Yeni Üyelik
5.
Bölüm

Beşinci Bölüm: Korku

@fundaalinda

İnstagram| lindaabooks

༗ 

Geçen günleri artık takip edemeyeceği bir acının eşiğinde dolanıyordu Şimal. Sarayın duvarlı günden güne üstüne geliyor ve onu boğuyordu. Kara büyünün tüm etkisi üstündeydi ve deliriyormuş gibi hissediyordu. Yatak geçirdiği beşinci günün öğlen vaktinde kendini biraz daha iyi hissettiğinde ayağa kalkmıştı. Aynadaki yansımasına bakmadı çünkü nasıl bir durumda olduğunun farkındaydı. Sadece biraz temiz hava almak istiyordu o kadar. Koyu mor rengindeki kollarında siyah dantel işlemelerin olduğu sabahlığını üstüne geçirip kuşağını ince belini saracak şekilde sıkıp düğümledi.

Beyaz ve siyah karışımı saçlarından parmaklarını geçirip odadan adımını attığında koridorda kimseyi görmedi. Ona ait hizmetlileri bile yoktu kapının yanında. Nereye gitmişlerdi? Acıdan ve uykusuzluktan kızaran gözlerini kırpıştırdı iki kere. Yavaş adımlarla merdiven basamaklarını inip sarayın başka bir koridoruna saptığında teras kısmındaki hizmetlilerini gördü.

“Öyle olacak tabii. Ne yaptığını görmedin mi? Karanlık çöktü resmen.”

“En güçlü lanetlerinden birisiymiş.” demişti diğer tarafta duran siyah saçlı kız. Önlerinde uzanan bahçeye bakarlarken aralarında konuşuyorlardı ki fısıldaşmalarına bakılırsa dedikodu yapıyorlardı. Bu saray ne zaman susmayı öğrenecekti?

“Güneş Tanrısı’na öyle yapmayacaktı o zaman Almira prenses. Hırsından efendimizi kara büyüyle hasta yaptı. Günlerdir ayağa kalkamıyor.” Derin bir iç çekmiş ve üzgün olduğunu gösteren yüz ifadesiyle dudaklarını aralamıştı. “Ölmesinden korkmuyor değilim.”

“Tanrı korusun!”

Bir duvarın köşesine yaslanmış güç alan Şimal işittikleriyle beyninden vurulmuşa döndü. İlk önce kara büyünün bir etkisi olduğunu düşünmüştü ancak diğer günlere nazaran bugün daha sağlıklı davranıyordu. İki kızın da söylediklerini doğru anlamıştı. Bütün yaşadığı bu acı ve şüphe Almira’nın basit kıskançlığı yüzünden olmuştu. Öyle çok öfkelendi ki...Önündeki koridoru hızlı adımlarla geri döndü. Merdivenleri çıkıp üst kata geldiğinde Almira’nın odasına yönelmişti ki onu buraya doğru gelirken buldu. Gökte ararken yerde bulmak deyimi şu an için en uygunuydu.

“Güneş Tanrıçası?” dedi her şeyden bi’haber Almira. Sürgün edildiği için bugün saraydan gidiyordu.

“Sen...Sen bana ne yaptın?!” Dişlerinin arasından tıslayan Şimal saf bir öfkeyle bakıyordu ona. Göğsü kesik nefesleriyle yükselip alçalıyordu. “Ne yaptın bana?!”

“E-Efendim...”

Sesini duymak bile istemedi Şimal. Aralarındaki mesafeyi kapattığında sol eli havaya kalkmış ve Almira’nın yanağıyla buluşmuştu. Tokatın sertliğinden dolayı yüzü yana dönen kadına çok geçmeden ikinci tokatı attığında dizlerinin üstüne çökmüştü prenses. Şimdi kara büyü aklını bulandırmış ve gözünü kör etmişti. “Seni...Seni pis kadın! Nasıl yaparsın bunu?”

Yerde boylu boyunca uzanan prensesin üstüne çıkıp tokatlarını yüzüne indirmeye devam etti. Bütün hıncını ondan çıkarırken parmak boğumlarına bulaşan kanı çok geç fark etti. Geriye dönüp ne yaptığına baktığında iş işten geçmişti. Yüzündeki yara ve kanlarla hareketsizce duran Almira’nın üstünden hızlıca kalkarken arkasından gelen bağırışları duydu.

“Efendim...Efendim ne yaptınız?”

“Ben...Ben.” dedi fakat devamını getiremedi. Yerden kaldırılırken baygın olan Almira’yı diğer hizmetli çoktan kaldırmış ve güçlükle odasına götürmeye çalışıyordu. “O yaptı. Bana bunu o yaptı!”

“Şimal!”

