Yeni Üyelik
1.
Bölüm

Birinci Bölüm: Işık Hüzmesi

@fundaalinda

İnstagram| Lindabooks

 

 

 

 

Birinci Bölüm: Işık Hüzmesi

༗ 

 

 

 

 

2 Ay Öncesi...

Hayatta her zaman tosladığımız bir duvar daima olurdu. İş hayatınızda, arkadaşlarınızla ilişkilerinizde veya özel hayatınızda...Fakat yine de ayağa kalkar ve düzelmeye çabalardınız. Bir şekilde kırgınlıklar unutulur ve hayata devam edilirdi. Ancak bazen öyle duvarlar olurdu ki fark edene kadar nasıl bir bataklığın içine sürüklendiğinizi anlayamazsınız. Kavradığınızda ise iyileşmek için artık çok geçtir. Kapanamayacak büyüklükte yaralarınız zaman geçtikçe üzeri dikilse de izleri daima kalırdı. Unutmamanız ve bir daha o hataya düşmemeniz için...

Şimdi o hatalardan birisini yapmıştı Şimal. Karanlık ormanın içinde birden önünde beliren kişiyle çığlık atarken ağaçlara konmuş kargalar kanatlarını çırparak gökyüzüne doğru uçuşmaya başlamıştı. Karşısındaki kan kırmızı gözlere korkuyla bakarken geriye gitmiş ve kalçasının üstüne sertçe düşmüştü. Koşmaktan dağılan açık saçları omzunun iki yanına dökülmüş, göğsü aldığı kesik nefeslerle yükselip alçalıyordu.

“Neden bu kadar asi olmak zorundasın ki? Beni yoruyorsun.” diyen genç adam çok geçmeden aralarındaki mesafeyi ışık hızında kapattığında korkudan yaprak gibi titreyen kadının çenesini tuttuğunda karşılığında yüzüne yumruk yemişti. Elinin acısından inleyen kadına güldü. “Bunun cezasını verirdim ama şimdi gitmemiz gerekiyor. Sevgili efendimiz seni bekliyor.”

“Seninle hiçbir yere gelmem! Kahretsin...” Sızısı artan elinin acısıyla homurdanırken gözleri dolmuştu. Beyni hâlâ yaşananları idrak etmekte zorlanıyordu. Sözde onunla buluşmak isteyen sevgilisinin yanına gidiyordu ancak yolda uğradığı ani saldırıyla her şey tepetaklak olmuştu. Birden beliren bu canavarlarla arabasını koruyan muhafızlar savaşsa da karşılarındaki kişi sayıca üstün ve türlerinden dolayı çok hızlıydılar. Kalbindeki korkuya rağmen direnmeye çalışıyordu.

Kolu tutulduğunda ve zorla kaldırılmaya çalışıldığında çırpındı. “Bırak! Gelmeyeceğim diyorum sana Tanrı’nın cezası!”

Adamın sinirlerini epey germiş olacak ki sırtı saliseler içinde bir ağacın gövdesiyle sertçe buluşmuştu. Çarpmanın hızıyla sırtındaki kemiklerinin kırıldığını sanırken gözlerinin önü bir anlık kararmıştı. Üstüne doğru geldiğini fark ettiğinde bedenini hızlıca yana atmıştı. Ayağa kalkıp kaçmak istediğinde tutulan bedeniyle yere düşmüş ve sırt üstü çevrilmişti. Artık emin olmuştu. Bu lanet ormanda cesedi çıkmadan bırakılmayacaktı.

“Çok oldun artık sen! Efendimize intihar ettiğini söyleriz, biter.” dedikten sonra parmaklarını zarif boyunda gezdirmişti. “Kanının tadı çok güzeldir şimdi.”

İrileşen gözleriyle kalakalan Şimal yutkunamadı. Açlığın vurduğu bakışlar boynunda gezinirken kalbi küt küt atıyordu korkudan. Şakağına doğru süzülen yaşlarla son kez çırpındı ancak kolları iki yanına sabitlenip sıkıca tutulmuştu. “Ne istiyorsunuz benden?! Ne yaptım?”

“Işığının farkında değilsin belli ki. Ne yazık ki şimdi aydınlatılamadan söndürülmeye mahkumsun.”

