek başına kaldığında kitabın kapağını sertçe kapattı. Sandalyeye külçe misali çökerken elbisesinin etekleri kabardı. Geleceği düşündükçe başına ağrılar giriyordu. Üstelik Karanlıklar Tanrısı’nın ölümden basit bir şey gibi bahsetmesi daha çok zoruna gidiyordu. Gökyüzü birden karanlık bulutlarla çevrelendi ve ardı ardına şimşekler çakmaya başladı. ༗
Şimşekler bir sonraki güne kadar aralıksız çakmaya devam etmiş ve ek olarak sağanak yağmur başlamıştı. Karanlıklar Tanrısı’nın doğa olaylarını bu kadar kolay değiştirmesi inanılır gibi değildi. İçindeki öfkeyi bu şekilde dışarıya atmaya çalışıyordu. O sırada yeni bir şimşek sesiyle olduğu yerden irkilen Şimal burnundan sert bir nefes verdi. Elindeki hoş kokuyu makyaj masasına bırakırken hizmetkârları ona endişeli bir bakış atmıştı. Üstündeki öfkenin uzun zamandır farkında olmalıydılar. İçinden bu karamsar havayı dağıtmak geldi ancak bahçede konukların arabası varken böyle bir şey yapmak hiç iyi sayılmazdı. “Efendim, tacınız.” deyip yanına yaklaşan kızla bakışlarını terastan çekip puftan kalktı. Özel taşlarla hazırlanmış olan göz alıcı tacı dalga şeklini verdiği saçlarının üstüne taktığında ağırlığını hissetti. Bir uçtan diğer uca giden iki yarım halkanın birinci kısmını sadece beyaz taşlar süslerken ikinci halkasında güneşin simgeleri vardı. “Çıkabilirsiniz.” dedi tüm hazırlıkları bittiğinde. Odadan çıkan hizmetkârların arkasında Karanlıklar Tanrısı gözüktüğünde Şimal ellerini karnında birleştirdi ve yüzündeki ifadeyi korumaya çalıştı. Üstündeki takımla o kadar...O kadar yakışıklıydı ki! Bunu kendine itiraf etmekten kaçındı. Onun aksine Karanlıklar Tanrısı yaşadıkları tartışmayı bir köşeye itmiş ve gördüğü güzelliğin onu büyülemesine izin vermişti. “Çok güzel olmuşsun.” Kısık sesiyle iltifatını ederken dikkatini çeken şeyle masasına gitmiş ve çekmecesindeki yüzüğü çıkarmıştı. Yanına yaklaştığında zarif elini tutup yüzük parmağına yüzüğünü geri takmıştı. “Artık onu takabilecek kadar iyileştin. Ait olduğu yerde.” Elini çekmeden önce parmağını ufak bir dokunuşla okşamıştı. İçindeki duyguların taşmak için sabırsızlandığının farkındaydı ama şimdi olmazdı. Onları kilitli bir kutuya hapsetmekten başka çaresi yoktu. İki aydır Güneş Tanrıçası’nın güzelliğiyle zaten baş etmekten zorlanıyordu. Büyüsüne kapılmış ve denizdeki başı boş bir gemi misali arkasından gidiyordu. “Teşekkür ederim.” derken bakışlarını onun yoğun bakan gri gözlerinden kaçırmıştı Şimal. Kalbindeki tuhaf hareketliliği yok etmek için aralarındaki yakın mesafeyi bir adım geriye giderek açtı. “Aşağıya inme vaktimiz geldi mi?” “Hazır mısın?” “En başından beri.” Karanlıklar Tanrısı’nın yanına gelmesiyle ne istediğini anlayan Şimal koluna girdi. Odalarından çıkıp davetin düzenlendiği yere giderlerken camlara baktığında artık yağmurun durduğunu ve şimşeklerin çakmadığını görmüştü. Odanın koridorunda başlayan kalabalık geçmeleri için kenara çekildiğinde Şimal şimdiden üstündeki bakışları yüzünden baskı altında hissetmeye başlamıştı. Farkında olmadan eşinin kolunu daha sıkı tutarken en sonunda geniş salonun ortasına gelmişlerdi. Müziğin sesi kesilirken kral ve kraliçe tahtlarında onlara bakıyorlardı. “Sakin ol.” diye karısının kulağına fısıldayan Karanlıklar Tanrısı büyük sahnenin önüne yürümüş ve çıkmasına yardımcı olmuştu. “Sadece gücüne odaklan. Her şeyiyle sana ait.” Sessiz kalma hakkını kullandı Şimal. Pür dikkat onu izleyen insanlara bakarken Karanlıklar Tanrısı geriye çekilmiş ve odanın ortasında durmuştu. Ellerini havaya kaldırdığında duvarların köşelerinden süzülen siyah dumanlar gittikçe yoğunlaşarak dört bir yanı sarmaya başlamıştı. Her yer karanlığa büründüğünde Şimal iki yanında