@fundaalinda
|
İnstagram| lindaabooks
Şimal'imizz <3 ༗ Saygı çerçevesinde güvenli bir evlilik yaşayacaksın. Tutulmayan sözler için çok gözyaşı dökmüştü ama bu sefer olacağına inanmıştı. Sonunda güvenebileceğine ve arkasını yaslayabileceğini düşünmüştü. Ne kadar da aptaldı. İçindeki her şey paramparça olmuştu. Avucunun içinde sıktığı siyah broşun iğnesi etine ince bir kesik atıp kanını elbisesine bulaştırdı. Kırgınlığın ve aptallığının getirdiği öfkeyle yüzünü buruşturup broşu yere fırlatmıştı. Makyaj masasının ayağına çarpan broşun şimdi taşları tıpkı kalbi gibi etrafa saçılmıştı. “Efendim? İyi misiniz?” demişti ses karşı hizmetli. Birkaç saniye cevap vermeyen Şimal ağzına gelen midesiyle dudaklarını birbirine bastırdı. Arkalarında bıraktığı birkaç gün hariç ona dokunmayan eller bugün bir başkasının bedenini sıkıca sarmıştı. Sabahki ve önceki yakınlaşmaları aklına geldikçe mide bulantısı artıyordu. Ancak kendin tuttu. Saray halkına bu şekilde gözükemezdi. “Bana Nida’yı çağır hemen.” diyebildi sadece. Karşısında böyle durmamak için yataktan kalktı. Yüzündeki ağlama izlerini makyaj malzemeleriyle kapattıktan sonra kanayan avuç içini beyaz bir bezle sarıp bağlamıştı. Biraz sonra kapısı tıklandığında girmesi için onay verdi. “Beni çağırmışsınız efendim.” Bir saat öncesinin aksine gayet toplu olan kızın yüzüne bakamamasına dudakları alayla kıvrıldı. Oysaki kocasına sarılırken nasıl da teşvik ediyordu. Olanları anımsamak kalbindeki bıçağı daha derine ilerletti. Yavaş adımlarıyla yanına gittiğinde dudaklarından kolayca döküldü kelimeler. “Ne zamandır devam ediyor?” “E-Efendim...” “Bana bak!” Yüksek sesi odada yankılandığında Nida’nın çenesini sertçe tutmuş ve kaldırmıştı. Yeşil harelerine öfkeyle baktı. “Şimdi karşımda masum bir kızı oynama sakın! Orada ne gördüğümü gayet biliyorum. Şimdi bana cevap ver...Ne zamandır?” “B-Bugün efendim. Yemin ederim ki öncesi yok.” dedikten sonra ağzından kaçan hıçkırığıyla dizlerinin üstüne çökmüştü. “Efendim...Özür dilerim. Bağışlayın beni lütfen! Karşı koyamadım...” “Hayır.” Geriye doğru bir adım atan Şimal ona uzana pis ellerden kaçtı. “Orada bana bakarken gayet cesurdun Nida. Karanlık Tanrısı’nı kışkırtırken çok cesurdun.” “Tanrıça’m!” “Bana muhafızları çağır Lidya!” “Hemen efendim.” “Hayır...Hayır. Tanrıça’m bağışlayın lütfen!” Yalvarışlarına devam eden Nida’yı saniyeler içinde gelen muhafızlar tutup kaldırdığında sarayın mahzenine götürmelerini söyledi. İkinci emrini bekleyen Lidya’ya döndü. “Kraliçeye söyle yeni bir baş hizmetli ayarlasın. Nida’nın durumunu kimse sormadan söyleyemeyeceksin.” “Nasıl isterseniz Tanrıça’m. Eliniz için hekim çağırmamı ister misiniz?” “Hayır. Akşam yemeğine katılmayacağım.” deyip üstünü değiştirmek için dolabına yürüdü Şimal. “Rahatsızlandığımı ve yalnız kalmak istediğimi söylersin.” “Peki Tanrıça’m.” Lidya çıktığında korsesinin iplerini çözdü tek başına. Askıları omuzlarına düşen elbisesi yerle buluştuğunda seçtiği geceliği giydi. Uyuşuk adımlarla yatağına geçtiğinde bakışlarını tavanda gezdirdi. Sadece birkaç dakikalığına durdurabildiği gözyaşları yeniden akmaya başladığında hâline acı bir tebessümle güldü. Ne yapacağını bilmiyordu. Karanlıklar Tanrısı bu odaya geldiğinde nasıl bir tepki verirdi düşünemiyordu. Öfkesinin ateşine mi kapılırdı yoksa sessizce kırgınlığını yaşayıp sonra mı konuşurdu? Eğer kendini biraz tanıyorsa asla susmayacağını