“Sen...” demesiyle üstündeki adamın ona doğru eğilmesi bir olduğunda dudaklarının arasından çığlığı dökülmüştü. Sesine karışan ikinci bir acı haykırışı sonradan fark ederken kapalı göz kapaklarına rağmen yoğun ışığı hissedebiliyordu. Bedenindeki ağırlık yok olduğunda ve gözlerini açtığında ışığın kaynağını ve neler olduğunu bulmuştu. Elbisesinin açık bıraktığı tenine yapışan siyah küller ve ışık huzmesi takip edemeyeceği bir hızdan karanlık gökyüzüne yükselmiş ve ardından hemen sönüvermişti. Avuç içlerini nemli toprağa yaslayıp geriye süründü.

Yakmıştı.

Bir canı yakmış ve küle çevirmişti.

İleriden ayak sesleri duyulmaya başladığında kendine düşünme fırsatı tanımadan ayağa kalkmış ve koşmaya başlamıştı. Nereye gittiğini bilmeden adımlarını atarken girdikleri bu ormana lanet etti bir kez daha. Keşke kısa yoldan değil de diğer yoldan gitmelerini isteseydi. O zaman bu kadar tehlikeyle baş başa kalmazdı. Ayrıca bu ormanla ilgili o kadar rivayet vardı ki hangi cesaretle böyle bir karar verdiğini aklı almıyordu. Tıpkı az önce olan olay gibi...

“Hiçbir şeyin yok.” dedi kendini teselli etmek için. “Sadece bir insansın. Normal bir insan. Onu sen öldürmedin.”

Yeterince uzağa gittiğine karar verdiğinde durmuş ve herhangi bir sese kulak kabartmıştı. O sırada ormanın etrafında olan siyah sisi yeni fark ediyordu. Eliyle dokunmak istediğinde parmakları boşlukta süzülmüştü yalnızca. Biraz sonra sese dair hiçbir şey duymadığında daha yavaş ama temkinli bir şekilde yürümeye devam etti. Dinlenemezdi çünkü onların ormanın içinde dolaştığından emindi.

Sıcak havaya rağmen titremeye devam eden bedeniyle kaç saat yürümüştü bilmiyordu ama anladığı tek bir şey vardı o da üstündeki o gökyüzünün asla aydınlanmayacağıydı. Yolunu görmesini sağlayan tek ışık kaynağı aydı ki o da zar zor oluyordu. İki saatini daha lan uzun bir yürüyüşten sonra gözlerinin önünde bir şeyler belirmeye başlamıştı. İyi görebilmek için gözlerini kıstığında kapıda dikilen muhafızları ve kapının ardındaki sarayı gördü. Etrafına dönüp baktığında kendini kocaman bir alandaki nokta gibi hissetti. Neresi olduğunu bilmiyordu ama yardıma ihtiyacı olduğunu biliyordu. Bu yüzden kalan son gücüyle eteğini avucunda toplayıp koştu.

“Yardım edin.” Kurumuş dudaklarının arasında mırıldanırken üstünün berbatlığından dolayı ona mızraklarını doğrultmuş olan muhafızlar zarar gelmeyeceğini anlayıp geri çekmişlerdi. Öne doğru bir adım attı. “Yardım edin lütfen. Ben...Ben...”

Cümlesini bitiremeden güçten düşen bedeni dayanamayıp yere kapaklanmıştı. Onu çeken karanlığa direnemeden teslim olmuştu.

༗  

Başının etrafında beliren ince ağrılarla kirpiklerini birbirinden ayırmıştı genç kadın. Bakışları ilk olarak açık pencereden gözüken havaya kaydığında güneşin parıl parıl parladığını gördü. Karanlığın içinde geçirdiği saatlerden sonra güneşi görmek çok iyi gelmişti.

Pencereden kopan gözleri etrafına baktığında yaşadığı her şey birer birer aklında canlanmış ve uzandığı yumuşak yataktan hızlıca kalkmıştı. Henüz nerede olduğunu düşünemeden karşısında duran makyaj aynasına yansıyan görüntüsüyle çığlığını son anda birbirine bastırdığı dudaklarıyla durdurmuştu. Çıplak ayakları halıyla buluştuğunda koşar adımlarla aynanın karşısına geçmiş ellerini saçlarında gezdirmişti. “Başka bir bedende miyim? Tanrı’m! Bu...Bunlar ne?”

