@fundaalinda
|
İnstagram| lindaabooks ༗ Hastalığın zehrinden korunmak için çıkarılmış olan güzel yüzük masanın üstünde duruyordu. Üç ana hattan oluşan yüzüğün orta kısmında iki ayrı yöne bakan küçük iki ay vardı ve orta kısmına ay taşı olarak adlandırılan beyaz bir taş konuşmuştu. Diğer iki hatla aralarında olan boşluğun alt ve üst kısmına dizilen küçük taşlar diğer kısımlarda da devam ediyordu. Göz alıcıydı...Karanlıklar Tanrısı’nın eşine özel yaptırması ise daha çok cazip kılıyordu. Eline aldığı yüzüğü tam yüzük parmağına takıyordu ki aniden açılan odanın kapısıyla arkasını dönmüştü. Bade’nin öfkeli gözleri direkt elindeki yüzüğü bulmuş ve boynundaki kızarıklık yüzüne doğru ilerlemişti. “Ne yapıyorsun sen?! Aptal!” deyip yüzüğü almış ve geri yerine bırakmıştı Bade. Yatağında baygın yatan Güneş Tanrıçası’na dikkatli bir bakış attıktan sonra kızının kolunu sımsıkı tutmuştu. “O yüzüğü takarsan son nefesini şuracıkta verirsin Almira. Nasıl bir şey olduğunu bilmiyor musun sen?” “Canımı yakıyorsun.” Elini ondan zorlukla kurtarıp annesine ter bakışlar fırlattı. “Ne varmış yüzükte? Özel yapım olmasından başka?” “O ay taşının içinde Karanlıklar Tanrısı’nın lanetli gücü var. Eşinden başkası o yüzüğü takarsa kalbin anında karanlığa boyanıp kurur.” İşittikleri Almira’yı kıskançlığa boğmaktan başka işe yaramamıştı. Birbirlerini sevmedikleri belli olan bu ikilinin neden aralarında böyle bir özel bağ oluşturduklarını anlamıyordu. Hele Karanlıklar Tanrısı’nın... “Korhan...” “Sakın ona adıyla seslenmeye kalkma! Yalnız olduğunda bile söylemeyeceksin ismini Almira.” “O yüzük benim hakkımdı! Benimle evlenmesi gerekiyordu.” “Sen bu kadar işe yaramazken mi? Ayrıca onun kardeşisin.” Unutulan gerçeği dillendiren Bade öfkeden kuduran kızının gözlerine baktı. “Asla öyle bir ihtimal yok aranızda. Güneş Tanrıçası’na verdiğin zararı işittiğinde zaten öleceksin. Dua et öğrenmesin.” “Hiçbir şey yapamaz bana.” “Emin misin? Kraldan bile güçlü olan birisinden bahsediyoruz. Bir Tanrı’dan?” Bade’nin her sözüne bin katarak cevap vermesi Almira’yı çileden çıkarttı. Siyah saçlarının arasından parmaklarını geçirip dağıtırken sert bir nefesi burnundan verdi. Onları izleyen gözden habersizlerdi. ༗ Kalpte sızlayan yarayla yüzünü buruşturup yatakta kıpırdamıştı. Karmakarışık zihniyle bilmediği bir savaş verirken açtığı gözleriyle birlikte derin bir nefes almıştı. Bakışları akşamın son güneş ışıklarının girdiği odada gezindiğinde masasında çalışan adamı gördü. Bir anlık kaşıntı hissiyle koluna tırnaklarını geçirdiğinde büyük kızarıkları gördü. Geceliğinin altında yer yer aynı yaralardan vardı. Üstelik içinde öyle bir ağırlık vardı ki her kıpırdadığında daha çok artıyordu sanki. “Şimal? Uyandın mı?” Yataktan gelen çarşaf sesleriyle sandalyesinden kalkan Karanlıklar Tanrısı yanın yaklaştığında siyah irislerle göz göze geldi. Fakat ona bakan gözlerde tuhaf bir şey vardı. Kin ve nefret o kadar çoktu ki bocaladı. “Şimal?” “Neden buradasın sen?” Yüksek sesiyle bağırıp ona uzanan elden kaçan Şimal etrafına baktıkça kendini kötü hissediyordu. Burayı görmemişti. Karşısında Karanlıklar Tanrısı değil de ona ihanet eden Deniz’in sureti vardı. “Nasıl yaparsın bunu bana? Nasıl