Yeni Üyelik
keyboard_arrow_left keyboard_arrow_left2.
Bölüm
@gamzzeeli


Keyifli okumalar...


Akasya'dan

İçimde yaşadığım şey buydu. Kalbimde hissettiğim kırgınlık. Kandırılmışlık. Aldatılma. İnsan yaşadıklarını unutuyordu. İnsanız çünkü. Hafızamız her şeye yetecek kadar değil. Ama hissettiklerimizi unutmuyorduk. Ben şimdi bu kırgınlığı nasıl unutacaktım. Hayallerime çok çok az kalmıştı. Aile kurmama bir imza yetecekti. Gözlerimden düşen damlalar hissettiklerimin dışarı çıkmasına izin verdiğim kadarıydı. Sinirden ellerim ayaklarım titriyordu.

Etrafıma, insanlara nasıl bakıyordum bilmiyorum ama ellerim titreye titreye arkamı döndüm. Bir an önce buradan çıkmak istiyordum. Kalabalık bana yer açarken çevremdekilerin sesleri uğultudan ibaretti.

Otelin kapısından çıkarken, vücudumun zangır zangır titrediğini hissedebiliyordum. Bu yaşadığım bir nevi yıkımdı. Hayatımda her şey çok mükemmel ilerlerken bir anda ellerimden kayıp giden hayallerimle ne düşüneceğimi, ne yapacağımı kestiremiyordum.

Kollarımdan tutulup sarsılmamla bakışlarımın buğusu, kulaklarımdaki uğultu kayboldu.

"Akasya!"

Derin'in beni kendime getirmiş olması ile deli gibi kahkaha atma isteği yaşıyordum. Ama bekledim. Ellerim titreye titreye mektubun olduğu zarfı açtım. Zarfın içinden çıkan evlilik cüzdanıyla neye uğradığımı şaşırdım.

Her geçen saniye akıl sağlığımı kaybettiğimi hissediyordum.

Sırayla yazılanları okumaya başladım. Akasya Bilecen, Anne adı, Açelya Bilecen; Baba adı, Erhan Bilecen; Baha Güvenç, Anne adı; Ayla Güvenç; Baba adı, Mir Güvenç.

Ben evlenmiştim. İmzalarımızın olduğu yere inanmazcasına baktım. Birkaç saniye sonra kahkahalarla gülmeye başladım. En yakın arkadaşlarım Derin ve Dila bana deli görmüş gibi bakıyorlardı.

Elimde telefonumla bana doğru koşturan Ahueda'nın topuk tıkırtılarıyla kahkahalarım bıçak gibi keskin oldu.

Her zaman öncelik olarak beni ciddiyetle dinleyen asistanım, bana tedirginlikle bakıyordu.

"Buyurun Akasya Hanım. Arabanız hazır sizi bekliyor."

"Saçmalama Akasya bu halde araba kullanamazsın.Ahu sende neden haber veriyorsun."

Dila'nın sinirli sesine göz devirip Ahueda'nın uzattığı telefonumu alıp elimdeki ayakkabıları yere fırlatıp, yürümeye başladım.

"Beni rahat bırakın. Sakın peşimden gelmeyin!"

Elimdeki defteri sinirden sımsıkı tutuyordum.

Kızların adım sesleri peşimden gelmeye başlayınca gelinliğimin eteğini tutup koşmaya başladım. Boğuluyordum. Bir çözüm bulmam gerekiyordu. Çaresizliğim karşısında daha hızlı koşmaya başladım. Çevredeki insanların çoğu büyük bir merakla gelinliğiyle koşan bana bakıyorlardı. Onları görmezden gelip, yaklaşan dolmuşa el işareti yaptım.

"Akasya!"