Siyah saçlarının çeşitli yerlerinde belirmiş olan beyaz tutamlarda parmakları gezinirken şaşkınlıktan nasıl bir tepki vereceğini bilemiyordu. Yavaştan bedenine baktığında elleri belini bulmuştu. “Hayır, aynı kişiyim. Saçlarım...Güzel saçlarım neden böyle oldu?”

Aklına ormanda yaşadığı ışık patlaması geldiğinde bir adım geriye gitti. Belindeki ellerinde beliren ışık toplarını gördüğünde anında düşünmekten kendini uzaklaştırmıştı. Saklamak istediği gerçek dün gece kendini koruma iç güdüsüyle ortaya çıkmıştı. Hem de daha sınırlarını bilmezken. Yıllardır normal bir insan olarak gücünü gizli tutmuştu ama şimdi...Ölmeden önce konuşan adamın sözlerini anımsadı.

“Işığının farkında değilsin belli ki. Ne yazık ki şimdi aydınlatılamadan söndürülmeye mahkumsun.”

Hayır, ışığının gayet farkındaydı ama bunu görmezden gelmek daha kolaydı. Endişeyle az önce kalktığı yatağa gidip oturdu. Şimdi ne yapacaktı? Annesi ve babası geldi aklına. Geçen bu kadar saatte kim bilir nasıl korkmuşlardı? Bir an önce eve gitmesi gerekiyordu. Saniyeler içinde verdiği kararla ayaklandığında aynı zamanda açılan kapıyla durmuştu. İçeriye giren sarışın kadınla göz göze geldiklerinde ellerini nereye saklayacağını bilemedi. Sanki hırsızlık yaparken yakalanmış gibi hissediyordu. En azından karşısındaki kadın ona öyle bakıyordu. Mavi gözleri ve yüzündeki ifade çok...Küçümseyici?

“Uyanabilmene sevindim. Bir an öldüğünü falan sandık.” deyip alaylı tonlamayla konuşan Elisa sonrası gözlerini devirmişti. “Neyse ki temiz bir bedenle ölecektin.”

Söylenenlere bedenindeki kirin gittiğini fark eden Şimal hangi ülkenin sınırını geçtiğini henüz anlayamamıştı. Üstelik onu inceleyen bu kadından da hiç hoşlanmamıştı. Yine de yardım ettikleri için nezaketini korudu. “Yardımınız için teşekkür ederim. Hemen ülkeme dönüp...”

“Ülkene mi? Üzgünüm ama biraz zor gibi görünüyor.” diyen Elisa duvara dayalı giysi dolabına yürümüş ve iki kapağını açmıştı. Askılıklarda olan elbise ve diğer ihtiyaçları çıkarıp yatağın üstüne sermişti. “Hemen hazırlanmalısın. Konuşmamız gereken meseleler var.”

İşaret parmağıyla kendini gösterdi Şimal. “Benimle mi?”

“Evet, seninle. Acele et hadi!”

“Yanlış bir anlaşılma var sanırım. Benimle neyi konuşacaksınız? Normal bir insanım ben!”

“Öyle mi? Hiç de öyle gözükmüyor oysaki.” demiş ve ona kanıt olarak saçlarını göstermişti Elisa. Şimdilik ormandaki büyük ışık patlamasından bahsetmeye gerek yoktu. Aşağıda nasılsa her şeyi öğrenecekti. “Şimdi beni uğraştırmadan bunları giyin.”

Önündeki bu saçma durumun açıklanması için pes eden Şimal kıyafetleri odaya gelen yardımcılar sayesinde giydiğinde bir an sıkılan korsenin ipleriyle öleceğini sandı. Üstündeki elbise bedeninin inceliğini özellikle vurgulamak istermiş gibi sarmıştı her yanını. Saçları güzel bir topuzla toplandığında ve arasında bir toka takıldığında kendini yeniden dükün kızı gibi hissetti. Asıl kimliğine kavuşmuş gibiydi. Fakat kendine odaklanmasına izin verilmeden başka bir odaya sürüklenmişti. Kanatları iki yana açılan büyük kapıyla ses karmaşasının geldiği yerlere adım attıklarında Şimal anında dizlerini kırmış ve kafasını öne eğmişti. Selamını verdikten sonra bakışları karşısında oturan kral ve kraliçeye değmişti. Kralın hemen yanında papazı dururken salonun öteki masasında üç erkek ve az önce ona hazırlanmasını emreden kadın duruyordu. Gün ışığı almayan bu oda onu boğmaya başlamıştı.