duran ellerini tıpkı onun gibi havaya kaldırdı. Artık gücünü çağırmak zor olmadığı için çabucak odaklanırken avuç içlerinde beliren güneş küresini saliselik bir hızla birleştirdiğinde Karanlıklar Tanrısı’nı ve onu içine alan büyük bir güneş kalkanı oluşturmuştu. İnsanların ışıktan korunmak için yüzlerine siper ettiği ellerini ve şaşkınlıklarını yansıtan mırıltılarını işitirken başarabilmenin sevinciyle gülümsüyordu. Karanlıklar Tanrısı’nın ona gururla bakması kalbini okşamıştı. Alkışlar duyulmaya başladığında güneş kalkanını ortadan kaldırdı. Bu kadar büyük bir sevinçle karşılaşacağını asla tahmin etmemişti Şimal. Davetlilerin ağzından dökülen dualar kulağına kadar geliyordu ve onlara bu umudu vermek ne kadar güzel olsa da bir o kadar omuzlarına ağırlık yüklüyordu. “Herkesi büyüledin. Başarabileceğini biliyordum.” “Bana ilk inan sendin daima.” dedi onun kolları arasındayken Şimal. Yeniden çalmaya başlayan dans müziğiyle herkes az önceki yaşananların sarhoşluğuyla partnerleriyle dans ediyordu. Kolunu onun ince beline dolayan Karanlıklar Tanrısı ellerini havada birleştirdi ve müziğe ayak uydurdular. “Kendine olan inancında gücünün bir parçası Şimal. Yakında endişe etmene gerek kalmayacak kadar güçlü olacaksın.” “Seninle savaşacak kadar mı?” dedi içindeki kötü hisle Şimal. Onunla savaşmak istemiyordu. Tanışmalarında onun söylediği gibi sadece güçlerini dengeleyen bir çift olmak istiyordu. “Seni öldürmek istemiyorum.” “Güzel tanrıçam...” demekte kendine engel olamamıştı Karanlıklar Tanrısı. Belindeki elini yüzüne götürüp naif bir dokunuşla okşarken eldivenlerini çıkarma isteğiyle yanıp tutuştu. Pürüzsüz yüzünün güzelliğini ne kadar tatmak istese de buna cesaret edemedi. Avucuna doğru kafasını hafif eğen karısıyla dudakları varla yok arası kıvrıldı. “Beni yok edebilecek tek kişi sensin. Ölümüm yalnızca senin elinden olabilir.” O an zihnine dolan hiçbir cümleyi dillendiremedi Şimal. Kollarını çekinmesine rağmen eşinin bedenine sıkıca dolayıp kafasını göğsüne yasladı. Cesaret edip söyleyemediği ne varsa ateş olup onu yakıyordu her gün. Bakışları odanın camında gezindiğinde asla görmeyi beklemediği kişiyle bakışları çakıştı. Kırmızının en koyu tonunda parlayan gözlere kilitli kalırken Karanlıklar Tanrısı’ndan bir adım uzaklaşmıştı. Deniz’in yüzünden bakışlarını hızlıca kaçırdı. “Şimal? Ne oldu?” “Hiçbir şey.” deyip kafasını iki yana sallarken inanması için gülümsüyordu. Deniz’i görmek kalbindeki korkuyu tetiklemişti. “Odamda bir şey unuttum. Hemen alıp geleceğim.” “Gelmene gerek yok. Biraz dinlensen iyi olur.” demiş ve tuttuğu eli bırakmış Karanlıklar Tanrısı. “Yanına geleceğim.” Kafasını sallayan Şimal hızlı adımlarla odasına gitti. Kalabalığın arasından geçerken onunla sohbet etmek isteyenleri kapılarda ve duvarların köşelerinde duran muhafızlar sayesinde rahatlıkla atlattı. Odalarına gidene kadar yanından geçtiği her cama bakmıştı ama bir daha onu görememişti. Derin bir nefes alıp içeriye girdiğinde avucunu hızlı atan kalbine yaslamış ve gözlerini etrafta gezdirmişti. Yataklarının üzerinde ay ışığında parlayan belirsiz nesneyle kaşları çatıldı. Yanına yaklaştığında sarmaşık şeklinin verildiği kolyenin içindeki kırmızı taşı gördü. Öyle parlaktı ki...Lamra taşı. Tarihe göre vampirlerin en güçlü soyundan olan bir kralın kanından yapılan Lamra taşı eğer size verildiyse bunun anlamı sonunuzun mutlak bir ölümle sonuçlanacağıydı. Taş ölen kralın lanetini ve karanlık ruhunu taşıyordu. Ve şimdi vampirlerin en sıkı güvenlik tedbirleriyle koruduğu, uğruna canlarını feda edeceği taş Güneş Tanrıçası’nın yatağında duruyordu. ༗ Bölüm Sonu. Oy ve yorum yapmadan geçmeyinnnniz <3 Aşkla kalın <<3 |
0% |