Dolmuşa binerken kızların silikleşsen seslerinin olduğu tarafa bakıp omuzumu silktim. Her ne kadar yirmidokuz yaşında da olsam bazı hareketlerim hala çocuksuydu.Dolmuştaki herkes bana şok içimde bakarken, boş yere geçip, sahili izlemeye başladım. Deniz bana her zaman huzur veriyordu. Düşünmem için gerekli sessizliği, içimden çıkmak isteyen çığlıkları dalgalarının arasına saklıyordu.

Dolmuştan inip hala çalan kaçıncı kez olduğunu sayamadığım telefonumu sessize alıp sahil boyunca yürümeye başladım.

Anne ve babalar gözüme çarptı. Ellerinden tutan ufaklığın masumiyetini düşündüm. Çocukları için her şeyi yapacaklardı. Ben de onlardan biri olmak istiyordum.

Bankta otururken rüzgarın hafif esintisi saçlarımı uçuşturuyor, ruhumdaki matemi gizliyordu. Aşık değildim. Aşk acısı çekmiyordum. Sadece doğmamış çocuğumu kaybetmiş gibi hissediyordum. Otururken daha çok düşündüğümü fark edip, düşünmemi engelleyecek bir fikir geldi aklıma.

Ayaklarımın sızısı kendini belli ederken, bu kadar düşüncesiz davrandığımda en son çocuktum. Gerçi ben çocukken de disipline önem veren bir çocuktum.

Yeşilliklerden yürümeye başlayıp, ayaklarımın sızısını hafifletmeye çalıştım. Bu sefer de gelinliğimin eteği kararmaya başlamıştı. Gelinlik umrumda değildi zaten. Varsın leke olsundu.

Akşam güneşi kaybolup artık kendini yıldızlara bırakmaya başlamıştı. Gelinliğimi tamamen yok sayıp yeşilliklerin arasına yattım. Ellerimle havadaki bir yıldızı tuttuğumu hayal ettim.

"Bana bir yol göster."

Ellerimi açıp kaymayan yıldıza bakıp ofladım.

Sanki hiçbir şey olmamış gibi yavaş yavaş adımlayarak her zaman geldiğim meyhanenin iskelesine çıktım.

İçerinin kalabalıklaşmaya başladığını görebiliyordum. Bir köşede her zaman buraya gelen amcalar derin bir sohbete dalmışlardı. Bir grup kızlı erkekli gençler ellerindeki kadehleri tokuşturuyordu.

Herkes kahkaha atıyor da sanki sadece bende matem havası vardı.

İskeledeki insanların çoğu göz ucuyla bana bakıp önlerine dönmüştü. Burada herkesin başka bir hikayesi vardı. Gençler düğünden kaçan gelin olduğumu düşünüp kıkırdamaya başlarlarken, her şeyin göründüğü gibi olmamasına gülümsedim. Boş masalardan birine geçip, kadehimi çevirip Ceyhun abiyi beklemeye başladım.

"Kızım, ne bu hal!"

"Sorma be abim. Sen bana ellilik getir abim. Bir de babamlara haber verme. Kafa dinlemeye ihtiyacım var. Sonra gelmem bir daha!"

Bana babacan bir gülümseme gönderip sırtımı sıvazladı.

"Biliyorum ben seni. Tamam hemen geliyor canım. Üzme sen kendini."





Baha'dan

Tüm kalabalık arkasını dönüp giden geline odaklanmıştı. Babam evlenip aile babası olmamı isterken bu evliliğin iptal olmuş olması canımı sıkıyordu.

Daha fazla kalabalığa dayanamayıp otelden çıkarken kahkahalarla gülen Akasya'ya takılı kaldı gözlerim. Elindeki ayakkabıları atıp koşmaya başlarken arkasından iki kız daha koşmaya başladı.

"Tüm yük sana kaldı Baha."

Ellerimi sinirle yolmak istercesine saçlarıma geçirirken, kaçak gelinimle, kaçak damatın ailesi ve tüm davetliler otelden ayrılıyordu.

Tufan ile Armağan'ın ne yapacaksın diyen bakışlarıyla yanıma gelmesiyle derin bir of çektim.