“Hangi ülkeden geliyorsun? Muhafızlar seni kapının önünde bulduklarını söyledi.”

Kralın sözleriyle yutkundu Şimal. “Ferelden ülkesi majesteleri. Dük Azat Elez’in kızı, Şimal Elez.”

“Normal bir insansın yani?”

Birkaç saniyeliğine duraksamadan sonra kafasını salladı. “Öyle, majesteleri.”

“Yolun buraya nasıl düştü peki?” diye diğer taraftan sorguya atıldı kraliçe. “Üstün berbat bit durumdaydı.”

“Buluşmam gereken birisi vardı. Fakat kısa yol olarak ormanı seçtiğimde beklenmedik bir saldırı gerçekleşti.”

“Kiminle?”

Haysiyeti olmayan bir adamla. Hayır, şerefsiz.

Ne yazık ki ne buluşacağı kişinin adını ne de aklından geçenleri söyleyebildi. Sessizlik koca salonu sardığında arkasında kalan kapı açılmış ve kapanmıştı. Kim olduğuna dönüp bakmamıştı ama zaten gelen kişi hemen önünde yerini almıştı. Yaşlı, bedeni öne doğru eğimli olan kadın elindeki bastonundan destek alıyordu. İçinde anlamsız bir his belirdi.

“Krakhozia ülkesinin kurallarına hakimsindir değil mi Şimal? Bu yüzden seni kontrol edeceğiz.” diyen kral beklenti dolu gözlerle ona bakıyordu. Saçlarına olan bakışını yakalamıştı. “Ormanda beklemediğimiz bir şey oldu ve bu yüzden beklediğimiz birisi var. Seni kontrol etmeden bırakamayız.”

“Ama...Ama normal birisi olduğumu söyledim!” Tutulan koluyla ileriye doğru sendeleyen Şimal aralanan dudaklarının arasından bir süre konuşamadı. Yaşlı kadının tutuşu kadar yüzündeki ifade de çok sert ve korkunçtu. “Majesteleri...Size yemin ederim ki...”

“Günaha girme yavrum. Yoksa acısını tahmin edemezsin.”

“Ne?”

Endişeden ne yapacağını şaşıran Şimal bir umut masada oturanlara döndü ancak başına giren acıyla gözlerini sıkıca yummuştu. Katlanılmaz bir acı tüm bedenini sardığında çocukluğundan itibaren oynatılan anılarının arasında süzüldü. Kaçamamıştı! Krakhozia ülkesi güvenliği o kadar sıkı tutuyordu ki masum birisi olsanız bile bu şeyden geçmek zorundaydınız. Bu ikinci oluyordu...Bir keresinde henüz altı yaşlarındayken evlerine gelen bir kadın aynı şekilde onu tutmuş ve zihnine girmişti. Sonucun yine aynı çıkmasını diledi.

Burnundan süzülmeye başlayan kanı hissettiğinde ve bedenindeki acı artık dayanamayacağı bir noktaya vardığında elini kaldırdı ve önündeki kadını kör edecek bir ışığa maruz bıraktı. Yoğun ışık odanın dışına kadar taşarken karanlık saliselik bir ışıkla aydınlanmıştı.

O sırada çoktan dizlerinin üstüne çökmüş olan Şimal gözlerine tutunan yaşları akıtmamak için kırpıştırmadı. Kendi kendini ele vermişti. İçindeki bu gücün ne olduğunu bilmiyordu ama onu buradaki insanlara sunmuştu.

Burnundaki kan parkeye damladığında önüne uzatılan siyah mendili gördü. Bakışlarını eldivenli ellerden çekip yukarıya tırmandırdığında odaya girdiğinden beri onu izleyen adam olduğunu fark etti. Yüzünde ne kadar düz bir ifade olsa da bakışlarındaki beklenti ve memnuniyet hissi orada duruyordu.

“Güneş Tanrıçası.” demişti birileri. Kim olduğu önemsizdi çünkü ağzından dökülenlerle Şimal’i derin bir şaşkınlığa itmişti.

“Hayır.” Kafasını iki yana salladı itiraz edercesine. “Değilim...Hiçbir şey değilim!”

“Ormandaki ışığın kaynağı senmişsin demek. Şehrimize hoş geldin Güneş Tanrıçası.”