kandı-” diyemeden elindeki parmakları hissetti. “Dokunma bana!” “Hastalık yüzünden...” diye kendi kendine mırıldanan Karanlıklar Tanrısı elini geri çekmişti. Fakat bilmesine rağmen bu onu hem üzmüş hem de sinirlendirmişti. Vampirlerin asil soyundan olan o adamı yakalayıp kafasını koparmamak için kendini zor tutuyordu. Şimal’e verdiği sözü çiğneyemezdi. “Hizmetçilere haber vereyim. Uzun zamandır uyuyorsun, yemek yemelisin.” “Hiçbir şey yemeyeceğim! Nasıl geldim ben buraya? Evime gitmek istiyorum.” “Senin evin burası zaten Şimal.” “Hayır, benim evim Ferelden!” Hasta olan birisiyle tartışmak ne kadar doğruydu bilmiyordu ama Karanlıklar Tanrısı biraz daha kalırsa kendine hakim olamayacaktı. Odadan çıkar çıkmaz ilk gördüğü kişiye yemek getirmesini söyledikten sonra sakinleşmek için sarayın bahçesine çıkmıştı. Ağaçların altında bulunan sandalyeye oturduğunda ilk işi ikinci kolu olan karganın zihnine girip odalarının camına yönlendirmesiydi. Ne olursa olsun kara büyüyü yapan kişiyi bulamamışlarken Şimal’i yalnız başına bırakamazlardı. Bahçeye gelmesinin üstünden yarım saat geçtiğinde zihnindeki düşüncelere toparlanmış ve öfkesi dinmişti. Az önce eşi uyuduğu için artık nefret dolu bakışlara maruz kalmadan odasında durabilirdi. Sandalyeden kalkıp soluna döndüğünde buraya doğru yaklaşan Almira’yı gördü. Kabarık eteğini avuçlarında toplamış onu gördüğünü belirtircesine gülümsüyordu. Kaçabileceğine dair umudunu çöpte atmıştı. “Karanlıklar Tanrısı.” deyip dizlerini hafif kırıp selamını veren Almira cilve için takındığı gülümsemesini büyüttü. Gözleri karanlığa rağmen birer elması gibi parlıyordu. “Akşam vakti burada yalnız ne yapıyorsunuz? Sizinle hiç baş başa sohbet edemedik.” “Saray karışık.” diye kısa bir yanıt verdi Karanlıklar Tanrısı. Sohbeti uzatmak istemiyordu. Burada Almira’yla görünürse çıkabilecek dedikoduları biliyordu ve Şimal’in bunu işitmesi hiç hoş olmazdı. “Kralla görüşmem gerekiyor.” “Kral annemin yanında. Konuşmak için geç kaldın.” Sahte bir üzüntüyle cevap veren Almira açık saçlarını çıplak omuzlarından geriye itti. “Güneş Tanrıçası’nın durumu nasıl? Onun için çok endişelendim.” “Eşimin yanına gideceğim Almira. Sana da dolanmak yerine çalışmanı tavsiye ederim. Malum sen nasıl iyi bir eş istiyorsan karşındaki adam da aynı özelliklere sahip kadın görmek ister.” “Beni küçümsüyor musunuz?” “Hayır.” Kafasını usulca iki yana salladı. “Sadece eşit şartlar altında bir evlilik yaşamanı istiyorum. Hiçbir ayrıcalık olmadan.” “Sizin evliliğiniz bunun üstüne mi kurulu efendim? Güneş Tanrıçası tıpkı sizin gibi mi çalışıyor? Ve bu hoşunuza mı gidiyor?” “Güçlü bir eşim var.” “Birbirinizi çok seviyor olmalısınız. Bu kadar kısa sürede...” “Evlilikler her zaman aşkla olmaz Almira.” deyip kelimelerin üstüne basan Karanlıklar Tanrısı sert bakışlarını yüzüne dikmişti. “Saygı ve yeteri kadar sevgi de iki insanın evlenmesi için yeterlidir.” Korkmasına rağmen geri adım atmadı Almira. “İnsan bazen bunlardan sıkılabiliyor ve aşkı arıyor.” “Sen arayışına devam et o halde Almira.” “Kendisini buldum zaten.” Cesur tavırlarını eksiltmeyen kardeşine bakmakla yetindi Karanlıklar Tanrısı. Onu severdi ama büyüdükçe ve huyları değiştikçe başka bir kişi olmuştu. Karşısında