"Al bir sigara iç."

Sigarayı alıp yaktım. Keşke ben de Akasya gibi kaçıp gidebilseydim. Otuzüç yaşıma gelip babamdan hala sorumsuz damgası yememek için bekledim. Yarım saat sonra otelden çıkan ailemle, Akasya'nın ailesini gördüm.  Elimdeki kaçıncı olduğunu bilmediğim sigarayı attım.

Akasya'nın arkasından koşan kızlar yavaş yavaş bize yaklaşırken bir bokluk olacağını sezmiştim.

"Açelya teyze."

"Dila, kızım nerede?"

"Akasya biraz yalnız kalmak istiyormuş. Daha büyük bir sorun var."

Kızın tedirgin sesiyle kaşlarım çatılırken, yerimde ürperdim.

"Ne oldu?"

"Şey... Açelya Teyze'nin verdiği zarfın içinden mektupla beraber evlilik cüzdanı çıktı. Senin ve Akasya'nın."

Ortama bomba gibi düşen sözlerle ne yaptığımı bilmeden cebime tıkıştırdığım zarfı elime aldım. İçinden çıkan mektuba bir bakış atıp, merakla bana dönen kalabalığı yok sayıp, koşar adımlarla arabama doğru yürümeye başladım.

"Oğlum."

Annemin telaşlı sesini duymazdan geldim. Arabamın yanına vardığımda tüm gücümle tekere attığım tekme bile beni sakinleştirmedi. Elimdeki zarfı hızla açıp okumaya başladım.

Baha. Nasıl açıklanır nasıl söylenir bilmiyorum. Evet ben seni ve oğlunu yarı yolda bıraktım. Sana yapamayacağımı çok kez söylemeye çalıştım. Sen o kadar işlerinle, oğlunla meşguldün ki beni görmedin. Evet bir ilişkimiz vardı ama sadece sözde. Bu bana çok ağır geldi. Ben aşık olduğum adamla evlendim Baha. Yarım kalmayın diye sizi benden daha çok hak eden bir kadına bıraktım. Aynı sen gibi o da. İşten ve aileden başka bir şey görmüyor gözünü. Akasya'dan çok iyi bir aile, oğluna çok iyi bir anne olur biliyorum. Bu yüzden işyerinde bir belge imzalamak yerine evlilik cüzdanlarını imzaladınız ikinizde. Çok manyakça gelse de bu fikir, birbirinize iyi geleceğinizi biliyorum. Beni affedin. Akasya ile mutluluklar dilerim.

"Siktir! Hanımefendi hem verdiği sözü tutmayıp beni terk ediyor, hem de hayatımı yönetmeye çalışıyor!"

Peşimden gelen Tufan ve Armi'yle sinirle yüzümü sıvazladım.

"Baha bin hadi abi arabaya. Ben sürerim."

Tufan'ın sözlerini beklermişçesine arabaya binip sakinleşmeye çalıştım.


Akasya'dan

Meyhanede çalmaya başlayan şarkıya mırıltılarımla eşlik ettim.

Anlamazdın, anlamazdın.
Kadere de inanmazdın.

İnanmıyordum. Şimdi ne olacaktı.

Hani sen acı veren kalpsizlerden olmazdın.
Dilerim ki mutlu ol sevgilim.

Beni böyle bomboş bırakıp gittin be Erdem.

Ben olmasam bile hayat gülsün sana.
Günahı boynunda, ağlayan bir çift göz bıraktın arkanda.

Masanın üzerinde bulunan zarfı açıp rakı içmekten buğulanan zihnime biraz ara vermek istemiştim. Evlilik cüzdanına bir bakış atıp bir duble daha rakı içtim.