Kralın sözleri ve diğerlerinin bakışlarıyla tamamen yenildiğini anladı Şimal. Onları inandırmaları bir yana dursun buradan adımını atamazdı. Güneş Tanrıçası...Bu muydu? Akla o kadar deli saçması geliyordu ki...O bile buna inanmıyordu. Tanrı ona asla böyle bir güç vermezdi.

“İmkansız...Güneş Tanrıçası olmam imkansız! Lütfen bırakın açıklaya-”

“Öncelikle burnunu silmelisin.” dedi mendilini avucuna alıp önündeki kadının elini tutan Karanlıklar Tanrısı. Kalkmasına yardım ettikten ve ayakta durabileceğinden emin olduktan sonra mendili onun burnunda ve üstü dudağında kan lekesinde gezdirdi. Kendini inkar etmeye kaptıran bu kadın isteğini yerine getiremiyordu.

“Her şey doğru.” dedi kraliçe büyük bir mutlulukla. “İnanman için birçok kanıt var ve sana bunları göstereceğiz.”

Toplantı için hazırlanmış olan uzun ve büyük masasının başına herkes toplandığında Şimal hâlâ içinde bulunduğu duruma alışabilmiş değildi. Karşısındaki insanlar o kadar normal tavırlar sergiliyordu ki buradaki tek tuhaf kişinin o olduğunu düşünmeye başlamıştı.

Boş olan masanın üstü birdenbire kitaplarla çevrilmeye başlandığında Şimal hangisine odaklanacağını şaşırmıştı. Kutsal ve en çok önem arz edilen kitap önüne konduğunda sararmış sayfalarda bakışları gezindi. Her bir cümle ve resimle şaşkınlığı yüzüne yansırken umudu sönüyordu. Efsane sandığı şeyler kanlı canlı önünde duruyordu.

Siyah irisleri onu izleyen kişiyi buldu. Az önce birbirlerine seslenmelerinden hepsinin isimleri öğrenmişti. Korhan Alasayvan...Krakhozia ülkesinin kraldan sonra ikinci kralı ve Karanlığın Tanrısı.

Ve Güneş Tanrıçası...Şimal Elez.

“Kitapta da belirtildiği gibi kaderiniz birbirine bağlı. En azından diğer ülkelerin iyiliği için.” diyen kral söylediklerinin kitapta olan kısmını açmış ve parmağıyla göstermişti. “İkinizin de bir an önce evlenmesi ve ülkenin kaderini değiştirecek yenilikler yapması gerekiyor.”

“Ne? Affedersiniz majesteleri ama evlilik mi?” Sabah sabah yaşadığı olayların bir kabustan farkı yoktu. Söylenenler öfkesini daha çok arttırmaktan başka bir işe yaramıyordu. “Ne dediğinizin farkında mısınız? Böyle bir şeyin olmasını asla istemiyorum! Ailem de itiraz edecektir.”

“Nasıl bir durum içerisinde olduğunun farkında değilsin sanırım?”

“Majesteleri?” demişti araya giren Karanlıklar Tanrısı. Bu konuları onlarla konuşmak bile çok yanlıştı. İlk önce o ve Şimal’in kendi aralarında hâlletmeleri gerekirken yapılan ısrarla itiraz etme hakkı elinden alınmıştı. “İzniniz olursa bunu kendi aramızda konuşmak istiyorum. Böylelikle Leydi Şimal daha iyi anlayacaktır.”

“Madem öyle. Umarım olumlu bir yanıt alırız.” diyen kraldan sonra herkes teker teker masayı ve odayı terk etmişti.

Gidenlerle birlikte odada baş başa kaldıklarında Şimal çoktan sözünden vazgeçmeyeceğini gösteren bir ifadeyle ona bakıyordu. Bu saçmalığı bir an önce bitirmek ve evine dönmek istiyordu.

༗ 

Bölüm Sonu.

Bu sitede yayımlamış olduğum ilk kitabım ve buradaki ilk deneyimim olacak. Öncesinde Wattpad platformunda devam ediyordum ancak ne yazık ki kapatıldı. O yüzden burada devam etme kararı aldım. Umarım yeni okurlarla güzel bir yolculuk olur bizim için. Tepkilerini ve yorumlarınızı bekliyorum.

Aşkla kalın. <3

Loading...
0%