biliyordu. Düşüncelerinin arasında kaybolmuş bir şekilde dolanırken uyku ve uyanıklık arasında gidip geldi kısa bir süre. Rahatsız bir uykudan soran gözlerini karanlığa açtığında ise odasında yalnız değildi. Karanlıklar Tanrısı teras kapısının iki yanında duran tekli koltuklardan birisine oturmuş ve yüzünü gökyüzüne çevirmişti. Önündeki masada kırık broş dağılmış taşlarıyla birlikte duruyordu. Acısını söylemek istedi. İçindeki kırgınlığı ona göstermek istedi ama hiçbir şey yapamadı. Yatakta kıpırdanıp sırtını başlığa yasladığında bakışları kesişmişti. “Lidya rahatsız olduğunu söyledi. Neyin var?” diyen Karanlık Tanrısı koltuktan kalkmış yanına gitmişti. “Elini yaralamışsın ve broş kırılmış. Ne oldu?” “Hiçbir şey efendim.” dedi kuru bir sesle Şimal. Evliliklerinin ilk günlerinde ona hep böyle hitap etmişti çünkü ismini söylemek o günler zor ve alışılmadıktı. “Efendim mi?” “Saygı çerçevesinde güvenli bir evlilik olacağını söylemiştiniz. Aramızdaki saygı ve güven yerini koruyor değil mi?” derken hiç olmadığı kadar zorlanmıştı Şimal. Yüzüne bakmak bile ıstırap veriyordu ve kaçıp gitmemek için zor duruyordu. Ellerini yumruk yaptı. Bir anlık bocalayan Karanlıklar Tanrısı kafasını salladı. “Tabii ki. Fakat sabah bana ismimle hitap ederken şimdi efendim demen...” “Hiç birisine dokundunuz mu?” Kalbindeki yaraya dayanamayıp sorusunu soran Şimal sertçe yutkundu. O ellerin birisini nasıl sardığını bizzat görmüştü ve o kadar acı vericiydi ki... “Evliliğimiz boyunca bana bir kere bile dokunmadınız. Eldivenlerinizi hiçbir zaman çıkarmadınız...Saraydaki kimse size dokunmuyor. Neyiniz var?” Art arda gelen sözlerin sarsıcılığıyla kalakalan Karanlıklar Tanrısı yüzünü sol tarafına çevirdi. “Neden birden bu konuyu açıyorsun? Niyetin benimle kavga etmek mi? Bugün çok farklısın Şimal.” “Yoksa bir hastalığınız mı var? Elleriniz mi çok çirkin? Gerçi halk ağzında öyle konuşmalar dolanıyor. İnsanlara dokunmak sizi iğrendiriyor mu yoksa?” Sessiz kalmak mı? Şimal o kuralı yok saymıştı. Bu ihaneti asla affetmeyecek ve konuşacaktı. Karanlıklar Tanrısı’yla aralarındaki evlilik bağını bitirecekti. Ona cevap vermeyen kocasına bakışlarını rahatsız edecek dikkatle dikti. “Neden cevap vermiyorsunuz? Gerçekten birilerine dokunamıyor musunuz yoksa gösteriş amaçlı bir şey mi? İnsanların konuşması hoşunuza mı gidiyor?” “Şimal söylediklerine dikkat et! Neyin var senin bugün Tanrı aşkına?!” Sonunda kontrolü bir kenara atıp sesini yükselten Karanlıklar Tanrısı yataktan kalktı ve uzağa gitti. “Bu saldırganlığının sebebi ne? Neye bu kadar öfkelisin?” “Sizin tutamadığınız sözlere bu kadar öfkeliyim! Gururumu ayaklar altına almanıza öfkeliyim!” “Ne?” dedi şaşkınlıkla Karanlıklar Tanrısı. “Senin gururunu zedeleyecek hiçbir şey yapmadım ben.” “Baş hizmetlimle sevişirken aklınızdan bunlar geçiyor muydu peki? Gerçi o zaman aklınız zevkten sarhoş olmuştur. Nasıl düşüneceksiniz ki?” derken onun gibi yataktan kalkmıştı. “O kadar tiksiniyorum ki sizden!” “Nida mı? Sen aklını mı kaçırdın Şimal? Kimseyle birlikte olmadım.” İtham edildiği çirkin olayla gururu zedelenen Karanlıklar Tanrısı ona inanmayan gözlerle bakmaya devam eden eşine ne söyleyeceğini bilmiyordu. “Seni ne aldattım ne de verdiğim sözü bozdum. Kim söylediyse...” “Kendi gözlerimle gördüm! İnkar edemeyeceğiniz kadar yakından gördüm sizi!” “Şimal...” deyip aralarındaki mesafeyi kapatmak için yanına