masum birisi değil her entrikanın altından çıkacak bir kadın vardı. Bu yüzden kalbindeki sevgi zamanla solmuş ve yok olmuştu. Şimdi ona karşı saygıdan başka bir şey hissetmiyordu. Başının sonradan ağrımaması için onu orada bırakıp saraya girdi. Birkaç dakika etrafta dolaşan Çağın’la oyalandıktan sonra odalarına girmişti. Ayakkabılarının parkede çıkardığı tok sesleri azaltmaya özen gösterip masasına yönelirken bedeninde hissettiği bakışlarla durmuştu. Kafasını çevirdiğinde Şimal’i yorgun gözlerle ona bakarken yakaladı. Kollarına sürülen merhemlerin beyazlığı gözüküyordu. “İyi misin?” dediğinde bir cevap yerine kafasını iki yana sallamıştı eşi. Sakin tavrı nedeniyle yanına gittiğinde karşısında Deniz’i görmediğini anlamıştı. Hastalık ara sıra kendini geri çekiyordu ilaçlar sayesinde. “Canın çok yanıyor mu? Şifacıyı çağır-” “Yüzüğüm nerede?” dedi onun lafını kesip Şimal. İkinci defa uyandığında sol elinin yüzük parmağında yokluğunu hissetmişti. Yatağın iki yanındaki komodinlere baksa da bulamamıştı. “Çekmecemde. Hastalığın ona bulaşmasını istemedim.” “Peki...Deliriyor muyum?” Hafif eğlenen bir tonlamayla sorusunu soran Şimal küçük bir tebessümle dudaklarını kıvırmıştı. “Vücuduma ne olduğunu anlayamıyorum.” “Kara büyü.” “Beni öldürmeye mi çalışıyorsun? Acımasız bir kocam var.” “Öldürmek yerine yaşatmayı tercih ederim güzel tanrıçam.” “Bu büyü hayali sesler duymamı sağlıyor.” deyip gülen Şimal bir an sonra gelen ağrıyla yüzünü buruşturmuştu. Farkında olmadan Karanlıklar Tanrısı’nın elini tutmuş ve sıkmıştı. “Dayanamıyorum. Çok...Çok zorlanıyorum.” “Geçecek. Yapan kişiyi bulduğumda...” Yanaklarına süzülen yaşları gördüğünde sözleri yarıda kesildi. Büyünün ne kadar sancılı olduğunu biliyordu fakat Şimal’i böyle görmek onu kör bir karanlığa atıyordu. Eldivenli elleriyle yaşlarını sildi nafile bir çabayla. Ondan sonrası koca bir sessizlikle kaplanmıştı. Şimal uyuyana kadar yanından ayrılmamıştı. Sabahın ilk ışıklarına kadar masasında oturmuş büyüsünün sonuçlarına dair aldığı notları inceleyen Karanlıklar Tanrısı aynı şekilde sarayın tüm odalarını aratmıştı. Yakalayacağı en ufak bir ipucu bile ona yürüyeceği yol haritasını gösterirdi ancak eline hiçbir şey geçmemişti. Elisa’nın ihtimale dayalı sözlerinden başka... “Neden anlamıyorsun beni? Odanıza girme arsızlığını aileden yapacak birisi varsa o da Almira! Karın orada canıyla savaşırken önündeki suçluyu görmezden geliyorsun!” “Somut bir delil olmadan kimseye ceza kesmem Elisa!” “Kör! Umutsuz bir vakasın sen. Onun nasıl kıskançlıkta kudurduğunu görmüyor musun?” “Peki sen beni anlamıyor musun Elisa? Ben sanki bunu düşünmedim mi?” diye daha fazla dayanamayıp sesini yükselten Karanlıklar Tanrısı karşısında gözlerini pörtleten kardeşine baktı. “Almira aklıma gelen ilk kişi ama elimde hiçbir şey yokken cezasını kesersem krala nasıl hesap vereceğim? Sen bir şeyi düşünürken ben her şeyi düşünüyorum.” “Sen...” diyen Elisa birazdan söyleyeceklerin gizliliğiyle sesini kıstı. “Sen ondan çok daha güçlüsün!” “Bunu gözüne sokmak ölüm fermanımı yazmak olur Elisa.” “Taht için...” Elini kaldırıp onu susturdu Karanlıklar Tanrısı. Dikkatini başka bir şey çekmişti. Zihniyle bağlantı kurduğu kartal