Aralarına ikinci ve oldukça gür bir ses katıldığında Şimal bakışlarını merdiven kısmına çevirdi. Yanına doğru gelen Karanlıklar Tanrısı’nın bulanık görmeye başlayan gözleriyle zor ayırt ederken yerin ayaklarının altında kaydığını hissetti. Ağzını açmasına fırsat kalmadan bilinci derin bir sessizliğe ve karanlığa doğru koştuğunda bedeni yere doğru düşmüştü.

O an gücünü kullanıp olduğu yerde kaybolan Karanlıklar Tanrısı tam da eşinin düşeceği yerde belirdiğinde zayıf beden kollarının arasındaki yerini almıştı. Orada duran hizmetliye şifacıyı çağırmasını söyledikten sonra odalarına gitmiş ve dağınık yatağın boş tarafına uzandırmıştı Şimal’i. Sabahlığının kuşağını çözüp rahat olmasını sağlarken saçlarını geriye doğru yatırmıştı. Süt beyazı tenindeki kan izlerini gördüğünde Almira’nın oradaki hâlini anımsadı. Nasıl o duruma geldiklerini bilmiyordu ve Şimal uyanana kadar da bilemeyecekti.

“Abi! Almira...” diye içeriye giren Elisa gördükleriyle sesini kesmişti.

“Kavga etmişler. Daha doğrusu Şimal dövmüş.”

“Öğrendi mi sence?”

“Bilmiyorum. Kara büyü yüzünden de yapmış olabilir.” derken pek de sorun etmiyordu. Almira zaten saraydan sürgün edilmişti ve kralın buna karışma gibi lüksü yoktu. Tüm her şey ortadayken kızını göndermekten başka çaresi yoktu.

“Almira’nın senin lanetinden sonra ayaklanamayacağını sanıyordum.”

“Lanet yavaş yavaş tesir edecek. Hemen ölmesini istesem boynunu keserdim orada.” Kapıda gözüken şifacıyla konuşmalarına ara verdiler. İlk önce ellerinde kan izlerini silip tahriş olan yerler için merhem süren şifacı sonrasında kara büyü için ilaçlarını verdikten sonra geriye çekilmişti. “Neden kendinde değil? Kaç gün oldu?”

“Efendim büyünün nasıl bir etkiye sahip olduğunu biliyorsunuz. Fakat bugün ayaklandığına göre tanrıçamız kısa bir vakitte kendine gelecektir.”

“Umarım.” deyip şifacıyı gönderen Elisa karısını izleyen abisine döndü. “Kapıya birkaç kişi dizeceğim. Diğer iki hizmetliyle ben konuşurum.”

“İyi olur.” diyebildi Karanlıklar Tanrısı. Kendinde konuşacak ve hesap soracak gücü bulamıyordu. Şimal’in bir türlü iyileşmemesi onu zaman geçtikçe endişelendirmeye başlıyordu.

༗ 

Düğünlerinden önce onlar için yeniden düzenlemeye alınan büyük odanın tavan kısmına kadar yerleştirilmiş camlar çekilen perdelerle güneş ışığını içeriye aldığında kuş cıvıltıları da beraberinde gelmişti. Saray her zamanki sabah rutinini gerçekleştiriyordu.

Yüzüne vuran güneş ışınlarının sıcaklığı bir yana verdiği rahatsızlıkla yüzünü buruşturan Güneş Tanrıçası yan tarafa döndüğünde zihni yavaştan açılmaya ve bedeni uyanmaya başlamıştı. Kara büyünün etkisi artık yarıya kadar geçtiği için daha iyiydi. En azından sürekli kulaklarının etrafından dolanan hayali sesler silinmişti. Bunun verdiği mutluluk hissiyle dudakları kıvrıldığında yalnız olduğu odada gözlerini gezdirdi. Karanlıklar Tanrısı’nı her sabah gibi masasında çalışırken bulmayı beklemişti ama yanılmıştı. Kimseler yoktu.

Üstündeki ince pikeyi ittikten sonra çıplak ayaklarını soğuk parkeyle buluşturdu. Şimdilik diğerlerinin nerede olduğunu düşünmeyi bırakıp hazırlanmalıydı. Az çok yatakta ne kadar zaman geçirdiğini tahmin edebiliyordu. Sabah kahvaltısına zamanında yetişebilmek için hızlıca banyoya girip küvetinde kısa bir duş aldıktan sonra dolabından su yeşili renginde tamımı tülden oluşan elbisesini seçip giymişti. Kabarık eteği yeri süpürüyordu ve göğüs kısmındaki V dekoltesi oldukça aşağıya iniyordu. Bilek kısmındaki ve karın kısmına parlayan sarı renkli şeritler çekilmişti. Açık saçlarına güzel bir taç taktıktan sonra yüzüne canlılık gelmesi için makyaj malzemelerinin birkaçını kullandı.