gitti Karanlıklar Tanrısı. Onu nasıl inandıracağını bir türlü bulamıyordu. Yapmadığı bir şey için suçlanıyordu ve sinirlerini bozuyordu. “Sana yemin ederim ki öyle bir şey yapmadım. Sana ve kendime olan saygım...” “Hâlâ yalan söylüyorsun.” “Kahretsin...” Elini uzattığında geriye çekilen kadınla küfürler mırıldanan Karanlıklar Tanrısı o an eldivenlerini yırtıp atmak istedi. Hiç olmadığı kadar tiksiniyordu onlardan. Parmaklarını şakaklarına götürüp biraz sonra söylenenle dünya durmuştu sanki. “Bu evlilik bitecek.” demişti tek seferde Şimal. Söylemek görünenin aksine zordu ama bunu belli edecek değildi. “En yakın zamanda sonlandırılmasını istiyorum.” “Sen ne söylediğinin farkında mısın? Yapmadığım bir şey için suçlanıyorum ve şimdi de ayrılacağımızı söylüyorsun.” Kafasını şiddetle iki yana salladı Karanlıklar Tanrısı. “Böyle bir şey asla olmayacak.” “Neden işleri zorlaştırıyorsun? Kabullenmemek kararımdan vazgeçirmeyecek.” “Sana kanıtlayacağım Şimal. Seni aldatmadığımı kanıtlayacağım.” diyen Karanlıklar Tanrısı’nın aklında binbir düşünce dolanıyordu. “Hah, neredeyse inanacağım. Neredeyse.” Gözlerine yaşların dolduğunu hissettiğinde bakışlarını hemen kaçırdı. Onun bunu yapması çok koyuyordu. Kör kütük güvenmişti ve son zamanlarda aralarında oluşan yakınlaşma hoşuna gitmeye başlamıştı. Fakat şimdi hepsi koca bir küle dönüşmüştü. “Neden yaptın ki? İsteseydin ayrılırdık. Sana...Sana karşı koyacak değildim. Bu çok aşağılayıcı.” “Ben...” Yeniden bir itiraza geçecek olan Karanlıklar Tanrısı her ne gördüyse ona inan karısının sözlerine kulak vermediğini fark etti. Nafile bir çabanın içerisindeydi. Güneş Tanrıçası’nın ona pamuk ipliğine bağlı bir güvenle inanmış olması duygularını alt üst etmişti. Hiçbir şeyin durumu değiştirmeyeceğini anladığında odadan çıktı ve muhafızlara Nida’nın nerede olduğunu sordu. Öfkeli ruh hâliyle mahzene indiğinde parmaklıkların arasında bir köşeye büzülmüş kadını gördü. Sinirleri daha çok gerildi. “Buraya gel. Ne yalan söylediysen bana da anlat!” “Hiçbir şey söylemedim efendim. Yemin ederim...Eşiniz kendisi odaya girdi ve gördü.” “Seninle birlikte olmadım Tanrı’nın cezası!” dedi artık delirecek raddeye gelen Karanlıklar Tanrısı. Gri harelerinde şimşekler çakıyordu. “Affedin fakat doğru bu. Kral ve kraliçenin bulunduğu kattaki odaların birisinde birlikte olduk. Size yalan söylemiyorum.” Gözyaşları içinde konuşan kadına tiksintiyle baktı. Boğazını tutup sıkamamak zoruna gidiyordu. Ellerini arkasında birleştirip yanlış bir şey yapmamak için yumruk yaptı ve mahzenden çıktı. Tek bildiği vardı o da kralla olan toplantıdan sonra çalışma odasına gitmesi ve oradan da başka bir görüşme için saraydan ayrılmasıydı. Fakat Şimal onu bizzat gördüğünü söylüyordu tıpkı Nida gibi. Kamparalki...Aklında beliren ihtimalle yerinde durdu Karanlıklar Tanrısı. Çatılmış kaşları hatırladığı şeyle gevşemişti. O yaratıklar kolayca her insanın bedenine bürünebiliyor ve sesine kadar her şeyi taklit edebiliyordu. Her ne kadar sarayın güvenliği en üst düzeyde olsa da bir Kamparalki’yi ayırt etmek zordu. Üstelik bu Karanlıklar Tanrısı’na bürünmüş bir Kamparalki ise. Taşlar yavaş yavaş yerine oturduğunda derin bir nefes aldı. O Kamparalki’yi bulacağı yeri çok iyi biliyordu. Ve tabii arkasında kimin olduğunu da...Deniz bu sefer elinden kaçamayacaktı. ༗ Bölüm Sonu. Yorum ve oy yapmadan geçmeyinizz Aşkla kalın. <3 |
0% |