sayesinde kargası sayesinde anında yatak odalarına yönlendirmişti benliğini. “O yüzüğü takarsan son nefesini şuracıkta verirsin Almira. Nasıl bir şey olduğunu bilmiyor musun sen?” “O yüzük benim hakkımdı! Benimle evlenmesi gerekiyordu.” “Asla öyle bir ihtimal yok aranızda. Güneş Tanrıçası’na verdiğin zararı işittiğinde zaten öleceksin. Dua et öğrenmesin.” “Hiçbir şey yapamaz bana.” “Emin misin? Kraldan bile güçlü olan birisinden bahsediyoruz. Bir Tanrı’dan?” Söylenen her bir cümle ve şahit olduğu görüntüler karşısında kalakalan Karanlıklar Tanrısı artık o çok istediği kanıta ulaşmıştı. Bu kralın bile affedemeyeceği bir suçtu. Üvey kızı hem Güneş Tanrıçası’nı hem de ülkenin kaderini tehlikeye atmıştı. Fakat bunların yanı sıra hesabını soracağı ilk kişi Karanlıklar Tanrı’sıydı. İki günden aşkındır yataklarında kıvranan eşine bunu yapan her kimse sağ kurtulmayacağını söylemişti kendine. Koşar adımlarla arşınladığı sarayın merdivenleriyle uzun koridora ulaştığında hemen sağa dönmüş ve önüne çıkan kapıyı tüm saygısını bir kenara atıp açmıştı. Arkasından kimsenin girmemesi için bir büyüyle kapıyı kilitlediğinde korkuyla ona bakan Almira’ya döndü. Yüzündeki ifadeden ne olduğunu kolayca anlayabilirdi ki anlamıştı da. Odanın içini anında azap verici bir karanlık sararken hemen arkasından insanı delirtecek acı çığlıklar duyulmaya başlamıştı. İçinden çıkmak için savaşan gücü hissedebiliyordu Karanlıklar Tanrısı. Tek bir hareketi serbest kalmasına yeterdi. Sağ elini öne uzattığında duvara yaslı olan Almira ışık hızında ayrılmış ve öne gelmişti. Parmaklarını öne doğru büktüğünde kardeşinin elleri sıkılan boğazına gitmişti. Gözleri nefes alamadığı için irice açılmıştı ve uzun saçları sırtına doğru dökülmüştü. “Karıma o büyüyü yaptığında nasıl bir halde olacağını düşündün mü hiç? Bunu benim öğrendiğim sana neler yapabileceğimi?” derken karanlık giderek artmış ve çığlıklar giderek yükselmişti. “Bı-Bırak. Hiçbir şey yapmadım ben.” “Az önce odamda olan sen ve annen değildi o zaman?” Kafasını yana eğmiş boğuk sesiyle mırıldanırken artık tamamen benliğinden sıyrılmıştı. Acımasızlığı gümüşün yerini siyahlığa bırakan gözlerine yansımıştı. “Ne oldu? Sesler seni korkutuyor mu?” “L-Lütfen kes sesleri. D-Dayanamıyorum.” “Dün gece karım da bana bunları söyledi. O iyileşecek ama sen asla iyileşemeyeceksin Almira. Üstünde o laneti asla atamayacaksın.” dedikten hemen sonra sarayın dışında duyulan güçlü bir şimşekle birlikte karanlık her yeri sardı. Odanın dışına taşan Almira’nın yüksek çığlığı tek ses olurken Karanlıklar Tanrısı ondan başka kimsenin bozamayacağı en büyük lanetini kalbine işlemişti. Etrafındaki karanlık ve çığlıklar asla dinmeyecekti. Her gün ayrı bir azap olurken içindeki şüphe onu günden güne yiyip bitirecekti. Kesin bir ölüm Almira için ancak ödül olurdu ve Karanlıklar Tanrısı bunu istemiyordu. Acı çekmesini istiyordu. Güneş Tanrıçası’na yapılan her hareket ona yapılmış sayılırdı ve bu Karanlıklar Tanrısı’na yapılan en büyük hakaret olurdu. Eşi onun önceliğiydi ve önceliklerine zarar verildiğinde geri dönüşü ölümle sonuçlanırdı. ༗ Bölüm Sonu. -Almira'yı bundan sonra sizce neler bekliyor? Oy ve yorum yapmayı unutmayınnn...Aşkla Kalın✨🤍
|
0% |