“Uyandığından emin değilim. Bir dakika...” der demez kapıyı her ihtimale karşı tıklatıp içeriye giren baş hizmetlisi onu ayakta gördüğünde şaşkınlıkla durmuştu. Fakat hemen sonra saygıyla dizlerini kırmış ve saygısını göstermişti. “Ayakta olduğunuzu bilmiyordum efendim.”

“Önemli değil.” deyip elinde tepsiyle bekleyen mutfak çalışanını ufak bir baş hareketiyle gönderdi Şimal. İki baş hizmetlisine sıcak bir tebessümde bulundu. “Bugün kendimi daha iyi hissediyorum. Herkes aşağıda mı?”

“Karanlıklar Tanrısı sabah erkenden bir yere gitmek zorunda kaldığı için yoklar ama birazdan geleceğinin haberini aldım. Diğer saray üyeleri aşağıda efendim.”

Karanlıklar Tanrısı’nın o saatte nereye gidebileceğini aklında düşünen Şimal odadan çıktığında gözüne çarpan koridorla bir anlık duraksama yaşadı. Gözlerini dikmiş bakarken zihninin unutmak için çabaladığı an parça parça canlanmaya başlamıştı. Almira’ya yaptıklarına baş hizmetlilerinin konuşmaları eklendiğinde vicdan azabıyla tutuşan kalbi soğuk bir denizin esintisiyle ferahlamıştı. Kralın hanedan üyesine zarar verdiği için onu cezalandıracağından endişelense de şu an yatağından sağlam kalktığına göre ortada ceza mevzusu yoktu. Gerçi hizmetliler Karanlıklar Tanrısı’nın gereken cezayı Almira’ya verdiğini konuşmuşlardı aralarında.

“Efendim?” dedi o sırada avucunun içinde tuttuğu siyah broşu uzatan genç kız. “Bunu takmayı unuttunuz.”

Broşu onun elinden alıp elbisesinin yakasına takan Şimal derin bir nefes alıp yürümeye devam etti. Karanlıklar Tanrısı nasıl Güneş Tanrısı’na ait olduğunu gösteren bir broş takıyorsa aynısını o da yapıyordu. Kral bunu yapmanın onları düşman göstermeyeceğini söylemişti.

Yemek salonuna ulaştığında muhafızlar kapıyı açmak üzereyken içeriden çekilmiş ve Çağan dadısıyla görüş açısına girmişti. Avuç içini onun siyah saçlarında gezdirdi.

“Sabaha böyle bir güzellikle başlamak ne kadar hoş.” diyen kraliçenin sesiyle Şimal kapıdan içeriye geçmiş ve masadaki yerine geçmişti.

“İyi misin? Hemen ayaklanmışsın.”

“Diğer günlere nazaran daha iyiyim Elisa.” Bakışlarını boş olan iki sandalyede gezdirdi. Bade ve Almira yoktu. “Büyü gerçekten de bayağı etkili.”

“Karanlıklar Tanrısı’nın çeşitli büyülerinden. Kurtulduğuna şükretmelisin.” diyen kral bunları başına açan üvey kızı değilmiş gibi rahat ve mutluydu. “Belki de eşi olduğun için yaşıyorsun.”

“Ya da Güneş Tanrıçası olduğum için.” diye anında karşılık verdi Şimal. Tabağına konan kahvaltılıklardan azar azar atıştırırken bu ortamda bulunmayı sevmediğini fark etti. En azından Karanlıklar Tanrısı yanında olduğunda oyalanabiliyordu ki varlığı bile masada kalması için yeterliydi. Saraydaki zamanının çoğunu onunla geçiriyordu ve şimdi yalnız olmak tuhaf geliyordu.

“Bazen nasıl birisi olduğunu anlamıyorum.” Kısık mırıltısıyla konuşan Elisa masadaki aile üyelerine göz gezdirmişti. Kocasıyla göz göze geldiğinde sırıttı. “Salağa yatıyorsun değil mi?”

“Hayır, kişiliğim böyle.”

“Kişiliğini yesinler senin.”

Şu zamana kadar görmezden gelinen ne varsa pat diye söylemeyi severdi Şimal. Hâlâ aynısını yapıyordu ama bazen dozu kaçırmamaya dikkat ediyordu. Elisa’nın söylediği gibi salağa yatıyordu arada.

“Abin nerede? Birazdan geleceğini işittim ama yok.”

“Aman kocasını merak edermiş. İşleri uzamıştır belki.”

“Nereye gitti?” dedi merakla Şimal.

“Allora ülkesine.”