Akasya. Sözlerime nasıl başlayacağımı bilmiyorum. Sana bir söz verdim biliyorum. Sözler senin için çok önemli biliyorum. Açıkçası ben sana aşık oldum sanmıştım ama olmamıştım. Sen zaten bana aşık değildin. Yüzüme karşı söylediğin için hiç umutlanmamıştım ama hayatımı sorgulamama sebep oldun. Kadere inanmam ben biliyorsun. Ta ki o güne kadar. Lise aşkım Şirin ile tekrar karşılaşana kadar. Şirinden önce hep seninle evlenip güzel bir aile kurarım diye düşünüyordum. Olmuyormuş Akasya. Nikah günü gelene kadar sana çok kez açıklamaya çalıştım. Olmadı. Bazı şeyler açıklanmıyormuş. Ben artık kadere inanıyorum. Sen de inan. Sana verdiğim o evlilik cüzdanı benden sonra hayatına devam etmeyeceğini düşündüğüm, geride iki kırık kalp bırakmamak için. İnan bana Baha'dan çok güzel bir baba olur. Neden ona bir şans vermiyorsun. Senin istediğin şey evlilikti. Huzurlu, saygılı bir aileydi. Ben huzurumu buldum. Sıra sende. Umarım çok mutlu bir aile olursunuz. Bunları yüzüne karşı söylemeye keşke çok azıcık cesaretim olsaydı. Sadece sana bir aile verecek kadar cesaretim varmış. Beni affet.

Gözümden kayıp giden bir damla ile içimdeki huzursuz his kayboldu. Gün boyu benim yapmaya cesaret edemediğim şeyi Erdem yaptı diye sinirleniyordum. Evlenmek istemediğimi söyleyememiştim.

Yarın yeni damadımı bu evliliğe ikna etmem lazımdı.

Rakımdan gülümseyerek bir yudum aldım. Telefonu çıkarıp, kızlara whatsapp grubundan mesaj attım.

Grup;  Kraliçe Arılar

Kraliçeler, meyhanedeyim. Yanıma gelin.


Baha'dan

Hava kararıncaya kadar bir deniz kenarında arabayı park edip denizi izlemiştim. Tufan ve Armağan benim çocukluk arkadaşlarımdı. Her zaman yanımda olan dostlarımdı. Şimdi de beni yalnız bırakmıyorlardı.

Kapıların açılıp kapanma sesinden sonra yanıma yaklaşan dostlarıma baktım. 

"Yeter bu kadar dram oğlum. Sen zaten aşık değilsin ki bu kadar üzülme."

Armağan'a ciddi misin gibisinden baktım.

"Benim derdim o mu sence pezevenk. Oğlum var benim. Kimsenin bilmediği. Sonunda yıllardır sakladığım oğlumu aileme açıklayacaktım."

"Abi ben bir şey diyeceğim ama saçma gelmesin."

Tufan'ın çekingen sesine kaşlarımı çatarak baktım. Ellerimle sakallarımla oynayıp, söyle dedim umursamazca. Aramızda en çekingen adam oydu. İnsanları kırmaktan çekinen, çok düşünceli bir adamdı. Bazen biz nasıl arkadaş olduk diye düşünmüyor değildim.

"Söyle lan." Armağan'ın sözlerinin ardından ortamda bir sessizlik oldu.

"Abi nasıl olsa evlenmişsiniz. Kadının karşısına geç böyle böyle diye durumu anlat. Babanlar seni ve çocuğu kabul edene kadar bir süre evli kalırsınız. Sonrası sizin bileceğiniz iş."

Tufan'ın mantıklı gelen sözleriyle binlerce düşünce doldu aklıma. Ya deneyecektim ya da işler daha da boka saracaktı.

"Lan çok mantıklı."  diyen Armağan'la bu düşünce daha da mantıklı gelmeye başladı.

Her ikisi de bana merakla bakarken yüzümde şeytani bir gülümseme oluştu. Akasya'nın tabiri ile küstah bir gülümseme. Yeni gelinimi bu evliliğe ikna etmem gerekiyordu.





İnstagram; gamzzeelihikayeleri_
modal aç
modal aç
modal aç