Yüzündeki ifadeyi bozmamak için çabaladı Şimal. İşittiği ülkenin ismi hiç de hoşuna gitmemişti. Deniz’in ülkesine neden gitmişti? Vampirlerle nasıl bir görüşmesi olabilirdi ki?

Kahvaltı bitip herkes bir kenara çekildiğinde Karanlıklar Tanrısı sarayın kapısından yeni giriyordu. Karşı karşıya geldiklerinde dudaklarında beliren gülümsemeyi görmek Şimal’e iyi gelmişti.

“Ayaklanmışsın.” deyip yanına giden Karanlıklar Tanrısı eşinin omzuna ellerini yerleştirmiş ve sağlıklı görünen yüzünde bakışlarını dikkatlice gezdirmişti. “Seni öyle hasta görmek hiç güzel değildi.”

“Büyünün bir kısmı devam ediyor ama çok hissetmiyorum.” Yavaş adımlarla odalarına doğru yürürlerken Şimal kısa bir an onun eldivenlerine bakmıştı alışkanlıkla. “Bir gün öncesinde olanları hatırlıyorum. Almira’ya yaptıklarım...”

“Hak ettiği cezayı verdim. Hoş ölmesi için epey zamanı var ama onun için acılı bir süreç olacak.”

“Hizmetliler en güçlü lanetlerinden birisi olduğunu aralarında konuşuyorlardı. Olmos mu?”

“Olmos...Defterlerimi bitirmişe benziyorsun.”

“Her gün onları okuyorum çünkü. Ne de olsa seni tanımalıyım.”

“Eşimin beni tanımak istemesi ne kadar güzel.” derken odalarının kapısını açmış ve ilk önce Şimal’in girmesini beklemişti.

“Hım...Eşinin sürprizini beğendin mi peki?”

Gözlerindeki parıltıdan o geceden bahsettiğini anlamıştı Karanlıklar Tanrısı. “Hem de çok. Kısa sürede bu kadar güçlenmiş olman mükemmel.”

“Şey, tabii. Öyle.” diyen Şimal içindeki hayal kırıklığını görmezden geldi. Ne bekliyordu bilmiyordu ama işittikleri içinde bir yeri doldurmamıştı. “Allora ülkesine neden gittin?”

“Deniz’in söyleyecekleri varmış. Biliyorsun karanlık orman en çok onlar için yararlı bir yer. Dolasıyla seni aradığımı da biliyor.” diyen Karanlıklar Tanrısı sol elini yumruk yapmış ve geri açmıştı. Yüzündeki ifade görüşmenin pekte iyi gitmediğini gösteriyordu. “Güneş Tanrıçası’nı aradığını ne kadar belli etmediğini sansa da ince bir ima yaptığı kesin. Eğer benden önce seni bulsalardı başına daha kötü şeylerin gelecekti. Hazır güçlerini yeterli bir seviyeye getirmişken bir davet düzenleyip seni bulduğumu göstermeliyim. Ülke de eski refahına kavuşur.”

“Düğünde...”

“Düğünümüzde kimse senin Güneş Tanrıçası olduğunu bilmiyordu.” Tamamen kafasını önündeki planlara odaklayan Karanlıklar Tanrısı karşısındaki kadının ona nasıl baktığından habersizdi. “Allora ülkesindeki yaratıklar ne kadar karşı çıkmak isterse istesin böyle bir şeye karşı koyamazlar. Güneş onlar için en büyük tehdit.”

“Ya öldürülürsem? Her zaman beni koruyamazsın ya.”

“Öyle bir şey olmayacak Şimal.”

“Sende beni günün birinde öldürmek istemez misin?” diyen Şimal ona dönen keskin bakışlardan gözlerini kaçırmadı. “Ya aydınlık ya da karanlık...İlla ki birisi ötekini yutacaktır.”

“Sen benim eşimsin.”

“Aynı zamanda Güneş Tanrıçası.”

“Anlaşılan kara büyü etkisini gösteriyor. Yoksa böyle konuşmazdın.”

Sözlerini söyledikten sonra arkasını dönüp giden adama bakan Şimal uzun zamandır aklında dolanan soruyu dillendirdi. “Eldivenlerini neden hiç çıkarmıyorsun?”

Karanlıklar Tanrısı işittiği soruyla durdu. Siyah deri eldivenlerin içindeki elleri kaşınmaya başlarken dudaklarını birbirine bastırmıştı. Zihninde canlanan görüntüler onda kaçma isteği uyandırdığında tek kelime etmeden kapıyı açtı ve odadan çıktı.

༗ 

Bölüm Sonu.

Lütfen burada olanlar kendini belli edebilir mi? Oy ve yorumlarınızı eksik etmeyinnn <3

Aşkla kalın. 💗✨

 

Loading...
0%